• Sonuç bulunamadı

BİR CUMHURİYET ÖĞRETMENİNİN KISA HAYAT HİKAYESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "BİR CUMHURİYET ÖĞRETMENİNİN KISA HAYAT HİKAYESİ"

Copied!
15
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bir Cumhuriyet Öğretmeninin Kısa Hayat Hikayesi

Leyla Uslu

Özet:

Sözlü tarihin konusu sıradan insanların yaşam öyküleridir. Sözlü Tarih sıradan

insanların hayat hikayelerinin anlatımıyla bireysel ve toplumsal tarihe ilişkin ip uçlarına ulaşmaya çalışır. Bu noktada elde edilen ip uçları da, sosyalbilimlerin ortaya koyduklarına farklı çerçevelerden bakmamızı sağlar. Feminist sözlü tarih çalışması ise; tarih anlayışı içerisinde genel olarak geri planda kalmış olan kadınların tarihine ışık tutmaktır. Kadınların tarihteki bu görünmezliklerini de sıradan görünen kadınların hayat hikayelerini gözler önüne sererek ortadan kaldırmaya çalışır. Böylelikle tarihte gizli kalan kadınlar; kendi yaşam öyküleriyle bu gizliliği ortadan kaldırırlar.

Çalışmanın amacı bir öğretmen olarak Cumhuriyet’in eğitimcileri arasında yer alan ve döneminin yeni oluşturulan Türk kadını kimliğinin özelliklerini taşıyan Leyla Bozdağ’ın hayat hikayesini Feminist Sözlü Tarih yöntemini kullanarak sergileyebilmektir.

Anahtar Sözcükler: Feminist sözlü tarih, kimlik, eğitim.

Abstract:

The subject matter of ‘verbal history’ is the life stories of the ordinary people. By means of telling the life stories of ordinary people, verbal history tries to rich the hints of the individual and social history. At this point, those collected data help us to develop a different perspective (while) concerning what social sciences have been put forward. On the other side, the purpose of the studies of the feminist verbal history is to enlighten the history of women who are forced to stay behind the stage.Moreover, these studies try to overcome the secondary status of women in the history by high lighting their life stories that seen to be ordinary.Therefore, the women who remain mysterious in the history solve the mystery by their own life-stories.The aim of this study is to reveal the life story of Leyla bozdağ, who is one of the teachers of Turkish Republic and who carries the characteristics of a typical Turkish woman identity, using the method of feminist verbal history..

Key Words: Feminist verbal history, identification, education. 1. Giriş

Türkiye’de Cumhuriyet’le birlikte Türk kadın kimliğinin oluşturulması sürecinde kadınlar toplumu “çağdaş medeniyetler düzeyine çıkarma” ideolojisinin taşıyıcısı olarak kabul edilmişlerdir.

Türkiye’de Osmanlı toplumunun kadınsız toplum yapısından, kadınlı modern Türk toplumuna Atatürk ilke ve İnkilapları ile geçilmiştir. Atatürk’ün inkilapları planlı sosyal değişmeye bir örnektir. Bu inkılaplar ile, sosyal yapıda mevcut aksaklıkların giderilebilmesi için planlı, bilinçli uygulamalarla sosyal yapıda, yapının işleyişinde, kavramların yapı ve fonksiyonlarında değişiklikler meydana getirilmiştir. (Erkal 1984:87) Atatürk 1923 yılında İzmir’de yaptığı konuşmasında “Şuna inanmak lazımdır ki, dünya

(2)

yüzeyinde gordüğümüz her şey kadının eseridir” demektedir. Atatürk, Türk kadınının dünya kamuoyunda yanlış tanıtıldığına inanıyordu ve bu imajın değiştirilmesini istiyordu. (Doğramacı 1989:89-90)

Türk kadın kimliğinin oluşturulmasında önemli katkıları olan - Atatürk’ün de bu kimliği oluşturmada fikirlerinden yararlandığı - Ziya Gökalp kadın kimliğini “okumuş-meslek kadını” olarak belirliyordu. Moran’a göre Halide Edip’in yeni kadın imgesini oluşturan kadınlar da; hem Batılılaşmış hem de ulusal değerlerine bağlı kalmış, hem okumuş ve serbest hem de namus konusunda çok titiz, ahlaklı sağlam kadınlardı. (Moran 1990:119, Kadıoğlu 1998:95) Burada babalara da önemli görevler düşmekteydi: Örneğin Semiha Berksoy’la babasının mektuplaşmasında da görüldüğü gibi, bir bakıma babalarla kızları arasında gizli bir anlaşma vardır; genç kadınlar eğitim, meslek ve çalışma hayatına katılma haklarını genellikle babalarının desteği ile elde etmektedirler, ancak özellikle erkeklerle ilişkilerinde son derece dikkatli davranmak ve kendilerine uygun eşler bulup evlenene kadar cinselliklerini bastırmak zorundadırlar. (Durakbaşa 1998:47) Başka bir değişle misyonu olan bir anne; bilimsel, sosyal ve iş hayatında erkeğin ortağı, arkadaşı yardımcısı olmak… Özetle Atatürk’ün görmek istediği Cumhuriyet kadını buydu. (Toska 1998:79)

Genç Cumhuriyet’in eğitimcileri esas ağırlığı kadınların toplumsal yaşama etkin olarak katılması hedefine vermişlerdir. Bu anlayış hem tüm temel öğretim ders kitaplarına yansımıştır, hem de Cumhuriyet’in bizzat kurucuları ve önderleri bu hedefi çok zor koşullara karşın cesaretle dile getirmişlerdir. Onlar, esas olarak aktif, haklarına kavuşmuş, başı dik, meslek sahibi, eğitimli bir kadını hedeflemişlerdir. (Gümüşoğlu 1998:127)

Bununla birlikte Cumhuriyetin ilk yıllarındaki reformlar kadınları hala iyi eş ve anne olmaları beklense de, “ulusu eğitmek” yani öğretmen olmakla görevlendirilmiş

“yurtsever yurttaşlar” olarak konumlandırıyordu. (Sirman 1989:9) Böylelikle Cumhuriyet’in yeni doğmakta olan modern, laik, yurtsever kadınları öğretmenlik mesleği ne girmeye teşvik edildiler. (Kadıoğlu 1998:94) Bu aynı zamanda şu anlama geliyordu: Çocuklarını da toplumun gelişme ve kalkınmasına katkıda bulunabilecek biçimde yetiştirebilmeleri için onlardan once kendilerinin eğitim düzeylerini yükselterek meslek sahibi özellikle de öğretmen olmaları istenmiştir.

1932’te Cumhuriyet ilan edilirken Türkiye’de 10102 ilkokul öğretmeni vardı. Bunların 9021’i erkek 1081’i kadındı. Toplumun %90’ının okuma yazma bilmediği bir ortamda bu rakamlar hele kadın öğretmenlerin sayıları hiç yeterli değildi.

Cumhuriyetin ilk 10 yılı ile sınırlı kalarak diyebiliriz ki, bu dönemde kadın öğretmenlerin etkileri başlıca üç alanda görülür:

a) Örgün eğitimde çocukların, özellikle de kızların okullaşma oranının artmasına katkıda bulunmuşlardır.

b) Yaygın eğitim yoluyla, okul çağını geçirmiş olan yetişkin kadınların okuma yazma ve yurttaşlık bilgileri öğrenmelerine katkıda bulunmuşlardır. Böylece kadın öğretmenler Millet Mektepleri ve Halk Dersanelerinde görev almışlardır.

c) Cumhuriyetin çeşitli devrimlerinin uygulanmasına önderlik etmişler, bunların halk

tarafından benimsenmesine ve kadınların çağdaşlaşmasına katkıda

bulunmuşlardır.(http://www.yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi21/akyuz.htm)

Çalışmamızın amacı bir öğretmen olarak Cumhuriyet’in eğitimcileri arasında yer alan ve dönemin yeni oluşturulan Türk kadını kimliğinin özelliklerini taşıyan Leyla Bozdağ’ın hayat hikayesini Feminist Sözlü Tarih yöntemi kullanarak sergileyebilmektir.

(3)

2. Yöntem

Bireysel yaşam öyküleri sosyologlar tarafından kabul gören ve kullanılan bir araç halini almıştır. Yaşam öykülerinin gücü, normalde dikkate alınmayan insanlarla ilgilenilmesinde yatmaktadır.Sözlü tarihi tarih ve sosyolojiden ayıran nokta; bilgi toplayan kişinin sahip olduğu tarih hissi, yani olaylara hem geriye dönüp bakma hem de meydana geldikleri anda görüldüğü ve gelecekte görüleceği gibi bakma yönündeki daimi çabadır. Bir tarihçinin görüş açısı değişim süreciyle ilgilidir, sosyoloğunki ise daha çok belli bir andaki durumla ilgilidir ve her iki görüş açısına da sahip olmak önemli bir şeydir( Caunce 2001:29,102).

Kısacası sözlü tarih çalışmaları kişilerin belleğinden bireysel ve toplumsal tarihi bir yumak halinde topluyor ve buradan çıkan ipuçlarıyla, diğer toplumbilimler alanlarında, zihnimizde kurguladığımız toplumsal öğelere can ve kan katıyor( İlyasoğlu 1996:330). Kadın tarihi açısından ele alındığında sözlü tarih, sessiz bir dünyanın dile gelmesini sağlıyor. Hayatlarını, deneyimlerini, tepkilerini yazılı kayda geçirme geleneği, genelde fazla gelişkin olmayan kadınların tarihini topluyor( İlyasoğlu 1995). Geleneksel tarih anlayışı tarafından kadınlar görünmez kılınmışlarsa da; günümüzde kadınları tarihsel ve toplumsal değişimlerin ve dönüşümlerin önemli birer öznesi olarak görmemek olanaksızdır.

Kadınları görünür kılarken, onlara kendi tarihlerini kazandırmak gerekir. Burada yapılması gereken Gerda Lerner’in tanımıyla telafi edici tarihcilik bilinciyle kadın tarihini geleneksel tarih içine oturtmak değildir. Kadın tarihini, ekonomi tarihi, kültür tarihi gibi toplumsal tarihin alt kategorilerinden birine indirgemeden kadınların yaşam alanlarını ortaya koymak olarak algılamak gerekmektedir( Kelly 1996: 2’ den aktaran Şahin ve Gevrek 1998: 337). Kısaca telafi edici tarihcilik anlayışı yerine, katkıda bulunan tarihcilik anlayışı tercih edilmektedir.

Feminizm için sözlü tarih yöntemi, kadınlarla, kadınlara dair, kadınlar için bir şeyler yapabilmektir( Fraser 1981: 5-9’dan aktaran Şahin ve Gevrek 1998: 337). Feminist sözlü tarih çalışmaları kadınlarla; kadınlar için yapılmaktadır. Bu çalışmalar sırasında bile, “değersiz” görülen yaşam öyküleri değerlenmekte, kendi yaşamı hakkında konuşan kadınlar, tarihin öznesi haline gelmektedir( Şahin ve Gevrek 1998:338).

Feminist sözlü tarih çalışmaları ortak bir kadınlık bilinci yaratmaları yanında; kadınlar hakkında yeni belgeler ve malzemeler üreterek bu konudaki sözün çoğalmasına ve kadınlar için daha önceleri sürekli olarak inkar edilmiş olan bir kalıcılık duygusunun gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Feminist sözlü tarih çalışmaları aynı zamanda “dil” in ne kadar belirleyici olduğunu da göstermiştir. Bu tür çalışmalarda araştırmacı sadece dinleyen ve ortaya çıkan belgeye sorularını soran biri haline gelmiştir( Reinharz 1992: 126’dan aktaran Şahin ve Gevrek 1998: 339).

Feminist sözlü tarih çalışmalarında toplumsal dinamikler yerine anlatım dinamikleri üzerinde durulur. Bu çalışmalarda ne olduğundan çok nasıl karşılandığı ve nasıl yaşandığı ile ilgilenmek, etkinliklerin yanında duygulara da kapıları açmak, feminist sözlü tarihçi için dil bilim, psikoloji, antropoloji ( Şahin ve Gevrek 1998: 339) ve sosyolojiyle de ilgilenmek zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.

Feminist sözlü tarihçiler yaptıkları çalışmalarda temel ilkelerden ve insanların kişisel haklarını zedeleme kaygısından uzaklaşmadan anlatıcıları, kendilerini sunuyorcasına dikkatli bir şekilde sunmaya çalışmışlar; yazdıkları her şeyi onlarla paylaşmışlar, hatta insanlara kendi seslerini yeniden dinletmişler ve onların isteklerini ön plana çıkarmışlardır. Kısaca feminist sözlü tarih yöntemi, kadınların tarihsel deneyimini ortaya koymada, kadın bilincinin yükselmesinde, kadınların gündelik yaşamının tarihsel öneminin kavranmasında ve kadınların birer tarihsel özne olduklarının kabul edilmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır( Şahin ve Gevrek s.340)

(4)

Aşağıda Cumhuriyetin eğitimcileri arasında yer alan Leyla Bozdağ’la vefatından (15 Ocak 2005) kısa bir süre önce gerçekleştirilen feminist sözlü tarih çalışması yer almaktadır.

LEYLA BOZDAĞ

Leyla Bozdağ 1916 yılında Kırşehir’de doğdu.İlkokulu Kırşehir’de okuduktan sonra İzmir’de Karşıyaka Kız Muallim Mektebi’ni bitirdi ve Avanos’ta öğretmenliğe başladı.Daha sonra Mucur’da öğretmenlik

yaparken evlendi.Bu evlilikten 4 çocuk sahibi oldu. Eşinin Ankara’ya olan hayranlığı ve çocuklarının Ankara’da okuyacak olmasından ötürü 1960 yılında istemeyerek Ankara’ya taşındı. 35 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu.

Leyla Bozdağ, uzun ömrü boyunca bir çok sosyal değişime ve tarihi olaya tanıklık etmiştir.

Meğer Hayat Bir Masalmiş

Leyla Bozdağ 1916 yılında Kırşehir’ de doğar. Maddi olanakları pek rahat olmayan bir ailenin, doğduğunda ölen 2 çocuğundan sonra dünyaya gelen ilk bebekleridir. Fakat doğumunda babası yanında bulunamamıştır. O dönemde Eskişehir’in bir kazası olan Kirmaslı’da yani şimdiki adıyla Mustafa Kemal Paşa ‘da askerde olan baba Terzi Osman, ancak kızını 9 yaşında iken; askerlik dönüşünde görebilmiştir.

Annesi ise halı dokumacısıdır. Ama tek iş olarak bunu yapmaz, bağ bozumu, ceviz çırpılması zamanlarında tarlalarda çalışır karşılığında da hangi ürünü toplamak için çalıştıysa bir miktar o üründen alır. Getirdiği cevizleri, üzümleri de kışın yemek üzere değerlendirir. Leyla Bozdağ o dönemde de, daha sonraları da annesine hep büyük bir hayranlık beslemiştir. Anılarından annesiyle ilgili bilgiler aktarırken onun üç özelliğini, belki de farkında olmadan her zaman ön planda tutar. Ona göre annesi çok çalışkan, çok becerikli ve çok çok güzeldir. Annesinin teninden bahsederken şu cümleyi kullanır:

“Karda leke vardı ama annemin beyaz teninde leke yoktu.”

Annesinin becerikli olduğunu sadece Leyla Bozdağ fark etmemiş, dokuduğu halıları görenler de aynı düşünceyi paylaşmışlardır.

Leyla Bozdağ daha ilkokul birinci sınıfta iken Mustafa Kemal Paşa Kırşehir’e gelir. Onu karşılamak için Hükümet Konağı’na giderler. Leyla Bozdağ o anı da şu sözcüklerle aktarıyor:

“ Arkadaşım Leman çiçek vermekle görevlendirilmişti. Mustafa Kemal Konak’tan çıkıp merdivenin başına gelmişti. Heyecan içindeyiz, çok azametli bir insan, göremiyoruz kendisini. O anda Leman götürüp çiçeği verdi. Hanımını ise hiç unutmuyorum; başı topuzlu, siyah bir kıyafet giymiş, uzun bir manto gibi, peçesini yanından sarkıtmış. Ona bakarken de hem şaşırdık hem hayran olduk. Orada Mustafa Kemal neler konuştu hatırlamıyorum ama kendilerini bugün gibi hatırlıyorum, çocukluk işte.”

(5)

Leyla Bozdağ ilk okula başladığı zamanlar da hazırlık sınıfıyla birlikte altı sene olan ilkokulu çalışkanlığı ve zekasıyla sınıflar arası atlamalar yaparak dört senede tamamlar. Fakat ilkokulda başından geçen bir olay hayatının geri kalanında ona ailesinin koyduğu isimden başka bir isimle seslenilmesine sebep olacaktır. Bu olayı Leyla Bozdağ şu şekilde anlattı:

“Beşinci sınıfta karne aldık. Hep başarılı bir öğrenci olduğum için karnemi çok iyi bekliyorum. Fakat karnemi elime aldım ve ağlamaya başladım. Çok zayıftı. Bir öğretmenimiz durumu görüp müdahale etti. Soyadlarımız olmadığı için 18 Ayşe ile benim yani 20 Ayşe’nin karneleri karışmıştı.”

İlkokul yıllarının sonuna kadar adı Ayşe olan Leyla Bozdağ’ın işte bu olaydan sonra öğretmeninin talebiyle ismine Leyla eklenmiş ve Ayşe Leyla olmuştur.

Okul biterken Ayşe Leyla arkadaşlarının okumaya devam edeceğini öğrenir. O da bunu ister ve aynı okuldan yedi kız, öğretmen okulu sınavını kazanırlar. Fakat okul İzmir’dedir ve ailesi Leyla’nın İzmir’e gitmesini istememektedirler. Onlar göz bebeklerinden ayrılamayacaklarını, daha on yaşında ki Ayşelerini gönderemeyeceklerini söylerler. Ayşe ailesinden bu konuda izin alamaması üzerine üzüntüden verem olur ve sonunda konuya dedesi müdahale eder ve anne ile babayı ikna eder.

Leyla, Leman’nın hukuk fakültesinde okuyan dayısı ve kız arkadaşlarıyla İzmir Karşıyaka Kız Muallim Mektebi’ne doğru yola koyulur. Önce bir posta arabasıyla Yerköy’e gideceklerdir. Yol üzerindeki bir köyde bir gece konakladıktan sonra devam ederler. Yerköy’e yaklaşırken Leyla gördüklerine çok şaşırır ama o anda çekinip susar fakat başka bir arkadaşı ortak şaşkınlıklarını dile getirir: “Aaa buradakilerin evleri böyle miymiş?” der. Aslında küçük ve kendi evlerine hiç benzemeyen şeylerin Leman’nın ifade etmesiyle hayatlarında ilk kez gördükleri tren vagonu olduğunu öğrenirler. İşte o trene binip Ankara’ya oradan da İzmir’e geçerler. İzmir’e yaklaşırken Ayşe Leyla tren garındaki satıcıların “bardacık” diye bağırarak ne satmaya çalıştıklarını anlayamamıştır. Adını bile bilmediği ve ilk kez gördüğü bu meyve ileride çok seveceği incirdir.

Okulun ilk yılı Ayşe Leyla için çok da iyi geçmez. Alışamamıştır ve sınıfta kalır. Yaz gelince de okulda kalan kimsesizlerle okulda kalmak ister. Çünkü ailesinin maddi durumunun onun yol parasını bile karşılayamayacağını bilmektedir. Diğer altı arkadaşı gitmek için hazırlanırken Ayşe Leyla yatağının içinde ağlamaktadır. Durumu fark eden bir başka arkadaşı olanları bir öğretmene bildirir. Bu öğretmen hem yol parasını hem de varsa kardeşlerine hediye alması için para vereceğini söyler. O zamanlarda da ilk kardeşi Melahat vardır. Verilen parayla ona bir plastik bebek alır.

Yine yedi kişi Kırşehir’e doğru yola çıkarlar. İlk durakları Ankara Musiki Muallim Mektebi’dir. Burada bir gece konaklarlar. Leyla Bozdağ orada kaldıkları o günden “en acı günüm” diye bahseder. Çünkü arkadaşı Leman’nın ona saklasın diye verdiği tüm parayı düşürüp kaybetmesi sonucu, arkadaşı tarafından hırpalanıp, hırsız diye suçlanmıştır. Fakat onu tek üzen bu durum değildir; olanlardan sonra Leman’nın onun parasını alıp diğerleriyle birlikte yola çıkması ve o misafir olduğu okulda tek başına ve parasız kalması asıl yıkıcı olanıdır. Okul da tatilde olduğu için okul müdürü “paran gelene kadar kal” der. Fakat orta da hiçbir yerden gelecek bir para yoktur. Bunu fark eden müdür, Ayşe Leyla’ya para vererek gitmesini sağlar. Kırşehir’e geldiğinde anne ve babası bu beklenmedik ziyaret karşısında sevinçten ağlarlar fakat annesi bu gelişin sonucunda bütün yazı halı dokuyarak geçirir. Ne de olsa Ayşe Leyla’nın dönüşü için para gerekmektedir.

Okulda ikinci yılı başladığında yeni harf kanunu kabul edilir. Eski yazıyı kullanmak yasaktır. Eğer öğretmenler eski yazıyla not tutan bir öğrenciye rastlarlarsa hemen notlarını yırtıp atarlar. Fakat bu çok zorlanarak alıştıkları duruma hiç karşı gelmeyi düşünmezler. Öğretmenlerinin sözü onlar için emirdir ve demek ki doğru olan budur.

(6)

“1 Kasım 1928'de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek) "Türk harfleri" adıyla 1353 Sayılı Kanunla kabul edilmiştir. Yazı dilinde kullanılan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden Harf Devrimi yapılmıştır. Arap harflerinin Türkler tarafından kullanılması, İslamiyet'in kabulünden sonra başlamış ancak bu harfler, Türk diline hiç bir zaman uyamamıştır. Türkçe, Arap harfleri ile kolay yazılıp okunamıyordu. Harf İnkîlabının hedefi, okuyup yazmayı kolaylaştırmak ve yaymak, modern öğretim ve eğitimin gerçekleşmesini sağlamaktı. Harf İnkılabının ilk adımı, 20 Mayıs 1928'de 1288 sayılı kanunla, Arap rakamlarının kullanılmasına son verilerek, uluslararası rakamların kabulü ile başlamıştı. Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul'da Sarayburnu Parkı'nda düzenlenmiş bir şenlik sırasında, Harf Devrimini halka duyurmuştur; "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız (dilimiz) yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, milletimiz yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet aleminin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz" demiştir. Harf Devrimi, büyük bir tarihi olaydır. Çünkü, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankıları olmuştur. 1 Kasım 1928'de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928'de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara "Millet Mektepleri Başöğretmeni" sıfatıyla katılmıştır. “ (http://www.ataturk.net/)

İkinci senesinde okula alışan Leyla spor yapmaya başlamıştır. Her türlü spor faaliyeti ile ilgili alan ve malzemeyi sağlayan okulda; voleybol, kolon vurma, ip atlama ve beysbolle ilgilenir. Özellikle voleybolda şaşılacak derecede başarılıdır. Başarının şaşırtıcı olmasının sebebi ise kuşkusuz çok kısa olan boyudur.

Okula alıştıkça eskiden olduğu gibi başarılı bir öğrenci olmaya başlar. Öğretmenlerinin çok sevdiği, gözde bir öğrencidir artık. Fakat ailesinin maddi yetersizlikleri onu oldukça üzmektedir. Ailesinden harçlık gelmediği için okul dışında yapılan birçok etkinliğe katılamamakta hatta tabanı parçalanan ayakkabısının bile yenisini isteyememektedir.

Okulda son senesi iken okul, beş seneden altı seneye çıkar. Bir sene sınıfta kaldığı için diğer arkadaşlarından farklı olarak bir sene fazla okur ve bunu bir şans olarak görür. Okuldan mezun olduktan sonra Kırşehir’e tayinini ister. Ama bu isteği kadro olmaması nedeniyle kabul görmez ve Nevşehir’in ilçesi olan Avanos’a tayin olur.

Göreve başlamadan önce Kırşehir’de ailesiyle birlikte olan Leyla Bozdağ’ın uzun zamandır aklında olan bir mesele vardır ve bunu sonunda ailesine açar. Leyla Bozdağ’ın Fatma adında gözlerini iki yaşında iken bir gece de kaybeden ve o sıralarda altı yaşında olan bir kız kardeşi vardır. Leyla Bozdağ kardeşini staj yapmak için gittiğinde çok beğendiği İzmir Karşıyaka Körler Okulu’na göndermek istemektedir. Orada ki öğrencilerin yaşamları, müzik aletleri çalmada ki başarıları, spor faaliyetlerinde ki azimleri onu harekete geçirmiştir. Ailesi bunu duyunca öncelikle karşı çıkar. Boşuna bir çaba olarak değerlendirirler. Ama Leyla Bozdağ kararlıdır ve ailesini ikna eder. Kardeşi ve babasıyla İzmir’e doğru yola çıkarlar. Okula kaydını yaptırırlar ama hemen Fatma’yı bırakıp dönmezler okula yakın bir yerde otelde kalırlar; eğer Fatma istemezse onu geri götüreceklerdir ancak Fatma’nın ortam hoşuna gider ve yatılı olarak kalmaya karar verir. Okuldan mezun olduğunda da ablasının tahmin ettiği gibi çok şey kazanacak örneğin harika keman çalacaktır.

Avanos’a da Leyla Bozdağ ilk olarak babasıyla birlikte gider. Okul’a ilk gittiklerinde tayin olduğunu bile okul müdürüne bir türlü anlatamaz. Onun yerine hep babası konuşur. Tabi bu ilk izlenim okuldakiler üzerinde Leyla Bozdağ’ın hiç de iyi bir öğretmen

(7)

olamayacağı düşüncesini uyandırır. Bu derece pısırık biri öğrenciler üzerinde nasıl otorite kurup, nasıl ders anlatacaktır. Oysa tüm bu tahminler ilerde herkesi utandıracak, çünkü o gün orada konuşmaktan aciz olan yeni öğretmen, çok kısa zamanda adı herkesçe bilinen, tanınan, takdir edilen, sevilen, çok iyi bir öğretmen olacaktır.

Babası gittikten sonra burada yaşlı bir akrabasıyla kalırken babasından bir mektup gelir, soyadı kanunu çıkmıştır ve babası “soyadı olarak ne alalım?” diye sorar. Bunun üzerine okulun yanında ki çağlayandan etkilenip, soyadlarının Çağlar olmasını ister ve öyle de olur.

“ Kişinin soyadının bulunmaması toplum hayatında karışıklara neden oluyordu. Ayrıca bu durum toplumsal ilişkiler bakımından da bir eksiklikti. Soyadı yerine kullanılan baba adı, doğduğu memleketin adı ve kullanılan lakaplar, soyadının toplumsal ilişkilerdeki rolünü oynayamıyordu. 21 Haziran 1934'te çıkarılan 2525 sayılı Soyadı Kanunu ile her vatandaşın öz adından başka bir de, soyadı taşıması zorunlu kılındı. Soyadları Türkçe olacaktı. Rütbe, memurluk, yabancı ırk ve millet adları ile ahlaka aykırı ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılmayacaktı. Soyadı kanununun kabulünden sonra 24 Kasım 1934 yılında 2258 Sayılı Kanunla, TBMM Türk milletinin bir şükran ifadesi olarak, Gazi Mustafa Kemal Paşaya Atatürk soyadını vermiştir. 1934 yılında çıkarılan diğer bir kanunla da; "Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Paşa" gibi, eski toplum zümrelerini belirten unvanlar kaldırılmıştır. Aynı kanunla yurt savunmasında, Milli Mücadelede gösterilen başarılar karşılığı verilen madalyalar dışında, eski Osmanlı idarecilerinin verdiği tüm nişan ve rütbeleri taşımak da yasaklanmıştır. “ (http://www.ataturkiye.com/devrimleri/soyadikanunu)

Leyla Avanos’ta altı ay öğretmenlik yaptıktan sonra Kırşehir Gazi İlkokulu’na tayini çıkar ama burada da kısa bir süre kaldıktan sonra kesin tayini Mucur’da bir ilkokula çıkar.

O tarihlerde Mucur’da ilkokula gitmekte olan kız kardeşi Melahat ile birlikte yaşamıştır. Ailesi daha beş yaşında olan kız kardeşi Nebahat ile birlikte Kırşehir’de yaşamaya devam etmiştir.

Kendini bir öğretmen olarak şöyle anlatıyor Leyla Bozdağ:

“Despot bir öğretmendim. Genelde istemesem de dayak attığım da olurdu. Ama o dönemde eğitim öyle olurdu. Ailesi çocuğu bana getirip ‘hocam biz cahiliz zaten, ama çocuklarımız okusun, ister sevin, ister dövün, yeter ki okutun’ derdi. Bu sebepten çocuklar da bana kızmazdı, beni hep çok severlerdi.”

Leyla Bozdağ öğretmenlik yaptığı tüm okullarda başarısı ve güzelliğiyle göz doldurmaktadır. Hatta okula yeni atanan öğretmenler mesleği daha iyi öğrensinler diye onun dersine dinleyici olarak gönderilmektedir. Bu yeni gelen öğretmenlerden biri ısrarla bu güzel, şık ve alımlı öğretmenin sınıfına girmek istemektedir. Adı Kamil olan bu yeni öğretmen dersine girdikten sonra, öğretmenler odasında da bu hoş öğretmeni yalnız bulunca yakınlaşmak ister, bunun üzerine giriş kattaki odanın camından atlayarak kaçan Leyla Bozdağ bu ısrarcı ve deli dolu genç adamdan tam olarak kurtulmuş sayılmaz. Öğretmen Kamil sadece okulda değil artık okul dışında da hep Leyla Bozdağ’ın peşindedir. İlgisi git gide artmış ve bu ilgiyi evlilik teklif etmeye kadar götürmüştür. Leyla Bozdağ hiç bu genç adama sıcak bakmamış ve teklifini hep reddetmiştir. Ne kadar kaçıp, dikkat etse de dedikoduların önüne geçememiştir. Öyle ki dedikodulardan Kırşehir’de ki ailesinin de haberi olmuş ve ailesinden çok ağır sözler işitmiştir. Bunun üzerine intihara kalkışmış neyse ki son anda kurtarılmıştır.

Leyla artık hem başka çaresi olmadığını düşündüğünden, hem de bu derece yoğun bir ilgiye kayıtsız kalamayacağından Kamil öğretmenin evlenme teklifini kabul etmiştir. Mucur’da öğretmenliğinin dördüncü yılında Leyla, Kamil Bozdağ ile evlenir. Kayın validesi ve kayın pederi ile birlikte yaşamaya başlarlar. Böyle bir yaşamdan hiçbir şikayeti yoktur Leyla Bozdağ’ın, çünkü, hep el üstünde tutulmuş, ne ev işi, ne de yemek

(8)

yapmayı öğrenmesine gerek kalmamıştır. Kayın validesi her işi yapmakta ve bu onun hayatını kolaylaştırmaktadır.

Evlendikten iki ay sonra Kamil Bozdağ askere gider ve yedi ay sonra; 1940’ın Şubat ayında Leyla Bozdağ ilk bebeği Günsel’i dünyaya getirir. Günsel yedi aylıkken Hacıbektaş’a tayinleri çıkar. O dönem kıtlığın kendini en yoğun hissettirdiği dönemdir. Yağ, et, gaz gibi önemli tüketim maddeleri neredeyse yok denecek kadar azdır. Maddi durumları iyi olsa bile, insanlar istediklerini alamazlar çünkü yoktur. Leyla Bozdağ kendi cümleleriyle durumu şöyle ifade etmiştir:

“ En çok pirinç bulurduk belki ama o da zor. Babam bir gün bir yerden gaz bulup getirmişti, öyle çok sevinmiştik ki. Ama kıtlık bizi çok huzursuz etmemişti. Çünkü birden bire olmamıştı, biz zaten böyle yaşamaya alışmıştık. Her şey sınırlıydı ve lüks yoktu.”

Günsel’den bir yıl sonra bir erkek çocukları olur fakat bir buçuk yaşındayken onu kaybederler. Bu acı olayın ardından 1943 yılının Şubat’ında Aysel adlı ikinci kızları doğar. Ondan bir buçuk yıl sonra da yine bir kız çocuk, Göksel, 1944’ün Ağustos ayında dünyaya gelir. O dönemde erkek çocuk çok önemlidir. Hatta öyle ki bazı erkekler çocuklarının kız olduğunu duyunca görmek bile istememektedir. Fakat durum böyle olmasına rağmen üçüncü çocuğunun da kız olduğunu gören Kamil Bozdağ döneminde ki erkekler gibi davranmaz, aksine çocuklarının kız olmasından son derece mutludur. Leyla Bozdağ ile neredeyse hiçbir konuda anlaşamayan, kıskançlıklarıyla onun tüm sosyal hayatını kısıtlayan Kamil Bozdağ’ın bu konuda ki farklı tutumunu Leyla Bozdağ çok takdir etmiş ve gurur duymuştur.

Göksel’den bir yıl sonra bir kız çocukları daha olur ama o da yakalandığı kızamık hastalığından kurtulamayarak hayatını kaybeder. O yıl Mucur’a yeni atanan Maliye Müfettişi’nin eşi ile tanışırlar, bu hanım çalışan bir kadın olarak sık aralıklarla çocuk sahibi olmasına şaşırdığı Leyla Bozdağ’ya neden bunu tercih ettiği sorusunu sorar. Leyla Bozdağ da bunun bir tercih olmadığını, korunma yollarını bilmediği için sonucun böyle olduğunu aktarır. Bu konu da ona yardımcı olan bu hanımla konuşmasının etkisiyle dördüncü ve son çocuğuna beş yıl aradan sonra 1950 yılının Temmuz ayında sahip olur. Son çocuk erkektir ve dedesi henüz öldüğü için ona Ramazan adı verilir. Fakat Leyla ve Kamil Bozdağ’ın oğulları büyüdükçe adının Ramazan olmasından memnun olmaz. Özellikle kız arkadaşlarından aldığı hoş olmayan tepkiler O’nu adını değiştirmeye iter ve 18 yaşını doldurunca mahkeme kararıyla adını Ramazan Okan Bozdağ olarak değiştirir. Ramazan doğduktan sonra, yıllardır maaşlarından artanlarla yaptırdıkları yeni evlerine taşınırlar. Bu ev eskisine göre çok daha büyük bir evdir. Bu eve taşındıklarında da yanlarında yine Kamil Bozdağ’ın annesi vardır.

Mucur’da ki öğretmenlik yıllarından en çok aklında kalan öğrencisini sorduğumda Leyla Bozdağ Kadir’den bahsetti:

“ Kadir’in babası bakkaldı. Okuldan sonra ona yardım eder, dükkanda dururdu. Babası okul bitince de Kadir’i bakkalın başına geçirecekti. Ama Kadir okumak istiyordu. Subay olmak istiyordu. Bana durumu anlattı. Ben de ona hangi cesaretle söyledim bilmem ama ‘ oğlum bakkalda çalış ama tüm kazandığın parayı babana verme, birazını kendine ayır, biriktir; babana da söyleme’ dedim. Kadir dediğimi yaptı ve Erzincan’da ki Askeri okula gitti. O yıl Erzincan depremi oldu ve Kadir kayboldu. Babası yolumu kesip, beni defalarca tehdit etti, hesap sordu, ‘senin yüzünden’ dedi. Çok üzülüyordum. Babasını görmemek için yolumu değiştiriyordum. Bir hafta geçdikten sonra haber geldi Kadir bulunmuş ve yaşıyormuş. Bir somyanın altında aç, susuz yaşamış. O zaman babası gelip benden özür dilemek istedi ama kabul etmedim. Birkaç yıl sonra Kadir subay olup gelince annesi dayanamayıp, geldi; ağlayıp, benden özür diledi.”

(9)

Leyla Bozdağ’ın ilk kızı Günsel el sanatlarına meraklıdır, bu sebeple de Kırşehir’de ki Enstitü’ye gitmek istemektedir. Anne ve babası okul yatılı olmadığı için bu isteğinin karşılanmasının imkansız olduğunu, ancak öğretmen okuluna gönderebileceklerini anlatsalar da o ya Enstitü ya da hiçbir okula gitmem diyerek okul hayatına son verir. Bunun yanında halk eğitimin açtığı el sanatları kurslarına katılarak el sanatları konusundaki yeteneğini daha da geliştirmiştir. Ardından gelen Aysel ise ilkokulu babası Kamil Bozdağ’ın öğretmenliğinde okumuş ve seçimini öğretmen okulundan yana kullanmıştır. Sınavlara giren Aysel; 1957 yılında Kastamonu Öğretmen Okulu’nu kazanır ve yatılı olarak okumaya gider. 1958 yılında ailenin büyük çocuğu Günsel’i isterler. Başlık parası ile Günsel bir yıl sonra, Ankara İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi’nde öğrenci ve bir banka da memur olan Kemal ile evlenip Ankara’ya yerleşir. Bu sıra da son sınıfa başlayacak olan Aysel’i de komşularından Bulgaristan göçmeni olan, askeri okulda okuyan Bilal’e isterler. Aile bu isteği reddetmez, zaten Aysel ile Bilal’in ortak istekleridir bu. Çevredekiler ise bu karara şaşırmıştır. Onlara göre göçmenlere kız verilmemelidir. Leyla Bozdağ buna bir anlam veremez ve kendince doğru olanı yapıp kızına Bilal ile söz keser. Göksel de ilkokulu annesi Leyla Bozdağ’ın öğrencisi olarak okuduktan sonra 1959 yılında Erzurum Öğretmen Okulu’nu kazanır fakat Leyla ve Kamil Bozdağ çok uzak olduğu için göndermek istemezler. Onun yerine Yatılı olmazsa Ankara Öğretmen Okulu’na başlamasına kara verirler. Bunun üzerine zaten hep Ankara’da yaşama ideali olan baba Kamil Bozdağ Ankara’ya tayinini ister ancak Leyla Bozdağ bunu istememektedir. Sonuçta da Kamil Bozdağ kızı Göksel ile birlikte yeni evlenen kızı Günsel’in yanına Ankara’ya taşınır. Ama tahmin edilebileceği gibi birlikte yaşamak zordur. Anlaşmazlıklar başlayınca Kamil Bozdağ eşine çok rica eder ve bir yıl sonra 1960’da tüm aile Ankara’da yaşamaya başlar.

Ankara’da Tepebaşı’ndan bir ev tutarlar. 1961 yılında tayininin çıkmasıyla Leyla Bozdağ eşiyle birlikte Fevzi Atlıoğlu İlkokulu’nda öğretmenliğe başlar. Yine aynı yıl Eskişehir’de öğretmenliğe başlayan kızı Aysel evlenir.

Ankara’da öğretmen olmak Mucur’dakinden daha kolay gelir Leyla Bozdağ’a. Çocuklar burada birikim sahibidir. Aileler görgülüdür bu yüzden de çocuklar eğitimlidir. Mucur’da maddi durumlarının yanında eğitim durumları da iyi olan aileler çok azdır. Çocuklar dış dünyaya kapalıdır. Bu anlamda çocuklara öğretim vermeden çok önce, yoğun bir eğitim vermek gereklidir. Bu durumda her öğrenci ile tek tek ilgilenilmesi gerektiği düşünülürse oldukça zordur.

Okulunu bitirince Göksel’in tayini Bağla’ ya çıkar. Leyla Bozdağ kızını Bağla’ ya yollamak istemez. Onların duyumlarına göre halk tabiriyle Bağla gerici bir yerleşim yeridir. Dostları ise onlara yanıldıklarını, kızlarının orada el üstünde tutulacağını söyler. Bunun üzerine Göksel de Bağla’ ya yerleşir.

Bu sıralarda evli olan kızı Aysel’in 1962’de bir oğlu 1963’de de bir kızı olur. Bu çocuklar aileye gelen ilk torunlardır. Leyla Bozdağ torunlarının doğumuyla çok büyük bir mutluluk yaşar.

Her zaman lider bir ruha sahip olan Kamil Bozdağ Ankara’ya geldikten sonra Mucur’un sorunlarını daha iyi anlar ve 1964 yılında Mucur Belediye Başkanlığı’na adaylığını koyar. Seçimi kazanır ve bir buçuk yıl Belediye Başkanlığı yapar. Ankara’ya döndüğünde bu sefer Kocatepe İlkokulu’nda göreve başar fakat içinde ki bir şeyler yapma isteği ve sahip olduğu liderlik ruhu onu burada uzun süre durdurmaz ve 1965 yılında Demokrat parti’ye en yakın gördüğü Güven Partisi’nden millet vekilliğine adaylığını koyar fakat çok az bir oy farkıyla kaybeder. Bu kayıp onu yıldırmak yerine tekrar ateşler ve Mucur’da diğer partilere kıyasla daha çok tercih edildiğini düşündüğü Millet Partisi’nden 1969’da adaylığını koyar. Ama bu sefer de sonuç farklı olmaz. Kamil Bozdağ seçimleri kaybettiğinde Leyla Bozdağ duruma onun kadar üzülmemiş, aksine mutlu bile olmuştur. Başından beri kazanmasını zaten hiç istememiş, gönlü bu işe

(10)

ısınmamıştır. Belki de bu işler ona kendisini çok sevdiği öğrencilerinden ayırdığı için hoş görünmemişti. Çünkü seçim kampanyası için para gereklidir bu sebeple de Leyla Bozdağ da emekli olmuştur. 35 yıl öğretmenlik yapan Leyla Bozdağ bu günleri anlatırken şöyle der:

“ Seçim çalışmaları için para gerekti ben de emekli oldum. Yoksa ben daha seve seve öğretmenliğe devam ederdim.”

1974 yılına gelindiğinde ise Özel Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliğini bitiren Leyla Bozdağ’ın oğlu evlenmek ister ve o yıl evlenir. Bu evlilikten 1976 ve 1979 yılında dünyaya gelen iki çocuğu olur. Fakat bu evlilik onun tek evliliği olmaz ve 1993 yılında bir kez daha evlenir, bu evlilikten de bir kızı olur.

Leyla Bozdağ ile Kamil Bey’in kızları Göksel de artık Ankara’ya gelmiştir fakat 1983 yılına kadar evlenmeyi hiç düşünmemiştir. O yıl bir arkadaşının aracılığıyla karşısına çıkan, eşini yakın zamanda kaybetmiş üç çocuk babası bir beyle tanışır ve evlenir. 1984 yılında da bir kız çocuğu sahibi olur.

1985 yılında da büyük kızları Günsel’in bebeği dünyaya gelir.

Leyla Bozdağ 1992 yılında ilk damadı Kemal’i, 1994 yılında da eşi Kamil Bozdağ’ı kaybeder. Ne kadar evlilikleri süresince birlikte yaşamakta zorlandıysalar da, Leyla Bozdağ eşini kaybedince derin bir acı duymuştur.

Bu kayıp sırasında büyük kızı Günsel ve küçük kızı Göksel’le aynı apartmanda oturan Leyla Bozdağ’ın 1997 yılında kalp krizi geçirmesinden sonra kızı Göksel ve damadı O’ndan yanlarına taşınmasını isterler. Böylece Leyla Bozdağ artık yalnız değildir aksine çok kalabalık bir ailede yaşamaya başlayacaktır.

Şimdilerde büyük torunları evlenen Leyla Bozdağ yine kızı Göksel, damadı ve torunuyla aynı evde yaşamaktadır. Yazları onlarla Datça’ya giden Leyla Bozdağ hayatının en mutlu yıllarını geçirdiğini her fırsatta dile getirmektedir. Gününü genelde rengarenk el bezleri örüp, pencereden dışarıyı seyrederek geçiren Leyla Bozdağ’ı başta çocukları ve kardeşleri olmak üzere, akrabaları, arkadaşları, eski öğrencileri hiçbir zaman yalnız bırakmamaktadırlar. Öğrencilik yıllarında çektiği sıkıntıları hiç unutmayan Leyla Bozdağ şu anda üç öğrencinin okul masraflarına düzenli olarak her ay maddi destek de bulunmaktadır. Hayatının bu döneminde torunlarının çocuklarını da görmekten büyük mutluluk duyan, şu anda 88 yaşında olan Leyla Bozdağ’ın, önemli sayılabilecek hiçbir bedensel ya da zihinsel rahatsızlığı yoktur. Sağlıklı oluşunun nedenini kendisi gençliğinde çok spor yapmasına ve son yıllarda ailesiyle sürdüğü mutlu yaşantıya bağlamaktadır. Bu yazının sonunu da Leyla Bozdağ’ın eşi Kamil Bey’in yazdığı ve daha sonra bestelenen bir şiirinden mısralarla bitirmek sanırım anlamlı olacaktır.

“ Meğer hayat bir masalmış, aşk ve vefa yalan imiş.” 3. Sonuç

1916 yılında doğan Leyla Bozdağ, Cumhuriyet dönemine ve reformlara şahitlik etmiş, Atatürk’ün oluşturmak istediği kadın kimliğiyle de onun bir çok özelliği örtüşmüştür. O, okumak, öğretmen olmak için elinden geleni yapmış, ailesinin maddi yetersizliklerine rağmen okulu bitirmiş, bunun yanısıra kardeşlerine de örnek olmuş, gözleri görmeyen kardeşinin dahi okumasını sağlamıştır. Başarılı bir öğretmen olan Bozdağ bu çağdaş kimliğin yanında namusuna düşkün, eşinin arkasında kalmayı tercih eden, sorunlar yaşasa da eşinden ayrılmayı düşünmeyen geleneksel bir kadın kimliği sergilemiştir. Buradan yola çıkarak dönem kadınlarına ilişkin bir genelleme yapmamız olanaksızdır, fakat Leyla Bozdağ’ın hayatı, toplumda var olan geleneksel kadın kimliğini aşarak, çağdaşlaşma yolunda büyük adımlarla ilerleyen, çalışma hayatına katılmış bir kadının hayatı olarak dönem kadınlarına ilişkin farklı bir çerçeveden bakmamızı sağlamıştır. Her ne kadar genel sosyolojik saptamalar yapmaya izin vermese de, birbirinden farklı yaşam tarihi anlatıları ve genel olarak sözlü tarih çalışmalarının getirdiği “insan dünyaları

(11)

ve yaşantılarının içerden ve öznelliği de içinde barındıran bilgisi” kavramsallaştırmaları kurarken bize, “hayatın içinden” bir bakış yakalamamızda yeni imkanlar açmaktadır. (İlyasoğlu 1998:200)

Kaynakça

Caunce, Stephen. (2001). Sözlü Tarih ve Yerel Tarihçi, (Çev: Bilmez Bülent Can ve Alper Yalçınkaya), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Doğramacı, E. (1993). Türkiye’de Kadının Dünü ve Bugünü, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Durakbaşa, Ayşe. (1998). “Cumhuriyet Döneminde Modern Kadın ve Erkek Kimliklerinin Oluşumu: Kemalist Kadın Kimliği ve “Münevver Erkekler””,75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, s.29-51.

Erkal, Mustafa. (1984). Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara, Mayaş Yayınları.

Gümüşoğlu, Firdevs. (1998). “Cumhuriyet Döneminde Ders Kitaplarında Cinsiyet Rolleri (1928-1998)”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, s.101-129.

İlyasoğlu, Aynur. “Gizli Kadın Tarihi”, Milliyet, 1 Temmuz, 1995.

İlyasoğlu, Aynur. (1996). “Türkiye Kadın Tarihinin Araştırılmasında Yöntem Sorunları ve Sözlü Tarih Yöntemi”,İnsan, Toplum, Bilim, İstanbul, Kavram Yayınları, s. 317-335.

İlyasoğlu, Aynur. (1998). “Cumhuriyet’le Yaşıt Kadınların Yaşam Tarihi Anlatılarında Kadınlık Durumları, Deneyimler, Öznellik”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, s. 193-201.

Kadıoğlu, Ayşe. (1998). “ Cinselliğin İnkarı: BÜYÜK Toplumsal Projelerin Nesnesi Olarak Türk Kadınları”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, s. 89-101.

Moran, B. (1990). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul, İletişim Yayınları.

Sirman, N. (1989). “ Feminism in Turkey: A Short History”, New Perspectives on Turkey, 3:1 s. 1-35.

Şahin, Özlem ve Gevrek, Meltem A. (1998). “Tarih Çözümlemesi İçinde Sözlü Tarih ve Feminist Sözlü Tarih’’,20.Yüzyılın Sonunda KADINLAR ve GELECEK, Ankara, TODAİE Yayın No: 285, s. 329-341.

Toska, Zehra. (1998).“Cumhuriyet’in Kadın İdeali: Eşiği Aşanlar ve Aşamayanlar“, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, s. 71-89. http://www.ataturk.net/

http://www.ataturkiye.com/devrimleri/soyadikanunu http://www.yayim.meb.gov.tr/yayımlar/sayi21/akyuz.htm

(12)

Fotoğraflar

İzmir Karşıyaka Kız Muallim Mektebi önünde Leyla Bozdağ arkadaşları ve öğretmenleriyle.

Leyla Bozdağ okul bahçesinde. Leyla Bozdağ arkadaşı Lütfiye’yle.

(13)

Bozdağ beden eğitimi dersinde

Bozdağ arkadaşlarıyla el işi dersinde.

Leyla Bozdağ’ ın öğretmenliğe Başladığı yıl ki fotoğrafı.

(14)

Leyla Bozdağ öğrencileri ile

Leyla Bozdağ Diyarbakır’ da bir okulda konuşma yaparken

Leyla Bozdağ’ın emekli olduğu yıl çektirdiği fotoğrafı.

.

(15)

.

Referanslar

Benzer Belgeler

Evet, besindir çünkü… (mümkün olduğunca açıklayınız) / Hayır bir besin değildir çünkü… (mümkün olduğunca açıklayınız)” sorusuna verilen cevaplara göre

Derin acılarla akan göz yaşları arasında halkevi müze şu­ besi Başkanı Vehbi Okay Atatürk’ün doğduğu günden başlıyarak bütün ha­ yatını ve hizmetlerini

Başbakan Turgut Özal’ın küçük kardeşi ve DPT Müsteşarı Yusuf Bozkurt Özal, sıcakların da etkisiyle dün Başbakan Özal’ın tabiriyle “ motoru­ nu

Abel Turnier ve Tülay Erduran'ın kayınvalidesi, Merhum Salahaddin Atakul ve Nermin Türkkan'ın teyzesi, Berrin Ekmekçi ve Ali Erdengiz'in halası, Murat-Pınar

Protokolü, daha sonra hemen bütün bürokratların inkar ettikleri anlaşılan tutanaklara göre, döne­ min Başbakanı Turgut Özal hayali ihra­ catla ilgili

“Ne kadınlar sevdim zaten yok­ tular / yağmur gi­ yerlerdi sonbaharla bir / azı­ cık okşasam sanki çocuktular / bıraksam korkudan gözleri sislenir / ne

ağaçlar, bulutlara inanır gibi büyüyorlar -bir’den bir’e benzetilen Tanrı’sı ağaçların- bulutlar giderek birleşiyorlar kuşlara karşı ölümler hüznü

tüfeğini kaldırdı omzuna dayadı vurduğu leylanın kekliğiydi leyla keklik vuruldu. kanı aktı