• Sonuç bulunamadı

Arap dilinin ünlü şairi:Bir şiir kuramcısı:Adonis

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Arap dilinin ünlü şairi:Bir şiir kuramcısı:Adonis"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cum huriyet

3 KASIM 1989 • Parasız ek

K

İ

T

A

P

CEYHUN'LA FUAR

ÜSTÜNE

8. İstanbul Kitap Fuarı sorumlusu ya­ zar Demirtaş Ceyhun, kitap fuarlarına katılımın her yıl biraz daha arttığını ve artık yerleşik bir etkinlik -haline geldiği­ ni söylüyor. Ceyhun, “ İlk yıllar çalma­ dığımız kapı kalmadı. Kimse gelmedi o zamanlar. Şimdi, yani bu yıl 9 yabancı konuk edebiyatçı geliyor fuara” diyor.

Mürşit Balabanlılar’ın söyleşisi 3. Sayfada

CAMILO JOSE CELA

Bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü’nün sa­ hibi İspanyol yazar Camilo José Cela, di­ limize de çevrilen “ Pascual Duarte ve Ailesi” adlı klasik yapıtını 26 yaşınday­ ken yazmış. 1916 doğumlu olan yazar İspanya İç Savaşı’nda Falanjistler safın­ da bulunmuş.

Yavuz Bay dar’m yazısı 7. Sayfada

BİR ŞİİR KURAMCISI

Suriye asıllı, Lübnan vatandaşı olan Adonis, halen Paris’te yaşıyor. Ünlü Arap şairinin şiirleri şimdiye dek dünya­ nın belli başlı bir çok dilinde yayımlan­ dı. 9. Sayfada

İSVECLİ KONUK

PETER CURMAN

Kendisini 68’in “ büyük um utlar” ku­ şağının tipik bir üyesi olarak gösteren Pe­ ter Curman, aynı zamanda İsveç Yazar­ lar Birliği’nin başkanı. Şiir kitaplarının

sayısı 12’yi bulan Curman, İsveç kamu­ oyunda şairliğinden önce, yazarlar örgü­ tünün dışa açılan sesi olarak biliniyor.

Yavuz Baydar’ın yazısı 19. Sayfada

FRANKFURT

FUARI VE TÜRKİYE

41. Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’- nın bu yılki “ ana tema” sı Fransa’ydı. Bu nedenle fuar 10 ekim salı akşamı Fransa Kültür Bakanı Jack Lang ve Federal Al­ manya Başbakanı Helmut Kohl tarafın­ dan açıldı.

Dilek Zaptçıoğlu 'nun yazısı 4.. 5. Sayfalarda

'TÜRK PEN'İNİ

BEKLİYORUZ'

Uluslararası PEN Kulüp Başkanı Fransız şairi René Tavernier, Türkiye’­ de PEN Kulüp’ün yeniden kurulması ça­ lışm alarını sevinçle izlediklerini belirtiyor. Tavernier, “ Formalitelerin ge­ cikmesini biraz endişeyle karşıladumızı belirtmek isterim. Türk PEN’inin yararlı katkılarda bulunacağına inanıyoruz” diyor.

A li Sirmen’in söyleşisi 15.. 17. Sayfalarda

8. İstanbul Kitap Fuarı

(2)

METİSTEN YENİ KİTAPLAR:

Madrid9de Sonbahar,

Juarı Berıet

Titrek Bacanak-Beş

Öykü,

J.D

.Salinger

Sana Gül Bahçesi Vaadetmedim,

Joanne Greenberg

Bir Lev anten'inBey oğlu Anıları,

Giovanni Scognamillo

Yazının Sıfır Derecesi,

Roland Barthes

Picas s o'nun Baş arısı ve Başarısızlığı,

John Berger

Akdeniz:M ekân ve Tarih,

F.Braudel

Türk-Y unan Uyuşmazlığı,

Derleyen: Semih Vaner

Bolşevik Devrimi-Cilt I,

E.H.Carr

i h «efe: • •

METİS ÇEVİRİ 9. S ay

i

ve

DEFTER 10. S ayı Çıktı

v V 'X S A U tT v i . v- v v S i l , ,

Tüyap

Fuarı

Kitaplarımızı Karıştırmaya

Bekliyoruz.

&

METİS YAYINLARI

(3)

K

I

T

A

Bu yıl ana konu ‘Banş ve Kitap’

Demirtaş Ceyhun, 8 yıldır düzenlemekte oldukları kitap fuarlarına katılımın

giderek arttığını ve artık yerleşik bir etkinlik haline geldiğini söylüyor.

Demirtaş Ceyhun - "İlk yıllar çalmadığımız kapı katmadı. Şimdi, 9 yabana konuğumuz var.'

® stanbul Kitap Fuarı, ilk kez sekiz yıl

I

önce Taksim Etap Oteli Balo Salo- nu’nda açıldı. Çoğunluğunu öğren­

cilerin oluşturduğ kitap okurları­ nın içini belki de hiç görmediği bir mekândı burası. Nezihti, merkezi bir yerdeydi ve güzeldi. O fuarın sonun­ da hemen herkesin görüş birliğine vardı­ ğı bir konu da şuydu: Kitaba gereken say­ gı ve sevgi gösterilmişti. Okurlar ve ya­ yıncılar açısından memnunluk verici bir sonuç alınmıştı üstelik. İstanbul Kitap Fuarı, geçen yıldan başlayarak bu kez ye­ ni bir mekâna; İstanbul Sergi Salonu’na taşındı. Katılan yayınevlerinin artması ve daha başka nedenlerle... Bu yıl da yeni yerinde açılacak. Her yıl olduğu gibi ka­ sımın ilk günlerinde; 4-12 kasım tarihle­ ri arasında.

Kitap fuarı nereden nereye geldi? Bu yılki yenilikler neler vb. daha bir çok so­ runun yanıtını fuar sorumlusu, tanınmış yazarımız Demirtaş Ceyhun’dan aldık.

— Sayın Demirtaş Ceyhun, İstanbul Kitap Fuarı sekiz yıldır yapılıyor. Sizin açınızdan önemli yanı nedir?

CEYHUN — Bu sekiz yılın bence önemli iki yanı var: Birincisi fuara katı­ lımın artması, dolayısıyla fuarcılığın yer­ leşmiş olması. İkincisi de yayınevlerinin fuarı, neredeyse yayın yılının başlangıcı gibi görmeye başlaması. Şu anda yayın­ evleri yeni bastırdıkları kitapları piya­ saya vermediler, fuarı bekliyorlar. Örne­ ğin Cem Yayınevi fuarda 60 yeni kitabı (bir kısmı yeni basımlar) sunacak okur­ lara.

— Bu yılki fuarın özelliği nedir?

CEYHUN — Bu yılki fuarın özellik­ lerinden birisi Yayıncılar Birliği’nin Ana­ dolu’daki kitapçıları çağırmış olması. Ya­ yıncılar Birliği, otellerle görüşerek uygun fiyatları aldı ve Anadolu kitapçılarına bil­ dirdi. Onlar gelirlerse hem yeni kitapları görmüş, siparişleri yerinde vermiş olacak­ lar hem de yayınevleri ve kitapçılar fuar sırasında bir gün toplanıp görüş teatisin­ de bulunacaklar. İkinci özellik ise şu: Biz yıllardır yabancı yazarları fuara davet ediyoruz. Hatta ilk yıllar çalmadığımız kapı kalmadı. Kimse gelmedi o zaman­ lar. Şimdi, yani bu yıl 9 yabancı yazar var konuk olarak.

— Bu yılki fuarın “ ana konusu” ne­ dir?

CEYHUN — “ Barış ve Kitap” . Bu ne­ denle, ilk günü Olof Palme’ye ayırdık. Olof Palme’nin eşi Lisbet Palme’yi da­ vet ettik, ama cinayet davasının gündem­ de olduğu şu günlerde gelemeyeceğini bil­ dirdi. Yine aynı ülkeden, İsveç’ten, Ya­ zarlar Birliği Başkanı Peter Curman’ı da davet etmiştik, o geldi. Üç gündür İstan­ bul’da. Fuarımızın ana konusunun “ Ba­ rış ve Kitap” olması nedeniyle Turhan Selçuk’a özel bir afiş hazırlattık. Bugün

“ Barış ve Kitap” konusunda Peter Cur- man, Lütfü Özkök ve Aziz Nesin fuar­ da birer konuşma yapacaklar.

— 8-9 yabancı yazar davet ettik demiş­ tiniz.

CEYHUN — Evet. Uluslararası Pen Kulüp Başkanı Fransız René Tavernier dün geldi. Türk Pen’i Başkanı Yaşar Ke­ mal’le birlikte fuarda birer konuşma ya­ pacaklar. Biz bir de her yıl bir komşu ül­ ke edebiyatına gün ayırıyorduk. O ülke­ yi edebiyatıyla tanıtmaya çalışıyorduk. Nitekim bu yıl da Romanya’yı seçtik ve Nicolae Dragoş’u konuk olarak çağırdık. Bu yıl ayrıca iki ülkeyi daha gündeme ge­ tireceğiz. Şöyle isimlendirdik bu etkinlik­ lerimizi: Bir Komşu Ülke (Nicolae Dra- goş); Bir Komşu Diyar (Kafkaslar’dan Fazı! İskender konuk olarak geliyor.) ve Bir Komşu Halk (Burada da bir Gürcü konuğumuz var: Svetlana Uturgauri. Svetlana Uturgauri, Türkolog, edebiyat bilimcisi ve çevirmendir).

— Bir de yabancı yayıncılar var gali­ ba.

CEYHUN —. Yunanistan’dan yayın­ cılar gelecek. Bu, Türk Yayıncılar Birli­ ği’nin, diğer ülke yayıncılar birliğiyle iş­ birliği yapması sonucu gerçekleşti. Biz, okurları yabancı yazarlarla tanıştırmaya çalışırken, Yayıncılar Birliği de yabancı yayıncıları, Türk yayıncılarla tanış­ tıracak.

— Bu yılın “ Onur Sanatçısı” , Turhan Selçuk. Tüyap bir de kitap bastırmış. Kaç adet basıldı?

CEYHUN — İstanbul Kitap Fuarı’nda ilk kez 1987 yılında, Fazıl Hüsnü Dağlar- ca’yı “ Onur Ozanı” seçerek bir gelenek oluşturmak istedik. Bildiğiniz gibi, geçen yıl da 80. yaşında Nadir Nadi’yi “ Onur Yazarı” seçtik. Bu yıl ise bir çizerimizi “ Onur Sanatçısı” seçtik. Turhan Selçuk. Turhan Selçuk’un ilk yazısız karikatür savaşımını başlattığı 1949’dan bu yana 40 yıl geçti. Dolayısıyla bu yıl Turhan Sel­ çuk’un karikatürcülüğümüzde başlattığı anlayışın da 40. yılı oluyor. Bu nedenie Turhan Selçuk’un karikatürlerinden, ret- rospektif niteliğinde bir seçmeyle, “ Gra­ fik Mizahın Büyük Ustası: Turhan Selçuk” kitabını hazırladık. Kitabı Alpay Kabacalı hazırladı ve 3000 adet bastık. Fuarda dağıtacağız.

— Tüyap Halk Ödülü bu yıl da verile­ cek ini?

CEYHUN — Evet. Araştırma sonuç­ ları henüz belli değil. Birkaç gün içinde belli olacak, açıklayacağız. Şunu da söy­ lemek isterim: 10 kasım günü Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, “ A tatürk ve K ültür” üzerine bir konuşma yapacak. Her yıl olduğu gibi TYS standmda yazar­ lar imza günleri yapacaklar. Bunları gü­ nü gününe basında duyuracağız.

Mürşit BALABANLILAR

P

NOTLAR

Fuar yetkililerinden aldığımız bilgiye göre 1985’teki 5. İstanbul Kitap Fuarı’- na 62 yayınevi katıldı ve açık kaldığı bir haftalık süre içinde 37.725 kişi ziyaret et­ ti. Bu rakamlar 1987’de 104 yayınevi ve

84.764 ziyaretçi olarak tespit edildi. Ge­

çen yıl açılan 7. Kitap Fuarı ’na ise 112 yayınevi katıldı ve 140.000 kişi ziyaret et­ ti.

Nadir Nadi

TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nda 1985 yılından bu yana, bir araştırma şir­ ketine yaptırılan anket sonucu “ Halk Ödülü” veriliyor.

“ Halk Ödülü” nü 1985 yılında Yaşar

Kemal; 1986 yılında A ziz Nesin; 1987 yı­

lında Mehmet A li Birand; geçen yıl ise yi­ ne Yaşar Kemal kazandı.

TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı yetkili­ leri, etkinliklere her yıl bir yenisini ekle­ yerek fuar programını olabildiğince zen­ ginleştirmeyi amaçlıyorlar. Bu yenilikler­ den biri de 1986 yılında başlatılan “ Onur Sanatçısı” seçimiydi. Fuarın ilk onur ko­ nuğu Dağıstanlı yazar Resul Hamzatov’- du. 1987 yılında yapılan 6. İstanbul Ki­ tap Fuarı’nm “ Onur Ozanı” Fazıl Hüs­

nü Dağlarca; ¡988'deki 7. fuarın “ Onur

Yazarı” ise gazetemiz sahibi ve başyazarı

Nadir Nadi idi. Fuarın bu yılki “ Onur

Sanatçısı” ödülü ünlü çizerimiz Turhan

Selçuk’a. verilecek.

İstanbul Kitap Fuarı’nda -Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’ndaki uygulama­ nın benzeri- iki yıldır “fuarın ana

konusu ” belirleniyor ve önceden açıkla­

nıyor. 1988’de ana konu, “Türk Yunan

D ostluğu’na Kültürel K atkı’’ idi. Bu yıl

ise “Barış ve K itap” olarak belirlendi.

Yaşar Kemal

(4)

K

SEYFİ SAHİN'DEN

T

A

P

Frankfurt Kitap

Bu yıl 11-16 ekim tarihleri arasında yapılan 41. Uluslararası Frankfurt Kitap

Fuarı, sanayileşmiş ve ‘modern ’ dünya ülkelerinin kendi aralarındaki diyalogu ön

plana çıkarıyor. Fuara katılan 93 ülkeden sadece bir düzinesi dünya kitap

ticaretinin yüzde 80’ini elinde tutuyor.

D

ünyadaki kitap fuarlarının en önemlisi ve en büyüğü, bilin­ diği gibi her yıl ekim ayının başında Federal Almanya’nın Frankfurt kentinde düzenlenen Uluslararası Kitap Fuarı’dır. İkinci Dünya Savaşı’ndan ve Alman­ ya bölünmeden önce Leipzig’de düzen­ lenen kitap fuarı, Avrupa ve hatta deni­ zaşırı ülkelerden yüzlerce yayıncıyı bir araya getiriyordu. Nazi iktidarı ve savaş yıllarında kesintiye uğrayan bu Alman ki­ tap fuarı geleneği 1949 yılında yeniden başlatıldı. Artık Batı’da Federal Alman­ ya Cumhuriyeti, Doğu’da da Demokra­ tik Almanya iki ayrı devlet olarak kurul­ muştu. Doğu Almanlar kendi sınırları içinde kalan Leipzig kentindeki fuar zin­ cirini kaldığı yerden devam ettirdiler, an­ cak soğuk savaş ve Doğu’yla Batı arası­ na çekilen “duvar” Leipzig’in zengin küjtür geleneğini söndürdü.

Öte yandan Batı’yla bütünleşen Fede­ ral Almanya, Frankfurt’u yeni yayın merkezi olarak seçiyordu. Bu yıl 11-16 ekim tarihleri arasında açılan Frankfurt Uluslararası Kitap Fuarı artık yalnız Al­ manya ve Avrupa’dan değil, ABD’den Japonya’ya, Sovyetler Birliği’nden Afri­ ka ülkelerine kadar tüm dünyadan yayın­ cıları, yazarları, telif ajanslarım ve okur­ ları buluşturuyor.

önce kısa bir parantez açıp sayılara göz atalım: 93 ülkeden 8189 stand bu yıl fuara katıldı. Geçen yıl stand sayısı

5578 yayınevi — Frankfurt Fuarı artık yalnızca A vrupa’ya özgü bir fuar değil. A B D ’den Ja­ ponya’ya, SSCB’den A frika’ya tüm dünyadan yayınevleri fuara ilgi gösteriyorlar. Bu yıl fua­ ra katılan yayınevi sayısı 5578; stand sayısı ise 8189’du.

7965’ti. Fuara tek tek katılan yayınevi sa­ yısı 5578, ulusal veya kolektif standların sayısı ise 2611 olarak belirlendi.

Fuarda ev sahibi Federal Almanya 2060 standla rekoru hâlâ elinde tutuyor. İkinci sırada 830 bağımsız, 211 kolektif standla İngiltere var. Bunu 626 standla ABD, 293 standla Fransa, 254 standla

Hollanda, 248 standla İsviçre ve 64 standla Danimarka izliyorlar.

Bu yıl fuarda Latin Amerika ülkeleri edebiyatları, çok revaçta olmasına kar­ şın mütevazı bir yerde sergilendiler. Eko­ nomik sıkıntılar, özellikle döviz darbo­ ğazı Yenezüela gibi Güney Amerika ül­ kelerinin fuara gelmesini engelledi.

Sizin Vatan” programı için gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Haşan Cemal ile bir söyleşi yaptı.

41. Frankfurt Kitap Fuarı’nın “ağır­

lıklı konusu” Fransa’ydı. Fuarın en gör­

kemli binası olan Kongre Sarayı, tama­ men Fransa ve 200. yılı kutlanan Fran­ sız Devrimi’ne ayrılmıştı, adı da "Pavil-

lon Bleu”, yani “Mavi K öşk” olarak de­

ğiştirilmişti. Yalnız fuar alanında değil, Frankfurt’un ve Almanya’nın her yerin­ de Fransa’yla ilgili konferanslar düzen­ lendi, resim ve fotoğraf sergileri açıldı, opera ve tiyatro gösterileri yapıldı. Kısaca Almanya bu yıl Fransa’ya “göz kırptı”, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri süregelen soğukluğu tamamen ortadan kaldırma­ ya çabaladı.

Fuar 10 ekim salı akşamı Fransa Kül­ tür Bakanı Jack Lang ve Federal Alman­ ya Başbakanı Helmut Kohl tarafından açıldı. Kohl’ün Türkiye’yi de yakından ilgilendiren konuşmasına geçmeden ön­ ce Fuar Müdürü Peter Weidhaas’m aynı günün sabahı bir basın toplantısında söy­ lediklerine değinmek istiyoruz.

Frankfurt Kitap Fuarı Müdürü Peter

Weidhaas, Fransız Devrimi’nin ve Ay­

dınlanma Çağı düşüncelerinin iki yüzün­ cü yıldönümünde, dünya 3’üncü yüzyıla adım atarken gerici ideolojilerin ön pla­ na çıkmaya başladığına dikkat çekti ve

IV 3 Kasım 1989

K

İ

T

A

P

Fuanve

sözü fazla uzatmadan İran ’a ve Salman

R üşdü’ye getirdi: “Salman R üşdü’ye karşı çıkarılan ölüm fermanı, bu fuarı düzenleyen insanların hayati çıkarlarına yöneltilmiş bir tehdittir” diyen Weidha-

as, tehdidin özellikle Rüşdü’nün kitabı­ nı yayımlayan yayınevleriyle kitabı satan kitapçılara karşı olduğunu hatırlattı.

“Şeytan Ayetleri, sözün ve bilginin yay­ gınlaştırılma özgürlüğüne dair devrimler- le kazanılmış başarılar hakkındaki tartış­ maların odak noktası haline gelmiştir”

diyen Weidhaas, bu yıl fuarda alınan ola­ ğanüstü güvenlik önlemleri için özür di­ ledi.

Rüşdü olayının “Sanayileşmiş dünya

ile geri bıraktırılmış dünya arasındaki aç­ maza işaret ettiğini” söyleyen Fuar Mü­

dürü, “modernleşmenin güney yarım kü­

rede dıştan dayatılan yabancı bir kültü­ rün işgali olarak algılandığını, iktidardaki elitlerin bu ülkelerde demokrasi ve insan hakları yerine, kendi refahları için çalıştığını” söyledi.

İslamiyet bu bağlamda gerek Weidha- as’m konuşmasında, gerekse fuarda esen hava içinde hak etmediği bir biçimde eleş­ tirildi. İran İslam Cumhuriyeti’nin “İs­

lam âleminin modern kültüre karşı dire­ nişinin ifadesi” haline geldiğini iddia

eden Weidhaas, .İran’ın Rüşdü hakkın- daki ölüm fermanını kaldırana kadar fu­ ara katılmasına izin verilmeyeceğini açık­ ladı.

Türkiye

Frankfurt Kitap Fuarı, Weidhaas’ın da konuşmasında belirttiği gibi sanayileşmiş ve “m odern” dünya ülkelerinin kendi aralarında bir diyalogu ön plana çıkartı­ yor. Fuara katılan 93 ülkeden sadece bir düzinesinin dünya kitap ticaretinin yüz­ de 80’ini elinde tuttuğu düşünülürse bu daha iyi anlaşılır.

İslamiyet ve İslam âlemi, Başbakan Helmut Kohl’ün konuşmasında da do­ laylı olarak dile geldi. Güncelliğinden do­ layı Demokratik Almanya, Polonya ve Macaristan’daki gelişmelere parmak ba­ san Kohl, “Doğu Avrupa halkları bizim­

le aynı kültürü paylaştığı için Ortak A v ­ rupa E v i’ne dahil olmalıdır" dedikten

sonra bu “ortak kültür"ü tarif etmeye girişti: “Avrupa kültürüne temel olan de­

ğerler, Hıristiyanlık ve Aydınlanma Ça­ ğı düşüncesinin değerleridir” diyen Kohl,

Avrupa Topluluğu’nun da öncelikle bu tür bir "kültür birliği” olarak görülme­ si gerektiğini söyledi ve Hıristiyanlık ve Aydınlanma Çağı değerlerine sahip olma­ yan ülkeleri bir çırpıda “ortak Avrupa

kültürü ”nden soyutlamış oldu.

Fuar M üdürü Peter W eidhaas’ın

“İran’da vücut bulan geri bıraktırılmış İslam devleti”ne karşı sözleriyle, Kohl’­

ün Avrupa ailesinde Hıristiyanlık tarafın­ dan belirlenen kültür birliğini vurgulayan konuşmasını arka arkaya getirince orta­ ya çıkan tablo, Türkiye için de hiç iç açıcı

değildi, düşündürücü ve üzücüydü. Bu yıl fuara Türkiye’den yayıncı ola­ rak Can Yayınları’ndan Erdal Öz, AFA’- dan Füsun ve A tıl Ant, Cep K itapları­ ndan Osman Deniztekin, Bilgi Yayınevi­ nden A hm et Küflü ve başka yayınevi sa­ hipleri katıldılar. Alman yayınevlerine ayrılmış olan 5 numaralı salonda ise Frankfurt merkezli Dağyeli Verlag yer al­ dı.

Dağyeli Verlag, sahibi Yıldırım Dağ­

yeli ve Helga Dağyeli Bohne yönetimin­

de yeni sezonda Sovyetler Birliği’ndeki Türk kökenli halkların edebiyatına ağır­ lık veriyor. Azerbaycan’dan yazarlar Dağyeli’nde özel bir yere sahip. Yayıne­ vi fuara yeni matbaadan çıkan bir kitabı da getirmişti. Faslı sosyolog Fatma Mer-

nissi’nin “Siyasi Harem - Muhammed ve Kadınlar” adlı incelemesi büyük önem

taşıyan, ilginç bir kitap. Hazreti Muham- med” in Islamiyetin ilk yıllarında kadın­ lara erkeklerle aynı muameleyi yaptığı­ nı, kadının ezilmesine karşı olduğunu an­ latan Mernissi, bu gelişmenin Peygambe­ rin ölümünden sonra değiştiğini, “kadın

sorunu”nun Islamiyetin özünde ve Ku-

ran’da farklı ele alındığı vurguluyor. Dağyeli Verlag bu kitap yüzünden aldığı tehdit mektupları üzerine fuarda Rüşdü’­ nün kitabını sergileyen İskandinav ülke­ leri yayınevleri gibi koruma altına alın­ dı.

Dilek ZAPTÇIOĞLU / FRANKFURT

KİTAP KULÜBÜ

FRANKFURT'TAYDI

D etlef SchwarzD Bl (Alman Kütüphane­ ciler Birliği) Başkanı Detlef Schwarz, Cumhu­ riyet Kitap Kulübü standında

Dünyanın en büyük kitap fuarına Türkiye bu yıl da katıldı. Yabancı yayı- nevlerine ayrılan 4 numaralı binanın ze^ min katında iki kolektif standda Türki­ ye’den gelen kitaplar yer aldı. Bunlar

Kültür Bakanlığı tarafından kiralanan

stand ile Cumhuriyet Kitap Kulübü stan- dıydı.

Aynı salonun iki ucunda yer alan ve hemen hemen aynı büyüklükteki iki stand fuar boyunca, Cumhuriyet Gaze­ tesinde 10 ekimden itibaren anlattığımız gibi yoğun ilgiye sahne oldular. Gazete­ miz Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal 14 ekimde CKK standında yeni kitabı

“Özal Hikâyesi” ile daha önceki kitap­

larını imzaladı.

CKK standında buluşan yayınevi ve te­ lif ajansı sahipleriyle sürdürdüğümüz sohbetlerde hep aynı şeyi konuştuk: Frankfurt Kitap F u a rin a gelmenin bü­ yük bir kazanım olduğu, ancak buraya çok hazırlıklı olarak gelinmesi gerektiği. Binbir ülkeden inanılmaz güzellikte kâ­ ğıtlara basılmış, olağanüstü çekicilikteki kitapları gören yayınevi sahiplerimiz hep aynı şeyi düşündüler: Neden bizim ülke­ mizde kitapçılık ve yayıncılık bu kadar geri? Yazarlarımızı dünyada pazarlamak için ne yapmamız gerekiyor? Devlet des­ teği olmadan, hatta devlet kösteğine rağ­ men Türkiye’de insanlara kitap nasıl sev­ dirilir?

ister istemez bir burukluk ve hü­ zünle ayrıldı herkes Frankfurt’tan. He­ men hemen bütün yayınevleri ve telif ajansları yeni kitapların yayın haklarını satın aldılar. Ancak Türkiye’nin dünya kitap ortamındaki yeri daha çok uzun za­ man tartışılacak. Yoksa daha uzun bir süre “elitleri demokrasi ve insan hakla­

rını yerleştirmekten çok, kendi ceplerini doldurmaya çalışan ülkeler” kervanın­

dan ayrılamayacağız.

Tarihi kent FrankfurtFrankfurt’ta fuarcılık geleneğinin başlangıcı ta 1330 'lu yıllara kadar geriye uzanıyor. O zamanlar ismi “Paskalya Fuarı’’ olan etkinlikte el yazmaları ahm salımı yapılıyordu. Tarihçiler, kitap basım devriminin gerçekleştirildiği Mainz kentinin, Frankfurt’a ancak birkaç kilometre uzakta oluşunun rastlantı olarak nitelenmemesi gerektiği konusunda birleşiyorlar. Nitekim Gutenberg’in kitap basım devrimini gerçekleştir­ mesinden hemen birkaç yıl sonra Frankfurt’ta Kitap Fuarı’’ başlayacaktır.

(5)

"Farklı-Özenli"

M etih

METİN ÚSTÚNDAG LANGADANK GÙNCEL KİTAPLAR 1

ÇEV. NİHAL YEGİN06AU, BİYOGRAFİ 2

ELIZABETH M CN EIL, DOKUZBUÇUK HAFTA ÇEV. NİHAL YEĞİNOBAU, BE STS ELLER S

GRAHAM GREENE, YÜZBAŞI VE DÜŞMAN. ÇEV, NİHAL YEGINOBALI, ÇAĞDAŞ BATI ED EBİYATI!

delikır ile

kırmızı başlıklı

seyirci

«MM ' y füsun-altan erbulak FÜSUNALTAN ERBULAK, DELİKIR İLE KIRMIZI BAŞLIKU SEYİRCİ, BİYOGRAFİ I

JOAN LEE, İHTİRAS SARAYI, ÇEV. ÖZDEN EROL. B ESTSELLER 3

PAUL THEROUX, YASAK BÖLGE, ÇEV.GÖNÜL SUVEREN, BE ST SELLER 2

TERİ KING,

BURCUNUZDA AŞK VE SEKS, ÇEV. GÜLTEN SUVEREN, ASTROLOJİ 1

PATRICE CHAPLIN, SİESTA,

ÇEV. GÜLTEN SUVEREN, B E S T S E L L E R !

GORBACOV

PERESTROIKA

j r

GENİŞLETİLMİŞ

2. BASKI

GORBAÇOV, PERESTORIKA, ÇEV. KASIM YARGICI, SİYASAL BİLİMLER!

KASIM AYI YAYIN PROGRAMI

1. KOKO, PETER STRAUB, ÇEV. G. SUVEREN, BEST SELLER 7 2. ŞÖHRET, PATRICE CHAPLIN, ÇEV. NİLGÛN ÜSTÜN, BEST SELLER 8 3. KÖTÜ HABER FALI, ASTROLOJİ 2

4. CESUR YENİ DÜNYA, ALDOUS HUXLEY, ÇEV. ENDER GÜROL.

Toptan Satış/Depo: Halkalı Cad. No: 259 Sefaköy- İstanbul Tel: 598 97 50-3 hat Merkez: Cumhuriyet Cad. Dörtler Apt. 18/6 Kat: 3 Elmadağ- İstanbul Tel: 131 02 30-36

WILLAM BAYER,CEZA ÖPÜŞÜ ÇEV. CEVZA OKTEM, BEST SELLER 6

(6)

K

İ

CELA'NIN ÇEVİRMENİ ALEV GÜÇLÜ:

‘Cela dil kuyumcusudur’

Patolog Prof.Dr. Alev Güçlü, Nobel Ödülü’nü alan Cela’nın yapıtını, yazarın

kendisiyle yazışarak, onunla dostluk kurarak çevirmiş. Prof. Güçlü, zor

bölümlerin Cela’nın kendisi tarafından halledildiğini söylüyor.

u yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nü

B

kazanan İspanyol yazar Cami- lo Jose Cela’nm dilimizdeki iki romanım İspanyolca aslından Prof. Alev Güçlü çevirdi. Alev Güçlü, “ çağımızın en büyük ro­ mancılarından biri” olarak tanımladığı Cela’nın, önce ilk ve en önemli yapıtı sa­ yılan “ Pascual Duarte ve Ailesi” , ardın­ dan “ Arı Kovanı” adlı romanını dilimi­ ze kazandırdı.

1937 doğumlu olan Güçlü, üniver­ siteden mezun olduktan ve ihtisasım ta­ mamladıktan sonra Kanada’ya gidiyor ve uzun yıllar orada çalışıyor. Güçlü, iyi de­ rece İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Rusça biliyor.

— İspanyolcadan çeviriler yapmaya ne zaman başladınız? Camilo Jose Cela’nın yapıtlarını seçmenizde özel bir neden var mıydı?

Prof. GÜÇLÜ — Sekiz yıl önceydi. İspanyolca öğrenmeye karar verdim. An­ cak İspanyolca öğrenmek çok zordu. Çünkü Türkiye’de İspanyolca bilen çok azdı ve kitaplar hemen hemen hiç bulun­ muyordu. 6-7 ay çok sıkı çalıştıktan son­ ra, bir arkadaşım vasıtasıyla tesadüfen Camilo Jose Cela’nm “Pascual Duarte- ve Ailesi” adlı kitabı elime geçti. Ispan- yolcamı ilerletmek için çevirmeye başla­ dım.

— Ne gibi güçlüklerle karşılaştınız? Bunları nasıl çözümlediniz? Size kimler yardımcı oldu?

Prof. GÜÇLÜ — Çeviride iki büyük güçlüğüm vardı, bir, o sıralarda İspan- yolcam, kitabı tam olarak anlamaya ye­ terli değildi. Bunu şu şekilde çözdüm, ya­ zarla yazışarak dost oldum. Yazarla sek­ reteri, bana karşılaştığım problemlerin çözümünde çok yardımcı oldular. Ben

Tıp dünyasından Prof. Alev Güçlü, Ege Üniversitesi Patoloji Ana Bilim Dalı öğretim üye­ lerinden. Cela’nm Pascal Duarte ve Ailesi”ni İspanyolca aslından dilimize çeviren Prof. Güçlü, Ispanyolcanın yanı sıra iyi derecede İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Rusça biliyor.

Camilo Jose Cela - Bu yılki Nöbet Edebiyat Ödülü’nün sahibi

önce Fernando G.F.Corugedo adındaki sekreterine İngilizce olarak yazıyordum. (Cela İngilizce bilmez) Sekreteri İspan­ yolca’ya tercüme ediyordu. Daha sonra onlar bana İspanyolca cevap veriyorlardı.

— Bu yazışmalarınız kaç yılında baş­ ladı? “Pascual Duarte ve Ailesi’nin çe­ virisini tam olarak kaç yılda tamam­ ladınız?

Prof. GÜÇLÜ — Yazışmalarımız 1983 yılında başladı. Konu, temelde romandı. Ufak tefek şakalaşmalar, dostluk ilişki­ leri başlamıştı. Sonunda çeviriyle ilgili en zor bölümleri aşağı yukarı Cela kendisi halletti sayılır.

— Cela zaman zaman “ klasik, yeni­ likçi ve her zaman özgün” bir yazar ola­ rak nitelendiriliyor. Çok değişik türde eserler vermiş bir yazar. Size göre eser­ lerinde nasıl bir dil kullanıyor, özgünlü­ ğünü nasıl açıklarsınız?

Prof. GÜÇLÜ — Cela’nın dili Cela’­ nm dilidir. Altında imzası olmasa da Ce- la’dan bir sayfa okuduktan sonra bu Ce- la’nındır tanısını koyarsınız, aynı bizde Kemal Tahir’de olduğu gibi. Çok özgün bir dili vardır. Ama dil farkı dedikleri as­ lında başka bir olay. Olay, Cela’nın yaz­ dığı her romanda apayrı bir teknik kul­ lanması. Bir romanı, bir romanına ben­ zemez.

— “ Büyük bir dil ustası” olduğu gö- rüşündesiniz...

Prof. GÜÇLÜ— Cela o kadar büyük dil ustası hatta Ispanyol dilinin kuyum­ cusu ki her romanında her cümle bir şiir bence. Bu bakımdan Cela, hiçten, sıfır­ dan, yoktan, güzellik yaratmasını bilen bir adam. Bazıları bunu bir boşluk ola­ rak görüyorlar Cela’da.

“ Şiddet dolu, çapraşık roman evreni” olduğu söyleniyor...

Prof. G Ü ÇLÜ — Bütün bu olay çok fazla cinayetler, kabalıklar... Ispanya’­ nın Franco döneminde 1940’h yıllarda özellikle “ Arı Kovanı” nda rastladığımız olaylar, Ispanya'nın alışkın olmadığı şey­ ler. O bakımdan Cela’da çok fazla şid­ det, kadercilik olduğu söyleniyor. Ben­ ce bu gerçekçilikten başka bir şey değil. Zaten Cela, “tremendizmo” (dehşetçilik) denilen bir akımın öncüsü. Dehşetçilik ama bu biraz abartılmış, biraz vahşi, bi­ raz kaba bir gerçekçiliktir.

— Cela, “ zengin ve yoğun bir düzya­ zıyla, provokatör görünümlü insanoğlu çaresizliğini görece bir acımayla” yansıt­ tığı için Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Bu gerekçeye katılıyor musunuz?

Prof. GÜÇLÜ— Büyük ölçüde katı­ lıyorum. Zaten okuduğum kadarıyla Ce­ la hakkındaki görüşlerim şöyle: Cela, dünyanın da insanoğlunun da pek iyi bir şey olmadığı kanısında. Ama insanlara karşı, insan olma problemlerine karşı bü­ yük bir acıması var. İnsanoğluna çok acı­ yor, onları çok seviyor ve kötü şeylerle de korkunç alay ediyor, dalga geçiyor. Korkunç alaycı, iğneleyici bir dili var. O bakımdan, bir açıdan Cela hümanisttir sonucuna varabiliriz.

— Camilo Jose Cela sizin aracılığınız­ la yapıtlarının Türkçeye çevrildiğini öğ­ rendiğinde neler yazdı bu konuda, çeviri konusunda düşüncesi nedir?

Prof. GÜÇLÜ — Cela, eserlernin Türkçeye çevrilmesine çok sevindi.

Türkçede benim daha bir kelimem yayımlanmadı” diyerek memnunlukla karşıladı. “Pascual Duarteve Ailesi”nin aşağı yukarı çevrilmediği dil yok. 1983 yı­ lında 108 baskısı yapılmış durumdaydı.

Handan ŞENKÖKEN

NOBEL ODULU

SAHİBİ CELA

u yılki Nobel Edebiyat

Ödülü’-B

nün sahibi Camilo Jose Cela ’yı Ispanyol E debiyatı’nda bir “ anıt yazar” olarak görenlerin sayısı hayli kabarık. Goya gibi şiddetin ve acılı alayın dışavuru­

munu sanatsal görev edinen Cela, İspan­ yol ruhunun derin tutkularında gezinen, aşkla nefret, zulüm ve sancı arasında gi­ dip gelen bir kalem. Ancak, şaşırtıcı bir duygulardan arıtılmışlıkla kendisini bu gezinmelerin, dalgalanmaların dışında, usta bir gözlemci gibi saklıyor. Bu tav­ rın benzerini, Franco rejimi sırasındaki tavrı ile kıyaslamak da mümkün. Dikta­ törlüğün Ispanyol ruhuna falçata atm a­ sını nefretle gözlemleyen yazar, kavgasını bir saatçi dikkatiyle, nüansla sürdürdü yıllar boyunca. Kurucuları arasında yer aldığı -ve varoluşçulukla akrabalığı yad- sınamayacak olan- tremendismo’nun (dehşetçilik) düşünsel zemininde, kullan­ dığı öğelerde, üslupta hep bu rejimin çiz­ me izleri görülecektir.

Cela, toplumun insan üzerinde yıkıcı etkiye sahip olduğunu savunur. Bu temel tez de en net görünümüyle, 26 yaşınday­ ken yazdığı klasik yapıtı Pascual Duarte

ve Ailesi’nde ortaya çıkar. Katil Duarte’-

nin öyküsü, âdeta cinnet geçirmiş bir ka­ lemden çıkmış gibidir.

Çocukluğunda ve ilkgençliğindeki mutluluk, hemen hiç yansımamıştır Ce­ la’nm yapıtlarına. Camilo Jose, gümrük müfettişi C.J.Cela ile Emmanuela Tru-

lock Bertorini’nm oğlu olarak 1916’da

Ispanya’nın Galicia bölgesinde doğar. Anasının İtalyan ve Ingiliz kökenleri, ona göre, karakterinin belirlenmesinde tayin edici rol oynamıştır. Babasını pek anla­ madığını söyler; ama ondan daha sonra

La Rosa adlı anılar kitabında söz edecek­

tir. Mutlu bir yaşamdır bu kitaba yayı­ lan, ayrıca okuyucuya yazarın entelektüel gelişmesi hakkında önemli bilgiler de ve­ rir. Hayatı dolu dolu yaşamaya merak­ lı, edebiyat düşkünü babasımn kitaplığın­ da Cela’nm ilgisini çeken, ona formas­ yon kazandıran yapıtların arasında Ni-

eszche ve Scfıopenhauer'mkileT önemli

bir yer tutacaktır.

Mutlu hayat, Madrid’e 1925’te taşınma sonucu biter. Tıp okuduğu sıralarda, onun edebiyata seçim yapmasına neden olan kişi de yine bu kentte ortaya çıka­ caktır: Ozan Pedro Salinas. Onun üni­ versitedeki derslerini gidip dinler. İlk ede­ bi yapıtı da bir şiir kitabı olur. Lorca, A l­

beni, Aleixandre ve Cernuda ile destek­

lenen 1930’lar şiirine rağmen (belki de bundan ötürü) bu türü kısa sürede ter- keder; gazeteciliğe, gezi anılarına, “ pika- resk” e yönelir.

Savaş gelir sonra. 1936’da ikiye bölü­ nür ülke. Bir yanda Cumhuriyetçiler, öbür yanda Milliyetçiler. Cela, İkincisi­ ni seçer. Çatışmaları bir kâbus gibi ya­ şadığını, sonraki yapıtlarında tüm çıplak­ lığıyla göreceğiz. Seçiminin doğurduğu sonuçlan konuşmaktan kaçınmıştır Ce­ la. Bugün, hiçbir tarafın iç savaşta haklı olmadığını savlamaktadır.

Yavuz BAYDAR / STOCKHOLM

(7)

ARGOS

Yeryüzü Kültürü Dergisi • Kasım 1989 • 7500 TL

ŞİİR: Can Alkor • İhsan Sezai • Tuğrul Tanyol • Mehmet Kök • Baudelaire / Sabahattin Kudret Aksal • Leonid Aranzon / Tuğrul Tanyol

HİKAYE: Cihat Burak

EDITH WHARTON: "Elveda, elveda. Yaz ya da yazma, canın nasıl isterse, ama düşüncelerinde uzun uzun, sıkıca sarıl bana.

O kadar az yer tutarım ki!"

ERNST FISCHER: "Sanat, insanoğlunun yaşamın korku ve zorlamalarından, toplumsal baskıdan ve geleneklerden,

günlük yaşamm sıradanlığından özgür kılınması demektir."

SELİM İLERİ: "Böylesine kıstınlmış, tek taraflı kalmaya mahkûm edilmiş, yaşanması düşünülemeyecek bir aşkta dünya ancak 'zehirli' olabilir..."

150.YILINDA TANZİMAT

Mehmet Ali Kıhçbay: Tanzimat Neyi Tanzim Etti?

M. Şükrü Hanioğlu: Cumhuriyetin Tanzimatı Yargılaması

Fuad Paşa: 18 Şubat 1856 Fermanı Üzerine

ARAŞTIRMA / ZAMAN

AHMET OKTAY • WALTER BENJAMIN • GÖTZ WIENOLD • ALİŞ SAĞIROĞLU

HATIRA DEFTERİ

Abdülhak Şİnasi Hisar: Kanlıca'daki Yengemiz

FOTOBİYOGRAFİ

FÜREYA

Ahmet Cemal • Mehmet Ergüven • Yaşar îlksavaş

İnci Gürel • Levent Dönmez • Gürhan Tümer

"Halkı Bilinçlendiren Tiyatro"

Balkan Naci'yle Söyleşi

"Kremlin'in Altınları"

Antalya Film Festivali...

"Boğaziçinde genç bir dul kadın"

Cemil Süleyman'ın SİYAH GÖZLER romanı

(8)

ARAP DİLİNİN ÜNLÜ ŞAİRİ

Bir şiir kuramcısı: Adonis

Suriye asıllı, Lübnan vatandaşı Adonis, halen Paris’te yaşıyor. Ünlü Arap

şairinin şiirleri, şimdiye dek dünyanın belli başlı birçok dilinde yayımlandı.

li A hm et Sait, Şam

Üniversite-A

si’ni bitirip “ Arap Gizemciliği” konusunda masterını tamam­ ladıktan sonra Arap edebiyatı­ nın önemli eleştirmenlerinden

Halide Salih’le evlendi. Kısa bir

süre sonra da Lübnan’a gitti. Orada

Adonis adını aldı.

Adonis, mitolojide “ erkeklik tanrısı” olarak geçiyor. Söylenceye göre Adonis’e âşık olan A frodit’i kıskanan tanrıça Ar- temis, Adonis’in üzerine bir domuz sal- dırtmış ve onun ölümüne neden olmuş. Adonis ölünce, Afrodit onu kurtarmak için ölüm ülkesine gitmiş. Ölüm ülkesi tanrıçası Persephone de Adonis’e âşık olunca, iki tanrıçayı kırmak istemeyen Zeus, Adonis’in bir yıl yer altında, bir yıl da yer üstünde kalmasını buyurmuş.

İşte, Arap dünyasının .yaşayan en bü­ yük şairi olarak kabul edilen Adonis’in adı böyle bir söylenceden geliyor.

1930 doğumlu olan Adonis, Lübnan vatandaşlığına geçtikten sonra Beyrut’­ ta yaşamaya başladı. 1959’dan birkaç yıl öncesine kadar da aynı kentte kaldı. Bey­ rut Lübnan Universitesi’nde doktora tez­ leri yönetimi ve edebiyat profesörlüğü onun başlıca uğraşları oldu, tabii ki şiir dışında. Adonis, birkaç yıldır Paris’te ya­ şıyor ve UNESCO Arap Ülkeleri Birliği­ nde görevli.

Adonis’in “ yaşayan en büyük Arap şairi” nitelemesine erişmesinin nedeni ta 1957’ye uzanıyor. Lübnanlı genç şair Yu­

s u f El Ha! ile birlikte “ Şiir” Dergisi’ni

kuran Adonis, Arap şiirinin geleneksel yapısına bağlı kalmadı, şiirin evrensel ya­ pısını benimsedi. Bu öncü sanatçılık, son­ raları Ortadoğu’dan Fas’a kadar birçok Arap ülkesinin şiirini etkileyecek birçok genç Arap şairi yetiştirecektir. Adonis, 1968 yılında “ Mawakif” adlı bir dergi yayım­ lamaya başladı. Bu dergi onun bir düşü­ nür, bir şiir kuramcısı kimliğini kazan­ masına neden oldu. Yeni kimliği kısa bir süre sonra onun görkemli yapıtı “ Arap Şiirine Giriş” le 1971’de dile geldi.

Adonis’in Arap şiirine yaptığı katkılar

Karga tüyü

Çeviren: Özdemir İNCE

Çiçeksiz ve tarlasız geliyorum Dört mevsimsiz geliyorum Hiçbir şey benim değil kumsalda rüzgârla hiçbir şey benim değil benim değil hiçbir şey rüzgârın ihtişamında

gökyüzüyle birlikte koşan genç bir kandan başka Sonsuz bir kuş uçuşudur yalvaç alnımda toprak

konusunda Özdemir İnce'nin yazdıkları­ na kulak verelim şimdi:

“A donis’in Arap şiirine yaptığı en

önemli katkının onu özgürleştirmek ol­ duğunu söyleyebiliriz: tzlek (tema) ve sözcük kullanımına getirdiği özgürlük ve geleneksel ölçü ve uyağın kırılması. Gi­ zemcilik ile varoluşçuluk, toplumculuk ile bireycilik, gerçek ile düşsel, A donis’­ in şiirinde bir arada bulunurlar. A donis’­ in izlekleriyle ilişkisine bakarak onun ‘bağlanmış’ bir şair olduğu söylenebilir. Bu tarih/ güncel sorunsalıyla ilgili bir şa­ irin bağlanmasıdır belki, bu ilişki şairi boğmaz, tam tersine şiirsel yapı içinde onun varlığını somutlaştırır, saydamlaş­ tırır ve ona bir ‘bilici’ kimliği verir.”

Yapıtları başta Fransa olmak üzere ABD, İngiltere, İspanya ve Norveç’te; şi­ ir ve denemeleri, dergi ve çeşitli yayınlar­ da Türkiye, Fransa, ABD, İngiltere, Bel­ Geliyorum mevsimsiz

çiçeksiz ve tarlasız

Bir toz kaynağı fışkırıyor kanımda ve gözlerimde yaşıyorum

gezlerimden besleniyorum.

Yaşıyorum, evreni kucaklayacak bir tekne bekleyerek

gizli dünyalara dalacak bir tekne bekleyerek

bir düş yaşar gibi

ya da bir belirsizlik yaşar gibi giderse hiç dönmeyecek bir tekne bekleyerek yaşıyorum.

çika, İsveç, Japonya, SSCB ve Norveç’­ te yayımlanan Adonis’in şiiri hakkında edebiyat çevrelerinde şöyle deniyor:

‘'Adonis’in şiiri iki şiir kaynağından bes­ lenir: Aralarında Hallaç ve Niffari’nin ön sırada yer aldığı Arap şiiri kalıtının özümlenmesi; Hölderlin, Rilke ve Mic-

haux’nun ağır bastığı Batı şiiri. ”

Derleyen: Mürşit BALABANLILAR

YAPITLARI

Adonis, 1971 yılında, Pittsburg (ABD) Uluslararası Şiir Formu en iyi Suriye- Lübnan şairi ödülünü kazandı.

1983 yılında Mallarmé Akademisi Mu­ habir üyeliğine seçildi.

1986 yılında Liege (Belçika) Uluslara­ rası Büyük Şiir Ödülü’nü kazandı. Öz­ dem ir İnce ta ra fın d a n dilim ize kazandırılan, Varlık Yaymları’nca hazır­ lanan “ New York’a Mezar” adlı kitabı yeni yayımlanan Adonis, 8. İstanbul Ki­ tap Fuarı’nda 10 Kasım cuma günü okur­ larla tanışacak ve ertesi gün saat 15.00’te “ Çağdaş Arap Şiiri” konusunda bir kon­ ferans verecek, kitaplarını imzalayacak. Adonis’in birkaç yapıtının adları şunlar:

Kasaid Ula (1957, İlk Kasideler), Evrak Fir-rih (1958, Rüzgârda Uçuşan Kâğıt­

lar),Ağan; Mihyar ad-dımaski (1961, Şam’Iı Mihyar’ın Türküsü), Kitap at-

tahavülat ve’l-hicra f i akalim ab-nahar ve’l-leyl (1965, Değişimler ve Gece Gün­

düz Olup Bitenler Kitabı).

KİTAPÇILIKTA YENİ

YÖNTEMLER

Prince’in son compact dişçini ya da U2’nin konserini izlemek için bilet mi

arıyorsunuz? Arkadaşınıza doğum günü armağanı oyuncak ayı ya da ailenize göndermek üzere kartpostal mı alacaksımz? Yolunuz İtalya’ya düşerse bu gereksinimlerinizi karşılamak üzere kitapçıya girmeniz yeterli. Ama o disiplinli, sessiz, kasvetli ve yüksek raflı kitapçılar yerine duvarları canlı renklerle boyalı, geniş, kitaptan başka malların da satıldığı, klasik kitapçılara

benzemeyen dükkânlara uğramanız gerekiyor.

Mondadori Yayınevi, iki yıldan bu

yana genç okurları kazanmak, kitaptan uzak duran insanları kitapçılara çekmek amacıyla dükkânlarında pazarladığı ürünlerin çeşitlerini sürekli arttırıyor Biblioteç adı verilen dükkânlarda (1990’da sayıları 30’a ulaşacak). Kitap her zaman ilk sırada yer alıyor. 400 m2’den büyük salonlarda eski ve yeni kitaplar müşterinin kolaylıkla görebileceği ve ulaşabileceği şekilde raflara yerleştiriliyor. Biblioteqlerde gazete bayii, müşterilerin dinlenirken ve söyleşirken bir şeyler içebilecekleri bar, videokulüp, fotoğraf iaboratuvarı, kartpostal, hediyelik eşya

bölümlerinde müzik ve özel ışıklandırma yardımıyla insanlara huzur dolu alışveriş olanağı sunuluyor.

Derleyen: Cumhur CANBAZOĞLU

Cumhuriyet Kitap 1989, Parasız ek □

Sahibi: Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T.A.Ş. adına Nadir Nadi □ Genel Yayın Müdürü: Haşan Cemal □ Müessese Müdürü: Emine Uşaklıgil □ Yazı işleri Müdürü: Okay Gönensin □ Yayın Yönetmeni: Celal Üster □ Yayın Sekreteri: Mürşit Balabaniılar □ Grafik Yönetmeni: Nazan Tacer □ Reklam:

Hüseyin Çağın □ Basan ve yayan: Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik T.A .Ş . Türkocağı Caddesi 39/41 Cağaloğlu-İSTANBUL Tel: 512 05 05

(9)

T

A

P

K

I

R OM ANYA'DAN GELEN O ZAN

Dragoşmı şiir dünyası

Konuk Romen şairi Dragoş, aynı zamanda gazeteci. Dragoş’un şiirinde sözcükle­

rin olduğu kadar “susuş ”un da önemli bir işlevi var.

Nicolae Dragoş - Çağdaş Romen şiirinin yaşayan büyük ozanlarından biri olarak kabul edilen Dragoş’un ‘'Zamanın Sözü” adlı kitabı şair Kemal ö zer ve Erem Melike Roman’ın ortak çe­ virisiyle yayımlandı. “Zamanın Sözü”, Dragoş’un Türkçeye çevrilen ilk yapıtı.

SSCB'Lİ KONUK

FAZIL İSKENDER

Konuk yazar olarak bugün İstanbul’a gelecek olan Fazıl İskender (d.1929) Gür­ cistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti için­ de bulunan Abhaz (Abaza) Özerk Sov­ yet Sosyalist Cumhuriyeti’nin çağdaş ya­ zarlarından biri. Fazıl İskender, ortaöğ­ reniminden sonra Moskova’da Kütüpha­ necilik Fakültesi’ne girdi, ama üçüncü sı­ nıfta Maksim Gorki Edebiyat Fakültesi’­ ne geçerek burayı bitirdi. Bryansk, Kursk kentlerinde gazetelerde görev yaptı. 1957’de ‘‘Dağ Y o lla n ”, 1966’da

“Şafaklar” adlı şiir kitapları, ardından kı­

sa ve uzun öyküleri, 1973’te ise “Sandro

Dayı” adlı ramam yayımlandı. Özellikle

düzyazı yapıtları pek çok yabancı dile çevrildi. Sovyetler Birliği’nde çıkan

“Ogonyok” Dergisi’nin 1966 edebiyat

ödülünü aldı.

Fazıl İskender’in daha önceleri bazı şi­

irleri ile “GenişAlın” ve “KoçBurcu”ad­ lı uzun öyküleri dilimize çevrilmiştir. Türk okuru Cem Yayınevi’nce, yayımla­ nan daha önce “Sandro Dayı” (asıl adı ‘Çegemli Sandro) romanı ve sevimli ço­ cuk kahramanı Çik çevresinde dönen

“Öyküler’\ ile bu önemli yazarı daha ya­

kından tanıma fırsatı bulacaktır.

“Sandro Dayı” romanı her biri kendi

içinde bir bütünlük oluşturan uzun öykü­ ler toplamıdır. Ancak bu öykülerde, se­ rüvenlerini ilgiyle okuduğumuz Sandro Dayı ile karşı karşıya geliriz hep. Böyle- ce bu yaşlı Abhaz (Abaza) yiğidinin, ge­ leneksel şölen sofraları başkişisinin (ta- madasımn) yaşantısını gençlik yıllarından

1970’lere değin adım adım izleriz.

Fazıl İskender’in kısa ve uzun öyküle­

rinin birçoğunda kişiler onun anayurdun­ dan yani Abhaziya’dan (Abaza ülkesin­ den) seçilmiştir. Yazarın çocukluk ve ilk gençlik arkadaşlarının, yakın çevresinin anlatıldığı izlenimini veren bu öykülerde kahramanların çoğu büyük bir sevecen­ likle, ince, tatlı bir mizahla yeniden ko­ nu edilir. Çocuk kahramanlar, özellikle afacan Çik anlatılırken sağlam kişilik ya­ pısının, insanın ahlak temellerinin ne ka­ dar erken yaşlarda başladığını görürüz.

Mehmet ÖZGÜL

Fazıl İskender (solda)Mehmet özgül ile.

İtrinde, gazeteciliğinin doğrudan ve ekonomik dilinden vazgeçer, iş­ lenmiş bir dilin giysisine bürü­ nür. Romen eleştirmen Mircae Iorgulescu, Dragoş için bu sözle­

ri sarf ediyor. Halen Romanya’­ nın büyük gazetelerinden “ Scientia - Kı- vılcım” ın genel yayın yönetmeni yardım­ cılığını yapan Nicolae Dragoş 'u Türk okurlar henüz tanımıyorlar. Onun şiirle­ rinden yapılan seçmeyle oluşturulan “ Za­ manın Sözü” adlı kitabı fuara yetiştiril­ mek üzere bir iki gün önce yayımlanabil­ di. Kemal Özer ve Erem Melike Roman ’- ın ortaklaşa çevirdikleri seçme şiirler, Yordam Yayınları arasında çıktı.

Şair Kemal Özer, “ Zamanın Sözü” adıyla yayımladıkları kitap için şöyle di­ yor: ‘‘Aktardığımız şiirler sayıca sınırlı,

ve daha çok, doğa öğesiyle örülenleri içe­ riyor. Yurt ve tarih öğelerinin öne çıktı­ ğı ürünler oldukça az. Am a bu ilk görü­ nüşe aldanmayıp derinliğine bakıldığın­ da, yine de ozanın dünyasını bir doku olarak başarıyla yansıttığı söylenebilir. ”

Nicolae Dragoş, Romanya’nın genç kuşak şairlerinden biri sayılıyor. Ozan, 3 Kasım 1938 tarihinde Gorj kentine bağlı Cleşneşti Köyü’nde doğmuş. Üniversite­ de Romen dili ve edebiyatı öğrenimi gö­ ren Dragoş, “ edebiyat eleştirisi” bölümü mezunu. Nicolae Dragoş’un ilk şiiri 1958 yılında Luceafarul Dergisi’nde yayımlan­ mış. Ozan daha sonra Tribuna, Ramu- ri, Romania Literara, Scientia gibi dergi ve gazetelerde şiirler ve eleştiriler yayım­ lamış. Romanya’nın en büyük şiir ödülü sayılan “Mİha il Eminescu Şiir Ödülü "nü 1985 yılında vcazanan Dragoş şiir ve eleş­ tiri yazılarının yanısıra bir de roman yaz­ mış. “Kurtların Yolunda Yolcu” adını taşıyan romanında Dragoş, büyük Ro­ men tarihçisi Nicolae ¡orga’nın trajik so­ nunu anlatıyor. Nicolae Dragoş “ tarih”

İtiraf

Romenceden çeviren:

Erem Melike ROMAN

Taşırım vatanı kalbimde Denizin uğultusu nasıl taşırsa

ay ve yıldızı. Taşırım vatanı kalbimde

Güneş nasıl taşırsa meşeyi yapraklarında Taşırım vatanı kalbimde

Dağlar nasıl taşırsa bağırlarında nehirleri Taşırım vatanı kalbimde Aşığın gözünde nasıl ışırsa Sevgilinin çehresi

Taşırım vatanı kalbimde Gök nasıl taşırsa gövdesinde

konusuna yalnızca bu romanında eğilmi­ yor: “Tarih ” diyor Dragoş, “benim şii­

rimin değişmez kahramanlarından biri­ dir. Çünkü tarih, insanın yaratılışının ve benliğinin bir parçasıdır. Tarih deyince de hükümdarları, voyvodaları anlamıyo­ rum. Tarih bir halkın özyaşam öyküsü­ dür. ’ ’

Nicolae Dragoş’un edebi kişiliğinde he­ men göze çarpan üç temel özellik var.

Barış ışıkları ve hülyalar Hudutsuz yüksek uçuşlar Bayrakların altında

Kaderini yaratan yiğit evlatlar Taşırım vatanı kalbimde. Ve kalbim her an

Bir güvercin uçuşu olabilir Vatanın şanı yolunda Saadet ve umut gülüşü Yahut bir el bombası Gömmek için karanlıklara Düşmanca el kaldıranları. Taşırım vatanı kalbimde İlerlerim onurlu günlerinde Asilleşirim vatanın kalbinde,

Bunlardan birincisi, kendisinin köy kö­ kenli olmasından kaynaklanan “doğa

tutkusu". Doğa onun için bütün insan­

lık trajedilerinin ve duyguların oluştuğu sahne, ya da sahne arkası. İkinci özellik­ se; biraz önce değindiğimiz “tarih”. Dra­ goş’un sanatını bütünleyen üçüncü temel özellik de “anayurt”. Tarihi, coğrafya­ sı ve insanıyla anayurdu bir bütün ola­ rak gören Dragoş, insanın doğduğu yer ya da yörenin kendisine yansıyan her kül­ türel öğesinin yarattığı somut yaşantının önemli olduğunu vurguluyor.

Bu kısa yazımızı yine bir alıntıyla nok­ talayalım; eleştirmen Alex Stefanescu’- dan yaptığımız bir alıntıyla: “Önda, ya­

şamın anlamını oluşturan her şeyle sakin­ ce bir bütünleşme sevinci vardır. ”

Derleyen: Mürşit BALABANLILAR

YAPITLARI

Truvalı Atın Ölümü (1968), Upuzun Bir Sütun (1971), Yeniden Yağmayacak Kar (1973), Sonsuzluk Kalkanı (1974), Köye Mektuplar (1975), Temiz Yürekle (1977), özel Ayinler (1978), Dağ Taşları Gibi Düşünceli (1979), Zamanın Gölge­ sinde Siper (1982), Şiirler (1982), İbretli ve İbretsiz Kıssalar (1984), Mevsimlerde Nöbetçi (1985).

(10)

■ HIBIR: M Kıtalararası m sinir bozucu haftalık dergi. ■ G.SPOR: Türkiye'nin ilk ve en çok okunan spor dergisi. ■ JAMA:

Aylık çeviri tıp dergisi ■ BANDO: Çağdaş çocuğun dergisi. ■ MARIE CLAİRE: Bir yaşam tarzı: Güzel, gerçek ve hür ■ BELLA ÖRGÜ: Ev kadınlarının vazgeçilmez yardımcısı. ■ ERKEKÇE: Türkiye'nin ilk ve en tanınmış erkek dergisi. ■ KADINCA: 9 yıllık "avant-garde" kadın dergisi.

■ PANORAMA: Türkiye'nin ilk haftalık ekonomik haber dergisi. ■ NOKTA:

Türkiye'nin en çok satan haftalık haber dergisi.

Mektup adresimiz:

Gelişim Yayınları AŞ 80720 Levent-istan'bul

Havaleniz için:

Süreli Yayınlar 128 139 No. 'lu posta çeki hesabı iş Bankası Nişantaşı Şb. 33360 No. 'lu hesap

S oyad:.... Ev Nosu: Şehir Adi:

KREDİ KARTI İLE YAPILACAK

ÖDEMELER İÇİN

İstanbul adresine postalayınız.

Kartın Cinsi □

Kart No:

□ □ □ □ □ □ □ □ □ □ □ □ □ □ □ □

Son Kullanma Tarihi: □ □ / □ □

DERGİ ADI

1.

YILLIK

6.,AYLIK

□ NOKTA □ 105.000 TL. □ 54.000 TL. □ PANORAMA □ 104.000 TL. - □ 53.000 TL. □ G.SPOR □ 85.000 TL. □ 43.000 TL. □ HIBIR □ 20.800 TL. □ 10.400 TL. □ KADINCA

30.000 TL.

16.000 TL. □ ERKEKÇE

40.500 TL.

21.500 TL.

BELLA-ÖRGÜ

41.000 TL.

22.000 TL.

M. CLAİRE □ 40.000 TL.

20.000 TL.

BANDO

35.000 TL.

18.000 TL.

JAMA

40.000 TL.

abone formunuzu GELİŞİM1 YAYINLARI Ali Kaya Sok. 80720 Levent

(11)

K

ABDÜLCANBAZ'IN

BABASI

Dünyanın en önemli on siyasal karika­ türcüsünden biri. Yalnız çizgileriyle bir makalede söylenebilecek düşünceleri yan­ sıtan bir mizah çizeri, bir çizgi romancı...

Abdülcanbaz’m babası...

Karikatür tutkusu, okul yıllarında, Adana Lisesi’nde başladı. Çizdikleri hep okul sorunlarım, öğretmen-öğrenci iliş­ kilerini dile getiren şeylerdi. Adana’da yayımlanmakta olan Türk Sözü Gazete­ si’ne bunlardan birini götürdüğünde ve ertesi gün gazetede yayımlandığında son­ suz bir güç kazandı. Bu ilk karikatürü, okulun bir türlü yapılmayan çamurlu yo­ luyla ilgiliydi. Okul sorunlarıyla ilgili çiz­ diklerini politik portreler izledi. Yıl 1941 ’di.

Kırmızı-Beyaz, Şut, Tasvir, Akbaba, Aydede, Yeni İstanbul, Milliyet, Akşam, Kırkbirbuçuk, Dolmuş, Cumhuriyet ve işte yeniden Milliyet. Bu arada süreklili­ ği olan dış basın çalışmaları, sergiler, ya­ rışmalar, kitaplar, içte ve dışta çeşitli ödüller...

Önceleri yuvarlak çizgilerle çalışıyor­ du. Sonra çizgilerini köşeleştirdi. Daha sonra yuvarlak ve köşeli çizgileri birlik­ te kullanmaya başladı. Bir ara çok sert, çok düz çizgilerle çalıştı. Ama sadelikten hiç ayrılmadı.

İnançlı, yürekli ve çok usta. Kendi iç dünyasında da sanat dünyasında da öy­ lesine sessiz, öylesine sakin, öylesine du­ yarlı ve iddiasız...

Dağ nasıl büyükse öyle büyük, deniz nasıl büyükse öyle büyük ve güzel nasıl güzelse öyle güzel bir insan...

Türk basınının çok sevgili, çok sayın Se/çtA-larından biri olan Turhan’m, kırk sekiz yıldır her gün hak ettiği “onur" ödülüne bizden de kucak dolusu kırçiçek- leri...

I

T

A

P

K

I

T

A

P

önemini vurgular...

— Bir karikatür sanatçısı, çizerken ne­ lere dikkat etmelidir?

TURHAN — Çizgiyle düşünen kari­ katür sanatçısı, çevresinde olup bitenle­ ri, insanları, insanların çelişkilerini, yap­ tıklarını, yapmak istediklerini, özlemle­ rini dikkatle izlemeli, gözlemelidir. Ya­ pıtını oluşturacağı boş kâğıdı önüne koy­ duğunda, demek istediğini, anlatım biçi­ m ini, hatta kom pozisyonunu önce kafasında düşlemeli, biçimlemeli, sonra hayalinde yarattığı, çizdiği karikatürü be­ yaz kâğıt üzerinde somutlaştırmalıdır...

— Karikatürün amacı salt güldürmek midir? Mizahın karşılığı “ gülmece” ola­ rak kullanılmaya başlandı? Sizce doğru mu bu tanımlama?

TURHAN — Yıkıcı ve acı olmayan bir yanlış, otomatizm, olanla olması gereken arasındaki çelişki, dengesizlik, uyumsuz­ luk, akılcı olmayan bir sonuç, genel ku­ rallara aykırılık, gülmeye, kaba güldürü­ ye neden olur. Grafik mizahın amacı bu tür bir mizah değildir.

Karikatür salt güldürü değildir, salt komik de değildir. “ Humour” kelimesi­

FUARIN ONUR SANATÇISI TURHAN SELÇUK:

‘Az çizgide kaçamak yoktur’

Turhan Selçuk,

“ Yalın çizginin, mizahla yüklenmiş grafiğin kâğıt üzerindeki akışı,

taşan bir su birikintisinin yayılışı kadar doğal olmalı” diyor.

— Dünün ve bugünün karikatür anla-yışını değerlendirebilir misiniz?

TURHAN — Karikatür, geçmişte çizgi ve mizahi yazının bir araya gelmesinden oluşuyordu. Çoğunlukla sanatsal endişe­ lerden yoksun bir çizgi ve bu çizginin al­ tında iki kişinin karşılıklı konuşmaları; yani bir çeşit laf atma, laf yetiştirme, la­ fı gediğine oturtm a... Buna kısa mizahi fıkra da diyebiliriz. Mizah çizeri bu kısa fıkradan hareketle karikatürünü oluştur­ maya başlar, (yazıyla düşünür) ve buldu­ ğu fıkrayı resimlerdi. Durum böyle olun­ ca elbette ki “ karikatür bir sanat mıdır,

değil midir?” tartışmaları da gündeme

gelirdi...

Çağdaş karikatür sanatının tanımı

“ humour graphie” - grafik mizah’tır.

Günümüz mizah çizeri, dünün mizah çi­ zeri gibi (yazıyla düşünen) sanatçı olma­ malıdır. Günümüzde karikatür sanatçısı (çizgisiyle düşünen) kişidir. Bu çizgi, mi­ zahla yüklüdür; çizginin eğiliminde mi­ zah vardır. Sanatçı, mizah-çizgi sentezi­ ni kafasında oluşturur, yaratır, böylece düşünür. Mizahla yüklü grafik + kom­ pozisyon = Karikatür. Çağdaş karikatü­ rü yaratabilmenin formülü kanımca bu- dur...

— Karikatürde “ kişilik” konusunda görüşlerinizi öğrenmek isterdim...

TURHAN — Anlatılmak istenen mi­ zahi fikir, eleştiri ya da yergi, çizgiler ara­ cılığıyla izleyiciye ulaştırılır. Mükemmel bir mizah çizerinin kendine özgü bir çiz­ gisi, kendine özgü bir olaylara bakış açı­ sı, olayları kavrayışı ve sunuşu olmalıdır. Bunlardan yoksun bir çizer, etki altından kurtulamamış demektir. Bir başka sanat­ çının etkisinden kurtulamamış, kişiliğini tam anlamıyla bulamamış mizah çizeri, ister istemez taklitçiliğe, alıntılara, hat­ ta kopyalara sık sık başvurmak zorunlu- ğunda kalacaktır...

Ustalık, çıraklık döneminden kurtul­ mak, sıyrılabilmek, ayrı bir dünya yara­ tabilmek kolay bir iş değildir. Bunun için salt “çizgi kişiliği” de yeterli değildir: Az önce belirttiğim gibi, çizginin yanı sıra konuyu kavrama ve sunma üslubunda da

“ kişilik” şarttır..

— Neden yalın ve düz çizgileri yeğle­ diniz?

TURHAN — 1950’ierin başındaki araştırmalarım, karikatür sanatının Ba- tı’da büyük bir devrim yaptığını, yazıdan arındığını, sanatsal boyutlara ulaştığını göstermişti. Karikatürün dünyadaki ta­ rihçesinin yanı sıra, bu sanatla ilgili bir­ kaç uzun yazı da yazarak “ dessin humo­

ristique” , “ humour graphie” deyimlerini

kullanmış, karikatürün “ çizgiyle mizah

yapma sanatı” olduğunu açıklamıştım.

Bana göre en iyi anlatım biçimi, yalın bir

“ grafik mizah” a dayalı anlatım biçimi­

dir. Anlatılmak istenen mizahi fikir en kı­ sa yoldan, en çarpıcı biçimde izleyiciye sunulduğunda karikatürün etkisi daha da yoğunlaşacaktır. Bu nedenle izleyenin dikkatini dağıtacak detaylardan daima kaçındım. Hiçbir zaman karmaşık ve yo­ ğun çizgilerden hoşlanmadım. Yani lü-

zumsuz’la uğraşmadım, tik bakışta be­

ğeni izlenimi yaratan öyle karikatürler vardır ki taramaları ve süslemeleri kal­ dırdığınızda, geriye kalan öz çizginin an­ latım ve grafik zayıflığı apaçık görünür. Onun içindir ki yalın çizgi, yeterli çizgi daha zordur. Az çizgide kaçamak yok­ tur. Yanlışlar, yetersizlikler hemen sırı- tıverir...

— Karikatürü ‘her şeyi abartarak çiz­ me sanatı’ olarak tanımlayanlar da var. Eğer öyleyse, hangi ölçülerde olmalıdır ‘abartı’?

TURHAN — Bu, yalın çizginin, mi­ zahla yüklenmiş grafiğin kâğıt üzerinde­ ki akışı, taşan bir su birikintisinin top­ rak üzerinde kendine bulduğu yollardan akışı ve yayılışı kadar doğal olmalı, bu izlenimi vermelidir. Çizgideki yanlışlar,

yersiz çarpıtmalar, çarpıklıklar, abartma­ lar, mizah çizerinin yetersizliğinden kay­ naklanır.

Mizah çizeri anatomik kurallara elbet­ te ki sonuna kadar bağlı kalmayacaktır ama, bu anatomiyi bozma işlemini bir denge içinde, bir üslup içinde yapacak­ tır. Tıpkı taşan bir suyun yayılışındaki kadar doğal görünecek, izleyiciyi rahat­ sız etmeyecektir.

Eğreti, takma, yanlış ve acemice izle­ nim bırakmayacak biçimde anatomik ya­ pıyı bozan, kuralların dışına çıkabilen çi­ zer “ usta” çizerdir...

— Karikatürde “ çizgi” nin fonksiyonu nedir peki?

TURHAN — Çizginin anlatım gücü, karikatür sanatında büyük bir önem ta­ şır. Ufak bir çizgi uzantısı, ufak bir nok­ tacık, çoğu kez anlaılmak isteneni güç­ lendirebilir, karikatürün etkisini çoğalta­ bilir. Bazen bir karikatüre baktığınızda beğenmezsiniz, konusunun etkisinde kal­ mazsınız. Ama aynı konuya daha usta bir çizerin yapıtında rastladığınızda etkilene­ bilir, beğenebilirsiniz. Bu da çizgideki an­ latım gücünün karikatür sanatındaki

nin içinde güldürü vardır, bıyık altından gülme vardır, buruk acı bir tebessüm var­ dır. Bu kadar geniş kapsamlı, çok yönlü bir kavramı salt “ gülmece” kelimesine bağlamak yanlıştır. “ Humour” kelime­ sinin tam karşılığı ne yazık ki Türkçemiz- de yok ama, bence en yakın tanımlama yine de “ mizah” tır.

“ Humour noire” kara mizah aşama­ sına ulaşmış bir mizah dünyasında “ gül- mece” tanımı, bu sanatı küçümsemedir, kapsamını daraltmak, hatta aşağılamak­ tır...

— Karikatürün değişik kolları var mıdır?

TURHAN — Mizahi çizginin, karika­ türün birçok kolları vardır. Siyasi kari­ katürler, toplumsal karikatürler, kara mizahı içeren karikatürler ve yalnızca güldürmeyi, eğlendirmeyi amaçlayan ma­ gazin karikatürler. Bu son örnek, yani magazin karikatürleri, çok satışı amaç­ layan, azgelişmişlere, çocuklara seslenen bir türdür. Sanatsal, siyasal, toplumsal endişelerden uzak, amaçsız bu kaba gül­ dürü karikatürlerini, kötü filmlerin izle­ yicileri gibi fındık, fıstık yiyerek izlemek, kahkaha atmak olasıdır...

— Günlük gazetelerde sanatsal ağırlık­ lı, kalıcı karikatürler çizme olanağı var mıdır?

TURHAN — Gazetelerde, dergilerde pekâlâ yarına kalabilecek sanatsal kari­ katürler çizmek olasıdır. Ben bunu yapa­ bilmek için çaba sarf ediyorum. Sergile­ rimdeki, kitaplarımdaki karikatürlerin hemen tümü çalıştığım gazetelerde ya­ yımlanmış karikatürlerdir...

— Karikatür bir çizgi sanatı. Bu sana­ tı ‘anlayabilmek’ sorunu var bir de?

TURHAN — Evet. Karikatürleri an­ layabilmek, çizgileri okuyabilmek bir for­ mül, bir deneyim işidir. İlk kez yazısız bir karikatürle karşı karşıya gelen kişi eğer çok zeki değilse, o karikatüre hiyerogli­ fe bakar gibi bakacaktır, .’nsanların ze­ kâları ve akılları aynı oranlar içinde de­ ğildir. Onun için Amerika’da zeka testi, karikatürlerle yapılır: Kişinin önüne ko­ nulan bir düzine yazısız karikatürün ne demek istediğini en çok sayıda yorumla- yabilene zekâ testinde en yüksek puan ve­ rilir.

Geçen ay içinde, çalıştığım gazetede çizdiğim bir karikatür, hem çok beğeni kazandı hem de birkaç kişi tarafından an­ laşılamadı. Bir atom bombası ağacı üze­ rine akbabaları tünemiş olarak çizdiğim karikatürün konusu açıktı: Akbabalar, atom bombasının öldüreceği insanları bekliyorlardı atom ağacının üzerinde... Anlayanlar, telefonlarını açıp kutladılar. Anlamayanlar da sordular ne demek is­ tediğimi. Anlamayanlara, akbabaların tünediği ağacın atom ağacı olduğunu söy­ lediğim de “ haaa, tamam, şimdi

anlaşıldı" dediler. Çizgiyi okumak, biraz

kültür, biraz zekâ işidir, demiştim. Atom ağacını tanımak, bilmek kadar bir zekâ işi...

— Amacınıza, istediğiniz noktaya ula­ şabildiniz mi?

TURHAN — Bu soru, zaman zaman kendi kendime sorduğum, üzerinde du­ rup düşündüğüm ve “ evet” ya da

“ hayır” kelimeleriyle cevaplayamadığım

bir konuyu içeriyor.

Uzun süreli sanat yaşamında iki tür sa­ natçıya tanık oldum. Bizde Cemal Nadir gibi, dış ülkelerde Steinberg, Flora, Fo-

lon v.b. gibi sanatçıların ilk çizgileriyle,

yıllar sonraki son çizgileri arasında bü­ yük farklılıklar vardır. Bu türden sanat­ çılar sürekli olarak kendilerini aşma ça­ bası göstermişlerdir.

Bir de ilk yapıtlarıyla son yapıtları ara­ sında hiçbir değişim olmayan türde sa­ natçılar vardır ki örnekleri arasında Ra- miz’i gösterebiliriz. Dışarıda da benzer­ leri çoktur. Usta başlarlar, öylece kalır­ lar. Hiçbir değişim, hiçbir ilerleme görül­ mez çizdiklerinde.

Ben, usta çizgilerle başlamadım. Za­ man içinde gelişti ve değişti çizgilerim. Bu nedenden ötürü amaçladığım noktaya ulaşıp ulaşmadığımı pek kestiremiyorum. Daha iyiye, daha güzele ulaşmak çaba­ sını hâlâ yitirmedim. Bunun için çalışı­ yor ve düşünüyorum...

— Türkiye’de ve yurtdışında birçok ödüller kazandınız. Bu ödüller sizi etki­ ledi mi? Bir sanatçı için övgülerin ve ödüllerin önemi nedir?

TURHAN — Övgüler ve ödüller beni etkilemedi. Etkiieseydi, çok kötü olurdu sanıyorum. Şımarıklık çizgisine varmak, bir sanatçının yok olması demektir bana göre.

Ödüllere ve övgülere gelince, bu tür ödülleri hatta övgüleri birer teşvikmiş gibi kabullendim. Ödüllere ve övgülere layık olabilmem için de daha çok çalışmam ge­ rektiğine inandım...

— Tüyap “Onur Konuğu” olarak ön­ ceki yıl Fazıl Hüsnü Dağlarca, geçen yıl Nadir Nadi, bu yıl da siz seçildiniz?

TURHAN — “ Onur” kelimesi benim tüm yaşamımda en önem verdiğim, üze­ rinde özenle titrediğim bir kelime oldu. Bir yanda “şöhret ve zenginlik” diğer yanda “ onur” olsa ve bana hangisini yeğlersin, denilse, hiç tereddüt etmeden

“ onur” u seçerdim. Onun için “ Onur Konuğu” önerisini kıvançla karşıladım.

Tüyap yöneticilerine bu nedenden ötürü teşekkür ederim. Her yıl düzenledikleri “ Kitap Fuarı” gibi, amacı kültürümüze hizmet ve “ kitap sevgisi” ni yaymak olan böylesine önemli bir görevi üstlendikleri için de kutlarım...

Fatma ORAN

Referanslar

Benzer Belgeler

diğim on dakika içinde, Semra-Turgut Özal ilişkisi­ nin ve görüntüsünün son derece içten, sıcak ve ger­ çek olduğuna iyice emin olmuştum artık.. Şimdi ga­ zetelerde

İşte 60 Türk Romanı, bize Fethi Na­ ci’nin 1998’deki vurgulamalarını yansıt­ makla kalmıyor, aynı zamanda On Türk Romanı ile çıktığı bu yolda, yirmi yedi yıl

Kitaplar, gazeteler ya da görüntülerden, yıllardır mümkün olduğunca geniş veriyi çevrimiçi kılmak için çaba sarf eden Google, daha fazla derginin çevrimiçi

Değişken kapı ve kontrol kapısı oksit tabakasıyla bağlandığında hücrenin değeri “bir” olarak algılanır..

1979-84 yıllarında Çevre M üsteşarlığında Daire Başkanı olarak çalışan Gürpınar, 1984’te Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak görev

Evliya Çelebinin Rumca ve Lâtinceye âşinâ olduğu ve hurafelerin çoğunu o diller­ deki kitaplardan almış olduğu zannedilmekte­ dir.» Evliya Çelebi

Rüyasında bu cami ikmal edi­ lirse onun da hayata göz yumacağı söylenmiş Paşa ertesi gü­ nü ne kadar usta ve amele varsa, hepsini savmış, yalnız

Bu çal›flmada “slime” oluflturan KNS’de artan dozlardaki NANaz ile muamele sonucu “slime” oluflumunun azalmas›, NANaz’›n bu aktivitesinin bir farmakolojik blokan›