■ '? - f
Fazıl Hüsnü Dağlarca yeni yapıtı ‘Çocuk ve A ilah h anlattı
‘Karanlık güneşin duludur’
Dağlarca yeni yapıtı ‘Çocuk ve Allah’-
da felsefe yorumlarına varan bir şiir
bütününe ulaşmış. Dağlarca “ bu
yapıtın” diyor, “ taslaktaki, taslak di
zeleri bütün kitaplarımda küçük ba
lıklar gibi dolaşıyor.” Şair, yeni im
gelerin, yeni düşüncelerin, eskilerin
onarılmasından geldiğini belirtiyor.
ALPAY KABACALI
ağlarca’nın 400 sayfalık yeni yapıtı, Çocuk ve Allah, Taş Devri, Delice Böcek, Asu gibi soyutla somutu iç içe veren, anlatmayıp sezdiren kitaplarındaki özsuyuyla beslenmiş. Bu kez felsefe yorumlarına vatan bir şiir bütününe ulaşmış Dağ larca. Önce bunu sordum.
“ Bu yapıt” dedi, “ yazdığım bütün kitaplarda varmak istediğim yer. Kişi, yeni imgeleri, yeni düşünceleri ne reden getiriyor, biliyor musunuz? Eski düşüncelerinin onarılmasından getiriyor. Bunların her birinin sayısız dizelerde taslakları var. Sonra o taslakları alıp kapsıyor.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, yeni yapıtı için yazdığım bütün kitaplarda var mak istediğim yer” diyor. (Fotoğraf: Cengiz Cıva)
Bu yapıtın da taslakları, taslak dizeleri bütün kitapla rımda küçük balıklar gibi dolaşıyor. Yoksa sanıldığı gi bi, insan bir kitabı bitirip ötekine başlamıyor. Onun içindeki değişmelerle öbürleri oluşuyor. Bir bakıma kendi ‘parti’lerini kuruyorlar, egemenliği ele alıyorlar.”
Bu kitaptaki şiirler hangi felsefe öğretisine yakın? Bence, tüm tanrıcılığa (pantehism’e)... Bu, tanrı ile evreni bir kılan öğretilerin genel adı. Bu çerçevede, tek gerçeğin evren olduğunu, tanrının var. olan her şeyin toplamı olduğunu öne süren görüşlere yakın. Bu düşüncemi söyledim Dağlarca’ya.
“ Hayır” dedi. “ Yapıtın içinde tanrı sözcüğü bir kez bile geçmiyor. Laik duyarlığı yürütüyorum. İnsanı, ya ratılıştan önceki, yaratılıştan sonraki insanı veriyorum. Bu kitapta, insan dediğiniz zaman, bizim gördüğümüz şu insanı görmüyorsunuz. Bütün bitkilerin, madenle rin, bütün doğanın binlerce yıl öncesinde var olan, hatta mağma durumundan beri var olan ve bir türlü bulun duğu yere sığmayan insanı söylüyorum.”
Ben de onu soracaktım. Yunus Emre, “Bir ben var dır bende benden içeri” diyor. Bunun şiirini de ya zıyor. Dağlarca ise, “ Nerede olursak olalım / Ora ya / Milyarlarca yıldan beri sığmama”nm, bilinci mizdeki, bilinçaltımızdaki “ sığmazlığın” şiirini ya zıyor. Dışımıza, zaman ve uzam öncesine ve sonra sına, önsüzlüğe ve sonsuzluğa taşmış ben’imizi yo rumluyor. Yanılıyor muyum?
“ İşte bütün dediklerimin özeti bu. Yunus Emre, ken di bencilliğini söylüyor. Ben, tam tersine... Evrendeki insan bencilliğini söylüyorum. Bendeki ben değil, bü yük BEN. Bende gözüken, sizde gözüken, bin yıl ön ce gözüken, bin yıl sonra gözüken BEN. ‘Kolektif’ BEN. Şöyle bir açıklama da yapılabilir: İnsanlar ahla ka da sığmaz. Coğrafyaya sığmadığı gibi... Her türlü suçumuz bile sığmamamızın bir görüntüsüdür. Büyük zenginler paralarına sığmazlar, büyük cihangirler ha ritalara sığmazlar, büyük ahlaksızlar ahlaksızlığa sığ mazlar. Bunun gibi...”
Kitapta sorular soruyor, yanıtlar veriyor Dağlar ca. “ Kimin gözbebeğidir insanlar? / -Sürezin” gibi. Yanıtı verilmemiş sorular da var. Bu konuşmamız dan amaç, okurlara şiirinin gizlerine ulaşmak için ipuçları vermek olduğuna göre şunu soruyorum: Ya nıtsız kalmış sor.ular mı bunlar?
“ Bütün soruların yanıtları önceden duyumsanmıştır. Karşılığı verilmemişse, okuyucuyu soruyla baş başa bı rakmanın ayrı bir anlamı var diye verilmemiştir. Za ten soru, yanıtıyla birlikte gelir.”
Soruyorum: “ Büyüteçlerin/Sözcüklere/Baktı- ğı/Neyin boyutlarıdır?”
“ Daha büyük büyüteçlerin büyüteçlere baktığı.”
Soruyorum: “ Kimin duludur karanlık?”
“ Güneşin.”
Giriş şiiri, beş ayrı harf karakteriyle dizilmiş. Son raki şiirlerde de, küme küme, bu karakterler kulla nılmış. Sözgelim i italik dizilenler, “ yalaz değirmileri” oluyor. Bu biçim-içerik kaynaşmasın dan ne gibi ipuçları çıkarılabilir?
“ Bu soruyu keşke ilk önce sorsaydınız” diyor Dağ larca. “ Bu yapıt, milyonlarca, milyarlarca varlığın bir den görüntüsü ve birbiriyle konuşmasıdır. Bunu yaz mak, okuyucuyu ta oralara götürmek çok güç olduğu için, böyle özetledim. Beşe indirgedim. Kitabın ilk ya zısında da, ‘Bunlar... Bunlar...’ diye bu özetlenmiş ev
reni anlattım. Kitabın içinde nerede geçerlerse, okuyucu bu girişte söylenenlere göre okuyacak ya da açıp ora ya bakacak. Siyahla dizilmiş ‘Bunlar kımıldama’ der ken anlatmak istediğim, ikinci dizedeki ‘Hepsiyle ayrı ayrı yaşadığımız’dır. Öteki kümeler de öyle... İşte bu beş kişi diyelim, onlarla birlikte olursanız, kitabın ger çeğine varırsınız.”
Kitap, beyaz’la dizilmiş “ Çıkış” şiiriyle sona eri yor. Beyaz nedir diye soracak olursanız: “ ...varı yo ğu tedirgin / Yankılar yansımalar boyu / Nerde olur sak olalım / Oraya / Milyarlarca yıldan beri sığma mak.” “Çıkış” şiirinin son bölümü şöyle: “ İnsan fi lin azıcığı / Fil gergedanın azıcığı / Gergedan yeryü zünün azıcığı / Yeryüzü güneşin azıcığı / Güneş, gök yüzünün azıcığı / Gökyüzü uzayın azıcığı / Kimbilir nerelerden gelmekte yaşamak / Uzay / Sığmanın azı cığı.”
Dağlarca şöyle açıklıyor:
“ Orada kitabı özetledik. Hatta, bütün bu yaşama ge zisinden sonra, uzayın bile, bu kitabın söylemek iste diği ‘sığmama’nın azıcığı kaldığını açıkladık. Kitabın son kapısını da açık bıraktık. Herkesin kendi imgele mi, çıksın, istediği yere ulaşsın diye...”
Uzaklarla Giyinmek’te uyakları atmış Dağlarca. Tek uyaklı şiir, “ Bir Göktaşının Öyküsüdür” başlı ğını taşıyor. Neden?
“ O, göktaşının yeryüzüne değiş anını söylemek için uyaklandırılmıştır. Yeryüzünün o özelliğini görmesi, gördüğünü göstermesi için. Çünkü doğada uyak yok. Uyak, doğanın evcilleştirilmesidir.”
Bu, şiirinden uyağı çıkardığı anlamına mı geliyor?
“ Eski kullandıklarım, kitaplar, artık yazılmıştır, du rur. Ama gereksiz. Çeviriye de hiç gelmiyor. Çevrile meyen şiirler genişliksiz kalıyor. Onun için, gerek yok. Ama uyağa gerek yok demek için, binlerce şiirde uyak kullanmak gerekir. Gençler bunu yanlış anlamasın.”
“Yazı” üzerine birçok şiir var kitapta. İçlerinde harfler, sözcükler uçuşuyor... Neden?
“ Yazının (alınyazısı değil) evrende yeni düşünceleri yaratan bir büyük kişi olduğunu söylüyor bunlar. He pimizden ayrı, hepimizde... Buna ‘evrenin kültü’ de di yebiliriz. Hangi kıtada olursa olsun, birçok yazar, bir birine yakın şeyler söylemiştir birbirinden bilisiz. Bu nasıl oîuyor? Evrenin kültünün her çağda, her yerde bizimle birlikte oluşundan ortaya çıkıyor. Bakıyorsu nuz, aynı çağda ya da ondan daha önce, daha sonra, bir birini görmeleri olanaksız ozanlar da aynı sözcük ta dıyla dizeler kurmuşlar. Bu, evrenin kültüyle oluyor. Onun için bu kitapta yazı hakkında elliden fazla şiir var; bakma, inceleme var. Onun gözle görülür bir bö lümü de bu yakınlarda Milliyet Sanat Dergisi’nin eki olarak yayımlandı: ‘Sözcükler Doğada.’ Bu kitabın iyice güne inen gölgeleri o. İki kitabın birlikte okunması ge rek.”
Dağlarca bir ipucu daha verdi:
“ Birçok yapıtta bir kişi, iki kişi, bilemediniz üç, beş kişi vardır. Bu yapıtta, adlarını bildiğimiz bilmediğimiz bütün doğa öğelerinin birer kişilik gibi dolaştığını, ya şadığını kendi yaşamaları kadar bilsin okuyucular. Ve kitabın büyük bir paylaşmayla, büyük bir görev birli ğiyle ya da görünüm birliğiyle göründüğünü anlasın lar.”
Kitaptaki şiirlerinden birinde, “ Dinle öyleyse bil ge okuyucum” , diyor Dağlarca. “ İçindeki sesin / İçin deki ışığın / Toplamıdır yaşamak.”
Şimdi bilge okuyuculara düşen, okumalarına içle rindeki sesi ve ışığı da ekleyerek Sığmazlık Gcrçe- ği’nin tadına, anlamına varmaya çalışmak. Biraz önce sözünü ettiğimiz o göktaşı gibi, soyutlamanın geniş anlamını sevmek. Ya da geniş anlamın okuyucuları sevmesi... □
C U M H U R İ Y E T K İ T A P
S A Y I 17
S A Y F A 1 1
Taha Toros Arşivi