• Sonuç bulunamadı

Başlık: Enformasyon toplumu kuramlarındaki insan tasavvurunun eleştirel bir çözümlemesiYazar(lar):YÜKSEL, HakanCilt: 10 Sayı: 1.2 Sayfa: 009-046 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000135 Yayın Tarihi: 2012 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: Enformasyon toplumu kuramlarındaki insan tasavvurunun eleştirel bir çözümlemesiYazar(lar):YÜKSEL, HakanCilt: 10 Sayı: 1.2 Sayfa: 009-046 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000135 Yayın Tarihi: 2012 PDF"

Copied!
38
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Enformasyon Toplumu

Kuramlarındaki İnsan Tasavvurunun

Eleştirel Bir Çözümlemesi

iletiim : arat›rmalar› • © 2012 • 10(1-2): 9-46 Hakan Yüksel

Özet

Kapitalizmin 1970’lerdeki krizinin ardından tıkanan sermaye birikimini yeniden sağlamak için kapsamlı bir yeniden yapılandırma süreci başlarken, bir takım kuramcılar bu meşakkatli dönüşümü daha müreffeh ve adil olmasıyla öne çıkan yeni bir toplumun – enformasyon toplumunun – doğum sancıları olarak nitelediler. Böylelikle yeniden yapılandırmayı meşrulaştırdılar. Makalenin temel varsayımı, yeniden yapılandırmanın sembolik ayağındaki başlıca unsurlardan biri olan enformasyon toplumu kuramlarının belli bir “ideal” insan tasavvurunu öne çıkardığı ve bu kuramların politika süreçleri üzerindeki etkisine bağlı olarak belli niteliklere sahip söz konusu insan tasavvurunun günümüz kapitalizmini anlamak ve insanların içinde bulundukları koşulları değerlendirmek açısından önem arz ettiğidir.

Anahtar Sözcükler: Yeniden yapılandırma, enformasyon toplumu, esneklik, hayat-boyu eğitim, uzaktan eğitim, uzaktan çalışma.

A Critical Analysis of the Information Society Theories’ Conception on Human Beings

Abstract

While a comprehensive restructuring had been started in the 1970s in order to relaunch capital accumulation and overcome the crisis of capitalism, a group of theorists qualified the troubled transformation as the birth pain of a new society, information society, with much more prosperity and equality. Thus, they justified the restructuring of capitalism. The main assumption of the article is that information society theories, a key aspect in the symbolic side of the restructuring, underline a conception of an “ideal” human being with certain qualities, and this is very important in order to understand contemporary capitalism and actual conditions of men and women, given the impact of these theories on policy processes.

Keywords: Restructuring, information society, flexibility, lifelong learning, distance learning, distance working.

(2)

Kapitalizmin 1970’lerin başında krize girmesinin ardından tıka-nan sermaye birikimini yeniden sağlayabilmek için kapsamlı bir yeni-den yapılandırma sürecine girilir. Bunun emekçi kitleler açısından asli sonuçlarından biri toplumsal faaliyetlerin yeniden kurgulanmasına paralel olarak kendilerinden beklenen nitelikler ve eylemlerin farklı-laşmasıyken, bir diğeri de piyasa kaynaklı belirsizlik ve güvencesizli-ğin hayatlarında baskın çıkmasıdır. 1945 sonrasında istikrarlı bir biriki-mi mümkün kılan Refah Devleti politikalarıyla güvence altına alınmış kitlesel üretim-kitlesel tüketim döngüsünün artık işlememesi üzerine devletin ekonomiden çekilmesi ve piyasa ilişkilerinin mümkün olan her alanda hâkim kılınması amaçlanır. Piyasadaki belirsiz ve değişken talebe göre üretimin esas teşkil ettiği bu yeni yapıda Fordist yerine (post-Fordist) esnek üretim yöntemleri benimsenir, hizmetler sektörü, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin (EİT) yoğun kullanımı öne çıkar.

Makro plandaki toplumsal dönüşümlerin mikro planda insanların anlamlandırmaları ve eylemleriyle mümkün olduğunu göz önüne ala-rak, güncel koşullarda kapitalizmin insanlar tarafından nasıl işler kılın-dığına dair daha geniş bir kavrayış edinmek ve insanların büyük çoğunluğunun aleyhlerine olsa bile yeniden yapılandırmayı neden onayladıklarını sorgulamak istediğimizde, enformasyon toplumu kuramları olası çözümleme odakları arasında en fazla anlam ifade edenlerden biri olarak öne çıkar. Bu kuramlar yeniden yapılandırma-nın sembolik ayağındaki başlıca unsurlardan birisidir. 1970’lerden

iti-Enformasyon Toplumu Kuramlarındaki

İnsan Tasavvurunun

(3)

baren toplumsal yaşamı kökten değiştiren düzenlemeler gerçekleştiri-lirken ortaya çıkan enformasyon toplumu kuramcıları, yaşanan meşak-katli dönüşümü sanayi toplumunun can çekişmesi ve daha müreffeh ve adil enformasyon toplumunun doğum sancıları olarak niteleyerek meşrulaştırırlar. Dahası, zenginliğin emek yerine artık EİT’ler aracılı-ğıyla enformasyon işlenerek yaratıldığının öne sürüldüğü enformas-yon toplumunun kendisi, siyasetçilerin gündemindeki başlıca amaç-lardan birine dönüşür.1 Öyle ki, büyük anlatıların “buharlaştığı” bu dönemde, enformasyon toplumunun en yeni ve en etkin büyük anlatı hâline geldiği öne sürülür (Servaes, 2003: 18, 27). Dolayısıyla, günü-müzde insanların içinde bulunduğu yaşam koşullarını biçimlendiren pek çok karar bu kuramlara dayanılarak alınmış ve meşrulaştırılmıştır.

Tüm bunların ışığında, bu makalenin temel varsayımı, enformas-yon toplumu kuramlarının – öne sürdükleri yeni toplumla ve meşru-laştırdıkları yeniden yapılanmayla uyumlu – bir “ideal insan” tasavvu-runu öne çıkardıkları, belli şekilde düşünen ve eyleyen, belli niteliklere sahip bu soyut insanın, kuramın politika süreçleri üzerindeki etkinliği-ne bağlı olarak kapitalizmin güncel koşullarda sürekliliğini sağlayan somut insanlara dair çıkarımlarda bulunmak açısından önem arz etti-ğidir. Ancak baştan belirtmek gerekir ki, insanların birebir enformas-yon toplumu kuramlarında yer alan tasavvur doğrultusunda yaşamla-rını sürdürdüklerini iddia etmek mümkün değildir. Toplumsal müca-dele içinde toplumsal gerçekliğe dair farklı kavramsallaştırmalar var-dır. Sanayi toplumunun aşıldığını öne sürenlere yanıt olarak, gelişmiş kapitalist toplumların üretim kalıplarındaki değişimi kabul eden ama buna dayanarak yeni bir toplum doğduğunu iddia etmenin yanılgı olacağını, toplumsal planda kopuştan ziyade devamlılığın bulunduğu-nu dile getirenlere dikkat çekmek gerekir. Bu şekilde farklı kesimlerce yapılan farklı değerlendirmelere bakarak, enformasyon toplumunun sanayi toplumu gibi üzerinde uzlaşılan somut bir olgudan ziyade yeni-den yapılandırma sürecinde toplumsal gerçekliğin egemenlerin gözün-den anlamlandırılmasına gözün-denk düşen ideoloji yüklü bir kavram oldu-ğu daha net görülür.2 Bununla birlikte kapitalist toplumlardaki eşitsiz güç ilişkilerini göz önüne alınca toplumsal gerçekliği birebir biçimlen-dirmeseler bile egemen çıkarlarla ilişkili ideolojik tasavvurları kenara

(4)

atmak zordur. Eroğul’un (2007: 6-7) vurguladığı üzere, yapısalcılar gibi insanı önceden hazırlanmış kalıplara giren bir varlık olarak gör-mek ne kadar yanlışsa, davranışçılar gibi insanı toplumsal alana kendi hür bilinciyle katılan bağımsız biri olarak kavramak da, onun neden başına buyruk olmadığını ve belli biçimde davrandığını açıklamayaca-ğı için o kadar yanlıştır. İşte bu nedenle burada sadece enformasyon toplumu kuramlarındaki insan tasavvuruna odaklanılmaktadır. Fakat toplumsal mücadeleyi hesaba katarak toplumsal gerçekliğin ne derece enformasyon toplumu kuramları doğrultusunda gerçekleştiğinin tam olarak saptanabilmesi için başka çalışmalarda bulunmak gerektiği de açıktır.

Enformasyon toplumu-yeniden yapılandırma ilişkisini, görece daha az çalışılan mikro bir perspektiften sorgulayarak literatüre katkı yapmayı amaçlayan bu çalışma başka önemli sınırlılıklar da taşımak-tadır. Çalışmada, enformasyon toplumu kuramlarından bahsederken çok büyük ölçüde Daniel Bell, Alvin Toffler ve Marshall McLuhan’ın 1980 öncesi yazdıkları eserlere odaklanacağız. Elbette, sanayi toplu-mundan farklı yeni bir toplumun doğduğunu öne süren, farklı yönle-rine bakarak bu yeni toplumu farklı biçimlerde isimlendiren ama başlıca zenginliğin kaynağı olarak enformasyonun işlenmesini gör-düklerinden dolayı enformasyon toplumu kuramları çerçevesi içinde değerlendirebileceğimiz başka isimler de vardır.3 Böylesi bir çoklukta incelenen kuramcılara ve tarih aralığa dair bir sınırlandırma zorunlu-dur. Bu noktada seçilen üç ismin enformasyon toplumu kuramlarını yansıtan uygun isimler olduğunu söyleyebiliriz. Webster (2006: 32-33), birinci sınıf bir düşünür olarak nitelediği Bell’in enformasyon toplu-muna ilişkin en sofistike çalışmayı yapan isim olduğunu, tezinin somut toplumsal gerçekliği yansıttığını göstermek için kapsamlı ampi-rik veriler sunduğunu aktarır. Bell, enformasyon toplumu kuramları-nın akademideki örnek temsilcisiyse, Toffler ve McLuhan da popüler literatürdeki örnek temsilcileridir. Detaylı sosyolojik araştırmalara girmeden sundukları basit açıklamalar enformasyon toplumu kav-ramsallaştırmasının geniş kitlelerce benimsenmesini sağlamıştır.4 Diğer yandan belirtmek gerekir ki, enformasyon toplumu kavramsal-laştırması 1980 öncesindeki çalışmalar sayesinde toplumsal planda

(5)

belli bir zemin kazanmıştır. Sonraki yıllarda gerçekleştirilen çalışmalar ve politika belgeleri bu temelin üstünde yükselirler.5 Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz; enformasyon toplumu kavramı dolayımıyla kapitaliz-min yeniden yapılandırılmasının maskelenmesinden ve insanların yönlendirilmesinden bahsediyorsak, toplumsal mücadelenin çok sert geçtiği 1980’lerin öncesinde ortaya konan temel nitelikteki çalışmalara odaklanmak yanlış olmaz.

Toplumsal gerçekliği bir bütün olarak kavrayamayacağımız için sorunsalımız bağlamında bütüne dair genel çıkarımlarda bulunmak için enformasyon toplumuna odaklanmak ve bu kapsamda belirlenen kuramcıların belirlenen eserlerini incelemek doğru olsa da, yeniden yapılandırmanın ekonomik, siyasi, kültürel boyutları olan karmaşık bir olgu olduğu ortadadır. Bu noktada çalışmanın ekonomik boyuta, özellikle üretime odaklandığını belirtmek gerekir. Zira bahsi geçen kuramcıların tezinin merkezinde sanayi toplumunun geride kaldığı, değerin üretiminde emeğin yerini artık enformasyonun aldığı savı yatar.6 Yeniden yapılandırmanın diğer boyutlarına ilişkin veçheler (mesela toplumsal kimliklerin öne çıkması, yerleşik partilerin zemin kaybetmesi, ulus-devletin aşınması, vs...) bu nedenle yeri geldiğinde ekonomiyle ilişkilendirerek verilecektir. Burada söz konusu olan hiç-bir şekilde yeniden yapılandırmanın siyasal ve kültürel boyutlarını yadsımak değildir; sadece araştırma konusuna dair bir sınırlılıktır.

Bir başka sınırlılıksa, yeniden yapılandırma kapsamında ekono-mik (ve de toplumsal ve kültürel) faaliyetlerin küreselleşmesi söz konusu olmasına rağmen çözümlemenin odağında büyük ölçüde gelişmiş kapitalist ülkelerin bulunmasıdır. Bu, yeniden yapılandırma-nın kapitalist birikimin tıkanmasıyla başladığı göz önüne alındığında anlaşılır bir durumdur. Yeniden yapılandırmanın bayraktarlığını yapanlar da merkezi bu ülkelerde bulunan büyük sermaye grupları ve de sahip oldukları gücü uluslararası planda bu yönde kullanan bu ülkelerin hükümetleridir. Diğer yandan enformasyon toplumu kuram-cıları da bu ülkelerde yaşanan gelişmeleri çözümleyerek tezlerini geliştirmişlerdir. Ancak enformasyon toplumu görüşünün dünyanın geri kalanına ihraç edildiğini, yeniden yapılandırma kapsamında

(6)

küreselleşmenin yayıldığını dikkate aldığımızda varacağımız sonuçlar bir ölçüde gelişmekte olan ülkeler için de geçerlidir.

Bu kapsamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Öncelikle kapi-talizmin yeniden yapılandırılma süreci irdelenecektir. Böylece tarih-sel-toplumsal bağlamı ortaya koyduktan sonra ikinci bölümde enfor-masyon toplumu kuramlarının tartışılmasına girişilecektir. Son bölüm-deyse enformasyon toplumu kuramlarının “ideal insan” tasavvuru çözümlenecektir.

Yeniden Yapılandırma Süreci

1970’lerdeki krizin nedenlerine dair farklı kuramsal perspektifler-den farklı açıklamalar getirilir.7 Ancak krizin nedenleri ve buna dair açıklamalar başka bir çalışmanın konusudur. Bu başlık altında ayrıntı-lı tartışmalara girmeden sermaye birikimini sağlamak için krizin ardından atılan adımları betimleyerek, çalışmanın tarihsel-toplumsal bağlamı yansıtılacaktır. Böylece yeniden yapılandırmanın ana hatları-nı tahatları-nımlayabilecek, enformasyon toplumu kuramlarıhatları-nı değerlendire-bilecek bir çerçeveye sahip olacağız. Bu bölümün sınırlı tutulmasının bir başka nedeni yeniden yapılandırma sürecinin literatürde zaten kapsamlı biçimde tartışılmış olmasıdır.8

Yeniden yapılandırmanın alametifarikası piyasanın baskın konu-ma gelmesidir. 1945 sonrasında ekonominin çarklarını döndüren kitle-sel üretim-kitlekitle-sel tüketim döngüsü, devletin talebi garanti altına ala-cak şekilde ekonomik süreçlere müdahalesiyle mümkün olmaktaydı. Döngü sürdürülemez hâle gelince şirketler, ulusal sınırlar dâhilinde garanti talep yerine küresel piyasadaki belirsiz ve değişken talebe göre üretime yöneldiler. Buna koşut olarak uluslararası planda serbest tica-ret öncelikli gündem maddesi hâline gelirken, gümrük duvarlarının düşürülmesi için çok taraflı görüşmelere başlandı. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) işte bu sürecin ürünü olarak 1994’te kuruldu. Gelişmekte olan ülkelere de artık ithal ikameci rejimleri bırakarak, dışa açık büyü-meyi benimsemeleri tavsiye edildi, hatta şart koşuldu (Keyder, 1981: 38).

(7)

Piyasanın öne çıkmasının diğer boyutunda devletin geri çekilmesi vardır. Kriz öncesinde devlet, artı-değerden aldığı yüksek vergilerle kitlesel talebi ve geniş sosyal harcamaları finanse ediyordu. Krizin ardından Refah Devleti yükünden kurtulan sermayenin daha fazla yatırım yapacağı, yeni işlerin çıkacağı ve refahın yayılacağı savı sıkça tekrarlandı (Keyder, 1981: 29). Eğitim, sağlık, güvenlik, iletişim gibi devletçe sunulan kamu hizmetlerinin, kâr mantığıyla hareket eden özel sektöre bakir birikim alanları olarak açılması için girişimler başla-dı (Geray, 2003: 62-63, 95-97), geniş kapsamlı özelleştirmeler ve serbest-leştirmeler yaşandı. Eskiden sermaye ve emek arasındaki dengeyi gözeten devlet, artık tavrını açıkça ilkinden yana koyarak, toplumsal faaliyetlere ilişkin düzenlemeleri piyasacı bir mantıkla gerçekleştirme-ye girişti.9 Buna bakarak aslında devletin ekonomiden çekildiğini söy-lemenin tam olarak doğru olmadığı iddia edilebilir; sonuçta şirketlerin önünü açan düzenlemelerin gerçekleştirilmesi için piyasanın devlete ihtiyacı vardır. Aynı durum uluslararası planda da geçerlidir; küresel-leşme nedeniyle ulus-devletlerin etkinlik alanı kısıtlanırken (Hobsbawm, 1996: 489; Harvey, 2010: 189), küreselleşmenin önünü açan da başta gelişmiş ülkeler olmak üzere ulus-devletlerin hükümet-leridir. Ayrıca sermayenin ihtiyaç duyduğu her anda (mesela 1980’ler-deki bütçe/borç krizlerinde, borsa çöküşlerin, vs...) devletin ekonomi-ye müdahale etmekten geri kalmadığına da dikkat çekilir (Hobsbawm, 1996: 475; Harvey, 2010: 193). Üşür (1997: 317) ise, devletin müdahale-lerinin arttığını, değişenin müdahale biçimleri olduğunu vurgular.

Emeğin örgütlü gücü de zemin kaybeder. Kitlesel üretim-kitlesel tüketim döngüsü, üretimdeki vasıfsız, rutin ve yabancılaştırıcı işi yapan işçilerin, üretim katlanırken isyan etmelerini önlemek için güçlü sendikalar çevresinde örgütlenerek, toplu sözleşme yoluyla yüksek ücretler almasıyla mümkün oluyordu (Holloway, 2006: 368; Koch, 2006: 26-27; Ansal, 2014: 11). Döngü kırılınca, emek sermayenin sırtın-daki yüke dönüşür. Sendikaları kenara iterek, emeği de diğer üretim faktörleri gibi değişken ve belirsiz talebe göre ayarlamak isteyen şirket-ler (Harvey, 2010: 174), devletin düzenlemeşirket-leri kendişirket-lerinden yana gevşetmesiyle esnek üretime yönelirler. Bu kapsamda üretimde taşe-ronlaşma yaygınlaşır (Harvey, 2010: 171, 174, 179; Geray, 2003: 69).

(8)

Şirketler, işçilere karşı sosyal güvenlik, kıdem gibi sorumlulukların-dan kurtulurlar. Keza eskiden şirket bünyesinde sağlanan hukuk, muhasebe, pazarlama gibi hizmetler de artık dışarıya ihale edilir (Harvey, 2010: 180-181). Taşeronlaşmanın önemli bir boyutunu üreti-min, emek maliyetinin epeyce düşük olduğu gelişmekte ülkelere kay-dırılması oluşturur (Hobsbawm, 1996: 477; Taymaz, 1993: 33). Şirketler bu ülkelerde kendileri adına üretim yapan geniş bir taşeronlar ağını yönetirler. Bununla birlikte şirketlerin doğrudan bu ülkelere yatırımda bulunması da söz konusu olabilmektedir. Bu sürecin sonucunda geliş-miş ülkelerde fabrikalar kapanır, işsizlik artar (Hobsbawm, 1996: 478; Harvey, 2010: 170-172). Hâlâ iş sahibi olabilenlerin “esnek çalışma koşullarını” benimsenmesi istenir ki, bu kapsamda beklenen işçilerin kendi işleri yanında başka işleri de yapmaları (işlevsel esneklik), talebe göre çalışmayı kabul etmeleri ve gerektiğinde işten çıkarmaya diren-memeleri (sayısal esneklik), ücretlerin kâra göre ayarlanmasını (ücret esnekliği) onaylamalarıdır (Taymaz, 1993: 33; Harvey, 2010: 174-175).

Hizmetler sektörü ve teknolojinin artan önemi yeniden yapılan-dırmanın başat bir ayağıdır. Küresel piyasayı takip etmek, sınır ötesine taşan üretimi ve tüketimi yönlendirmek, dört bir yandan enformasyon aktarımını ve işlenmesini zorunlu kılar ki, telekomünikasyon hizmet-leri ve EİT’ler şirkethizmet-lerin faaliyethizmet-leri için yaşamsal hâle gelir (Harvey, 2010: 183; Kumar, 2004: 20; Geray, 2003: 79-81).10 Talepteki değişimleri hızla saptadıktan sonra üretim sistemlerini de aynı hızla ayarlayabil-mek yazılım ve teknoloji hizmetleri kadar otomasyon üretim sistemle-rini de stratejik kılar (Harvey, 2010: 168, 180). Büyük masraf yaratan stokları azaltmak için bilgisayarlı envanter denetiminin kullanılmasını da bu kapsamda değerlendirebiliriz (Hobsbawm, 1996: 466; Harvey, 2010: 180). Küresel piyasadaki her tür talebi yanıtlayabilmek, olmadı-ğında talep yaratabilmek için ürün geliştirme süreçleri hızlanır ve ürün yelpazesi genişler (Hobsbawm, 1996: 466; Taymaz, 1993: 32-33; Harvey, 2010: 168).11 Talebi etkilemek için tasarım, paketleme, pazar-lama ve reklam hizmetleri öne çıkar (Geray, 2003: 69-70).12 Üretim ve tüketimin küreselleşmesine koşut olarak arka plandaki bankacılık, sigortacılık, lojistik gibi hizmetler de sınır ötesine taşar (Geray, 2003: 63; Harvey, 2010: 185). DTÖ’nün kurulduğu dönemde çoktaraflı Hizmetler Ticareti Genel Anlaşması’nın (GATS) imzalanması

(9)

hizmet-ler sektörünün uluslararası ticaretteki artan önemini yansıtır (Geray, 2003: 63, 65; Kıyan ve Yüksel, 2011). Kamu hizmetlerinin birikim alanı olarak sermaye açılması, yoğunlaşan hizmetler ticaretinin bir diğer boyutudur ve bunlar GATS’ta dolaylı yoldan düzenlenir.13

Enformasyon Toplumu Kuramlarının Yükselişi

Sosyal bilimlerin kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda geliştikle-ri, toplumu yönlendirmeye yarayan “yönetim teknolojileri” işlevi gör-dükleri, ürettikleri bilgilerin insanları belli konumlara yerleştiren söy-lemlere dayanak sağladığı Foucault’ya atıf yapılarak sıkça vurgulanır (Hall, 1997: 49; Cevizci, 1999: 364; Tekelioğlu, 1999: 47; Atayurt, 2003: 8). Fairclough (1995: 87, 91, 103-105) da egemenlerin bir tür toplumsal mühendislik çabası olarak nitelendirilebilecek “söylemin teknolojizas-yonuna” başvurduklarını, mevcut toplumsal pratiklerin değişimi için bilgi ürettiklerini aktarır. Marksist perspektiften bakan Lichtman (2012: 146-147), artan insan olanaklarına karşın, bu olanakları fiilen engelle-yen ve çarpıtan toplumsal yapılar arasındaki çelişki derinleşirken, kapitalizmin kendisi hakkındaki eleştirileri etkisiz kılacak ve meşruiye-tini yeniden üretecek kuramlara ihtiyaç duyduğunu belirtir. Enformasyon toplumu kuramları bu kapsamda değerlendirilmelidir. İnsanlar yaşanan dönüşümü anlamlandırma gayretindeyken Daniel Bell, Alvin Toffler, Marshall McLuhan, Yoneji Masuda gibi kuramcıların ortaya attığı enformasyon toplumu savı insanların kapitalizmin yeni-den yapılandırılmasını görmesini engelleyen bir anlam çerçevesi yarat-mıştır. Bu kuramcıların yaklaşımını kabaca şu başlıklarla aktarabiliriz;

• Sanayiden hizmetler sektörüne istihdam kayışı, tarımdan sanayiye doğru olandan geri kalmayan bir dönüşümdür (Bell, 1973: 124-128; Toffler, 1981a/1980: 31-34; Toffler, 1981b/1970: 19-20). Bu nedenle istihdamdaki kayışı gösteren istatistikleri sıkça vurgularlar (Bell, 1973: 129-132; Bell, 1999/1976: 218, 221; Toffler, 1981a/1980: 251).

• Yükselen hizmetler sektöründeki insanlar enformasyon işler-ler (Bell, 1973: 116, 127-128, 467; Bell, 1999/1976: 219). Şirketişler-ler ürün geliştirme ve üretimi yönlendirmeyle ilgilendiğinden,

(10)

sanayi üretimi bile aslında enformasyona tâbidir (McLuhan, 2009/1960: 28). EİT’ler multimedya, veri depolama, uzaktan alışveriş gibi yeni hizmet alanları açmaktadır (McLuhan ve Powers, 2001/1989: 139, 147). Refahın artmasıyla eğitim, sağlık ve eğlence hizmetleri de yaygınlaşacaktır (Bell’den aktaran Webster, 2006: 50-51). Zenginlik kaynağı olarak emeğin yerini enformasyon almaktadır (Bell, 1999/1976: 217).

• Mülkiyet, iktidar ve sömürünün sonu gelmiştir. Enformasyon işleyerek üretimi planlamak ve yönlendirmek, bilfiil üretim-den önemli olunca üretim araçlarının mülkiyeti kadük kalır.14 Toplum, devlette ve özel sektörde kilit konumlarda bulunan yüksek eğitimli uzmanların kuramsal bilgiye dayanarak aldı-ğı, nesnel ve tarafsız kararlarla yönlendirilmektedir (Bell, 1973: 34-35, 43, 51-52, 99-100, 164, 362). Dolayısıyla bu kararlara karşı çıkmaya gerek yoktur. Koşulların hızla değiştiği yeni toplumda hızla enformasyon işlemek yaşamsalken, iş yerlerin-deki hiyerarşi ve kurallarda diretmek de boşunadır (Toffler, 1981b/1970: 121-125; McLuhan, 2009/1960: 27).15 Enformas-yon işleyenler, akılcı ve yaratıcı işlerle kendilerini geliştirdikle-rinden (McLuhan, 1964: 58; Toffler, 1981b/1970: 335), yabancı-laşma ve sömürüden bahsetmek zordur.

• Gerçek anlamda toplumsal eşitliğin sağlanması yakındır. İşlendikçe eksilmek yerine artan enformasyonu (Bell, 1999/1976: 217; Masuda, 2009: 132) saklamak gereksizdir. İnsanlar, ilkel çağlardaki besin toplayıcıları gibi bilgi/enfor-masyon toplayacaklardır (McLuhan, 1964: 358). Uzak yerlerde yaşayanlar, eve bağımlı engelliler ve kadınlar, EİT’ler sayesin-de toplumsal faaliyetlere istedikleri zaman ve yersayesin-den katılabi-leceklerdir (Bell, 1999/1976: 219; Toffler, 1981a/1980: 395; McLuhan ve Powers, 2001/1989: 192).

• Demokrasi gelişecektir çünkü EİT’ler sayesinde insanlar sesle-rini başkalarına ve yöneticilere kolayca duyurabileceklerdir (Toffler, 1981b/1970: 236; McLuhan ve Powers, 2001/1989: 141-142, 193; Masuda, 2009: 133).

(11)

• EİT yatırımları, büyük sanayi tesisleri kurmaktan daha ucuz olduğundan gelişmekte olan ülkelerin geri kalmışlıktan kurtul-ması daha kolay olacaktır (Toffler, 1981a/1980: 396, 403; McLu-han ve Powers, 2001/1989: 167). Toplumsal eşitlik ve demokra-si bu ülkelerde de sağlanacaktır.

Enformasyon toplumu kuramcıları, insanlara “akla yatkın” gelebi-lecek basit açıklamalar sunarlar. Ancak dikkatli bir değerlendirme savlarının pek çok açıdan tartışmalı olduğunu gösterir. Öncelikle tek-nolojik belirleyicilikten muzdarip oldukları öne sürülür (Üşür, 1997: 306, 312-313) çünkü teknolojiyi boşlukta gelişmiş ve sonradan topluma dâhil olarak tüm düzeni değiştirmiş bir güç olarak değerlendirirler.16 EİT’lerin kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda geliştiğini ve evrildi-ğini göremezler.17

İkincisi, hizmetler sektörüyle sanayinin sistematik bağını fark ede-mezler. Oysa sanayi şirketlerinde hizmetlerin önceden de önem arz ettiğini, hizmetler sektöründeki istihdamın aslan payının aslında sana-yi üretimiyle ilgili hizmetlerde yer aldığını, istihdamdaki asıl kayışın sanayiden değil, tarımdan hizmetlere doğru olduğunu gösteren açık kanıtlar vardır.18

Üçüncüsü, hizmetler sektöründeki işlerin niteliğini abartırlar. Yeni hizmet işlerinin hepsinde enformasyon işlenmemektedir. Çoğunluğu (fast-food restoranlarda veya veri girişinde çalışmak gibi) rutin, vasıf gerektirmeyen, geçici nitelikteki işlerdir ve bunlarda genellikle top-lumsal eşitsizliklere daha fazla maruz kalan kadınlar çalışmaktadır. (Kumar, 2004: 40-41). Sekreterlere yönetici asistanı denilmesinde oldu-ğu gibi ismine bakınca uzman sınıfa aitmiş görülen “makyajlanmış” meslekler vardır (Kumar, 2004: 40-41). Bunun yanında enformasyon işleyen beyaz yakalıların da Taylorizasyona uğraması söz konusudur (Braverman, 2008/1974; Kumar, 2004: 33-34).19

Dördüncüsü, daha eşit, özgür ve demokratik bir toplumdan bah-setmek zordur. Bilginin iktidarla ilişkili biçimde geliştiğine dair savlar dikkate alındığında, uzmanların sahip olduğu “nesnel kuramsal” bil-giye dayanarak iktidarın aşılmasını öne sürmek imkânsızlaşır. Bunun

(12)

yanında, herkesin enformasyona eşit erişiminden bahsedemeyiz çünkü patent ve fikri mülkiyet hakları enformasyonu metalaştırmakta ve ser-best dolaşımını engellemektedir (Geray, 2003: 70-71; Üşür, 1997: 313; Nalbantoğlu, 2001: 15; Nalbantoğlu, 2009: 412). Her tarafta bolca bulu-nan enformasyonsa nitelik itibarıyla insanların beynini çöple doldur-duğundan (Nalbantoğlu, 2009: 420), enformasyon toplumunda insan-lar aslında bilgilenmenin çok uzağındadır (Üşür, 1997: 320). Bu yüzden insanlar bilinçli vatandaşlar olmak yerine sıradan tüketicilere dönüş-mektedir (Nalbantoğlu, 2001: 22; Nalbantoğlu, 2009: 420). Keza tekno-loji, yayıncılığı ve herkesin sesini duyurmasını kolaylaştırsa da, bazı görüşlerin bastırılması teknik bir mesele değildir. En başta piyasanın bu denli baskın hâle gelmesiyle, değişim değeri ifade etmeyen enfor-masyon köşeye itilebilir, kültürel çeşitliliğinin ortadan kalkması tehli-kesi belirebilir (Nalbantoğlu, 2001: 22).

Beşincisi, enformasyon toplumu kuramcıları azgelişmişliğin nedenlerini anlamaktan acizdirler çünkü uluslararası güç ilişkilerine ve politika süreçlerine değinmemektedirler (Başaran, 2004). Keza, gelişmiş ülkelerin önde gittiği, gelişmekte olanlarınsa geriden geldiği, enformasyon toplumuna doğru giden çizgisel/evrimci bir tarih anlayı-şından muzdariptirler. Üşür (1997: 319) bu evrimci tavrı teknolojik belirleyicilikle ilişkilendirir. Buna göre yaratıcılığa, güzelliğe, rahatlığa, verimliliğe, yarışmacılığa, özgürlüğün genişlemesine vurgu yaparak yeni toplumun bireyler için iyi olduğunu baştan vurgulayan enformas-yon toplumu kuramcıları, sonrasında temellendirmede bulunmadan bunun toplum için de iyi olduğunu öne sürerler çünkü bunları sağla-yan teknolojik gelişmenin bizatihi kendisini iyi olarak kabul ederler. Bu yüzden Üşür (1997: 319) “toplum iyi değilse, teknolojik gelişme iyi olabilir mi?” diye sorar.

Enformasyon Toplumu Kuramlarındaki

İnsan Tasavvurları

Marx ve Engels (1988: 209) “Bugüne kadar varolan tüm toplumla-rın tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir” derken, Ollman (1975: ix), tarihin motoru sınıf mücadelesi olsa da, mücadelenin cephelerini

(13)

insanların oluşturduğuna dikkat çeker. Sınıf mücadelesindeki insanlar yaşadıkları toplumları dönüştürürken, kendileri de yeni etkinlik ve ilişkilerin içine çekilerek dönüşürler ki, Marx’ın (1988: 113) “Dünya tarihi denilen şeyin bütünü, insan emeği yoluyla insanın yaratılmasın-dan başka bir şey değildir” ifadesini buna yormak gerekir. Sayers (2008: 22) de kapitalizmin ortaya çıkışı ve dönüşümüne bağlı olarak toplumsal koşulları değişen insanların yaşadıkları toplumu dönüştü-rerek yeniden ürettiğini belirtir. Yani, “toplum insanın gerçekleşme aracı olduğu kadar, insan da toplumun gerçekleşme aracıdır” (Eroğul, 2007: 4-5).

Marx ve Engels, insan-toplum ilişkisini kapitalizmin serpildiği 19’uncu yüzyılda incelerken, Gramsci buna 20’inci yüzyılın başında eğilir. ABD’de sanayi üretimini Fordist şekilde örgütleyen egemenle-rin buna uygun “yeni bir işçi tipine” ihtiyaç duyduklarını belirttikten sonra bu durumun işçilerin sadece fabrikalardaki çalışma koşullarının değil, tüm hayatlarının düzenlenmesini gerektirdiğini vurgular, 1920’lerde ABD’de uygulanan içki yasağını, cinselliği düzenleme giri-şimlerini, püriten ahlâkın ve aile yaşamının yüceltilmesini buna bağlar (Gramsci, 2010: 350, 356, 358-365).

Sennett (2009; 2010) ise kapitalizmin 1970’ten sonraki yeniden yapılandırılmasının insana yansımalarını irdeler. Piyasanın toplumsal hayatta daha belirleyici konuma gelmesiyle birlikte insan hayatındaki belirsizliklerin arttığını, değişimi yücelten ve buna uyum sağlamayı öne çıkartan, bunu yaparken de cemaat duygularını parçalayıp, aile yaşamını kırılganlaştıran koşulların oluştuğunu kapsamlı bir biçimde gösterir. Sennett (2009: 12, 13) buna bakarak “yeni insandan” ve “alı-şılmadık türde bir insandan” bahseder. Nalbantoğlu (2001: 18) da “yeni dünya düzeni için gerekli yeni çalışan” ifadesini kullanır. Kapitalizmin yeniden yapılandırılmasının insan yaşamına doğrudan müdahale ettiğini ve bunun sorgulanması gerektiğini Harvey’de (2010: 144, 146) de görürüz; birikim rejiminin tutarlılığını güvence altına almak için yasalar ve düzenlemelerin yanında normlar ve alış-kanların da önem arz ettiğine, emek üzerindeki denetimin artık sadece işyerinde değil toplum çapında örgütlenmesi gerektiğine dikkat çeker.

(14)

Hobsbawm (1996: 471-472) ise, yeniden yapılandırmanın bayraktarlı-ğını yapan neo-liberallerin aynı zamanda bireyciliğin şampiyonları olduğunu, insana dair a priori bir anlayışları olduğunu, asosyal egoiz-mi temel aldıklarını belirtir, eşitlikçilik, dayanışma gibi kolektif değer-lere soğuk baktıklarını aktarır.

Dolayısıyla tarihsel olarak kapitalizmin farklı dönemlerinde fark-lılaşan toplumsal faaliyetleri yerine getirecek “yeni insanın” sorgula-ması yapılmaktadır. Böylesi bir sorgulama insanların neden farklılaş-mayı kabul ettiklerinin irdelenmesini de getirmektedir. İdeoloji ve söylem çalışmaları bu noktada gerekli görünmektedir. Ancak 1970’ler-den itibaren seyre1970’ler-den sürece baktığımızda insanların ne1970’ler-den karşı çık-madığını ve rıza gösterdiğini sormak daha bir gereklidir, çünkü bariz biçimde süreç kitlelerin aleyhinde işlemektedir. Öyle ki, Hobsbawm (1996: 465), 1973’ten sonraki 20 yılın tarihini “yönünü kaybetmiş, istik-rarsızlığa ve krize sürüklenen bir dünyanın tarihi” olarak niteler. Refah Devleti döneminde “tasfiye edilen” yoksulluk, kitlesel işsizlik, sefalet, istikrarsızlık sorunlarının yeniden ortaya çıktığını” belirtir (Hobsbawm, 1996: 468), artık en zengin ülkelerde bile güvencesizliğin, tedirginliğin, işini kaybetme korkusunun hüküm sürdüğünü vurgular (Hobsbawm, 1996: 470, 479-480). İnsanların iş güvencesinden bu kadar yoksun olma-sından hareketle Nalbantoğlu (2001: 17, 18, 20) da Protestan çalışma ahlâkının gelişmiş ülkelerde zemin kaybettiğini vurgular.

Bu başlıkta enformasyon toplumu kuramlarının “yeni insana” dair tasavvurunu çözümleyeceğiz ve yeniden yapılandırmayla ortaya çıkan koşulların nasıl meşrulaştırıldığını irdeleyeceğiz. İnsanların üre-time dair gerekli vasıfları edinmelerinin başlıca yolu eğitim olduğun-dan çözümlemeye öncelikle buraolduğun-dan başlayacağız, ardınolduğun-dan da çalış-ma koşullarına ve üretimin toplumsal ilişkilerine bakacağız.

İnsanların Eğitimi

“Enformasyon toplumuna dâhil olmanın şartı yüksek eğitimden geçmektedir” ve üniversitelere girenlerin sayısında sürekli artış kay-dedilmektedir (Bell, 1973: 128, 216-217, 234-235, 238-239). Üretimin yeni toplumda bilgi ve enformasyon üzerinde yükseldiği

(15)

düşünüldü-ğünde bu şaşırtıcı değildir. Artık insanlar kas gücüyle yapılan zorlu işlerde değil, “entelektüel birikim” isteyen (daha tatminkâr) işlerde çalışmaktadır. Enformasyon toplumunda merkezi önemde değerlen-dirilen uzmanlar söz konusu olduğunda bu durum daha bir billurlaş-maktadır. Üniversite eğitimi sayesinde kuramsal bilgiyle donanan uzmanlar toplumu yönlendiren kararları almaktadır. Bu aynı zaman-da toplumsal statünün tepesine geçmenin artık mülkiyetten değil, bilgiden/eğitimden geçtiği manasına gelmektedir. Tüm bu nedenlerle Bell (1973: 415), “eğitimin insanlar için zorunlu bir yatırım” hâline geldiğini öne sürer.

Enformasyon toplumunda eğitimin sürekliliği öne çıkar. Bir yan-dan, çalışmanın kendisi başlı başına eğitime dönüşmüştür; kolayca ulaşılır enformasyon üzerinde çalışmak insanları daha da bilgilendir-mektedir (McLuhan, 1964: 58). Diğer yandan, bundan çok daha meşakkatli bir durum söz konusudur; enformasyon toplumunun sürekli değişim içeren (üretilen malların ve hizmetlerin farklılaştığı, örgütlenmelerin değiştiği) ortamında insanlardan talep edilen vasıflar da sürekli değişmektedir ki, eskiden olduğu gibi formel eğitimden geçerek belli vasıfları kazandıktan sonra bütün bir yaşam boyunca bunları kullanmak yeterli olmamakta ve insanın emek piyasasında kendine yer bulabilmesi için sürekli kendini geliştirmesi, yeni vasıflar kazanması gerekmektedir.20 Bunun çözümüyse hayat boyu eğitim ve öğrenmeyi öğrenmektir (Toffler, 1981b/1970: 340-346).

İşgücü içinde yer alanların tekrardan eğitim almak ve kendilerini geliştirmek zorunda olması, eğitimin genel geçer şeklinin değişmesini beraberinde getirir. Sınıflardaki tam gün okul eğitimi yerine çalışanla-ra uygun daha farklı yöntemler vardır; yarım gün işe karşı yarım gün eğitim, siyasal mücadele ve topluma hizmetle eğitim, teknolojik araç-lar vasıtasıyla uzaktan eğitim gibi olasılıkaraç-lar söz konusudur (Toffler, 1981a/1980: 407; Toffler, 1981b/1970: 231, 340).

Önemli bir başka mevzu, diğer ekonomik faaliyetlerin yerine geti-rilebilmesinde zaruri olan eğitimin kendisinin başlı başına bir ekono-mik faaliyet alanı olarak görülmesidir. Eğitimin paralı olduğu

(16)

düşünü-lürken,21 yeni toplumda öne çıkan uzmanlar içinde öğretmenlerin oranı başı çekmektedir (Bell, 1973: 215). Bu durum enformasyon toplu-mu kuramcılarının hizmetler sektörünün yükselişini vurgulayan tezle-riyle uyum içindeyken, ayrıca artan refah sayesinde eğitimin yalnızca belli bir kesimin ayrıcalığı olmayıp, herkese açık bir hizmet olduğunu da vurgularlar, üniversiteye girenlerin sayısındaki artışa bakılarak yüksek eğitimin demokratikleştiğine işaret ederler.

İnsanların Çalışma Koşulları

Üretilen mal ve hizmetlerin farklılaşması ve iş örgütlenmesinin sürekli değişimi nedeniyle sanayi toplumunun “durağan” yapısındaki gibi belli görevlerde yıllarca çalışmak artık mümkün değildir. Dinamik yapıda insanların üstlendiği görevler farklılaşmakta, çalıştıklar birim-ler ve şirketbirim-ler değişmektedir. “İster aşağı, ister yukarı ya da yana doğru olsun, iş değişim hızının gelecekte giderek artacağını” iddia eden Toffler (1981b/1970: 99-102), bunu ABD Çalışma Bakanlığı’nın verilerine dayanarak – tarih vermeden – ortaya koyar. Buna göre işgü-cünün 71 milyon kişiden oluştuğu dönemde yapılan bir araştırmada bir kişinin aynı işi yapma süresi 4,2 yıl olarak hesaplanmıştır. Oysa bu araştırmadan üç yıl önce aynı süre 4,6 yıldır ve aradaki fark yüzde 9’a yakın bir kısalmanın gerçekleştiğini göstermektedir. Toffler’ın yine tarihini vermediği bir başka araştırmaya göreyse enformasyon toplu-munda öne çıkan bilim adamları ve mühendisler arasında iş dönüşüm hızı ABD sanayisindekinden iki kat fazladır.

Sürekli değişim ortamında sözleşmeler giderek kısa dönemli ve proje bazlı hazırlanmaktadır. Ancak bu, iş güvencesinin kaybı olarak görülmez.22 Sanayi toplumundaki gibi aynı iş yerinde bir ömür boyu

monotonluğa “mahkum olmanın” aksine kısa dönemli sözleşmelerle çalışmak şirketlerin verdiği sıkıntılardan kurtulmanın yoludur, işçinin işveren karşısında özgürleşmesinin işaretidir (Toffler, 1981b/1970: 131). İşiyle kendini barışık hissetmeyen, benliklerinin doyurulmadığını düşünen insanların sözleşmelerin bağlayıcılığı olmaksızın çekip gitme-lerinin önünde engel yoktur. Bu gözle bakınca şirketlerin çalışanlarını ellerinde tutmak için daha fazla imkân sunması (ikramiye, hisse senedi payı, sağlık sigortası, vesaire) kaçınılmaz olmuştur (Bell, 1973: 288-289).

(17)

İnsanın işiyle ilişkisinin bu şekilde olmasının ardında toplumda maddi bir bolluğun hüküm sürmesi ve ekonomik güvencelerin herkesi kapsaması yatmaktadır. Aynı nedenlerle insanlar artık tehlikelere göğüs germekten korkmayıp, girişimciliğe daha rahat soyunmaktadır (Toffler, 1981b/1970: 130). Bu noktada söz konusu bolluk ve güvence-nin Refah Devleti’güvence-nin bir sonucu olup olmayacağı şüphesini hiç gör-meyiz.

Bir yerlerde çalışıyorlarsa, kendilerini işleriyle barışık ve benlikle-rinin doyurulduğunu hisseden enformasyon toplumu insanları böyle-ce sanayi toplumunun sömürülen işçileriyle bir tutulamazlar. Yorucu rutin işlerin makinelerce yerine getirilmesine karşılık insanların ente-lektüel birikim isteyen tatminkâr işlerde çalışmasının yolunu açan teknoloji, aynı zamanda insanların işlerine daha fazla müdahil olması-na olaolması-nak tanımaktadır (McLuhan, 1964: 7). Ağlardaki enformasyon akışının çok hızlı seyrettiği, şartların sürekli değişime uğradığı yapıda çabuk tepki verebilmek için işleri yavaşlatan emir-komuta zincirine uymaktansa eğitimli çalışanların hiyerarşiyi bir kenara iterek inisiyatif almaları, bazı şeylerin nasıl yapılacağı konusunda kendi kararlarını verip, ısrarcı olmaları daha makbuldür (Toffler, 1981a/1980: 439; Toffler, 1981b/1970: 336). Mülkiyet yerine bilgiyle donanan insanlar için çalışmak artık para kazanmanın değil, kendilerini gerçekleştirme-nin yoludur (Toffler, 1981a/1980: 438).

Bu olumlu koşulların değişmesi, enformasyon toplumunda işçi-işveren ilişkilerinin sanayi toplumundaki gibi yeniden çatışma konusu olması muhtemel değildir. Enformasyon toplumundaki işler sanayi toplumundaki gibi otomasyona uğramayacağından insanların işleri ve iş koşulları bir nevi garanti altındadır (Bell, 1973: 155; Webster, 2006: 40-41).

Taylorizm’in hâkimiyetini genişlettiğine dair itirazları görmezden gelen enformasyon toplumu kuramcıları fazlasıyla pembe bir tablo çizmektedir. Ancak Toffler, bürolardaki hizmet işçilerinin durumunun pek o kadar iyi olmadığının farkındadır. Fabrikalar model alınarak düzenlenen bürolardaki işlerin aynı şekilde bölük pörçük, tekrara

(18)

dayalı, sıkıcı ve insanı ezen nitelikte olduğunu söyler, buralarda çalı-şanları “beyaz gömlekli proleterler” diye niteler ancak enformasyon toplumunun gelişmesiyle durumun değişeceğini öne sürer (Toffler, 1981a/1980: 258-260).

Enformasyon toplumu kuramlarında çalışma yaşamına dair öne çıkan bir diğer nokta, iş zamanı-boş zaman ayrımının aşınmasıdır. Katı kurallar ortadan kalkınca çalışmak yük olmaktan çıkmış, insanlar ken-dilerini gerçekleştirdikleri ve haz aldıkları için çalışmaya başlamışlar-dır. McLuhan’a (1964: 347) göre artık her insan çalıştıkça kendini ifade eden bir sanatçıdır.23 Toffler’ın (1981a/1980: 308, 310, 311, 343-344) bu konudaki fikirleri de gayet açıktır. Buna göre dokuzdan beşe sabit mesailerin sonu gelmekte, insanlar çalışma saatlerini kendileri belirle-mektedir. Bu süreçte yarım gün çalışma gibi uygulamalar (özellikle de emekliler ve kadınlar söz konusu olduğunda) yaygınlaşırken, bu durum insanların spor, din, siyaset gibi alanlara daha fazla ilgi göster-melerine imkân tanımaktadır. Çalışma haftası ve yılları kısalmakta, işe kısa dönemli (altı aylık veya bir yıllık) aralar vermek mümkün olmak-tadır.

İş zamanının kısalmasından elde edilen zaman tamamen insanın kendisine aittir ve bu durum bireyin özgürleşmesi olarak değerlendi-rilmelidir (McLuhan ve Powers, 2001/1989: 149).24 İnsanlar bu zama-nı, yeni vasıflar edinerek kendilerini geliştirmek ya da eğlence hizmet-lerinden faydalanmak için kullanabilirler ki, zaten enformasyon toplu-mundaki hizmet çeşitliliği bunu onlara sunmaktadır.

Böylesi bir yapıda, sanayi toplumlarında büyük mücadelelerle kazanılan haftalık yasal çalışma süresi de anlamsızlaşmaktadır. Hatta işin iş yerinde ve belirlenen iş zamanında yapılması anlamını yitir-mektedir. İnsanın her saati böylelikle işin yerine getirilmesi için sefer-ber edilebilmektedir. Bu tavır işin “esnekleşmesini” meşrulaştıran kalkana dönüşür ve “rutinin ölümü” diyerek kutsanır.

Yeniden yapılandırılan kapitalizmin boş zamanlara ilgisi sadece iş saatlerinin “esnekleşmesinden” ibaret değildir. Eğlence ve sürekli eği-tim gibi faaliyetler giderek kâr alanlarına dönüştükçe bunların

(19)

gerçek-leştirileceği boş zamanların uygun şekilde düzenlenmesi gerekmekte-dir. Bu yüzden kapitalizmin yeni dönemde sadece işin taylorizasyo-nuyla yetinmeyip, tüketimin ya da toplumun taylorizasyonunu da amaçladığı dile getirilir (Robins ve Webster, 2012). Ekman (2012: 166-168) da EİT’lerin işte ve evde kullanımıyla kişilerin tercihleri hakkında internet üzerinden bilgi toplanmasının şirketler için yeni birikim imkânları yarattığını vurgular.

Toplumsal İlişkilerin Dönüşümü

İşin dönüşümü, insanların aile yaşantısında dönüşümü kaçınıl-maz kılar. Enformasyon toplumu, Sanayi Devrimi’nden önce olduğu gibi işi bürolardan ve fabrikalardan alıp, eve getirmekte, “elektronik temel üzerine oturtulmuş evi, toplumun merkezi yapan bir ev endüst-risi” belirmektedir (Toffler, 1981a/1980: 265; Toffler, 1981b/1970: 335). ABD’de telekomünikasyon yatırımlarının çoğunun evlere kadar top-rakaltı kablo döşenmesine ayrıldığına dikkat çeken McLuhan ve Powers (2001/1989: 147) “evin Amerikan toplumunda, boş topraklar dönemindeki gibi merkezi konuma geleceğinden” bahsederler.

Ekonomik faaliyetlerin evin içine taşınması gayet olumludur. Evde birlikte çalışmanın aile bütünlüğünü güçlendirebileceği, boşan-maların sayısını azaltabileceği öne sürülür (Toffler, 1981a/1980: 275-278, 435). Mahalli/yerel toplulukların güçleneceği iddialar arasında-dır. Buna göre EİT’ler enformasyon tabanlı ekonomik faaliyetlerin evlerden de gerçekleştirilmesine olanak tanıyarak insanların yaşadık-ları yerde daha fazla zaman geçirmesine ve mahalle/cemaat aidiyeti geliştirmesine sebep olmaktadır, hatta komşularıyla ortak sosyal faali-yetlerin ötesinde ortaklıklar ya da kooperatifler kurmalarına kapı aralamaktadır (Toffler, 1981a/1980: 276-278).

Evden çalışma ile aile bütünlüğü arasında kurulan bu ilişki enfor-masyon toplumu kuramcılarının düşüncesindeki bir tür çelişkiyi yan-sıtır. Çekirdek ailenin bütünlüğünün yeni koşullarda sağlama alındığı belirtilirken, diğer yandan çekirdek aile geçmişe ait bir kalıntı olarak da görülmektedir. Toffler (1981a/1980: 283, 301) “Bilgisayar, İkinci Dalga tipi aile bakımından kürtaj yasasından, eşcinseller için özgürlük

(20)

isteyenlerden, açık saçık edebiyattan ve filmlerden daha tehlikelidir. Çünkü çekirdek aile egemenliğini sürdürebilmek için kitle üretim sis-temine gereksinme duyar, oysa bilgisayar bizi bu sistemden uzaklaştı-rıyor” diyerek çekirdek ailenin kitlesel üretimin gereği olduğunu ve üretimi dönüştüren teknolojilerin aileyi derinden etkilediğini vurgu-lar. Üretimin yeniden yapılandırılmasına koşut olarak toplumsal iliş-kileri yeniden tanımlanan insanların eskisi gibi “durağan” ilişkiler kurabilmesi artık imkânsızlaşmıştır ki, Toffler (1981b/1970: 212) şöyle demektedir;

Toplumdaki değişim hızı arttıkça, başarı oranı azalmaktadır. Birçok şeyin sürekli değiştiği; kocaların sosyal ve ekonomik açıdan bir aşağı bir yukarı inip çıktığı; ailenin sık sık evinden ve çevresinden koptuğu; bireylerin din-sel kökenlerini, gelenekdin-sel değerlerini, ailelerini terk ettikleri; hızla hareket eden bir toplumda iki insanın herhangi bir şeyi eşit düzeyde geliştirebilme-si mucize olur.

Yükselişteki hizmetler sektörüyle çekirdek aile arasında da ilişki vardır. Geleneksel aileye daha az bağlı görülen hizmetler sektöründeki eğitimli çalışanların sayısının artmasıyla, boşanma oranları ve yalnız yaşayanların sayısı yükselmekte, doğum oranları düşmekte, boşanan-ların yeniden evlenmesiyle oluşan aile tipi yaygınlaşmaktadır (Toffler, 1981a/1980: 284, 286-288, 290). Geleceğin aile tipi yeni koşullar altında “seri evlilikler ve boşanmalar yüzünden pastiş şeklinde” olacaktır (McLuhan ve Powers, 2001/1989: 147).

Tüm bunlara istinaden Sennett’ın (2009: 72) yeni yapıda insanla-rın kilit niteliklerinden birini, feragat edebilme ve yerleşik bir gerçek-liği terk edebilme kapasitesi olarak tanımlaması anlamlıdır. Koşullar sürekli değişirken, insanların hep uyum sağlaması beklenirken, aile kurumunun tüm bunlardan etkilenmemiş olarak bir ömür boyu birlik-te yaşam şeklinde düşünülmesi tuhaf olurdu. Sürekli değişim ortamı, aileyi yıprattığı gibi arkadaşlık ilişkilerini de yıpratmaktadır. Buna göre arkadaşlıklar artık ortak merak ve yetenekler üzerinde kurul-makta, ilgi alanları değişince arkadaşlıklar da değişmekte, insan ilişki-leri geçici hâle gelmektedir (Toffler, 1981b/1970: 107, 110). Burada teknoloji çözüm olarak öne çıkar; etkileşimli ağlar sayesinde insanlar

(21)

birbirleriyle daha kolay temasa geçebilecek ve yalnızlıktan kurtulacak-lardır (Toffler, 1981a/1980: 421-423).

İnsanların yakın çevresiyle ilişkilerinde öngörülen değişimler böyleyken makro planda “çokluk” söz konusudur. Yeni teknolojilerin yayın yapmayı kolaylaştırıp, herkesin sesini duyurabilmesine olanak tanımasıyla ortaya çıkan çok sesliliğin fikir birliğini zorlaştırdığını söyleyen enformasyon toplumu kuramcıları bu durumu “alt kültürler patlaması” olarak değerlendirirler ve sanayi toplumundaki gibi insan-ların sınıfsal temellere dayalı olarak belli yaşam biçimlerini yaşamaya mecbur kalmalarının artık geçerli olmadığı belirtilerek, “özgürlük patlamasından” bahsederler (Toffler, 1981b/1970: 238, 252, 256).

Bu çok kültürlülük enformasyon toplumunda aynı zamanda önemli bir ekonomik değer ifade etmektedir. Farklı toplumsal grupla-rın getirecekleri talepler enformasyon ağlagrupla-rındaki hizmetlerin çeşitli-lik kazanmasına yol açmaktadır. McLuhan ve Powers (2001/1989: 141-142) bunu şöyle ifade ederler;

Etnik ayrılıklar, enformasyon alışverişine dayanan, tam gelişmiş bir eko-nominin ateşlenmesine yardımcı olacaklardır. Gerek yasal, gerekse yasal olmayan yollardan, onbinler halinde ABD kıyılarına yığılan Çinliler, Japonlar, Koreliler, Araplar, Lübnanlılar, Meksikalılar, Orta Amerikalılar ve Kızılderililer, yeni medya teknolojilerinden iyi hizmet alacaklardır. Yüz kanallı kablo sistemleri, kültüre ve dile göre bölünecektir. (Güney Kaliforniya’da halihazırda yüzyedi dil konuşulmaktadır.) Vidyokasetler ve vidyodiskler, etnik müzik, sinema ve sahne ürünleri için yeni pazarlar yavrulatacaklardır. Bölgesel bankalar, elektronik araçları, azınlıkların para kullanma geleneklerine uygun hale getirilmiş yeni kredi ve muhase-be yöntemleri yaratmak için görevlendireceklerdir. Son yüzyılda olduğu gibi mahalle okulları, linguistik açıdan ısmarlama olacaktır.

Bu açıdan bakınca, “gelişmenin” bilim-kurgu kitaplarındaki gibi herkesi aynı kalıba sokan totaliter bir yönetim getirmesi, “Büyük Birader”i mümkün kılması olası değildir. Zira bu, enformasyon temel-li ekonominin köküne kibrit suyu dökmek olur.

Siyasal açıdan da çok kültürlülüğü bastırmak çıkar yol değildir; toplumsal planda karşılıklı bağımlılığın çok yüksek olması nedeniyle

(22)

toplumsal gruplar, boyutlarının çok ötesinde güce sahiptirler ve ister-lerse sistemin işleyişini tıkayabilirler (Toffler, 1981b/1970: 400). Dolayısıyla çok kültürlü toplumda siyasal istikrarın yolu baskıdan değil, katılımdan geçmektedir; her ne kadar toplumsal taleplerin (çocuk, öğrenci, yoksul, azınlık, çevre, eğitim, sağlık hakları gibi) art-ması yüzünden işbirliğini/eşgüdümü sağlamak zor olsa da (Bell, 1973: 128, 159).

Enformasyon toplumu kuramcıları bu çokluk vurgusunu yapar-ken, enformasyon ve kültürün metalaştırılması ve piyasaya tabi kılın-masından kaynaklanan standartlaşma gibi tehlikelerin mevcudiyetini görmezler.

Her türlü toplumsal aidiyetin gelişimine değinmelerine rağmen, enformasyon toplumu kuramcılarının sözünü etmekten kaçındıkları şey, insanların sınıfsal aidiyetleridir. Enformasyon toplumu kuramcı-larına göre sanayi toplumuyla özdeşleştirilen sınıf, gelişmeler karşı-sında insanlara dar gelmekte ve insanlar kendilerini çok daha farklı kimliklerle ifade etmektedir. Dolayısıyla siyasi mücadele sınıf müca-delesi olmaktan çıkmakta (Toffler, 1981a/1980: 39, 493-494; Bell, 1999/1976: 222; Masuda, 2009: 133), farklı grupların kendi konum ve fikirlerini kabul ettirme çabasına dönüşmekte, kapitalist sistemi kök-ten sorgulayan bir cephe yerine onun farklı farklı olumsuzluklarını ele alan ama bir bütün olarak kapitalizmi sorun edinmeyen parçalı bir toplumsal muhalefet belirmektedir.

Kapitalizmin yeniden yapılandırılmasına bağlı olarak toplumsal ilişkileri bu şekilde dönüşüme uğrayan insanlar için bireysel çıkar artık önemini yitirir, insanların yaşamını yönlendiren amaç bundan böyle kendi çıkarını ençoklaştırmak yerine ortak toplumsal çıkar için çalışmak olur (Bell, 1973: 481). Oysa piyasa aracılığıyla kendi çıkarla-rını ençoklaştırmaya çalışan birey, kapitalizmin olmazsa olmazların-dandır ve sistem buna göre yapılanmıştır. Bell (1973: 303, 309, 362, 425, 433, 444, 481-482), bunu detaylıca ele alır. Batılı kapitalist toplumların üzerinde yükseldiği klasik liberal öğreti açısından toplumun temel unsurunun aile, cemaat ya da devlet değil, birey olduğunu vurgular.

(23)

Kendi çıkarlarını en iyi kendisi bilen ve bunları gerçekleştirmek için rasyonel kararlar alıp uygulayan bireylerin aynı zamanda toplumun genel çıkarlarını gerçekleştirdiği savını tekrarlar. Bunun gerçekleşme yerinin piyasa ve demokratik seçim sandığı olduğunu, ikisinin birlikte özgür toplumu meydana getirdiği tezini yineler. Bu yüzden serbest mübadele ve seçimler önündeki engellerin kaldırılması gerektiğinin düşünüldüğünü, sadece farklı arzu/ihtiyaçları olan bireyler arasında adil rekabeti sağlayacak düzenlemelerin kabul gördüğünü aktarır. Bu yapı içinde özel mülkiyetin ve özel hakların korunmasının bireycilik açısından vazgeçilmezliğine değinir.

Ancak toplumsal iyinin ölçütü bireysel çıkar olmaktan çıkınca klasik liberalizmin sonuna geliriz (Bell, 1973: 444). Bu açıdan bakınca, toplumsal grupların ortak hak taleplerinin yükselişi sonucunda kota gibi uygulamaların belirmesini artık bireyciliğin aşındığının, toplum-sal adaletin klasik liberalizmin fırsat eşitliğinden farklı bir bağlamda ele alındığının ve düzenlemelerin buna göre gerçekleştirildiğinin kanı-tı olarak yorumlamak mümkündür.

Enformasyon toplumunda yaşayan insanların bir diğer önemli niteliğiyse değişime uyum sağlama yetenekleridir ki, Toffler (1981b/1970: 38) şöyle söyler;

Yaşamını sürdürebilmek ve gelecek korkusuna yakalanmamak için birey, eskisine göre daha kolay uyum yapabilmeli, daha yetenekli olmalıdır. Hız dürtüsü nedeniyle şimdi sallanan eskimiş temellerin – din, ulus, topluluk, aile veya meslek – yerine üstüne basabileceği, tümüyle yeni kavramlar bulmalıdır. Bunu gerçekleştirmeden önce hızın, kendi kişisel yaşamı üzerindeki etkisini iyi anlamalıdır. Başka bir deyişle, geçiciliği anlamak zorundadır.

Uyum sağlamayı öğrenen insan – yine Toffler’ın (1981b/1970: 63) ifadeleriyle söylersek – “esnek” olacaktır;

Eğer geleceğin insanları geçmişin insanlarından daha hızlı yaşayacaklar-sa, esnek olmak zorundalar. Engel koşucularına benzerler: Eğer engelleri aşmak istiyorlarsa, öteberiyle yüklü olmamaları gerekir. Teknolojinin yararlarını elde ederken, öteberiyle yüklenme sorumluluğunu da

(24)

taşıma-malıdırlar. Hızlı değişimin belirsizlikleri arasında yaşamlarını sürdüre-bilmeleri için, hafif yolculuk etmesini öğrenmek zorundadırlar.

Buna bakınca enformasyon toplumunun insanı değişimin sürekli-liğinin farkında, her an koşullara göre yeniden değişebilecek esneklik-te ama bunu sağlamak adına hayatında pek çok şeyden feragat etmiş biridir. Bu insan herhangi bir alanda derinleşemeyen, köklü ilişkiler geliştiremeyen biri olarak nitelendirilebilir.

Uyuma yönelik vurguyu enformasyon toplumu kuramcılarının ilerlemeci/evrimci tutumlarıyla ilişkilendirmek zor değildir. Karşı konulamaz evrimci bir gidişatla tüm insanlığın nihai toplum yapısı olan enformasyon toplumuna doğru ilerlemesi söz konusuysa, insan-lara düşen uyum sağlamaktır. Bu yüzden insanların toplumsal değişi-min motoru teknoloji karşısındaki tavırları da edilgen biçimde değer-lendirilir. İnsanların teknolojiyi nasıl benimseyecekleri, reddetme ihtimalleri hiç hesaba katılmaz. İnsanlar geçiş sürecinde sıkıntı yaşasa-lar da toplumsal dönüşümün tamamlanmasıyla sıkıntıyaşasa-lar aşılacaktır.

Aynı evrimci tavır nedeniyle uyum sağlayamayanların yeni top-lumda yeri yoktur ki, McLuhan ve Powers (2001/1989: 186) “Hızla yaklaşan bu gelecekte, rolünü, sürekli bir kredilendirilebilirlik notu alacak kadar iyi oynamayan kişinin durumu ne olacaktır? Bugün olduğu gibi o zaman da o varolmayan bir kişi olacaktır” diyerek, onla-rı yok olmaya mahkum ederler. Dolayısıyla karşımızda evrim sürecin-den başarıyla çıkmış, en güçlülersürecin-den oluşan bir toplum belirmekte, bu da enformasyon toplumu kuramcılarının tasavvurundaki ütopik top-lum yapısıyla örtüşmektedir; maddi refahın garanti altına alındığı, iktidarın ortadan kalktığı bir toplumun bireyci olmayan, maddiyata önem vermeyen, kendini eğitmiş, hayatı yaşayan, hem çalışan hem eğlenen, birlikte huzur içinde yaşayan insanları.

Sonuç

Enformasyon toplumu kuramcıları öne sürdükleri yeni topluma uygun biçimde EİT’lerle uzam ve zaman sınırlaması olmaksızın enfor-masyon işleyerek zenginlik yaratan, bunu yaparken de sömürüden

(25)

çok uzak biçimde kendini gerçekleştiren “ideal” bir insan tasavvur ederler. Söz konusu insan pek tabi ki, enformasyon işleyebilmek için çok iyi bir eğitim sahibi olduğu gibi tatminkâr işinde enformasyon işlerken de kendini eğitmektedir. Eğitim, iş ve enformasyon işleyebil-me yetisi arasındaki bu ilişkide değişimin hızı önemli bir yer işgal eder. Koşulların son derece hızlı değiştiği enformasyon toplumunda EİT’ler vasıtasıyla hızla karar almak ve uygulamak belli bir eğitim gerektirdiği gibi, değişimin sürekliliği hesaba katılınca insanların sürekli vasıflarını geliştirmeleri, yeni durumlara uygun yeni nitelikle-re sahip olmaları genitelikle-rekmektedir. Elbette bu, iş yerinde enformasyon işleyerek kazanılabilir. Bunun yanında enformasyon toplumu kuram-cıları hayat-boyu eğitimi özellikle vurgularlar. Her halükarda insanla-rın formel eğitimde kazandıkları vasıflara dayanarak bir ömür boyu aynı işi yapmalarının sonu gelmiştir ki, kısa dönemli sözleşmeler ve proje bazlı işler bunun yansımasıdır. Yeniden istihdam edilmenin yoluysa sürekli kendini geliştirmekten geçmektedir.

Enformasyon toplumu kuramcıları bu tabloya baktıklarında insa-na dair endişe duymazlar. Toplumsal planda bolluk olduğundan kimse aç kalmayacaktır. Uzam ve zamana dair sınırlamaları kaldıran EİT’ler eğitim ve iş imkânlarını hiç olmadığı kadar artırmaktadır ki, kendini eğitenin açıkta kalması mümkün değildir. Öyle ki, insanların artık kısa dönemli işlerle farklı firmalarda ve görevlerde çalışmaları bile sözleşmelerin bağlayıcılığından kurtulma ve işveren karşısında özgürleşme olarak değerlendirilir. Ne de olsa iş ve eğitim imkânları bolken, çalışırken benliklerinin doyurulmadığını hisseden insanların çekip gitmelerinin önünde engel kalmamıştır. Bu durumda işverenle-rin, iyi eğitimli çalışanlarını memnun etmeleri, onların kendilerini geliştirmelerinin önünü açmaları, yani insan kaynaklarına yatırım yapmaları gerekir. Hızlı değişim karşısında hiyerarşilerin aşınmasıyla, hızlı karar almak önem kazanınca işverenlerin eğitimli işgücüne olan bağımlığı katmerlenmiştir.

Enformasyon toplumu kuramcılarının tasavvurundaki insanın toplumsal ilişkilerine de teknoloji ve değişim damgasını vurur. EİT’ler vasıtasıyla herkes dilediği gibi kendini toplumun diğer mensuplarına

(26)

ve yöneticilerine ifade edebilecektir. Bir özgürlük patlaması yaşana-caktır. EİT’lerle toplumsal faaliyetlere her yerden ve her an müdahil olabilme imkânı yakalayan uzak yerlerde yaşayanlar, engelliler ve kadınlar dezavantajlı konumlarından sıyrılabileceklerdir. Toplumsal planda eşitlik yayılacaktır. Dahası bolluk ve imkânların zenginliği sayesinde kıt kaynaklara erişmek için birbirleriyle rekabet eden insan-lar tarih olmuştur ve insaninsan-lar artık birbirlerinin ortak çıkarı için çalış-maktadır.

İnsana dair yapılan uyum vurgusuysa, çizilen tüm bu olumlu portrenin aslında toplumsal evrim sürecinden çıkmayı başaranlara ilişkin olduğunu ortaya koyar. Enformasyon toplumu kuramcıları çiz-gisel ve evrimci tarih anlayışlarıyla daha iyiye doğru bir yöne işaret etmektedirler ama bu sürece uyum sağlayamayanları hiç dert etme-mektedirler.

Kapitalizme dair belirsizliği, güvencesizliği, eşitsizliklerin artışı-nı, teknoloji vasıtasıyla sömürü ve tahakkümün uzam ve zamanda yayılmasını, enformasyon toplumu kuramcıları işte böyle ideolojik bir perdeyle gizlerler, gözü kapalı kabul edilmesi gereken olumlu geliş-meler olarak yansıtırlar. Dolayısıyla insanların karşı çıkması zorlaşır. Üstelik dört bir yanda bilgi/enformasyon toplumunda yaşadığımız, çağımızın teknoloji çağı olduğu tekrarlanırken, insan sermayesinin şirketlerin en önemli kazancı olduğu vurgulanırken, değişimi yönet-mek ve fırsatları değerlendiryönet-mek gerektiği söylenirken, bu anlam çer-çevesi yaygınlaşır.

Enformasyon toplumu kuramlarındaki insan tasavvurunun işte ve evde EİT’lerle içli-dışlı olması, hem maddi hem de sembolik planda kapitalizmin ekmeğini yağ sürer. Pleios (2012: 246), günümüzde üre-timde ve tükeüre-timde kullanılan teknolojilerin giderek benzeştiğini ve işyerinde teknolojiye dair gerekli pek çok vasfın iş dışında toplumsal-laşarak öğrenildiğini belirtir. Bu noktada EİT’lerin sömürüyü iş zama-nının dışına, insanların evlerine kadar taşıdığı eleştirileri de dikkate alınmalıdır.

EİT’lerle herkesin uzam ve zaman sınırlamasını aşarak toplumsal faaliyetlere eşit katılım imkânına kavuştuğunu öne sürmek, kendini

(27)

geliştiren herkesin işe kavuşacağını iddia etmek sembolik planda kapitalizmin temellerini iyice sağlamlaştırır. Bunu söylerken insanla-rın muktedir ve eşit oldukları, piyasalainsanla-rın da sorunsuz işlediği düşü-nülmektedir. Öncelikle kapitalizme dair eşitlik sorunu yapısal nitelik-tedir ve yapısal bir çözüm gerektirmeknitelik-tedir. Oysa EİT’leri çözüm ola-rak göstermek sorunun yapısal niteliğini gizlemekte, sanki imkânların kısıtlı olmasından kaynaklanıyormuş izlenimi vermektedir. Tam bu noktada, Üşür’ün (1997: 312) “her bir çığır açan teknoloji sadece bir aygıt ve yapma-etme bilgisi olmayıp, aynı zamanda bir ideolojidir” tespiti yerine oturur. EİT’lere erişim imkânına kavuşan ve kullanabil-me yetisi edinen herkesin eşit konumda olacağını iddia etkullanabil-mek müm-kün değildir. Bu noktada piyasaya girişte bir sınırlama “olmamasına” rağmen piyasadaki her insanın eşit şartlarda olmadığını da hatırlamak gerekiyor; özellikle de toplumsal faaliyetlerin yürütülmesinde EİT’ler öne çıkarken. Bunun yanında piyasalar sık sık olduğu gibi düzgün işlemiyorsa ve makro ekonomik dengeler istihdam yaratmaya uygun değilse, insanlar kendilerini geliştirip yeni vasıflar edinseler bile iş bulamayacaklardır. Bunu dikkate almayan enformasyon toplumu kuramcılarının perspektifinden bakıldığında, teknolojinin getirdiği onca imkân varken, hâlâ işsiz insanlar varsa bu onların kişisel sorum-luluklarından kaynaklanıyordur. Yani toplumsal bir sorunun bireysel-leştirilmesi söz konusudur. Keza sorun yaşayanların kuramcıların dışarıda bıraktığı, yok olmaya mahkûm ettiği “uyum gösteremeyen-ler” olduğu da öne sürülebilir.

Bu tasavvur, politika belgelerine de yansır. Mesela, AB Komisyonu tarafından hazırlanan 1996 tarihli Enformasyon Toplumunda Yaşamak ve Çalışmak; Önce İnsan başlıklı yeşil kitapta açıkça Refah Devleti döne-minden kalma yardımları alan işsizlerin vasıf geliştirmekten kaçtıkla-rı, Avrupa’nın 9 milyon yardım alan işsiz yerine 9 milyon kendini geliştirme çabasındaki insana ihtiyacı olduğundan bahsedilmektedir (EC, 1996: 15, 18-19). Tüm bunların neticesinde işsizlik artarken ve sosyal güvenceler tırpanlanırken, iş bulabilmek için insanların kıyası-ya bir rekabete giriştiklerini, kendini geliştirme kıyası-yarışında olduklarını söylemek de mümkündür ki, pek çok sınavın, sertifika programının, vesairenin varlığını buna bağlayabiliriz.

(28)

Dolayısıyla enformasyon toplumu kuramcılarının tasavvurunda-ki insan – aksi öne sürülse de – kendi çıkarını gerçekleştirmek için piyasada diğerlerine karşı amansız bir mücadeleye girişen kapitaliz-min liberal bireyidir. EİT’lerin demokrasiyi ve katılımı güçlendirdiği savlarını da söz konusu liberal bireyin “eşit” koşullarda mücadele ettiği – piyasanın yanındaki – diğer alanın “seçim sandığı” olmasıyla birlikte ele almak gerekir. Ancak demokrasi, bilgi sahibi insanların bilinçli tercihler yapması üstünde yükselirken, enformasyon toplu-mundaki insanların kafalarının niteliksiz bilgilerle doldurulması onla-rın aslında – Nalbantoğlu’nun (2001: 22) Frankfurt Okulu temsilcileri-nin savlarını çağrıştıran ifadesiyle – “kitle kültürünün standart bireyleri-ne” dönüşmesine neden olmaktadır.

(29)

Sonnotlar

1 Enformasyon toplumuna geçiş için 1970 ve 1980’lerde gelişmiş ülkelerde gerçekleştiri-len siyasi girişimlerden bazıları şunlardır; 1972’de Japon hükümetine sunulan

Enfor-masyon Toplumu Planı – 2000 Yılına Doğru Ulusal Bir Amaç isimli rapor ve ardından gelen Fifth Generation Computing Initiative, Wired Cities ve HDTV programları; 1978’de

Fransa’da hazırlanan Toplumun Enformatizasyonu raporu (diğer adıyla Nora-Minc

Rapo-ru) ve Minitel’i yaygınlaştırma girişimleri; Almanya’daki genişbant erişim planları;

Danimarka’daki televizyonu ve telekomünikasyonu bütünleştirilmiş ağda sunmaya dair eylem planı; Britanya’da 1982’nin “enformasyon teknolojileri yılı” ilanı; Britanya ve ABD’de telekomünikasyonu özelleştirme girişimleri (Başaran, 2004: 9-10). AB’de öne çıkansa, 1979’da Komisyon’un Yeni Enformasyon Teknolojisinin Meydan Okuması

Karşısın-da Avrupa Toplumu: Komisyon’un Yanıtı belgesini yayınlanması ve 1983’te Enformasyon

Teknolojisi ve Telekomünikasyon Görev Gücü’nün kurulmasıdır ki, bu oluşum 1986’da 13’üncü Genel Müdürlüğe dönüşür (Garnham, 1997: 325). Ayrıca 1980’lerde AB belge-lerinde “Avrupa’nın sinir ağları” ve “ağ toplumu” tanımlamalarında bulunulur (Kaitat-zi-Whitlock, 2000: 51; Preston, 2003: 39; Servaes, 2003: 11). 1993’te ABD Başkan Yardım-cısı Al Gore’un açıkladığı Ulusal Enformasyon Altyapısı: Eylem Gündemi başlıklı raporda enformasyon toplumu politikalarına daha geniş devlet desteği vaat edilir (Başaran, 2004: 10). Japonya da mikroçipler, bilgisayarlar ve robotlar geliştirmeye yönelir, tüketi-ci elektroniğinde öne çıkar (Garnham, 1997: 324). ABD ve Japonya’nın gerisinde kalmak istemeyen AB için enformasyon toplumuna geçiş, iktisadi ve siyasi bütünleşme pers-pektifinin göbeğine oturur ve Ortak Pazar’dan sonraki en önemli ortak hedef hâline gelir (Michalis, 2007: 153).

2 Bu nedenle enformasyon toplumunu tırnak işareti içinde kullanmak daha doğrudur. Ancak yazım kolaylığı açısından bu çalışmada tırnak işareti kullanılmamıştır. 3 Bu tanımlamaların başlıcalarını ve bunları getirenleri Beniger’e (1986: 4-5) dayanarak

kısaca şu şekilde listeleyebiliriz; Knowledge Economy (Machlup, 1962; Drucker, 1969);

Service Class Society (Dahrendorf, 1964); Neo-Capitalism (Gorz, 1968); Computerized Soci-ety (Martin ve Norman, 1970); Technetronic Era (Brzezinski, 1970); Age of Information

(Helvey, 1971); New Service Society (Lewis, 1973); Communications Age (Phillips, 1975);

Information Economy (Porat, 1977), Network Nation (Hiltz ve Turoff, 1978); Wired Society

(Martin, 1978); Information Society (Martin ve Butler, 1981); Information Age (Dizard, 1982). 1980’lerde ve 1990’larda John Naisbitt ve Nicholas Negroponte de konuya ilişkin popüler çalışmalarda bulunmuşlardır. Bununla birlikte 1990’larda enformasyon toplu-muna odaklanan iki önemli akademik çalışmanın adını anmak gerekir. Bunlardan ilki Manuel Castells’in 1990’ların sonunda yayınladığı üç ciltlik çalışmadır. Castells burada

network society ve informational society tanımlarını getirir. Bir diğeri de Jan van Dijk’ın

1999 tarihli The Network Society isimli eleştirel eseridir. Keza, Prey (2012) de ağ metafo-runun 2000’lerde sosyal bilimlerde yaygın kullanımına mevzusuna eğilir ve çeşitli örnekler sunar. Bu kapsamda otonom Marksist yaklaşımın önde gelen isimleri Negri ve Hardt’a da vurgu yapar.

(30)

4 Örneğin, Toffler’ın Şok [Future Shock] isimli eseri 50’den fazla ülkede, 15 milyon kop-yadan fazla basılmıştır (www.alvintoffler.net/?fa=books). Ayrıca Toffler’ın pek çok eseri dünyanın önde gelen gazetelerince okurlarına tavsiye edilmiştir (www.alvintoff-ler.net/?fa=reviews). Yeni bir toplum vurgusu 1960’lardan itibaren dile getiren, bu nedenle 1970’lerde guru ilan edilerek görüşleri medyada sıkça duyurulan McLuhan’ın 1990’larda internetin yaygınlaşmasıyla yeniden keşfedildiğini söylenebilir. Onun etkin-liğini gösterir şekilde, Castells 1990’ların ikinci yarısında yazdığı üç ciltlik kapsamlı sosyolojik incelemesinde McLuhan’a atıf yapar. Eserin ilk cildinde Castells (2001/1996: 358), (sosyolog Bell’e değil) McLuhan’a bir başlık ayırır. Castells’in 2001’de yayınlanan diğer kitabının başlığının Internet Galaxy şeklinde olması, McLuhan’ın 1962 tarihli

Gutenberg Galaxy kitabına doğrudan bir gönderme niteliğindedir.

5 Geray (2003: 123-124), enformasyon toplumu literatürünü ikiye ayırarak, ilk döneme 1970’lerdeki kuramsal çalışmaları, ikinci döneme de 1990’lardaki politika belgelerini yerleştirir.

6 Bell, toplumu sosyal yapı, politika ve kültür olarak üç kısıma ayırır, enformasyon top-lumuna yol açan değişimlerin ekonomiyi, teknolojiyi, mesleki sistemleri içeren sosyal yapı içinde meydana geldiğini belirtir ve politika ile kültürü dışarıda bırakır (Üşür, 1997: 307-308; Webster, 2006: 38-39). Ayrıca enformasyon toplumu kuramcılarının hep-sinin, kendi savlarının doğruluğunun başlıca kanıtı olarak Fritz Machlup ve Marc Uri Porat gibi enformasyonun ekonomideki ağırlığını vurgulayan iktisatçıların nı kullandıklarını belirtmek gerekir. Böylesi bir kavramsallaştırma, onların çalışmaları-nı sorgulayan diğer çalışmaların da ekonomiyi başa çekmelerine yol açar, tıpkı Geray (2003), Törenli (2004) ve Üşür’ün (1997) çalışmalarında olduğu gibi. Castells (2001/1996) de yeniden yapılandırma-enformasyon toplumu ilişkisine odaklanan üç ciltlik kapsam-lı eserinin birinci cildinde öncelikle ekonomiye bakmaktadır. Keza Mansell’in (2009) enformasyon toplumuna ilişkin dört ciltlik büyük derlemesinin birinci ve ikinci ciltleri de öncelikle konunun tarihsel ve ekonomik bağlamına odaklanır.

7 Bunların kısa bir değerlendirmesi için bakınız Taymaz (1993).

8 En basitinden küreselleşme ve neoliberalizm üstüne yazılanlar kendi başlarına birer literatür hâline gelmiştir.

9 Bunun en açık örneklerinden birine iletişim ve enformasyon alanında rastlarız. ABD’de bu alanı düzenleyen Federal İletişim Komisyonu (FCC) eskiden kamu çıkarını korumak adına girişimcilerin sahip olabileceği yayın kuruluşlarının sayısını sınırlandırıp, radyo, televizyon, kablolu televizyon veya telekomünikasyon sektörlerinden ancak birinde faaliyet gösterilmesine izin verirken, 1996 tarihli yeni yasayla sınırlamalar kaldırıldı (Geray, 2003: 52-53, 76).

10 1980’lerin ortalarında ABD merkezli çokuluslu şirketlerden Citicorp’un maaşlar ve emlâk giderlerinin ardından üçüncü büyük ödeme kalemi telekomünikasyon harcama-larıdır (Noam, 1987: 34). Bu yıllarda ABD’de uzun mesafe telefon trafiğinin çoğu

Referanslar

Benzer Belgeler

The average risk premiums might be negative because the previous realized returns are used in the testing methodology whereas a negative risk premium should not be expected

In addition to that, a ratio of the number of unique ideas to the number of total alternatives generated in each media is compared to seek for indications of vertical thinking

Thus, we expect that sensitivity of FPI to information and asymmetric information advantage of FDI by its nature would cause capital liberalization in emerging

In this study an original method for finding the exact and numerical solutions of the Cauchy problem for the first order 2-D nonlinear partial equations in a class of

To obtain an example of f -biminimal integral submanifolds, similar to the proof of Theorem 4.1, Remark 4.2 and Theorem 4.3 in [6], we state the following Theorem 5.2, Remark 5.1

Cooling with radiation requires nonlinear temperature terms in Equation 5, and therefore, zero curve definition [8].. Temperature dependent heat transfer coefficients

kullanılarak uygulanması sonucu elde edilen ortalama ROC sonuçları..39 Çizelge 4.6 Farklı benzerlik metriklerinin kesişim gen listesi kullanılarak LAST_DE parmak

Tamada and Baba 2 first identified Beet necrotic yellow vein virus (BNYVV) as the cause of rhizomania when they isolated the virus from infected plants of sugar beet fields in