• Sonuç bulunamadı

Abdülhak Hamid Tarhan

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abdülhak Hamid Tarhan"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Abdülhak Hâtvid

l a t l t A H

B İY O G R A FİS İ : 1851 - 1828

Sair ve Edip. Hususî tahsil yaptı. Babası: Hayrullah Efendi. *

Hariciye memurluğu Londra Elçilik

Başkâtipliği, Müsteşarlığı, Lahey. Brük­ sel Elçiliği, Ayân Üyeliği. İstanbul Me­ busluğu (1927) yaptı.

Eserleri : Dacerayı Aşk. İçli Kız, Duh- • ter-i Hindu. Nazife, Sardanapal. Nestern, Divaneliklerim. Sahra, . Garam, Liberte, Tarık, Tezer, Eşber. İbni Musa Kahbe, Bunlar Odur, Makber. Ölü, Hacle, Zey­ nep, Finten, İlhan, Bâlâdan Bir Ses. Va­ lidem, Turhan, Tayıflar Geçidi. Hakan, Sr.s.

B

U G Ü N «Hilton Oteli» nin kulaktan kulağa akseden lüksü gibi; yirmi sekiz yıl önce de dillerde «M açka P alas» adı gezerdi.

Teşvikiye camisinden kışlaya doğru yürününce; sağda. M arm ara’ya hakim sırtta kurulmuş olan, bu dört kapılı, kırk sekiz daireli binaya o zamanın kibarlan yerleşmiş bulunuyor­ du: Vefik Paşa torunu Ahmet Vefik... Necmettin Sadık... G a ­ latasaraylI Ali Sami... Maliyeci Kâzım... Uncu A k if... Kemal A tıf v.s. Bu aileler; birden yutulup, hazmedilmemiş para zen­ ginleri değil; İstanbul’un eski görgü sahipleriydi.

O devirde, bir köy halkını geçindirebilecek irad getiren bu sarayın içinde iki kişi yoksun hayat yaşardı: Biri, binanın fazla tutumlu sahibi olan İtalyan Sinyor Kayvano, diğeri de Abdül- hak Hâmit...

ömrünün hemen dörtte üçünü, A vrupa’da elde etmeğe mu­ v affak olduğu memurluklarla rahat geçirmesini bilen Hâmit; emekliye ayrıldıktan sonra, son durak olarak burasını seçmişti: Bodrum katta, manzarası geniş, kaloriferli dört oda... Aylığı: 20 lira...

D iR gün; burada oturan bir mektep arkadaşım ziyarete gidişinde: Maç. * * k a tarafındaki kapıdan benimle giren meşhur şairi ilk defa görmüştüm: Uzun’ boylu, za yıf... Sırtında biraz eski bir bonlur... Ayağında, bu kis­ venin bilinen çizgili pantalonu... Ve gözünde - Hâmit’i tanıtan alâmeti; tek gözlük...

Sağ elindeki yoğurt kâsesini ziyaretlere mahsus şeker kutusu ve sol elindeki taze ekmeği de çiçek buketi zerafetile tutan sabık «Londra Sefiri

T ü rk N llk t e e ile r i: 1fi

(2)

* r 242 TÜ RK N Ü K T E LİLE R İ

Kebiri»; kucağında mal sahibinin çocuğu bulunan kapıcıyı selâmladı. Son­ ra, nazikçe gülüm.si yer ek; ekmekle, çocuğu gösterdi:

— ikimiz de velinimeti taşıyoruz!..

Ve, bazı kibarlarımızın (!- sarıp sarmalamadan sokakta götürmeye utandıkları okkalığı koklayarak, bodrum katma in­ di. İşte bu, Hâm id’in bende bıraktığı ilk iyi intibâdır.

Farsça, A rapça: yâni bol malzemeyle kolay başarılan eski edebiyat sahasındaki «Ü stadı Â zam » lığını bilmeyiz amma; o- mın pek zarif, çok nükteci olduğuna kaniiz.

Nezaket ve misafir severliği ile dostlarının kalbini kaza­ nıp, kendisine «Büyük O stad» dedirtmesine her halde, sohbet­ lerine kattığı, nükteler de yardımcı olmuştur. A tatü rk’ün bile onunla konuşmaktan zevk aldığını söylerler ki, o da büyük bir

nükteci idi.

Hâm it’in son yıllarını yoksun yaşadığını anlatırlarsa da, böyle yoksulluğun dansı dostlar başına: Hatırasının bile kişi­ ye kanaat aşılaması icabeden A vrupa hayatından, Padişah ih­ sanlarından sonra; emekli zaruretini unutturan bir lütuf daha:

Mebusluk... • .

VJUYTJP, okuduğunuz nüktelerinden yalnız bir tanesine inanmak müm­ kün değildir: Abdülhamit, bir gün kendisinden söz açmış:

— Hâmit Efen 1.1, beyitler falan yazıyormuş, öyle mi?

Bunun üzerine, umanki biricik mecmua «Serveti Fünun» da çıkmış bir kaç eserini gösterip, izahat yermişler:

Bu sırada Londra Sefaretinde bulunan şâir; izinli olarak İstanbul'a ve bir gün de Yıldız Sarayına gelmiş. Baş Mabeyinci, bıyık altından gülmüş:

— Zatı şahâne; geçende, sizin beyitler falan yaptığınızdan bahis bu­ yurdular!..

Kendisinin küçiimsendiğine kızan şair; nazım şekillerinde kafiyeli çift mısrâ ile, Arapça «e -, mânâsına gelen bu «beyit» kelimesinden güya şöyle bir nükte yapmış:

— Evet; biz be, de yaparız,, beyit de yıkarız!..

Y âni: Şiir de yazarız, Padişahın evini de yıkarız... Hâmit’­ in — zaruret icabı — Abdülhamid’e mektuplar yazıp kendisi­ ne yardım rica ettiğini göz önünde tutarsak böyle bir celâdet gösteremiyeceğini tahmin ederiz.

Oysaki; Mithat P a şa ’yı T a if’e, Namık Kemal’i M agosa’ya süren Abdülhamit; kendi evini yıktırmak değil, insanı evin te­ meline diri diri gömebilecek zora sahipti.

B İ R güıı; bodrum katında, fakat Dolmabahçe’ye kadar geniş manzarası olan arka kapıda iskarpinlerini koyuyormuş.

Yukarı katların birinde oturan — biraz züppe — bir ahbabı ziyaretine gelip Hâmit’i bu i< meşgul görünce şaşırmış. Biraz küçümseme ile du. dak büküp :

(3)

A B D tlL H A K H A M IT T A R H A X 24

Hâmit, hiç renk vermeden, sormuş : — Evet... Y a siz, kiminkileri boyarsınız?..

ft M B ü N D E bir çok aşklar yaşamış olan şâir; «Giizel Kadın» ı su, hava, w gıda gibi arar;

— Tanrının şaheseri diyebileceğimiz bir çehreye bakmakla ruhumu besliyorum... dermiş; ruhurr gıdası güzelliktir!..

Bir gün; genç ve müstesna bir kadının ziyaretine gitmiş. Hizmetçi onu salona alıp, biraz beklemesini rica ederek çekilmiş.

Neden sonra içeri gelen güzel kadın :

— Sefa geldiniz... demiş; sizi beklettim... Rahatsız olduğumdan yatı yordum... Başkası olsaydı, çıkmazdım yataktan!..

Hâmit; bu sözleri gönlüne göre tefsir ederek, mırıldanmış: — Vah, vah... Ne talihsiz adammışım!..

Hâmit; 1852 yılı Şubat ayının 5’irıci günü İstanbul - Be- bek’d ’e doğdu. Büyük babası, Sultan Mahmud’un Hekimbaşısı Abdülhak Molla ve babası da Tahran Sefiri iken vefat eden Hayrullah Efendi’dir. K şfk asy a’lı olan annesinin adı da «Mün- teha Hanım» dır.

Hususî tahsil gören Hâmid, Farsça, İngilizce ve Fransızcayı iyi bilir, güzel konuşurdu. Hâmid’in hayatına fazla karışmış iki şey vardır: Seyahat ve kadın...

Tahran, Bombay, Berut, Paris, Brüksel, Londra ve daha bir çok yabancı şehirlerde vazife koparıp, medenî hayat içinde gü­ nünü gün etmesini bilen akıllı Hâm id; kadından yana da per- hizkâr davranmış adam değildir. İlk karısı Fatma Hanım dan sonra, İngiliz Madam Nelly ve sonra Belçikalı Madam Lueienne ile evlenmiştir. Tabiî flörtleri hariç...

Zevkine düşkün olduğundan siyasî hayat mücadelelerinden uzak kalıp felekten kâm almak istemiş ve bu refahı temin için de istibdat idaresine asla karşı koymamıştır.

Abdülhamid’e yazdığı kulluk mektuplarından da anlaşılaca­ ğı g ib i; o devirde nice aydınlar sürgünlerde inlerken; o, mamur, medenî A vru p a’nın refah şehirlerinde aşk şiiri yazmıştır. N ite­ kim memleketi kavuran istibdat cehenneminin küçük bir kıvılcı­ mını bile söndürebilecek bir manzumesi yoktur.

JJiR gün; Kadıköy’ündeki evinde Ahmet Haşim’e, onun şiirleri hakkında ne düşündüğünü sormuş, ve : ,

— Fikrimi söylersem; benimle uğraşmıyan tek adamı kaybetmiş olu rum!..

Cevabını almıştır. O gün yanımızda bulunan Yunaniyat mütehassısı ( ! ) Salih Zeki, bu espriyi Süleyman N azif’e, o da Hâmid’e yetiştirince, şöyle demiş:

— İşte Haşini Bey, o tek kişiyi de kaybetti!,.

JUgERHUM Filorinalı Nâzım, onun peşinden ayrılmaz, Hâmid'iır anlaşıl maz mısralarını göğe çıkarıp, türlü türlü İspanyol payeleri atfederdi. Bir gün; sokak ortasında birisile konuşuyor, muhatabının anlattığı

(4)

244 TÜRK NtlKTECİJLERt

şeyleri pek de zevkle dinlemediği yüzünden belli oluyormuş. O sırada Filorinalı Nazım koşa koşa yanma gelip : — Aman; pek mühim bir haberim var!..

Deyince, öbür zat çekilip gitmiş. Hâmid, merakla sormuş :

— Bir şey değil... Sizi o lâfazan adamın elinden kurtarmak için söy. ledim!..

— Teşekkür ederim amma, şimdi senin elinden beni kim kurtaracak? . g O N günlerinde; evinin civarındak bir doktor, sık sık kendisini muaye­ neye gelir ve vizita ücretini alırmış. Hâmid, doktora para yetiştıreme- yince, bir gün yastıktan başını kaldırıp ;

— Burada, beni bırakmıyan birisile aramıza girmedeniz iyi olur!.. Deyince, doktor şaşırmış :

— Fakat odada ikimizden başka kimse yok ki?..

— Var... Fakat onu ancak ben görürüm: O zatın adı Azraildir... Kaç defa, tıbbî müdahalenizle, aramıza girmiş bulundunuz!.. Korkarım, belki sabrı tükenir de, benim yerime sizi alıp götürür!..

glL M E Y tT ,; hangi kadın için :

Diyebilen Hâmid söz oyunlafırıda üstattı. Bir gün hayatın felsefesini yaparlarken, onun da fikrini sormuşlar.

— Bence hayatta şu üç zevk olmasaydı, dünya pek tatsız olurdu... de- miş; ben hep bu üç noksanı tamamlamıya çalıştım!..

— Onlar nedir, l»tfen söyler misiniz?.. — Birincisi: Mey!..

— Cok güzel... İkincisi?.. — Ney!..

— Yâni; Müzik... Oçüncüsii?..

Hâmid; yutkunup eecvap vermeyince, sıkıştırmışlar: — Mey... Ney... Peki sonra?..

Dostların ferasetine bırakarak cevap vermiş : — Şey!..

E K N Ü K T E L E R :

H A M .... İT

Y E N İ harfler h en üz kabul edilm işti. İbrahim Necm i

— Kelim elerin so n la rın a ge le n «b» ler «p», «d» 1er «t* olacak, dedi. A b d ü lh a k H âm id sordu:

— Peki, benim a d ın ı ne o la c a k ? dedi. İbrah im N ecm i tahtaya yazdı: H âm itl

B ü y ü k şair öfke yle ye rin d e n fırla d ı:

— Yook, dedi; a d ım ın b a şın d a k i «Ham » ye tişm iyo rm u ş gib i, bir de to n u n a «ıt» k u y ru ğ u takdırm a m l

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Intrathecal (levels T2–T3) and intravenous administrations of these peptides, however, showed little or no effects on the heart rate and blood pressure in the rat. Furthermore,

Yaylali and Basarici for their interest in our paper (1) regarding the bene fits of pulmonary artery denervation (PADN) for patients with combined pre- and post-capillary (Cpc)

There had been no available patient decision support systems or decision aids to help patient to make a treatment choice for facial superficial pigmented disease.. The study

Since the E-cadherin-catenin complex is a functional unit, the decreased expression of .gamma.-catenin may affect the function of E-cadherin which in turn may affect the

Ülkemizde eğitimin sorunları her dönemde varlığını korumuş ve farklı boyutlarda karşımıza çıkmıştır. Eğitimin birçok sorununun yanında en

Ayr›ca hayvan›n çok geç efleysel ol- gunlu¤a eriflmesi (13 yafl›nda), yavafl büyümesi, çok az miktarda yavru mey- dana getirmesi, uzun süren hamilelik dönemi gibi

W ilhelm tarafından kar­ şılandığı gibi mermer ve metal bütün parçaları da Almanya’da hazırlanarak gem iyle İstanbul’a getiril­ miştir.. Abdülhamid’in