• Sonuç bulunamadı

Köyden Cannes'e uzanan yol:Yılmaz Güney 4 yıl önce yaşama veda etmişti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Köyden Cannes'e uzanan yol:Yılmaz Güney 4 yıl önce yaşama veda etmişti"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

9 EYLÜL 1988

KÜLTÜR-SİNEM A

A T İL L Â D O R SA Y

Yılmaz Güney 4 yıl önce yaşama veda etmişti

Köyden Cannes’a uzanan yol

“ Y 0 L ” LA GELEN ALTIN PALM İYE - Yılmaz Güney. 1982 yılında Cannes Film Festivali’ nde en büyük ödül olan Altın Palmiye’yi Costa-Gavras’la pay­ laşmıştı. Güney, “ Y ol” un görsel başarısını ekibine ve özellikle Şerif Gören’e borçlu olduğunu belirtmiş, "Film i onlar çektiler... Onların çalışması olma­ dan benim elimde kurgulayacak malzeme olmazdı" demişti.

“ Ben senaryo

yazmayı içeride

öğrendim ” diyordu

Yılmaz Güney,

“Dışarıda film

çektiğimde, belli

belirsiz fikirlerden

yola çıkar ve öyküyü

çekim sırasında

geliştirirdim. Öyle ki,

baştan sonunun ne

olacağını çokluk ben

de bilmezdim. Birçok

şeyi doğaçlamaya

bırakırdım. ”

Ağustos 1982... Yılmaz Gü- ney’in “ Yol” filmiyle Cannes Şenliği’nde Altın Palmiye alma­ sının üzerinden 2 ay geçmiş, Pa­ ris’te gösterime çıkan film, büyük ilgi görmüştür. Le Nouvel Obser-

vateur Dergisi’nin sinema yazarı Michel Mardore, Yılmaz Güney

efsanesi üzerine uzun bir yazı yaz­ mış, bu arada sanatçıyla yaptığı konuşmadan bölümler vermiştir. Türkiye’de çevirisi yayımlanma­ yan bu yazıdan Yılmaz Güney’in görüşlerini içeren bölümleri veri­ yoruz.

“ Yol” filmiyle yaratıcı düzey­ deki ilişkisi hakkında: “ Yaratıcı

kavramım açıklamak zor... ‘Yol’- un görsel başarısını ekibime ve özellikle Şerif Gören’e borçlu ol­ duğum kesin... Filmi onlar çekti­ ler.. Onların çalışması olmadan benim elimde kurgulayacak mal­ zeme de olmazdı. Öte yandan, çok özel bir durumun söz konu­ su olduğunu da unutmamak ge­ rekir. Bu ekibi kurduğumda, tek bir koşulum vardı: Yalnızca be­ nim düşündüğümü, istediğimi gerçekleştirmeleri gerekliydi. Ben tutuklu bir sinemacıydım. Onlar, tümüyle kişisel bir yapıt gerçek­ leştirmek istiyorlarsa, ¿işardaydı­ lar, serbesttiler... Tüm olanakla­ rı vardı. Dolayısıyla, ben onlara beni izlemelerini, bana tabi olma­ larını söyledim , bunu şart koştum”

“ Filmin yönetimini Erden Kı- ral’dan alıp Şerif Gören’e vermesi hakkında: “ Bu alınması zor bir

karar oldu. İşten çıkardığım kimi arkadaşlar ağır bir tepki göster­ diler. Filmi sabote etmek isteyen­ ler bile oldu. Ama bunu yapmam gerekiyordu. Yönetmen arkadaş bocalıyordu. Ne giysiler ne de oyuncular, gerçek mahkûmların,

izne çıkan tutuklularuıkine

ben­ zemiyordu. Işıklandırma bile se­ naryonun gösterdiği yönün tersi­ ne gidiyordu. Oyuncuların yönet­ mene tam güveni yoktu. Bu du­ rumda film asla bitirilemeyecek­ ti.”

Hapisten film yönetme yön­ temleri üzerine: “ Ben senaryo yazmayı içerde öğrendim. Dışar- dayken film çektiğimde, belli be­ lirsiz fikirlerden, izlenimlerden yola çıkar ve öyküyü, çekim sıra­ sında geliştirirdim. Öyle ki, baş­ tan sonunun ne olacağını çokluk ben de bilmezdim... Birçok sine­ macının, özellikle Batı’dakilerin tersine, kronoloji sırasına göre çe­ kerdim filmi... Böylece, aynı de­ kora birçok kez geri dönmek pa­ hasına, birçok şeyi doğaçlamaya bırakırdım... Sokak ortasında ge­ lip geçenlere sahnenin hoşlarına gidip gitmediğini sorar, onlara filmde kullandığım veya kullan­ madığım anektodlar anlattırır- dım... Tüm bunlar benim çalış­ mamı beslerdi. Böylece çocuklu­ ğumda çok sık rastladığım âşık­ lar, gezginci ozanlar gibi davra­ nırdım. Onlar da aslında bilinen şiirleri okurlar, ancak ilk kez rast­ ladıkları biri veya köyde olup bi­ tenler üzerine doğaçlamalara da

giderler, bunları bazen şiirlerine dahil ederlerdi”

“ YoF’da yaptığı değişiklikler üzerine: “ Ben buna yeniden bi­

çimlendirme diyorum, öncelikle anlatım ve teknik olarak hoşuma gitmeyen kimi bölümleri çıkar­ dım... Sonra oyuncuları temel alarak kimi ayıklamalar yaptım, örneğin tutuklulardan birinin ka­ rısının oyunu tümüyle yapaydı. Bu bölümleri çıkarmak, dolayı­ sıyla adamın da rolünü azaltmak zorunda kaldım. Ama bu değişik­ likler, kişiliklerde de değişimi ge­ tiriyordu. Böylece kimi bölümler­ de, dudak hareketlerini de göz önüne alarak, seslendirme için ye­ ni diyaloglar yazmak zorunda kaldım. Türk filmleri hep sonra­ dan seslendirildiğinden ortamı da­ ha iyi vermek için çeşitli doğal ses­ ler, “ efekt’Mer ekledim.. Ayrıca birçok sahnenin yerini değiştir­ dim.. Söz konusu olan, başkala­ rına güvenmemek değildi. Ama filmin benim filmim olması, be­

nim damgamı taşıması gerekiyor­ du.”

Filmlerin adlan hakkında:

“ Filmin adı bir tür imgedir. Beni koşullandırır. Ondan yola çıka­ rak, fiziksel anlamda bir tat du­ yumsarım.. Acı, yakıcı bir tat... örneğin hüzün veya pişmanlık gi­ bi duygulan peşinden sürükle­ yen... Gelecek filmim acı, yakın­ ma, inleme, çığlık çevresinde dö­ necek... Gençken ozan olmayı düşlerdim. Olmadı... Yazdığım şiirleri önce kendime beğendire- miyordum. Ama sinemada beni ilgilendiren, bir şiirselliği yakala­ ma çabası...”

İdeolojik sistemler hakkında:

“ Her şeyi tam adıyla çağırmak | gerekiyor. Benim için Sovyetler Birliği ve egemenlik kurduğu ül­ keler sosyalist ülkeler değil. Bu ül­ kelerde işçi sınıfı gerçekten ikti­ darda değil. Afganistan’ın işgali­ ne, Polonya’da olup bitenlere ve­ ya 1968’deki Çekoslovakya olay- | ¡arına karşıyım. Ülkem için, ' Amerika’nın egemenliğinde yarı-

,

sömürge bir ülke diyorsam, ayılıp şeyi Polonya için de söylemeliyim. Afganistan ise sözcüğün tam an­ lamıyla işgale uğramış bir ülkedir. Kamboçya’ya gelince, Pol Pot ve arkadaşlarının yanlışları, bilimsel sosyalizmin yanlışları değil. On­ lar ‘goşist’ olmaktan öte değildi­ ler. Biz, bilimsel sosyalizmden yo­ la çıkarak yeni ufuklar arıyoruz. Sovyetler ve ABD, dünyayı bölü­ şüyorlar. İkisi de bizim düşmanı- mızdır” .

Köy yaşamından Cannes zafe­ rine uzanan bir çizgi hakkında:

“ Köyde okula giderken, babam yanında çalıştığı ağaya şöyle de­ miş: ‘Benim oğlum zeki... Tahsi­ lini tamamlayacak’. Ağa da şöy­ le demiş: ‘Merak etme.. Okursa, benim pamukları tartar.. Oku­ mazsa, sürüyü güder’. Babam be­ nim köyden ayrılmamdan az za­ man sonra öldü. Ama mirasçıla­ rını birçok kez gördüm. Hayata feodal değerlerle bakıyorlar hâlâ ve beni küçümsüyorlar... Ben on­ lar için bir artistim.. Yani nerdey- se bir hiç... Zaten herhalde, Türk sağı benim başarımı hiçbir zaman kabul etmedi. Filmimin Cannes’a gelişi, aldığım ödül, onlara göre Fransa’da iktidardaki sosyalistle­ rin bana bir jestiydi. Yoksa film şenliğe girmeye bile layık değildi. Bu tür hakaretlere alışığım. Ül­ kemde ne zaman bir başarı kazan­ mış, bir ödül almışsam, sağ basın ona layık olmadığımı yazmıştır. Bu yıl Altın Palmiye’nin benimle

Costa Gavras arasında paylaştırıl­

ması konusunda, şu büyük haka­ rette bile bulundular: “ Cannes’- da çifte Yunan zaferi” ...

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Merkür, sabah gökyüzünde ve ay bafl›nda Günefl’e çok yak›n görü- nür konumda.. Do¤u ufku üzerinde bu- lunan gezegen, ilerleyen günlerde Gü- nefl’ten

ÖZET: Endoskopik sinüs cerrahisi, burun ve paranazal sinüslerin bir teleskop yardımı ile gözlenerek uygulandığı ve özellikle rekürren sinüzitlerin tedavisine yeni

It was clear that the tissue response in group A revealed good biocompatibility.Otherwise, it was showed that there was no difference in weight loss until 12 weeks, and the

Onun için Atatürk her fanî gibi ölebilir, fakat, bütün dünyanın hür­.. met ettiği en büyük adam ancak bir kere

Two patients’ hearing losses were bilateral; so 30 ears of 28 patients were included in the study.. The degree of hearing loss ranged from mild to profound at the first

Üretilen malzemelerin birçoğu fiber şeklinde üretildiği için kullanılan fiber miktarına bağlı olarak çok farklı dayanım özellikleri verebilmektedir.. Fiber

Yüksek polifenollü zeytinyağı, metabolik sendroma sebep olan risk faktör- lerinin ortaya çıkışında etkisi olduğu bilinen genlerin ifadesini olumlu yönde etkileyerek

İçerisinde küf mantarları bulunan bazı peynir türleri ile soya sosu gibi gıdaları sağlık tehdidi olmaksızın tüketme- miz küflü ekmek yemenin de zararsız