• Sonuç bulunamadı

Sünnet-vahiy ilişkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sünnet-vahiy ilişkisi"

Copied!
367
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI HADİS BİLİM DALI

SÜNNET-VAHİY İLİŞKİSİ

(DOKTORA TEZİ)

Danışman

Prof. Dr. BİLAL SAKLAN

Hazırlayan Mustafa GENÇ

(2)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...v

KISALTMALAR ... vii

GİRİŞ I- KONUNUN ÖNEMİ VE AMACI ...1

II- KONUNUN KAYNAKLARI, METODU VE PLANI ...2

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE SÜNNET VE VAHİY KAVRAMLARI I. SÜNNET KAVRAMI...10

A. Sünnet’in Sözlük Anlamı...10

B. Sünnet'in Terim Anlamı ...11

II. VAHİY KAVRAMI...19

A. Vahyin Sözlük Anlamı...19

B. Vahyin Terim Anlamı ...20

1. Kur'ân-ı Kerim'de Vahiy Kavramı...21

2. Hadislerde Vahiy Kavramı ...26

C. Vahyin Kısımları...27

1. Vahyin Geliş Şekilleri Açısından Kısımları ...27

a. Mübelliğ vasıtasıyla ...28

b. Vasıtasız vahiy...30

2. Vahyin Muhtevası Açısından Kısımları ...32

a. Tilâvet esasına göre vahyin kısımları ...32

b. Açık (zâhir/ celî/ sarîh) ve gizli ( bâtın/ hafî /zımnî ) oluşuna göre .42 c. Vahyin mertebesine göre ...46

D. Vahyin Mâhiyeti ...47

(3)

İKİNCİ BÖLÜM

SÜNNET-VAHİY İLİŞKİSİNE DAİR İDDİÂLAR, İHTİLAFLAR VE DELİLLERİ

I. SÜNNET-VAHİY İLİŞKİSİNİN TARİHÎ KÖKENLERİNE DAİR İDDİÂLAR

...53

II. SÜNNET-VAHİY İLİŞKİSİ KONUSUNDAKİ İHTİLÂFLAR VE DELİLLERİ...60

A. Sünnet'in Vahiyle Hiçbir İlişkisinin Olmadığı Görüşü...60

1. Kur'ân'da Gayr-ı Metluv Vahyin Varlığını İspat Eden Deliller...61

2. Sünnet'in Vahiyle İlişkisini Reddedenler ve İddiâları ...71

B. Sünnet'in Tamamını Vahiy Mahsûlü Kabul Edenler ve Delilleri ...106

C. Sünnet'te Hem Beşerî/İçtihâdî Unsurların, Hem de Vahye Dayanan Esasların Varlığını Savunan Görüş ...141

1. Peygamberlerin İçtihatları Meselesi ...141

2. Sünnet'te Vahyin Yanında Beşerî/İçtihâdî Unsurların Varlığını Kabul Edenler ve Delilleri...143

3. Peygamberlerin İsmet Sıfatları ve İçtihatlarında Hata Meselesi... 162

D. Değerlendirme ...168

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SÜNNET-VAHİY İLİŞKİSİNİN NİTELİK VE BOYUTLARI I. SÜNNET-VAHİY İLİŞKİSİNİN NİTELİK VE BOYUTLARI ...172

A. Sünnet-Vahiy İlişkisinin Temelleri ...173

1. Tevhid İlkesi ve Nübüvvet Vâkıâsı ...173

2. Kur'ân'ın, Sünnete Verdiği Değer...176

B. Vahyin Mutlak Bir Olgu Olarak Bütünlüğü ...181

C. Sünnetin İnşâ ve Teşekkülünde Vahyin Belirleyici Faktör Oluşu...183

II. SÜNNET-VAHİY İLİŞKİSİNİN NİTELİK VE BOYUTLARI AÇISINDAN TASNİFİ ... 187

A. Âlimlerin Tasnifi ...188

1. İbn Kuteybe'nin Tasnifi ...188

2. Hanefîlerin Tasnifi...189

(4)

4. Mennâu'l-Kattân'ın Tasnifi ...191

5. Mevdûdî'nin Tasnifi...193

6. Abdülgani Abdülhâlık'ın Tasnifi ...194

B. Tercih Edilen Tasnif...197

1. Doğrudan veya Zorunlu Olarak Vahye Delalet Eden Sünnet...199

a. Doğrudan vahy-i metluva delalet eden sünnet...200

b. Doğrudan vahy-i gayr-i metluva delalet eden sünnet...214

c. Vahye delaletinin zorunlu olması bakımından sünnet ...225

2. Neticesi İtibariyle Vahye Dayanan Sünnet...234

a. Vahyin tashîhine dayanan sünnet ...236

b. Vahyin teyidine dayanan sünnet...265

ba.Vahyin açık teyidine dayanan sünnet ...265

bb.Vahyin zımnî teyidine (takrîr) dayanan sünnet ...277

C. Vahyin Bağlayıcılık ve Evrensellik Boyutları ...313

1. Vahyin Bağlayıcılık Boyutu ...314

2. Vahyin Evrensellik Boyutu...318

SONUÇ ...325 6 BİBLİYOGRAFYA ...333

(5)

ÖNSÖZ

İnsanlık tarihi boyunca ilâhî olanın beşerî olanla ilişkisi hiçbir zaman kesintiye uğramamıştır. Bu hakîkat, en yalın ifâdesiyle kulların, Allah'a mutlak sûrette

fakîr/muhtaç oldukları ve gerçekte asla O'ndan müstağnî kalamayacakları sırrına

dayanır. Ancak ilâhî hikmet, bu ilişkinin sadece seçkin varlıkların idrâk edebileceği türden bir sır ve muammâ olarak kalmaması için, beşerin kendi cinsinden bir takım

temsilciler seçer ve ilişkiyi bunlar üzerinden sürdürür. Çünkü ilâhî olanın, insanları

başıboş bırakmamak ve onların hayatına yön vermek gibi esaslı bir iddiâsı vardır. Bunu yaparken kendine mahsûs hitap şekilleriyle temsilcisine görev ve sorumluluklar yükler. Buna göre ilâhî olan, Allah'ın, tarihin değişik evrelerinde yaşayan kulların diline uygun şekilde tezâhür eden vahyini; beşerî olan ise, söz konusu kullara temsilci olarak gönderilen Peygamberlerin söz ve fiillerini işaret eder.

Genelde Peygamberlerin, özelde Rasûlullah'ın (s.a.) söz ve fiilleri, vahyin nuruyla aydınlatılmış yol haritalarıdır. Peygamberler, dünya-ahiret saadetine giden yolun işaretlerini bu nurun ışığında belirlemiş ve fiilen insanlığa göstermişlerdir. Bu gerçeğin ilâhî yönü, dinin Allah'ın irâdesine uygun şekilde sırât-ı müstakîm üzere hâkim kılınması; beşere bakan tarafı ise bu amacı gerçekleştirecek sünnetin (yol) inşâ edilmesidir. Bu sebeple sünnetin vahiyle ilişkisi kadar tabiî ve kaçınılmaz bir şey yoktur.

Ancak, söz konusu ilişkinin doğasını, nitelik ve şekillerini doğru anlayabilmek, Hz. Peygamber'in Rasûlullah olmasıyla beşer olması arasındaki dengeyi doğru şekilde kurabilmeyi gerektirmektedir. Peygamberimizin (s.a.) Rasûlullah olması, vahyin, etkin, belirleyici ve inşâ edici bir unsur olmasını; beşer olması ise, beşerin sahip olduğu cüz'î irâde ve aklın ihmâl edilmemesini icap ettirmektedir. Buna göre belirleyici bir unsur olarak vahyin, Hz. Peygamber'in cüz'î irâdesini, aklî melekelerini göz ardı etmeden sünnetini inşâ etmesi zorunlu bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum aynı zamanda, kullara gönderilen temsilcilerin, niçin bir melek olmadığının da izahı sayılır.

Allah Rasûlü'nün (s.a.), kendisine tanınmış olan sınırlar dahilindeki kanaat beyanları, içtihat ve tercihleri, yine bir beşer olması gereği, doğruya isâbet kadar hatayı da mümkün kılmaktadır. Bu noktadaki doğru ve yanlış hakkındaki hükmün nihâi karar merciî ise vahiydir. İşte bu sebeple vahiy, sünnetteki bu türden kanaat ve içtihatlar

(6)

karşısında, kimi zaman tashîh, kimi zaman da açıktan teyit yahut zımnen takrîr sûretinde tezâhür etmiştir.

Bu itibarla sünnet-vahiy ilişkisinin varlığını değil, nitelik ve boyutlarını konu edinmek daha doğru ve tutarlı bir yaklaşım olacaktır. Ancak biz çalışmamızda, bütüncüllük açısından, sünnet ve vahiy kavramlarının çerçevesinden başlamak üzere, hem söz konusu ilişkinin varlığı/gerçekliği hakkında ortaya atılan iddiâ ve görüşleri ayrıntısıyla incelemeyi, hem de nitelik ve boyutlarına dair bir tasnif geliştirmeyi uygun gördük. Zorluğuna rağmen, sünnetin hayatımızdaki yeri bakımından önemini dikkate alarak elimizden geldiğince hakkını vermeye gayret ettiğimiz bu çalışmanın, Cenâb-ı Hakk'ın rızâsı esas olmak üzere, bu uğurda sarfedilecek çabalara mütevâzı bir katkı sağlayabilmesi en büyük emelimizdir.

Bu vesileyle öncelikle, Sünnet-Vahiy İlişkisi adlı doktora tezimizin danışmanlığını üstlenen, tezin her merhalesinde, yakın alaka, teşvik ve teklifleriyle çalışmamızı yönlendiren muhterem hocamız Prof. Dr. Bilâl Saklan'a şükranlarımızı arz etmek isteriz. Aynı şekilde konuların müzâkereleri esnasında, çalışmanın önünü görmede ve yönünü belirlemede çok büyük katkıları olan; tezimizi baştan sona mütalaa ederek son derece ehemmiyeti hâiz mülahaza ve değerlendirmelerini lütfeden saygıdeğer hocamız Prof. Dr. Ali Osman Koçkuzu'ya da en derin şükranlarımızı sunarız. Kezâ kıymetli fikirlerinden istifade ettiğimiz sayın Prof. Dr. Ahmet Önkal'a; tezle ilgili önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunan sayın Prof. Dr. Zekeriya Güler ve Doç. Dr. Bilal Aybakan beylere; kıymetli dostlarımızDr. H. Tuncay Başoğlu, M. Fatih Kaya ve Fikret Karapınar'a teşekkürlerimizi arzetmek vefa borcumuzdur. Ayrıca tezin yazım aşamasında emeği geçen, maddî-manevî yardım ve alakalarını esirgemeyen bütün hocalarıma, değerli arkadaşlarıma ve İSAM câmiasının mensuplarına teşekkürler ederiz.

(7)

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale

a.mlf. : Aynı müellif

a.y. : Aynı yer

AÜİFD : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

AÜSBE : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

b. : İbn

bt. : Bint

bk. : Bakınız

b.y. : Basımevi yok

çev. : Çeviren

dn. : Dipnot

DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi

DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı

DÜİFD : Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

HTD : Hadis Tetkikleri Dergisi

Hz. : Hazreti

haz. : Yayına hazırlayan

krş. : Karşılaştırınız

MÜSBE : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü MÜİFD : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi MÜİFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı

nşr. : Neşreden

ö. : Ölüm tarihi

s. : Sayfa

sad. : Sadeleştiren

(s.a.) : Sallallahu aleyhi ve selem

SÜİFD : Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi SDÜİFD : Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

SAÜİFD : Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

thc. : Tahrîc eden

(8)

tkd. : Takdîmde bulunan

tlk. : Talîk yazan

trp. : Tertip eden

ts. : Tarihsiz

tsh. : Tashîh eden

UÜİFD : Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

v. dğr. : Ve diğerleri

vd. : Ve devamı

y.y. : Yayın yeri yok

(9)

GİRİŞ I- KONUNUN ÖNEMİ VE AMACI

Hz. Peygamber, İslam'ı insanlığa bütün müesseseleriyle tebliğ etmiştir. Tebliğ faaliyeti teorik bir olgu olmadığı için, Rasûlullah'ın (s.a.) tebliğinin ayrılmaz diğer bir parçası da beyândır. Tebliğ edilecek unsur, tasdik ve amel itibariyle pratiklere yönelik bir beyan olarak, Hz. Peygamber'in şahsında temsil edilmiştir. Zira Allah Rasûlü (s.a.), beşerî planda tebliğe ulaşmanın ve iman etmenin yegâne yolu ve sebebidir. O'nun beyan ve rehberliği olmadan tebliği anlamak ve gereğini yapmak mümkün değildir. Bu açıdan Hz. Peygamber'in sünneti, Muhammedün Rasûlullah ikrârıyla tevhîdin ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır.

Hz. Peygamber'in tutum ve davranışları, müslüman davranışının standardını teşkil eder1. Bu sebeple Rasûlullah'ın (s.a) rehberliğinin, teşrî gücüyle doğrudan alakalı olarak en ince detaylarına kadar vahyin yönlendirme ve denetimine tabi olduğunu belirtmek gerekir2. Allah Teâlâ'nın, bütün insanlara en güzel örnek ve model olarak takdim ettiği elçisini, kendi kişisel tercih ve kararlarıyla serbest ve denetimsiz bırakması, ilâhî hikmete aykırı düşer. Sıradan idârî mekanizmalarda bile, temsilci kimliğiyle görev yapanlar, özel hayatlarına varıncaya dek, sözcülüğünü yaptıkları idari birimin "temsilcisi" olma bilincini hiçbir zaman yitirmemek zorundayken, Allah'ın yeryüzündeki elçiliğini yapmakla vazifeli bir peygamberi bundan farklı bir konumda görmek, akl-ı selimin kabul edemeyeceği bir yaklaşımdır.

Bu itibarla, tebliğ süreci içerisinde Hz. Peygamber'i aldığı vahyi insanlara iletmekle görevli salt bir aracı/postacı olarak algılamak veya ortaya koyduğu yol ve yöntemin (sünnet) geçmiş dinleri taklid başarısından öteye geçmediğini, yahut sadece kendi dönemi için en güzel model olduğunu ama "tek model" olmadığını iddiâ etmek, inanç ilkeleri açısından tehlikeli bir noktada seyretmek anlamına gelir. Üstelik böyle bir anlayış, yeri geldiğinde bir fakîhe tanınan yetkinin, peygamberden esirgenmesi gibi çelişkili bir tutumun da göstergesidir3. Sonuç itibariyle sünnet-vahiy ilişkisi konusunun,

1 Görgün, Tahsin, İlâhî Sözün Gücü Varlık ve Bilgi Kaynağı Olarak Kur'ân, İstanbul 2003, s. 144. 2 Koçkuzu, Ali Osman, Hadiste Nâsih- Mensûh Meselesi, İstanbul 1985, s. 3, 7-9.

3 Bu husustaki önemli mülahazalar için bk. Koçkuzu, Rivâyet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat

(10)

sünnetin konumunu, mahiyetini, ona verilecek değer ve statüyü belirleme açısından son derece önemli olduğunu belirtmek gerekir4.

Sünnet-vahiy ilişkisi, belirleyici ve inşâ edici bir unsur olarak vahyin sünnetteki tezahür karakterini anlamak açısından da önemli bir konudur. Çünkü vahiy, Hz. Peygamber'e her zaman Kur'ân gibi formel bir yapıda gelmemiştir. Kur'ân dışında lafzî olmayıp manaya dayalı nitelik arzeden bir vahiy türü de, sünnetin teşekkülünde önemli bir role sahiptir. Bu sebeple vahiy olgusunu sadece Kur'ân'la sınırlandırmak ve sünneti bu çerçevede anlamaya çalışmak, doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Buna göre vahyin, Kur'ân veya Kur'ân dışında olması arasında, kaynak, bağlayıcılık ve eşdeğerlilik itibariyle herhangi bir fark bulunmamaktadır.

Söz konusu mülahazalar ışığında tezimizin temel amaçlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Hz. Peygamber'in dindeki teşriî otoritesinin, O'nun (s.a.) vahiyle ilişkisinin zorunlu bir gereği olup olmadığının tespiti.

2. Sünnet-vahiy ilişkisinin kaynağı, nitelik ve boyutlarına dair ortaya atılan iddiâ ve görüşleri delil ve mülahazalarıyla birlikte ele alarak tahlil etmek.

3. Sünnet'in, şer'î bir delil yahut hükümden ziyâde, hem Kur'ân hem de Kur'ân dışı vahyin ışığında oluşmuş, Müslüman ferdin hayatını her yönüyle düzenleyen bir sistem olduğunu ortaya koymak.

4. Vahyin, mutlak bir olgu olarak sünnetin inşâ ve teşekkülünde belirleyici tek faktör olduğunu ve Hz. Peygamber'in beşerî inisiyatiflerini ihmâl etmeden çeşitli şekil ve yollarla sünnette tezahür edebildiğini ispatlamak.

II- KONUNUN KAYNAKLARI, METODU VE PLANI

Öncelikle çalışma konumuzun belli bir dönem, şahıs yahut eserle sınırlandırılamayacak kadar geniş olduğunu belirtmemiz gerekir. Her başlığı ayrı ayrı birer tez konusu olabilecek bu çalışmada, meseleleri mümkün olduğunca özetlemeye ve konumuzla ilgili kısımları ele alıp incelemeye gayret ettik. Bu sebeple kaynaklarımız fıkıh, tefsir, hadis, tarih, siyer gibi İslamî literatürün hemen her alanına ait eserlerden oluşmaktadır. Özellikle;

4 Önkal, Ahmet, Vahiy-Sünnet İlişkisi ve Vahy-i Gayr-i Metluv, Kur'ân-Sünnet Sempozyumu

(11)

Usul-i fıkıh alanında İmâm Şâfiî'nin (ö. 204/819) er-Risâle'si başta olmak üzere Cessâs'ın (ö. 370/980) el-Fusûl'u, Debûsî'nin (ö. 430/1038) Takvîmu'l-edille'si, Serahsî (ö. 483/1090) ve Pezdevî'nin (ö. 482/1089) Usûl'leri, İbn Hazm (ö.456/1064) ile Âmidî'nin (ö. 631/1233) el-İhkâm'ları ve Şâtıbî'nin (ö. 790/1388) el-Muvafakât'ı en fazla müracaat ettiğimiz kaynaklar olmuştur.

Tefsir alanında Taberî (ö. 310/922), Zemahşerî (ö. 538/1143), Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210), Kurtubî (ö. 671/1272), İbn Kesîr (ö. 774/1372), Elmalılı Hamdi Yazır (ö.1361/1942), Tâhir b. Âşûr (ö. 1394/1973) ve Mevdûdî'nin (ö. 1979) Tefsir'leri birinci dereceden kullandığımız kaynaklar arasında yer almıştır.

Hadis kaynakları olarak ise Kütüb-i Tis'a başta olmak üzere Abdürrezzâk (ö. 211/826) ve İbn Ebî Şeybe'nin (ö. 235/849) Musannef'lerini, İbn Hibbân (ö. 354/965)'ın

Sahih'ini, Taberânî'nin (ö. 360/971) üç Mu'cem'ini, Beyhakî'nin (ö. 458/1066) es-Sünenü'l-Kübrâ'sı ile Hâkim'in (ö. 405/1014) Müstedrek'ini kullandık.

Hadis şerhleri içerisinde Hattâbî'nin (ö. 388/998) Meâlim'i, İbn Abdilberr'in (ö. 463/1071) Temhîd'i, Teftâzânî (ö.792/1390) ve Heytemî'nin (ö. 974/1567) Erbaîn-i

Nevevî'ye yazdıkları şerhler; özellikle İbn Hacer'in (ö. 852/1448) Fethu'l-Bârî,

Münâvî'nin (ö. 1031/1621) Feydu'l-Kadîr adlı eserleri ile Zürkânî'nin (ö. 1122/1710) Muvatta Şerh'i bu alanda en çok kullandığımız kaynaklar olmuştur.

Genel literatür itibariyle müracaat kaynaklarımız olarak Şah Veliyullah Dihlevî'nin (ö. 1176/1762) Huccetullâhi'l-bâliğa adlı eserini, Abdülganî Abülhâlık'ın (ö. 1403/1983) Hucciyyetü's-Sünne'sini, İbn Âşûr, Mevdûdî, Yusuf el-Karadâvî ile Ali Osman Koçkuzu'nun eserlerini sayabiliriz.

Konumuza dahil olabilecek alanların, sözü geçen bütün bu eserler içerisinde dağınık bir şekilde yer alması sebebiyle nereden başlayacağımızı belirlemek konusunda zorlandığımızı ifade etmeliyiz. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu hususta yazılmış bir eser veya doktora çapında yapılmış özel bir çalışma bulunmamaktadır. Aslında sünnet/hadisle ilgili kaleme alınmış olan eserlerin hemen hepsinde, sünnet-vahiy ilişkisi meselesine bir şekilde değinilmiş olması, bu konu hakkında çokça fikir yürütüldüğünü göstermektedir. Bu sebeple, ilk bakışta bu hususta yeni bir şeyin yazılmasına gerek olmadığı kanaati oluşabilir. Ancak fiilî duruma bakıldığında, hakkında çok şey söylenen sünnet-vahiy ilişkisinin, ayrıntılarıyla birlikte ele alınarak incelenmediği görülmektedir. Kanaatimizce bunun sebebi, sünnet-vahiy ilişkisi konusunun, hadis ilimleri ve terimleri gibi hadis ilminin bir meselesi olarak telakkî edilmiş olmasıdır. Bilindiği gibi hadis ilim ve terimleri, geçmişten günümüze kadar yazılan her usûl kitabında, bazen aynı ifade

(12)

kalıplarıyla nakledilecek ölçüde ele alınır. Bunun gibi özellikle son dönemlerde hadis/sünnete dair yazılan eserlerin vazgeçilmez başlıklarından biri de sünnet-vahiy

ilişkisi olmuştur. O itibarla hakkında çok şey söylenmiş olmasına rağmen bütün ayrıntı

ve mülahazalarıyla incelenmemiş olması gayet normaldir.

Bu mülahazaya rağmen sünnet-vahiy ilişkisi meselesine dair yazılmış küçük risâle veya makale çapında yahut genel konulu bir kitabın bir bölümü şeklinde yapılmış bazı çalışmalar da yok değildir. Bunlara da kısaca değinmek gerekir:

1. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Sünnet-Vahiy İlişkisi başlığına uygun olarak Arapça küçük bir risale bulunmaktadır. Dr. Münîr eş-Şevvâf'ın es-Sünnetü vahyun ev

içtihâd başlığını taşıyan bu kırk sayfalık risalesinde, günümüzde eli kalem tutanların

sünnete rağmen Kur'ân vahyine yaptıkları vurgunun; sünneti tamamen tarihsel bir olgu olarak kabul ederek Rasûlulullah'ı (s.a.) sıradan bir insana indirgeme amacı taşıdığı belirtilmekte, risalenin de bu anlayışa reddiye gayesiyle yazıldığı anlaşılmaktadır. Şevvâf, sünnetin tanımı, sünnetin Kur'ân'daki yeri, Hz. Peygamber'e itaatin anlamı gibi giriş konularından sonra vahyin teşrî, ahkâm, akâid, fikir ve kıssalara mahsus olup, bunun dışındaki metotları, araçları ve ziraat, zenaat, ilimler gibi dünyevî konuları ihtiva etmediğini izah etmeye çalışmaktadır. Hz. Peygamber'in içtihat edip edememe konusunda ise, öncelikle O'nun (s.a.) insanlara teşrî ve ahkâmı tebliğle mükellef olduğunu, bu sebeple bu tür konularda içtihat edemeyeceğini vurgulamaktadır. Ne var ki referans verilmese de İbn Hazm'ın görüşleri paralelinde ele alındığı anlaşılan bu kadar ayrıntılı ve geniş bir meselenin, küçük bir risalede halledilmeye çalışılması, isâbetli olmadığı gibi varılan sonuçları da tartışmalı hale getirmiştir.

2. Tez başlığımıza yakın görünen diğer bir çalışma da, Mehmet Erdoğan'ın

Akıl-Vahiy Dengesi Açısından Sünnet adlı eseridir. Erdoğan bu eserinde, sünnetin kaynağına

yönelik mülahaza ve tartışmalardan ziyade, Hz. Peygamber'in vahyin karşısındaki konum ve yükümlülüğünden hareketle vahyin gelmediği bir ortamda hukukî boşlukların nasıl doldurulacağı meselesini ortaya koymaya çalışmaktadır. Allah Rasûlü'nün (s.a.) bu boşlukları doldururken aklına, kişisel tecrübesine ve kendi bulunduğu toplumun bir takım değerlerine başvurmasını dikkate alarak, vahiyle akıl arasındaki dengeyi başarıyla kuran Erdoğan, ayrıca sünnetin gerekliliği, bağlayıcılığı açısından günümüze taşınması gibi bir konuya da yer vermesi, bizim çalışmamız itibariyle farklı bir alanla ilgili olduğunu göstermektedir.

3. Yine konumuzla ilgili olarak Bünyamin Erul'un Sahabe'nin Sünnet Anlayışı adlı eserinde "Sahabenin Sünnete Menşei Açısından Bakışları" başlığı altında

(13)

sünnet-vahiy ilişkisinin bir kısım konularına değinildiğini görmekteyiz. Hz. Peygamber'in söz, fiil, onay ve terklerine temel teşkil eden Kur'ân'ın yanında Kur'ân dışında Allah-Rasûl iletişimi gibi unsurları değerlendiren Erul, söz konusu iletişime delil olabilecek ve içerisinde vahye delalet eden lafızların bulunduğu bir takım rivayetleri, teknik açıdan tartışmaktadır. Bu çerçevede Hz. Peygamber'in rüyalarını da ele alan yazar, ilke olarak Kur'an dışında Hz. Peygamber'in Allah'la iletişim kurmuş olmasına karşı çıkmadığını ama her hadisin altında böyle bir iletişimi doğrudan aramanın yanlış olacağını vurgulamaktadır. Daha sonra "Sahabenin, Hz. Peygamber'in İçtihatlarına Bakışları" başlığı altında Rasulullah'ın (s.a.) içtihat olgusunu, bir kısım içtihatlarında hata edebilmesi ve bu hataların Kur'ân yahut bizzat kendi beyanları veya sahabenin tashihleriyle düzeltilmesi gibi hususlara örneklerle açıklık getirmektedir. Ayrıca Erul, Hz. Peygamber'in, içtihatlarında yararlandığı kıyas, akıl, istişare, zan ve tahmin, kendi kişisel zevk, mizacı ve tecrübeleri, toplumun zevkleri, kültür, gelenek ve deneyimleri gibi konuları da örnekleriyle izah etmektedir. Fakat yaklaşık yetmiş sayfalık bir bölüm halinde işlenen sünnet-vahiy ilişkisi meselesi, vahiy olgusunun bütünlük ve belirleyiciliği açısından incelenmemiştir. Bu itibarla Hz. Peygamber'in içtihatlarında yararlandığı kıyas, akıl, toplumsal gelenek ve deneyim gibi hususların vahyin belirleyiciliği noktasından ne anlam ifade ettiği konusu izaha muhtaçtır. Ayrıca sünnet-vahiy ilişkisine dair yapılan tartışmaların da ayrıntılı bir tespit ve tahlilinin yapılması gerekmektedir. Çalışmamızın bu alanlardaki boşlukları doldurmaya yönelik bir çaba olduğunu belirtmeliyiz.

4. Sünnet-Vahiy İlişkisi konusunda yazılmış makaleler de bulunmaktadır. Salih Karacabey'in "Hadis Vahiy Münasebeti ve Tıpla İlgili Hadisler Hakkında Hattâbi'nin

Görüşleri", Saffet Sancaklı ve Ahmet Keleş'in "Sünnet-Vahiy İlişkisi" adlı makaleleri5, Hz. Peygamber'in söz ve fiillerini, peygamberlik görevi ve beşerî sıfatlar çerçevesinde ele alarak değerlendirme temeline dayanmaktadır. Her üç makaledeki ortak görüş ise, sünnetin tamamını vahiy saymak kadar, vahiyle hiçbir ilişkisi olmadığını iddia etmenin de yanlış olacağı yönündedir. Bu sebeple, sünnetin bir kısmının vahye diğer bir kısmının da Hz. Peygamber'in beşerî özelliklerine dayanması gerektiği yönünde orta bir

yol izlenmiştir. Ancak bu sonuç, ilke olarak yanlış olmamakla birlikte, daha önce de

5 Bk. Karacabey, Salih, "Hadis Vahiy Münasebeti ve Tıpla İlgili Hadisler Hakkında Hattâbî’nin

Görüşleri", UÜİFD, sayı: 4, cilt: 4, Bursa 1992; Sancaklı, Saffet, "Sünnet-Vahiy İlişkisi", Diyanet İlmi Dergi, cilt: 34, sayı: 3, Temmuz-Ağustos-Eylül 1998; Keleş, Ahmet, "Sünnet-Vahiy İlişkisi", DÜİFD, Diyarbakır, sayı: 1, yıl: 1, 1999.

(14)

belirttiğimiz gibi üsve-i hasene olan Rasûlullah'ın (s.a.) beşerî inisiyatiflerinin de vahyin belirleyici ve inşâ edici karakteri açısından ne anlama geldiği sorusunu cevaplayamamaktadır. Kanaatimizce buradaki temel yanılgı, sünnetin vahiyle ilişkisinden, onun sadece Kur'ân dışı vahiyle ilişkisinin (gayr-ı metluv vahiy) anlaşılmasıdır. Halbuki vahiy olgusu mutlak olarak ele alındığı zaman Kur'ân ve onun dışında kalan vahiy arasında bir ayırıma gitmenin doğru olmayacağı; sünnetin her ikisiyle de ilişkisi sonucunda oluştuğunu söylemek daha bütüncül bir yaklaşım olacaktır. Böylece Hz. Peygamber'in beşerî yönüyle de ümmete en güzel örnek olmasının, vahye göre bir anlam kazandığını söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle vahiy, başlangıç itibariyle olmasa da sonuç açısından Hz. Peygamber'in karar, tutum ve inisiyatiflerini tashîh veya takrir ederek sünnetin inşâ sürecine katkıda bulunmaktadır. Bu durum vahyin sünnete yansıyış karakterinin de doğru anlaşılması gerektiğini göstermektedir. Tezimizin temel iddiâsı içerisinde yer alan sünnet-vahiy ilişkisinin nitelik ve boyutlarına dair yapılacak tasnifin bu anlamda önemli olduğunu belirtmeliyiz. Bu noktada çalışmamızın belli bir bölümüyle alakalı olarak yine Bünyamin Erul'un "Hz. Peygamber'e Kur'ân Dışında Vahy Geldiğini İfade Eden Rivayetlerin

Tahlîl ve Tenkidi"6 adlı bir makalesinden de söz etmek gerekir. "Sahabe'nin Sünnet

Anlayışı" kitabında ele aldığı bir meseleyi makale formunda yeniden irdeleyen Erul,

makalenin isminden de anlaşılacağı gibi, içerisinde sadece vahiy kavramının zikredildiği hadisler üzerinde durmaktadır. Konuyla ilgili tespit edebildiği dokuz misali senet ve metinleriyle inceleyen yazar, bunların genellikle mana ile rivayet edildiğini; ravi tasarruflarına açık olduğunu, dolayısıyla metinlerde idrac veya ihtisar ihtimallerinin daima göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu noktada makalesinin temel hedefinin, Hz. Peygamber'in bilgi kaynakları arasında Kur'ân vahyi dışında Yüce Allah ile Rasûlü arasında vahyin bulunup bulunmadığı hususundaki kesin bir yargıya varmak olmadığını; sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için rivayetlerin bütünlük ilkesi çerçevesinde ele alınmasının zaruri olduğunu; dolayısıyla vahiyden bahseden rivayetleri alıp diğerlerini görmezlikten gelmenin veya bunun tam tersini yapmanın objektif bir yaklaşım olmayacağını ifade etmektedir.

Ancak bu meselenin, sünnet-vahiy ilişkisi açısından çok fazla önemli olmadığını belirtmek gerekir. Zira Hz. Peygamber, bilgisinin kaynağını her zaman açıklamadığı gibi böyle bir zorunluluğu da söz konusu değildir. Dolayısıyla her hadiste bizzat vahyi

(15)

eden bir ifadeyi aramaya kalkışmak yahut bunun sıhhatini tartışmaya açmak, sünnet-vahiy ilişkisine bütüncül yaklaşım itibariyle isabetli sayılamaz. Kaldı ki Erul'un, incelediği misaller arasında kabir azabından bahseden bir rivayetin de bulunması, rivayetteki vahiy ifadesinin ravi tasarruflarına açık olup olmaması tartışmasının anlamsızlığını göstermesi bakımından önemlidir. Çünkü Hz. Peygamber'in böylesine gaybî bir konuda vahye dayanması zorunludur ve bu azaptan bahsettiği herhangi bir hadisinde vahiy ifadesini kullanmasa bile kaynağının vahiy olduğunda hiçbir şüphe olmamalıdır. Dolayısıyla bu makaledeki vurgunun, sünneti vahiyle temellendirme arzusunu ve Rasûlullah'ın (s.a.) her söz ve fiilini vahye dayandırma hevesini taşıyanlara yönelik bir itiraz olarak kabul edilse de, sünnet-vahiy ilişkisinin nitelik ve boyutları açısından bakıldığında bunun fazla bir anlam taşımadığı görülecektir.

Erul’un makalesine, reddiye mahiyetinde Nihat Hatipoğlu tarafından "Hz.

Peygamber (s.a.)'e Kur'ân Dışında Vahiy Geldiğini Red Düşüncesine Yönelik Bir Alan Taraması –Tahlil ve Eleştiri"7 adıyla bir makale de yazılmıştır. Hatipoğlu, eleştirisinde Erul'un örnekleri çerçevesinde idrac ve ihtisar meselelerini incelemekte; sonuçta sünnetin vahiyden ve ilahi tasarruftan soyutlanamayacağını ifade etmektedir. Bünyamin Erul da bu reddiyeye karşı bir cevap8 yazarak sünnet-vahiy ilişkisine dair, Hz. Peygamber'in rüyaları, bilgisinin kaynakları, sünnetin hikmet boyutu, hadislerde cem ve te'lif, ihtisar, tekerrür ve idrâc gibi konular üzerinden Hatipoğlu'nun eleştirilerini tenkide tâbi tutmuştur. Erul, bu reddiyesinde Kur'ân dışında Allah ile Peygamberi arasındaki iletişimin varlığının tabiiliğini vurgulamakla birlikte bunu, vahy-i gayr-i metluv kavramıyla değil de, ayetlerde geçtiği üzere hikmet kavramıyla ifade etmeyi tercih ettiğini belirtmektedir. Halbuki vahyin sözlük ve terim anlamları açısından bakıldığında,

vahiy kavramını kullanmamak adına yapılan böyle bir tercihin çok da isabetli olmadığı

görülmektedir. Bu meseleye tezimizde değişik vesilelerle açıklık getirmeye gayret ettik. Bu çerçevede son olarak Ahmet Önkal'ın, bir sempozyumda sunduğu

"Vahiy-Sünnet İlişkisi ve Vahy-i Gayr-i Metluv"9 isimli tebliğinin de, meseleyi tebliğ çapında

mümkün olabilecek en özlü şekilde tahlil etmeye çalıştığını belirtmek gerekir. Tarihi süreç içerisinde bu konuda görüş belirten alim ve yazarların görüşlerine kısaca

7 Bk. İslami Araştırmalar Dergisi, Ankara 1998, cilt: 11, sayı: 3-4, s. 273-295.

8 Bk. "Bir 'Alan Taraması'nın Panoraması –Vahy-i Gayri Metluv Hakkında Bazı Mülahazalar ve Bir

Eleştirinin Eleştirisi-", İslamiyat III, Ankara 2000, sayı:1, s. 161-184.

(16)

değinerek konuyu ele alan Önkal, sonuç olarak sünnette vahye dayanan unsurlar kadar içtihadî yönlerin de olduğunu ifade etmektedir.

Tezin yazımında yöntem olarak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Türk Dil Kurumu İmla Kılavuzu ve Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından kabul edilen Tez Yazım Kılavuzu esas alınmıştır. Buna göre Türkçe kitap, dergi, makale başlıklarındaki her kelimenin ilk harfi büyük olarak kaydedilmiştir. Arapça eserlerde ise özel isimlerin ilk harfleri ve Kitâb kelimesiyle başlayan başlıkların ikinci kelimesinin ilk harfleri büyük; diğerlerinde sadece birinci kelimenin ilk harfi büyük yazılmıştır. Dipnot ile bibliyografyada geçen kitap ve dergi adları italik olarak; makale adları ve bölüm başlıkları "tırnak" içinde gösterilmiştir.

Dipnot ve bibliyografyada şahıslar, tanındıkları isim, nisbe, lakap veya soyadları ile başa alınarak belirtilmiştir. Harf-i tarif (el takısı) mümkün olduğunca az kullanılmaya gayret edilmiştir. Dipnotta kaynaklar, ilk geçtiği yerde müellifin ve eserin tam adı, (neşreden, muhakkık), yer, yıl, cilt ve sayfa olarak yazılırken, daha sonra müellif ve eserin kısa adları, gerektiği yerde de eser yerine a.g.e. kısaltılması kullanılmıştır. Birden fazla ciltli eserlerde, cilt numarası Romen rakamıyla belirtilmiş, virgülden sonra sayfa numarası verilmiştir. İki cildin bir arada olduğu nüshalarda Romen rakamından sonra ilgili bölüm sayı ile belirtilmiştir ( örnek: XII/2 gibi). Metin içinde geçen müelliflerin vefat tarihleri (ö.) şeklinde hicrî ve milâdî olarak kaydedilmiştir.

Kütüb-i Tis'a'daki kaynak atıflarında, hem kaynakların sıralaması hem de içindeki kitap başlığı ve bab numaralarının yazım usûlü itibariyle

el-Mu'cemu'l-müfehres li elfâzı'l-hadîsi'n-Nebevî'nin (Concordance) yöntemine uyulmuş; diğer hadis

kaynaklarına ise cilt ve sayfa numarasıyla atıfta bulunulmuştur. Üç bölümden oluşan konumuzun planı ise şöyle:

İlk bölümde sünnet ve vahiy kavramlarının, çalışmamızla ilgili boyutlarına dair bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Sünnet kavramında muhaddislerin tanımı esas alınarak itikad, ibâdet, muâmelat, ahlâk gibi alanları kapsayacak şekildeki en geniş anlamı ile Kur'ân dışında bir olgu olarak değerlendirildiği manası ön plana çıkarılmıştır. Vahyin sözlük ve terim anlamları arasındaki ilişki, Hz. Peygamber'e gelişi, muhtevası itibariyle (metluv-gayr-ı metluv, zâhir-bâtın, hafî-celî gibi) ayırımları ele alınmış ve mahiyeti üzerinde durulmuştur.

İkinci bölümde sünnet-vahiy ilişkisinin tarihî kökenlerine dair, Goldziher'in iddialarının gerçeklik yönü ele alınmıştır. Ayrıca bu bölümde, sünnet-vahiy ilişkisine

(17)

dair İslam tarihi boyunca oluşan üç temel görüşün gerekçe ve delilleri, ayrıntısıyla incelenerek gerekli mülahazalar arz edilmeye çalışılmıştır.

Üçüncü bölüm ise, sünnet-vahiy ilişkisinin nitelik ve boyutlarının tasnifine ayrılmıştır. Burada önce Hz. Peygamber'in dindeki konumuna yönelik olarak sünnet-vahiy ilişkisinin dini temelleri, delilleriyle sunulmuştur. İkinci olarak, söz konusu ilişkinin nitelik ve boyutlarına dair tarihi süreçte yapılmış tasnifler genel manada zikredilmiştir. En sonunda da tercih edilen tasnif, ayrıntılı delilleriyle ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmamız, özet mahiyetindeki bir sonuçla tamamlanmıştır.

(18)

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE SÜNNET VE VAHİY KAVRAMLARI I. SÜNNET KAVRAMI

Tez başlığından da anlaşılacağı gibi, kavramsal çerçeve olarak çalışmanın "Sünnet" ve "Vahiy" olmak üzere iki temel kavramı bulunmaktadır. Bu kavramları burada, araştırmanın alan ve sınırlarının belirlenmesi açısından kısaca ele almak gerekmektedir.

A. Sünnet’in Sözlük Anlamı

Sünnet, sözlükte "bilemek, keskinleştirmek, parlatmak, salıvermek, riâyet etmek, suyu kolaylıkla akıtmak/dökmek"10 şeklinde farklı manalara gelen " ﱠﻦ ﺳَ " kök

fiilinden türemiş bir masdar olarak; iyi veya kötü manada tutulan11 yol ( ﺔ ﻘﻳﺮﻄﻟا)12, devamlılık13, sîret14, topluluk15 gibi anlamlara gelmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'de geçen "sünnetullah"16, "sünnetul-evvelîn"17 ve "sünen"18 kelimeleri de Allah'ın geçmiş toplumları helâk etmedeki âdetleri19, hükümleri, emir ve yasakları20, metot21, hikmet ve itaatin yolu/yöntemi22 anlamında kullanılmaktadır.

10 İbn Manzûr, Ebu'l-Fadl Cemâluddîn Muhammed, Lisânu'l-Arab, Beyrut ts., XIII, 223; Cevherî,

Ebû Nasr İsmail b. Hammâd, Tâcu'l-Arûs ve Sıhâhu'l-Arabiyye (es-Sıhâh), (thk. Şihâbuddin Ebû Amr), Beyrut 1418/1998, II, 1569; İbn Fâris, Ebu'l-Hüseyn Ahmed b. Zekeriyyâ el-Luğavî, Mücmelu'l-luğa, (thk. Züheyr Abdülmuhsin Sultan), Beyrut 1404/1984, I, 455; İbn Sîde, Ali b. İsmail, el-Muhkem ve'l-Muhiti'l-a'zam fi'l-luğa, (thk. Yahyâ el-Haşşab-Abdülvehhab Seyyid Avadallah), Kahire 1996, VIII, 274; Sicistânî, Ebû Bekr Muhammed b. Azîz, Kitabü Garîbi'l-Kur'ân, (thk. Muhammed Edip Abdülvâhid Cemrân), Dımaşk 1416/1995, s. 419; Zemahşerî, Ebu'l-Kâsım Carullah Mahmud b. Ömer, Esâsu'l-Belâğa, Mısır 1985, I, 463; Feyyûmî, Ahmed b. Muhammed b. Ali, el-Misbâhu'l-munîr fî garîbi'ş-Şerhi'l-Kebîr li'r-Râfiî, Beyrut ts., s. 292; Cürcânî, Seyyid Şerîf Ali b. Muhammed b. Ali, et-Ta'rifât, (thk. Abdurrahman Umeyra), Beyrut 1407/1987, s. 161.

11 Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, İrşâdu'l-fuhûl ilâ tahkîki ilmi'l-usûl, (thk. Ebû Mus'ab

Muhammed Saîd Bedrî), Beyrut 1412/1992, s. 267; Ebu'l-Bekâ, Eyyûb b. Musa Hüseynî el-Kefevî, el-Külliyyât, (thk. Adnan Derviş- Muhammed el-Mısrî), Beyrut 1413/1993, s. 498.

12 Cevherî, a.g.e., II, 1569; İbn Sîde, a.g.e., VIII, 274; Zemahşerî, a.g.e., s. 462; Râgıb el-Isfahânî,

Ebu'l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed, el-Müfredât fî garîbi'l-Kur'ân, İstanbul 1986, s. 357.

13 Şevkânî, a.g.e., s. 67.

14 Cevherî, a.g.e., II, 1569; İbn Fâris, a.g.e., I, 455; İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 225. 15 Ebu'l-Bekâ, a.g.e., 498.

16 Ahzâb 33/38, 62; Fâtır 35/43; Gâfir 40/85; Feth 48/23, İsrâ 17/ 77;Bu konuda yazılmış müstakil

bir eser için bk. Özsoy, Ömer, Sünnetullah Bir Kur'ân İfadesinin Kavramlaşması, Ankara 1994, Fecr Yay.

17 Enfâl 8/ 38; Hicr 15/13; Kehf 18/55; Fâtır 35/43. 18 Âl-i İmrân 3/137; Nisâ 4/26.

(19)

"Kim İslam'da bir güzel sünnet koyar da ….." diye başlayan hadisteki ( ﺔﻨ ﺴﺣ ﺔﻨﺳ) ve ( ﺔﺌﻴ ﺳ ﺔﻨ ﺳ) ifadeleri23, "yeni bir çığır açmak, yol/gelenek ortaya koymak" anlamına gelmektedir.

بﺎ ﺘﻜﻟا ﻞ هأ ﺔﻨ ﺳ ﻢ ﻬﺑ اﻮﻨ ﺳ

Ayrıca, Hz. Peygamber'in Mecûsîler hakkındaki " "

hadisinde24 geçen "sünnet" kavramı, ehl-i kitapla ilgili "emân verip cizye alma konusundaki teâmül ve uygulamanın onlar için de geçerli olduğu"25 manasını taşımaktadır.

“Benim sünnetime ve hidâyete erdirilmiş Râşid Halifelerin sünnetine sarılın.”26 hadisinde de, yukarıdaki manaya yakın olarak "yol/yöntem" anlamı kastedilmiştir27.

Görüldüğü gibi sünnetin sözlük manasındaki "yol ve sîret, çığır açma, gelenek haline getirme" gibi anlamlar onun, bir sabite olarak hem getirdiği yenilik, hem de devamlılık ve kalıcılık açısından karakterini ifade etmektedir28

B. Sünnet'in Terim Anlamı

Şer'î ıstılahta sünnet denilince, Rasûlullah'ın (s.a.) Kur'ân dışındaki söz ve fiil olarak emir, yasak ve teşvikleri (nedb) anlaşılır. Bu sebeple de şer'î delillerden maksadın Kitap ve sünnet, yani Kur'ân ve hadis olduğu ifade edilmiştir29. Ancak

19 İbnü'l-Mulakkın, Siracuddîn Ebû Hafs Ömer b. Ebi'l-Hasen, Tefsîru Garîbi'l-Kur'ân, (thk. Semir

Tâhâ el-Meczûb), Beyrut 1408/1987, s. 99.

20 İbn Sîde, Muhkem, VIII, 274; İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, XIII, 225. 21 Ebu'l-Bekâ, Külliyyât, s. 498.

22 Râgıb el-İsfahânî, Müfredât, s. 357.

23 Müslim, Ebu'l-Hüseyn b. el-Haccâc, Sahîhu Müslim, (thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), İstanbul

1413/1992, "İlm" 15; Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, Sünenu'n-Nesâî, İstanbul 1413/1992, "Zekât" 64; Ahmed b. Hanbel, Müsnedu Ahmed b. Hanbel, İstanbul 1413/1992, IV, 357, 359, 360, 361.

24 Mâlik b. Enes, el-Muvatta, İstanbul 1413/1992, "Zekât" 42.

25 İbnü'l-Esîr, Ebu's-Seâdât Mecdüddîn el-Mübârek b. Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî

garîbi'l-hadîsi ve'l-eser, (thk. Mahmud Muhammed et-Tanâhî, Tahir Ahmed ez-Zâvî), Mısır 1383/1963, II, 410; İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 225.

26 Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvûd, İstanbul 1413/1992, "Sünnet" 5;

Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevra, Sünenu't-Tirmizî, İstanbul 1413/1992, "İlim" 16.

27 Şevkânî, İrşâd, s. 68.

28 Bilgi için bk. Fahreddin er-Râzî, Muhammed b. Ömer b. el-Hüseyn, el-Mahsûl fî ilmi usûli'l-fıkh,

(thk. Tâhâ Câbir Feyyâz el-Alvânî), Suud 1399/1979, II/3, 177; el-Âbî, Kâdî Eşrefuddîn Sâ'id b. Mansûr el-Berîdî, el-Hudûd ve'l-hakâik fî şerhi'l-elfâzi'l-mustalahati beyne'l-mütekellimîn mine'l-İmâmiyye, (thk. Hüseyn Ali Mahfûz), Bağdat 1970, s. 20 (İmamiyye'nin görüşüdür); Şevkânî, a.g.e., s. 67 (Kisâî'nin [ö. 384/994] görüşüdür); Yardım, Ali, Hadis I-II, İstanbul 1997, s. 32.

(20)

yöneldikleri alanların farklılığı sebebiyle, ilmî disiplinlerin sünnete verdikleri anlam da birbirinden değişik olmaktadır30:

Fakihlere göre vâcibin (ve farzın) dışında mendup olan her türlü ibadete verilen isimdir. Bazen sünneti "bid'at"in zıddı olarak kullandıkları da görülmektedir31.

Usulcülere göre "hadis" kavramının eşanlamlısı olarak32 Hz. Peygamber’den Kur’ân dışında sâdır olan ve şer'î bir hükme delil olabilecek sûrette her türlü söz, fiil veya takrirdir33. Usulcüler, Rasûlullah'ın (s.a.) hallerini iradeye bağlı olup olmamasına göre değerlendirmiş; hilye gibi irade dışı hallerini hadis/sünnetten saymamışlardır34.

Muhaddisler de sünneti, Peygamberimizin (s.a.) her türlü söz, fiil, takrîr, ahlakî yahut yaratılış sıfatları, sîret, meğazî, şemâil ve hatta peygamberlikten önceki güzel davranışlarının tamamı olarak tanımlarlar35. Aslında bu tanımı sadece muhaddisler değil, Teftâzânî (ö. 792/1390) gibi kelamcılar da benimsemişlerdir36.

Cürcânî (ö.816/1413) ise sünnet kavramının Hz. Peygamber'den sadır olan söz veya fiil yahut takrîrler ile, onun devamlı sûrette yaptığı ancak farz sayılmayan işleri olması açısından müşterek bir lafız olduğunu ifade ederek muhaddislerle fakihlerin tariflerini birleştirmektedir37.

Öte yandan sünnetin, “Hz. Peygamber’in ihtiyâr ettiği ve Allah’ın ahkamıyla âmil olarak gittiği yol”38, “Hz. Peygamber’in, bütün hayatı boyunca yapmaya devam ettiği

30 Ebû Zehv, Muhammed Muhammed, el-Hadîs ve'l-Muhaddisûn, Beyrut 1404/1984, s. 9.

31 Şâtıbî, Ebû İshak İbrahim b. Muhammed el-Lahmî, el-Muvâfakât fî usûli'ş-Şerîa, (şerh ve tlk.

Abdullah Dıraz), Mısır ts., IV, 4; Şevkânî, a.g.e., s. 67; Accâc, Muhammed el-Hatîb, Usûlu'l-Hadîs Ulûmuhu ve Mustalahuhu, Beyrut 1401/1981, s. 19, 24; Zeydân, Abdülkerim, el-Veciz fi Usûli’l-Fıkh, İstanbul ts., s. 161. (Muhammed Ebû Zehv, bidati sünnetin zıddı olarak kullananların va'z ve irşad alimleri olduğunu belirtir, bk. Ebû Zehv, a.g.e., s.10).

32 Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhu'n-nazar ilâ usûli'l-eser, (thk. Abdülfettah Ebû Gudde), Beyrut

1416/1995, s. 40.

33 Şevkânî, a.g.e., a.y.; Accâc, a.g.e., s. 19; Sibâî, Mustafa, es-Sünnetü ve mekânetühâ

fi't-teşrîi'l-İslamî, Beyrut 1398/1978, s. 47; Zeydân, a.g.e, a.y.

34 Tâhir el-Cezâirî,, a.g.e., s. 37.

35 Bk. Heytemî, Ahmed b. Hacer, Fethu’l-mubîn li şerhi’l-erbaîn, Kahire ts., s. 24; Accâc, a.g.e., s.

19; Ebû Zehv, a.g.e., s.10; Ebû Gudde, Abdülfettah, es-Sünnetü'n-Nebeviyyetü ve beyânü medlûliha'ş-şer'î ve't-ta'rif bi hâli Süneni'd-Dârekutnî, Beyrut 1412/1992, s. 7-8; Koçkuzu, Hadiste Nâsih- Mensûh, s. 23. (Fukaha, usulcüler ve muhaddislerin "Sünnet" tanımlarının ayrıntılı bir tespit ve tahlili için bk. Abdülhâlık, Ebu'l-Kemâl Abdülganî b. Muhammed b. Hasan b. Mustafa el-Mısrî, Hucciyyetü's-Sünne, Riyâd 1407/1986, s. 45-84.).

36 Bk. Teftâzânî, Sa'düddîn Mes'ûd b. Ömer, Şerhu Hadîsi'l-Erbâîn li'n-Nevevî, (nşr. Şefîk Efendi),

İstanbul 1316, s. 14.

37 Cürcânî, Ta'rifat, s. 161.

(21)

ve pek zorlu bir mani çıkmadıkça terk etmediği hareketler”39 şeklinde tarifleri de yapılmıştır.

Ancak bu noktada, ilke açısından sünnet kavramıyla aynı anlamda değerlendirilen "hadisin", muhaddislerin teknik bir ayırım olarak ortaya koyduğu "mevkûf ve maktû hadis" kategorisini de40 içine alacak şekilde “söz, fiil, takrîr, yaratılış veya huyla ilgili bir vasıf olarak Hz. Peygamber’e veya sahabe ya da tâbiûna izâfe edilen her şeydir.”41 gibi bir tanımı dikkate alındığında, çalışmamız açısından doğal olarak bazı hususlar konu dışı kalmaktadır. Meselâ sahâbenin söz ve fiillerinin, Hz. Peygamber dönemi sünnetin teşekkülünde vahyin teyit veya tashihine göre önemli bir yeri olmakla birlikte42, tâbiûna izâfe edilen maktû hadislerin akıl ve içtihatla söylenemeyecek olanlar haricinde43 konumuzla ilgisi yoktur. Öte yandan Efendimizin (s.a.) “yaratılış” özelliklerini anlatan ve şemâil edebiyatı nın hilye kısmında yer alan konular da vahiy meselesinin kapsamı dışındadır. Hasâis edebiyatı içerisinde, daha çok Hz. Peygamber'e özel hissî fazilet ve mucize bölümlerinin de konu dışında kaldığını belirtmek gerekir44.

Dikkat edilirse muhaddislerin yaklaşımında şer'i hükümle alakalı olup olmama kaygısından uzak bir şekilde, Hz. Peygamber'i en güzel örnek olarak kabul etme prensibi esastır. Bu sebeple söz, fiil, sîret, ahlak ve şemâil özelliklerinin tamamını tanım içine almışlardır. Usûl alimleri ise, Peygamberimizi (s.a.) kendinden sonrakilere küllî kaideler koyan bir kanun koyucu olarak değerlendirdikleri için, O'nun (s.a.) söz ve fiillerini şer'î ahkâmla ilgisi bakımından ele alarak tarif yapmışlardır. Fıkıh uleması da Rasûlullah'ın (s.a.) fiillerini farz veya haram yahut mubah gibi kategoriler itibariyle şer'î hükümle ilgili yönlerini ele almaya gayret etmişlerdir45.

39 Yardım, Hadis I-II, s. 31.

40 Bilgi için bk. İbnü's-Salah, Ebû Amr Osman b. Abdirrahman eş-Şehrezûrî, Ulûmu'l-hadîs, (thk.

Nureddin Itr), Dımaşk 1418/1998, s. 45-51; Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref, İrşâdu tullâbi'l-hakâik ilâ ma'rifeti süneni hayri'l-halâik, (thk. Nureddin Itr), Beyrut 1411/1991, s. 75-79; İbn Hacer el-Askâlânî, Ebu'l-Fadl Ahmed b. Ali eş-Şâfiî, Nüzhetü'n-nazar fî tavdîhi nuhbeti'l-fiker fî mustalahi ehli'l-eser, (thk. Nureddin Itr), Dımaşk 1413/1992, s. 111; Subhî es-Sâlih, Ulûmu'l-hadîs ve mustalahuhu, Beyrut 1977, s. 10; Koçyiğit, Talat, Hadîs Usûlü, Ankara 1997, s. 11.

41 Itr, Nureddin, (İbn Hacer'in Nüzhetü'n-nazar adlı eserine düştüğü not), Dımaşk 1413/1992, s. 37;

Çakan, a.g.e., s. 25.

42 Bu konuyla ilgili örnekleri üçüncü bölümde ayrıntısıyla arz edeceğiz. 43 Geniş bilgi için bk. Itr, el-Kur'ân ve'l-hadîs, Dımaşk 1405/1985, s. 87-90.

44 Bu konudaki örnekler için bk. Haydarî, Kâdi Ebu'l-Hayr Kutbuddîn Muhammed b. Abdillah

eş-Şâfiî, el-Lafzu'l-mükerrem bi hasâisi'n-Nebiyyi'l-Muazzam, (thk. Mustafa Sumayde), Beyrut 1417/1997, Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye; Süyûtî, Celâlüddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, Kifâyetü't-tâlibi'l-lebîb fî hasâisi'l-Habîb (el-Hasâisu'l-kübrâ), Beyrut 1405/1985, Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye.

(22)

Buna göre sünnet kavramının muhtevasının üç farklı şekilde belirlendiğini söyleyebiliriz:

1. Muhaddislerin tanımındaki vahiyle ilişkisi bakımından konu dışı kalan kayıtları dikkate almadan, 'Hz. Peygamber'in her türlü söz, fiil ve takrirleri' ibaresinden hareketle sünnetin, en geniş anlamıyla "dinde devamlı surette izlenen yol, yöntem ve çizginin"46 bir ifadesi olduğunu söylemek mümkündür. Burada sünnet, inanç, ibâdet, muâmelat, ahlâk ve âdâb gibi esasları ihtiva eder. Hz. Peygamber ve sahabe döneminde bu anlamda kullanıldığını gösteren pek çok delil vardır. Dolayısıyla farz, vacip, müstehap ve yapılması teşvik edilmiş her türlü meşrû söz ve fiiller bu kategoriye dahil olmaktadır47. Nitekim elimizdeki hadis külliyâtı muhtevasının da, bu manaya göre belirlendiğini; itikâd, ibâdet, muâmelat ve ahlâk gibi hemen her alandaki hadislerin sistemli başlıklar altında toplandığını görmek mümkündür48.

Meselâ Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ehl-i sünnet'in görüşlerine muhalefet edenlerden söz ederken, sünnet kavramını bu manada kullanmaktadır:

ﺎﻬﻠﺋﺎﻗ بﺎ ﻋ وأ ﺎ ﻬﻴﻓ ﻦ ﻌﻃ وأ ،ﺐهاﺬﻤﻟا ﻩﺬه ﻦﻣ ًﺎﺌﻴﺷ ﻒﻟﺎﺧ ﻦﻤﻓ : ﻞ ﺋاز ،ﺔ ﻋﺎﻤﺠﻟا ﻦ ﻣ جرﺎ ﺧ عﺪ ﺘﺒﻣ ﻮ ﻬﻓ ﻖﺤﻟا ﻞﻴﺒﺳو ﺔﻨﺴﻟا ﺞﻬﻨﻣ ﻦﻋ . ﻢﻬﻟﻮﻗ نﺎﻜﻓ : نﺎﻤﻳﻹا نإ ﺔﻨﺴﻟﺎﺑ ﻚﺴﻤﺗو ،ﺔﻴﻧو ﻞﻤﻋو لﻮﻗ .

"Bu mezheplerden birine muhalefet eden veya onu eleştiren yahut kınayan kimse, cemaatten ayrılmış bir bidatçi, sünnet çizgisinden ve hak yolundan sapmış biridir. O mezhepler, imanı, 'söz, amel, niyet ve sünnete sarılmak' şeklinde tanımlamışlardır."49. Ahmed b. Hanbel, akâide dair ve dalâlet fırkaları ile ilgili görüşlerini sıraladıktan sonra da sünnete sarılanlar için duâ etmektedir50. Bu da sünnetin, akâidi kapsayacak şekilde geniş manada kullanıldığını gösterir. Nitekim itikâd konularında eser veren ilk dönem musannıflarının eserlerine "es-Sünne" adını vermeleri de bu açıdan anlamlıdır51. Hatta

46 Bk. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî bi şerhi Sahîhi'l-Buhârî, (thk. Muhammed Fuad

Abdülbaki-Muhibbuddin Hatîb), Beyrut ts., IX, 105; San'ânî, Muhammed b. İsmâil Emîr el-Yemenî, Sübülü's-selâm şerhu Bulûği'l-merâm min cem'i edilleti'l-ahkâm, (tsh-thc. Fevvâz Ahmed Zümerlî-İbrahim Muhammed el-Cemel), Beyrût 1412/1991, II, 211; Mübârekpûrî, Ebu'l-'Alâ Muhammed Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetu'l-Ahvezî bi şerhi Câmi'i't-Tirmizî, (thk. Abdulvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1383/1963, I, 352.

47 Konuyla ilgili nakiller ve geniş bilgi için bk. Ebû Gudde, es-Sünnetü'n-Nebeviyye, s. 9-20; a. mlf.,

(Abdülhay el-Leknevî'nin Tuhfetü'l-ahyâr bi ihyâi sünneti seyyidi'l-ebrâr adlı eserine yazdığı takdim yazısı), Beyrut 1412/1992, s. 9-30, 51 ve 144-146.

48 Bk. Yusuf, Ali b. Muhammed, Eseru's-Sünneti'n-Nebeviyye fi'l-hayati'l-fikriyyeti'l-İslamiyye

hilâle'l-kûrûni's-selâseti'l-ûlâ, Cîze 1422/2001, s. 21.

49 İbn Ebî Ya’lâ, Kâdî Ebu'l-Hüseyn Muhammed, Tabakâtu’l-Hanâbile, Beyrut ts., I, 24. 50 İbn Ebî Ya'lâ, a.g.e., I, 36.

51 Bk. İbn Ebî Âsım, Ebû Bekr Amr b. ed-Dahhâk eş-Şeybânî, Kitabü's-Sünne, (thc. M.N.el-Elbânî),

(23)

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat tabirindeki sünnet kavramı da, Hz. Peygamber'in, İslam'ın temel konularını anlama ve benimseme tarzı olarak tanımlanmıştır52.

Şâfiî usulcüsü Sem'ânî de (ö. 489/1096) sünneti, Rasûlullah'ın (s.a.) tuttuğu yol/yöntem olarak tanımlarken, O'nun (s.a.) bu ümmet için meşru kıldığı her türlü söz ve fiilin de sünnet kapsamında yer aldığını belirtmektedir53.

İbn Teymiyye'nin (ö. 728/1327) tanımında ise bu yaklaşım daha açıktır:

... ،ﻢﻠ ﺳو ﻪ ﻴﻠﻋ ﷲا ﻰﻠﺻ ﷲا لﻮﺳر ﺔﻨﺳ ﻲه ،ﺎﻬﻔﻟﺎﺧ ﻦﻣ مﺬﻳو ﺎﻬﻠهأ ﺪﻤﺤﻳو ،ﺎﻬﻋﺎﺒﺗا ﺐﺠﻳ ﻲﺘﻟا ﺔﻨﺴﻟا نأ

تﺎﻧﺎﻳﺪﻟا ﺮﺋﺎﺳو ،تادﺎﺒﻌﻟا رﻮﻣأو ،تادﺎﻘﺘﻋﻻا رﻮﻣأ ﻲﻓ .

"Tâbi olunması gereken, taraftarları övülüp muhalifleri kınanan sünnet, Rasûlullah'ın (s.a.) itikâd, ibâdet ve diğer dini meselelerdeki sünnetidir."54.

Teftâzânî de (ö. 792/1390) "Benim sünnetime ve Râşid Halifelerimin sünnetine

sarılın."55 hadisinin şerhinde farz, mendûp gibi şer'i hükümleri kapsayan bir tarifte bulunmaktadır:

ًﺎﺑوﺪﻨﻣ وأ ًﺎﺒﺟاو ﻦﻳﺪﻟا مﺎﻜﺣأ ﻦﻣ ﻢﻠﺳو ﻪﻴﻠﻋ ﷲا ﻰﻠﺻ ﷲا لﻮﺳر ﻪﻌﺿو ﺎﻣ ﻲه

"Rasûlullah'ın (s.a.) farz yahut mendûp olarak vaz'ettiği dinî hükümlerin hepsidir."56.

İbn Receb el-Hanbelî'nin (ö. 795/1392) tarifi de benzer niteliktedir:

ﺔﻨﺴﻟا : ه تادﺎ ﻘﺘﻋﻻا ﻦ ﻣ نوﺪ ﺷاﺮﻟا ﻩؤﺎﻔﻠﺧو ﻮه ﻪﻴﻠﻋ نﺎآ ﺎﻤﺑ ﻚﺴﻤﺘﻟا ﻚﻟذ ﻞﻤﺸﻴﻓ ،ﺔآﻮﻠﺴﻤﻟا ﺔﻘﻳﺮﻄﻟا ﻲ ﻚ ﻟذ ﻞﻤ ﺸﻳ ﺎ ﻣ ﻰ ﻠﻋ ﻻإ ﺔﻨ ﺴﻟا ﻢﺳا نﻮﻘﻠﻄﻳ ﻻ ًﺎﻤﻳﺪﻗ ﻒﻠﺴﻟا نﺎآ اﺬﻬﻟو ،ﺔﻠﻣﺎﻜﻟا ﺔﻨﺴﻟا ﻲه ﻩﺬهو ،لاﻮﻗﻷاو لﺎﻤﻋﻷاو ضﺎﻴﻋ ﻦﺑ ﻞﻴﻀﻔﻟاو ﻲﻋازوﻷاو ﻦﺴﺤﻟا ﻦﻋ ﻚﻟذ ﻰﻨﻌﻣ يورو ،ﻪﻠآ .

"Sünnet, tutulan/izlenen yol demektir. Bu itibarla Hz. Peygamber'in ve Râşid Halifelerinin bağlı oldukları itikad, amel ve sözlerin tamamını kapsar. İşte kâmil

manadaki sünnet budur. Bu sebeple eskiden selef, 'sünnet' kavramını yalnızca bütün bu

söylediklerimize şâmil olacak manada kullanmışlardır. Hasan-ı Basrî (ö. 110/728),

(thk. Muhammed b. Salim el-Kahtânî), Riyad 1414/1994; Hallâl, Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed b. Harun, es-Sünne, (thk. Atiyye ez-Zehrânî), Riyad 1410/1989.

52 Bk. Yavuz, Yusuf Şevki, "Ehl-i Sünnet", DİA, X, 525.

53 Sem'ânî, Ebu'l-Muzaffar Mansûr b. Muhammed et-Temîmî, Kavati'u'l-edille fi'l-usûl, (thk.

Muhammed Hasen Heytû), Beyrut 1417/1996, s. 51-52.

54 İbn Teymiyye, Şeyhu'l-İslâm Takiyyüddîn Ahmed Harrânî, Mecmû'u'l-fetâvâ, (thc. Amir

el-Cezzâr- Enver el-Bâz), Riyâd 1418/1997, III, 235.

55 Ebû Dâvûd, "Sünnet" 6; Tirmizî, "İlm" 16; İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd

el-Kazvînî, Sünenu İbn Mâce, İstanbul 1413/1992, "Mukaddime" 6; Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahman, Sünenu'd-Dârimî, İstanbul 1413/1992, "Mukaddime" 16; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 126, 127.

(24)

Evzâî (ö. 157/774) ve Fudayl b. Iyâz'dan da (ö. 187/803) bu manada kullanımlar rivâyet edilmiştir."57.

İbn Hacer el-Heytemî'nin (ö. 974/1567) sözü geçen hadisin şerhindeki tarifi ise şöyledir: ) ﻨ ﺴﺑ ﻲﺘ ( ﺔ ﻴﻠﻤﻌﻟاو ﺔ ﻳدﺎﻘﺘﻋﻻا مﺎ ﻜﺣﻷا ﻦ ﻣ ﻢ ﻜﻟ ﻪﺘﻠ ﺻأ ﺎ ﻤﻣ ﺎ ﻬﻴﻠﻋ ﺎ ﻧأ ﻲ ﺘﻟا ﺔ ﻤﻳﻮﻘﻟا ﻲﺗﺮﻴ ﺳ ﻲ ﺘﻘﻳﺮﻃ يأ ﺎهﺮﻴﻏو ﺔﺑوﺪﻨﻤﻟاو ﺔﺒﺟاﻮﻟا .

"(Sünnetime uyun) yani yoluma; benim üzerinde bulunduğum dosdoğru siretime/çizgime ki bu, sizler için temellendirdiğim itikâdî ahkâmdan, farz, mendûp ve diğer (mubah) amelî hükümlerden ibarettir."58.

Heytemî'den (ö. 974/1567) sonraki bir çok şârih ve âlim de bu tarifi esas almışlardır59. Bu açıdan bakıldığında meşhur zâhid Bişr b. el-Hâris el-Hâfî'nin (ö. 227/842): "İslam Sünnet'tir, Sünnet de İslam'dır."60 sözünün, gayet yerinde bir tespit olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bir ifadeyle sünnet, müslümanı şekillendiren kaynaktır61. Dolayısıyla Peygamber Efendimizin (s.a.) her türlü söz, fiil ve takrirleri olarak tanımladığımız bu "sünnet"inin içerisinde, temel unsuru Kur'ân vahyi olmak üzere Kur'ân dışı vahyin de belirleyiciliği ve inşâ ediciliği söz konusudur62. Bu noktadan hareketle Ali Osman Koçkuzu'nun önemli tespitiyle "Kur'ân'ın da bir sünnet" olduğunu vurgulamak gerekir. "Ama sınırları belirlenen, özel bir vahiy tarzı ile gelen, icaz vasfı olan, lafızları ve manası tevatürle korunan, ibadetlerde tilâvet olunan…ve

57 İbn Receb el-Hanbelî, Zeynüddîn Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Şihabuddin el-Bağdâdî,

Câmiu'l-ulûmi ve'l-hikem, (thk. Şuayb el-Arnâût-İbrahim Bâcis), Beyrut 1419/1999, II, 120.

58 Fethu'l-mübîn, s. 220.

59 Bk. Münâvî, Muhammed Abdurraûf, Feydu'l-Kadîr şerhu'l-Câmii's-Sağîr, (thk. Hamdî

ed-Demirdaş Muhammed), Riyad 1418/1998, VIII, 4342; Şeberhîtî, İbrahim b. Mer'î b. Atiyye el-Mâlikî, el-Fütûhâtü'l-vehbiyye bi şerhi'l- Erbaîn hadîsen en-Neveviyye, Kahire 1374/1955, s. 234-235; Dimyâtî, Muhammed b. Abdillah el-Ceredânî, el-Cevâhiru'l-lu'luiyye fî şerhi'l-Erbaîn en-Neveviyye, (tlk-thc. Yusuf Ali Bedîvî), Dımaşk 1417/1997, s. 269; Ayrıca Hasan, Ahmad, The Early Development of Islamic Jurisprudence, Pakistan 1994, s. 12, 91-92.

60 İbn Ebî Ya’lâ, a.g.e., II, 41. Alman oryantalist Johann W. Fueck sünnetin bu önemini şu şekilde

dile getirir: "Sünnet, İslam'ın çehresini kendi mührüyle damgaladı ve bugün İslam'a bütün İslam dünyasında gördüğümüz bu özellikleri kazandırdı (Fueck, "Hadisçiliğin İslâmi Geleneğin Oluşumundaki Rolü", (çev. Seda Ensarioğlu), HTD, cilt:1, sayı: 2, İstanbul 2003, s. 146; Okiç, M. Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul 1959, s. 6). Hatta, oryantalistlerin sünnetle bu derece ilgilenmelerinin ve etrafında şüpheler oluşturmaya çalışmalarının sebebi de budur. (Konuyla ilgili bir makale için bk. Görmez, Mehmet, "Klasik Oryantalizmi Hadis Araştırmalarına Sevk Eden Temel Faktörler Üzerine", İslamiyat III 2000, sayı: 1, s. 11-31).

61 Koçkuzu, "Modern Toplumların İhtiyacı ve Sünnet", Nesil Dergisi, cilt: 2, sayı: 11, Ağustos 1978,

s. 7.

62 Sünnet'e bu manada geniş bir perspektifle yaklaşarak onu yeniden ihya etmeye çağıran özlü bir

bakışaçısı için bk. Esed, Muhammed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, (çev. Hayreddin Karaman), İstanbul 1997, s. 93-121.

(25)

daha pek çok şart ve sıfatları hâiz olan bir sünnettir. Hz. Peygamber'e inzal olunan ve bize kadar gelen kitabımız, böylesi bir nakildir ve takibi istenen yol (sünnet)tir."63.

2. Ancak Hz. Peygamber'in, vahyin ilk muhatap ve uygulayıcısı oluşu gerçeği, Kur'ân gibi bir vahyî unsurun ihtivâ ettiği hüküm ve esaslar açısından ele alındığında, sünnetin müstakil bir kaynak olarak kabul edilmesini de gerektirmektedir. Buna göre sünnetin 'Kur'ân dışında olması' demek, Kur'ân'a muhalefet ve alternatif olma anlamında değil; onda olmayan hükümlerin vaz'edilmesi veya mücmel, âmm, hass formundaki âyetlerin beyan ve tahsisi şeklinde bir "şer'î delil" olması anlamına gelmektedir64. Buradaki temel amaç, Allah'ın "kelamı" olması itibariyle formel bir yapıya sahip olan Kur'ân vahyini, Hz. Peygamber'in "kelamından" ayrı değerlendirmektir. Nitekim sahabe ve onlardan sonraki nesillerin "Allah'ın kitabı ve Rasûlü'nün sünneti" şeklindeki bir ayırımla sergiledikleri yaklaşım da buna dayanmaktadır65. Kur'ân-Sünnet bütünlüğünün de kanaatimizce anlamı budur ve bu bakışaçısı sünnetin birinci anlamına aykırı değildir; tam aksine onun içinde yer alır. Nitekim son dönemlerde sünnetle ilgili olarak kaleme alınan eserler de bu yargıyı güçlendirmektedir66. Bu manadaki sünnetin, Kur'ân'la bir değer yarışmasına sokulmasının ise pratik bir faydası yoktur. Zira her ikisi de Allah'ın, Peygamberimize olan lütuflarıdır67.

3. Sünnet'in en dar anlamıyla kullanılan şekli ise, daha çok hicrî II. asır ve sonrası usûlcü ve fakihlerin terminolojisinde sadece vâcip veya farzın dışında kalanları ifade etmektedir68. Burada sünnet, ikinci anlamından da farklı bir şekilde "şer'î hüküm" manasında kullanılmıştır. Ancak usulcüler de sünnetin bu anlamında fikir birliği etmiş

63 Koçkuzu, Haber-i Vahitler, s. 24; Sünnet kavramının bu anlam ve boyutuyla ilgili önemli bir

mütalaa için ayrıca bk. Polat, Salahattin, Hadis Araştırmaları, İstanbul 2003, s. 285-290.

64 Bk. Cessâs, Ebû Bekir Ahmed b. Ali er-Râzî, el-Fusûl fi'l-Usûl, (thk. U. Câsim en-Neşemî),

Kuveyt 1414/1994, II, 327; Debûsî, Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer b. İsâ el-Hanefî, Takvimu'l-edille fi Usûli'l-fıkh, (thk. H. M. el-Meyyis), Beyrut 1421/2001, s. 240; Serahsî, , Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl, el-Muharrar fî Usûli'l-Fıkh, (thk. Ebû Abdirrahman b.Uvayda), Beyrut 1417/1996, I, 209; Şâtıbî, Muvâfakât, IV, 3 vd.

65 Sahabe ve tabiinin bu konudaki beyanlarının topluca derlendiği bir kaynak için bk. Abdülhâlık,

Hucciyyetü's-Sünne, s. 345-382; Ayrıca sünnetin bu kavramlaşma süreci ilgili geniş bilgi için bk. Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara 1999, s. 14-78.

66 Örnek olarak bk. Karadâvî, Yusuf, es-Sünnetü masdaran li'l-ma'rifeti ve'l-hadara, Kahire

1417/1997, Dâru'ş-şurûk; Yusuf, Eseru's-Sünneti'n-Nebeviyye, s. 216-474.

67 Bk. Koçkuzu, Haber-i Vahitler, s. 38.

68 Ebû Gudde, Tuhfetu'l-ahyar'a takdim yazısı., s. 9; Heytemî önce sünnetin bu tanımının yeni bir

kavramlaştırma (ıstılahun târi') olduğunu söylemesine rağmen daha sonra bu tür bir ayırımın cahiliyye döneminde bile yapıldığına dair bir delili öne sürerek ilk söylediğiyle çelişmektedir (bk. Hasan el-Medabiği, Haşiye [Fethu'l-mübîn ile birlikte] s. 220).

(26)

değillerdir69. Meselâ Cessâs (ö. 370/980), bu sünneti, "Hz. Peygamber'in, kendisine uyulması için devamlı sûrette (veya kendisine devamlı sûrette uyulması için) yaptıkları yahut söyledikleri" şeklinde tanımlamakta ve sünnetin hükümlerini 'farz, vacip ve nedb' olarak belirlemektedir70. Cessâs'ın bu tarifi sünnetin ikinci anlamına daha uygun gözükmektedir.

Bu noktada, klasik sünnet tanımlarını, Kur'ân'ı tanım dışı bıraktıkları ve her yönüyle kapsamlı olamadıkları için eleştiren Kırbaşoğlu'nun görüşüne de71 değinmek gerekir. Öncelikle usulcülere göre sünnetin, Kur'ân dışında bir olgu olarak tanımlanması, Kur'ân'ın sünnetle hiçbir bağlantısının olmadığı veya sünnetin, Kur'ân'dan tamamen bağımsız bir şekilde teşekkül ettiği anlamına gelmemektedir. Sünnetin ikinci tanımında açıklandığı gibi, "Kur'ân-Sünnet" tabiri 'birbirine alternatif iki olgunun ayrı ayrı oluşumu değil, tam tersine iki vazgeçilmez unsurun bütünlüğü' manasında kullanılmaktadır. Bu tanımda "Kur'ân", vahyin lafzî ve özel bir formunu ifade ettiği için, sadece mefhum olarak "sünnet"in dışında tutulmuştur. Yoksa sünnetin belirleyici faktörü ve inşa edici unsuru olması açısından Kur'ân'ın konumu, tartışma konusu bile edilmemiştir. Dolayısıyla her ilim ve disiplinin kendi akademik ihtiyaçlarına göre sünnete verdikleri anlam, başka anlamların "geçersizliği" temeline dayanmaz. Bunun ilimler tarihi açısından normal bir seyir olduğu, herkesçe bilinen bir gerçektir. Öyle olmasaydı, sünnetin, -bu tezin çerçevesi itibariyle- bu üç anlamından söz etmek bile mantıksız sayılırdı. Kırbaşoğlu'nun, bu eleştiriden hareketle teklif ettiği yeni sünnet tanımına da72 kanaatimizce ihtiyaç yoktur. Zira burada zikrettiğimiz birinci tanım, bu ihtiyacı fazlasıyla karşılamaktadır.

Netice itibariyle bu çalışmada, sünnetin üçüncü anlamı, nadiren de olsa fıkhî bir mesele ele alındığında kullanılmakla birlikte, en fazla birinci ve ikinci anlamları esas alınacaktır. Özellikle de sünnet- vahiy ilişkisinin nitelik ve boyutlarına dair yapılacak tasnifte birinci anlam ön plana çıkarılacaktır. Çünkü hem tezin ilgili bulunduğu alan, hem de tez başlığından anlaşılacağı gibi sünnetin, vahiyle ilişkisi açısından bu anlamlar

69 Bk. Koçkuzu, Haber-i Vahitler, s. 23.

70 Cessâs, a.g.e., III, 235-236; Ayrıca bk. Teftâzânî, a.g.e., s. 14, 91.

71 Bk. Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde Sünnet -Eleştirel Bir Yaklaşım-, Ankara 1996, s.

68-103.

72 Kırbaşoğlu'nun teklif ettiği sünnet tanımı şöyledir: "Hz. Peygamber'in kendi döneminde İslam

Toplumunu, akide, ibadet, tebliğ, eğitim, ahlâk, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çeşitli alanlarda; kısacası bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatın her alanında, yönlendirip yönetmede, Kur'ân başta olmak üzere, esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu bir "zihniyet" veya "dünya görüşü"dür (a.g.e., s. 104).

(27)

daha kapsamlı ve esaslıdır. Bu noktada, sünnet-vahiy ilişkisini, ilk anlaşıldığı şekliyle Kur'ân dışı (gayr-ı metluv) vahyin alanıyla sınırlandırmanın isabetli bir yaklaşım olmadığını da hatırlatmakta fayda vardır.

Şimdi de tezin ikinci önemli kavramı olan "vahiy" kavramını inceleyelim.

II. VAHİY KAVRAMI

Bu kısımda vahiy kavramının ayrıntılı bir şekilde incelenmesinden ziyade tezle ilgisi açısından önemli görülen vahyin tanımı, geliş şekilleri ve mahiyeti gibi hususlar ele alınacaktır. Zira sünnetin mutlak manada vahiyle ilişkisini anlamak ancak bu sayede mümkün olabilecektir.

A. Vahyin Sözlük Anlamı

Arapça V-H-Y kök harflerinden oluşan el-vahy'in ( ﻲﺣﻮ ﻟا ) sözlükteki anlamlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

(Hızlı) işaret, yazı, risalet73, mektup74, ilhâm75, gizlice söylenen söz ve (remiz ve ta'riz yollu) bildiri (i'lam)76, bilgilendirmek üzere başkasına ilkâ edilen her şey77, imâ etmek78, bir şeyi anlaşılır kılmak (ifhâm)79, insanlara ve başka varlıklara gelen80 ve harflerden arındırılmış ses81 ve emir82.

Aynı kökten türeyen " ﱡﻲِﺣَﻮ ﻟا " (el-vahiyyu) ve " ﻰَﺣَﻮ ﻟا " (el-vahâ) masdarları ise, "sür'at, ses ve acele etmek" anlamına gelmektedir83.

73 Ferâhîdî, Halîl b. Ahmed, Kitabü'l-Ayn, (thk. Mehdi el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmerrâî), Kum

1414, s. 1932-1933; Cevherî, Sıhah, II, 1825; İbn Fâris, Mücmelu'l-luğa, II, 919; İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, XV, 379; Zemahşerî, Esâsu'l-Belâğa, II, 496; Râğıb el-Isfâhânî, Müfredât, s. 809; Feyyûmî, Misbâh, s. 651; Ebu'l-Bekâ, el-Külliyât, s. 918.

74 İbn Sîde, Muhkem, IV, 28; Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Ya'kub, el-Kâmûsu’l-muhît,

(thk. Müessesetü'r-Risale'nin tahkîku't-turâs heyeti), Beyrut 1406/1986, s. 1729.

75 Ferâhîdî, a.g.e., s. 1933; Cevherî, Sıhâh, II, 1825; İbn Sîde, a.g.e., IV, 28; İbn Manzûr, a.g.e., XV,

379.

76 Râğıb el-Isfahânî, Müfredât, s. 809.

77 Cevherî, a.g.e., II, 1825; İbn Fâris, a.g.e., II, 919; Feyyûmî, a.g.e., s. 651-652; İbn Manzûr, a.g.e.,

XV, 379-381.

78 İbn Sîde, a.g.e., IV, 28; Zemahşerî, a.g.e., s. 496; İbn Manzûr, a.g.e., XV, 381. 79 Ebu'l-Beka, a.g.e., s. 918.

80 İbn Sîde, a.g.e., IV, 28; Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 1729.

81 Râğıb el-Isfahânî, a.g.e., s. 809; Feyyûmî, a.g.e., s. 652; Ebu'l-Bekâ, a.g.e., s. 936. 82 Ferâhîdî, a.g.e., s. 1933; İbn Sîde, a.g.e., IV, 28.

83 Cevherî, a.g.e., II, 1826; İbn Fâris, a.g.e., II, 919; İbn Sîde, a.g.e., IV, 28; İbn Manzûr, a.g.e., XV,

Referanslar

Benzer Belgeler

Şöyle veya böyle, kendisine bu tarz ilham gelen birisi şiirde yeni bir ufka açıldığı gibi, kendini sanatına adamış mülhem sanatkârlar, kendini ilmî keşiflere adamış

30 Bunun gibi Amerika’ya firar eden Ermenilerin, Hınçakyan gibi fesat komitelerinin zararlı sözleriyle zihinleri zehirlenerek daha sonra geri döndükleri ve Osmanlı ülkesinde

Bu yaşlarda birey diğer aile üyelerine daha bağımlı hale gelmekte, bu nedenle direkt olarak şiddete direnememekte ve şiddete karşı tavır alması güçleşmektedir

92 Locke bir taraftan aklın nihai yargıçlığını kendine rehber ilan etmekte, doğru bilginin kaynağını deneyimle elde edilen bilgilerle şekillendirmekte diğer

Hastanemizde Ocak 2004’de, çoğunluğu ameliyathane ve yoğun bakım bölümlerinde çalışan personel arasında olmak üzere, G grubu beta-hemolitik streptokok (GGBHS)’ların

İzâfî nitelikteki gaybî bilgiler ise belli bir zamanda gayb olan, daha sonra bu niteliği ortadan kalkan veya bazı insanlara göre gayb/meçhul iken diğer bazılarına göre

6-17 İlyas PÜR Anxiety and Religiosity Relationship in High School Students (Mersin Example) Türkçe 7-19 Serap Nur DUMAN Determining Pre-Service Teachers' Lifelong

In order to identify discriminative antibodies, which provide protection against HIV, and to disclose the associations between antibody features and their functional