Ö l ü m ü n ü n O t u z u n c u tjılc lö n ü m ü n d e
— :--- 1---
AU-il
/ î '/ V
4- ,■ /
7
7
HÜSEYİN RAHMİ
H
ikâye ve romancılığımızın usta populaire’i Hüseyin Rahmi, Erzurum Mevki-i Müstahkem Kumandanlığı ve Hün kâr Yaverliği yapmış Said Paşa’- mn oğlu olarak, 1864 Ağustos’unda İstanbul’da dünyâya gelmişti.Kendisini, 8 Mart 1944 târi hinde Heybeliada’daki ölümün den otuz sene sonra, bir kere da ha şükranla anıyoruz.
Rüşdiye’deki talebelik yılla rında kaleme aldığı «Gülbahar Hanım» adlı tiyatro eseri bir yana bırakılacak olursa; muharrirliğinin «İstanbul’da Bir Frenk» başlıklı ilk meyvesini, Ceride-i Havâdis’de Türk okurlarına tattırmıştı. Adını, Ahmed Midhat Efendi sayesinde Tercümân-ı Hakikât’de 1889 yı lında tefrika edilen . «Şık» romanı ile iyice duyuran Hüseyin Rah- mi'nin, asıl şöhretini İkdam’da, birbiriyle yarışır bir edâ içerisinde arka arkaya çıkan altı romanı ile kazandığını görüyoruz.
İT. Meşrûtiyetin ilân edildiği sene (1908), Ahmed Râsim ile birlikte «Boşboğaz» adlı mizahî bir dergi çıkaran yazarımız, diğer bazı eserlerini de Meşrûtiyeti tâ- kibeden yıllarda, Zaman. Cumhu riyet, Vakit, Sabah, Son Posta gazetelerinde yayınlamıştı.
Ahmed Hamdi Tan pınar : «Türk romanında hakîki konuşma, Hüseyin Rahmi ile başlar. Onda her cins konuşma vardır. Hüseyin Rahmi'nin büyük kuvveti, insan yaratmasını bilmesidir.» der. (Ro mana ve Romancıya Dâir Notlar. Ulus, Nr : 8140). Nitekim, Tanzi mat romancılarının hemen hepsi nin, eserlerindeki kahramanlarına rahat konuşma imkânı vermemele ri, romanlardaki akıcılığı engel- liyodu. Meselâ, ne Namık
Kemâl’-deki Mehpeyker, DİIâşııb (intibah); ne Ahmed Midhat Efendi’deki Fe- lâtıın Bey, Râkım Efendi (Felâtun Bey ile Râkım Efendi); ne Recâî- zâde Ekrem’deki Bihrûz Bey, Pe- rîveş Hanım (Araba Sevdası); ne Sami Paşa-zâde'deki ressam Ce mâl Bey ile Dilber (Sergüzeşt); ve fıe de Şemseddin Sami’deki Talat ve Fıtnat (Taaşuk-ı Tal’at ve Fıtnat) kendileri olmak hakkına sahip idiler! Ancak, Türk roman cılığının ilk sergüzeşti (!) olan Tanzimat, kendisini tâkibeden Ser- vet-i Fünûn’a hazırladığı zemin dolayısiyle büyük önem taşıyordu. Nitekim, Halid Ziya, Mehmed Râuf, Hüseyin Câhid, Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Safvetî Ziya gibi Servet-i Fünûn’un hikâye ve ro mancıları, Tanzimatçıların hazır ladıkları bu e ş i k ’den içeri gi recekler, fakat Avrupaî bir anla yışla mükemmeli aramaya ve ona ulaşmaya çalışacaklardı. Ne var ki, mııhtevâları zengin olmakla birlikte, kullandıkları sanatkârâne dil’in ağırlığı altında kalan eser leri, bir türlü ferâhlama ve açılma imkânına kavuşamayacaktı.
Servet-i Fünûn’u idrâk etmiş olmasına rağmen, bu devrin ro man anlayışından apayrı bir çiz gide bulunan ve tek başına kendi si, devrinin başlıbaşına bir roma nıdır, diyebileceğimiz Hüseyin Rahmi’nin; eserlerini çok rahat bir ufukta konuşturduğu, dikkatimizi ilk çeken hususlardan birisidir.
O, bilhassa teknik bakımdan, populaire Türk romanının ilk mür şidi Ahmed Midhat Efendi’nin yo lunu benimsemiş olmakla birlikte,
«Kırk Ambar» muharriri gibi her sahada roman yazmak yerine, rea lizm ve naturalizm vadilerinde e- serlcrini teksif etmiştir. Bilhassa,
ÖNDER G ÖÇGÜN
hikâye ve romanlarının zeminini hazırlamış olan ve Tercümân-ı Hakikât’de yayınlanan «Tulumba», «Merih Seyyaresinde Bir Hâdise», «Zekâ-yı Hayvanat», «Fezâ Denı- nuna Bir Nazar» gibi fennî yazı ları, Beşir Fuad’ın tesiriyle bu sa hada yaptığı ilk hamleleridir. An cak, naturalistlerin yapamadığı «Sosyal Tenkid» i, eserlerinin ni rengi noktası hâline getiren Hüse yin Rahmi, ahlâkçılık bahsinde, antitez’den (ahlâksızlıktan) hareket ederek, tez’e (ahlâka) ulaşmaya ça lışır ve : «Ahlâkıyyundan olmak için, ahlâksızlığı tedkik etmek ica- beder» der. (Miirebbiye, s : 40, yıl ; 1315)
Bu iddiaya göre, Mürebbiye’n n merkezî kahramanı «Matmazel Anjel» tipinin çevirdiği entrikala rın temelindeki ahlâksızlığın esp risi, asıl ahlâk anlayışını tezahür ettirmek realitesinde gizli bulun maktadır. «Ben Deli miyim?» ro manı dolayısiyle 1924’de mahke meye verilen yazarın, «Vakit» ga zetesinin 1.10.1340 (1924) tarihli nüshasında, naturalist anlayışını da içine alan bir savunmasına rastlı yoruz t «Fenn-i hakikat namına yürüyecek ve insanlardan hiçbir şey gizlemiyeceksiniz. Hakîki hikâ yecilik bütün ulûmıı. fünûnu ihti va eden, her fenalığı, her marazı, her gizli fesadı, yarayı aydınlığa çıkaran yüksek bir kudrettir.» Bü tün ilimleri ve fenleri içine alan hikâyeciliğin, hakîki hikâyecilik ol duğu husûsıı, Ahmed Midhat Efen- di’den intikâli mümkün bir görüş olmakla beraber, her türlü kötülü ğün, çirkinliğin hakîki hikâyelerde yer alması iddiasının, kısmen Be şir Fuad’dan ve özellikle Fransız natuıalistlerinden geldiği muhak kaktır. -Btı, aslında münakaşası çok
yapılmış bir durum olmakla bera ber, bir noktayı belirtmeyi de fay dalı buluyorum : Her türlü çirkin liğin, kötülüğün, marazın, gizli fe sadın yer almadığı büyük hikâye ler, romanlar yok mudur ve biz bunlara «hakîki hikâye» demiye- cek; miyiz? Ancak, Hüseyin Ralı- rni’nin yukarıda da ifade ettiğimiz: «Ahlâkıyyundan olmak için, ahlâk sızlığı tedkik etmek icâbeder.» cümlesi, bu konuda verilmiş en kestirme cevap olarak, mantıkî bir mesned teşkil eder görünmektedir.
Ayrıca «İnsanların kabahatle rini, günahlarını kendilerine açık olarak göstermeli ki, onları tekrar dan kaçınsınlar. Bunları söylemek lâzımdır.» (Yeni Adam Dergisi, Numara: 324, Yıl: 1941), «Ede biyattan, sanattan gaye, herhalde bir menfaat-i ictimâiyyedir.» (Şe- kavât-ı Edebiyye, Sayfa: 55, Yıl :
1329) gibi cümleleri; Hüseyin Rah- mi’nin, ahlâka ulaşmak için «Sos yal Tenkid» den geçirilmesinin ve edebiyat, sanat vasıtasiyle sosyal menfaatin sağlanmasının lüzumuna inandığının ifâdesidir.
Mîzah, O’nıı yapan en önemli taraflarından birisidir. «Sosyal
Tenkid» ini mîzah potasında erite rek vermeyi başarmış olması, ken disinden sonra gelenler üzerinde bile esaslı tesirler icrâ edecektir. Hüseyin Rahmi’nin mîzah konu sundaki asıl başarısı, onu tadında bırakarak, aşırılığa kaçmadan rea liteye dönebilmesindedir. «Deli Fi lozof», «Mürebbiye», «Bir Muâde- let-i Sevda», «Şıpsevdi» gibi eser leri mîzâha hâkimiyetinin orijinal tezahürleridir.
Edebiyat Tarihimiz’de, Ahıııed Midhat Efendi ile birlikte, eserle rinde yerli hayata geniş ölçüde yer
verenlerin başında Hüseyin Rah- mi’yi saymak gerekir. Devrinde, alafrangalaşmayı lüks sayması an layışı; —kendisindeki naturalizm tesiri hâriç tutulursa— «Felâtun Bey ile Rakım Efendi» muharriri- rin edebî havasını teneffüs etmesi nin neticesidir.
Bu arada, bize Avrupai tarzda hikâye ve romanı getiren Halid Ziyâ’nın, özellikle son eserlerinde yer alan yerli tiplerin işlenişinde, Hüseyin Rahmi’nin muhakkak te sirini gözden uzak tutmamak ge rekeceği kanaatindeyim.
Hülâsa; seksen yıllık ömründe yazdığı kırk romanı, sekiz küçük hikâyesi ve «Meyhanede Hanım lar» adını taşıyan bir uzun hikâ yesi ile Hüseyin Rahmi, Türk hi kâye ve romancılığında adını her zaman duyuracak zirvelerden biri sidir.
S E V İ N C E YOL B U L A L I M
Senin güvercinin uçmuş, benim kırıldı dalım;
Dokunma derde bu akşam, sevince yol bulalım.
Bilen çıkar mı sanırsın neyin ne olduğunu;
Açıkladıkça beyinler açıkta kaldı soru.
Sıyırdı geçti bu kurşun...İçimde bir istek
Bütün saadeti duymak ikinci kurşuna dek.
Ölüm ve ayrılık evrende eskiden beri var;
Hep aynı dertleri deşmekle geçti yüzyıllar.
Yeter bu göz yaşı, sussun bu inleyen şarkı.
Yeter, ne bestecinin var, ne şairin hakkı
O paslı hançeri bin bir hünerle saplamaya.
Ne çok sebep bulunur, bir bakınca, ağlamaya.
Açınca gam çoğalır, söyledikçe artar acım;
Nâzan KaranîsDokunma derde bu akşam, sevince yol bulalım.
M E H M E T Ç I N A R L I
7
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi