• Sonuç bulunamadı

Başlık: Demokrat Parti Döneminde basında ispat hakkı tartışmaları Yazar(lar):KUBİLAY, Çağla Cilt: 12 Sayı: 1 Sayfa: 011-043 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000150 Yayın Tarihi: 2014 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: Demokrat Parti Döneminde basında ispat hakkı tartışmaları Yazar(lar):KUBİLAY, Çağla Cilt: 12 Sayı: 1 Sayfa: 011-043 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000150 Yayın Tarihi: 2014 PDF"

Copied!
33
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Demokrat Parti Döneminde

Basında İspat Hakkı Tartışmaları

iletiim : arat›rmalar› • © 2014 • 12(1): 11-43 Çağla Kubilay

Özet

Demokrat Parti’nin 1954 yılında çıkardığı 6334 sayılı “Neşir Yoliyle veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun”, ispat hakkı tartışmasını başlatması açısından oldukça önemlidir. Yasa ile gündeme gelen ispat hakkı tartışması, DP içindeki muhalefeti billurlaştırarak partiden kopmaya yol açmış, aynı zamanda 1954 sonrasında parti dışı muhalefet için de ortak bir temaya dönüşmüştür. Bu çalışmada, Türk siyasal hayatında oldukça önemli bir yere sahip olan ve DP’nin basına yönelik baskıcı uygulamalarından biri olarak değerlendirilen yasanın basında tartışılma biçimi ispat hakkı tartışmasına odaklanarak incelenmektedir. Bu inceleme için dönemin yaygın gazetelerinden beşi -Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Yeni Ulus ve Zafer- seçilmiştir. 16 Şubat-15 Mart 1954 günleri arasındaki bir aylık dönemde seçilen gazetelerde yayımlanan haberler ve köşe yazıları çalışmanın örneklemini oluşturmaktadır. Çalışmada ispat hakkına ilişkin tartışmalar, “özgürlük mücadelesi”, “devri sabık yaratmak” ve “seçim hazırlığı yapmak” olmak üzere üç tema etrafında ele alınmıştır.

Anahtar sözcükler: Demokrat Parti, basın, ispat hakkı, basın özgürlüğü.

Discussions on Right to Prove in Turkish Press during the Democrat Party Period

Abstract

“Law on Crimes Committed by Publishing or Radio”, adopted by Democrat Party in 1954, is significant because of the fact that triggering off discussions on right to prove. Discussions on right to prove crystallized the intraparty opposition groups and thus led a division from DP, and also became a common theme for non-party opposition groups after 1954. This study aims to analyse discussions in Turkish press about the law, which has an important place in Turkish political life and also has been considered as one of the repressive practices of the DP for the press. Five dailies, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Yeni Ulus and Zafer, are chosen from the national press for analysis. The study evaluates the news texts and columns for one month period, from 16 February 1954 to 15 March 1954. In the study, “freedom struggle”, “revenge of the past” and “preparation for election” are designated as the themes for evaluation.

(2)

Demokrat Parti (DP), 2 Mayıs 1954 tarihinde yapılan genel seçim-lerden yaklaşık iki ay önce, 9 Mart 1954’te “Neşir Yoliyle veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun”1 ile politik ortam üzerinde denetimini yoğunlaştırma isteğini ortaya koymuştur. Basın özgürlüğü-nü sınırlandıran yasanın önemli yanlarından biri, doğrudan ispat hak-kıyla ilgili bir belirlemeye gitmese de gazetecilerin ispat hakkına ilişkin tartışmaları başlatmış olmasıdır2. (Koloş, 2014: 632; Kabacalı, 1994: 237). Gazetecilerin ispat haklarının tanınmaması, DP içerisinde 1950’lerin başından beri var olan muhalif kanadın daha da belirginleşmesine yol açmış; 1955 yılında bu hakkın tanınması yolunda bir önerge veren DP’li muhalif milletvekilleri partiden ihraç edilmiş ve 19’lar olarak tanınan muhalifler Hürriyet Partisi’ni kurmuştur (Özçetin ve Demirci, 2005: 543-544). Ancak ispat hakkı tartışmasının önemi, yalnızca DP içerisin-deki muhalefeti bir araya getirmesi ve DP içerisinde bölünme yaratmış olmasından kaynaklanmaz. Çavdar’ın (t.y.: 2069) da ifade ettiği gibi, “İspat hakkına yönelik tartışmalar, ekonomik sorunların üst düzeye çıktığı 1954 sonrasında muhalefetin adeta simgesi haline gelmiştir.” Daha açık bir ifadeyle, bu tartışma “1950’lerin ortasında Demokrat Parti yönetimine karşı duyulan tepkinin bir ifadesi olmuş ve DP’nin özellikle 1954 seçimleri sonrasındaki anti-demokratik icraatlarına karşı tüm siya-sal ve toplumsiya-sal muhalefetin ana konu başlıklarından biri haline gel-miştir” (Toker’den akt. Özçetin ve Demirci, 2005: 543).

Basın tarihi çalışmaları ile DP dönemini inceleyen çeşitli çalışma-larda, DP’nin artan otoriterliğine koşut olarak basın rejimini

sertleştir-Demokrat Parti Döneminde

Basında İspat Hakkı Tartışmaları

(3)

diği belirtilmekte ve bu çerçevede ispat hakkı meselesine değinilmek-tedir (Kabacalı, 1990, 1994; Topuz, 1996; Alemdar, 1996; Eroğul, 1998; Gevgilili, t.y.; İrvan, 2000; Emre-Kaya, 2010b). Ancak bu konu ayrıntılı bir biçimde ele alınmamıştır. Bu çalışmanın amacı ise, ispat hakkı tar-tışmasını başlatan yasal düzenlemenin doğrudan hedefi olan basının meseleyi ele alış biçimini incelemektir. Çalışmada, söz konusu yasa-nın, tasarı olarak basında yer bulmasından başlanarak Meclis’te kabul edilmesinin ardından gelen bir haftayı da kapsamak üzere, toplamda bir aylık dönemde (16 Şubat-15 Mart 1954), gazetelerde yayımlanan haberler ve köşe yazıları incelenmiştir. Tarihsel belgelerin incelenmesi-ne dayalı olarak yapılan çalışmada ilgili haber ve köşe yazılarına iliş-kin değerlendirme, dönemin yaygın gazetelerinden Cumhuriyet,

Hürriyet, Milliyet, Yeni Ulus ve Zafer üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Gazetelerin seçimindeki temel ölçüt, gazetelerin incelenen dönemdeki etkililiklerinin yanı sıra hükümetle ilişkilerinin niteliğidir. Zafer ve Yeni

Ulus’un örnekleme dâhil edilmesinin gerisinde, her iki gazetenin

siya-sal partilerle organik bağlarının olması yatmaktadır. Bilindiği üzere

Zafer gazetesi DP’nin3, Yeni Ulus ise dönemin ana muhalefet partisi

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yayın organıdır4. Sedat Simavi’nin

1948 yılında kurduğu Hürriyet ise daha çıktığı ilk gün, bir sütununda İsmet İnönü’nün, diğer sütunda ise Celal Bayar’ın yazılarına yer vere-rek CHP-DP vere-rekabetinde tarafsız olacağı sinyalini vermiştir (Topuz, 1996: 103). Hürriyet kendisini partiler üstü olarak sunsa da ilk yıllarda, basının önemli bir bölümü gibi, DP’yi desteklemiştir5. Hürriyet’in bir

(4)

çalışmanın örneklemine dâhil edilmesinde etkili olmuştur. Topuz’un

“Hürriyet’ten farklı olarak, değişik konularda her gün bol yazı, haber

ve zengin bir özle aydın ve yarı aydın kitleleri kazanmaya yönelmiş bir gazete” (1996: 104) olarak tanımladığı Milliyet de doğrudan bir partiye bağlı olmayan bir yayın organı olarak dikkat çeker. Ancak gazetenin kurucusu Ali Naci Karacan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında “demokratik gelişmelerin savunucusu olarak Demokrat Parti’yi” des-teklemiştir (Alemdar, 1996: 55). Dahası, Milliyet’in yayın hayatına başlamasında Karacan’ın Menderes’le olan dostluğu etkili olmuş; gazetenin kuruluş aşamasında Karacan, Menderes’e basın dünyasında iktidarı koruma, DP’yi ve onun şahsında Menderes’i destekleme sözü vermiştir. Karşılığında ise Menderes kuruluş sürecinde gazeteyi maddi olarak desteklemiştir (Sarol’dan akt. Yıldız, 1997: 490)6.

Dönemin önemli bir diğer gazetesi Cumhuriyet’in de siyasal bir partiy-le organik bağı yoktur. Ancak Yunus Nadi’nin ölümünün ardından gazetenin başına geçen Nadir Nadi, 1954 seçimlerine dek partiler ara-sında dengeli bir tutum izlemeye çalışmış olmakla birlikte, seçimlerin hemen öncesinde DP’ye yönelik desteğini açıktan belli etmiştir (Emre-Kaya, 2010a: 78, 79). Bu noktada, gazetenin başyazarı Nadir Nadi’nin 1950-1954 döneminde Demokrat Parti listesinden bağımsız milletveki-li seçildiği de not edilmemilletveki-lidir.

Çalışmada öncelikli olarak, DP’nin iktidara gelişinden yasanın çıkarıldığı 9 Mart 1954’e kadar olan dönemde basınla ilişkilerine dair kısa bir tarihsel arka plan bilgisi sunulmakta ve böylece partinin bası-na yönelik yaklaşımı belirginleştirilmektedir. Ardından ise ispat hakkı tartışmasını tetikleyen yasanın basında tartışılma biçimi incelenmekte-dir. Bu doğrultuda konuyla ilgili haber ve köşe yazılarının ortaklaştığı noktalar tespit edilerek bunlar temalara dönüştürülmüştür. Çalışmada belirlenen temalar şunlardır: “özgürlük mücadelesi olarak ispat hakkı”, “devri sabık yaratmanın aracı olarak ispat hakkı” ve “seçim hazırlığı olarak ispat hakkı.” İspat hakkı ekseninde ortaya çıkan ilk tema olan “özgürlük mücadelesi”, daha çok yasanın içeriğine ilişkin bir tartışma olarak belirginleşmektedir. Diğer iki tema ise doğrudan içerikle ilgili olmayıp, tartışma çerçevesinde ortaya çıkan tarafların kendi argümanını güçlendirme ve karşı tarafın argümanını zayıflatma

(5)

amaçları doğrultusunda kullanılmıştır. Bu nedenle, bu bölümde ilk tema tek başına, diğer iki tema –“devri sabık yaratmak” ve “seçim hazırlığı yapmak”- ise bir arada değerlendirilmiştir.

1950-1954 Döneminde DP’nin Basınla İlişkileri

14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimler Türk siyasal haya-tında önemli bir dönemece işaret eder. Bu seçimlerle CHP’nin 27 yıllık iktidarı sona ermiş; ekonomik ve siyasal liberalleşme vaatlerinde bulu-nan DP iktidara geçmiştir. CHP iktidarı boyunca baskıcı koşullarla karşı karşıya kalan basının önemli bir bölümü muhalefette olduğu dönemde basın özgürlüğü vurgusunu öne çıkaran DP’yi desteklemiş-tir. Kuruluş ve muhalefet yıllarında (1946-1950) muhalif basının deste-ğini kazanması, “kamuoyunun oluşturulmasında, halkın Demokrat Parti ekseninde örgütlenmesinde ve meşruiyetin kazanılmasında” (Kaya Özçelik, 2010: 172) etkili olmuştur. DP ise bu desteğin karşılığın-da hükümeti kurar kurmaz özgürlükçü sayılabilecek bir Basın Yasası yapmıştır. 22 Temmuz 1950’de kabul edilen 5680 sayılı Basın Yasası ile 1931 tarihli Matbuat Kanunu ile tüm ekleri yürürlükten kaldırılmıştır. Yeni yasayla CHP iktidarı döneminde gazetelerin bir telefonla kapatı-labilmesine olanak sağlayan 50. madde kaldırılmış, gazete çıkarmak için izin alma şartı yerine bildirim sistemi getirilmiş, suç sayılan bir yazı dolayısıyla gazete sahipleri cezai sorumluluktan kurtulmuş, “kötü ünlü” kişilerin gazetecilik yapmalarını yasaklayan madde kaldı-rılmış, basın suçlarının yargılanması özel yetkili mahkemelere veril-miştir (Topuz, 1996: 106; Gevgilili, t.y: 221).

Önceki yasayla karşılaştırıldığında oldukça özgürlükçü olan Basın Yasası’nın yürürlüğe girmesi, basın ve siyasal iktidar arasında olumlu ilişkiler için gerekli ortamı yaratmıştır (Topuz, 1996: 106; Alemdar, 1996: 128). DP iktidarının ilk yılında çıkarılan genel afla mahkûm bütün gazeteciler serbest bırakılmıştır (Oral, t.y.: 158). Başbakan Adnan Menderes’in gazetecilerle hemen hemen her ay düzenlediği toplantılar da basınla hükümet arasındaki ilişkilerin geliş-tirilmesini sağlamıştır. 1952 yılında kabul edilen “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi

(6)

Hakkında Kanun” basın emekçilerinin ilk kez sosyal güvenlik kapsa-mına alınması bakımından DP’nin basına yönelik olumlu düzenleme-leri arasında yer alır (Topuz, 1996: 106). Ancak DP iktidarının daha ilk yıllarındaki bazı baskıcı tedbirleri bu olumlu ortamın uzun sürmeyece-ğinin işaretlerini vermiştir. Bu baskıcı tedbirler arasında öncelikli ola-rak basının ekonomik kaynaklarının denetiminden söz etmek gerekir. Resmi ve özel ilanların dağıtımının hükümet denetimine alınması7 ve

gazete kâğıdı ile posta ücretlerine yapılan zamlar bu çerçevede değer-lendirilebilir (Alemdar, 1996: 133-135; Emre-Kaya, 2010b: 98-99). Hükümetin kendisine yönelik eleştirileri önleme ve basın karşısındaki konumunu güçlendirme gayreti bakımından tek tedbiri ekonomik kay-nakların denetimi olmamış, Öymen’in de (455) işaret ettiği üzere hükü-met, ceza uygulamalarına da yönelmiştir. Özellikle Türk Ceza Kanunu’nun 159. ve 161. maddelerine dayanılarak hükümeti eleştiren çok sayıda yazar ve gazete sorumlu müdürüne karşı dava açılmıştır. Hükümet ile basın arasında “balayı döneminin” (Topuz, 1996: 106) yaşandığı günlerde basına karşı alınan mali ve cezai tedbirler, hükü-metin basına yaklaşımının ilk işaretleri niteliğini taşımıştır. Gazeteler dışında dönemin önemli kitle iletişim araçlarından biri olan radyonun kullanımında da DP baskıcı bir politika izlemiştir. Muhalefette olduğu dönemde DP, radyonun yalnızca hükümet tarafından kullanımını eleş-tirmiş ve radyodan muhalefet partilerinin de yararlanmaları yönünde talepte bulunmuştu. Ancak DP, iktidarının ilk yıllarından itibaren eleş-tirdiği politikanın bizzat uygulayıcısı olmuştur (Tunçay, t.y.: 179)8.

Kocabaşoğlu’nun belirttiği gibi, “ (…) DP iktidarı radyoyu etkili bir ‘telkin ve propaganda’ aracı olarak değerlendirmiş ve bu araçtan ken-disi dışında kimsenin yararlanmasını kabul etmemiştir” (346). Bütün bir DP iktidarı boyunca radyonun muhalefete kapatılarak yalnızca iktidar tarafından kullanımı yoğun biçimde eleştirilmiştir.

Hükümetin basına yönelik bu yaklaşımı, esasen tüm muhalif unsurlara yönelik tavrının bir uzantısıdır. Böyle bir tavrın gerisinde ise Demokrat Partililerin “milli irade” kavramını algılayış tarzı yatmakta-dır. Bilindiği gibi, 1950 genel seçimlerinden sonra 3 Eylül 1950’de yapı-lan yerel seçimlerde de DP büyük bir başarı kazanmıştır. Seçimlerden sonra Başbakan Menderes, “Türk milleti Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta

(7)

iktidardan tasfiye etmişti, 3 Eylül’de de muhalefetten tasfiye etti” demiştir (Eroğul, 1998: 103). Menderes’in bu ifadesi, DP’nin muhalefe-te ilişkin yaklaşımını özetler nimuhalefe-telikmuhalefe-tedir. DP’nin üst üsmuhalefe-te gelen seçim başarıları muhalefete ilişkin bu tavrın pekişmesine neden olmuştur. Bu noktada Türkiye’de, Osmanlı Devleti’nden beri süregelen muhale-fet partilerine karşı olumsuz tutuma değinmek gerekir. Şerif Mardin (179-181), Türkiye’deki muhalif hareketler üzerine yaptığı değerlen-dirmede, muhalif hareketlerin/partilerin tamamına yakınının, İttihat ve Terakki Fırkası’ndan bu yana, vatana ihanet ve bölücülük suçlama-sıyla karşı karşıya kaldığını belirtir. Muhalefetin maruz kaldığı bu suçlama, yalnızca Osmanlı dönemi ile sınırlı kalmamış, Cumhuriyet döneminde de kendisini göstermiş; tek parti döneminde kurulan muhalefet partileri aynı gerekçelerle kapatılmıştır. Ahmad’a göre (1996: 49), her türden muhalefetin düşmanlıkla eşit hale getirilmiş olmasının gerisinde iktidar partilerinin muhalefetten hükümetin işlem ve eylemlerini, halk adına denetlemelerini ve eleştirmelerini değil, bir tür emniyet supabı ve siyasal hayat içerisinde istikrar öğesi vazifesi görmelerini beklemeleri yatmaktadır. Bu doğrultuda çok partili yaşa-ma geçişle birlikte CHP’nin DP’den benzer bir beklenti içinde olduğu hatırlanmalıdır. DP de iktidara geldiğinde, muhalefetten beklentisi bakımından farklı bir tutum sergilememiş; başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere basın dâhil tüm muhalif unsurlardan kendi iktidarı-na yönelik eleştirel bir tavır değil, bir tür küçük ortak olmasını istemiş-tir. Ancak DP’nin CHP’den farklılaştığı nokta, kendisinin milli irade-nin temsilcisi olduğu fikridir. DP’irade-nin seçmenlerin çoğunluğunun des-teğini almış olması, her tür işlem ve eylemi için bir meşruiyet kaynağı olarak görülmüştür (Zürcher, 1998: 323; Ahmad, 1996: 49-50).

Sunar’ın (t.y.: 2084) ifade ettiği gibi, “Rousseau’dan mülhem ‘milli iradeye ortaklar getirilemez’ savı altında Demokrat Parti, siyasal gücü plüralist bir kurumlaşma içinde paylaşmaktan sakınmış” ve giderek milli iradeyi tek başına temsil ettiğine inanmaya başlamıştır. Çoğunluğun temsilcisi olduğu fikriyle hareket eden DP, bu çerçevede muhalefetin yaşam alanını daraltmaya dönük pek çok tedbire başvur-muştur. Bu tedbirler arasında, kuşkusuz en tartışmalı olanlardan biri CHP’nin mal varlığının hazineye devridir. DP iktidarının ilk

(8)

günlerin-den beri gündemde olan bu yasa, 1953 yılının Aralık ayında kabul edilmiştir (Zürcher, 1998: 324). Bunun yanı sıra, Millet Partisi’nin dör-düncü kongresinde yapılan açıklamalar, Atatürk inkılâplarına bir teh-dit olarak nitelendirilmiş; parti, dini siyasi amaçlar için istismar etmekle suçlanmış ve açılan dava sonucunda kapatılmıştır (Ahmad, 1996: 59). DP’nin muhalefete yönelik baskıcı uygulamaları bunlarla sınırlı kalmamıştır. 23 Temmuz 1953’te Üniversiteler Kanunu’nda yapılan değişlikle üniversite öğretim üyelerinin siyasetle uğraşması yasaklanmıştır. Yine aynı yıl Ceza Kanunu değiştirilmiş, sıfat ve hiz-metlerinden dolayı bakanlara yapılan hakaretin takibi ilgili bakanın şikâyetine bağlı olmaktan çıkarılmış ve böylece savcılığın, bakanın onayını alarak kendiliğinden kovuşturma açabilmesine olanak tanın-mıştır (Eroğul, 1998: 136).

Basında İspat Hakkı Tartışmaları

Daha önce ifade edildiği gibi DP, 1954 genel seçimlerinden önce ülkedeki politik ortam üzerindeki denetimini yoğunlaştırmaya yönel-miş; bu çerçevedeki uygulamalarından biri de 9 Mart 1954’te kabul edilen “Neşir Yoliyle veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun” olmuştur. Tasarı, Şubat ayında Adalet Komisyonu’nda görü-şülmeye başlanmış ve komisyon görüşmelerinin en tartışmalı konusu, tasarının gazetecilere ispat hakkı tanımaması olmuştur. Muhaliflerin eleştirileri doğrultusunda komisyonda gazetecilere ispat hakkı tanın-ması yönünde bir karar çıkmış olsa da görüşmelerin bitiminde, Adalet Bakanı’nın müdahalesiyle ispat hakkı yeniden ilgili maddeden çıkarıl-mıştır.

Yasanın birinci maddesine göre, “Matbuat vasıtasiyle her ne suretle olursa olsun: 1. Namus, şeref veya haysiyete tecavüz edilmesi veya hakarette bulunulması; 2. İtibar kıracak veya şöhret veya servete zarar verebilecek bir hususun isnad edilmesi; 3. Rıza hilâfına hususi veya ailevi ahvalin teşhir olunması; 4. Yukarıdaki hal ve suretlerle tecavüz, hakaret, isnat veya teşhire mâruz bırakılacağından bahisle tehditte bulunulması” yasaktır (Resmi Gazete, 17.03.1954). Böylece bir gazetecinin iddiasının doğruluğunu ortaya koyacak kanıtlara sahip

(9)

olsa da iddiasını dile getirmesi engellenmiştir. Yasanın dikkat çeken ve tartışma yaratan bir başka maddesi de bu suçların takibinin şikâyete bağlı olmaktan çıkarılmasıdır (2. madde). Yasayla Cumhuriyet savcısı-nın, kovuşturmaya başlamadan önce mağdurun yazılı iznini alarak soruşturma yapabilmesine olanak tanınmıştır. Yasa, yalnızca yazılı basını değil aynı zamanda radyoyu da kapsamış; belirtilen suçların radyoyla işlenmesi ya da nakledilmesi halinde aynı cezaların uygulan-ması hükme bağlanmıştır (Resmi Gazete, 17.03.1954). Bu yasayla tanım-lanan suçlar, başka yasalarla düzenlenmiş olmasına rağmen, yeni yasa ile hem cezalar artırılmış, hem de suçların tanımı belirsiz hale getiril-miştir9.

“Vatandaşların şeref ve haysiyetlerinin korunması” ve “yalan haber nedeniyle devletin yüksek menfaatlerinin ihlâlinin önlenmesi” gibi gerekçelerle çıkarılan yasa, Meclis’te olduğu gibi basında da önemli tartışmalara konu olmuştur. 16 Şubat 1954-15 Mart 1954 tarih-leri arasında, çalışmanın örneklemine dâhil edilen beş gazetede yasaya ilişkin olarak toplam 79 haber ve köşe yazısı yer almıştır. Bunların gazetelere göre dağılımı şöyledir: Cumhuriyet 13, Hürriyet 13, Milliyet 8,

Yeni Ulus 30 ve Zafer 15 (Tablo 1).

Tablo 1. Haber ve Köşe Yazılarının Gazetelere Göre Dağılımı

Gazetenin adı Köşe yazısı Haber Toplam

Cumhuriyet 5 8 13 Hürriyet - 13 13 Milliyet - 8 8 Yeni Ulus 10 20 30 Zafer 6 9 15 Toplam 21 58 79

Ayrıntılı bir değerlendirmeye girmeden gazetelerin konuya ilişkin tutumlarına genel olarak bakıldığında, tartışmanın esas itibariyle, DP ve CHP arasındaki mücadeleye koşut olarak, Zafer ve Yeni Ulus gazete-leri arasında bir kutuplaşma biçiminde yaşandığı söylenebilir. Milliyet, yalnızca 8 haber yaparak konuya en az yer ayıran gazete olmuştur.

(10)

Milliyet’in konuya ilişkin haberleri, ilk bakışta doğrudan

düzenleme-nin savunusunu yapmıyor görünse de, haberlerin hükümet yetkilileri-nin açıklamaları etrafında çerçevelenmesi bu gazeteyi Zafer’in konu-muna yaklaştırmaktadır. Tıpkı Milliyet gibi herhangi bir partiyle orga-nik bağı olmayan Hürriyet ise, yasaya yönelik eleştirel sayılabilecek bir tavır benimsemiştir ve bu nedenle Yeni Ulus’a yakın durmaktadır.

Cumhuriyet’in ise temel olarak Zafer ve Yeni Ulus gazeteleri arasında

ortaya çıkan bu iki hat arasında konumlandığı belirtilebilir.

Düzenlemeye ilişkin olarak basındaki tartışmalar içerisinde üç tema ayırt edilmektedir. Bunlardan ilki, özgürlük mücadelesi teması-dır. Bu tema çerçevesinde, özgürlük kavramı birbiriyle rekabet halin-deki iki siyasal perspektifin farklı vurgularına konu olmaktadır. Kavrama ilişkin ilk vurgu basın özgürlüğü, ikincisi ise vatandaşların özgürlüğüdür. İkinci tema, devri sabık yaratmaktır. Bu tema ile basının var oluş koşullarına ilişkin bir düzenlemenin geçmişle hesaplaşmanın aracı haline getirildiğini söylemek mümkündür. Bu tema, yasaya yöne-lik eleştirileri bertaraf etmek üzere Zafer gazetesi tarafından kullanıl-mıştır. Üçüncü tema ise seçim hazırlığıdır. Yasaya karşı olan gazeteler

Yeni Ulus ve Hürriyet, yasanın, seçimlere iki ay kala ve Meclis’in

kendi-sini feshetmesinden birkaç gün önce çıkarılmış olmasını vurgulayarak iktidarın kendisine yönelik eleştirileri önlemek ve böylece seçimlere daha güçlü girebilmek üzere yasayı çıkardığını ileri sürmüştür.

İspat Hakkı Tartışmasını “Özgürlük Mücadelesi”

Olarak Okumak: Kimin Özgürlüğü?

Gazetecilerin kanıtlara sahip olsalar bile “itibar kıracak, şöhret ve servete zarar verecek” iddiaları yazmalarına engel olmayı sürdüren yasa tasarısı, basında ağırlıklı bir biçimde özgürlüklerin kısıtlanıp kısıtlanmadığı sorusu bağlamında değerlendirilmiştir. Bu türden bir değerlendirme, temel olarak Yeni Ulus ve Zafer gazeteleri arasındaki tartışma içerisinden şekillenmiş; bu iki gazetede özgürlük kavramı farklı vurgulara konu olmuştur. Yeni Ulus özgürlük kavramını daha çok “basın özgürlüğü” ile çerçevelemiş, Zafer ise basın özgürlüğünden çok tasarının gerekçesinde yer alan ve DP’lilerin Meclis

(11)

görüşmelerin-de vurguladıkları10 “vatandaşların hak ve özgürlükleri”ni odağa

almıştır. Zafer’in başyazarı Mümtaz Faik Fenik’ten yapılan aşağıdaki alıntı bu yaklaşımı örneklemektedir:

(…) İşte son kanun Büyük Millet Meclisine bu maksatla getirilmiştir. Davanın esası, basın hürriyeti ile beraber, herkese endişesiz, korkusuz, baskısız bir hayat temin etmektir ki, asıl vatandaş hak ve hürriyetlerinin başında bu gelir. Böyle bir mevzuun su götürür tarafı yoktur. Bir tarafta bir muharrir basın hürriyetini alet ederek istediğine istediği gibi küfür edecek, türlü cinaslar, çirkin iymalar yapacak, bir şahsın hususi hayatını, hatta aile mahremiyetlerini politika piyasasına sürecek öbür tarafta o vatandaş böyle korkunç bir baskı altında ne yapacağını şaşıracak; sesini çıkaramıyacak, çünkü hadisenin büsbütün dallanıp budaklanmasından endişe edecek! Zira, gazetecinin elinde kalem vardır. Her gün on binler-ce karie hitabetmektedir. Halbuki haysiyetine ve şerefine iymalı bir tarzda tecavüz edilen vatandaşın elinde ne vardır? Hiçbir şey! Bu olur iş midir? (“Evvela vatandaş şeref ve haysiyeti korunacaktır”, Zafer, 9 Mart 1954).

Fenik’in bu sözleri, Zafer’in konuya ilişkin yaklaşımını özetler niteliktedir. Fenik’e göre, gerçek anlamda bir özgürlük için öncelikli olarak vatandaş hak ve özgürlükleri sağlanmalıdır ve yasa, tam da bu nedenle çıkarılmaktadır. Fenik iddiasını temellendirirken, “güçlü basın-güçsüz vatandaş” karşıtlığından hareket etmektedir. Yazarın “(g)azetecinin elinde kalem vardır. Her gün on binlerce karie hitabet-mektedir. Halbuki haysiyetine ve şerefine iymalı bir tarzda tecavüz edilen vatandaşın elinde ne vardır? Hiçbir şey!” derken altını çizdiği basının elindeki gücü vatandaşların aleyhine kullandığıdır. Yazarın bu iddiası, Zafer’in diğer yazarlarında da karşımıza çıkmaktadır. Söz geli-mi Burhan Belge, yasanın kabul edilmesinin ardından kaleme aldığı bir yazıda, “Bir meseleyi garazkârca ortaya koymak; en sefil cinsinden şahsiyata tenezzül ederek, ortalığı ikide birde bir mahalle kavgası sah-nesine çevirmek; insanların hususiyetlerine ve mahremiyetlerine karı-şarak yüz kızartıcı telmih ve isnatlarda bulunmak, bizde, son derece fena bir gelenek halini almıştır” demektedir11. Fenik’e benzer biçimde

Belge de yasanın kabul edilmesiyle birlikte vatandaşların şeref ve hay-siyetlerinin korunacağını belirtmektedir. Ahmet Hidayet Reel ise

(12)

yasa-nın hazırlanmasında “(k)ayıtsız şartsız bir ‘hürriyet’in onu fena yolda kullanmaya yeltenenlerin elinde nasıl bir anarşi ve bozgunculuk silahı olacağı gözönünde bulundurul”duğunu ifade ederek basın özgürlü-ğünün kötüye kullanıldığına dikkat çekmektedir12.

Zafer’in konuyla ilgili haber metinlerinde de benzer bir vurgu söz

konusudur. Örneğin, yasanın kabul edilmesinden bir gün önce gazete-nin manşeti, “Vatandaşın korkusuz yaşamasını istemek hakların esası-dır” şeklindedir13. Manşetteki “korkusuz” sözcüğüyle, yukarıda

yapı-lan alıntılarla bütünleşen bir şekilde basının gücünü olumsuz biçimde kullanmasına gönderme yapılmakta; mevcut durumun vatandaşların yaşantısını, hak ve özgürlüklerini tehdit edici nitelikte olduğu ima edilmektedir. Gazetenin yasa tasarısına ilişkin haberinin girişinde de benzer bir tema işlenmektedir. Haber girişinde yasanın “demokratik rejimin temel şartı olan neşir ve matbuat hürriyetinin suistimalini önlemek” ve “hürriyetleri korumak ve tarsin etmek maksadiyle” çıka-rıldığının ifade edilmesi14 mevcut durumda bunların olmadığının

işareti olarak sunulmaktadır.

Zafer gazetesinde “yasadan yana olmak” vatandaşın şeref ve

hay-siyetini korumayı istemekle ve gazetecilik mesleğinin icra edilmesinde ahlâklı davranmakla özdeşleştirilmekteyken, “yasaya karşı olmak” ise vatandaşın şeref ve haysiyetini hiçe saymakla ve ilkesiz bir basın anla-yışı ile eşdeğer tutulmaktadır. Bu doğrultuda Zafer’de yasayı savunan-lar, “matbuat hürriyetinin suiistimalini önlemek, hürriyetleri koru-mak”15, “vatandaş şeref ve haysiyetini korumak”16 şeklindeki

ifadeler-le, yasaya karşı olanlar ise “basın hürriyetini alet etmek, küfür etmek, çirkin iymalar yapmak, gazeteciliği bir nevi macera ve şantaj vasıtası telakki edenler”17, bir meseleyi garazkârca ortaya koymak, şeref ve

haysiyetleri katletmek, Meclis kürsüsünden hakaretler ve isnatlar savurmak”18, “hürriyeti fena yolda kullanmaya yeltenenler, teşrii

mec-lis mensuplarını küçük düşürmek, akıllarına gelen her hezeyanı savurmak”19 gibi olumsuz ifadelerle sunulmaktadır. Bu sunum

biçim-leriyle yasanın çıkarılması, basın özgürlüğünü kötüye kullananların eylemlerine dayandırılmaktadır.

(13)

Yeni Ulus’ta ise özgürlük kavramı Zafer’den farklı olarak basın

özgürlüğü ile çerçevelenmeye çalışılmakta ve basının gücü değil, dev-letin daha doğrusu hükümetin gücü vurgulanmaktadır. Bu bağlamda,

Yeni Ulus’un yasaya karşı çıkarken ortaya koyduğu temel

argümanla-rın “güçlü hükümet-güçsüz basın” karşıtlığı etrafında şekillendiği ve bu karşıtlığın daha çok güçlü hükümet tarafına odaklandığı söylenebi-lir. Yeni Ulus, Zafer’in basının gücünü kötüye kullandığı iddiasına karşılık, hükümetin gücünü kötüye kullandığı görüşünden hareket etmiştir. “Gazeteler üzerinde tethiş vasıtası olarak kullanılmak istenen tasarı”20, “gazetecilere yeni bir gözdağı vermek”21, “zaten zincirlenmiş

olan basın hürriyeti”22, “zincirli basın”23, “Basına ağır hükümler

tah-mil eden yeni kanun tasarısı”24, “hür basını susturacak tasarı”25

şeklin-deki ifadeler bu savın örnekleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bütün bu olumsuz ifadelerin faili ise DP hükümetidir.

Yeni Ulus, hükümetin gücünü kötüye kullandığının altını çizerken

yapılan bu düzenleme ile basının görevini yerine getirmesine engel olunacağını savunmaktadır. Bir başka ifadeyle, Yeni Ulus’a göre, hükü-metin gücü basının gücünü azaltmakta, basını işlemez hale getirmek-tedir. Yasaya ilişkin bu yorum, gazetenin başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ın aşağıdaki cümlelerinde net bir biçimde dile getirilmektedir:

Demokrat iktidar bütün vatandaşların ağzına ve bilhassa Türk basınına sağlam bir kilit hazırladı. Artık haddiniz varsa büyük efendilerin canını sıkacak bir söz söyleyiniz. Bundan sonra hepsinin ömür ve devletlerine dualar okumaktan başka bir şey söylemeğe kimsenin hakkı kalmıyacak-tır (Yalçın, “Ağızlara kilit”, Yeni Ulus, 25 Şubat 1954).

Yalçın, “ağızlara kilit” ifadesiyle hükümetin kendisine yöneltilen eleştirileri ortadan kaldırmak, hem vatandaşları hem de muhalif bası-nı susturmak üzere bu yasayı çıkardığına işaret etmekte ve yasabası-nın gerekçesi olarak sunulan vatandaşların şeref ve haysiyetlerini koruma ve yalan haberi önleme savlarını geçersiz hale getirmeye çalışmakta-dır. Yasaya ilişkin bu sunum, Yeni Ulus’un diğer köşe yazıları ve haber-lerinde de ortak bir yaklaşımdır. Kemal Zeki Gencosman, yasanın alelacele çıkarıldığına vurgu yaptığı yazısında yasa tasarısını “ana hürriyeti kısan ve kalemi eline alan yazı adamını ‘acaba ne yazsam suç

(14)

olmaz’ baskısı altına alan (…) basın kanunu tasarısı”26 olarak

nitelen-dirmiştir. Nihat Erim de yasa tasarısının kanunlaşması halinde Türkiye’de basın özgürlüğünün kalmayacağını belirtmiş ve “gazeteci-lerin murakaba vazifesini yapabilmeleri imkânı tamamen ortadan kalkar”27 diyerek tasarının gazetecileri ve gazetecilik mesleğini

sınır-landırdığına dikkat çekmiştir. Konuyla ilgili olarak kaleme aldığı yazı-ların çoğunda söz konusu yasal düzenlemenin basın özgürlüğünü ve basının denetim görevini tehdit ettiğine işaret eden28 Erim, ispat

hak-kının tanınması gerektiğini açıkça ifade etmektedir:

İtibar kıracak veya şöhret veya servete zarar verebilecek bir hususun isnad edilmesi” yasak ediliyor. Bunun, yerinde bir tedbir sayılabilmesi için, gazeteciye yazdığını ispat hakkı tanınmalıdır. Bir kimse hakkında mahkeme hükmü yoksa, ona dair yazılan haber isnattır diye, gazete mah-kum mu edilecektir? Yoksa, verdiği haberin doğruluğunu ispat hakkı gazeteciye tanınacak mıdır? (“Zincirli basın: Yeni tasarı”, Yeni Ulus, 21 Şubat 1954).

Erim, yazısının devamında DP’nin sayısal çoğunluğuna dayana-rak Meclis’in demokratik bir biçimde işleyişini, daha açık biçimde ifade edilirse muhalefetin denetim görevini yapmasını engellediğini belirtmektedir. Erim’e göre, ispat hakkının tanınmaması halinde ikti-darın denetimi tamamen imkânsız hale gelecektir: “Yeni Basın Kanunu tasarısındaki 1’inci maddenin 2'nci fıkrası Meclise geldiği şekilde çıkarsa, Türkiye’de politikacılarla iş adamlarının birlikte girişecekleri kötülükler murakabeden büsbütün uzak kalacaktır” diyen yazar, bu düzenlemenin bir tür “aldatıcı zırh bürünerek rahat kalmak istiyenler” tarafından yapıldığını ileri sürmüştür.

Haber metinleri, bilindiği gibi, kapalı metinlerdir. Haber metinle-rinin kapalı olması, haberde egemen söylemlerin temsil edildiği ve haberin egemen söylemler etrafında çerçevelendiği anlamına gelir. Bunun nedeni, haber üretim sürecinde gazetecilerin birincil tanımlayı-cıların durum tanımlarına bağlı kalmasıdır. Daha açık bir deyişle, haber yapma pratiği akredite kaynakların görüşlerinin halkın diline dönüştürülmesine dayalıdır. Ancak bu durum, egemen söylemin dışın-da kalan alternatif söylemlerin, haber metinlerinden tümüyle

(15)

dışlan-dıkları anlamına gelmez. Alternatif söylemler ya da karşıt açıklamalar, haber metinlerinde kendilerine yer bulabilirler, ancak haberin anlatısı içerisinde genellikle olayları çerçeveleyebilecek, inanılır bir konuma yerleştirilmezler. Bunun yerine egemen söylemlerin içinde eritilirler (İnal, 1996: 99-100). Yeni Ulus ve Zafer gazeteleri partilerin yayın organ-ları olmaorgan-ları nedeniyle CHP ve DP’nin yetkili isimlerinin açıklamaorgan-ları/ görüşleri çerçevesinde haberlerini yapılandırmıştır. Dolayısıyla, yuka-rıdaki açıklamalar bağlamında esas üzerinde durulması gereken

Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımlanan haberlerin

çerçevelenme biçimidir.

Hürriyet’in haberlerine bu açıdan bakıldığında, konunun daha çok

alternatif söylemler, yani hükümet karşıtı açıklamalar etrafında çerçe-velendiği görülmektedir. İlgili haberlerde yasayı destekleyenlerin görüşlerinden çok yasaya karşı olanların görüşleri yer almaktadır. Gazetenin haber başlıklarından ve metinlerinden alınan şu ifadeler dikkat çekicidir: “Muhalefetin tasarı hakkındaki fikri menfi”29,

“Matbuat kanununda tadilât yapılması manasız görülüyor”30,

“Matbuat kanununun tasarısı fikir hürriyetini tehdit edici görünü-yor”31, “DP'li mebuslar da bu tasarının reddini istiyor”32, “Adliye

Encümeninde görüşülen lâyiha, yazı hürriyetini tahdit ettiği için dün de tenkit edildi.”33 Bu örnekler çerçevesinde, Hürriyet’te yasaya

muha-lefet edenlerin görüşlerinin öne çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Gazetenin yasaya ilişkin olumsuz tutumu, sözcük seçimlerinde de kendini göster-mektedir. Haber başlıkları, üst başlıklar ve spotlarda yer alan “menfi”, “müphem”, “manasız”, “tehdit edici” gibi sözcükler, Hürriyet’in düzenlemeye karşı olduğunun işaretleri olarak değerlendirilebilir.

Hürriyet’in Yeni Ulus’a yaklaşan tavrı, Cumhuriyet ve Milliyet

gaze-telerinde ise görülmemektedir. Ancak yine de Cumhuriyet ile Milliyet’in tamamen benzer bir tutuma sahip olmadıklarını vurgulamak gerekir.

Milliyet’in “Yeni Basın Kanununun birkaç güne kadar Meclise

sevke-dilmesi bekleniyor”34, “Komisyon memurlara yapılan isnatlarda ispat

hakkı tanıdı”35, “Savcıların re’sen tahkikata başlaması mağdurun

muvafakatine bağlı bulunacak”36, “Adalet Komisyonu tadil tasarısını

(16)

kabul etti”38 başlıklarıyla yayımlanan haberlerin hiçbirinde karşıt

açık-lamalara yer verilmemiştir. “Basın Kanununun müzakeresi başladı” başlıklı haberde muhaliflerin ispat hakkı tanınması üzerinde ısrarla durduğu spotta verilmiş olsa da yine spotta “Başvekil, iki defa söz alarak muhalefete cevap verdi ve matbuat hürriyetinin kısılmadığını söyledi” denilmiştir39. “Basın Kanununun beş maddesi kabul edildi”40

başlığıyla verilen haberde ise “Başvekil muhalefetin iddialarına karşı yeni kanunda isbat hakkı kaldırılmadığına bilhassa işaret etti” cümle-sine yer verilmiştir. Bu son iki örnekte muhalefetin sözü spotlar ve metinler içinde kendine yer bulabilmiş olsa da inanılır bir konuma yerleştirilmemiş; başbakanın muhalefetin eleştirilerine verdiği yanıtlar inanılır bir konuma yerleştirilerek muhalif görüşler bunun içinde eri-tilmiştir. Özetle, Milliyet, söz konusu haberlerini yasayı savunanların sözleriyle çerçevelemiş, muhaliflerin sözüne çok az yer ayırmış, yasa-nın basın özgürlüğünü sınırlandırıcı boyutuna dair herhangi bir imada dahi bulunmamıştır.

Cumhuriyet gazetesinde de “Basın kanununu tadil eden tasarı

Mecliste”41, “Matbuat kanununu tadil eden tasarı”42, “Basın kanunu

tadilatı”43, “Neşir Yolu ile işlenecek suçlar kanunu çıktı”44 başlıklarıyla

yayımlanan haberlerde yasaya karşı olanların görüşlerine rastlanma-maktadır. Bu bağlamda tıpkı Milliyet’te olduğu gibi haberlerin egemen söylem etrafında kapandığı söylenebilir. Sözcük seçimleri açısından bakıldığında da yasaya ilişkin herhangi bir olumsuz ifadeyle karşıla-şılmamıştır. Bu durum, Cumhuriyet’i Hürriyet’ten daha az eleştirel bir konuma yerleştirmekle birlikte, Milliyet’le de tamamen ortak bir tavır içine sokmaz. Cumhuriyet’in haberlerinin çoğu egemen söylem etrafın-da kapanmakla birlikte Milliyet’ten farklı olarak Cumhuriyet’te düzen-lemenin hukuki boyutuna dikkat çekilerek bu eksende ispat hakkının tanınması görüşü savunulmuştur. Örneğin Nurullah Kunter’in yasayı ele aldığı üç köşe yazısı bu çerçevede değerlendirilebilir. Kunter, düzenleme henüz tasarı aşamasındayken kaleme aldığı bir yazıda, ispat hakkının tanınmasının demokratik bir anlayışın gereği olduğunu söylemektedir. Bununla birlikte yazarın hükümete yönelik eleştirileri, hakaret suçlarına ilişkin olarak ayrı bir yasaya gerek olmadığı görü-şüyle sınırlı kalmaktadır45. Gazetede “Komisyondaki hukukçular ispat

(17)

hakkının tanınmasını istiyorlar”46 başlığıyla yapılan haber ise yine

benzer bir biçimde ispat hakkının tanınmasının gerekliliğine ilişkindir. Haberde yasanın tümüne ilişkin bir reddiye ya da yasanın özgürlükle-ri sınırlandırdığına dair herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Yalnızca ispat hakkını savunan komisyon üyelerinin görüşleri verilmiştir. Diğer haber metinleri içerisinde de yasanın basın özgürlüğünü sınırlandırdı-ğına işaret eden bir ifadeye rastlanmamıştır.

Bu noktada gazetenin başyazarı Nadir Nadi’nin tutumunun etkili olduğu söylenebilir. DP listesinden bağımsız milletvekili olan Nadi, yasanın çok tartışılan birinci maddesinin “cezaları ağırlaştırmaktan gayri, basın hayatına yeni bir kayıdlama getirmediğini” hem Meclis görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada hem de 13 Mart 1954 tarihli yazısında ifade etmiştir. Nadi’ye göre, “Hürriyeti insanlar için vazge-çilmez bir hak olarak tanıyan bütün medeni devletler, namusa, şerefe ve haysiyete karşı yapılacak tecavüzleri ceza müeyyideleri altına almışlardır.”47 Nadi, bu doğrultuda, yasanın yazı hürriyeti açısından

ilave bir sınırlandırma getirmediğini ileri sürmekle birlikte ispat hak-kının gazetecilere tanınması gerektiğini de savunmuştur. Bu savunu-sunu, yazı işleri müdürlerini “baldırıçıplaklar” olarak niteleyen Halil Özyörük’e verdiği yanıtta şöyle ifade etmiştir: “Bir bakan hakkında gördüğü vazifeden ötürü isnadda bulunan bir gazeteciyi, ispata cevaz vermeksizin ceffelkalem hapse tıkan bir zihniyet, nefsini korumak için adam öldüren bir zavallıyı muhakemesiz sehpaya götüren zihniyetten farksızdır.”48 İspat hakkının gazeteciler için vazgeçilmez olduğunu

ifade eden Nadi, ispat hakkının tanınması yolunda bir önerge vermiş ancak kabul edilmemiştir. Nadir Nadi’nin ispat hakkının tanınmasını istemekle birlikte hükümetin yaptığı düzenlemeyi basın özgürlüğüne yönelik bir tehdit olarak yorumlamamasının, Cumhuriyet’in haberleri-nin de bu doğrultuda yapılanmasına neden olduğu söylenebilir.

İspat Hakkı Tartışmasını Araçsallaştırmak: “Devri

Sabık Yaratmak” ya da “Seçim Hazırlığı Yapmak”

Vatandaşların şeref ve haysiyetlerine tecavüz edildiği, yalan haber yoluyla toplumun huzurunun, devletin menfaatlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle çıkarılan yasa, önceki başlıkta sunulduğu üzere

(18)

özgürlük teması ekseninde yoğun tartışmalara konu olmuştur. Bu temanın yanı sıra, yasanın savunucuları ve karşıtları arasındaki tartış-mada iki tema daha belirginleşmektedir. Bunlardan biri hükümetin yayın organı Zafer tarafından kullanılan “devri sabık yaratmak”, diğe-ri ise Yeni Ulus ve Hürdiğe-riyet tarafından kullanılan “seçim hazırlığı yap-mak” temasıdır. İlk tema olan “özgürlük mücadelesi”, daha çok düzenlemenin içeriğine ilişkin bir tartışma olarak ortaya çıkarken, diğer iki tema yaşanan tartışmada araçsal olarak kullanılmıştır. Daha açık bir ifadeyle yasanın savunucuları ve karşıtları, “devri sabık yarat-mak” ve “seçim hazırlığı yapyarat-mak” temaları yoluyla yasanın içeriğine ilişkin argüman geliştirmekten ziyade, mevcut argümanlarını güçlen-dirme ya da karşı tarafın argümanını zayıflatma yoluna gitmişlerdir.

DP yetkilileri, 1950 seçimlerinden önce “devri sabık yaratmayaca-ğız” diyerek iktidara gelmeleri halinde eski rejim sorununu gündeme getirmeyeceklerinin sözünü vermiştir. Devlet aygıtının tarafsızlığını sağlamak ve böylece bürokrasinin güvenini kazanmak üzere verilen bu söz, DP’nin ilk kabinesinde de kendisini göstermiş; parti örgütüyle bağlantısı olmayan, eski bürokratlar kabineye dâhil edilmiştir (Ahmad, 1996: 45, 86). Ancak deyim yerindeyse, “eski defterleri açmama” sözü uzun vadeli olmamış; DP, kendi pozisyonunu güçlendirdikçe ve ken-disine yöneltilen eleştiriler arttıkça CHP’nin geçmişiyle hesaplaşmaya dönük uygulamalara gitmiştir. Dolayısıyla “devri sabık yaratmama” yolunda verilen söz, iktidarın muhalefete tahammülsüzlüğüne koşut olarak geçerliliğini yitirmiştir. Eroğul’a (122) göre, aslında iktidarda olduğu 1950-1960 yılları arasında DP’nin hiç değişmeyen özelliklerin-den biri, CHP’nin geçmişini gündeme getirmektir. Kendisine yönelti-len eleştiriler karşısında tek parti döneminin uygulamalarını hatırlat-ma, bir diğer deyişle “maziyi sürekli canlı tutma stratejisi” (Kaya Özçelik, 2010: 172), DP tarafından sıklıkla kullanılmıştır.

Bu strateji, muhalefet partilerinin yasa tasarısına yönelik eleştiri-leri bağlamında da uygulanmıştır. Zira tasarının basın özgürlüğünü sınırlandırdığı ve DP’nin iktidara gelmeden önceki ve iktidarının ilk yıllarındaki basın özgürlüğü anlayışı ile çeliştiği muhalefet partileri tarafından dile getirilmiştir49. Örneğin, tasarının Meclis’te

(19)

görüşülme-si sırasında Türkiye Köylü Partigörüşülme-si (TKP) adına konuşan Cezmi Türk, DP iktidarının ilk aylarında Basın Kanunu tasarısının müzakere edilir-ken ortaya çıkan demokratik anlayışın bugün artık olmadığını, dört senede bu anlayışın geriye doğru gittiğini ve ispat hakkının tanınma-masının hükümetin programıyla tezat oluşturduğunu ifade etmiştir (TBMM Zabıt Ceridesi, 7 Mart 1954: 395-398). CHP Grubu adına konu-şan Ahmet Faik Barutçu ise DP’nin seçime girerken özgürlükleri sınır-landıran hükümleri kaldırma vaadinde bulunduğunu ve milletten bu şekilde vekâlet aldığını, dolayısıyla seçim arifesinde basın özgürlüğü-nü sınırlandıracak bir girişimde bulunmanın yasal olsa bile demokra-tik olmadığını belirtmiştir (390-391)50. Muhalefet partilerinin tasarıya

yönelik eleştirilerine yanıt veren Başbakan Menderes ise tasarının basın özgürlüğünü hiçbir şekilde sınırlamadığını vurgulamış51 ve

konuşmasının önemli bir bölümünü CHP iktidarının basına yönelik baskıcı politikalarına ayırmıştır (412-414). Menderes, CHP’nin baskıcı uygulamalarını hatırlatarak, bir diğer deyişle “maziyi canlı kılarak” DP’nin antidemokratik uygulamalarını haklılaştırmaya çalışmıştır. CHP’nin antidemokratik uygulamalarını emsal göstererek düzenle-meyi haklılaştırma stratejisi, Zafer’de de karşımıza çıkmaktadır. Aşağıdaki alıntı bu yaklaşımın örneklerinden biridir:

Halk Partisinin ikiyüzlülüğü mü?.. Size bundan yığınla misal verebiliriz: İşte İnönü. 1945 senesi Meclisi açış nutkunda Basın Kanununun hüküme-te gazehüküme-te kapamak hakkını veren maddesi üzerinde konuşurken aynen şöyle demişti: “… Bu maddenin hükûmet aleyhinde en insafsız ve ölçü-süz sözlerin söylenmesine fiiliyatta mani olmadığı göz önüne alınırsa, meselenin ilk bakışta göründüğü kadar sade olmadığı bir incelemeğe lüzum olduğu kabul edilmek lazımdır!” Gazeteler hakkında o zaman böyle düşünen, böyle konuşan İnönü’nün partisi, bugün matbuatın en büyük hürriyete kavuştuğu bir devirde gazetelerin hürriyetsizliğinden dem vurmaktadır! Bu ikiyüzlülük değil de nedir? (“İnönü’ye göre basın hürriyeti”, Zafer, 4 Mart 1954).

İmzasız olarak kaleme alınan yukarıdaki yazıda, İsmet İnönü’nün 1945 yılında yaptığı bir konuşmadan hareketle, basın özgürlüğüne karşı olanın esasen İnönü ve dolayısıyla CHP olduğu vurgulanmakta ve bu yolla muhalefetin eleştirileri geçersizleştirilmek istenmektedir.

(20)

Benzer bir vurguya gazetenin yazarlarından Adviye Fenik’te de rast-lanmaktadır. Fenik, Yeni Ulus’un başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ın basın özgürlüğünün Abdülhamit zamanında bile bu kadar kısıtlanma-dığını ileri sürdüğü yazısına yanıt olarak şöyle demektedir: “Evet, Abdülhamit devrinde bile Türk basınının şeref ve namusuna bu kadar tecavüz edilmedi de, İsmet İnönü devrinde mi Türk basınının şeref ve namusu vikaye edildi!.. Ankara’da Ulus’tan başka gazete çıkartmak yasaktı! İstanbul’da bir emirle gazeteler kapatılırdı.”52 Yazısının

deva-mında 1946 yılında yapılan seçimlerdeki yolsuzluklara dikkat çeken Fenik, Hüseyin Cahit Yalçın özelinde aslında tek parti iktidarının basın rejimini eleştirmekte ve böylece DP hükümetine yönelik eleştirileri bertaraf etme yoluna gitmektedir. Gazetenin bir diğer önemli ismi Orhan Seyfi Orhon da “Basın Hürriyeti” başlıklı yazısında CHP iktida-rı döneminde Çınaraltı dergisinde yazdığı ve suç teşkil etmeyen bir yazıdan dolayı yaşadıklarını aktarmış ve şöyle devam etmiştir:

O zaman, şu basın hürriyeti âşığı Halk Partili milletvekillerinden hiç biri yok muydu? Büyük bir çoğunlukla bunlar yine vardı! O zaman basın hürriyeti fikri yok muydu? Hayır, o da vardı! Bugünkü Anayasa, harfi harfine o günkü Anayasaydı! Peki, neye ben, öyle kapı kapı dolaşırken kimsenin yüreği basın hürriyeti aşkiyle çarpmadı? Bir kahraman çıkıp da beni korumadı?

Orhon bu sözlerle CHP’nin yasaya ilişkin olarak yaptığı tüm suç-lamaların samimiyetten uzak olduğunu ifade etmektedir. Yazar “Sakın bu yumruklar, basın hürriyeti aleyhtarlarına değil de, onların eski yerlerinde oturanlara olmasın!”53 diyerek CHP’lilerin yasaya yönelik

eleştirilerini iktidarı kaybetmiş olmalarına bağlamıştır. Burhan Belge de “Vatandaş Namusu ve Devlet itibarı artık tecavüzden masun kala-caktır” başlıklı yazısında, İnönü’nün 1945 yılında yaptığı bir konuş-mada vatandaşların şeref ve haysiyetlerini korumak üzere önlemler alınması gerekliliğine ilişkin sözlerini hatırlatmıştır54.

Zafer gazetesinin yasaya yönelik eleştirileri bertaraf etme amacı

doğrultusunda “devri sabık yaratma” stratejisini kullanmasına karşı-lık, Yeni Ulus ve Hürriyet gazeteleri yasanın seçimlerden hemen önce çıkarılışına ilişkin ortak bir tavır sergilemişlerdir. Her iki gazetede de

(21)

yasa “seçim hazırlığı” olarak nitelendirilmiştir.55 Yasanın seçim

hazır-lığı olarak değerlendirilmesi Meclis görüşmeleri sırasında dile getiril-miş; CHP’li Ahmet Faik Barutçu yasanın Meclis’in kapanmasına kısa bir süre kala ve seçimlerden hemen önce çıkarılmasına dikkat çekmiş-tir (TBMM Zabıt Ceridesi, 7 Mart 1954: 390).

Yeni Ulus yasa tasarısının Meclis’e sevk edilmesini

haberleştirir-ken, meseleyi bu çerçevede değerlendirmiş ve haberini “DP’nin seçim hazırlığı”56 başlığıyla vermiştir. Tasarının Meclis’te görüşüldüğü gün

ise gazete bu temayı, manşetten “Seçimler arifesinde DP'lilerin son icraatı! Muhalif basını baskıya alacak kanun bugün çıkıyor”57 şeklinde

ifade etmiştir. Gazetenin tasarıya ve yasaya ilişkin bu sunumunun temel amacı yasanın meşruiyetini sarsmaktır. Hürriyet’in konuyla ilgi-li haberlerinin başlık ve spotlarında yer alan “İktidar seçim arifesinde basına ispat hakkı vermek istemiyor”58, “Yapılan tadilat seçimlerle

alâkalı görülüyor”59 ifadeleri de bu gazetenin Yeni Ulus ile benzer bir

konumu paylaştığının işareti olarak okunmalıdır. Bir başka haber met-ninden yapılan aşağıdaki alıntı ise Hürriyet’in tavrını netleştirecek bir nitelik taşımaktadır:

Meclis mehalifinde hâkim olan kanaat, kaleme alınmış olan bu maddele-rin muğlak, türlü manaya gelebilecek bir mahiyet taşıdığı ve bilhassa seçim arefesinde matbuatı ağır bir baskı altında bulundurmak için bu lâyihanın çıkarılmasına çalışıldığı merkezindedir (“Yeni matbuat kanunu Meclis gündeminde”, Hürriyet, 6 Mart 1954).

Haberlerin yanı sıra köşe yazılarında da yasa tasarısı seçim hazır-lığı olarak nitelendirilmiştir. Yeni Ulus’un yazarlarından Nihat Erim yasa tasarısına ilişkin olarak kaleme aldığı köşe yazılarında tasarının baskıcı niteliğine dikkat çekmiş, ayrıca “Seçimlerden önce böyle bir kanun çıkarma arzusunun neyin hazırlığı olduğu, sağduyulu ve henüz sinmemiş yahut satılmamış gözlerden kaçmıyacaktır”60 diyerek

tasarının seçimlere yönelik bir hazırlık olduğuna işaret etmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın ise “Maşaallah, genel seçimler büyük bir huzur ve serbestlik içinde yapılacak!” şeklinde ironi yapmış ve devamında “İşin ahlak bakımından en çirkin tarafı seçimler arefesinde bu müthiş baskı hareketinin güya basın hürriyetini ve memleket menfaatini

(22)

müdafaa hesabına yapılmış gibi gösterilmesidir” diyerek hükümetin seçimlerden önce kendisine yöneltilebilecek eleştirileri bertaraf etmek üzere bu yasayı çıkartmak istediğini belirtmiştir61. Gazetenin bir diğer

yazarı Kemal Zeki Gencosman da, Erim ve Yalçın’ın meseleyi seçim-lerle bitiştirerek ele almasına benzer şekilde tasarıyı yorumlamıştır. Gencosman, “Görülüyor ki ortada sel önünden yonga kaçırır gibi ve sadece önümüzdeki iki ay içinde basın mürakabesini baltalamak kas-dinden başka bir şey yoktur”62 diyerek tasarının zamanlamasına

dik-kat çekmiş ve tasarıyı, hükümetin seçim öncesi aldığı baskıcı bir tedbir olarak değerlendirmiştir.

Değerlendirme

DP iktidarının 9 Mart 1954 tarihinde çıkardığı “Neşir Yoliyle veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun” her ne kadar ispat hakkına dair doğrudan bir belirleme içermese de gazetecilerin iddialarını mahkemede kanıtlama haklarını tanımayarak basın özgür-lüğünün ayrılmaz parçaları olan düşünce ve ifade özgürlüklerini sınır-landırmıştır. Yasanın gerekçesinde yer alan “yalan haber nedeniyle devletin yüksek menfaatlerinin ihlalinin önlenmesi” şeklindeki ifade-nin belirsizliği ve “itibar kıracak veya şöhret veya servete zarar vere-bilecek herhangi bir hususun isnad edilmesinin” yasaklanması, her türden gazetecilik faaliyetini kapsayacak bir nitelik taşımıştır. Basının görevini kötüye kullandığı iddiasıyla çıkarılan yasa, hem içeriğinin muğlâklığı, hem zamanlaması, hem de diğer yasalarda mevcut suçlara verilen cezaları artırması nedeniyle, Toker’in deyişiyle (275) bir tür “kendi kendini koruma yasası” olarak değerlendirilebilir.

Muhalefet partileri tarafından şiddetle karşı çıkılan, gerek komis-yon gerekse Meclis görüşmelerinde yoğun tartışmalara neden olan yasanın doğrudan muhatabı olan basının konuya yaklaşımının ele alındığı bu çalışmada, dönemin önemli gazetelerinden Cumhuriyet,

Hürriyet, Milliyet, Yeni Ulus ve Zafer incelenmiştir. Yasaya ilişkin

tartış-ma, partilerin yayın organı olmaları nedeniyle büyük ölçüde Zafer ve

Yeni Ulus gazeteleri arasında bir kutuplaşma biçiminde

(23)

yakın bir konum benimsemiştir. Cumhuriyet ise bu iki kutup arasında konumlanmıştır.

Basındaki tartışmalarda üç tema öne çıkmıştır: “özgürlük müca-delesi”, “devri sabık yaratmak” ve “seçim hazırlığı yapmak.” Zafer, “özgürlük mücadelesi” teması çerçevesinde yasanın basın özgürlüğü-nü sınırlandırmak gibi bir amacı olmadığını, aksine vatandaşların hak ve özgürlüklerini korumak maksadıyla çıkarıldığına işaret etmiştir.

Zafer basının elindeki gücü kötüye kullandığından hareket ederek

iddiasına meşruiyet kazandırmaya çalışırken, Yeni Ulus basının değil hükümetin elindeki gücü kötüye kullandığını, vatandaşların hak ve özgürlüklerini koruma kisvesi altında basını susturmayı amaçladığını ileri sürmüştür. Hürriyet, yaptığı haberlerde söz konusu yasal düzen-lemenin basın özgürlüğünü sınırlandırdığına vurgu yaparak, Yeni

Ulus’a yakın bir konum benimsemiştir. Milliyet ve Cumhuriyet’in

konu-ya ilişkin haberleri ise “nesnel” bir dil kullanımına dakonu-yalı habercilik örnekleri gibi görünmekle beraber aslında çoğunlukla egemen söy-lemler etrafında kapanmaktadır. Ancak Milliyet, hükümet yetkilileri-nin açıklamaları etrafında yapılandırdığı haberleriyle meseleyi bir sorun olarak görmekten dahi kaçınırken, Cumhuriyet, Nadir Nadi’nin yaklaşımına koşut biçimde gazetecilere ispat hakkının tanınması talep etmekle beraber yasanın basın özgürlüğüne yönelik yeni bir sınırlan-dırma olmadığı yönünde bir argümana yaslanmıştır.

Zafer gazetesinde, yasanın basın özgürlüğünü sınırlandırdığı

şek-lindeki eleştiriler “devri sabık yaratmak” olarak adlandırdığımız bir stratejiyle yanıtlanmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi başta Menderes olmak üzere DP’li yetkililer, hükümete yönelik eleştiriler karşısında CHP’nin geçmişiyle hesaplaşma yoluna gitmiştir. Bu yasaya yöneltilen eleştirilere yanıt verirken de CHP iktidarının basına yönelik politika-ları, özellikle de İnönü’nün basın özgürlüğünü sınırlandırma niyetini ortaya koyan beyanatları hatırlatılmış ve bu hatırlatmalar, bir başka ifadeyle “maziyi canlı tutma stratejisi” yoluyla yeni yasaya yönelik eleştirilerin meşruiyeti sarsılmaya çalışılmıştır. Zafer’in bu stratejisi karşısında Yeni Ulus ve Hürriyet ise bu yasanın seçimlerden önce hükü-metin kendisine yönelik eleştirileri önlemek üzere aldığı bir baskıcı

(24)

tedbir olduğu savını ortaya koymuş, bu düzenlemeyi bir seçim yatırı-mı olarak değerlendirmiştir.

1956 yılında yapılan değişikliklerle adı kısmen değiştirilen ve hükümleri daha da ağırlaştırılarak 27 Mayıs Darbesi’ne kadar yürür-lükte kalan yasa, hükümete yönelik eleştirilerin önünün kesilmesini ve böylece hükümetin basın karşısındaki konumunu güçlendirmesini sağlamıştır. Bu süre içerisinde pek çok gazeteci hakkında dava açılmış ve çok sayıda gazeteci hapse mahkûm edilmiştir. Yasanın uygulandığı ilk isim, Hüseyin Cahit Yalçın’dır63. Yalçın, sıfat ve hizmetlerinden

dolayı Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün kişiliklerine hakaret ettiği gerekçesiyle hapis ve para cezasına çarptırıl-mıştır. Dünya gazetesi yazarı Bedii Faik ve Yeni Sabah gazetesi sahibi Safa Kılıçoğlu’nun da aralarında bulunduğu pek çok gazeteci, 1954 sonrası dönemde da aynı yasa sebebiyle mahkûm olmuştur (İrvan, 2000: 33; Öymen, 2014: 484).

Menderes’in, partisinin iktidara geldiği günden itibaren basın özgürlüğü yolunda önemli adımlar attığı halde, basını memnun ede-memekten şikâyetçi olduğu bilinmektedir (Demir, 2010: 517)64. Başta

Menderes olmak üzere DP’li yetkililer basına tanınan bu özgürlükler karşısında basından hükümetin işlem ve eylemlerini eleştirmesini değil, bir tür küçük ortak gibi hareket etmesini ve hükümetin icraatla-rını takdir etmesini beklemiştir. Ancak bu beklentinin aksine, basının bir bölümü DP’nin siyasal liberalleşme vaatlerine sırt çevirmesi nede-niyle DP’ye olan desteğini yavaş yavaş çekmeye başlamıştır. Partiye verilen desteğin azalması ve ekonomik bunalıma koşut olarak basında eleştirilerin artması, DP’nin basın özgürlüğünü sınırlandırma yönün-deki girişimlerini hızlandırmıştır. Ancak bu noktada, özelde çalışma kapsamında incelediğimiz yasanın ve genel olarak DP’nin tüm diğer baskıcı politikalarının DP’ye özgü olmadığını, Türkiye’de iktidarların muhalefeti kavrayış tarzının bir uzantısı olduğunu hatırlatmak gere-kir. Günümüzde, Türkiye’de basın ve iletişim özgürlüğünün hâlâ çok ciddi bir tehlike altında olması, sermayeden kaynaklanan baskıların yanı sıra muhalefete ilişkin bu kavrayışın devam etmesinin sonucu-dur.

(25)

Kaynakça

Ahmad, Feroz (1999). Modern Türkiye’nin Oluşumu. Çev., Yavuz Alogan. İstanbul: Sarmal.

Ahmad, Feroz (1996). Demokrasi Sürecinde Türkiye. Çev., Ahmet Fethi. İstanbul: Hil.

Aksoy, Muammer (1960). Partizan Radyo ve D.P. Ankara: Forum.

Albayrak, Mustafa (2004). Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti (1946-1960). Ankara: Phoenix.

Alemdar, Korkmaz (1996). İletişim ve Tarih. Ankara: İmge.

Asker, Ayşe (2013). Askeri Darbeye Doğru, Demokrat Parti’nin Tahkikat

Komisyonu Girişimi. Ankara: İmge.

Bora, Tanıl (2005). “Adnan Menderes.” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:

Liberalizm. (der.) Murat Yılmaz. İstanbul: İletişim. 482-507.

Çavdar, Tevfik (t.y.). “Demokrat Parti.” Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi. Cilt 8. İstanbul: İletişim. 2060-2075.

Demir, Şerif (2010). Türk Siyasi Tarihinde Adnan Menderes. İstanbul: Paraf. Dönmezer, Sulhi (1954). “Matbuat Suçlarında İsbat Hakkı.” İzmir Barosu

Dergisi 45(1): 21-34.

Emre-Kaya, Ayşe Elif (2010a). “Cumhuriyet Gazetesi’nin Kuruluşundan Günümüze Kısa Tarihi.” İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi 39: 75-91.

Emre-Kaya, Ayşe Elif (2010b). “Demokrat Parti Döneminde Basın-İktidar İlişkileri.” İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi 39: 93-118. Eroğul, Cem (1998). Demokrat Parti. Ankara: İmge.

Gevgilili, Ali (t.y.). “Türkiye Basını.” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Cilt 1, İstanbul: İletişim. 202-222.

İnal, Ayşe (1996). Haberi Okumak. İstanbul: Temuçin.

İrvan, Süleyman (2000). “Demokrat Parti Döneminde Türkiye’de Basın Özgürlüğü.” İletişim 7: 29-52.

Kabacalı Alpay (1994). Türk Basınında Demokrasi. Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Kütüphane Basımevi.

(26)

Kabacalı, Alpay (1990). Türkiye’de Basın Sansürü. İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Kaya Özçelik, Pınar (2010). “Demokrat Parti’nin Demokrasi Söylemi.” SBF

Dergisi 65(3): 163-187.

Keyder, Çağlar (2007). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim. Kocabaşoğlu, Uygur (1980). Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna. Ankara:

Ankara Üniversitesi SBF Yayınları.

Koloş, Umut (2014). “Türk Hukukunda İsnadın İspatı Hakkının Çok Boyutlu Hukuk Kavrayışı Bakımından Analizi.” İstanbul Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Mecmuası: LXXII (1): 627-672.

Konyar, Hürriyet (1999). Ulus Gazetesi, CHP ve Kemalist İlkeler. İstanbul: Bağlam.

Mardin, Şerif (2001). “Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol.” Türk Modernleşmesi. Çev., Mehmet Özden. İstanbul: İletişim. 177-184.

Oral, Fuat Süreyya (t.y.). Türk Basın Tarihi, 1919-1965. Doğuş Matbaacılık. Özçetin, Burak ve Demirci, Sibel (2005). “Hürriyet Partisi.” Modern Türkiye’de

Siyasi Düşünce: Liberalizm. (der.) Murat Yılmaz. İstanbul: İletişim.

541-547.

Öymen, Altan (2014). Öfkeli Yıllar. İstanbul: Doğan Kitap.

Öztürk, Onur (2007). Demokrat Parti Dönemi Basın Rejimi ve Zafer Gazetesi (1957-1960), Ulus Gazetesi ile Karşılaştırmalı Bir İnceleme. Ankara:

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek

Lisans Tezi.

Resmi Gazete (17.03.1954). “Neşir Yoliyle veya Radyo İle İşlenecek Bazı

Cürümler Hakkında Kanun.”

Sunar, İlkay (t.y.). “Demokrat Parti ve Popülizm.” Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi. Cilt 8. İstanbul: İletişim. 2076-2087. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İçtima:4, 7 Mart 1954. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İçtima:4, 8 Mart 1954.

Toker, Metin (1991). Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları: DP’nin Altın Yılları,

(27)

Topuz, Hıfzı (1996). 100 Soruda Türk Basın Tarihi. İstanbul: Gerçek.

Tunçay, Mete (t.y.). “Siyasi Tarih (1950-1960).” Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye

1908-1980. (der.) Sina Akşin. İstanbul: Cem. 177-187.

Yetim, Fahri (2006). Ulus ve Zafer Gazetelerinin Karşılaştırmalı İncelemesi (1957-1960). Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara.

Yıldız, Nuran (1997). “Demokrat Parti İktidarı (1950-1960) ve Basın.” SBF

Dergisi 51: 481-505.

(28)

Sonnotlar

1 Bu çalışmada, tırnak içinde verilen tüm ifadelerde özgün yazım/söyleyiş biçimine sadık kalınmıştır.

2 Eski Türk Ceza Kanunu’nun hakaret ve sövme suçlarıyla ilgili 481. maddesi bu suçlarla ilgili olarak ispat hakkının geçerli olduğu durumları belirlemektedir. Bu maddede isnat olunan fiilin bir memur ya da kamu hizmeti gören kişinin göreviyle ilgili olması halinde ispat hakkını kullanmanın mümkün olduğu belirtilmektedir (http://www.ceza-bb.adalet.gov.tr/mevzuat/765.htm). Daha açık bir deyişle, bu maddeyle memurlarla ilgili bir suçlama olması halinde iddianın ispatı mümkün kılınmıştır. İspat hakkını tartışmalı hâle getiren ise 1949 yılında Yargıtay’ın verdiği bir içtihadı birleştirme kararı olmuştur. Bu kararda, bakanlar ve emsali hakkında ispat iddiasının aynı mahkemede kabul ve tetkik edilip edilemeyeceği konusunda bir belirleme yapılmış; bakanlar ve emsallerince kendilerine yöneltilen isnat sebe-biyle açılmış hakaret davalarında sanık olanların, isnat ettikleri hakareti içeren fiil ve hareketleri ispat iddiasının aynı muhakemede kabul edilip incelenmesine imkân olmadığı hükmüne varılmıştır (Koloş, 2014: 631). Dönmezer, bu kararla “kanunun kurduğu sistemin esaslı surette halelder edildiğini”(30) belirtmektedir. Zira kararla birlikte bakanlar ve emsalleri, memur ya da kamu görevlisi kapsamı dışına çıkarıla-rak haklarındaki iddiaların ispatlanmasının önüne geçilmiştir.

3 DP, kuruluşundan itibaren faaliyetlerinin halka ulaştırılmasını sağlayacak olan bası-nın desteğine ihtiyaç duymuştur. Her ne kadar DP, kuruluş yıllarında basıbası-nın önem-li bir bölümünün desteğini kazanmış olsa da, Parti yönetimi, 1949 yılında yapılan İkinci Büyük Kongre öncesinde kendi yayın organını oluşturmaya yönelmiştir. Bu doğrultuda Zafer gazetesi, 30 Nisan 1949 tarihinde Ankara’da yayın hayatına başla-mıştır (Öztürk, 2007: 71). Yayın hayatı boyunca DP’yi destekleme misyonunu sürdü-ren gazetenin kurucuları İhsan Tütüncü ve Zeki Rıza Sporel, imtiyaz sahibi ve baş-yazarı ise Mümtaz Faik Fenik’tir. Gazete, 27 Mayıs Darbesi ile birlikte kapatılmış; 1962 yılında yeniden yayımlanmış ve Adalet Partisi’ni desteklemiştir (Yetim, 2006: 37-39).

4 CHP’nin yayın organı Ulus’un tarihi, Kurtuluş Savaşı yıllarına uzanmaktadır. 14 Eylül 1919’da yayımlanmaya başlanan İrade-i Milliye gazetesi, Kurtuluş Savaşı’nın önemini, mevcut durumu halka anlatma misyonu nedeniyle Ulus’un ilk biçimlenişi olarak görülmektedir. Bu gazetenin farklı bir çizgiye kaymasının ardından kurulan ve tamamen Mustafa Kemal’in kontrolünde olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, Cumhuriyet döneminde de yayınını sürdürmüş; 1934 yılında ise Ulus adını almıştır. Tek parti dönemi politikalarının yansıtıcısı olan gazete, 1953 yılında CHP’nin malla-rının hazineye devredilmesiyle kapatılmış ve ardından Yeni Ulus adıyla yayımlan-mıştır. Gazete, 1954 yılında Halkçı sözcüğünün eklenmesiyle Halkçı Yeni Ulus olarak yayımlanmış, daha sonra Ratip Tahir Budak’ın yönetimine geçmiş ve 10 Haziran

(29)

1955’ten itibaren yeniden Ulus adıyla yayımlanmaya başlanmıştır. Ulus’un son sayı-sıysa 28 Temmuz 1971 günü yayımlanmıştır. Ulus’un devamı niteliğinde olan Barış gazetesi, 29 Temmuz 1971 günü Ulus’un sayılarını devam ettirerek yayınına başla-mış ve 1975’e kadar yayınını sürdürmüştür. Bu tarihte adı tekrar değişerek Yeni Ulus olmuş, ancak bir sene dolmadan yayın hayatını bitirmek durumunda kalmıştır (Konyar, 1999: 12-17; Oral, t.y.: 183).

5 Hürriyet gazetesi, muhalefet yıllarında ve iktidara geldiği dönemde DP’yi destekle-miştir. Ancak gazetenin sahibi Sedat Simavi, DP’nin tek parti döneminin uygulama-larına yöneldiği gerekçesiyle DP iktidarının muhalifi haline gelmiştir (Asker, 2013: 34-35).

6 Milliyet, Ali Naci Karacan’ın ölümü ve Abdi İpekçi’nin gazete yönetimine gelmesiy-le muhagelmesiy-lefete geçmiştir (Yıldız, 1997: 390).

7 DP döneminde resmi ve özel ilanların dağıtımı konusunda bakınız Alemdar, 1996. 8 Daha 1951 yılında TBMM’de radyoya ilişkin eleştirileri yanıtlayan Menderes’in şu

sözleri tüm bir DP iktidarı boyunca radyonun nasıl kullanılacağının adeta habercisi gibidir: “Devlet malı ve vasıtalarını devlet ve memleket menfaatine olarak Hükümet kullanır. Devlet radyosunun orta malı olduğunu iddia etmek hiç kimsenin hakkı değildir” (akt. Kocabaşoğlu, 1980: 346). DP’nin muhalefet ve iktidar dönemlerinde radyoya ilişkin yaklaşımı için ayrıca bakınız Aksoy, 1960.

9 Özellikle “devletin siyasi veya mali itibarını sarsmak”, “ammenin heyecanını mucip olacak mahiyette yalan haber veya havadisleri neşretmek”, “itibar kıracak veya şöhret veya servete zarar verebilecek bir hususun isnad edilmesi” gibi ifadeler suç tarifini genelleştirip belirsizleştirmektedir. Yasanın bu boyutuna ilişkin olarak bakı-nız Öymen, 2014: 468-470.

10 Dönemin Adalet Bakanı Osman Şevki Çiçekdağ, Meclis görüşmeleri sırasında bası-nın kanun dairesinde serbest olduğunu ve bu hükmün Anayasal güvence altında bulunduğunu; ancak hürriyetlerin kullanılmasında başkalarının hak ve hürriyetle-rine tecavüz edilmemesi ilkesinin, demokratik bir hayatın değişmez esaslarından biri olduğunu belirtmiştir (TBMM Zabıt Ceridesi, 7 Mart 1954: 386). Çiçekdağ, DP Meclis grubunda yaptığı konuşmada ise yasa tasarısının gerekçesini şöyle açıkla-mıştır: (…) Muhtelif şekil ve tarzlarda şeref ve haysiyetlere, itibar ve vakârlara tecavüz edildiği, ailelerin mahremiyetine girilerek hayatı hususiyenin teşhir edildi-ği, şahısların bir nevi şantaja maruz bırakıldığı, yalan haber veya havadis neşri suretiyle ammenin huzur ve sükûnunun bozulduğu, Devletin yüksek menfaatlerine dokunularak emniyet ve bekâsının tehlikeye düşürüldüğü teessürle müşahede edil-mektedir (akt. Albayrak, 2004: 395).

11 Burhan Belge, “Vatandaş Namusu ve Devlet itibarı artık tecavüzden masun kalacak-tır”, Zafer, 10 Mart 1954.

Şekil

Tablo 1. Haber ve Köşe Yazılarının Gazetelere Göre Dağılımı

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmanın amacı; tarihsel süreç içinde Eminönü hanları ve geçirdiği değişimler incelenerek, Eminönü Hanlarının yeniden işlevdirilmesi kapsamında

Instant gas flow, instant temperature changes as well as instant pressure values within the year, were provided by virtue of turbine meter, ultrasonic meter, pressure, and

Day zero quantitative mRNA analysis as a prognostic marker in pulmonary tuberculosis category II patients on treatment. Rapid diagnosis of tuberculosis by amplification of

Sex-specific genotoxic and cytotoxic potential of IMI Imidacloprid decreased the percentage of SCA and AC after 12 h of exposure compared with negative control and DMSO groups,

Doğan Atılgan Ankara University Muharrem Özen Ankara University Ertan Gökmen Ankara University Hasan İşgüzar Ankara University Ercan Beyazıt

Ergen kızların spora başlamasında ve devam et- mesinde etkili olan faktörler, SEM temelinde bireysel, sosyal, fiziksel ve politik faktörler olarak dört kategoride

gruptaki bireyler için; yapılan ikili karşılaştırmalara göre; olguların ilk gelişteki ağırlık ölçümlerine göre birinci, ikinci, üçüncü ve son

Sanmm Bilge Karasu 'nun, yaplhm tek, yeni, ilzgiin yapan; tutarh kurgusu ve gii~1U Oslubunun otesinde, <;:agda~ ve ,agcd sanat kurarnlarmm bilincinde olarak tam