22
Pazar,
12
Mayıs
1996
Birinci Cumhuriyetçilere dev bir hizmet (!)
Önümüzdeki
15 Mayıs günü,
Vahideddin'in
ölümünün
üzerinden tam
70 yıl geçmiş
olacak...
Bugünlerde,
son padişahın
sürgünde
kaleme aldığı
ve 70 yıl
boyunca gizli
kalan
hatıralarına
çalışıyorum...
Kitap olarak
Çıkmadan önce,
çok yakında
Hürriyet'te dizi
yazı olacak...
ATTI 1)1 MORTE Turin I.I.'uquu n iill.n o » ' e»*ııl->»ı'*ı|iu»ı, i ı d J L /
--- — . « nılnnli 0 } } LA.Cvv161V (v ıAC ^ U ú . X ' ı V t v -ÍaW i r t> /A __ _ ıii ///*., ‘7 f---ı**lln O » «umıonalf. Aw»rt <¡1 Yj** .MX
f’fJtj'i r~ /.¿'.fiÿ. rV. , tK AÇ“v,,ifirÂc fyt/6 ¿fv,.,.. C*IWiW ıH r * H a lo C lriK «M Connut* >11 8 « a S i m e , nnnn rn ı.ı|* ırn ,
, .11 mini »-•.»»'Zv<'//y/, j£> , nj
+ médlinl * iıı \ Z t t t V * '* *______ , » İ l *
M İm i.J / w í / , „ - / * . ,|„rnı dl l »t» İn
/* ıjılall mİ himno 4lelti.lr«l" « I * n ı>rt *- " f t / a r . , « minuit / u < r t
<««fiwCncU» ensa punU lı«T^ı»L¿'Ğ***-{¿tf/İ.
4 iuımrr.1 / / — , 4 m ort'
4 1 0 i / * n / «
/■ /*/• X //U » n u f f .itW(('¿¿-¿du
'7" ____ ,ılı
rt4 Umu in Z /i n/i m .ıınt# .
y . / A ' . / . , .KvmUHiMn
--- ( Jn {7 » / f K > t f t t / * t / !*■ **- , ( l | * —
fcTkWnln ln »»’ 'e /* ¿w /a„ ^ , i3j
V 1'Mul‘ulln linio Mİntl |>menU çinili Iw4iumnf
41 «nol « / / 1
.filiffH / f u « / í ^ t(> ,,n h j ln f|iwmp.Coinun*. U ilo
t i f M H b thll.i . I .illt .11 r . . . _____.A ■ / / . . . . . . ^ — *
sb
f
İ
l
1
—M-v
>7
A7 a d i V l ' n i ' l M n C K l n r ı ■ i Vahideddin’in hayat m acerasını, acılarını ve yıkılm ışlığının hüznünü ilk defa A Z L Ad I , i U Z l U N U f c N D t L L I . . . Son padişahın bu iki yayınlanan bu sürgün resm inden rahatça okuyabilirsiniz... Hükümdarın fotoğrafı yirmi veya otuz değil, sadece beş sene arayla çekilm iş... Biri ölüm belgesi de ilk defa yayınlanıyor... Belgeyi San Rem o’da, belediye
1919’da tahtta bulunduğu sırada, öbürü 1924’te sürgündeyken... arşivinin mahzeninden çıkarttım ...
Vaİddeddin’in
İtalya’nın küçük bir kasabasındaki villa, 70 sene önce, doktor akınına uğradı... Akdeniz sahilinde, San Remo’daki Manolya
Villası, yahut oradaki ismiyle Villa
Magnoli...
Kapıdan içeri adım atar atmaz, kadınların birbirine karışan feryatlarıyla hıçkırıklarım işitti doktorlar... İkinci katta çıktılar, odalardan birinde divana uzatılıp üzerine atlas Kabe örtüsü örtülmüş yaşlı adamın saatler önce soğumuş cesedini muayene ettiler... Cenazenin başmda bile el pençe divan duranlara "Damar tıkanmasının
sebep olduğu kalp krizi" dediler...
Derken gene orada, ölüm raporu düzenlendi... "Ölünün ismi” hanesine
"S.M.I. Maometto VI”, Türkçesiyle "Majeste İmparator Altıncı Mehmed”
yazıldı ve beş doktor altım imzaladı raporun...
Vahideddin, dünyadan San Remo’daki
işte bu villada, 1926’mn 15 Mayıs gecesi 22.30’da hatalarıyla ve sevaplarıyla ayrılıp tarihlere süzüldü... Sonra uzun bir cenaze macerası yaşandı... Mahallenin manavı
Morini ile bakkalı Steiner, iki aylık
alacakları yüzünden tabutunu
haczettirdiler... Günlerce villada hacizde kaldı tabut... Borçlar binbir zorlukla ödendi ve daha da maceralı bir yolculukla Şam’a götürülüp dedelerinden birinin, Yavuz
Selim’in orada inşa ettirdiği caminin
avlusuna defnedildi cenaze... Son aylarında gayet sıkı çalışıyor, hatıralarım yazıyordu Vahideddin... Ama, bitiremedi... Plam kâğıtlara dökülmüş ama
sadece yansı yazılabilmiş eksik bir hatıratla bir sandık dolusu belge, yani hususi arşivi kaldı ondan geriye...
Tam 67 sene boyunca, ailesi tarafından muhafaza edildi ve Türkiye'ye hiç uğramadan bir kıt'adan ötekine dolaştı bu arşiv... Dolaştı, zira aileyle beraber belgeler de sürgündeydi... Ve bu arşive ulaşabilmem, yıllar sürdü... Son padişahın torunu zarif sultanlar, Vahideddin'in, yani
"Şahbaba'Tanmn evrakım yayınlamam için 1993 Ekim’inde bana verdiler... Hatıralanyla, mektuplanyla, öteki belgeleriyle ve
fotoğraflanyla bir devrin bir başka hikâyesini...
"N e olur, ne olmaz” diye beş ayn kopyasını tam beş ayn yere dağıttığım bu evraka dayanarak yazdığım kitap, artık bitmek üzere... Birkaç ay sonra Hürriyet'te önce dizisi yayınlanacak, sonra kitabın kendisi...
Önümüzdeki Çarşamba günü Türk Tarihi’nin en tartışmalı isminin, Sultan Vahideddin'in hatalanyla ve sevaplanyla bu dünyadan aynlıp herşeyiyle tarihin
değerlendirmesine maloluşunun üzerinden tam 70 sene geçmiş olacak...
Osmanoğullan'mn son hükümdan Vahideddin, yahut torunlarının ifadesiyle "Şahbaba" ilk defa bu hafta, ölümünün 70. yıldönümünde konuşsun, hakkında söylenenlere kendi kalemiyle cevap versin ve 70 senedir gizli kalmış anılarından kısa da olsa bazı cümleleri nakletsin dedim...
Söz, şimdi Abdülmecid Han oğlu Sultan Vahideddin'in...
Aile
mezarın
gelmesine
karşı
çıkıyor
Son haftalarda, "mezar getirme" modası hakim... Enver Paşa'nın kemikleri önümüzdeki Ağustos'ta geliyor, Nazım Hikmet'in nakli için Moskova'yla temaslar sürüyor ve bu arada bazı çevrelerde, Vahideddin'in kabrinin de Türkiye'ye nakledilmesi fısıltılan yükseliyor...
Vahideddin'in mezarı Şam’da,
ceddi Yavuz Selim'in inşa ettirdiği
Selimiye Camii'nin avlusunda... Son
padişah 1926 Temmuz'undan beri burada, sürgünde can veren diğer Osmanoğullan'yla bir arada yatıyor...
Vahideddin'in torunları ise, bir
hayli rahatsız bu söylentilerden... Onlara göre "Şahbaba"larmm değil kemiklerinin nakledilmesi, konunun tartışılması bile gereksiz... "Nakle
karşıyız ve günün birinde böyle bir ihtimal ortaya çıksa bile, vârisleri
olarak izin vermeyiz" diyorlar...
İşte, torunların karşı çıkma sebepleri:
1. Şam, Müslüman bir ülkenin toprağıdır... Daha da önemlisi Sultan Vahideddin'in padişahlık ettiği devletin, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir vilâyetidir... Dolayısıyla mezar imparatorluk topraklan içindeki bir şehirdedir ve gayet iyi
bakılmaktadır...
2. Bazı çevrelerin ileri sürdüğü "Nazım Hikmet getirilirse,
Vahideddin de getirilmelidir" görüşü yanlıştır... Bir şair, bir padişaha emsal olamaz...
3. Sultan Vahideddin'in mezan, bir siyasi görüşe alet edilemez.
Hayatında zaten çok çekmiş olan hükümdar, hiç olmazsa mezannda huzur içerisinde yatmalıdır...
Kendi kalem inden Vahideddin
Vahideddin, San Remo'da yazdığı hatıralarının bir bölümünü bizzat
kendisi kaleme almış, bir kısmını da başyaveri Avni Paşa'ya dikte ettirmiş... Hatıraların başında, son padişahın elyazısıyla olan bir giriş var... Bu giriş, "Yazdıklarım okunduğunda da görüleceği gibi, mütareke
senelerinde dünya savaşının sorumlularından bana kalan çeşitli musibetlere karşı şahsımı siper ettim” cümlesiyle başlıyor...
İşte, Vahideddin'in kaleminden kendi hikâyesi ve hâlâ tartışılan bazı ' sorulara bugünün Türkçesiyle cevapları...
V
atan
HAİNİ MİYDİ?
Mütareke senelerinde ortaya çıkan facialara ve olaylara karşı gerçi kalkan olamadım ise de, pafatoner vazifesi gördüm. Ve öyle zannediyorum ki, bütün musibetleri üzerime çektim, kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım...
N
eHATALAR
YAPMIŞTI?
Ben de insanım, hatasızlık iddia edemem. Başlıca üç hatam oldu... Birincisi, rahmetli biraderim Sultan Reşad'dan sotıra saltanat makamım kabul etmem. İkincisi, mütareke hükümetlerine, başta Ferid Paşa
olmak üzere Tevfik, izzet, Ali
Rıza ve Salih Paşalar gibi
milletin ve devletin kalburüstü isimlerine talihimi bağlayarak aldanmam. Üçüncüsü; Devleti kuran ve halis muhlis Türk olan
Osmanoğullan'mn memleketten
sürgün edilip Hilâfet'in ortadan kaldırılacağına asla inanmak istememem...
M
e m l e k e tİ
n iç in t e r k
E n i?
Her tarafı istila eden inkılab ve ihtiras içinde bunaldım. Bana teklif edilen şekildeki hilâfete ne karşı koyma, ne başeğme imkânı görmeyerek kamuoyunda sükun ve durumda açıklık belirinceye kadar geçici olarak tehlikeli bölgeden ayrılmaya karar verdim...
ANADOLU'YA
NEDEN GEÇM EDİ?
Talih ve kader bizi vatanımızdan ayırdı, nihayet gurbetlere attı. Allah'ın takdiri ve kısmetimiz böyleymiş. Gerçi malum sebepler yüzünden dinime, vatanıma ve milletime arzu ettiğim kadar hizmete vakit ve imkân bulamadım ise de asla ihanet etmedim. Şimdi burada zelil ve sefil bir halde
kalmaktansa, Anadolu'da at
sırtında olmalıydık. Ecdâdımm sarıkları, avnı zamanda kefenleriydi. Ama Anadolu'ya gitme konusunu etrafımdakilere açtığım zaman, muhalefete uğradım. "Böyle bir maceraya
giremezsiniz. Mustafa Kemal
Paşa ile haberleşiyoruz.
Zaferden sonra gelip size bağlılığını bildirecek. Onun istemediği, sadece Damad Ferid
Paşa dır. Allah göstermesin,
Anadolu'da yenilirseniz vaziyeti kim kurtarır?" dediler.
Hayli mücadele ettim ama mağlub oldum...
G
* • •IDIŞI
KAÇIŞ MIYDI?
Gitmekle, vekili olduğum şanı yüce peygamberin yapüğını yaptım, kaçmadım, hicret ettim. Ama ecdadımdan miras kalan saltanat hakkımdan ve hilâfetten hiçbir vakit ve asla feragat etmedim ve etmeyeceğim...
PO LİTİKASI NEYDİ?
Dört sene süren dünya savaşmdan sonra, bütün musibetlere göğüs germek zorunda kaldım. Devlet tehlikede ve İstanbulsallantıdaydı. Şahsen müstakil bir siyasetim yoktu ama kurtuluşumuz için babam Abdülmecid Han'dan miras aldığım İtilâf Devletlerine yakınlık politikasını seçmiştim: İngilizler'in zıddına hareket etmemek ve Fransızlarla İngilizler'i gücendirmemek şeklinde uyuşmacı bir siyaseti. Böylelikle, anlaşma olmasa bile, hiç olmazsa husumetlerini, şiddet ve nefretlerini azaltmaya çalışıyordum...
Öteki- Dünya
Arşiv
barbarlığı
Şöyle garip bir soru sorsam; "B ir devlet, yüzlerce senelik tarihinin yazılı olduğu arşivi kullanılmaz hale getirmek için var gücüyle çalışır, hatta bu işin nasıl yapılması gerektiği konusunda bir de Bakanlar Kurulu karan çıkartır mı?" diyecek olsam...
Abuk subuk konuştuğumu düşünür, aval aval yüzüme bakar ve "Saçmalama" deyip geçersiniz...
Keşke öyle olsaydı ama, maalesef hepsi doğru bunların... Yüzlerce senelik Osmanlı Arşivinin bir
kısmı çok
Tarihin
arka
odası
Dünyanın hiç bir
memleketinde elyapısı
kağıdın fotokopisi alınmaz,
çünkü ışık kağıdı
mahveder. Ama bizde
alınır. Başbakanlığa bağlı
Osmanlı Arşivlerinde
olduğu gibi... Ama kabahat
arşivcilerde değil, o
yönetmeliği hazırlayanda...
yakmda yazılan silinmiş, erimiş, kof bir kâğıt yığınına dönecek ve yerinde yeller esecek o belgelerin... işte, bu işi becermemizin sırrı... Birkaç haftadır, Sultanahmet’teki Osmanlı Arşivinde çalışıyorum... imparatorluğun ilk devirlerinden itibaren muhafaza edilmiş milyonlarca belgenin bulunduğu bir yer burası... Başbakanlığa bağlı olan arşiv,i rahmetli Özal'ın
gözlerden kaçmış ama en faydalı hizmeti benim için... 1980’lere kadar mahzenlerde çürümeye terkedilmiş evrakı vilâyetin arka bahçesindeki ufacık bir odada gözden geçirmeye çalışan tarihçiler, şimdi devamh tasnif edilen, sık sık yeni bölümleri açılan modern bir binada ilim yapmadalar...
Ama hani milli özelliğimiz olan o meşhur "ya
ifrat ya tefrit" adetimiz var ya... İşte, Osmanlı
Arşivlerine kadar sızmış bulunuyor bu adet... Bakın, nasıl...
İFR A T V E TEFRİT
Birkaç sene öncesine kadar, araştırıcıya belgeleri göstermekle değil,"göstermemekle" yükümlüydü arşiv... Tasnif zaten
yoktu, üstelik herkesten ve her şeyden çekinilir, "Ya
bir iş edecek olurlarsa?" denir ve sayfaların ucu bile
gösterilmezdi araştırıcıya... Bu, "ifrat"tı... Şimdi ise, belgenin fotokopisi anında veriliyor isteyene... Fotokopi makineleri hiç durmadan çalışıyor ve hemen her gün hani harü yüzlerce senelik cilt, defter, belge öğütüyor makineler... Buyrun size "tefrit"...
Dünyanın hiç bir memleketinde, el yapısı kâğıdm fotokopisi alınmaz... Erbakan'm benzetmesiyle, Uganda'da bile etmezler bu işi... Vesika ister tek sayfa, ister koskoca bir cild olsun, fotokopi makinasma asla sokulmaz... Zira cildin parçalanıp ayrılmasını bir yana bırakın, fotokopinin parlak ışığı kâğıdı yer, bitirir ve yok eder belgeyi... Bu işte, mikrofilm kullanılır ve ne cildin başma bir hal gelir, ne kâğıdm...
B
elge
c
İ
nayetî
Ama bizim OsmanlıArşivlerinde mikrofilm yerine sadece fotokopi hakim... Kabahat arşivcilerde değil, 1989'daki Arşiv Yönetmeliğini hazırlayanda... Velhasıl vur patlasın, çal oynasın bir belge cinayeti... Defterler parçalansın, belgeler yok olsun ama gelsin fotokopiler!..
Osmanlı Arşivinin patronu olan Başbakanlık Müsteşarlığı, vaktiyle çalakalem hazırlanmış bu yönetmeliği bir an önce tashih edip fotokopiyi yasaklamak zorunda... Yoksa bizden sonraki ilk nesil, Osmanlı Tarihinin 19. asra kadar olan kısmım yazmak için belgelerden değil, başka bir metoddan medet umacak... Zamanın sultanının,
şeyhülislamının, yeniçeri ağasının ruhunu çağırıp
"Ey ruh!" diyecekler... "Filanca isyan falanca sebepten çıktıysa, masanm ayağını üç kere vur"...
Başbakanlık Osmanlı Arşivinden “siyakat" denilen mali yazıyla yazılm ış üç asırlık bir belge... Bu belge ve benzerleri birkaç seneye kalm ayacak, yok olacak...
Sebep, fotokopi...
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi