Eski koleksiyonlardaki albümlerden aldığımız bu re simler, iki üç asır evvelki Türk kahvelerini gösteriyor. Oraları hakikaten bir sanat, dekoru içinde vücut ve
zihin için birer ..inlenme yeriydi.
T Ü R K İY E D E O N Y E D İN C İ A S R IN B A Ş IN D A A - Ç IL A N K A H V E L E R , C E M İY E T İN H A Y A T I N I BİR DENBİR E D E Ğ İŞTİR M İŞT İ. O Z A M A N A K A D A R E V D E O T U R U P C U M B A D A N S O K A Ğ I S E Y R E D E N L E R , ŞİM Dİ K A H V E L E R D E T O P L A N I Y O R V E K Â T İP ÇELEBİNİN A N L A T T IĞ I GİBİ, G Ö Z Ü G Ö N L Ü G A N İ O L D U K T A N S O N R A K U D R E T İ Y E T T İĞ İ K A D A R P A R A V E R İP Ç ıK İY O R D U .
7
7
llTh
Gönül ne kahve ister ne kahvehane Gönül ahbap ister kahve bahane.
Eskiden yaşlı başl: erkeklerimiz evin ve kadın sohbetlerinin yekne saklığından kaçarak, ahbap bul mak, erkekçe konuşmak ve günlük mevzuların dedikodusunu yapmak üzere geceleri kahveye çıkmayı e- saslı bir anane haline getirmişlerdi.
Hoş, bunu yalnız yaşlı başlılar yap maz, daha genç olanlar da kendi hemsinleri ile buluştukları kahveye çıkarlardı. Evet kahve ve kahve hane ahbap bulmıya güzel bir ba hane idi. Eski İçtimaî şartlar dahi linde elbette bu bir zaruretti. Çün kü evde soyunup dökünüp cumba dan sokakta gelip geçenleri sey retmekten başka yapacak iş yoktu.
Namık Kemal’in «biri mavi, biri havaî iki siyah belâyi ihtiyaç» di ye vasfettiği kahve ve tütün meıp- leketimize bu sıra ile birbiri arka sından gelmiş ve Istanbulda ilk kah vehane onyedinci asrın başlangıcın da açılmıştır. Kâtip Çelebi’nin «Ci- hannüma» da verdiği malûmatı o- kuyalım:
«Kahvenin iptidai zuhuru sene
dokuz yüz altmış ikide (M. 1554) vilâyeti Rumda ve Istanbulda kah vehaneler peyda oldu. Tahtelkale kurbünde Şamdan bir şamî gelip bir kahve açıp ekser danişmendan ve kuzzat ve ehli keyf olan züı-efa ve bazı müderrisin ve ehli dil der- vişan cemiyet edip ve ol zaman halkın gönlü gözü gani olmağla kalkıp gittikleri vakit
keyfemetta-fak herkes kudreti yettiği kadar ak çe verip giderlerdi.»
ilk kahvelerin şekilleri hakkında malûmatımız yoksa da onsekizin- ci ve ondolcuzuncu asırlardakilerin, resimlerde gördüğümüz veçhile ya pılışları cidden çok cazipmiş. Türk zevkinin güzel birer numunesi olan bu kahvelerin sıcak ve ruh çekici havasına alışanları mazur görmez
Y a z a n : Selim NUzhet
sek ayıp. Bittabi bugünküler gibi hüviyetini kaybetmiş ve birer tav la veya iskanbilhane şeklini almış olanların boğucu havasına alışan ları kastetmiyor, çünkü onların gö ze çarpacak cazip bir taraflarını göremiyoruz.
Resimlerini gördüğümüz bu kah vehanelerin ne isimlerini, ne de iki si müstesna, hakikî semtlerini bi liyoruz.
ismi bize kadar gelen hemen he men yegâne kahvehane «Sarafim»- in k hvehanesi; daha doğrusu, biz de ilk defa olarak yevmî ve mev kut matbuatı müşterilerinin istifa desine arzettiğinden, kıraathanesi dir. O da bir kahvehane olsaydı is mi belki bize kadar da gelmezdi.
Sarafim müşterilerine yalnız g - zete ve mecmua okumak imkânını vermekle kalmamış, kıraathanesini müellif ve tabilere de eserlerini sat
mak üzere bir satış merkezi haline getirmiştir. Hattâ bir müddet sonra da işi gazetelere abone yazmıya ve gazetelerin sevk işlerile uğraşmıya, kadar götürmüştür. Sarafim naşiı- lik de etmiştir. Üstlerinde: «Devle ti Aliyei Osmaniyede kıraathane muciri ve memaliki Mahrusei şaha ne umum matbuat merkezi Okçular başında vaki Kıraathanei Osmanî müdürü Sarafim» kaydına rasgeli- nen birçok neşriyat vardır.
Kahve, şarap gibi bizim eski şair lerimize daima sevimli bir mevzu teşkil etmiştir. Medreseler kahve haram midir, helâl mıdır meselesini münakaşa edip dururken şairler boş durmadan, meselâ Beliği onun vas fına tam bir gazel yazmış:
Kahvenin badi gülgün gibi yoktur ânı Bucaktır o kara yüzlünün rma kanı
Misli manendi mi var müşteri kız dırmakta Isıcak yüz görücek her kişi ister anı
Puhtedir bâde gibi küpte iken ham değil Şeyh ve şabın ana bir pare ısındı canı Mısrü Şamü Halebi gezdi gelicek Ruma Ayağın aldı şarabın o cihan fettanı Söyle ol rusiyehin bana ne keyfi yeti var Ey «Beliği» akıtır ayağına yaranı
Sabit de ona peyrev olarak: Kadehi rıth giran mertebesi keyif
verir Kahve aşama ağır kahve ile bir fincan
demiş-Halk şairleri bir «Dâsitanı Kah ve» tertip etmişler:
Eski kahvelerden birinin bu sakin köşesinde dört beş kişi topla mış ve çubuklarını yakarak keyfe dalmışlardır. uu sonueuer esnasında uzaktan gelenler t’ " ''" " ” ' ni anlatırlar, başka diyarlara dair
Sayfa 12
YEDİGÜN
No. 417
Eski kahvelerimizin en büyük hu susiyetini haiz köşelerinden biri, kahve ocağıdır. Resimde ocak ba şında kahve pişiren kahveci ile
müşterisi gösterilmiştir.
Hak Taalâ başka vermiş lezzeti kah ve sana Ehil diller çok ederler rağbeti kah ve sana Sende birkaç madde vardır içene verir safa Gam kasavet kalmaz asla kim İçer se daima Ilazmi taam etmek için seni lıai-
ketmiş Huda Eylerim ben canü dilden İzzeti
kplı-ve sana
M. TURHAN
TAN İÇİN
Geçen sene kaybetmiş olduğumuz değerli tarihçimiz M. Turhan Tan için, arkadaşlarından B. Osman Nuri Belligün, onun aziz ruhunu yâdederek güzel bir şiir yazmıştır. Şiiri merhumun hatırasına hür
metle buraya dercediyoruz. Çabuk soldun aramızdan, tiz ayrıldın gül gibi,
Bir yıl önce bugün gibi sen de uçtun kuş gibi. Kaleminle hayatında hep tarihle uğraştın, Sen ölmedin, pek sevdiğin o tarihe karıştın.
Geçmişlerin hayatını yazıyordun burada Kalanların hayatını yazacaksın orada, Yine tarih yazmak için aramızdan ayrıldın, Sen ölm ed:n, pek sevdiğin o tarihe karışbn.
Hasret kaldık bir senedir o sevimli yazma, Ne diyelim bu talihin şu amansız sonuna. Sen çekildin fakat kaldı göklerde hoş yâdın,
Ey Turhan T a n ! büyük Türklük tarihine karışbn.
«Yedigün» deki tarihî romanları ve makaleleri ile okuyucularımızın pek
sevdiği merhum M. Turhan Tan
İçerim ben terkedemem seni asla bir zaman Olmasaydın çekeridim hasreti kah ve sana Daha rind olanlar:
Ehli keyfe kahve verse tazeler Ehli keyfin keyfini yelpazeler demişler.
Kahve için bilmeceler de yapıl mış:
Ol nedir kim bir güzel esmer civan Rahatı ruhu hayat efzayı can Anın için meyledip erbabı dil İşünüş eyler anınla her zaman
Bugün yalnız kahvehane yapıl makta. Hem birbiri arkasından, biribirinden daha çirkin olarak... Ümit edelim ki, müdavimler daha cazip eğlenceler bulsun ve hayatın bütün gündeliğini ortaya koyan, geceliğinin iptidaîliğini gösteren bu kahvehanelerden kurtulsun.
Selim Nüzhet
Saçdöken Nedir?
Onsekizinci asırdaki bir kahveyi gösteren bu resim eski bir sa nat albümünden alınmıştır. Resimde görüldüğü gibi, o zamanki kahvelerde müşteriler yerdeki ha ırlar veya minderler üzerine bağ daş kurarak otururlardı. Kahvenin dört bir köşesi, duvarlar ve ta
van, muhtelif tezyinatla kaplı idi.
Saç döken hastalığında baş yer yer çıplak ve çirkin bir manzara alır.
S
AÇLARINA meraklı bir okuyu cuyum, bana yazdığı mektupta saç döken hastalığına tutuldu ğunu, başındaki saçların, yer yer, dökülerek başının çirkin bir man zara almakta olduğunu anlatıyor, bunun çaresini soruyor.Birçok insanlar, bilhassa kadın lar, saçlarına pek meraklıdırlar. Bu bakımdan saç döken hastalığı na tutularak telâşa düşen okuyu cumu, bu telâşından dolayı, mazur görmemek ve ona hak vermemek mümkün değildir.
Saçlara musallat olan hastalıklar içinde Pelade: saç döken dedikleri hastalık, mühim bir yer işgal edi yor.
Her şeyden evvel şurasını okuyu cuma müjdelemek isterim ki, saç döken hastalığının tedavisi vardır ve bu hastalığın tesirile dökülen saçların kökleri harap olmadığın dan yeniden yerine gelmeleri, ârı- zanın tamamen düzelmesi kabildir.
Hekimlikte saç döken hastalığı nın sebepleri biraz karanlıktır. Fa
kat bu hastalığın bir gençlik hasta lığı olduğuna ve erkeklerden ziyade kadınlarda görüldüğüne dikkat e- dilmiştir.
Meseleyi tetkik edenler, saç dö kenin sinirlerin hali ile yakından alâkalı olduğunu görmüşlerdir. Çün kü, ekseriyetle, bazı sıkıntı ve ke derlerden ve sinir sistemini şiddet le sarsan derin heyecanlardan son ra saç döken hâsıl olduğu görül mektedir.
Saç döken hastalığı için ailevî bir istidadın mevcut bulunduğu da ya zılmıştır. Kadınların, gebelik, âdet görme ve âdetten kesilme zaman larında başlarında saç döken husu le gelmesi, hastalığın iç ifrazı beze (gudde) lerile, bilhassa tenasül â- zası ile, münasebetli olduğuna dair olan fikirlerin ortaya çıkmasını mu cip olmuştur.
Vücudu, gizli bir tarzda, için için kemiren frengi hastalığı da saç dö kene sebep olmaktadır. Zaten fren gi okadar sinsi bir hastalıktır ki, onun vücutta oturmadığı hiç bir yer, taklit etmediği hiç bir deri has talığı yoktur denilebilir.
Saç döken, ciltte yer yer, ufak büyük birçok sahalardaki kılların tamamen dökülmesi, o nahiyenin çırçıplak kalması ile kendisini gös terir. En çok başta olur. Kılları dö külen yerler, beyaz, parlak bir hal dedirler. Saç döken, bazı defa, ba şın bütün kıllarını dökecek derece de şiddetli olabilir. Bu hal, etrafın- dakileri de hayrete düşürür.
Gelin olmak üzere bulunan bir kızcağızın, birdenbire, bütün saçla- ları dökülmüş ve zavallı kızcağızın başı cascavlak kalmış olduğunu bir zamanlar bir okuyucum bana bildir mişti.
Bu halin, duyulan şiddetli bir heyecan tesirile, bütün sinir siste minin sarsılmış olmasından ileriye gelmesi muhtemeldir.
Saç döken hastalığına tutulan lar, umumî olarak, fosfatlı, arsenikli ilâçlarla bünyelerini ıslah edip kuv- vetlendirmelidirler. Başı orta sert likte bir fırça ile güzelce fırçala mak, içinde amonyak, iyod, kloro form, alkol veya sirke ruhu gibi maddeler bulunan losyonlarla saçı dökülmüş yerlere friksiyon yapmak, bunlar tesir etmezse elektrik teda visi tatbik etmek hastalığın izalesi ne ve dökülen saçların yeniden çık masına kâfi gelecek bir tedavi teş kil eder.
Dr. Nuri Ömer Ergene