• Sonuç bulunamadı

[Garanti Sanat Galerisi'ndeki Agop Arad sergisine ait broşür] 

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "[Garanti Sanat Galerisi'ndeki Agop Arad sergisine ait broşür] "

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ç ocuk ve eşek, 1990, tu v a l, y a ğ lıb o ya , 3 9 x 4 6 cm . Resim Sergisi

5 - 2 6 M a rt 1991

(2)

Motorda balıkçılar, 1990, tuval, yağlıboya, 3 9 x 4 6 cm .

Boğaz'da sonbahar, 1990, tuval, yağlıboya, 3 9 x 4 6 cm.

AGOP AĞACI

Agop Arad çok konuşmazdı; gerekli birkaç söz söyler susardı-, kimi zam an da tek sözcükle yetinirdi; am a sıcak mı sıcak bir insand ı...

Resimleri gibi...

Ağaç, deniz, çocuk, çiçek, kuş, ev, pencere, duvar, balıkçı, ihtiyar, sokak var Arad'm resim lerinde... - Bu ağaç ne ağacı?

- E r i k ... -H a y ır ... -K ir a z ... -H a y ır ...

- Peki, ne ağacı? Sen söyle!.. - Agop ağacı!.. Ya bu ağaç ne ağacı? - M e ş e ...

- Hayır, bu ağaç da Agop a ğa cı...

Sonra şu çocuk, şu balıkçı, şu deniz, şu çay bardağı, şu ev, şu pencere, şu bulut, şu çiçek ...

- Ne çiçeği bu çiçek? -A g o p çiçeği... - Şu kapı? -A g o p kapısı... - V u r o kapıya üç kez!.. Tük... ta k ... tak ... - Kim ooo? - B e n ...

Açıl susam açıl, kapı açılır, girersin içeri, işte bir oda, bir m asa, m asanın üstünde bir vazo, vazonun içinde bir gü l...

- Bu gül ne gülü? -A g o p gülü...

Hep düşünürüm, özgün ressam öldüğünde yarattığı dünyaya mı göçer?

Agop Arad uzun yıllar Cumhuriyet’te çalıştı, son yıllarda çalışm asa da yine Cumhuriyet’ teydi; kimi gün erkence gelir, Oktay A kbal’ın odasında otururdu, yalnız, sessiz,- düşünceli... Ne düşündüğü de belli olmazdı; usta idi; ustalar çok konuşmazlar, saat ustası, su ustası, duvar ustası, minare ustası, köprü ustası gibi bir ustaydı Agop, işini düşünürdü, kuram yapmazdı, fırçasını alır çalışırdı,

(3)

çok konuşmaya ne gerek var, iş, nasıl olsa kendini gösterecek. Boğaz'ı severdi Agop,- am a senin benim gibi

sevmezdi; resim yapm ak için severdi; çiçeği, vazoyu, balıkçıyı, kahvedeki iskemleyi, çardaktaki asm ayı, parktaki sırayı sevdiği gibi severdi. Fötr şapkası, belli belirsiz bıyığı, çıplak başı, kalın giyimi, sağlam ayakkabılanyla Agop’u gören sıradan adam sanırdı, am a özgündü; Hıristiyandı, am a minare ustasıydı; Erm eni’ydi am a Türk’tü; İstanbulluydu,

am a Anadoluluydu; kaba görünürdü, am a inceydi; basit sanılırdı, am a sadeydi; doyumunu paletinde tuvalinde arayan tam bir sanat em ekçisi... Uzun yıllar Thrabya’da Hristo’nun üstünde bir katta yaşadıktan sonra Boyacıköy’e geçti. Boğaz'ın kıyısından tepesine taşınm ıştı. Kaç kez arabayla evine bıraktım ... Bir dar so kak...

Bir zemin k at... Bir küçük kapı...

- Canikom, teşekkür, zahm et oldu, işte burası, allahaısm arladık, yine görüşelim ...

Agop kapıyı açar, girer... Kapının arkasında yalnızdı.

Yakındığını hiç duymadım, gerçek sanatçının dünyası kendisine yeter. Az konuşan Agop hastaydı, resimlerindeki gibi çocuksuydu. Çocuklar “ acıktım, susadım, çişim geldi’ ’ derler ya bir gün Boğaz’da dolaşırken Agop en güzel köşeleri gösterdi: - Ben burada resim yaptım ...

Sonra bir başka köşede Agop yine dile geldi: - Burada da resim yaptım ...

İlık bir gündü. Durdum. Doğaya baktım . Karşı kıyı güneşte yakın görünüyordu, ’tepemizde bir ağaç. Ayaklarımızın altında ağacın gölgesi. Yanımda Agop. Boğaz akıyordu. Su maviydi. Bu mavi ne mavisi? Agop mavisi. Bu ağaç ne ağacı? Agop ağacı. Boğaz akacak, ağaç duracak, Agop ölecekti. Ölüm ancak yaşarken duyumsanabilir, öldükten sonra değil.

İlhan Selçuk 7 Ekim 1990

“ Cumhuriyet”

B oğaz’da bahar, 1990, tuval, yağlıboya, 3 9 x 4 6 cm .

(4)

AGOP ARAD

1913 yılında Eskişehir’de dünyaya gelen

Agop Arad, Gedikpaşa Saint Assomption

Koleji’ni bitirdikten sonra İstanbul Güzel

Sanatlar Akademisi’ne girdi.

Akademide Nazmi Ziya, İbrahim Çallı ve

Léopold Lévy atölyelerinde öğrenim gören

Arad, daha sonra Paris’te Prochot

Akademisi'nde J. Metzinger’in öğrencisi oldu.

1940’lı yıllarda Yeniler Grubu’na katılan

Agop Arad, aym zamanda Vatan, Akın,

Şehir ve Hakikat-i lüsvir gazetelerinde gazete

ressamı olarak çalıştı. 27 Mayıs 1960’tan

sonra aym görevi Cumhuriyet Gazetesi’nde

sürdürdü. 1955 yılından ölümüne kadar,

çeşitli karma sergilere katıldı ve yaklaşık

45 kişisel sergi açtı. Sanatçı 4 Ekim 1990’da

vefat etti.

Açılış: 5 Mart 1991, saat 17.00

5 - 2 6 Mart 1991, 11.00 -1 8 .0 0 (Pazar günleri dışında)

İstiklal Caddesi 141, Beyoğlu-İstanbul Tfel: 152 16 98

(5)

A

G

O

P

A

R

A

D

I

Ç

I

N

ARAD’IN RESİMLERİ SICAK VE SEVECEN.

A

gop Arad ressam dır, am a önce bizim sokağın insanıdır. Yıllardır küçük ve seri adımlanyla Babıâli’yi arşınladı. Şimdi emekli, ama bugün de onu, “ Cumhuriyet’ ’in bulunduğu Türk Ocağı Caddesi’nin köşesinden, başı önde, elleri cebinde, şişman ve sempatik görünüşüyle kıvnlırken görmek, her zaman mümkün. Çünkü BabIâli’de “ iş” ten emekli olunur, ama yokuştan kopulmaz. Marazi bir alışkanlıktır bizim yokuş...

Ne güzel!.. Agop Arad Babıâli’yi sanatının semtine uğratmamıştır. Çünkü ne yalan söylemeli, Babıâli alışkanlığını besleyen şey, bu yokuşun dedikodu, entrika ve rekabet soluklanan havasıdır. Tıpkı uyuşturucu iptilası gibi, bir yandan yadsınan, ama bir yandan da onsuz olunamayan bir tutkudur bu havayı soluklamak.

Agop Arad’ın resimleri, yıllardır içinde yaşama kavgası verdiği bu atmosferin tam zıddıdır işte. Babıâli ressamı Agop Arad’ın tablolan, anti-Babıâli’dir.

Önce aydınlıktır bu resim ler. San atçın ın benliğinden gelen bir güneşin ışıklan ile yıkanmıştır. Pırıl pırıl gökyüzünde, sımsıcak, mutlu bulutlar topaklanır, bu tablolarda... İnsanlar, çoğu kez tek başlarına, en sade, en gündelik jestleri içinde, görünmeyen güneşin aydınlattığı mekânı doldurmaz, canlandınrlar...

Arad’ın tekniği, ilk bakışta, resmettiği şeyleri -insan, hayvan ya da doğa- “sabitleştiriyormuş” izlenimini verir. Ama bu sabit gibigörünen “obje’lerin, yaşayan ‘ ‘obje’ 1er olduğunu fark edersiniz resimlere baktıkça. Bu büyüyü yaratan, hiç kuşkunuz olmasın, o görünmeyen güneşin üzerlerine serptiği ışıktır. Resmedilen her figür, bu ışığın altında, uzayan gölgesiyle canlanmaktadır tablolarda...

Bir de bu canlı figürler yalnız başlannadırlar. Durakta beklerken, balık tutarken, otururken, bir yerlere bakarken hep yalnızdırlar. Ama dramatik bir yam yoktur bu yalnızlıklann. Görünmeyen güneşin aydınlığı ve can yoldaşı gölgeleri arkadaşlık eder onlara... Işık ve gölgenin kafadarlığı sıcak ve parlak renklerle, öylesine belirgindir ki tablolarda, seyredenin dışanda kalmasına imkân yoktur...

Agop Arad son sergisini Parmakkapı'daki İş Bankası Sanat Galerisi’nde açtı. Bu kez, gölgeleriyle arkadaş, yalnız insanlar azınlıkta, tabloların çoğunda doğa var. Ve ağaçlarla bahan resmettiği için olacak, yalnızca gölgenin getirdiği farklılık ölçüsünde bozulan o sıcak tekdüzelik yok renklerinde. Aynı ağaçta yeşilin çeşitli tonlannı görmek ve izlenimcileri anımsatan bir boyama tekniği, alışılmış Agop Arad resminden oldukça farklı yapıtlar karşısında olduğunu hemen fark ettiriyor seyirciye. Ama bir bahar dalında çiçeklenen eflatun, göğün ışıltılı maviliği içinde yüzen pembemsi bulutlar, altlanndaki imzayı araştırmaksızın, kimin elinden çıktığım söylüyor bu resimlerin. Agop Arad’ın sıcak, aydınlık ve sevecen kişiliği yine yansımakta tablolarından. İnsan yine bir Sait Faik öyküsünün lezzetini duyuyor bu resimlere bakarken.

TURHAN İLGAZ Cum huriyet G azetesi Ekim 1990

KÜÇÜK İNSANLARIN RESSAMI.

/ / oğada canlı ve cansız ne varsa, I 1 akademilerde öğretilenleri unutup, yeni J L / v e daha derin bir görüşle, çizgi ve renklerle, temiz bir biçim ve düzenle yansıtmak olsa gerek resim... Siyah-beyaz da olabilir, renklerle de olabilir. Ressamın o andaki isteğine kalmış bir iş...’ ’ Böyle der Agop Arad. O yaşam dolu, o her anını bu yeryüzünde olmanın, soluk alıp vermenin, dostlarla bir kıyıda, bir loş köşede başbaşa bir kadeh rakı içmenin coşkusunu herkesten daha çok, daha derin duyan Agop Arad... Ne demişti Sait Faik onun için “ Canım ressam Arad, ne oğlandır. Gözlüklerinin altındaki büyük ve koyu kahverengi gözlerinden dostluk akar. Ona her derdini söyleyebilirsin, dinler. Elinden gelirse işini de görür.’ ’ Dostluk akan gözleriyle bakıyor ban^, Sait’in bu satırlan yazdığından uzun yıllar sonra... Hep aynı ‘büyük ve kahverengi' gözler, hep o dostluk içtenliği, hep o dert dinleme yumuşaklığı... Kısacası ‘insan’ olmanın, ‘sanatçı’ olmanın, bu yeryüzünde 'bir şeyler' yapmaya,

bırakmaya gelmiş olmanın kaçınılmaz niteliği... (...) Bir akşam başlayacak. Güneş karşıki kıyılardan da çekilecek. Boğaz’ın sulan kararacak. Târabya gazinolarının ışıkları düşecek koya. Kadehlerin sesi gelecek, kadın gülüşleri, erkek kahkahalan. Arad penceresinden her akşam görecek bunlan. Sabah olunca, Târabya kıyılan boşalınca, alacak paletini, fırçasını gidecek bir kıyıya. Başında beyaz şapkası, dudaklannda içmediği bir dumansız sigara, başlayacak “ kendi” evreninde yaşamaya, yaşatmaya. Bir bir gelecekler, boyacılar, kemancılar, balıkçılar, çiçekçiler, midyeciler, işsizler, açlar, yoksullar, yalnızlar... Bugünden gelecekler, dünden gelecekler, en eski günlerden, anılardan gelecekler. “ Ben dedelerimin dedelerinden beri bu toprakların insanıyım. Türkiye’liyim. Kendime bir ayncalık hiç tanımadım” diyen Agop A rad’m yapıtlarında öykülerini, destanlannı yaşayacaklar; bizlere de gelecekteki insanlara da bütün bunlan yaşatacaklar, duyuracaklar...

OKTAYAKBAL ‘A nı D eğil Yaşam ”

MASALDA ZAMAN ÇABUK GEÇER.

B

izde “ kalender" diye bir sözcük vardır, çok kullanılır, o da Farsça'd an gelm edir, alçakgönüllü, dünyadan elini eteğini çekmiş, iyi huylu, yumuşak gibi anlamlarda geçeridir, “ rind” ie eşanlam lı olarak kullanılır: Gönül adam lığı, aldırmazlk, kayıtsızlık, parayı, mevkii aşağılama. Rind daha çok bir yazın-şiir kavramıdır. Türk ve İran yazınında, ibadet ve zikrin dışında bir şey düşünmeyen kaba sofu örneğinin karşıtı, “ filosof, derviş adam’ ’. Demek ölüm onun için rahat bir ilkyaz ülkesidir. Öyle bir ülkeye göçmek isteyen, dünya malına, dünya dedikodusuna boş vermelidir.

Ama b en ' ‘rind’ 'in böyle bir öteki dünya inancına bağlı olduğunu pek sanmam; bence “ rind”, çok şey istemeyen, azla yetinen ve ömrünü huzur içinde geçiren kişidir. Böyle olduğu için de kimsede kıskançlık uyandırmaz, sevilir, aranır. Dostum Agop Arad gibi.

(6)

İnsanoğlu ölüme alışamamıştır. Bir ölüm haberi aldık mı şaşıp kalırız, inanm ak istem eyiz duyduğum uza, "N asıl olur, bir hafta önce görüşmüştük” diye düşünürüz. Recep Bilginer, telefonla Agop'un ölüm haberini ilettiğinde de öyle oldu. ‘ ‘Bir hafta önce gazetenin kapısında karşılaştık’ ’ dedim. Evet, öyle oldu, “Ah kardeşim başıma neler geldi” dedi, “ inme indi bana, hastahanede yattım. Çok iyi baktı doktorlar, iyileştirdiler beni.’ ’

Öpüşüp ayrıldık, meğer veda töreni imiş. Ölümlerin tümü şaşırtıcıdır ve biz şaşmaktan bıkmayız. Şaşarak, şaşırarak yaşamaktır yazgımız. Hiç ölüm yokmuş gibi. Çünkü yaşamın gürültüsü içinde ölümün sesi duyulmaz. Unuturuz. Masalda zaman çabuk geçer.

MELİH CEVDET ANDACA Cum huriyet G azetesi “Şurdan Burdan ve Ölümden", Ekim 1990

İÇ DÜNYASINDA HÜZÜN DOLUDUR.

eriye doğru, 46 yıllık bir arkadaşlığın anılan kaldı sadece. Agop Arad da öteki dostlar gibi dönüşü olmayan o sonsuz yolculuğa çıktı. 40 yıl önce "Vatan” gazetesinde çalışırken arkadaşlarla birlikte, sevgili Agop sanki ölmüş gibi tabutu başında toplanır gibi yapar, ” 0 ölmedi yaşıyor’ ’ derdik. O da gözlüğünün arkasından o sevimli gözleriyle gülerdi. Her türlü şakadan hoşlandığı için, ölüm gibi yaşamın en büyük dramına bile bir arkadaş şakası gözüyle bakardı. Ama ölümden çok korkardı. Biraz hastalanacak olsa ’ ’Gebereceğim galiba!' ’ derdi.

(...) Dostluklarından gurur duyduğu insanlar Melih Cevdet Anday, Orhan Veli ve Sait Faik idi. “ Vatan" gazetesine girdiğimde, yani 1945’te, bana en çok yakınlık gösteren insan o olmuştur. Hatta ilk günlerde, adım bilmediğim için, ona ’ ‘Agop’ ’ diye seslenmelerine üzülmüş, "Yapmayın, sonra alınır” demiştim. Arad, Türkçeyi o denli düzgün konuşuyordu. Sonra taklidini yapa yapa diksiyonunu bizler bozduk.

(...) Dış dünyası alabildiğine neşeli; alabüdiğine

canlı olan Agop Arad, dostum, iç dünyasında hüzün doludur. Aydın, ileri düşünceli, ama birtakım dinsel inanışlara bağlıdır. 1964 yılında, benim "İsyancılar” piyesim Şehir Tiyatrolan'nda oynanacağı sırada, kaç kez "Recep, gel Eyüp Sultan'a gidelim. Piyesin başarılı olması için dua edelim” demiştir.

RECEPBİLGİNER Cum huriyet G azetesi ‘‘B abIâli'n in İh raby alıressam ı" , Ekim 1990

SEVENİ PEK ÇOKTU.

E

lmor artık yok! Ben ona her karşılaşmamda ya da telefon açışımda “ Elmor” derdim. Televizyonda bir reklam filmi vardı, sanınm bir musluk firmasının. İçerden bir ses her ‘ ‘Elmor’ ’ diye bağınşında Elmor, elinde bir İngiliz anahtarı, yardıma koşardı... Agop Arad, özverili bir yardım duygusuyla dolu bir insandı. Hangi konuda olursa olsun, ne zaman başınız sıkılsa, çekinmeden ona derdinizi açabilirdiniz. Her zor işin üstesinden gelmesini bilirdi.

(...) Agop Arad kadar, çevresi geniş, tanıdığı bol bir kimse az tanıdım. Tüplümün her katında, her meslekten belki yüzlerce tanıdığı, bildiği vardı. Bir örnek vereyim: Cağaloğlu' ndan Sirkeci’ye, yokuş aşağı inmemiz sırasında, en azından on, on beş kişiyle selâmlaşır, aralannda birkaç cümlelik bir konuşma muhakkak olurdu. Yani hertesle banşık bir insandı.

(...) Abidin Dino, Yüksek Kaldınm’da, Kamondo Hanı diye bilinen eski bir binada, üst katlarda küçük bir daire tutmuştu. Burası kısa bir sürede bir sanat merkezi oluverdi. ¡Jk sergi, bugün her biri usta bir sanatçı olan ressamların Liman Sergisi'ydi. En elverişli yer, Tâksim’deki Fransız Konsolosluğumun dergi salonu idi. Akşam üzeri orada toplanır, gideceğimiz yere oradan giderdik. Bir akşam üzeri Orhan Kemal’in, Adanalı genç hikayeci diye Yaşar Kemal’i oraya getirdiğini anımsıyorum. Bu, onu ilk görüşümüzdü.

O günlerde Fethi Karakaş, Agop Arad ve ben, bir sacayağı gibiydik. Bu yakınlığı daha sonra basın çevresinde Recep Bilginer, Agop Arad ve ben yine birlikte sürdürdük.

Seveni pek çoktu. “ Vatan" gazetesinde Sinan Korle’den, Fikret Adil’den ölüm döşeğinde başından hiç aynlmayan Klişeci Artin Boyacıyan’a kadar birçok içten dostla kenetlenmişti. Işıl ışıl, pınl pınl bir yürek taşıyordu. Her türlü çıkar hesaplarından uzak olarak. Belki de onu böyle çok sevişimiz bundandır.

HÜSAMETTİN BOZOK V arlık D ergisi, S ayı 9 9 8 "E lm or!"

ŞURADA KAÇ KİŞİ KALDIK...

B

ana Agop Arad'ı, Orhan Veli tanıtmıştı. Bir gün Orhan’la BabIâli'den yukarı doğru çıkıyoruz; Meserret’i biraz geçtik Orhan, “ Bizim Agop’a beş dakika bir uğrayalım” dedi. Uğradık. Bir hanın girişinde daracık bir odada resim yapıyordu. İki kişi ya sığar ya sığmaz. Agop bir kitabın kapağını yapıyordu. Tânıştık.

(...) Gazeteye geldiğinde Oktay Akbal'ın odasında oturur, gazeteleri okur, kendi yaşında yazarların gelmesini beklerdi. Beni gördüğünde uzun bir “ Vayyy" çığlığı atar,

‘ ’Yahu nerelerdesin? Şurada kaç kişi kaldık’' derdi. Oktay Akbal'lı, Recep Bilginer’li, Melih Cevdet’li, Sami Karaören’li, Dündar Akünal’b öğle rakılan gene oluyordu. Ama sürekli değil. Boğaz’da Nadir Bey’in bulunduğu kimi öğle rakılarına katılıyordu. Bu, biraz da geçmişi anma oluyordu.

Babıâli, uzun tarihi içinde, neler gördü, neler geçirdi. Bunların atasında birçoklan gibi Agop Arad da var. Ama herkesin yeri ayn, herkesin çizgisi değişik. Agop iyi bir ressamdı. Yalnızlığın resmini çizerdi. Bu resimler kimbilir kimlerin duvarlarında asılıdır. Bende asılı olan, tek başına bir çocuk resmidir. Resimleri duvarlan süslerken gölgesi de Babıâli üstünde değil midir?

Agop’un gidişi, bir ressamın yalnızlığıdır. Babıâli içinde bir yalnız kişi...

MEHMETKEMAL Cum huriyet G azetesi "A radin A h i..." Ekim 1990

Referanslar

Benzer Belgeler

cell/well)植入 24-well plate 中培養 48 小時 後,在加入待測化合物反應 24 小時,接著用 PBS 清洗細胞 2 次,加 入 lysis

Sonuç olarak Sultan Mahmut Torayğırov, 20 yüzyıl Kazak edebiyatının şair, yazar, ilim ve fikir adamı olarak önde gelen şahsiyetlerden biridir. Torayğırov’un

Fizik alanındaki ödül evrenin gelişimi ve galaksilerin oluşumunun temelini oluşturan dalgalanmalar konusundaki bilgi birikimimize yaptıkları katkılar için NASA’nın

Berkeley’den master ö¤rencisi Crissy Huf- fard ve ve integratif biyoloji profesörü Ro- bert Full’un gözledikleri yürüyen ahtapotlar, deniz dibinde yuvarlan›rken

T he results o f this study show ed that natural and cheap Jania Rubens - Saccharomyces Cerevisiae - Silica gel com posite biosorbent can be successfully u sed for thorium

Tevfik Coşkun Kadirli. Sayın

4 Ağustos — Süreyya paşanm tav­ siyesine uyarak, zatı şahaneye tak - dim etmek üzere Avrupa devletleri­ nin Osmanlı memleketleri hakkında takip ettikleri

Necip Usta ile ilgili kötü haberi Usta Aşçı dergisinde görmüştüm.. Derginin yazı işleri müdürü ile yaptığım görüşmede