• Sonuç bulunamadı

Türk Medeni Hukukunda koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Medeni Hukukunda koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması"

Copied!
126
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÖZEL HUKUK ANA BİLİM DALI

ÖZEL HUKUK BİLİM DALI

TÜRK MEDENİ HUKUKUNDA

KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

DOÇ. DR. SÜLEYMAN YALMAN

HAZIRLAYAN MEHMET DAĞLI

044233001003

(2)

İÇİNDEKİLER………..…..………I KISALTMALAR……….………...……..IV KAYNAKLAR……….……….VI

TÜRK MEDENİ HUKUKUNDA

KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI

§1. KONUNUN TAKDİMİ VE ÖNEMİ....1

I. KONUNUN TAKDİMİ...1

II.KONUNUN ÖNEMİ…...………...………6

BİRİNCİ BÖLÜM KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANACAK KİŞİ, KORUMA İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR, KORUMANIN HUKUKİ SONUCU ve KURUM KAVRAMI §2.ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANACAK KİŞİ...12

§3.KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASININ ŞARTLARI...13

I. ÖZEL KORUMA İHTİYACI ...………..14

II. ZAYIFLIK DURUMU...………...16

A. Akıl Hastalığı...………...18

B. Akıl Zayıflığı...………....22

C. Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlılığı...………...23

D. Ağır Tehlike Arz eden Bulaşıcı Hastalık…...………...30

E. Serserilik ...………...…..…...32

III. ZAYIFLIK DURUMUNUN SÜREKLİLİĞİ………...37

IV. TOPLUM İÇİN TEHLİKE OLUŞTURMA………...………...………....38

V. KORUMANIN BAŞKA TÜRLÜ SAĞLANAMAMASI……...………...…………..42

A. Ulusal Düzenlemelerde Orantılılık…...………... 43

1) Elverişlilik………...………...45

2) Gereklilik………...……….…...46

B. Uluslararası Düzenlemelerde Orantılılık………...…47

VI. ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLAMANIN SONA ERMESİ...47

VII. KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASININ HUKUKİ SONUCU VE KURUM KAVRAMI………...………...…49

(3)

İKİNCİ BÖLÜM

KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI, VESAYET HUKUKU, KİŞİ GÜVENLİĞİ VE HASTA HAKLARI

§4. KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI ve VESAYET HUKUKU....52

I. GENEL OLARAK ………...52 II. EHLİYET ...53 A. Tam Ehliyetsizlik ………...……….…...54 B. Sınırlı Ehliyetsizlik………...……….55 C. Tam Ehliyetlilik………....56 D. Sınırlı Ehliyetlilik……….56 III. VESAYET ………..56 IV. KAYYIM……….58 V. YASAL DANIŞMAN………...59

VI. VESAYETİ GEREKTİREN HALLER………...60

A. Küçüklük………...61

B. Kısıtlılık ve Kısıtlılık Sebepleri ………...61

1. Akıl Hastalığı ve Akıl Zayıflığı……….62

2. Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlılığı, Kötü Yaşama, Kötü Yönetim ve Savurganlık…….63

a) Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlılığı………..63

b) Kötü Yönetim, Savurganlık………...64

c) Kötü Yaşama Tarzı………65

3. Özgürlüğü Bağlayıcı Ceza……….65

4. İstek Üzerine………..66

C. Kısıtlılık Halinin Sona Ermesi ……….66

1.Vesayet Altına Alınan Kimseye İlişkin Sebeplerle Sona Ermesi ………..66

2. Vesayetin Kendiliğinden Sona Ermesi ……….66

3. Vesayetin Mahkeme Kararı ile Sona Ermesi……….67

4. Vasilik Sıfatını Ortadan Kaldıran Sebeplerle Sona Ermesi………...68

§5. KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI VE KİŞİLİK HAKLARI …68 I. GENEL OLARAK ………68

II. KİŞİSEL VARLIK OLARAK HAYAT, SAĞLIK VE VÜCUT TAMLIĞI...……...71

A. Ulusal Hukukta……….76

(4)

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi………...79

2. Diğer Sözleşmeler………..81

§6. ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANAN KİŞİ ve HASTA HAKLARI………...82

§7. KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI HÜKÜMLERİNİN KİŞİYE YÖNELİK İRADE DIŞI TEDAVİ UYGULAMALARI İÇİN YASAL BİR DAYANAK OLUŞTURUP OLUŞTURMAYACAĞI SORUNU …………...………...87

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI YARGILAMASINDA UYGULANACAK YARGILAMA HUKUKU KURALLARI I. GENEL OLARAK ………...89

§1. Bildirim Yükümlülüğü………...91

I. Sebep ve Kanun Yolları Hakkında Bilgilendirme Yükümü………...94

II. Kuruma Yerleştirme Aşamasında Bilgilendirme Yükümü………...96

§2. İstemi Denetim Makamına Ulaştırma Yükümü………...96

§3. Erteleme Yetkisi………...96

§4. Resmi Sağlık Kurulu Raporu Alınması ………...97

II. GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME ………...100

III. VESAYET MAKAMININ KARARINA İTİRAZ………102

IV.DENETİM MAKAMININ KARARINA KARŞI KANUN YOLUNA BAŞVURU...……106

SONUÇ………...108

KAYNAKLAR………113

(5)

KISALTMALAR ABD : Ankara Barosu Dergisi AD. : Adalet Dergisi

AHFD : Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

AY : Anayasa

BK : Borçlar Kanunu BM : Birleşmiş Milletler

BÜABÇB : Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Birliği Çalışmaları Birimi

C : Cilt

CGK : Ceza Genel Kurulu

CGTİK : Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun Çev. : Çeviren

E. : Esas

EBD : Eskişehir Barosu Dergisi EEG : Elektroensefalografi

f. : Fıkra

G. : Geçici

GSÜHFD : Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi HD : Hukuk Dairesi

HGK : Hukuk Genel Kurulu İBD : İstanbul Barosu Dergisi

İKÜHFD : İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi İMK : İsviçre Medeni Kanunu

K. : Karar

KHukA : Kamu Hukuku Arşivi

m : Madde

MK. : Medeni Kanun

MSHİUS : Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşme PSVK : Polis Vazife ve Selahiyeti Kanunu

S : Sayı

s. : Sayfa

(6)

TBBD : Türkiye Barolar Birliği Dergisi TCK : Türk Ceza Kanunu

TNBHD : Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi vd : Ve diğerleri

vs : Ve Sair

Y : Yıl

Yar. : Yargıtay

YD : Yargıtay Dergisi

(7)

TÜRK MEDENİ HUKUKUNDA

KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASI

§5. KONUNUN TAKDİMİ VE ÖNEMİ

l. KONUNUN TAKDİMİ

Bu tez çalışmasının konusu, “Türk Medeni Hukukunda Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması”dır. Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması Medeni Kanun’un 432 - 437 maddeleri arasında düzenlenmiştir.

Medeni Kanun’un 432. maddesine göre, “Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike oluşturan her ergin kişi, kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması halinde, tedavisi, eğitimi veya ıslahı için elverişli bir kuruma yerleştirilir veya alıkonulabilir”.

Bir kişi hakkında koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kararı verilebilmesi için kişinin;

- Zayıflık durumu ve zayıflık durumunun sürekliliği nedeni ile özel koruma ihtiyacı, - Toplum için tehlike oluşturma,

- Korumanın başka türlü sağlanamaması şartlarını taşıması gerekmektedir.

Medeni Kanun’un 433. maddesi yetkiyi, 434. maddesi bildirim yükümlülüğünü, 435. maddesi itirazı, 436 ve 437. maddeleri ise yargılamada uygulanacak usul kurallarını düzenlemektedir.

Toplumun ve kişinin tehlikeli hareketlerden korunurken dikkat etmesi gereken hususlardan belki de en önemlisi, özgürlük ile kısıtlama arasındaki dengenin sağlanmasıdır. Sınırlamalara gidilirken kanunilik ilkesine dikkat edilmelidir. Birçok nedenle toplum açısından tehlikelilik arz eden kişilerin tedavi, ıslah ve eğitimi için 4721 sayılı Türk Medeni Kanun’u “Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması” kurumunu düzenleme altına almıştır.

Yirminci yüzyılın başından beri dünya ve dolayısıyla ülkemizde her alanda hızlı bir değişim yaşanmaktadır.Özellikle, sosyal ve kültürel alanlardaki değişim, insan hakları, kişi hak ve hürriyetleri kavramlarının yeniden gözden geçirilmesine, aydınların bu konuları geniş kitleler düzleminde tartışmaya başlamalarına neden olmuştur. Yeniden gözden geçirilen ve düzenlenen sosyal ve ahlaki kavramlar, hızla yaşamın bir çok alanında uygulanmaya başlamıştır.

(8)

1926 yılında yürürlüğe giren ve 75 yılı aşkın bir süre uygulanan 743 sayılı Türk Medeni Kanunu, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile değiştirildi. Yeni Kanun, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Yeni Kanun hakkındaki genel görüş1 kanun koyucunun mevcut kanunun eskiyen yönlerini, bilimsel ve yargısal içtihatlardan kopmadan yenileme yoluna gitmediği, tamamen yeni bir düzenleme getirme yoluna gittiğidir.

Yeni Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden önceki dönemde, Anayasa’da bulunan, zararlı kişilerin denetim altına alınabilmesine dair hükümleri karşılayacak kanun düzeyinde bir düzenleme bulunmamakla beraber, konuyla ilgili bazı tüzük ve yönetmeliklerin olduğu bilinmektedir. Eski Medeni Kanunumuzun 390. maddesinde benzer bir düzenleme bulunmaktaydı.

Medeni Kanun’un 432. maddesi ve gerekçesi incelendiğinde, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması konusunun tıp bilimini ilgilendiren yönün de olduğu sonucuna varılacaktır2. Bunun nedeni de, kısıtlama nedenlerinin insandaki hastalık veya bağımlılıkların olmasıdır. Kısıtlama sebeplerine bir bakacak olursak: Akıl hastalığı, akıl zayıflığı ve alkol ve uyuşturucu madde bağımlığı vb. Bunlar hem tıp bilimini hem de hukuku ilgilendirmektedir. Yine kanun bazı şartların varlığı halinde özgürlüğün kısıtlanabilmesi için hekim raporu şartı aramaktadır.

Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kurumunun hangi hukuki kuruma dahil olduğu sorusuna verilecek cevap, elbette ki vesayet hukuku olacaktır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda vesayet hukuku bakımından kişinin korunması amacına yönelik olarak getirdiği en yeni hukuksal kurum olarak karşımıza, “koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması” çıkmaktadır3. İsviçre Medeni Kanunu’na 01/01/1981 tarihinde yürürlüğe giren ve 6 Ekim 1978 tarihli kanunla eklenen 397a - 397f maddeleri ile İsviçre hukukunda yer bulan bu kurum, 1984 tarihli Türk Medeni Kanunu ön tasarısında mevcut değildi. Ancak yapılan yeni kanunda Anayasa’nın 19. maddesi de göz önünde tutulmuş ve böyle bir düzenlemenin ülkemiz için de

1 Y.Tunç Demircan/Tanıl M. Başkan, Yeni Türk Medeni Kanunu İle Getirilen Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması Kurumunun Hukuk ve Adli

Tıp Açısından Değerlendirilmesi, 10 Ulusal Adli Tıp Günleri Paneller ve Poster Sunuları, 8-12 Ekim 2003, Adli Tıp Kurumu Yayınları 10, Ankara 2003, s.160; Mustafa Şimşek,Yeni Medeni Yasaya Bakış, YD, C. 28, Ocak Nisan 2002, s. 123; M.İlhan Ulusan, Türk Medeni Kanunun Dünü ve Bugünü, İKÜHFD. C.1, Haziran 2002, s.153; Şaziye Şahin, Yeni Medeni Kanun Kadın Hakları Açısından Ne Getirdi, Antalya Barosu Dergisi, Ocak 2002, Y.13, s.13

2 Demircan/Başkan, 160

(9)

gerekli olduğu düşünülerek İsviçre’den aktarma suretiyle kanun kapsamına alınmıştır4. Bu şekilde bir kurumun düzenlenmesi isabetli olmuştur. Zira kişiler her türlü hareketlerinde serbest değildir ve insanların hareketlerini sınırlayacak yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır ve kişilerin hareketlerini düzenleyen her hukuk dalında kendine has bir kurum bulunmalıdır. İşte Medeni Kanun’daki değişiklik de bu ihtiyaca cevap verecektir.

Eski Medeni Kanun’un 390. maddesi, vasinin MK 405/b.13 maddesine göre, vesayet makamının izniyle ve zorunluluk durumlarında kısıtlıyı bir kuruma yerleştirilebilmesine olanak tanımaktaydı. Aslında bu tedbir dahi teknik anlamda bir özgürlük kısıtlaması niteliği taşımıyordu5. Bir ergin kişinin bir kuruma konulması sadece MK 420 maddesine göre, vasi atanmasına yönelik yargılama sırasında geçici bir önlem olarak mümkün olabiliyordu.

4721 sayılı Medeni Kanun’dan öncede buna benzer tedbir öngören düzenlemelerin olduğu söylenebilir6. Yeni Medeni Kanun yürürlüğe girmeden önce yürürlükte bulunan Velayet Vesayet ve Miras Hükümlerinin Uygulanmasına Dair Tüzüğün 7. maddesi de bu hüküm ile aynı paralelde ve tamamlayıcı bir vasfa sahip idi. Bu düzenlemede; “Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini görmekten aciz olmak veya daimi muavenet ve tekayyüde muhtaç bulunmak, yahut başkasının emniyetini tehdit etmek gibi bir kimsenin kısıtlanması gereken halleri öğrenen herkesin, akli sıhhat durumu şüpheli bu şahsın ikametgahının bulunduğu yerdeki Sulh Hakimine haber vermek yetki ve görevi bulunduğunun altı çizilmektedir. Buna göre durumu ilgili şahsın ihbarı üzerine öğrenen Sulh Hakimliği, kolluk güçleri vasıtasıyla hastayı zorla getirtip, dinleyebilmekte ve hakkında yapılacak işleme esas oluşturmak üzere, hekim raporu aldırabilmekteydi. Nitekim gerek Polis Vazife ve Selahiyet Tüzüğü’nde, gerekse Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nde, bu duruma ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır. Polis Vazife ve Selahiyet Tüzüğü, madde 24; “… sevklerine lüzum görülen delilerin başkalarına saldırmaları ihtimali mevcut ise bu takdirde sevk işinden mesul olmamak ve yalnızca saldırmaya mani olmak üzere sevk işi polis refakatinde yapılır”. Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği, madde 52; … sevkleri gerekli görülen delilerin başkalarına saldırma ihtimali varsa, sevkten sorumlu olmamak ve yalnızca saldırıya engel olmak görevi; polis teşkilatı olmayan yerlerde Jandarma İç Güvenlik Makamlarınca yerine getirilir”.

4 Pelin Çavuşoğlu Işıtan, Türk Hukukunda Yeni Bir Müessese: Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması, GSÜHFD. Y. 1, s. 297; Mustafa Dural /

Tufan Öğüz/ M. Alper Gümüş, Türk Özel Hukuku- Aile Hukuku, C. 3, İstanbul 2005, s. 679; Demircan/Başkan, 160; Şimşek, 145; Ö. Uğur Gençcan, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu, (Kanun), C.2, Ankara 2004, s.1844; Köksal Kocaağa Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. X, S.1,2 Y.2006 s.35

5 Dural/Öğüz/Gümüş, 680 6

(10)

743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nde koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kurumu bulunmamakla birlikte, benzer bir düzenleme vardı7. Önceki kanunda vesayeti gerektiren bir durum varsa, kişi vesayet altına alınıyordu. Ancak, herhangi bir kuruma yerleştirilmesi söz konusu olmadığından akıl hastaları, akıl zayıflığı olanlar toplum için tehlike arz etse de ortalıkta dolaşıyordu. Bu düzenlemeye getirilen eleştirilerden birisi, koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanacak kişinin, belli aralıklarla durumunun değerlendirilmesi gerektiği ve yasaya böyle bir hüküm konulmadığıdır8. Ancak vesayetle ilgili verilen kararlar usul hukuku hükümlerine göre, kesin kararlar değildir. Vesayetle ilgili kararlar hakim tarafından ele alınarak değişen durumlara göre, kararlarda değişiklik yapılabilmesi mümkündür.

Medeni Kanun koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kurumunu düzenlemeden önce 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Yasasında ve 1580 sayılı Belediye Kanunun’da düzenleme bulunmaktaydı9.

Belediye Kanunu’ndaki durum, 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun belediyenin görevlerini belirleyen 15. maddesinin 18. fıkrası, “ Bırakılmış ve bulunmuş çocukları, delileri, dalanmış ve kudurmuşları, sokakta bayılanları, kazaya ve afete uğrayanları koruyup gözetlemek” demek suretiyle, korumaya gereksinimi olan çocukların yanı sıra bu fıkrada sayılan kimselerin de korunup gözetilmeleri hususu, belediyenin görevleri arasında kabul edilmekteydi.

Belediyeler görev alanlarında kalan yerlerdeki terk edilmiş, bulunmuş çocukları, kimsesiz delileri koruyup gözetmekle ödevlendirilmiştir. Bu görevi yerine getirirken belediyeler, darülacezeler, kreşler, bakım evleri, yurtlar, iş yerleri, çocuk bakım evleri, sağlık evleri ve çocuk yuvaları açarak kimsesiz çocukların, güçsüzlerin bakım, gözetim, korunma, eğitim ve güvenliklerini sağlar.

Bugün için Belediye Kanunu’nda yapılan değişiklikle belediyenin bu koruma görevi kalmamıştır. Böyle bir düzenlemenin topluma ne getirip ne götürdüğü tartışma konusudur.

2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’ndaki durum: 2828 sayılı Kanun’un 1. maddesinde kanunun amacı; korumaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile,

7Y. 2. HD. 17.5.1996 T. 1996/4511 E. 1996/5252 K. Medeni Kanun’un 355. maddesi uyarınca, ( 743 S. MK m 355 - Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı

sebebi ile işlerini görmekten aciz veya daimi muavenet ve takayyüde muhtaç olan yahut başkasının emniyetini tehdit eden her reşit için, bir vasi nasbolunur. Adliye ve idare memurları, resmi muameleleri dolayısıyla muttali oldukları hacri müstelzim halleri, sulh mahkemesine hemen ihbar ile mükelleftirler.) böyle bir durumu öğrenen hâkimin, işe doğrudan el koyması ve yasal koşullarının araştırılmak, gerekiyorsa; kısıtlı adayı hakkında kısıtlama kararı vererek, kendisine bir vasi tayin etmesi gerekir(www.kazanci. com. tr/kho2 /ibb/files/tc743.htm.#35510.09.2006 saat 09.23); Ö. Uğur Gençcan, Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması Davaları, AD. Y.93, Temmuz 2002, S. 12, (Davalar) s. 40

8

Demir, Sevgi, Türk Medeni Kanunu Aile Hukuku, Ankara 2004, s. 262

9

(11)

çocuk, sakat, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetlerle bu hizmetlerin yürütülmesi için kurulmuş olan teşkilatın kuruluş, görev, yetki, işlev ve işleyiş ve sorumluluklarını, gelirlerine ilişkin esasları, kuralları, faaliyetleri ve bunlara ait usulleri düzenlemek olarak belirtilmiş ve sayılmıştır10. 2828 sayılı kanun, korunmaya muhtaç çocukların yanı sıra aile, yaşlı, sakat ve diğer kişileri de saymak suretiyle korunmaya muhtaç ergin kişilerin de korunma altına alınabileceğini veya sosyal hizmet sunulacağını düzenlemiştir.

Bazı toplumların her biri kendi sosyal, kültürel ve yasal şartlarına uygun ve birbirinden kimi yönlerden farklı yasalar kabul etmelerine karşın, temel kavramlarda birleşmektedirler11. Temelde akıl hastalığı bulunan kişilerin de, diğer vatandaşlardan farklı olmayan kişisel hak ve özgürlüklere sahip olduklarına şüphe yoktur. Ancak tehlikelilik durumu söz konusu olduğunda, ayrıntıları ve sınırları çok iyi bir şekilde belirtilmiş olan yasalar hekimlere, benzeri görevleri yapan diğer sağlık görevlerine (psikolog, psikoterapist, vs.) ve polislere söz konusu kişileri, gerekli güvenlik önlemleri altında bir sağlık kuruluşuna sevk edebilme yetkisini vermektedir. Hastane acil servisinde titizlikle değerlendirilen kişiler, hekim tarafından gerekli görülüyorsa, kendilerinin veya diğerlerinin güvenliğini sağlamak ve tedavi edebilmek üzere hastaneye yatırılabilmektedir. Fakat bu şekilde bir titiz değerlendirme ülkemizde yapılamamaktadır. Her gün yüzlerce hastaya bakmak zorunda kalan hekimler, sadece anlık teşhis ve tedaviler ile yetinmektedirler. Yasalar, hastanede ilk değerlendirmeyi yapan hekime, hastayı kapalı servise birkaç güne kadar uzayan yatırma yetkisini vermektedir. Bu süre sonunda, hasta yatarak tedavi olmayı reddediyor ve hastanede tedaviyi üstlenen hekim hastanın kendisine ve başkalarına zarar verme tehlikesinin devam ettiğini düşünüyorsa, ilgili mahalli mahkemeye ya da bu yasaların bu konuda karar vermekle görevlendirdiği bir kurula başvuruda bulunmak zorundadır. Bu işlemler sırasında hastaya bir yasal temsilci atanır, savunma hakkı güvence altına alınır. Daha sonra sıradan bir duruşmada, hastanın hastanede tedavi görmesinin gerekli olup olmadığı karar bağlanır. Hastanın ruhsal durumu kendi sağlığını ilgilendiren konularda karar vermesini engelleyecek kadar bozuk ise, yetkileri ruhsal hastalığın tedavisi ile ilgili konularda sınırlı olan bir vasi atanır. Kimi durumlarda hasta taburcu olduktan sonra ayakta tedavisi de yasalarla izlemeye alınabilmektedir.

Başka ülkelerin yasal düzenlemeleri açısından gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir nokta, bu tür yasal uygulamaların hekim, psikolog ve kolluk memurlarına yetki

10 Yetik, 129 11 Arıkan, 217

(12)

verdiği kadar, önemli bir sorumluluk da yüklemesidir12. Diğer bir deyişle, kendine başvuran, hatta telefonla bildirilen tehlikeli bir kişiyi, gerekli önlemleri alarak hastaneye sevk etmeyen hekim ya da sağlık görevlisi, çok ağır tazminat cezasına çarptırılabileceği gibi, mesleğini icradan yoksun bile bırakılabilir. Bu nedenle, özellikle Avrupa ülkelerinde bu yasalar hastaların bazı hallerde “zorla” hastaneye yatırılmaları sonucunu doğursa bile, bu durumun uzun vadede onların yaşamlarını ve sağlıklarını olumlu yönden etkilediği düşünüldüğünden, hasta haklarını koruyan yasalar olarak anılmaktadır. Bu şekilde bir sorumluluk ve yetki içeren yasal düzenlemelere, bizim ülkemizin de ihtiyacının olduğu inkar edilemez. Fakat ülkemizin ekonomik gelişmişlik düzeyi ve nüfusu arasındaki uçurum bu şekilde bir düzenlemenin yapılabilmesine engel olmaktadır. Bu durum Amerika Birleşik Devletlerinde daha farklıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nin, sağlıklı bir yaşam hakkını vatandaşlarına anayasal bir hak olarak tanımayan tek batı ülkesi olduğunu ve halâ evrensel bir sağlık sigorta sistemine sahip olmadığını belirtmek yararlı olacaktır.

II. KONUNUN ÖNEMİ

İnsanlar temel hak ve hürriyetlere sahiptir, ancak her hak ve hürriyetin bir sınırı vardır. Bunlardan vazgeçilemeyeceği gibi, başkaları tarafından bunların kullanılmasına engel olunamaz. Hak ve hürriyetler başkalarının zararına olarak da kullanılamaz. İnsanların, elinde olmayan nedenlerle de olsa, başı boş bir şekilde istediği gibi davranma hürriyeti yoktur.

Kural olarak kusur yeteneği bulunmayan ve toplumsal açıdan tehlikeli durum sergileyen kişilerin, her alanda kusur yeteneklerinin tam olduğu söylenemez. Örneğin; ceza hukuku açısından akıl hastası olan kişilerin, ceza ehliyeti yoktur. Ancak bunlara ceza verilmemesi, onların zararlı ve tehlikeli hareketlerini tamamen serbest bir şekilde devam ettirecekleri anlamına gelmez. Bir taraftan kişinin kendi kendine karşı korunması gerekirken, bir taraftan da toplumun kişiye karşı korunması gerekmektedir. Bu korumanın çeşitli şekilleri olabilir. Korumaya dair çeşitli kanunlarda hükümler bulunmaktadır. Başta Anayasa olmak üzere, ceza hukuku ve özel hukuk korunmanın ne şekilde sağlanacağını düzenleme altına almıştır.

Toplumda kişilerin tehlikeli veya zararlı hareketlerinin önüne geçilememiş olması, temel insan hak ve hürriyetlerinin ihlali anlamına gelir. Bu hem kişinin, kendisinin hak ve hürriyetlerinin ihlali olabileceği gibi, diğer insanların hak ve hürriyetlerinin ihlali şeklinde de gerçekleşebilir.

(13)

Kendisine ve topluma karşı istenmeyen ve tehlikeli hareketlerde bulunan kişilerin, bu hareketlerinin önlenmesi kadar, bir daha tekrarlanmaması için gerekli önlemlerin alınması da bir o kadar önemli bir husustur. Tehlikeli hali görülen kişinin, bu özelliğinin bertaraf edilerek topluma faydalı veya en azından zararsız hale getirilmesi onun tedavisi, ıslahı veya eğitimi sayesinde olur.

Kanunların başarısı, uygulanması ve konuluş amacına hizmet etmesi ile ölçülür. Koruma tedbirlerinin uygulanabilmesi için, kanunun uygulanması kadar gerekli kurumların da eksiksiz faaliyette bulunması gerekir. İşte koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması hakkındaki kanun hükmünün başarısı için, kanunun amacına uygun olarak eğitim ve tedavi kurumlarının kurulması ve bunlara işlerlik kazandırılması gerekir.

Günümüzde gelişmiş ülkelerde sosyal hayatta ve tıp alanında meydana gelen değişim ve gelişim, ortalama yaşam süresini uzatmakla birlikte, buna paralel olarak; hastalıkların çoğalmasına ve sosyal sorunların artmasına neden olmuştur. Bu doğrultuda, söz konusu problemlerin farkına varan bazı ülkeler, kişisel melekelerinde zayıflık ya da yetersizlik bulunan yetişkinlerin korunmasına dair iç hukuk kurallarını yeniden gözden geçirme ve düzenleme yapma yoluna gitmişlerdir13. Bu düzenlemeler, ulusal düzenlemelerle kalmayıp uluslararası düzenlemelere de konu olmuştur. Çünkü, küreselleşen dünyada ülkelerin tek başlarına çözüm bulma şansları oluşturulan uluslararası örgütlere göre daha azdır.

Dünyada, 1960’lardan başlayarak, akıl hastalarının tedavileri ve bakımları sırasında kişisel özgürlüklerinin çiğnenebildiği gözlenmiş ve bu alandaki aktiviteler yasal düzenlemelerle kontrol altına alınmaya başlamıştır14. Şu anda gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, ülkelerin birçoğunda akıl hastalıkları nedeniyle kendine ya da başkalarına zarar verme tehlikesi bulunan, ya da kendine bakamayacak derecede akıl hastası olan kişilerin, zorunlu olarak hastaneye yatırılmaları ve tedavilerini, taburcu olduktan sonra izlenmelerini düzenleyen yasalar mevcuttur15. Mevcut düzenlemelerle, tedavi edilmez ise kendisine ya da başkalarına zarar verme tehlikesi olduğuna karar verilenlerin, tedaviyi reddetmeleri durumunda, bu kişilerin bakım ve tedavileri yasal yaptırımlarla güvenceye alındığı gibi, bu şartları sağlamayanların da tedaviyi reddetme hakları güvence altına alınmıştır. Bu şekilde bir düzenlemenin olmaması, gerçekten hak ihlallerine neden olabilecektir.

13

Fügen Sargın, Yetişkinlerin Milletlerarası Planda Korunmasına Dair La Haye Sözleşmesi, AHFD. C.52, 2003, s.3

14 Rasim Arıkan, Ruh Hastalığı Nedeniyle Tehlikelilik: Hukukçular ve Hekimlerin İşbirliğini Gerektiren Bir Konu, ABD,Yıl 60, 2002/1, s. 215 15 Arıkan, 216

(14)

Anayasa’da öngörüldüğü şekilde kanun bazında olmayıp, tüzük ya da yönetmelik bazında bulunan bu yasal düzenlemelerin, uygulamaya yansıdığı söylenebilir. Sulh hukuk hakimine, gerekli ihbarların yapıldığı ve sevklerinde kolluk güçlerinden faydalanıldığı görülmektedir. Yeni Medeni Kanun’da yer alan “Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması” kurumu, önemli olan koruma ihtiyacını karşılamak ve bir anlamda var olan eksikliği gidermek amacıyla oluşturulmuştur16. Böylece, Anayasa’nın kişi hürriyeti ve güvenliğinin ancak “kanunla belirtilen esaslara uygun olarak” sınırlandırabileceğine ilişkin koşulu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda da gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Çünkü, anayasa hükmünde sınırlamanın amaçları ile ilgili bir istisna bulunmamaktadır.

Ergin kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanmasına ilişkin MK 432 vd. maddelerindeki düzenleme, özünde hem özel hukuk hem de kamu hukukunun özelliklerini taşıyan karma niteliktedir. Kısıtlama, polisiye tedbirler ve ceza hukukunun emniyet tedbirlerinden farklı bir müessesedir17. Emniyet tedbiri, tehlikeli failler hakkında ceza yerine veya ceza ile birlikte hükmolunan, kişinin tehlikeliliği ile orantılı ve failin iyileştirilmesi amaçlı bir cezai tedbir iken18; koruma amaçlı özgürlüğün kısıtlanması kurumu, kişi daha zarar görmeden önce kendisinin ve toplumun korunmasını sağlamaya yönelik önleyici bir tedbir olarak karşımıza çıkar. Zira, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kararı verilebilmesi için, zarar doğması şart olmayıp, zarar tehlikesinin olması yeterlidir. Çünkü, amaçlarının arasında önleme de yer almaktadır.

Kurumun adından ve MK’un 432/I maddesi hükmünün lafzından da anlaşılacağı üzere, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması ile kişinin kişisel korunması sağlanmaktadır. Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması ile kişinin bağımsızlığını ve kendi sorumluluğunu yeniden üstlenebilmesini gerçekleştirebilmesi amaçlanmıştır. Yine bununla, kişinin korunmasını sağlamak ve onun insan onuruna yakışmayan bir yaşam sürmesinin önüne geçmek hedeflenir. Bu nedenle söz konusu amaç, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması hükümlerinin uygulanması ve yorumlanması bakımından “ana temayı” oluşturur. Buna göre, kişinin ihtiyacı olan zorunlu ilgi ve bakım, kişinin insan onuruna uygun olmayan bir yaşam tarzı içinden çekilip çıkarılabilmesi, koruma amaçlı özgürlüğünün kısıtlanması ile sağlanacaktır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, gerek koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması gerekse, vesayet kurumunda amaçlardan birisi de başkalarının korunmasıdır. Toplum için tehlike oluşturan,

16 Demircan/Başkan, 161

17 Dural/Öğüz/Gümüş, 682; Demircan/Başkan, 160; Nevin Eşelioğlu Sezgili, Vasinin Görevleri ve Sorumluluğu,(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)

Mersin 2007, s. 7

(15)

ifadesini kullanmak suretiyle toplumun korunması amacını ön plana çıkarmış ve kişinin korunması ikincil bir nitelik kazanmıştır19. Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması, kişinin korunması dışındaki hiçbir amaca hizmet edemez20. Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanmasının esas hedefi kişinin korunmasını sağlamaktır. Ancak bu korumayı sağlayabilmek için kişinin özgürlüğünün kısıtlanması gerekmektedir. MK m. 432-437 düzenlemesi sadece ergin kişileri ele almıştır21.

Kusurun derecesi ile orantılı olarak uygulanması gereken cezalar, her zaman ceza hukukundan beklenen önleme görevini yerine getiremezler22. CGTİK’nun 3. maddesinde, her ne kadar infazın temel amacının genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak olarak belirlense de, her fiilin suç olmadığı veya suç olsa bile ceza yaptırımının uygulanamadığı durumlar olabilmektedir. İşte bu durumlarda, fiil ile failin kişiliğinden kaynaklanan tehlikelilik halinin önlenmesi ve failin eğitilmesi, tedavi edilmesi veya koruma altına alınmaları gerekmektedir.

Koruma tedbirlerinin amacı, cezadan farksız olup, toplumsal savunmadır. Kanun koyucu cezalarda olduğu gibi koruma tedbirlerinde de toplumsal düzeni savunmayı amaçlamaktadır23. Fakat koruma tedbirlerinde kişinin kendi kendine karşı korunması da amaçlardan birisidir.

TCK’nun 32. maddesine göre, kusur yeteneği olmayan failin işlediği hukuka aykırı fiil nedeniyle cezalandırılabilmesi mümkün değildir. Çünkü, “kusursuz ceza olmaz” ilkesi, ceza hukukunun temel ilkelerinden birisidir. Fakat, böyle durumlarda fiilin hukuka aykırılık niteliği devam ettiği için, faile tehlike haliyle orantılı ve sosyal savunma amacına yönelik tedbirlerin hükmedilmesi gereklidir. Akıl hastası gibi kişiler hakkında uygulanan tedbirler hakkında da kânunilik ilkesi geçerlidir24. Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması hükümleri, her ne kadar özel hukukta düzenlenmiş olsa da kamu hukuku yönü ağır basan bir düzenlemedir. Genel olarak

19 Çavuşoğlu Işıtan, 298

20 Gümüş, 193; Dural/Öğüz/Gümüş, 683 21 Dural/Öğüz/Gümüş, 684

22

Timur Demirbaş, İnfaz Hukuku, 1. Bası, Ankara 2003, s. 471; Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümleri, C.1, 1.Bası, İstanbul 1991, s. 11

23 Demirbaş, 471; Kocaağa, 36 24 Demirbaş, 471

(16)

özel hukuk, kişilerin bir yerde alıkonulması şeklinde bir sınırlama getirmez. Özel hukukun sınırlaması, tazminat veya iade gibi müeyyideler olmaktadır. Kişilerin bedenen bir yerde alıkonulması, daha çok kamu hukuku kuralları ile düzenleme altına alınmıştır. Örneğin; ceza hukukunun yaptırımı, hapis olabilmektedir.

Kişi özgürlüğünün kısıtlanması son derece dikkatle ele alınması gereken, istisnai bir düzenleme olmalı ve ancak üstün bir menfaat söz konusu olduğunda gündeme gelmelidir. Bu üstün menfaat “kişinin korunması” olmalıdır. Toplum için tehlike yaratma ölçütünün, kişinin bir kuruma yerleştirilmesi veya orada alıkonulması için gerekli addedilmesi toplum için asıl tehlikeyi yaratma riskini içinde barındıracaktır25. Yazarın bu görüşünde gerçeklik payı olduğu inkar edilemez, ancak toplumun korunmasını ne şekilde gerçekleştireceği tartışılır. Yukarıda açıklandığı gibi kişilerin her fiili ceza hukuku ile yaptırım altına alınmamıştır. Kişinin başkaları açısından tehlike arz eden hareketlerinin önüne nasıl geçilebilecektir? Örnek verecek olursak, akıl hastası bir kişi evinde bulunan eşyalara zarar veriyor ama kendisinin veya evde bulunan eş ve çocuklarının eşyalarına zarar vermesi ceza hukuku tarafından yaptırım altına alınmamıştır. Şimdi, bu kişinin koruma amacıyla özgürlüğünün kısıtlanmasında, aile bireylerinin bunun zararlı hareketlerinden korunması, üstün menfaat olarak kabul edilecektir. Bize göre her bireyin hak ve hürriyeti aynı değerdedir ve aynı değerde kabul ettiğimize göre haklı olan haksız olana karşı korunmalıdır.

Ruh bozukluğu, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı gibi hastalıkları olan kişilerin, toplum içerisinde genel ile kıyaslandığı zaman, yüksek olmasa dahi, suç içeren eylemlerde bulunabilecek hastaların suç işlemeden önce tedavi edilmeleri önemlidir. Özkan/Hakeri’ye göre26, “Bir psikiyatriste tedaviye gelen kimsenin, belirli bir suçu işleme yönünde tehlikeli olduğunun anlaşılması halinde, suç işlemesinden önce de gerekli muhafaza ve tedavi tedbirlerinin alınmasını sağlayıcı mekanizmalar gerekmektedir. Evlenme, askere alma, işe girme, sürücü belgesi alma gibi hallerde ciddi psikiyatrik muayeneler yapılmalıdır.” Medeni Kanun’daki düzenleme karşısında yazarın bu görüşüne katılmak mümkün değildir. Koruma mekanizmasını harekete geçiren sebep; kişinin kanunda sayılan nedenlerden dolayı tehlikeli bir hareket sergilemesidir. Hiç kimse tehlikeli olabileceği şüphesi ile kısıtlanmamalıdır. Ancak, kişi ve yakınlarından alınan bilgiler çevresinde kişinin geçmişte tehlikeli hareketlerinin olduğu tespit edildi. O zaman bu koruyucu mekanizma harekete geçirilmeli ve kişinin tehlikeliliği bertaraf edilmelidir.

25 Çavuşoğlu Işıtan, 298; Eşelioğlu Sezgili, 26 26 Özkan/Hakeri, 99

(17)

Hukuk toplumunda yaşayan her birey, can ve mal güvenliği içinde yaşama hakkına sahiptir. Bu hak temel hakların en önemlilerindendir. İnsan, içinde yaşadığı toplumda hayatına, vücut bütünlüğüne, meskenine, mal varlığına ve sahip olduğu diğer değerlere yönelik her türlü saldırıdan emin olarak yaşamak, toplumda suçluluğun olmadığı bir ortam ister27. İşte koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması da bu amacın gerçekleştirilmesine hizmet etmek için getirilmiş bir düzenlemedir. Temel hak ve hürriyetlerin korunabilmesi ve devamı için, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması gibi kurumlara ihtiyaç vardır. Toplumun, var olan düzensizliklere kayıtsız kalması söz konusu olamaz. Bu tür kurumlar da, kayıtsız kalınmadığının birer göstergesidir.

(18)

BİRİNCİ BÖLÜM

KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANACAK KİŞİ, KORUMA İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR,

KORUMANIN HUKUKİ SONUCU VE KURUM KAVRAMI §6. ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANACAK KİŞİ

Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanmasının şartları, MK m. 432. maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre, “Akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike oluşturan her ergin kişi, kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması halinde, tedavisi, eğitimi veya ıslahı için elverişli bir kuruma yerleştirilir veya alıkonulabilir”28. Özgürlüğün kısıtlanmasında tıbbi müdahale söz konusudur. Tıbbi müdahale, hastalıkları ve sakatlıkları önlemek, tedavi etmek veya hafifletmek amacını taşıyan bilimsel ve teknik fiillerin bütünü şeklinde tanımlanabilir29. Görevlerini yaparken bu sebeplerden birinin varlığını öğrenen kamu görevlileri, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar. Bu konuda kişinin çevresine getirdiği külfet de göz önünde tutulur. İlgili kişi durumu elverir elvermez kurumdan çıkarılır. Zira, koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanan kişinin, iyileşmesi halinde bile kurumda tutulması düzenlemenin amacına aykırı olur.

Her şeyden önce koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması, gerçek kişilere yöneliktir. MK m. 432/I ‘in lafzına bakıldığında koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanacak olan kişi, ergin kişidir30. Buna göre küçükler toplum için ne kadar ağır tehlike oluşturursa oluştursun, bu düzenleme kapsamında özgürlüklerin kısıtlanabilmesi mümkün değildir. Ergin kişinin bu düzenleme gereğince kuruma yerleştirilmesi ya da kurumda alıkonulması için kısıtlı olması ya da olmaması önem taşımamaktadır. Kısıtlı olmamasına rağmen düzenlemede belirtilen sebeplerden biri varsa, toplum için tehlike oluşturan bu kişiler bir kuruma yerleştirilebilecek veya kurumda alıkonulmaya devam edilecektir31. Kısıtlı bulunan ergin kişilerin koruma amacıyla

28

Gençcan, Davalar, 44

29Gümüş, 194; Çavuşoğlu Işıtan, 298; Dural/Öğüz/Gümüş, 683; Ozan Ercan Taşkın, Ceza Hukuku Bakımından Yasal Olmayan Tıbbi Müdahale,

EBD, Y.:2005, s. 141; Nevzat Koç, Türk Medeni Kanunundaki Düzenlemeler Işığında Vesayet Hukukuna Genel Bir Bakış, TNBHD, Ağustos 2005, s. 92; Turan Ateş, Yeni Medeni Kanun’a Göre Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması, LEGAL Hukuk Dergisi, Şubat 2006, Y.4, s. 405; Demir, 263; Yetik, 128; Kaçak, Nazif, Yeni İçtihatlarla Yeni Türk Medeni Kanunu, 1. Baskı, Ankara 2004, s. 712; Gençcan,Kanun, 1844; İsmail Özmen, Açıklamalı İçtihatlı Vesayet Hukuku Davaları, Ankara 2004,Davalar s. 692; Berna Özpınar, Tıbbi Müdahalede Kötü Uygulamanın Sonuçları (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara 2007, s. 6

30

Çavuşoğlu Işıtan, 297; Dural/Öğüz/Gümüş, 683; Gençcan, Kanun, 1843; Kocaağa, 39

31

(19)

özgürlüğünün kısıtlanabilmesi de söz konusudur32. Zira maddenin destekleyici gerekçesi bir yana, Medeni Kanun’un 432/I maddesinde gecikmesinde sakınca bulunan hallerde vasiye tanınan kısıtlıyı koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması hükümlerine göre, bir kuruma yerleştirme ve alıkoyma yetkisinin tanınması, gecikmede sakınca olmayan hallerde MK m. 432 vd. hükümlere göre kısıtlının koruma amaçlı özgürlüğünün kısıtlanabileceğini öncelikle ortaya koyar. Öte yandan bu hükmün özünde, daha çok korunma ihtiyacını duyacak olan kısıtlılar için uygulamaya elverişli olduğu da açıktır. Ergin kişinin, kısıtlı olsun veya olmasın bu maddeye göre koruma amacıyla özgürlüğü kısıtlanabilecektir. Kısıtlama ve buna bağlı vasi tayini ile koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanmasının birbirinden farklı ve bağımsız vesayeti tedbirlerdir. Bu kapsamda hakkında koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması kararı verilen bir kişi hakkında, somut olayın şartlarına göre, “kısıtlama” kararı almaktan vazgeçilebilecektir. Yine vasi kadar, kendisine kayyım ve yasal danışman atanan ergin kişilerinde bu hükme dayanarak koruma amaçlı olarak özgürlükleri kısıtlanabilecektir. Bu da kısıtlama sebepleri ile koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması sebepleri arasında temelde bazı farklılıkların olmasından kaynaklanmaktadır33.

Velayet altındaki küçükler için koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması ancak İMK m. 314a’dan yararlanarak kanun boşluğunun doldurmak suretiyle yaratılan hükümle; vesayet altındaki küçükler içinse, MK m. 446’ya göre gerçekleşir34. MK. m. 46 da küçüklerin koruma amacıyla bir kuruma yerleştirilmesine vasinin başvurusu üzerine vesayet makamı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bizzat vasi karar verir ve durumu derhal vesayet makamına bildirilir demektedir. Küçüklerin özgürlüklerinin kısıtlanabilmesi için, başka yollarla önlenemeyen bir tehlikenin varlığı yeterli iken madde 432 vd. ergin kişilerin kısıtlı olsun veya olmasın haklı bir sebep olmaksızın özgürlüklerinden mahrum kılınmasını önlemek amacıyla, özgürlük kısıtlaması için ağır şartların varlığını aramakta ve ancak ayrıntılı bir yargısal süreç sonrası özgürlük kısıtlanmasını olanaklı görmektedir. Gümüş’e göre35, velayet altındaki küçüğün koruma amacıyla özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin Art. 314a ZGB hükmünün alınmamış olması, bu hususta Türk hukuku bakımından gerçek bir kanun boşluğu yaratmıştır; bu boşluk, Art. 314a ZGB hükmünden yararlanılarak doldurulmalıdır

32Demir, 264; Eşelioğlu Sezgili, 68

33 Dural/Öğüz/Gümüş, 684; Gümüş, 194 vd.; Ateş, 407

34 Dural/Öğüz/Gümüş, 684; Gümüş, 195; S. Hülya İmamoğlu, Vesayet Altındaki Küçüğün Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması, AÜHFD, C.

54, S.4, s. 3, 299; Eşelioğlu Sezgili, 67

35

(20)

§7. KORUMA AMACIYLA ÖZGÜRLÜĞÜN KISITLANMASININ ŞARTLARI Medeni Kanun’un 432. maddesi koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması sebeplerini tek tek belirtmiştir. Burada belirtilen sebepler sınırlı sayıdadır. Bunlara şu veya bu sebeple yeni sebeplerin eklenmesi mümkün olamayacağı gibi, mevcut sebeplerin uygulama alanı ve kapsamı yorum yoluyla genişletilmemeli, mümkün olduğunca dar yorumlanmalıdır. Yazarların bir çoğu tarafından kişinin koruma amaçlı da olsa özgürlüğünün kısıtlanabilmesi için “kanunda öngörülen şartların” gerçekleşmesinin zorunlu olduğu görüşü savunulmaktadır36. Anayasadaki kanunilik hükmü de nazara alındığında, bunun doğru olduğu kabul edilmelidir. Buna göre vesayet makamı, vasi ataması yargılaması sırasında kanunda aranan şartlar gerçekleşmeksizin MK 420. maddedeki geçici önlem alma yetkisine dayanarak hiçbir şekilde kişiyi özgürlüğünden mahrum edemez. Şartların içeriğinde, kişilerin zayıflık durumları ve bu zayıflık durumlarından doğan bir kısım olaylar vardır. Örneğin; akıl hastalığı ve akıl hastalığının neden olduğu tehlikelilik hali gibi. Yine kısıtlama sebeplerinin sınırlı olarak sayıldığının kabulü yanında, bu sebeplerin tespitinde sınırlama yoktur. Örneğin; uyuşturucu madde bağımlılığında hangi maddelerin uyuşturucu sayılacağına dair bir sınırlama söz konusu değildir.

Hukuk mantığı içerisinde, kişinin koruma altına alınmasında çevresine getirdiği külfetler göz önünde tutulmalıdır37. Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması yoluna, kişinin korunması ve bakılması için son çare olarak başvurulmalıdır38. Kanun koyucu, kişinin çevresinde ona destek olma görevini yüklemiştir. “Çevre” kavramının içine kişinin ailesi, akrabaları girdiği gibi, doktor, vasi, veya varsa sosyal görevliler de girecek ve bakım yükümleri yakınlık derecesine göre değişiklik gösterecektir. Ancak, her ne kadar kişinin çevresindekiler ona bakmak ve onu korumakla yükümlü de olsa, bütün zamanlarını ona adayıp üzüntü içinde yaşamaları da kendilerinden beklenemeyecektir. Çevredeki kişilerinde bir hayatlarının olduğu unutulmamalıdır. Kişi çevresi için tahammül edilemez bir külfet halini alıyorsa ve şartları varsa, artık onun bir kuruma yerleştirilmesine karar verilebilecektir.

I. ÖZEL KORUMA İHTİYACI

36

Gümüş, 196; Dural/Öğüz/Gümüş, 684; Çavuşoğlu Işıtan, 298; Kocaağa, 36

37 Demir, 264; Kocaağa, 43

(21)

Medeni Kanun’un 432/I. maddesi, kişi hakkında koruma amacıyla özgürlüğünün kısıtlanması önlemine başvurulabilmesi için, “sınırlı sayıdaki” kişisel zayıflık hallerinden kaynaklanan özel bir kişisel koruma ihtiyacının varlığını aramaktadır39. Maddede “kişisel korumanın başka şekilde sağlanamaması” ifadesi bunu ortaya konmaktadır. Kişisel zayıflık hallerinden doğan bu kişisel koruma ihtiyacının varlığı şart olduğu gibi, yeterli korumanın ilgili kişi özgürlüğünden mahrum edilmeksizin sağlanamaması da şarttır. Kişinin özgürlüğü kısıtlanmaksızın tehlike oluşturması başka yollarla engellenmesi mümkünse, bu durumda özgürlüğün kısıtlanması yoluna gidilmeyecektir. Bu sebepleri, özel koruma ihtiyacı olarak nitelendirilebiliriz.

Koruma kararı verilmesi bir yargılamayı gerektirir. Kararda, kişinin içerisinde bulunduğu durum, çevresine getirdiği külfet, çevresindekilerin ekonomik ve sosyal durumları nazara alınır. Yine kısıtlama kararına alternatif başka bir yol olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekir40. Hakim tarafından, ailesi, kendisine bakmakla yükümlü olanlar, vasisi ve benzeri gibi kişilerin, hakkında özgürlüğün kısıtlanması kararı istenilen kişinin korunmasını başka biçimde sağlama olanaklarının bulunup bulunmadığı araştırılır. Eğer bu mümkünse, o kişinin koruma amacıyla da özgürlüğünün kısıtlanmasına karar verilemez. MK’un 432/II. maddesi hükmü, “Bu konuda kişinin çevresine getirdiği külfet de göz önünde tutulur” hükmünü de içermektedir. Maddede geçen “bu konuda” ibaresinin yönü, kişinin kişisel korunmasını başka şekilde sağlanamamasına yönelik olup, kişinin üçüncü kişi için arz ettiği tehlike MK’un 432/I maddesinin lafzı bir kenara bırakılırsa, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması için kurucu olgu oluşturmaz. Özellikle ilgili kişinin bakımı, çevresindekilerin sahip oldukları ekonomik ve sosyal değerler tüketilerek gerçekleştiriliyorsa, artık kişinin özgürlüğünün kısıtlanmasına daha rahat karar verilebilir. Dolayısıyla burada kişiye çevresindekilerin “serbest iradesiyle” yaptıkları yardım ve verdikleri destek göz önüne alınacağından, ilgili kişinin korunmasının çevresine yüklediği külfetin “aşırı” olması şarttır. Özellikle kişi geçirdiği uzun süreli kriz dönemlerinde çevresinin yardımından uzak kalıyorsa, özgürlüğünün kısıtlanması gerekir41. Bugün için ülkemizde birçok ailede özürlü veya akıl hastası insanların bulunması nedeniyle aile bireylerinin özellikle de ev hanımı olan eşlerin evden dışarı çıkamadıkları bir sosyal hayatlarının olmadığı sıkça rastlanan bir olgudur.

39

Gümüş, 196; Demircan/Başkan, 162; Dural/Öğüz/Gümüş, 685; Ateş, 409; Gençcan, Kanun, 1843; Demir, 263; Gençcan,Davalar, 43

40 Gençcan, Davalar, 45

(22)

Medeni Kanun’un 364. maddesi, bir kısım akrabalara, yakınlarına nafaka ödeme yükümlülüğü getirirken, 5237 sayılı TCK’nın 233. maddesi ise, aile hukukundan doğan yükümlülüklerin ihlalini cezai yaptırım altına almaktadır. Kişilere yükümlülük getirirken, beraberinde onlar için güçlerini aşan durumlar için alternatifler sunulabilmelidir. Koruma hükümleri de, bu yükümlülükler karşısında yetersiz kalınmasına bir alternatif olarak kabul edilebilir.

Bedensel hastalıklarda önlemleri, öte yandan kişinin insan onuruna uygun yaşayışını sağlayan her türlü kişisel bakım ve destek fiillerini kapsar. Yeme, giyim, bedensel bakım ve en asgarisinden bir şeyle meşgul olma, ilgilenme ihtiyacı gibi durumlar özel bakım ihtiyacı olarak kabul edilebilir42. Vesayet makamı, kişinin özgürlüğünü kısıtlamadan önce bazı konuları araştırmalıdır. Özgürlüğünden mahrum edeceği kişinin, özgürlüğünü kısıtlamadığı takdirde, taşıdığı yetersizlik haline bağlı olarak, insanca yaşayışın gerektirdiği bir biçimde beslenebilecek, ısınabilecek, taşıdığı hastalığı tedavi ettirebilecek ve ihtiyaçlarını giderip gideremeyeceğini araştırmalıdır. Bundan sonra duruma göre özgürlüğü kısıtlayacak ya da kısıtlamayacaktır.

İlgili kişinin bir kuruma yerleştirilmeksizin yapılacak ayakta tıbbi tedaviler, MK 432 vd. maddelerindeki koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması tedbirleri kapsamında yer almaz43. Kişi hakkında koruma kararı verilebilmesi için, zayıflık halinin ağır olması gerekir. Ayakta tedavinin mümkün olduğu durumlarda kişinin zayıflık hali ağır değildir. Ağır olmayan zayıflık durumunda ise, koruma kararı verilememelidir.

II. ZAYIFLIK DURUMU

Medeni Kanun, özünde, kişilerin koruma amacıyla özgürlüklerinin kısıtlanabilmesi için bir zayıflık durumu aramıştır. Kanun kişinin özgürlüğünün kısıtlanmasıyla giderilebilecek özel koruma ihtiyacı doğuran kişisel sosyal-biyolojik zayıflık hallerini, sınırlı ve alternatifli olarak saymaktadır. Sebepler incelendiğinde büyük ölçüde MK’nun 405-406. maddelerinde sayılan kısıtlama sebepleriyle aynı olduğu görülür44.

Zayıflık durumu kişilikte olmalıdır. Kişilik, “doğuştan gelen biyolojik özelliklerle, çevreden gelen sosyal etmenlerin birbiri üzerine yaptıkları etkilerin meydana getirdiği ahenkli bir bütün” olarak tanımlanabilir. 42 Gümüş, 197; Dural/Öğüz/Gümüş, 686 43 Eşelioğlu Sezgili, 22 44 Gümüş, 197; Dural/Öğüz/Gümüş, 686

(23)

Kişilerde görülen “hırsızlık, adam öldürme, saldırganlık, kavgacılık, evden kaçma, yangın çıkartma kumar oynama ve oynatma, alkol ve toksik madde kullanımı, erken ve sapkın cinsel ilişkiler” gibi davranış bozuklukları, tıp literatüründe hastalık olarak ele alınıp, tedavi yöntemleri araştırılmaktadır45. Bu davranış şekillerine tıp biliminin bakış açısı bu yöndeyken, hukuk bunlara suç olarak kabul etmektedir. Her ne kadar hukukun suç olarak baktığı söylense de, bu kişilerin hastalıklarının işledikleri fiile olan etkisi araştırılmadan da fiilleri cezalandırılmamaktadır. Kerimoğlu’na göre46,“bu tür bozuk davranışların psikososyal ve organik etmenleri vardır.”

Psikososyal etmenler47 arasında en yaygın olarak bilinen “çocuğun kişilik özellikleri, aile yapısı, yetiştiği sosyal çevre, yetiştiriliş biçimi, zeka ve eğitim düzeyi, erken çocukluk dönemlerinde karşılaştıkları ruhsal, bedensel ve cinsel örselenme ve kötü kullanımlar, ana ve babanın kişilik yapıları, ruhsal ve davranış bozuklukları, alkol ve madde bağımlılıkları, aile içindeki süregelen hastalıklar, ölümler, geçimsizlikler ve parçalanmalar olarak sayılabilir. İnsanların kişiliklerinin şekillenmesinde ailenin önemli bir rolü vardır.

Araştırmalar, düşük sosyokültürel ve ekonomik düzeyden gelen, yeterli zihinsel ve sosyal olgunluğa erişmemiş, aile içinde kavgaların, sevgisizliğin çok olduğu, yeterli disiplinin sağlanamadığı ve bunun yalnızca dayakla kazandırılmaya çalışıldığı, alkolik, sağlıklı ve güven verici bireylerin bulunmadığı ortamlarda yetişen çocuk ve ergenlerin, kolaylıkla suç davranışına yöneldikleri saptamıştır48. Kişilerden hepsinde olmasa da bazılarında gündelik ve çalışma hayatlarında başarılı oldukları gözlense bile, ruhsal olarak bazı sorunlarının olduğu inkar edilemez. Zira, kişilerin başlarından geçen olayların onların ruh hallerinde olumlu ya da olumsuz bir iz bıraktığı inkar edilemez. Bugün için her ilde, belirli mahallelerin diğerlerine göre suç merkezi haline geldiği ve bu mahalle halkının çoğunun akraba oldukları ya da çok uzun süredir aynı yerde oturdukları bir gerçektir.

Yasal düzenlemede, her rahatsızlığın özgürlüğün kısıtlanması için bir sebep olarak kabul edilmediği görülmektedir49. Ergin kişinin, akıl hastası, akıl zayıfı, alkol ve uyuşturucu

45 Efser Kerimoğlu, Çocuk ve Ergenlerdeki Suça Yönelik Davranışların Tıbbi Yönü, ABD, 1988/2, Yıl 45, s. 216 46 Kerimoğlu, 216

47 Kerimoğlu, 216; Doğan Kubilay Turan, Türk Ceza Hukukunda Suça Sürüklenen Çocuk Hakkında Güvenlik Tedbirleri, (Yayınlanmamış Yüksek

Lisans Tezi), Ankara 2006, s. 16; Melek Şahin, Madde Bağımlılığı Konusunda Türkiye’de Yapılmış Lisansüstü Tezler Üzerine Bir Değerlendirme,(Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi) Ankara 2007, (Bağımlılık), s. 23

48 Kerimoğlu, 217;İbrahim Balcıoğlu / Seyfi Mehmetali/ Rakel Rozant, Psikiyatrik Hastanın Suç İşlemesi:Ne Yapmalıyız, Türkiye’de Sık Karşılaşılan

Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum Dizisi No: 62 Mart 2008, s. 272; Turan, 137

(24)

madde bağımlısı olması, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalığa yakalanmış olması veya serseri kişi olması gerekmektedir. Bunlardan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı ve serserilik ergin kişinin ruhsal rahatsızlık halleri olarak kabul edilirken, ağır tehlike arz eden bulaşıcı hastalık bedensel rahatsızlık sınıfında olacaktır.Madde bağımlılığı ruhsal bir hastalıktır. Çünkü kişiler iradelerine bir türlü hakim olamamakta ve sürekli olarak, bağımlısı olduğu o maddeyi alma ihtiyacı içinde bulunmaktadır. Madde bağımlılarına uygulanan tedavilerde ağırlıklı olarak psikolojik tedavilerdir.

A. Akıl Hastalığı

Akıl hastalığı, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması sebeplerinden birisidir. Akıl hastalığının tanımını yapmak, tıp bilimine ait bir uğraştır50. Akıl hastalığı, akıl zayıflığına göre daha ağır bir psişik bozukluğu ifade eder51. Akıl hastalığı ruhsal bozuklukların bir çeşididir. Kalıtımsal psikoz, akut şizofreni ve manik-depresif rahatsızlıklar, akıl hastalığı kavramının sınıfları içerisindedir.

Akıl hastalığı olan kişilerin, bağımsızlıklarını kazanmaya yönelik olan psikiyatrik tedavi sürecinde, hasta kişilere verilen sosyal ve ekonomik destekler çok önemlidir. Toplumda ruhsal bozukluklar hakkında yaygın olarak bulunan ön yargılar ve yanlış bilgiler, tedavi sürecini etkilediği gibi, hasta kişilere verilen destekleri de olumsuz yönde etkilemektedir. Ağır ruhsal bozukluğu olan hastaların, sıklıkla toplum için tehdit ve potansiyel suçlu olarak değerlendirilmesine bağlı olarak, hastaya karşı hasta yakınlarının ve diğerlerinin uygun olmayan tutum ve davranışları gözlenebilmektedir. Suça yönelik davranış göstermeyen bazı hastalar, yakınlarının ve diğer kişilerin uygunsuz, kışkırtan, korkutan davranışları hatta fiziksel şiddetleri nedeniyle ajite ve saldırgan olabilmektedirler. Ruhsal bozukluğu olan hastaların, suç işleme olasılığının normal insanlardan daha yüksek olduğu kanıtlanmamıştır52. Bu durum ağır bir bozukluk olan şizofreni için de geçerlidir. Antisosyal kişilik bozukluğunda, alkol ve madde bağımlısı olanlarda suç işleme oranı ruhsal bozukluğu olan hastalara göre, çok daha yüksektir. Ruhsal bozukluğu olanların işlediği suçlar, diğer nedenlere bağlı olarak yansıtılmaktadır. Ayrıca, ruhsal bozukluğu olanlara karşı ön yargıların da bulunması nedeniyle, bu kişilerin işlediği suçların toplumsal etkisi daha büyük olmaktadır. Özkan/Hakeri’ye göre53, “Herhangi bir suça

50 Çavuşoğlu Işıtan, 299 51

Gümüş, 197; Dural/Öğüz/Gümüş, 686; Eşelioğlu Sezgili, 22

52 Balcıoğlu/Mehmetali /Rozant, 272 53 Özkan/Hakeri, 90

(25)

özellikle de cinayete neden olan bir ruhsal bozukluk yoktur. Akıl hastalarının saldırgan davranışlarının arasında çevresinden gelen tahrik, önemli bir yer tutmaktadır”.

Bugün işlenen bir çok suçun sadece hukuksal ve toplumsal yönünün değil, ayrıca tıbbi yönünün de bulunduğu açıktır54. Ruhsal bozuklukları olan kimselerin suç işlemesi, hem hukukçuları hem de hekimleri ilgilendirmektedir. Hukuk, delil sistemi üzerine kuruludur ve tıp da hukuka delil sağlayan önemli bir bilim dalıdır.

Yasalarımız bir suç işlemeden önce, herhangi bir kişiyi suç işleyebilir yargısı ile tutuklamaya ve yargılamaya izin vermemektedir55. Akıl hastası olan bir kişi elde kesin veriler yoksa, suç işleyebilir kanısı ile cezaevine ya da hastaneye konulamaz.

Bir kimsenin akli, ruhi veya iradi fonksiyonlarının marazi olarak bozulması kişinin hasta olduğunu gösterir56. Akli ve iradi fonksiyonları bozuk olan kişi, gerçeklerle ve toplumla ilişkisini kesmiştir, duyguları hakikate veya hareketleri duygularına uymaz. Öztan’a göre57, “Akıl hastası ekseriya temyiz kudretine sahip değildir”. Çavuşoğlu Işıtan’a göre58, “Temyiz kudretinden mahrumiyet ve akıl hastalığı eş kavramlar değildir”. Tıp bilimince bir kişinin akıl hastası olarak tanımlanmış olması, her zaman bu kişinin hukuken de aynı şekilde değerlendirmesini gerektirmez. Temyiz kudretine sahip olmayan herkes akıl hastası değildir. Bir çok akıl hastalıkları, ruhi melekeleri her zaman ortadan kaldırmaz. Akıl hastaları bazen periyodik, devrevi veya geçici olabilir. Mesela, şizofreni ve manyaklık bir akıl hastalığıdır, fakat bu akıl hastalığının ilk devrelerinde şahısta temyiz kudreti bulunabilir. Saralı ve melankoli kimseler temyiz kudretlerini aralıklı olarak kaybederler. Bu itibarla, akıl hastalarında, her olayda temyiz kudretinin var olup olmadığını, hakimin araştırması gerekir59. Tıbben akıl hastası olarak kabul edilen bir kişi, makul surette hareket etme yeteneğini kaybetmiş değilse, hukuken mümeyyiz sayılacak ve tam ehliyetsiz olmaya bağlanan sonuçlar meydana gelmeyecektir60. Buna göre de, akıl hastalığının temyiz kudreti ile ilişkisi kişinin makul surette hareket edip

54 Özkan/Hakeri, 89 55 Özkan/Hakeri, 90

56 Zahit İmre, Medeni Hukuka Giriş, 3. Bası, İstanbul 1980, s., 381 57 Bilge Öztan, Şahsın Hukuku (Hakiki Şahıslar), 7. Bası, Ankara 1997, s.73 58 Çavuşoğlu Işıtan, 299

59 “Yargıtay 2. HD. 14/12/1953 Tarih 104/925 Sayılı kararında,” Bir kimsenin sara hastalığına musap oluşu vesayet altına alınmasına başlı başına bir

kanuni sebep teşkil etmez. Böyle bir hastanın Tıbbi Adli Meclisince veya tam teşkilatlı bir hastanede muayenesi yaptırılarak sonucuna ve kanun hükümlerine göre karar verilmek lazım gelir” demektedir.” (Talih Uyar, Türk Medeni Kanunu, Aile Hukuku, C. IV, İzmir 2002, (Aile), s. 3775)

(26)

edemeyeceğidir. Kişi akıl hastası olduğu halde, gündelik hayatına bağımsız olarak sürdürebiliyor ise, bu durumda onun temyiz kudreti tartışılamayacaktır.

Bazı akıl hastaları kriz şeklinde kendisini gösterir ve kriz geçirdikleri devrenin dışında, diğer zamanlarda, hastalık belirtisi göstermezler; fakat bunlar akıl hastasıdırlar61. Krizlerin gelip gitmesi, gerek hasta için gerek başkaları için tehlikeli olabilir. Bu sebeple, bu şahısların kısıtlama altına alınmaları zorunlu olabilir. Kısıtlanma altına alınmasını gerektiren bir durum yoksa, bu şahsa, bazı işlerinin görülmesi amacıyla kayyım veya kanuni müşavir tayini ile de yetinilebilir. Bugün için, cinayet işleyen akıl hastalarının çoğunluğunu, şizofreniler oluşturmaktadır.

Akıl hastalıklarından ataklık, davranışın ölçülebilir bir özelliği olarak bir dürtüye ya da uyarıya karşı koymadaki başarısızlık veya kişilik boyutu olarak kişinin kendisine ya da başkalarına zarar verme istemine engel olamama durumudur62. Ataklık, sabırsızlık, dikkatsizlik, kolay riske girme, zarar verme hissinin küçümsenmesi, zevk arayışı ve dışa dönük olma olarak ortaya çıkar veya düşünmeden süratle yapılan bir eylem ya da davranış olarak da kendisini gösterebilir.

Şizofreni hastalarında şiddet, saldırganlık, tahrik edici dürtüsellik ve düşüncesizce hareket etmenin bulunması, hem hastalar hem de yaşadığı sosyal çevre ve tedavi ekibi için büyük bir sorun oluşturmaktadır63. Şizofreni hastaları, taşıdıkları bu özellikleri nedeniyle verdikleri maddi ve manevi zararlar, onları toplumda kısıtlanmaya ve toplumdan dışlanarak yalnız bir yaşama sürüklemektedir. Çünkü kimse tehlikeli birisiyle aynı ortamda bulunmak istemez. Bu da şizofreni hastalarının toplumdan dışlanmalarına ve onlardaki bu dışlanmışlık, tehlikeli birisi olmalarına neden olmaktadır. İnsanlardan da, tehlikeli olan bu kişilere karşı katlanma onlarla bir arada kalmaları istenemez. Elbette onlar da kendilerinin güvenliği için gerekli önlemleri almak zorundalar.

Akıl hastalığı bir üst kavram olup, kendi içerisinde farklı gruplara ayrılabilmektedir. Her akıl hastalığı çeşidi, kişiler üzerinde farklı özellikler gösterir. Az da olsa akıl hastalıkları hakkında fikir sahibi olmak, kişinin koruma amacıyla özgürlüğünün kısıtlanıp kısıtlanamayacağı yönünden ilgililere yararlı olacaktır.

61 İmre, 382

62Cebrail Kısa /S.Gülen Yıldırım / Erol Göka Ataklık ve Ruhsal Bozukluklar, Türk Psikiyatri Dergisi, 2005;16(1):45-46, s. 47

63 Kısa /Yıldırım /Göka, 49; Avrupa İnsan hakları Mahkemesi, 28.05.1985 Tarih 8225/78 Sayılı Ashıngdane-Birleşik Krallık Davasında, Hükümlünün

paranoid şizofren teşhisiyle zorunlu tedavi için akıl hastanesine yatırılması ve tutulmasının AİHS’nin 5/1-e maddesinde düzenlenen akıl hastalığı nedeniyle tutma sebebinin ihlal edilmediğine karar vermiştir. (Osman Doğru, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları I., 2. Bası, Ankara 2003, s. 889)

(27)

Çılgınlık, öfkeli ve sürekli ateşin eşlik ettiği bir hezeyandır; bazen sivri hastalıklarda gelişen korkutucu bir belirtidir;. Çılgınlık hangi türden olursa olsun, çoğunlukla başı etkileyen hastalıkların kaynağı olmaktadır64.

Tıpta, akıl, bilinç ve duygularda yabancılaşma, karışma, vehim ve hayaller görmeye mania denilmektedir65. Mania hastalığına tutulanlar, mevcut olmayan şeylerin, gerçek dışı olayların var olduklarını hayal edip gerçekmiş gibi ileri sürmektir. Burada bilinç hatalıdır. Maniaların bazıları geneldir, bazıları ise kısmi ve özeldir. Kundakçılık yangın çıkarma hastalığı, hırsızlık hastalığı, küfretme hastalığı, sayma hastalığı gibi manialara yakalanmış olanlar, karşı duramadıkları bir yönelişin sevki ile harekete geçerler, bu halde bulunanlar ani olarak adam öldürebilir, suç işleyebilir, başkalarının güvenliklerini tehlikelere sokarlar. Manialarda irade bozukluğu bulunduğu için içlerinden gelen eylemde, bulunma baskısına direnmesi olanaksızdır, bunlar içten gelen bir baskının etkisiyle suç işlerler66.

Sabit fikirliler: Bunlar da akıl ve bilinç yerinde gibi görülür ise de, usları yanlış bir noktaya ve muayyen bir görüşe saplanmıştır, ondan ayrılamaz ve gerçekleri göremez, o noktaya gelince sapıtırlar, tehlikeli olurlar67. Sabit fikirlilerin içinde, kendilerinin izlendiklerini, tutuklanacaklarını, öldürüleceklerini sananlar bulunduğu gibi bunlardan en tanınmış olanları haksızlık yapma, doğru yoldan ayrılma hastalığına yakalanmış olanlardır. Sabit fikir, bazen hastayı, adam öldürmeye kadar götürebilir. Zaman zaman ailesindeki kişileri öldüren kişilerin, söyledikleri sözlerden bazıları, onları suç işlemekten kurtardıklarıdır.

Melankoli: Melankoli, sürekli bir hezeyandır; hezeyanın melankolik nokta denilen tek bir konuyla sınırlıdır; hezeyan ister neşeli, ister ciddi olsun, her zaman zararsızdır68.

Psikopatlık bir akıl hastalığıdır. Bunlarda ani bir hareketle suç işleyebilir ve çevreye korku ve tehlike saçabilirler. Bunlarda zeka yokluğu ve zeka zayıflığı yerini, karakter ve seciye bozukluğuna, irade zayıflığına bırakmıştır. Bunların bazılarının zekaları yüksek seviyededir. Psikopatlık çoğu kez kalıtımsaldır. Birçok çeşidi mevcuttur, dengesizler, eksantrikler, insanlardan kaçanlar olmak üzere bir çok türleri vardır69.

64 Michel Foucault, Deliliğin Tarihi, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), 3. Baskı, Ankara 2000, s.775; Özmen, Davalar, 175 65 Foucault, 776 vd.; Özkan/Hakeri, 92

66 Özmen, Davalar, 172 67

Özmen, Davalar, 172

68 Foucault, 776 vd

(28)

Aptallık hastalığında, hastaların bir kısmı çok sessiz ve kendi halinde olduğu halde, bazıları ise toplum açısından tehlikeli olacak kadar hareketli ve hatta aşırı derecede erotik hislere sahip olabilmektedir. Bütün bunlar birleşince de toplum açısından tehlikeli olmaması kaçınılmaz olmaktadır70. Cinsel duyguların insanlardaki en güçlü duygulardan olduğu inkar edilemez. Bu güçlü duyguyla akıl zayıflığı birleşince elbette ki tehlikeli olmaları kaçınılmaz. Bunun sonucu olarak da, cinsel suçlar işlenebilecektir. İşlenen cinsel suçları mağduru ise, kimi zaman çocuklar kimi zaman ise savunmasız kişilerdir.

Akıl hastalarının kendi menfaatleri ve üçüncü şahısların yararına hacir altına alınmaları MK’un 405. maddesinde öngörülmüştür71. Kanunun 405.maddesinde de akıl hastası birisinin, akıl hastalığı yüzünden başkaları için tehlikeli olması halinde kısıtlanacağı düzenlenmiştir. Bu hüküm emredici niteliktedir.

Akıl hastalığı bulunan kimselerin kendi işlerini göremeyecekleri, yardıma muhtaç oldukları eskiden beri kabul edilen bir esastır72. Akıl hastalığı kişinin kısıtlanması için yeterli değilse, MK’un 432. maddesi uygulama alanı bulabilir73. Bu gibi durumlarda kişilerin özgürlüğünün kısıtlanabilmesi için, 432.maddede sayılan koşullardan birisinin bulunması gerekir.

Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanabilmesi için akıl hastalığının geçici veya sürekli olmasının bir önemi bulunmamaktadır74. Önemli olan akıl hastalığının başkaları açısından tehlikeli olmasıdır.

B. Akıl Zayıflığı

Koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması sebeplerinden bir diğeri de, akıl zayıflığıdır. Akıl zayıflığı, akıl hastalığına göre daha az bir psişik bozukluğu ifade eder75. Akıl zayıflığı, akli faaliyetlerde normalden sapma ve zihni faaliyetlerin zayıflığı olarak veya bir kimsenin akli

70 Özmen, Davalar, 174 71 Öztan, Hakiki Şahıslar, 50 72 İmre, 381

73 Yargıtay’ın 06/03/2003 T, 1622/3977 Esas ve Karar Sayılı ilamında “Davacı, kocanın 1988 yılından beri var olan ve zamanla kronikleşen akıl hastalığı

sebebiyle vesayet altına alınmasının yanında, MK 432. maddesi gereğince mevcut akıl hastalığından kaynaklanan dava dilekçesinde açıklanan davranış bozukluklarının, kişinin kendisini ve aile bireylerini tehlikeye maruz bıraktığı da ileri sererek kişisel korunmasının sağlanması ve tedavisi için koruma altına alınmasını da istemiş, bu ikinci taleple ilgili olarak delil listesinde tanık da bildirilmiştir. Davacının gösterdiği tanıklar dinlenmediği gibi dinlenmeme gerekçesi de gösterilmemiştir. Mahkemece yapılacak iş; davacının gösterdiği tanıkları dinlemek, gerekirse MK 432. maddesi doğrultusunda, ilgiliyi hastaneye sevki ile yeniden rapor almak ve hasıl olacak sonuç uyarınca karar vermekten ibarettir”. Kaçak, 714; Gençcan,Kanun, 1845

74 Öztan,Hakiki Şahıslar, 83; Nihat İnal, Uygulamada Medeni Hakların Kullanılması Kısıtlaması Davaları, Ankara 1994, s. 498 75 İmre, 381; Çavuşoğlu Işıtan, 300

Referanslar

Benzer Belgeler

Vajinal doğum yapmayı planlayan kadınların üçü ağrısız doğum yapmak için; dördü doğumdan korktuğu için; 12’si doktorunun isteği ile sezaryen doğum yaptığını ifade

[9] made com- parison study of the photon shielding features of various alloy ma- terials, which is composed of Ag, Cu, Pd and Cr elements, by experimental, WinXCom and MCNPX code

© 2016 informa UK limited, trading as Taylor & Francis group CONTACT ilker Kucuk ikucuk@uludag.edu.tr.. 227 Si 0.053 Nb 0.05 ) 100-x Cu x BMGs, results of having positive

This research aims to identify the effects of a science, technology, engineering, arts and mathematics implementation in the ancient age architecture field on the achievements of

Bu öğrenciler, kekemelik sorunları yüzünden konuşurken ellerinde görülen titremeler nedeniyle çevresindeki kişilerle konuşmaktan kaçınmakta, bu durum da öğrencilerin

1.Meslek ve hobi edindirme kursuna katılmayan kadınların sosyodemografik özelliklerinde; ilkokul ve ortaokul mezunu, evli olan, 2-3 çocuğu olan, geliri 1501 TL ve

yışı; (i) etkinlik ve verimlilik ilkelerini, kamu yönetiminin varlık nedeni olan toplumsal sorumluluk, sosyal adalet, demokratik sorumluluk, kamu yararı gibi ilkeler aleyhine

Table 1 presents the following infor- mation: first author surname, year of publication, total number of sexually active patients, number of patients with dysejaculation, number