• Sonuç bulunamadı

Cennetin renklerini cehennemde keşfetti...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cennetin renklerini cehennemde keşfetti..."

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A kadem isi’nde Stalbach ve B issiere’le ça­ lışmış, ertesi yıl Namık İsmail atölyesine de­ vam etmiş. 1942 yılında D G rubu’nun çalış­ m alarına katılmıştı. Bütün yeniliklere açık bir sanat anlayışı vardı. Sembolizm, Fovizm, Sürrealizm, Gerçekçilik, Mistisizm, Non-fi- güratif, Soyut gibi resim alanındaki tüm ha­ reketler ilgisini çekiyordu. Z eid’in figüratif resimden lirik soyut resme ve son dönem le­ rinde portre çalışmalarına yönelirken geçir­ diği değişimler, aşamalar her şey bu sergide karşım a çıkmıştı. Eserlerin tüm ü büyüleyi­ ciydi. Renklerin bu denli coşkun bir anlatıma varabilmesi izleyiciyi şaşırtacak düzeydey­ di. Kırmızılar, turuncular, morlar, yeşiller Z eid’in fantastik cennetinin renkleriydi. Kendine çeken, çağıran, coşkulu, sarhoş edi­ ci bir devinim içindeydiler sanki.. Dakikalar­ ca “Cehennemim” adlı tablosunun önünden ayrılamamıştım. Sonra diğer izleyenlerin yüzünü incelemiştim. Benzer bir şaşkml ıkla izliyorlardı eserlerini.

Sergide Zeid ’ in fotoğrafları da yer alıyor­ du. Fazıl Hüsnü Dağlarca “Sanatçının fotoğ­ rafı çekilmese de olur. Hatta gereksizdir” de­ miştir bir söyleşi esnasmda. Haklıdır; gerçek bir sanatçının yüzü ürettiklerinin gerisinde durur. Hatta hiçbir şey ifade etmeyebilir izle­ yici için.. Hangi fotoğraf “Cehennem im ” tablosundaki Z eid’in tüm ruhunu, görüntü­ sünü ortaya koyabilir, ele verebilir ki? Böyle düşünm em e rağm en Z eid’in fotoğrafların­ dan etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Gözbe- beklerindeki ışıltı ve derinlikti etkilendiğim. Deha fışkıran gözleri sanatçı kişiliğini daha ön plana çıkaran belirginlikteydi ki, bu çar­ pıcı güzelliğinin de, prensesliğini betim le­ yen görkemli görüntüsünün de çok önünde yer alıyordu. Resmin prensesi olmak onun için daha önemliydi yoksa sıradan yan bir uğraş olarak ele alabilirdi resmi. O, zaten gerçek birprensesti çünkü...

Bu unvanı alm asına neden olan ikinci eşi Emir Zeid, Irak Kralı I. Faysal ’ ın kardeşiydi. Z eid’le Yunan elçisinin eşi M adam Polych- roniadis’in verdiği öğle yemeğinde tanış­ mışlardı . Z eid’le tanıştıklarında Fahrünnis- sa, Serveti Fünun yazarlanndan, Fransa’da büyük itibar gören izzet Melih Devrim ’le ev­ liydi.

Yakışıklı İzzet Melih

izzet Melih Galatasaray Lisesi’ni bitirdik­ ten sonra hukuk tahsilini Paris’te yapmış da­ ha sonra İstanbul’da Fransızlar’ın sahip ol­ duğu “Regie Ottoman” tütün şirketinin baş­ kanı olmuştu. Henüz otuz yaşındaydı. Fran­ sız edebiyatına, yaşam tarzına düşkün yakı­ şıklı bir işadamıydı Fahrünnissa’yı annesin­ den istemeye gittiğinde... Fahrünnissa ise D am ede Sion’da bir süre okumuş, I. Dünya Savaşı’nın çıkması nedeniyle Dame de Sion kapanınca yine özel bir Fransız okulu olan Pansiyon Braggiotti’ye devam etmiş daha sonra Sanayi-i N efise’den mezun olmuştu. Çarpıcı bir güzelliğe sahip genç birressamdı M e lih le karşılaştığında. Bu karşılaşmayı daha sonra kızı Şirin Devrim’e şöyle aktara­ caktı: “Babanın yakışıklılığı, kibarlığı, ku­ sursuz kıyafeti ve konuşması öyle hoşuma gitmişti ki anlatamam. Ona eskizlerimi gös­ terdiğimde beni övdü ve Avrupa’daki müze­ leri mutlaka gezmelisiniz dedi. Ben onun ne dediğini anlamıştım. Bunu evlendiğimizde birlikte yaparız demek istemişti..”

Melih verdiği sözü tutacak, sık sık yurtdı­ şı gezilerine çıkacaklar, birlikte müze geze­ ceklerdi. Fahrünnissa, M elih’in ikinci eşi olacaktı. M elih’in ilk eşi çıktıkları biryurtdı- şı gezisinde Italyan doktorla aldatmıştı ken­ disini. Olayı bilmesine rağmen karısına yal­ varıp yakarmıştı Türkiye’ye birlikte dönmek için. Rahatsızlığını tedavi etmek için gelen Italyan doktorla Venedik’te kalmak düşün­ cesi eşi Seniye için pek yadırganır,

alışıl-Fahrünnissa Zeid genç kızlığında. 1921

Berlin yılları... 1937

Fahrünnissa Zeid

Eylül 1991’de veda etmişti

resme ve yaşama. Sanata

düşkün Şakir Paşa

ailesinin bir ferdiydi.

Uluslararası sergilere imza

atmıştı. Ağabeyi Cevat

Şakir yöneltmişti onu

resim yapmaya. O da kız

kardeşi Aliye Berger’i.

Tiyatro Sanatçısı Şirin

Devrim’le ressam Nejat

Devrim’in de annesiydi

Fahrünnissa Zeid.

NEVİN ÜNALIN

H

er şey mükemmel olmalıydı o gün... H er şey eksiksiz bir güzel­ likte sunulmalıydı gelecek davet­ lilere.. Somon balıklı, hayvarlı ka­

nepeler, viskiler, şampanyalar,fırında kuzu, pilav, çeşitli sebze, salata, tatlı tuzlu kurabi­

yeler teker teker hizmetkârlar tarafından ha­ zırlanmış masalara taşınıyordu. Oymalı, yal­ dızlı tahta benzeyen koltuğunda oturmuş dikkatle masaya taşınanları izliyordu Fahrel nissa Zeid. 86’ncı doğum gününü kutlaya- caktıogün...

Sabahın çok erken bir saati olm asına rağ­ m en uzun bej dantel elbisesini giym iş, kıy­ metli m ücevherler takmıştı. Sabah 10.00’da başlayacaktı parti ve öğle yemeğinden sonra da sona erecekti. Biliyordu ki gelecek ko­ nuklar da onu m em nun etmek için gece da­ vetine gider gibi giyinmekten geri kalmaya­ caklardı. N itekim sefireler, prensesler, ba­ kanlar ve resim öğrencileri birer ikişer gel­ meye başladıklarında onun şık kıyafetini ya­ dırgatmayacak şekilde giyinmişlerdi. Ko­ nuklarını karşılarken mutluydu. Oğlu Raad, gelini Majda, torunları ve sırf doğum günü

için Amerika’dan gelen kızı Şirin Devrim de onu o gün yalnız bırakmamışlardı.

Zeid, konukların oturacağı m asaları 5.5 m etre boyundaki “Cehennem im ” adını ver­ diği tablosunun önüne koydurtmuştu. Deva­ sa tablonun coşkuyla, sabırla, binlerce renk arayışıyla oluşturulmuş lirik anlatımı, soyut bir düşünce tarzıyla ifadesinin doruğuna eri­ şirken geçirdiği heyecanlar, çileler, tutkulu, tempolu bir çalışmanın getirdiği yorgunluk ve ardmdan gelen doyumun bir göstergesiy­ di sanki ve herhalde cennetin renklerini keş­ fetm enin bedeli olan “cehennem di” bu sü­ reç... O yüzden mi bu adı vermişti tablosuna. 1994 yılında karşılaşm ıştım bu resimle. Cemal Reşit Rey Sergi Salonu’nda adına dü­ zenlenen retrospektif sergide... 75 yılı dev tuvallerle, yüzlerce fırça, palet, binlerce bo­ yayla geçen 90 yıllık bir ömrün, alev alev tut­ kuyla, sabırla, doludizgin, geceli gündüzlü çalışmayla geçtiğini kanıtlayan muhteşem eserlerin arasındaydı o resim... Çeşitli dö­ nemlerine ait 50’ye yakın eseri vardı sergide. 1920’lerde izlenimci (empresyonist) bir tavırla başlamıştı resme... Sanayi-i Nefise’yi (bugünkü Güzel Sanatlar Akademisi) bitir­ dikten sonra, 1928 yılında Paris’teki Ranson

Cennetin renklerini

cehennemde keşfetti

(2)

14

CUMHURİYET DERGİ

Ağabeyi, Cevat Şakir Kabaağaçlı.

0+ madik bir şey değildi. İzzet M elih’e de kocasını ve çocuklarım bırakıp kaçmıştı. Şimdi de Remide ’yi bırakıyordu babasına...

İzzet Melih kızı Remide, annesi ve kızkar- deşiyle birlikte Şişli’de üç katlı bir evde yaşı­ yordu. Fahrünnissa daha önce kitaplarını okuduğu bu genç adamdan öyle etkilenmiş­ ti ki bu kalabalık birlikteliğe hiç düşünm e­ den olumlu yamtvermişti. Kalabalık ortam ­ da yaşamaya alışkındı.

1901 yılında Büyükada ’da dünyaya gözle­ rini açtığı üç katlı oymalı süslü, kum alı ha­ mamlı, geniş odalı ahşap köşkte de doğduğu günden itibaren kalabalık bir ortamda büyü­ müştü. Şakir Paşa ile ism et Hanım ’ ın beşin­ ci çocuklarıydı Fahrünnissa... Şakir Paşa Sultan A bdülham it’in gözdesi olan Sadra- zamCevat Paşa’nınkızkardeşiydi. Şakir Pa­ şa ile Cevat Paşa kan bağının ötesinde özel il­ gi alanlarını da kardeşçe paylaşıyorlardı, iki­ si de altı dil biliyordu. Yazar ve tarihçiydiler. Amatör fotoğrafçıydılar. Karanlık odada re­ simleri banyo etm ek en büyük zevkleriydi. Kitap kurduydular. 5000 kitabın bulunduğu zengin bir kütüphaneye sahipti. (Bu kitaplar daha sonra İstanbul Arkeoloj i Müzesi ’ ne ba­ ğışlandı). Şakir Paşa ayrıca resme meraklıy­ dı ve Paris’teki bir yarışmada ikinci olmuştu. Bir dönem 16. yüzyıl çinilerine de merak sal­ mış kille uğraşırken, değişik sırlama teknik­ lerini de denemişti. Bir başka ilgi alanı

dase-Fahrünnissa Zeid - Aliye Berger /1921.

rada özel orkideler yetiştirmekti.

Ağabeyinin sadrazam lığı esnasında bir dönem Yunan Elçisi olan Şakir Paşa ilk ço­ cuğuna ağabeyinin adını vermişti. Cevat! Daha sonra diğer çocuklar katılacaktı aileye; Suat, Hakiye (Füreya’m n annesi), Ayşe ve Fahrünnissa’dan sonra Aliye (Aliye Ber­ ger)... Şakir P aşa’nm sanata düşkünlüğü köşke sürekli gelen kem an, resim, piyano,

İlk eşi İzzet Melih Devrim.

Füreya, Fahrünnissa’nın teyze kızıydı.

dil hocalarıyla evin daha da kalabalık hale gelm esine neden olacaktı. Bu yüzden çok küçük yaşlarda resimle tanıştı Fahrünnissa...

Cevat Şakir’li bir anı...

Ressamlığının yetkin döneminde kendi­ siyle yapılan bir röportaj da ise, resme yönel­ mesinde etkin olduğunu düşündüğü ağabeyi Cevat Şakir Kabaağaçlı’yla olan hoş bir anı­ sını şöyle dile getirecekti. “Sekiz yaşınday­ dım.” diye başlayacaktı söze. Cevat Şakir O xford’daki eğitimini yarıda kesip, Roma Güzel Sanatlar Akadem isi’nde resim öğre­ nimi görüyordu o sıralar.. “Bir gün onun çini mürekkebiyle sevdiği kızın profilini çizme­ sini izledim. O ince, zarif kalem darbeleriyle kâğıdın üzerinde yaşayan bir varlık oluştur­ ması beni adeta büyülem işti. Bende de aynı şeyi yapmak için dayanılmaz bir istek uyan­ dı. Ağabeyim, resim defterinden bir yaprak kopardı ve elime bir kalem vererek içimden ne geliyorsa çizmemi söyledi. O gün bütün oturm a odamızın resmini yaptım. Ağabeyi­ me gösterdiğimde “Aferin Nissa” dedi. “Ce­ sur kalem vuruşlarına bayıldım. Hele yaşma göre insanı ürperten bir görüş ölçün var.” Sonra başımı okşadı. “Yeteneklisin yavrum, her zam an yanında defter kalem bulundur, hoşuna giden şeyleri durmadan çiz.”

ilk eleştirm eniydi Cevat Şakir.. Sanatçı sezgisiyle Fahrünnissa’daki ışığı görmüştü.

Uluslararası bir sanatçı olup yurtdışı sergile­ re katıldığında sanat eleştirmenleri onu yere göğe koyamayacaklardı. Paris’te Jacques Lassàigne “Yapıdan, hiç kimseninkine ben­ zemiyor. Soyut, non-figüratif ya da başka herhangi bir kalıba girmiyor. Kökenlerini ! İran minyatürlerinde, Bizans mozaiklerinde, Arap vitraylarında aramak boşuna. Onun sa­ natı sürekli oluşum ve değişim içinde olan bir dinamik kuvvet..” diye açıklayacaktı dü­ şüncelerini. Denys Chevalierise “Sınıflandı- rılamayan bir sanatçı” diyecekti onun için.. Ünlü yazar André Maurois onunla ilgili bir yazısında “Parlak, aydınlık yapıtlarında... kendi iç tanrısını konuşturuyor” diye açıkla­ yacaktı eserlerine ilişkin duygularını.. Lond­ ra Sefiresiyken St. George’s Galerisi’nde aç­ tığı sergiye gelen Kraliçe Elizabeth “ Kent M ağaraları” adlı eserindeki deseni Daven- cote’da goblen olarak dokutacaktı (O goblen halen Edinburgh M üzesi’nde).

Karatahta önünde Atatürk’le...

Sanatçı] ığınm yanı sıra karizmatik bir ki­ şiliği vardı. Atatürk’le izzet MelihTe evliliği sırasında tanışmıştı. Fahrünnissa bir Atatürk hayranıydı ve tanışmalarında Atatürk Türki- yesinin kadını olduğunu her haliyle kanıtla­ mıştı O ’na... Yeni Türk Alfabesi ile ilgili konferansta Mustafa Kemal ’ in yanına otur­ tulm uş ve karatahtada ilk olarak yeni Türk Alfabesiyle Fahrünnissa’nın adım yazmıştı Atatürk... izzet MelihTe çok renkli bir sosyal yaşamın içine girmişti. Seçkin kokteyllerin, davetlerin aranılan isimleriydi ikisi. Ama Şişli’deki özel ev yaşamlarında üvey kızı Re- m ide’nin, kayınvalidesi ile görümcesinin alışkın olmadığı davranışlarıyla yüzyüzey- di... M elih’in eski eşi Seniye’dençok fark­ lıydı çünkü... Bu kalabalık birliktelik evlilik­ lerini bir karabasana dönüştürmüştü..

Sonra da izzet M elih’in çapkınlıkları baş­ ladı. Çapkınlıklar yalanlan soktu evililikle- rine. Inkânn ardından bulunan ruj lekeleri... Dayanılacak gibi değildi. Boşanm akarannı verip anne evine gittiğinde hamileydi i lk ço­ cuğu Faruk ’ a... İzzet Melih her defasında ol­ duğu gibi elinde çiçeklerle a f diliyordu Fa- rünnissa’dan.. Gene de dönmeyecekti kara­ rından belki ama annesi ism et Hanım dön­ mesi için tüm ikna edici sözleri sıralayacaktı bir bir. “Peki” diyecekti sonunda ve hiç hatır­ lamak istemeyeceği üzücü bir olaya şahit olacaktı. İzzet MelihTe bir arkadaşlannın evinde danslı çay partisine gitmişti o gün. Dans edip eğleniyorlardı. Birden bulantısı­ nın tuttuğunufarketti. Dansı yarıda bırakıp yukarı, banyoya doğru koştu. Banyoya açı­ lan oturma odasına girer girmez, batan güne­ şin ı şıkları önünde birbirlerine yapışmış bir erkek ve kadın silueti gördü. O girer girmez fırlayıp ayrıldılar birbirlerinden. Fahrünnis- sa’nın hayretten ağzı açık kaldı; çünkü biri kocası izzet diğeri ise kardeşi Aliyeidi.

Acılar içerisinde kıvranırken çok sevdiği kardeşi bu çifte ihaneti şu sözlerle savuna­ caktı “Nissa şekerim, hiçbir şey değil ! İnan ki hiçbir şey deği 1. Banyoya gidiyordum, bi r debaktım ki Izzetburadakitapları inceliyor. Beni şakadan öpmeye kalkıştı. Bilirsin İzzet iş olsun diye herkesle flört eder. Bu çok önemsiz bir şey, aslında hiçbir şey değil, emin ol, ne olur kızma, üzülme..”

Faruk’u doğurduğunda ölm ek istemişti Fahrünnissa. 4 kiloluk gürbüz bebeği, Aliye ile İzzet Melih hastanede kucaklarına aldık­ larında, biliyordu ki hastaneden çıktıkların­ da birlikte olacaklardı. Arkalarından hıçkı­ rarak ağlıyordu. Hastabakıcı bir anlam vere­ memişti Fahrünnissa’nın ağlamasına. Ağla­ nacak ne vardı; 4 kiloluk sağlıklı bir bebek, çiçeklerle kapl ı bir oda ve sevinçten havala­ ra uçan bir koca ile kızkardeş... Charles Ber- ger’in keman hocası olarak Füreya’ya gel- m esinekadar devam etmişti bu ilişki.

(3)

28 EYLÜL 1997. SAYI 601

15

Fırçaları ve tuvaliyle baş başa...

Fahrünnissa’yı en fazla yıkan ve ilerideki yıllarda “böyle bir acıyı ne daha önce, ne de sonra yaşam adım ” diyeceği olaysa Faruk’u ikibuçuk yaşındayken kaybetmesiydi. Faruk 12 yaşındaki R em ide’den kızıl hastalığını kapmış ve yaşamım yitirmişti. Sinir krizle­ riyle geçen bir dönem başlamıştı.

Krizlerini birtek resim dindiriyordu. Acı­ yı olumlayan tek şey resimdi artık hayatında. Tek ilaç, tek teselli, tek sevgili dost.. Fa­ ru k ’un arkasından Şirin ’le, Nejat dünyaya geldi. İzzet M elih’se gene huyundan vazgeç­ memişti. Çapkm lıklaryine sürüyordu. Yine davetlerin aranılan iki ismiydiler. Böyle bir evliliğin içinde tanıdı Em irZeid’i, Yunan el­ çisinin eşi MadamPolychroniadis’in evinde. İlk başta etkilenmemişti Zeid’den... Zeid ise daha önceden görmüştü Fahrünnissa’yı.. Garip bir rastlantı, Park O tel’in karşısında Hayın Apartmanı 'nın atölye haline getirmiş, önünde şövalesi izlendiğinin farkında olma­ dan resim yapıyordu. Zeid ise Irak’ın yeni Türkiye elçisiydi ve bitişiğindeki apartm a­ nın en üst katını kiralamı ştı... Yemekte tanış­ tırıldıktan sonra hep uzaktan izler olacaktı Fahrünnissa’y ı. Sonra o da ilgi duyacaktı bu derin bakışlı adama. “Tenis oynar m ısınız?” diye soracaktı Z eid’e bir gün. O oyunla baş­ layacaktı her şey. Sonra gizli buluşmalar... Fahrünnissa’nın bütün arkadaşları bubuluş- m alara yardım edecekti. Bunun belki de en

İris d ert'in portresi, 1965

büyüknedeni, Fahrünnissa’nm sürekli alda­ tıldığını bilm eleriydi...

Zeid’le evlilik...

İzzet Melih ’ten ayrılıp Zeid ’le evlendiğin­ de adım da A rapça’ya uyarlayacaktı. Bun­ dan sonra herkes onu Fahr el nissa Zeid o! a- rak tanıyacaktı. Şirin ’le Nejat ise babalarıy­ la kalmıştı. Zeid evlilik yaşamları boyunca onun sanatını destekleyen sevgi ve saygı do­ lu bir koca olacaktı. Onu bir çocuk gibi şı­ m artacak, söylediği her şey, istediği her şey gerçekleşecekti. H astalığında, ki bunların çoğu sinirseldi, aylarca yataktan çıkmasa bi­ le hep hoşgörüyle karşılanacaktı. Z eid’le Bağdat’ta kaldıkları sırada37 yaşındaydı. Ve sağlık sorunlarının ardı arkası kesilmiyordu. Nefes darlığı, göğüs ağrıları, sık sık bayıl­ m ak ve depresyondu şikâyetleri. Şirin Dev­ rim Şakir Paşa A ilesi-H arika Çılgınlar adlı kitabında bu hastalık nöbetlerini şöyle anla­ tıyor: “Kaç kez onu yatağında nefes almak için çırpınırken görmüşümdür. Yüzü bem ­ beyaz olmuş, inler, sanki ölüm ün eşiğinde­ dir. O zam an odam a koşar kendimi yatağa atar, ağlamaya başlar ve “Tanrım ne olur an­ nemi iyileştir, onun ölmesine izin verme” di­ ye dua ederdim.”

Hastalığını teşhis etmek üzere gelen dok­ torlar ise tedavi konusunda aynı kanıyı pay­ laşıyorlardı: Seyahat ve resim... Bu seyahat­ lere tek başına gidecekti Fahr el nissa Zeid. İlk seyahatinde Paris ’ e gidecek ve Ritz O tel’e yerleşecekti altı bavul ye iki şapka kutusuyla.. Sonra bunu Buda­ peşte seyahati izleyecekti. Budapeş­ te ’de tuttuğu daireyi bırakıp Siesta Sa­ natoryumu ’na yatacak ve dayanılmaz depresyonlarına, Paris seyahatindey- ken bir süre yattığı hastanedeki dok­ torlardan aldığı yanıtı alacaktı “Maale­ se f sizin için yapabileceğim iz bir şey yok..”

Yapıl acak bir şey vardı artık, bir ku­ tu Phanadorm uyku ilacı içip sonsuz uykuya dalmak.. Vasiyet m ektubunu yazıp başucuna koymuştu bile. D ok­ torlar son anda yetiştiler ve kurtardılar. Bu olaydan sonra B udapeşte’den bir sürü resim le İstanbul’a döndü. Tüm kardeşleri ve çocukları Şakir Paşa Apartmam’ndakalıyorlardı. O kalaba­ lık yaşam a artık o kadar uzaktı ki ruh hali olarak Zeid’e yalvaracaktı “Aman beni o kaçtığım yere geri götürme. Bı­ rak bir otelde aile sorum luluğundan, bireylerinden uzak kendime geleyim.” Zeid her zamanki gibi anlayış göstere­ cekti karısına ve Tokatlıyan O teli’ne yerleşecekti uzun birsüre..

Bu hastalık dönemlerinin dışında ai­ lesine çok sıkı bağlarla bağlı olduğunu hep gösterecekti hayatı boy unca. Aliye B erger’in yirmi yılı aşkın evlilik bağı olmadan sürdürdüğü büyük aşkı M a­ car Viyolonist Charles Berger’i altı ay­ lık evliyken kaybetmesi nedeniyle ge­ çirdiği bunalım dan kurtarm ak için ne lazım sa yapm ış, Londra’daki evinde uzunca süre m isafir etm iş daha da önemlisi gravür çalışm alarına başla­ masına o neden olmuştu. Füreya İsviç­ re ’de verem hastalığı nedeniyle sana­ toryum da yatarken aynı teklifi ona yapmıştı “Resim yap lütfen. Boyaları­ nı göndereyim m i?” Füreya ile söyle­ şimde bu konu açıldığında neden re­ sim yapmadığım sordum “Z eid’in bu teklifine hayır demiştim. Çünkü bili­ yordum ki onun tesirinde kalacaktım. Bu yüzden resim yapmayı seçmedim.” Füreya sanatoryum da seramikle uğ­ raştığında ona L ondra’dan kil götür­ müş, desteklemişti. Sonunda Füreya

büyükbirüneeriştiğinde“Biliyormu-sun” Füreya demişti “Senin eserlerine sera­ mik dememek lazım. Çok daha başka öz­ günlükte, bambaşka şeyler bunlar..”

H alikam as Balıkçısı Cevat Şakir Kaba- ağaçlı’ya ise bam başka bağlarla bağlıydı. Öyle ki Cevat Şakir’in babasını vurup öldür­ m esinden sonra Ne Hakiye, ne Ayşe ne de Suat onu affetmediler. Cevat Şakir’in bu olay nedeniyle 14 yıl hapis yatması daha sonra bir m akale nedeniyle Bodrum ’ a sürgün gönde­ rilm esi yüreklerindeki öfkeyi dindirem edi. İsmet Hanım ölüm döşeğinde yatarken apar topar Bodrum’dan gelen Cevat Şakir’ i 24 yıl görmemelerine rağmen “Keşke hiç dönme- seydi, altüst olduk” serzenişlerine bir tek Fahrünnissa karşı çıkmıştı, Aliye ise ablası­ nın tarafım tutmuştu.

Şirin’le N ejad’ın eğitimlerine ise çok bü­ yük önem vermi şti Zeid. Otoriter bir anney­ di ama meslek seçimlerinde de saygılı ve to- leranslıydı. Şirin Devrim ünlü bir tiyatro akt­ risti, Nejad Devrim ise başarılı ve ünlü res­ sam olmuştu. Oğluyla ileriki yaşlarında hiç anlaşamadılar. Füreya’ya “Sanatsal yönden anlaşamadılar” diye kısaca açıklamıştı. Zeid size göre nasıl bir insandı dediğimde “bu öy­ le bir soru ki günlerce, saatlerce konuşm a­ m ız lazım. Ki benim sıhhatim böyle bir söy­ leşiye müsait değil ama şunu söyleyebilirim genel anlamda; ne istediğini bilen ve karak­ teri icabı sonuna kadar gidebilen bir yapısı vardı, istediğini yapar ve yaptırırdı. Örneğin

benim yapamadığımı yapm ıştırN issa. Ben evlilikle sanatı bir arada sürdüremedim. Kı­ lıç A li’yle evliliğim bu yüzden bitti diyebili­ rim. Halbuki o sefireliği de, prensesliği de, iyi bir eş olmayı da sanatının beraberinde gö­ türmesini bilmiştir.”

Fahr el nissa Zeid 1970yılındaParis’tebir kalb krizi neticesi kaybetti Emir Zeid ’i. Son­ ra oğlu Raad ’ m evine yakın bir villa tutarak Amman ’ a yerleşti.

O gün 86’ncı yaş gününü kutlayacaktı dostlarıyla. Gelm elerine henüz vardı. Şirin Devrim giyinmek için küçük odaya geçmiş­ ti. D evrim ’in yandaki odadan onu duydu­ ğundan habersizdi. Yapmı ş olduğu Emir Ze- id’in portresinin önünde durmuş onunlako- nuşuyordu “Zeid sevgilim” diyordu. “Bütün bunların olmasını sen sağladın. Şu an burada benim le berabersin, ben de çok mutluyum . Teşekkür ederim Zeid, teşekkür ederim..”

Sonra odadan dışarı çıktı. H izm etkârlar pastayı taşıyorlardı masaya. Pasta raket şek­ lindeydi. Şirin Devrim şaşırdı “anne, nere­ den aklına geldi pastayı raket şeklinde yap­ tırm ak?” diye sordu. “Tabii tenis raketi ola­ cak” dedi gülerek “Z eid ile ilk kez tenis oy­ narken flört ettik”..

Bir süre daha bekleyecekti Em ir Z eid’le buluşmak için... 5 Eylül 1991 ’de Ürdün Kra­ lı Hüseyin onun cenazesini devlet töreniyle kaldırdığında Kraliyet M ezarlığı’nda Emir Zeid tam beş yıldır onu beklemekteydi..

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a To ros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ders Kitaplar›nda ‹nsan Haklar› II taramas› çerçevesinde, savafl›n kaç›n›lmaz bir olgu olarak sunulmas›; fliddetin olumlanmas›, yüceltilmesi ya da

Bizde her şey, henüz o kadar da- ğınık, o kadar yeni ve o kadar teşekkül ve te- kevvün halindedir ki, işleri plânlaştırmak esas- tır ve daha uzun zamanlar esas kalacaktır..

Bizde inşaat ekseriya beton arme temel ve İskeletli olduğundan soğuğun ve donun müphem bir surette nazarı itibara alınması çok soğuk g ü r - lerde yalnız beton

Sırf memleketlerinin kültürü ve san'at yolundaki çalışmasını göstermek için açılan bu resmî sergilerin yanında kendi hesabına tetkik seyahati yapan bir Türk

Dürrî, şair olan kardeşleri Sa�dî ve Feyzî gibi tarih düşürme hususunda yeteneklidir.. Tahta çıkmaya ve belli bir devlet makamına gelmeye; köşk, çeşme, camii

[r]

Gün bir taze embriyo transferi ve bir vitrifiye- çözme blastokist transferi yapıldığı zaman kümülatif gebelik oranlarını %74.5 ve kümülatif canlı doğum oranlarını

Elde edilen verilere göre sağlıklı dizlerin çıkardığı sesler tutarlıyken, sorunlu dizler- de sesler çok daha değişken olabiliyor.. Dizinden Gelen Sese