c
enceciktik Lisenin son sı
nıfında öğrenci idik. Gü- i' ■ ¡■mİ nümüzün M illi Eğitim Ba
kam Haşan  li Yücelme içerler dik. İkinci Dünya Harbi başla mıştı. Kimbilirdi. Belki de bir
İ
lişe diplomasını bile alamadan memleketimiz harbe girecek . kendimizi cephede bulacaktık. ; O ise tutmuş, lise bitirme imti- ! hanlarını zorlaştırmış, üstelik ba şımıza bir de yeni «olgunluk imtihanları» belâsı çıkarmıştı. O yaşların aceleciliği, bencilliği ile hükmümüzü çoktan vermiş, kendi öğrenci dünyamızda Yücel’i 1 No.lu düşman ilân etmiştik. Sabah mütalâasında Y ü celin «A k babamda çıkmış, bir kartona yapıştırılmış sayfa boyunda karika türünü kara tahtanın üstündeki bir çiviye asar ve sonra elimize ne geçerse - silgi, tebeşir, hattâ ayakkabı - resmi düşürene kadar savnrnrduk. Tabii bu tutumun bizi cepheye gitmeden önce lise mezunu yapmıya hiçbir faydası olmadı. Gerçi ne o y ıl ne de on dan sonrakilerde harbe katılmadık. Fakat, iki edebiyat bir fen, üç şubeli 120 küsur mevcutlu sınıfımızın 100 den fazlası bitirme lerde ertesi yıla kaldı. Olgunluk sonunda Üniversiteye girebilen lerimizin sayısı ise 15-20 y i aşamadı. Böyleee başarısızlığı', uğn- yaıı her öğrenci «kabahati» bir kere daha Yücelde buldu. Oysa, asıl suçlular - sonradan pek çok meselelerde olduğu gibi - onu suçlandıranlardı.
Harp yıllan, binbir güçlüğe, imkânsızlığa rağmen Haşan â li Yücei iıı Bakanlığında M illî Eğitim Bakanlığımızın hamle yıllan, bir bakıma altın devri oldu. Sadece köy Enstitüleri ve klâsikle rin tercümesi hareketi Haşan  ii Yücel’i Türk devlet ve eğitim adamlarının şeref listesine yerleştirmiye yeterdi. K öy Enstitüle rinin ve klâsiklerin önem ve değerini, batıda bulunduğum tahsil yıllan sırasında daha geniş ve daha objektif bir görüş açısına ka vuşmak sayesinde, idrak ettiğimi itiraf etmeliyim. Dolayısiyle^
yıllar geçtikçe memleket mese lelerinin üzerine yakından eğildik çe YUcel’in gözümdeki değeri büyüyordu.
Babamın, amcamın dostuydu. Oğluyla aynı okulun çatısı al fanda okumuştuk. Fakat ken disini ancak 1950 yılı yazında İtalya’da, Pompei harabelerin de muhterem refikası vasıtasiy- le tanıdım. Sonraları kâh bir se yahat acentasınm bürosunda, kâh bir trenin lokantasında karşılaşırdık.
Geçen yazın sonunda «M illî Eğitim plânının hazırlığı ile gö revli komisyonun raporu» hazırlanırken 6-7 hafta İstanbul ve A n kara’da birlikte çalışmak şerefine naii oldum. Geride bıraktığı yıllar kendisine tadına doyulmaz bir çelebilik, her fâniye kolay kolay nasip olmaz bir olgunluk getirmişti. Kişiliği, düşünceleri, esprileri, doğu ve batıdan beslenmiş kültürü, sonsuz tecrübesi ile komisyon çalışmalarına fikri, renk, ışık, şevk ve hattâ neşe veri yordu.
Hazırlanan raporda büyük çapta emeği geçti. Sanırım, yıllar yılı, bütün bir nesil boyu bir köşeye itildikten, çeşitli hücumlara adeta eli kolu bağlı maruz kaldıktan, iftiranın, haksız yermenin türlüsüne uğradıktan, nankörlüğün zehirini yudum yudum içtik ten sonra - tabir yerinde ise - yeniden «iadei itibar» etmenin, ça lışmalarının hakkının verilmesinin gizli sevinci içersinde idi. Üs telik, komsiyonun raporu bunca y ıl sonra «K ö y Enstitülerini» res men temize çıkarmıştı.
Kendi kendime «şimdi» diyordum «olgunluğunun zirvesine erişmiş olan bu adam bundan böyle rahat içle, kalb huzuru ile çalışacak, meyve verecek. Her geçen yıl değerini, itibarını biraz daha arttıracak.»
Meğerse kader onu ölüme hazırlarmış.
Kim ne derse desin, Haşan  li Yücel. Tonguc Baba ve arka daşları ile birlikte, Türk toplumunuıı kıraç toprağını, Köy Ensti tüleri denen mucizevi - dev sapan ile süren, kabartan, havalan dıran kimse olarak nesiller boyu minnetle anılacak, hatırlanacak.