• Sonuç bulunamadı

Mevlana ve Muhammed İkbal

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mevlana ve Muhammed İkbal"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

« ♦

i

♦ ♦

i

İ

MEVLÂNÂ ve MUHAMMED İKBAL

««

» $

Feyzi

D

ost Pakistan’ın aziz evladı ve millî şairi Dr. Mu­ hammed ikbal, şair ve mütefekkir kişiliği ile, eşrefi mahlûkat olan insan cevherini eserlerine konu yap­ mıştır.

ikbal, Benliğin Sırları adlı eseriyle genellikle, İslâm âleminde o zamana kadar şiire ve düşünceye hâkim olan, sararıp solan âşığın kaderini terennüm eden ve sevgiliyle vuslatta birleşme arzusunu gaye bilen, tatlı mısraların yerine, insanı yenileyen, faaliyete sevkeden, hem ferdin, hem milletin görevlerini hatırlatarak, İslâmiyet’in asıl fi­ kirlerini canlı bir şekilde dile getirmiştir.

Benlikten Geçmenin Remizleri adlı eserinde, insa­ nın topluma karşı vazifelerini, toplulukla olan münasebet­ lerini ve sosyal benliğin gelişmesini işlemektedir.

Ikbal’in 1923 yılında yayınlanan Şarktan Haber isimli divanı, Batı dünyasının büyük ölçüde İlgisini üzerine çek­ miştir. Avrupa'da asırlardır Doğu üzerine etüdlere, çeşitli Doğu şiirlerinden yapılmış çevirilere, Doğu edebiyatının etkisinde kalan şiir kitaplarına ilk olarak bu eseriyle İkbâl, gerekli cevabı vermiştir.

Büyük Alman şairi Goethe 1818’de West Östlicher Divan adlı Doğulu şairlerden aldığı ilhamla bir şiir kitabı yayınlamıştı. Bu eseriyle şair, Islâm dünyasının siyasî, dinî ve edebî tarihinin ana hatlarını çizip, kendi görüşle­ rini açıklamıştı. Goethe bu şiirlerini ve notlarını, Bakara suresinin, «Mağrıp maşrık Allah’ındır» ayeti kerimesinin İnce nüansı ve esprisi altında yayınlamıştı.

İşte, ikbal «maşrık»ın se3İni Avrupa’ya ulaştırmak suretiyle Batı’ya Doğu’nun hikmetlerini bir bir ve başa­ rıyla sunmuştur.

Asırlardır Batı; maddenin, yani eşyanın, Doğu; insa­ nın, yani mananın keşfinden yana olmuştur. Doğu’yu araş­ tıran nice ilim ve sanat adamları bu gerçeği görmüşler, maddeye esir olan Batı insanının Iç huzurunu ve muhtaç olduğu manayı, Doğu’yu araştırarak, okuyarak bulacaklarına İnanmışlardır. Şarktan Haber, Batı düşüncesinin bir Doğulu gözüne nasıl göründüğünü dile getirir. Bu eserde Avrupa’ nın felsefe ve sanat otoritelerinin düşünceleri kısa kısa, mısralar halinde verilmektedir. Nice, Bergson, Hegel, Mev- lânâ, Schopenhaver bu eserde karşılıklı konuşturulur. Ik- bal’ln Batı fikir sistemleriyle, siyasî doktrinleriyle ne dere­ ce İlgi kurduğu ve İhtisas sahibi olduğu kolayca anlaşılır. İkbal Batı’daki İlmî çalışmalarıyla görgü ve kültürünün na­ sıl arttığını şöyle ifade eder:

«Frenk hekimlerinin dersi aklımı artırdı. Nazar sa­ hiplerinin sohbeti göğsümü yaktı. Ey medresede edep, bilgi ve zevk arayan. Şişeci dükkânından Idmse İlâhi şarap olamaz». Batı’nın İlmi, Doğu’nun aşkı... Doğu, Batı’nın

HALICI

zahirî ilmini, fennini olduğu gibi taklit edeceğine, kendine vergi olan İlahî aşkı ona ilave edip, bütün dünyanın da yararlanacağı İlahî bir ilim yaratmalıdır.

Muhammed ikbal’le muasır olan millî şairimiz Meh­ met Akif, İkbal’in Şarktan Haber’lni okuyunca büyük bir hayranlık duyuyor.

Mısır’dan bir dostuna yazdığı mektupta duygularım şu şekilde belirtiyor: «Muhammed Ikbal’in İki eserini gön­ derdiler bana. Bu şairin ufak bir kitabını daha önce An­ kara’da görmüş ve sahibini kendime benzetmiştim. Doğu’ da yetişen bütün kalem ve gönül erbabının eserlerini oku­ duktan başka, Almanya’ya giderek Garp Felsefesine adam­ akıllı vakıf olan İkbal hakikaten yaman şair. Mevlânâ’yı çok okumuş, çok sevmiş. Ona mürşidim» diyor. Şarktan Haber de çok güzel şiirler var. Gazellerinden bazıları ba­ na, sarhoş gibi nârâ attırdı».

Ikbal’in felsefesini, şiirleriyle sunduğu düşüncelerini araştırırsak geniş bir temel üzerinde insan varlığının a n t­ laştığını görürüz. İkbal bu anıtı inşa ederken, Doğu ve Batı’dan taşlar getirmiş, kendine has ve bütün insanlığa örnek gösterilebilecek bir bina yapmıştır ki, temeli Kur’an ve Hadis, sütunları Islâm prensipleridir. Küçük yaştan beri gördüğü terbiye, ona gençliğinden itibaren Kur’an-ı Kerim’i her şeyin esası olarak kabul etmeyi öğretmişti. Bazı âlimler Ikbal’ln felsefî ve siyasî ülkülerinin tamamıyla İslâmî temeller üzerine dayanmasının, düşüncelerinin dünyaya yayılmasına mâni olacağını söylemişlerdir.

İkbal, her şeyden önce bir Islâm mütefekkiri, bir Islâm ilahiyatçısıdır. Üstelik bütün eserleri Batı’da tah­ minler üstü bir takdire mazhar olmuş, beynelmilel bir de­ ğer kazanmıştır. Eserleri Ingiltere, Fransa, Amerika, İtalya ve Almanya’da ilgiyle okunmuştur. Nlcollson, Arbery gibi tanınmış müsteşrikler İkbal gibi bir dehanın İslâm dünya­ sında zuhur etmesine sevinmişlerdir.

İkbal, Mevlânâ’yı aşk yolunda, hak ve hakikat yo­ lunda daima en büyük mürşit bilmiştir, insan varlığının yüceliğine gönül veren ve dalma bu gerçeği (ego) duygu­ sunu bir mücevher gibi işleyen İkbal, İnsan varlığında sonsuz İmkânların gizlendiğini şu beyitlerle söyler: «Ken­ dine gözünü aç... Eteğin boş olduğu için hiç üzülme... Senin göğsünde bir dolun-ay gizlidir».

Arayış içinde olan insan daima kendini yeniler, yeni yeni güçler kazanır, bir yüceliğe erişir. «Yanıp duran aş­ kımızın hikâyesi uzundur. Bu dünya edebî hikâyemizin yalnız önsözüdür». Daimî diri olmak, var olmak... Büyük mürşld Mevlânâ ne güzel, ne kadar canlı söylüyor:

«Cansızlık âleminden öldüm, nebat oldum. Nebattan öldüm, hayvanlığa geldim. Hayvanlıktan öldüm, insan ol­

(2)

dum. Şimdi ne diye korkuyorum. Çünkü ölmekten dolayı hiç eksilmem».

Bir müellif İkbal'] «Ateşli Yolcu» diye vasıflandır- mıştır. Bu yerinde bir teşhistir. Çünkü şairin bütün eser­ leri, tekrar tekrar Bitmeyen Seyahat'i yalnız vasıta olarak değil, bir gaye olarak göstermektedir. Hareket halinde ol­ mak, devamlı yol almak, yükselmenin müjde çiçekleridir. Mevlânâ bir şiirinde : «Eğer ayağın yoksa, kendi içine se­ yahati seç» der ve devam e de r:

Kendinden kendine seyahat yap ey hoca, Çünkü böyle bir seyahattan dolayı toprak

altın madeni oluyor». Seyahat, yaşamanın şartıdır. «Yürürsem varım, yürü­ mezsem yoğum» diyen ikbal, Descartes’ın bilinen düşünce­ sine «Harekette bulunuyorum, o halde varım» karşılığını veriyor.

«Ayrılık vuslat makamıncadır» mısraıyla ikbal, gö­ nül boyu gaye biliyor. «Âşık olduğum için yaşıyorum» de­ mek istiyor.

ikbal'in, oğlu Cavid’e ithafen yazdığı Cavidname, kendi felsefesini, dinî, siyasî, edebî görüşlerini ortaya koyduğu bir şaheserdir. Bu eser, ruhun mistik bir yolcu­ luğudur. Goethe'nin Faust'u, Dante'nin İlâhî Komedi'si gi­ bi. .. Cavidname'de ikbal, Mevlânâ’nın bir gazelini okuya­ rak, ruhunu çağırır ve onun refakatinde manevî bir yolcu­ luğa başlar. Ay’dan itibaren bütün gezegenleri dolaşır, yol­ culuk İlâhî huzurda son bulur.

Eserin başında yer alan münacaatta, ikbal zaman ko­ nusuna mısralarında önemle yer v e rir: «Bugün, yalnız bir seyyarenin firarından ibarettir. Sen yalnız, geçti, gitti diye­ bilirsin. Başka bir şey değil...»

Ikbal’e göre kainatta iki zaman mevcuttur. Duyabil­ diğimiz, her an yeni bir durum, yeni bir şekil gösteren zaman ki bu ruhumuzun, düşüncelerimizin bir halidir. Bu zamanda doğmak, ölmek gibi sevinç hüzün, geliş gidiş gibi her değişme olabilir. Bal-i Cibril eserinde ikbal bu kavra­ mı şu mısralarla dile g e tirir: «Gece ve gündüzün silsilesi hadiselerin ressamıdır. Gece ve gündüzün silsilesi iki renkli ipliğin çözgü ve atkısıdır».

Ikbal’e göre bu değişen durumların bu kaybolan günlerin gösterdikleri zaman gerçek değildir. Bu zaman ve mekân kavramı (ego) nun yani benliğin, mekânda ve zamanda kısmen gerçekleşen İmkânlarıdır. Batı'da Kant bunu «Düşüncelerimizin Kategorileri» diye adlandırır.

Bu bilinen geçici zaman, dünyanın yaradılış anında husule gelmiştir. Öyle değil mi ki dünya yaratılmadan zaman yoktu ve böyle bir kavramdan söz edilmezdi. Ce- nab-ı Hak indinde, insan tasavvurunun ötesinde bildiğimiz zamanla ilgisi olmayan bambaşka bir zaman mevcuttu... Bu bütün olayları bir tek anda ihtiva eden İlâhî bir zaman­ dır. Demek oluyor kİ Cenab-ı Hak’ta herşey aynı anda mev­ cut bulunuyor. O, görülecek, işitilecek her şeyi bir tek anda havidir. Yani İlâhî zaman daimi bir şimdidir. Bu İlâhî zamanda insan tasavvurunun içinde ve ötesinde bütün imkânlar beraberce muhtevadır. İlâhî zaman bilinen zama­ nın sonsuz ve sayısız serilerini ihtiva etmekle beraber seriye bağlı, seri halinde görünen bir nizama bağlı değildir.

34

Geleceğin sonsuz İmkânlarını içinde taşıyan bu İlâhî zaman, Ikbal'e göre Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği takdirdir, takdiri İlâhîdir. Cenab-ı Hak'ta mevcut yaratıcı imkânlar gerçekleştiği an serili zaman da başlamaktadır.

«Günlerden olmayan gün ne güzeldir. O gün ki, onun sabahının ne öğlesi, ne akşamı var».

Âşık ve ârif insan için bilinen zaman kaydından kurtulmak en kutsal gayedir. Zamanı terkederek hak katına vasıl olmak insanı ebedî ölümsüz yapar. Bu an, ikbal’in sık sık bahsettiği bir hadiste «li ma’allahı vakt» (Benim Allah'la bir vaktim var) şeklinde ifade edilmiştir. Bu va­ kitte Eşref-I Mahlûkat olan insanla Allah arasında ne me­ kân, ne zaman, ne de melek bulunmaktadır. İkbal şiirle­ rinde daima bu anın özlemini dile g e tirir: «Niçin kendi vaktinden gafil olarak oturuyorsun... Hesabı sene ve ay­ dan olmayan zamanı b ul...»

Mevlânâ asırlar öncesi aynı gerçeği dile getirmişti : «Aşk yolunda çıra gibi yanıyorum. Bütün vakitlerim bir va­ kit oldu». Ve ayrıca insana, gözle görülen bu dünya zama­ nına bağlı olan güneşten vazgeçip, günleri olmayan can nuruna varmayı tavsiye etmişti.

Böylesi bir hal, böylesi bir İç tecrübe insanı tekmil kayıtlardan kurtarıyor, kendi kaderinin söz sahibi yapıyor hattâ bir bakıma onu ölümsüz kılıyor. Bu, daimi şimdinin mührünü taşıyan hayat, zamanı yendiği gibi ölümü de yen­ miş oluyor. Çünkü ölüm dediğimiz hal, yine zamana bağ­ lıdır. Ölümden evvel dünya hayatının şartları olan zaman ve mekândan kurtulan insan, dünyevî ölümü de artık önemsemeyecektir.

«Kalp onun nurundan aydınlanınca sesleri tam renkler gibi görebilir».

Bu İlâhî zamanda madde bakımından insanı aldatan ayrılıklar kalmayacağı İçin insanın tekmil duygularında da bir ayrılık, bir değişiklik olmayacaktır.

Ibnl Fariz'in söylediği gibi; «Vuslatta bulunan âşık, gözünün konuştuğunu, dilinin gördüğünü, elinin işittiğini söyleyebilir».

Son asrın kuvvetli edip ve şairi olan Melikişuara Bahar, ikbal hakkında kanaatlarını şu şekilde dile getiri­ yor :

«ikbal'I, ben son 9 asırda Islâm âleminde yetişen ga­ ziler, âlimler ve ediplerin bir hulâsası ve niimunesl olarak gördüm. Onun hakkında yazdığım bir şiirde, şöyle söyle­ dim : Bu asır ikbal asrıdır. O binlere üstün gelen tektir. Sanki O şiirin ayakta duran bir heykelidir ki, hepsinden üstündür. Onun önünde şairler, bozguna uğramış bir ordu, o, yüz süvarinin işini başaran bir kahramandır. Iran İçin Firdevsi neyse, Pakistan için de İkbal odur. Kayıpta kalan ve görünmeyenler onun parıltısından gün ışığına çıkıyor. Onun nöbeti son bulmaz ve bitmez».

Bu vuslat, bu vecd, İlâhî zaman içinde olduğundan, normal duygularla kayıp bilinen, görünmeyen nice nice esrar onun nuruyla aşikâr oluyor. Ve bir İlâhî zamanda bir evvel ve bir sonra mevcut olmadığı için bugün de hiç bit­ mez ve geçmez.

«Yarabbi, günün birinde bana böyle bir gün bah­ çeyle. Beni, yanmadan geçen günlerden kurtar».

(3)

İkbal'in eserlerinde yanmak, hem aşk, hem de has­ ret ateşini ifade etmek için geçer. Yalnız aşk, insanı İlâhî zamana ulaştırabilir.

Mevlânâ Mesnevi'de İnsanî ve İlâhî zamanı şu şekil­ de dile g etirm iştir:

«Bu saatte can, saatten çıktı. Çünkü saat genci ih­ tiyarlatıyor. Saatten kurtulup bir saat, saatten çıkarsan ’nasıl' kalmaz, ’nasılsız'ın mahremi olursun».

Aşk, İkbal'e göre benliği güçlendiriyor. Onun için­ de gizli ve tohum halinde mevcut olan kuvvetleri büyütü­ yor. «Aşk Hak erenler için cennet gibidir». Taş ve top­ raktan nağmeler çıkarır. Bu noktada ikbal'in Mevlânâ’ya olan sıkı manevî alâkası en veciz ifadesini buluyor. Mev­ lânâ diyor ki «Aşk, ölü ekmeği can yapar. Fani olan canı ebedî yapar...» Ayrı bir şiirinde de «Muhabbetten ekşiler tatlı olur. Muhabbetten tunçlar altın olur. Muhabbetten tortu şarap olur. Muhabbetten dert derman bulur. Muhab­ betten ölü canlanır. Muhabbetten şah kul olur. Feleklerinin deveranının aşkın dalgasından olduğunu b il... Aşk olma­ saydı dünya donardı». İşte aşkın bu yaratıcı kuvvetine karşı ikbal şöyle hitap ediyor:

«Gel ey aşk, gönlümün remzi gel, ey tarlamız, ey mahsulümüz! Bu toprak varlıklar ihtiyarladılar. Sen çamu­ rumuzdan bir yeni insan yap! ..» Mevlâna’nın, «Aşkın ya­ nağına bakıp da erkek sıfatını kazanasın». Mısraını hatırla­ mamak elde mi? Yalnız aşk, insana kendi insaniyetinin bütün imkânlarını açıyor ve öğretiyor.

«Sen âşık olmazsan dağ gibi habersizce ses verir­ sin. Dağ kendiliğinden nasıl konuşsun? Onun sedası, baş­ kasının sesinin aksidir».

Aşk, bir yarış, ebedî bir arzu, daimi bir hasret-içre arayış oluyor. İkbal bu yüzden, «Ben arzunun, ateşin ve yanışın şehidiyim» diyor ve ilave ediyor:

«Bize uykusuz, hasretle yanan bir kalp ver. Bu has­ retten doğan ah, çemşidin tahtından bile kıymetlidir». Mev­ lânâ müridine bu yolda daima şu öğüdü ve rm iştir: «Güver­ cin gibi daima ku ku (nerede, nerede?) diya öt».

İkbal iki âlemi bir anda gören ve duyabilen bir şair­ dir. Ona göre asırlarca süregelen aşk yolunu bir «ah» ni­ dasıyla aşıp geçmek mümkündür. İkbal’in bütün duyarlı­ ğını, düşüncesini kaplayan bu «ah» nidasını incelemek gereklidir. Bu takdirde misilsiz bir yüce aşkın bu tek he­ celi feryadı içinde bir muhteşem düşünce sisteminin yer­ leşmiş olduğunu görürüz.

ikbal, bu İlâhî aşk yolunun kuvvetini, etki ve heye­ canını kaybettiği, aklın madde ile sınırlandırılıp bir sorum­ suzluk içinde gemi azıya aldığı bir asırda yaşamıştı. Uçuruma giden insanlığı, aşk ve iman içre bir mana ve gönül yoluna çağırmayı kendisine gaye edinmişti. Ona göre gönül, umdelerini insanın iç varlığından alan gerçek bilginin, akıl ile hemhal olmasından vücut bulan bir âlem­ di. ikbal herşeyden uzak yekpare bir aşk haline gelmek İstiyordu.

Aramak ve talep etmekle insan kendi varlığını bu- ( labilir. Bu arzu ve hasret dünyada mevcut olduğu gibi ( ölümden sonra da bitmeyecek, onu İlâhî huzura götüre- j

çektir. j

Bir Türk dostu olan Muhammed İkbal'in 1912 Trab­ lus ve Balkan harbi facialarından sonra Lâhor’da, Bol bah- J,

MİLLÎ KÜLTÜR

çesinde yaptığı şahane hitabeyi burada şükranla anıyo­ ruz. Ayrıca en sıkıntılı günlerimizde «Bizans’ı yıkmış olan Türk arslanları yine uyanacak, yine kükreyecek ve düş­ manlarını titretecektir» diyen büyük şair dost Pakistan’ın kurtuluş ve kuruluşunu, ateşli şiirleriyle, konuşmalarıyla gönül potasında yuğurup, dost Pakistan milletine bir İlahî müjde halinde sunmuştur.

Muhamed ikbal’i her yönüyle okumak, tanımak ve anlamak bir kültür ve gönül işidir. İkbal’in eserlerinden alacağımız çok büyük dersler ve hikmetler olacaktır.

En güzeli yine onun bir şiiriyle yazıma son vermek olacak.

Kendine arkadaş olarak Mevlânâ’yı seç ki, Allah sana aşk ve hararet ihsan etsin. Zira Mevlânâ kabuğu içten, yani zarfı mazruftan ayırabilen insandır. Ben bir dalgayım parlak bir inci vücuda getirmek için onun deni­ zine yerleşmişim. Onun şarabından sarhoş olan ben, onun nefesleriyle yaşıyorum».

Ülküsüyle, aşkıyla, imanıyla şiir ve tefekkürüyle İnsanlığa örnek olan Muhammed İkbal’in aziz hatırasını hürmetle yâdediyoruz.

G A Z E L

Gözyaşları tespih gibi ellerde gezer Dîvâneye çıkmış adı dillerde gezer

Kan dökmeye cân atmada binlerce diken Şaşkın yine bülbül gibi güllerde gezer

B ir bitmeyecek besteye başlar geceden Kirpikleri mızrap gibi tellerde gezer

Hasretle bükülmüş beli bîçârelerin Hançer gibi ey sevgili bellerde gezer

B ir gün bitecek sandığı hasretle bugün Âşık SEFE R ! hep yaban ellerde gezer

Nejat SEFERCİOĞLU

35

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Mösyö Hanutov (Hanotaux)’a karşı çıkıp Batıdaki milyonlarca Müslümanın hukukunu müdafaa etmesi zannımca asırlarca nâfile ibadet etmesinden daha

1 996’nýn Aralýk ayýnda Hindis- tan’a gittiðimizde Stratejik Araþtýrmalar baþkaný emekli bir ha- va kuvvetleri generali ile görüþmüþ- tük. Çok okumuþ bir insan olan

Adnan Derviş ve Muhammed el-Mısrî (Bey-.. hak ve hikmet kavramlarından her biri belli bir örgü halinde ne, niçin ve nasıl sorularına cevap oluşturarak birbirini tamamlayan

x Milli TakÕmlara ve kulüplere atanacak yabancÕ antrenörlerin en üst düzeyde denkliklerinin bulunmasÕ, yerli antrenörlerin ise kategorilere (A-Genç-YÕldÕz) göre

2003 yılında itibaren Yakın Doğu Üniversitesi, Fen-Edebiyatı Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim elemanı

21 Gerçek kendiliğin 22 bağlamı içinde insanın hakikati, varlığı ile eşitlendiğinde, yani bir şey aynı anda hem var olup hem de yok olamayacağına göre, ayrıca

Denize açıldığında, rüzgâr tekneyi kırbaç- larken, sadece yoğunluğu farklı olan uğultusu seni her an sararken ve kendi sesin dışında tek duyduğun hareket

Bodrum Kumbahçe Camii’nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazına CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir, Muğla Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi