• Sonuç bulunamadı

Yüreğimdeki Eyuboğlu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yüreğimdeki Eyuboğlu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET

24 Ocak 1073

5

Eyuboğlu MERHABA

BATI, DOĞU

Avrupa dünyam îzm gençliği, yeniden doğuşu, y arın a açılan penceresidir. İnsanlığın b ü tü n değerleri A vrupadadır dem iyorum ; Yunan Öncesi ve Avrupa dışı değerlerin varlığını, h a tta tü rlü ba­ k ım lard an ü stünlüğünü in k â r etm iy o ru m ; fa k a t insanlığın değer o larak n esi v arsa bugün İçin an cak A vrupa sayesinde o rtay a çı­ kabileceğine, ancak Avrupa kafasıyla faydalı olabileceğine İnanı­ yorum . E n d erin düşünce k a y n a k la n m a Ş a rk ta olduğunu kabul etsek bile A vrupasız b u k a y n a k la r k u ru çeşm elerden farksızdır.

M illetim iz kendi geleneklerini h o r gö rü p A vrupanm düşünce, bilgi, ah lâk , hukuk ve san at İlkelerini benim sem eğe k a ra r verm ek­ le bugün gençlik çeşm esinin n e rd e olduğunu açığa v u rm u ştu r. B u böyle İken bazı A vrupalIların, hem de bazen en değerlilerinin b ir tü k en işten , b ir İhtiyarlam adan b ahsetm elerine, A vrupa’y ı A vrupa yap an re a list dünya görüşünden sa p ıp İnsan ve dünya ötesine baş v u rm a la rın a ne demeli? Ü stad Y ahya K em al’den b ir fık ra d in le­ m iştim : G enç T ü rk ler, kendileri gibi İnkılâpçı, yeni kafalı diye Je a n Ja u rè s’e d e rt yanm ağa gitm işler; m em leketteki irtic a h are­ ketinden, geri kafalılardan söz açm ışlar. Jean Jaurès; m ürtecile- rin n eler söylediklerini so rm u ş, Genç T ü rk ler d e kendilerinin Av­ r u p a ’ya ayak uydurm ak isted ik lerin i, m ü rtecilerin ise A vrupa’n ın çü rü m ü ş olduğunu, yıkılm ası gerektiğini ve yıkılacağını ileri s ü r­ dük lerin i an latm ışlar. B u nun üzerine Jean Jau rès, hiç h a tır gönül dinlem eden, «Ben de sizin m ü rte e ile r gibi dü şü n ü y o ru m , onlar h ak lı: Avrupa k ö tü d ü r ve değişm elidir» dem iş. Ja u rè s Avrupa’yı değiştirm ek için bizüeki A vrupa düşm anlarıyla işbirliği ed eb ilir; am a kendi dünyasını değiştirm ek, daha ileriye götü rm ek isteyen Jau rès A vrupa kafasının tâ kendisidir. Gerçi Ja u rè s Avrupa’yı da- h a çok siyasî bünyesi bakım ından kötülüyordu, fa k a t Avrupa kül­ tü rü n ü çıkm azda gören, A vru p a dışı değerlere başvuran fik ir adam ları da nih ay et A vrupa'nın kendi kendini ten k it, kendi sın ır­ larını zorlam a gayreti olarak görülm elidir. B azı AvrupalI fik ir adam larının Boğıı m istisizm iyle alâkası o lm am ak la b erab er m istik denebilecek tem ayülleri, m istikliğe benzer g örüşlere kaçm aları dünya gerçeğini kucaklayam az olan d a r b ir akılcılığı yıkm a, b u ­ lunandan öteye gidebilecek d aha d erin b ir ak ıl yolu aram a kaygı- 1 larm dan doğm uş olsa gerektir. N itekim B ergson sezgi adiyle a k la 8 k a rşı koyduğu yol ardından gidenleri ta b ia t ötesine değil tersine tab iatın d aha d erin gerçeklerine g ö tü rm ü ş, existentialist'lerin yeni b ir çeşit m etafiziğe çalan felsefeleri insanı d ah a içten, d aha öz­ den tanım ağa, h a ttâ en aktüel d ü n y a m eselelerine katılm ağa yö­ neltm iştir. T ıpkı sem bolizm; sü rrealizm , kübizm , dadaizm .. vesa­ ire gibi akıl düşm anı olarak ortaya çıkm ış s a n a t hareketlerinin netice itih ariv le aklın sın ırların ı genişletm iş, b u g ü n a rtık m akul görülen değerlere varm ış oldukları gibi. Bu a ra d a tab iî sular bu­ lanm ış ve bulanık suda, balık avlayanlar o lm u ştu r. Sözü dinlen­ m ez olan, otlağını kaybeden, zam ana ayak u y d u ram ay an , genç ve yeni olan herşeye içerleyen tü rlü tü rlü in san lar b u h ra n , im an, şeytan, iflâs, dejeneresans gibi dum anlı k av ram ları h a b ir e 'k u lla n ­ dılar. İn san lar m akineleşiyorm uş, ruhsuz ahlâksız oluyorm uş, say­ gı, zevk, edep erkân o rta d a n kalkıyorm uş. H albuki dünyam ızın A vrupa kafası sayesinde günden güne daha iyiye gittiğini, y e r yer ve m uvakkat gerilem elere, ak sam alara, sabotajlara rağm en dünden d aha haklı, d aha akıllı, d aha zevkli, daha m esut olduğunu görm e­ m ek için ya k ö r yahut da bilerek bilm eyerek h er tü rlü değişm e­ den z a ra r göreceklerin adam ı olm ak lâzım . A vrupa’nın bulduğu açık ve cö m ert k ü ltü r fo rm ü lü sayesinde h e r gün ve h e r şeye rağ ­ m en dünyanın her yerinde hak k ım , m edeniyet payım isteyenlerin sayısı alabildiğine artm ıyor m u?

K riz diye adlandırılan rahatsızlığı doğu ran d a belki bu a rtı­ şın tâ k endisidir. Sokağı aydınlatan elektriğin e r geç ru h la rı da aydınlatacağı su götürm ez. Ama evlerinde elektriğin b ir dakika kesilm esine razı olm ayan bazı aydın k işiler yine de insanların m u m ışığıyla d aha m esut ve daha ahlâklı olacağını söylüyorlar. Niçin? Bu kişilerin elek trik payları fazla kaçm ış da o n d an diye­ ceğim geliyor. M edeniyetin m addisi mânevisi diye ay ırm alar ya­ pan lara ben olsam hiç elek trik verm em .

Dünyada m edeniyetin nim etlerinden faydalanm ayan sürülerle insan bulundukça bu nim etlere kavuşanların m edeniyeti kötüle­ m eleri gülünç b ir şeydir. Tekniğin, m akinenin çağım ızda insan­ lığa ettiği hizm etler yanında, b u n la rı ih tira sla rın a â le t edenlerin

sebep oldukları büyük felâk etler bile küçük kalır. Teknik, rrmki- na m addî şeylerdir, am a onları y aratm anın ve m u h taçlara dağıt­ m anın hazzı, heyecanı da m addî m idir?

Aslında m addî m ânevi ikiliği üzerine fik ir k u ra n la r ru h la be­ deni ayıran çağların düşünce kalıplarına bağlı k alıy o rlar. Bizim çoğumuz, bütün ikilikler gibi b u n ları da o rta d a n kaldırm a, insanı ve dünyayı b ir çözülm ez b ü tü n o larak görm e yolundadır. Fizikle metafiziği, dinle felsefeyi, akılla im anı, san atla tekniği, insan içi ile insan dışını, zıt k u tu p lar olarak görm ek a rtık bizi ileriye değil geriye götü rü r. Yeni düşüncenin v arm ak ta olduğu bütüncülüğün m istik ve panteist dünya görüsüyle b ir benzerliği yok değil. Fakat şim diki düşünce evrenin ötesine değil, b üsbütün berisine, özüne doğru gidiyor. MAVİ ve KARA/195

HALKTAN YANA

H alk tan kopm a ta b ia tta n kopm a g ib id ir: İn sa n ın düşüncesini inceltir, y ü celtir gibi g ö rü n e re k k ıs ırla ş tırır.

* * *

O sm anlI’nın h a lk a d a y a n a ra k k u rd u ğ u yam an d e v le t Bizansı h alk tan k o p tu ğ u için b ir v u ru ş ta yıkm ış, o da h a lk ta n k o p tu k ça kısırlaşıp b a tm ış tır.

î f : î j î İfS

H a lk ta n kopm anın en açık belirtisi, «halk şu n d an an lar, b u n ­ dan anlam az» diye fe tv a la r v e rm e k tir. Bu b e lirti sağ cılar ara ­ sında da g ö rü leb ilir so lcu lar a ra s ın d a da. B ence solcuların halkı h o r görm eleri, sağcıların h o r görm elerin d en çok d ah a ayıp ve dünyam ız için çok daha teh lik elid ir.

:{î

Yeni san at halka y a ra n a ra k değil, h alk ı y a d ırg a ta ra k doğabi­ lir. Bu demek değildir ki yeni san atçın ın görevi h alk ı h o r gör­ m ektir. Tam tersine yeni san atçın ın görevi h a lk ı say m ak ve h a lk ­ tan ders a lm a k tır: T a b ia tta n d ers a lır gibi. B ugün Y u n u s E m re gibi şiir yazm ak g erilik tir, am a Y unus E m re ’n in o n üçüncü yüz­ yılda yaptığını yirm inci yüzyılda y ap m ak ile rilik tir. N edir Y unus E m re ’nin kendi çap ın d a y ap tığ ı? Ç ağının en ile ri d üşüncelerini halkın diliyle halka a n la tm a k : T ıp k ı D an te’n in y ap tığ ı gibi.

-i* d -

-î-Bizim halkım ız gerici değil, g eri k a lm ış tır sadece. G erici h alk ­ tan yana görünen h a lk d ü şm an ı, ya da h alk düşm an ın ın belli b ir eğitim le y etiştird iğ i b ir yobazdır. H alk bunu bilm esine b ilir; am a devletin do k u n am ad ığ ın a halk, hele birleşem eyen te k ler-h alk ı ne y ap ab ilir ; tü rk ü le rin e , tek erlem elerin e, atasözierine d ö k er içini. Kim gericiliğin içy ü zü n ü h a lk ta n iyi açığa vurm uş. Şu atasözün- deki şim şek kesinliğine b a k ın : H alka v e rir ta lk ın ı, kendi y u ta r salkım ı. E linden gelse y u ttu r u r m u salkım ı? 1965

MAVİ VE K A RA / 26 *

YÜREĞİMDEKİ EYUBOĞLU

13 Ocak 1973 g ü n ü öğleden, Sonra k a y b e ttik S a b a h a ttin Eyuh- oğ lu ’nu, oniki y ıl önce sık ışan y ü reğ in in , o cöm ert, tem izin tem i­ zi, d ü rü s tü n d ü rü s tü y iğ it y ü re ğ in in bird en d u ru v erm esiy le. Bir- b uçuk saat öncesine k a d a r, b ir trio (E yuboğlu - E rh a t - Günyol trio su ) çalışm asının oldum b ittim içim ize im ece m u tlu lu k la rı, se­ vinçleri, esen lik leri sa la n ü rü n le rin i A zra’nın k alem iy le b ir def­ te re geçirm iştik. F ran sız h ü m an isti, özgür düşüncenin M ontaigne ile b irlik te en b ü y ü k tem silcisi olan R abelais’nin G a rg a n tu a ’sını çev iriy o rd u k , altı a y d ır sü reg elen k esik kesik çalışm alarla. Çevi­ riy i b ir y erde k eserek ayrılm ış, y eniden b u lu şm ak , d ah a nice o r­ ta k çev iriler y a p m a k u m u d u y la. M eğer b ir sa a t sonra, gözlerini h a y a ta kap ay acak m ış, o «delinm edik yüzlerce inci» yi, olduğu gibi b ıra k a ra k , o en olgun çağının eşsiz k ü ltü r h âzin e sin i; o insafsız, savurgan, o bilinçsiz ta b ia tın h o y ra tlığ ın a k a p tıra ra k .

K im di E y u b o ğ lu denen, b u çorak T ü rk iy e ’nin b ağ rın d a «poli­ tik an ın b u la n ık s u la n o rta sın d a a k b ir n ilü fe r gibi» inanılm az b ir m ucizeyle açan, am a tü r lü an lay ışsızlık lar, te rs y o ru m la r y ü ­ zünden, v a k tin d en önce so ld u ru lan T ü rk iy e ’nin en n am u slu ay­ d ın la rın d a n o lan b u insan?

Y ıl 1942 sonları. M illî E ğ itim B ak am H asan-Â li Y ücel’in döne­ m indeyiz. Y ayın M ü dürlüğü K lasik İş le r D anışm anlığına atanm ış, k lasik çev irilerin te lif h a k la rın ı h esap lam ak la g örevlendirilm iş­ tim . D aha önce o ld u k ça geniş tu tu la n h e sap lam alard a d ik k atli olm am iste n iy o rd u benden. A ta ç ’ı b a n a a rk a m d a n «çeviri düşm a­ nı» d ed irtecek k a d a r b ü y ü k b ir titizlik le hesap lıy o rd u m telif h a k ­ ların ı.

B ir gün, Y aşar N abi ile b irlik te p ay laştığ ım ız odaya S a b a h a t­ tin E y u b o ğ lu ile O rh an V eli g eld iler (O . V eli ile ilk o larak k a r ­ şılaşıy o rd u m ). Y anılm ıyorsam , T u re a re t çevirisinin h esap lan m a­ sın d a b ir eksiklik v arm ış. T ercüm e B ü ro su n a üy e o larak girdiğim b irk a ç h afta içinde, iyi n iy eti, alça k gön ü llü lü ğ ü y le tan ıd ığ ım S. E yuboğlu, o incenin incesi n e z a k e tiy le , b enden bu h esab ın y en i­ den gözden geçirilm esini istiy o rd u . Y ayın M ü d ü rlü ğ ü n d en gelen a şırı b ir titizliğ in etk isiy le, h e sa p ta b ir y an ılg ıy a düşm üş olabile­ ceğim i b a n a h a tırla ttı. Ç ev iriy i y en id en hesapladım ve sonunda g ö rdüm ki, te lif h a k k ın d a b irk a ç lira fazlalık bile olm uş. D u ru ­ m u b ild ird iğ im zam an, S. E y u b o ğ lu ’n un güvenini, istersen iz sev­ gisini, b ir anda kazandığım ı farkettim . Öylesine h ak tan ır b ir in ­ sandı o.

B ir gün, Y ayın M üdürlüğündeki odam a geldi Eyuboğlu, T alim ve T erbiye K u ru lu n u n ü s t k a tta k i odasına beni çağırdı. K apıyı açınca, m asanın k en arın a ilişm iş, yarı o tu rm u ş, y a n ayakta, elli­ sinde v ar yok, ışıl yüzlü b ir ad am la k arşılaştım . H akkı Tonguç’tu bu. Beni H asanoğlan Köy E n stitü sü n d e çalışm aya çağırıyordu. F ran sızca ö ğretm enlerine İhtiyaç varm ış. Eyuboğlu beni salık ver­ m iş, d ah a nicelerini salık verdiği gibi. Sevine sevm e kabul ettim . Bir P azartesi sabahı istasyonda b u lu ştu k . V er elini H asanoğlan, T renden inerken bizi, çu h alar içinde, kızlı erkekli büyük b ir öğ­ renci kalabalığı k arşılad ı. Y üzlerinde S. Eyuboğlu’n un o sıcak, o sevecenlik dolu b ak ışların ın yankısıyle ışıldayan yüzlerinde, benim için ü ç yıl sürecek eşsiz b ir m utluluğun kapısı açılm ıştı sanki a r ­ d ın a kadar. İstasyondan E n stitü b in aların a k ad ar yürüdük. Bu k arşılam a b ir gelenekm iş meğer. S ab ah attin Eyuboğlu’n u n d ö rt- b ir yanını öğrenciler sarm ış, onu soru yağm uruna tu tu y o rla r, b ir h aftan ın b irik m iş özlem ini, bilgi susuzluğunu b ir an d a giderm eye çalışıyorlardı. Ö ğrenci öğretm en ara sın d a böylesine sıcak, böyle- sine candan yürekten, böylesine kardeşçe, arkadaşça, ağabeyce b ir yakınlık, b ir içlidışlılıkla ilk kez karşılaşıyordum . Ne sarsıcı b ir yenilikti bu benim için. O asık su ra tlı, k a ra cüppeli üniversite çevresinden kopup; bu katıksız, ak yürekli, yüzlerce yılın k a ra n ­ lık ların ı y ,rtıp içlerine ışık d o ld u rm ak özlem iyle yanıp tu tu şa n h alk çocuklarının, köylü çocuklarının arasın d a, sevgisinin ve b il­ gisinin olanca, cöm ertliğinde kendini b u la n yepyeni b ir aydın ti piyle k arşılaşıyordum aynı zam anda.

O gün erk en d en d erslere başladım . İn s a n sıcaklığı ile dolup ta şa n T anrısız b ir tap m ak , b ir bügi tapm ağıydı sanki sınıf. N

er-Vedat GÜNYOL

...J

den ve kim den a lm ıştı bu k u tsal havasını? ö ğ re tm e n le öğrenen arasına, sih irli b ir değnekle sokulm uş, candan, o k ardeşçe ilgi s ı­ caklığı? K im den gelebilirdi, en büyük T ü rk eğitim cisi Tonguç ile, onun ad etâ gölgesinde, sessiz sedasız çalışan, am a H asanoğlan Köy E n stitü sü yüksek kısm ının kafası ve yüreği olan S. Eyuboğ­ lu gibi engin b ir sevgi ve k ü ltü r hâzinesinden başka?

S ab ah attin Eyuboğlu’ydu, «M etinlerle Batı K ü ltü rü Tarihi» derslerinde ve haftad a b ir tartışm alı açık to p lan tılard ak i o k o ­ nuşm adan k o n u ştu ran , doğruyu, güzeli, iyiyi h içb ir telkine k aç­ m adan öğrencilerin kendilerine bulduran.

S. E yuboğlu’n u n uygulam aya çalıştığı eğitim yöntem i, el işç i­ liğinden k a ta işçiliğine, el eğitim inden k afa eğitim ine geçerek, ya­ ratıcılığına, insanca n itelik lerin e inandığı ve cam gibi sevdiği T ü rk köylüsünü köyün içinde yetişen aydınlarla onu kalkındırm ayı am açbyordu. Y ıllarca önce, İstan b u l’da başlatılan h alk oyunları festivalinde, A nadolu’n un d ö rt b ir köşesinden gelen to p lu lu k ların A çıkhava T iyatrosundaki o eşsiz, coşkulu gösterileri k arşısın d a şöyle diyordu Eyuboğlu: «Güzel oynayan halk düşünm eyi öğrene­ bilir, giderek öğretebilir.»

İşte bu inançtı Köy E nstitülerine bağlıyan S. Eyuboğlu’nu ve bizîeri, Ama uzun sürm edi bu bilgi tapm ağındaki o m utlu çalışma günleri. A tatü rk ’ün ölüm ünden sonra b ir politika alaborasiyle tırpanlandı ye­ tişm ekte olan o canım ü rünler, eğitim kadrosuyla birlikte darm ada­ ğın edildi. K ara güçler üstün çıkmıştı, T ü rk köylüsünü yüzyılların karanlığından k u rtarm a k için canla başla çalışan o güzelim kurum u kuşa çevirmişlerdi.

Sonra, S. Eyuboğlu ile birbirim izi kaybettik. Ama, içimizde sönmez b ir ortak ateş gibi yanan Enstitü özlemi derinden derine görülmez bağ­ larla bağlam aktaydı bizi. 1952’lerdeydi. Yeni U fuklar b ir yılını dol­ durm uştu, henüz. O rhan B urian’ı kaybedecektim b ir iki ay sonra, b u ­ gün S. E yuboğlu'nun kaybettiğim gibi. Dergiyle yapa yalnız kalm ış­ tım. O zaman, S. Eyuboğlu yardım elini, dost elini, cöm ert elini uzattı bana ve yirm i yıl boyunca dergiyi de kitap yayınlarım da b ir gönül işi olarak benim le b irlik te ortakça yaşattı.

B ir büyük gönül adam ıydı S. Eyuboğlu. O rtaklaşa çalışmanın, imece bereketinin erdem ine inanm ış b ir gönül adamı. H er tü rlü yoz­ laşmaya — halktan kopm aktı onun için yozlaşmak — kafa tu ttu öm­ rü boyunca. D ivan şairlerini, yapma dilleri d u y g u lan özentileriyle b ir yana itip, Y unus’larla, P îr S ultan’larla Anadolu’n un gür ve içli sesine verdi kulağını ve gönlünü. G üle karşı yoncayı, bülbüle karşı serçeyi tu ttu . Ş arkılara in at türküleri, halılara in at kilim leri benim ­ sedi. T u ran 'ı elinin tersiyle b ir yana itip m em leket’e, -yani gerçeğe sarıldı dörtbir eliyle. Salonu atıp sokağı yeğledi, gözyaşını verip

U m ut’a sarıldı.

G ünlük politikadan uzak yaşadı, politikanın bulanık sularında balık avlıyanlardan köşe bucak kaçtı. Köy Enstitülerinin kurulm ası­

na, klâsiklerin çevrilm esine destek olduğu, dem okrasiyi — iyi kö tü — bu mem lekete yerleştirm eye çalıştığı ve de T ürkiye’yi savaşa sokma dığı için b ir İnönü’yü — o da, sağdan soldan giden, kim i zam an h ak ­

sızlığa varan saldırılara k a rş ı— duygusallıktan uzak, kafasıyla, belli bir insaf ölçüsünü kendisine klavuz yaparak savundu. Yakın uzak ne b ir çıkar düşüncesi vardı ve olabilirdi bu tutum unda, ne de ya­ kın uzak b ir duygusal bağlılık. Çankaya köşkünde kim ya laboratu- varı kuran, y u rt sorunları kadar, çoluk çocuk, dam at gelin, birader m irader ilişkileri gibi aile işlerine kendini verm işliğinı düşünm üş olsa gerek, b ir pazartesi toplantısında, İnönü «ailevî ve kimyevî» bir insandır diyerek, ona karşı tutum unu gerçek yerine oturtm uştu.

G ünlük politikadan uzak yaşadı Eyuboğlu, diyordum. Ama yine de, politika değilse de, politika çalkantılarına bilinm ez ne yoldan k u r ban gitti. Halk değerlerini, h e r çeşidinden halk sanatım çağdan dü­ şünce ve sanata m aletm eyi kendine d ert edinmiş, gizlisi saklısı olm a­ yan, düşüncesi ve yüreği, evi ve sofrası herkese açık olan S. Eyub­ oğlu gibi bir gönül insanının, 12 M art sonrası, aklının köşesinden geç meyen, geçemiyecek oian bir suçlam a ile dört aylık b ir hapis serü ­ venine uğram ası, b ir iki ay önce aklanm asına rağmen, giderayak yüreğinde onulm az yaralar açmıştı.

G itti Eyuboğlu böylece, T ürkiye’nin ak yürekli en büyük denem e­ cisi, ardında özlemler, onarılm az acılar b ıraka bıraka gitti.

SOFTALIK

S oftalık b ir düşünce, b ir bilgi k an seri diye an latılab ilir. Y aşa­ yan gelişen b ir organizm am a e n işlek yerinde b ird en b ir k a tıla ş­ m a, b ir kabuklaşm a. V arsın, olsun denir; aldırış edilmez. A k be­ d en ü stü n d e k a ra b ir b en gibi h o ş d a görünebilir. D erken k ara ben b a şla r koca gövdeye ölüm ağ larım germ eğe, işleyeni d u rd u ­ ru p , d u ran ı işletm eğe, b ü tü n çü rü m elerin hızıyla varlığı sarm aya. S o fta b ir te k düşünceyi dond u ru p keskinleştirdiği, b illû rla ş­ tırdığı için kendini kolay ta n ıtır, beğendirir. Sözleri, çürüyen her şeyin ko k u su gibi, yayılgan, girgin, dokunaklıdır. Bildiği bildik, dediği dedik insan canlı cenazenin tâ kendisi olduğu halde, ya da belki öyle olduğu için, in san ları koyunlaştırıverir. B ir de b a k a rs ı­ nız cıvıl cıvıl yaşayan in sa n to m u rcu k ları, çiçek açm ış kızlar, d e ­ likanlılar leş gibi kokan b ir düşüncenin büyüsüne kapılm ış, k en ­ di dallarım kesiyorlar. Doğan güneşin, p ırıl p ırıl b ir derenin, yemyeşil b a h a ra açılm ış b ir pencerenin önünde, m utluluğun eşi­ ğinde oır insan, b ü tü n bunlara pislik atan b ir papazın yap d ed i­ ğini yapıyor, yapm a dediğini ta ş çatlasa yapm ıyor, yapam ıyor İtaly a’da böyle b ir kız gördüm . G özlerini, ağzım , b u rn u n u , y ü re­ ğini yapıyor, yapm a dediğini ta ş çatla sa yapm ıyor, yapam ıyor K âğıtta: İsa sizi bekliyor, gibilerden b ir yazıyı görür görm ez b ir n o rtiak görm üş gibi tüylerim ü rp erd i.

Softabğın b ir düşünce, b ir bilgi h astalığ ı olduğu şundan bel­ lid ir ki, bu h a sta h k yalnız in sa n la rd a görü lü r. Hangi hayvana sof­ ta diyebilirsiniz? G erçi hayvan, h ep ayni yuvayı yapm ası, bildi­ ğinden şaşm am ası bakım ından softaya benzer; am a o d ü şü n m e­ diği, düşünem ediği için hayvandır. Softaysa düşünebilirken d ü şü n ­ mediği için so ftad ır. Bu b akım dan ona, hayvanca yani bildiğini geliştirem eden yaşayan insan da denebilir. H ayvanlar kızm asın am a, softa çok benzer onlara. Tıpkı o n lar gibi softa da dünyayı oldum olası yalnız kendi açısından g ö rü r ve düşüncesi hep ayni yerde o tla r, hep ayni dereden su taşır.

Softa is te r istem ez b ir bilginin, donm uş d a olsa b ir d ü şü n ­ cenin adam ıdır, bir görüşe ölesiye bağlıdır. O nun için halk çok defa softayı idealistle k a rıştırır, düşüncenin en büyük düşm anını b ir düşünce kahram anı o larak g ö rü r O ysaki, kendinin bile olm a­ yan b ir eski, b ir aşılm ış düşünceyi yaşatm ak isteyen so fta, kendi yarattığı, ya da kendine m alettiği b ir düşünceyi gerçekleştirm ek isteyen idealistin ta m te rsid ir. Peygam berler, erm işler evliyalar önderler so fta k işiler d e f i î d i r : o n ların düşüncelerini dondurup sö m ü ren lerd ir so fta. M evlâna C elâlettin b ir idealistti: onun d ü ­ şüncesini kurtu ld u ğ u çıkm aza yeniden sokan nice mevleviler ise b ire r so ftad ır. Mevlâna: Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün

gibi ol m u dem iş? O nlar ta m o lm adıkları gibi g ö rünm üş, ta m gö­ rü nm edikleri gibi o lm uşlardır.

S oftalık b ü tü n insanbğm baş b elâsıd ır. Bizim için özellikle tehlikeli olm ası başb ca şu sebeplerden ileri gelir: Biz eskiden kopm ak, değişm ek, yenileşm ek isteyen b ir m illetiz; sottalarım ızm çoğuysa çok eski, h o rtla k sayılacak k a d a r eski (fo to ğ raf çek tirm e­ yi günah sayacak k a d a r eski) b ir düşüncenin so ftalarıd ır. Dönmek, H attâ d u rm ak bizi b ir çok m illetlerd en d ah a fazla sa rsa r. K aldı ki, eski dünyam ızdan dönm ek istesek de dönem iyecek k a d a r k opm u­ şuz. B ir b aşk a sebep, bizde softalığa k a rşı en etk in silâhın, aydın­ lığın, az oluşudur. Ç oğunluğu okum a yazm a bilm eyen b ir yerde so fta h e r dilediğini y ap tırab ilir; hele p a rtile r ya ister istem ez, ya işlerine gelerek so ftalara göz y u m arlarsa. Biz so ftalard an çok çekm işiz. Y akın tarihim iz b ir so ftalarla savaş, çok defa d a b ir so ftalara boyun eğme ta rih id ir. Çok eskiden hiç olm azsa savaş­ lard a işe yarayan so fta son tarihim izde, o rd u n u n b atık laşm ası geı ekince, düşm anın ekm eğine yağ sürm üş. B atık ların bizden öğ­ rendiğini yeniden öğrenm eğe bile gâvurluk dem iş B ugün yeni dünyaya ayak u ydurm ak için yaptığım ız h er şey bizim so ftam ı­ zın fırsa t b u lu r bulm az yıkacağı şeydir. Yeni b atıd an gelir, batı gâvurdur, o halde Y eni gâvurdur. 1959

M AVİ ve K ARA I 179

M A V İ

VE K A R A

Maviyle sanat, karayla para demek istiyorum . Neden derseniz, acım trak olacağmı önceden bildiğim bu yazının adında olsun biraz renk olması hoşum a gidiyor. Her rengin kendine göre bir güzelliği vardır: kırmızının, sarının, yeşilin her birine ay rı b ir destan yazıla­ bilir. Her üç renk nice nice şair ve ressam larda insan düşüncesini coşturan anlam lar kazanmış. Kırmızıya öfke, sarıya dert, yeşile um ut koyagelmiş insan oğlu. H er rengin bir başka tadı, yerine göre bir başka derinliği olabilir: Ama her yaşayanın iliklerine işleyen, ölüm k ara­ sına, yüz karasına, kasvet karasına bire b ir gelen ren k mavidir. K a­ ranlığı asıl yenen mavidir, güneş değil! G üneş çekilip gittikten sonra bile mavi sabahlara kadar cenkleşir karanlıkla. En güzel gecelerin bile rengi mavidir. L âf bütün bunlar, bundan sonra söyleyeceklerim de lâf; am a derdimi anlatamazsam b ir mavi olsun kalsın aklınızda, sanatın tâ kendisi mavi.

Şu son yıllarda kara maviyi, yani para sanatı bulandırıyor gibi geliyor bana. Belki hep böyleydi de ben şimdi farkına varıyorum: olabilir. Saflığıma verin. İster eski gerçek olsun, ister yeni gerçek: paranın sanatı yenmesinden daha acı bir şey düşünem iyorum insan­ lık için. Birçok sanatçılar tanım adık mı hep? P aralan , para kaygu- ları olmadığı zaman zamanlarını ve kendilerini aşıyor, pîr aşkına geceyi gündüze çeviriyorlardı. Sanatları para getirmeğe başlar başla­ maz değişiverdiler: sanatı bakkallara inat seçmişken bir çeşit bak ­ kal oluverdiler; içlerindeki maviyi haraç mezat sattılar. Belki rahat ettiler: ama para kurum kurum k u ru ttu hepsini. Bir adları kaldı sanatçı.

Sanatçı hep züğürt m ü kalm alı demek istiyorum? Yoo. En çok *nun kazanmasını isterim. Elimde olsa ciğeri beş para etmiyen nice •enginlerin parasını ona verirdim ; am a onun para peşine düşmesine

razı değilim. O zaman sanatçı, m avi yaratıcı olm aktan çıkıyor da onun için, o zaman üstelik yetişebilecek sanatçıların hakkını yiyor da onun için. Sanatçısını parasız bırakan bir toplum un utanm ası gerekir; am a sanatçı, gerçek yaratıcı olm aktan çıkm ış birinin de sa­ nat adına para kazanm aktan utanm ası gerekmez mi? Dünyamızı dol­ d u ran bayağılıkların çoğu parayı seçmiş sanatçıların yüz karasıdır. H alkın bayağılıktan hoşlandığını söyleyen de onlardır h er zaman Ö rnek her sanatta tüm en tüm en: ama çok para getiren sinemada baş­ ka tü rlü sü binde bir.

iy i ama, diyeceksiniz, sanatçının iyisini, kötüsünü, yaratıcısını, kısırını nasıl ayırdetm eli? İşte bu zor iş gerçekten, dünyanın en zor işi belki. Öyle olmasa bu kadar karışm azlardı zaten birbirine. İyisi çok defa acından ölüp kötüsü onun sırtından geçinmezdi. Paris gibi uyanık bir sanat çevresinde bile kimse önleyemiyor kötülerin yü­ ze çıkmasını. Yalnız halk, zamanla, haklarından gelebiliyor. A kade­ miler, jüriler, priler, tenkitçiler hepsi aldanabiliyor. D urm adan geli­ şen, gelişmesi gereken sanat her yerde, her zaman ölçüleri aşacak, şaşırtacak, yanıltacak; bunun çaresi yok. Yok ama her şeyin de bir derecesi var. En iyiyi bulm akta aldansak, geciksek bile, sanatı göz göre göre söm ürenleri olsun tanıyamaz, tanıtam az mıyız? B ütün öl­ çüler değişir, değişmelidir; ama. canım, ölçüler üstünde kalan, in­ sandan insana pek değişmiyen bazı değerler de var. H akkından faz- !asını zorla, yalan dolanla aim ayı hangi insanlık değeriyle uzlaştıra- bilirsiniz?

B ir insanın içinde para kaygusuyla sanatın uzlaşacağına inan­ mıyorum. Sanat hiç bir ortak kabul etm iyecek akdar kıskanç bir sev­ gilidir. Küçük hesapların da en büyük düşm anıdır. Önce para kaza­ nayım, sonra sanat yaparım diyen sanatçıların nasıl kuruduğunu görmüşsünüzdür. Buna karşılık ekm ek paralarını bile sanatlarına

harcayanlar sonunda para da kazanm ışlardır. Bu iki kaygu b ir araya gelmiyorsa kabahat kimin? O rası ay rı mesele: am a gelmediği ortada. Sanatçının b ir evliya olmasını, dünyadan elini eteğini çekip gü­ zellik yaratm anın m utluluğuyla yetinmesini mi istiyorum ? H ayır; dünyamızın en çok onun dünyası olmasını istiyorum , ama sanatçı kalması, insanlığın en temiz sesi olması şartıyla. Zaten, önünde so­ nunda hayatımıza, duygularım ıza biçim veren sanatçı olm uyor m u? D ünyayı sevmesini, sevdiğimizle konuşmasını bile o öğretm iyor mu bize? Onu: paranın kulluğundan kurtarm ak hepimizin boynunun borcudur. Ö yledir, am a biz onu kurtarm ağa çalışırken o bu k u l­ luktan hoşlanmağa başlarsa? O zaman ara da bul m aviyi I Hiç bir şey vermez mi olur paranın kulu olm uş sanatçı? V erir, kolayına kaçtığı için daha da bol verir; am a ne? K irli b ir mavi, olmasa da olur bir mavi.

Parasız hiç b ir şey yapılmaz oldu, biliyorum, ideal, ülkü, m ef­ ku re apartm an adı olm aya başlayalı gençliğin gözünden düştü, bili­ yorum. Para düşünm eden sanat veya bilim derdine düşen enayi sa­ yılıyor ya da kuşku uyandırıyor, biliyorum. Bağımsızlığı herkesten çok gerekseyen sanatçı geçinmek, çoluğunu çocuğunu geçindirmek zorundadır, biliyorum. K azandıkları paraya lâyık olm ayan insanlar arasında yaşayan bir sanatçıya paraya boş ver demek gülünçtür, bi­ liyorum. Ama bütün bu gerçeklere inat, sanatı paranın, m aviyi k a ­ ran ın üstüne çıkaranlar var ya? Binde bir de olsun var ya? İşte onlar sanatçı: üst tarafı m anatçı! Çok mu sert oldu bu yargı? Y umuşatalım biraz: bütün m anatçılann sanatçı olduğu zam anlar v a r­ dır. Aynı şeyi bir başka tü rlü söyliyeyim: h er insanın tan rı olduğu anlar vardır. 1958 MAVt VE KARA / 134

HÜMANİZMA NEDÎR,

NE DEĞİLDİR?

Azra ERHAT

S ab ah attin E yuboğlu öldü. S ab ah attin Eyuboğlu bir hü- m a n ist’ti, b ir T ü rk h ü m anisti, yeni T ü rk hüm anizm asınm k u ­ ru cu su diyebiliriz ona.

Altm ış k ü su r yıllık ö m rü bo­ yunca b u ülküyü gerçekleştir­ m ek, yaym ak için u ğ raştı. Onun söz, iş ve eylem lerine b a k arak hüm anizm anın ne olduğunu, ne olm adığım d ah a iyi anladık.

T anıklık edebiliriz.

%

H üm anizm a B atı A vrupada R önesans denilen dönem de b a ş­ layan b ir akım dır. O rtaçağın in­ san a yüklediği çeşitli b a sk ıla ra k a rş ı b ir b aşk ald ırm ad ır. Bu b ask ıların en b aşın d a din gelir H ıristiy an lık ilk çağ so n ların d a b ü tü n uygar dünyaya yerleştik­ te n so n ra, devletle birleşerek. K ilise denilen evrensel b ir güç o lm u ştu r B u güç h a lk la r ü stü n d e tü m yönetim i ele alm ış, in ­ san ların b u dünyada ve ö bür düny ad ak i k ad erin i sap tam ak sev d asın a k ap ılm ıştı. Yaşam ı, ahlâkı, h ak ve h u k uku, öğretim ve eğitim i, yazı ve sanatı, ik­ tis a t ve tic a re ti, k ısacası insan­ ların düşünüş, yaşayış ve dav­ ran ışların ın hepsini k a tı ve d e ­ ğişm ez k u ra lla ra gö re y ürütm e yi üzerine alm ıştı. İn san , kişi ve birey o larak h iç b ir değer taşım az, an cak K ilise - devle­ tin hizm etinde b ir kul sayılır­ dı. D avranışı bu gücün y a ra ­ rın a, çık arm a old u m u, tu tu ­ lur, sevilir, o k şan ır ve K ilise - devletin içine alın ıp o n u n la b ir İlkte tü r lü yersel ve göksel v a r­ lık lard an pay alm ası sağlanır, te rsin e o n a k a rş ı h erh an g i b ir kım ıltı ya d a k ıp ırtıd a b u lu n d u m u, tü y le r ü rp e rtic i işkenceler­ le yokedilir, o rta d a n k ald ırılır­ d ı Engizisyon denilen so rg u ve vargı m ekanizm ası insanı k o r­ k u ve k u şk u n u n sü re k li baskısı a ltın d a tu tu p hayatını zindan, gününü ve geleceğini cehenne­ m e çevirirdi.

B u tu tu m a son v erm ek için çabaya girişen ay d ın lara hü­ m a n ist d e n m iştir ta r ih ve ya­ zın tarih in d e. K im di b u n lar? E rasm u s, R abelais, M ontaigne ve bizde a d la n , eserleri p ek bilinm ediği için saym ağa gi­ rişm eyeceğim b irço k aydın İri­ şi daha. Y ürekli, yam an in­ sa n la r, çünkü y ıld ırm a ve sus­ tu rm a araçların ın h ep sin i elin­ de tu ta n K ilise • D evlete k arşı gelm ek için, R abelais’n in can­ landırdığı G argantua gibi yüz­ lerce a rş ın boyunda b ir dev olm ak gerekiyordu. N e d ü şü ­ nüyor, ne diy o rd u b u ad am lar? İnsan, insan o larak , inanış, dü şü n ü ş ve d a v ra n ışla rı ne o lu r­ sa olsun, kendi k endine b ir v a rlık tır. Onu değerlendirm ede din ve devlet gibi b ir d ış et­ ken ro l oynayam az. İn san h er tü r lü baskıdan arın m ış o la ra k kendi yaşam ını sürdürm eye, kendi gözü ile görm eye, kendi kulağı ile işitm eye ve duyula­ r ı ile n e algılam ışsa, onu d ü ­ şünen kafasında dilediği gibi b içim lendirip dile getirm eye in san doğduğundan ö tü rü hak kazanm ıştır, in s a n , bedeni ve ruhu ile özgürdür, bağım sızdır, özerktir; bu doğal haklarını sı­ nırlandırm aya, kısm aya, k ıs ıt­ lam aya yeltenen h e r kuvvet ya da düzen, evrenin doğal düze­ nine karsı çıktığı için suçlu­ d u r, ölüm lü d ü r ve geçicidir. H üm anistler bu g örüşlerini to ­ m a r to m a r eserlerle dile geti­ rip yaym ağa koyuldular. K im i­ si d iri d iri yakıldı, kim isi sü ­ rüldü, su stu ru ld u , daha açık­ göz o lan k im ileri de geçerli d i­ ne karşı sözüm ona daha in san ­ ca b ir din k u rm ak hevesine kapılıp insanı b ir baskı re ji­ m inden b aşk a b ir baskı re ji­ m ine so k tu lar.

H ü m an istlerin didine didine o rta y a a ttık la rı g ö rü şler o gün bugün epey geçerlilik kazan­ m ış ve tu tu n m u ş la rd ır. İn ş a m insan o la ra k saym ak, insan ve kişi h ak ların ı tan ım ak yolun­ da birçok y a sa la r ç ık a rm ıştır uygar insanlık. B u yasalara n e re le rd e n e dereceye k a d a r u- yulduğu su g ö tü rü r b ir ta r tış ­ m a k o n u su d u r. H ü m an ist k işi h ak ve h u k u k u n k a ra k ita p la r­ d a k a p a lı k alm asın ı değil, sı­ cak kan gibi b ü tü n insanlığm d a m a rla rın d a akm asını iste r. O nun için savaşır, dö v ü şü r, ge­ re k irse ölür. Ama bu savaşta te k silâhı düşünce ve söz, tek eylem i kendi yaşam ıyla ö rn ek olm aktır.

H üm anizm a b ir öğ reti değil­ d ir, h a ttâ b ir felsefe bile de­ ğildir, b ir görüş ve b ir tu tu m ­ d u r. H ü m an ist kişi herh an g i b ir din ya da devlet düzenini b en im ser olabilir, b ir siyasal y a d a dü şü n sel to pluluk içine girebilir, am a in san a toplum içinde y a ra rlı b ir em ekçi ol­ m ak ödevinden gayri b ir so ru m ­ lu lu k ve yüküm lülük yüklen­ m esini kabul etm ez. H içbir k atı öğretinin b oyunduruğu altına girm ez. D üşüncesi ile başbaşa ö zg ü rd ü r, in san ın y ararın a şu ya da b u yolu benim sem ek gö­ revinden b a şk a h içb ir zorunlu­ luk tanım az. K im i ö ğ retiler hü- m anizm ayı kendi ü lkülerine b ir ek o larak benim sem iş o lab ilir­ ler, ne v a r ki b u n ların h ü m a­ n is t insanın özlem ini gerçekleş­ tird ik le ri, in san a ta m özgürlük ve yalnız özgürlüğün sağladığı m utluluğu verm eyi b aşard ık la­ rı d a g ö rü lm em iştir bugünedek. O nun için d ir ki, gerçek hüm a­ n is t bu denem eleri saygı ile k a r şıladığı halde, hiçbirinin gidi­ şine kendini k an tırm ak istem ez, kendi b aşın a düşüncesi ile sa­ vaşm ayı ve yasam ı ile ö rn ek olm ayı yeğ g örür.

ö r n e k olm a konusu üstünde d u ralım . H ü m an ist, gününde te k b aşm a kalan b ir adam de­ ğildir. G eçm iş ve gelecekle sağ­ lam b ağ lar k u ra r. G eçm işi be­ nim ser. geçm işteki insan ve kül tü r değerlerini kendi kişiliğin­ de yaşatm ayı, evren ve doğa varlık ların ın hepsini insanın ya­ ra rın a ve m u tluluğuna kullan­ m ayı bo rç bilir. Bilim i, san atı tu ta r, y aratıcılık yolunda a tı­ lan h e r adım ı kendi yolunda ereğe doğru atılm ış b ir ileri a- dım sayar. B u g ö rüşü engin b ir cöm ertlikle, kendi bencil çık arların ın hepsini b ir köşeye a tarak , çevresindeki in san lara yaym ayı ödev bilir. İn s a n la rı sever, am a şunu bunu, Ahme- di M ehm edi sevdiği, acıdığı 1- çln değil, onlarla arasın d a duy­ gusal b ir bağ olduğundan ö tü ­ rü değil, kendisi insan, o n lar d a insan olduğu için. Ama b ir ya da b irk aç ö rnek insan seçer kendine, on a bağlanır, ona hiz­ m et ed er, onun adına çalışır, söyler, ü n ler, onun şanına çi­ çek ve çiçeklem eler saçar. Ni­ çin? Çünkü b ilir ki, İnsan ken­ din i değil, do stu n u söylediği zam an güzel o lu r, insan o lu r, insanca b ir şey söylem ek yolu­ nu bulur.

S abahattin Eyuboğlu b ir hü­ m an isttir. O ndan çok önce Yu­ nus E m re de b ir h ü m anist İdi, T ürkiye’nin ilk ve en büyük hüm anisti. Y unus E m re gibi Sa­ bahattin Eyuboğlu’nun insanlı­ ğa m esajı şu dizesi ile getire­

biliriz:

H alvetlerde meştrill o lam Daim açılır gül olam Dost bağında bülbül olam ö te m hey dost deyıı deyu.

Referanslar

Benzer Belgeler

Biz astma nedeniyle sistemik kortikosteroid tedavisi alan bir olguda steroid kesilmesinden yaklafl›k 6 ay sonra deri döküntüleri ile baflvuran ve lökositoklastik vaskülitin

1) SAD’yi tanımak için genç iskemik strokta şüphecilik ve farkındalık gereklidir. 2) SAD’nin üçte birinde intrakranial arter diseksiyonuda oluşabilir. 3) Lokal

Araştırmadan kliniğe uzanan yol uzun, yorucu ve pahalıdır. Deneysel çalışmalardan geçecek olan yol ise çok daha tartışmalıdır zira hayvan deneylerinden elde edilen

Okumak için tek şansım parasız yatılı sınavını kazanmam olmuştu.. Ortaokulda matematik ve fen dersinde başarılı

üzere alanın büyüklüğü ve özelliğine göre Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili kuruluşlar tarafından, üniversitelerin konuyla ilgili öğretim üyelerinin

Buchanan, ahlaki s›n›rlamalardan dolay› bir dereceye kadar baz› kamu karar al›c›lar›n bu varsay›m›n gerektirdi¤i davran›fllardan farkl› hareket etti¤ini kabul

•Genel olarak, çocuklar ve yetişkinler salgın hastalık riski gibi zorlu ve kaygı verici bir olayla. karşılaştıklarında stres tepkilerine benzer çeşitli

Veya mesleğin gerektirdiği yetenek düzeyi bireyin kapasitesinin altında ise, kişinin o meslekte doyum sağlaması mümkün olmayacaktır... N ELERI