• Sonuç bulunamadı

Yeni Şiirin Peşinde: Nurullah Ataç ve Garipçiler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yeni Şiirin Peşinde: Nurullah Ataç ve Garipçiler"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

Şerife Çağın

*

IN PURSUIT OF NEW POETRY: NURULLAH ATAÇ AND POETS OF THE GARİP MOVEMENT

ÖZET

Nurullah Ataç’ın sanat eserinde, özellikle şiir sanatında aradığı en önemli özelliği “klasik” ve “yenilik” kavramlarında toplayabiliriz. Ona göre bir taraftan sanat ese-ri; devrin modalarını, temayüllerini, arayışlarını yansıtmalı, öte yandan ise insanın değişmez bir tarafını, bir hissini, bir durumunu ifade etmelidir. Bu yüzden onda divan şiiri tutkusuyla yeni şiir arayışı yan yana, birbiriyle barışık halde gidebilmiş-tir. Bu yazımızda, Nurullah Ataç’ın daha çok “yenilikçi” tarafı üzerinde durarak Garipçiler hakkındaki yazılarını değerlendirdik. Öyle ki Garipçilerin seslerini du-yurmasında ve bir hareket haline gelmesinde Ataç’ın rolü; Ataç’ın şiir anlayışının değişmesinde ve yenilenmesinde de Garipçilerin rolü oldukça önemlidir.

Anahtar Kelimeler: Nurullah Ataç, Garipçiler (Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet), Cumhuriyet Dönemi, şiir eleştirisi.

ABSTRACT

The most important feature which Nurullah Ataç expects to be found in a work of art –especially in poetry– can be gathered under the concepts of “classical” and “novelty”. According to him, the work of art should represent the trends, tendencies and pursuits of the period on one hand and it should express a stable side, a sentiment and a condition of the human being on the other hand. That’s why the passion of Divan poetry and the pursuit of new poetry go hand in hand

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 5, Nisan 2012, s. 7-28

(4)

and in accord with each other in his sense of art. In this article we reviewed Nurullah Ataç’s essays about poets of the Garip movement by mostly focusing on his “modernist” side. It is evident that Nurullah Ataç plays an important role in the popularization of Garip poets and he also enables their views to become a movement. Accordingly Garip poets has also an important role in changing and renewing of Ataç’s sense of poetry.

Key Words: Nurullah Ataç, poets of the Garip movement (Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet), Republic Period, poetry criticism.

...

Nurullah Ataç’ın şiir yazılarına bakıldığında; divan şiiri, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Garipçiler ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya geniş yer ayırdığı görülmektedir. Ahmet Haşim’le ilgili yazılarını değerlendirdiğimiz bir baş-ka çalışmamızda1 bir denemeci/eleştirmen olarak Ataç’ın “yenilikçi” tarafına kısaca

değinmiştik.

“Yenilik” ve “gelenek” veya “değişen” ve “değişmeyen” kavramları Ataç’ın kendi içinde barışık, birbirini tamamlayan kavramlardır. Büyük sanat eserlerini dü-şündüğümüzde, bunlarda yazıldıkları devrin, zamanın modalarının izlerini görmek mümkündür. Bu eserler az veya çok, dönemindeki okur kitlesinin beklentilerini kar-şılamıştır. Bir de sanat eserinin zamanın dışına taşan bir tabakası vardır ki bu özelliği onun, her devirde ilgiyle karşılanmasına, bu şekilde ebediyet kazanmasına yol açar. İşte Ataç’ın önemle üzerinde durduğu unsurlardan birisi bu “ebediyet havası”nı yaka-lamaktır. Bu havayı aradığını iddia ederken o bir bakıma klasiğin, değişmez olanın pe-şindedir. “Yenilik” ise büyük eserlerde, ortaya çıktığı dönemde hissedilen ve muhak-kak olması gereken bir unsurdur. Aksi takdirde yenilik, değişiklik olmadan sanat eseri geleneğe eklemlenemez. O bir taraftan yeni şiirin peşinden koşarak yeniliği, farklılığı ortaya çıkarmaya çalışırken diğer taraftan zaman zaman bir eserin, bir şairin geleceğe kalıp kalmayacağını ancak zamanın göstereceğini söyleyerek hükümlerinde bir yanıl-ma payı bırakyanıl-maktadır. Ataç şu sözleriyle, büyük sanat eserlerinde görülen modalar ve zamanın temayülleriyle birlikte insanın değişmez bir tarafına dikkat çeker:2

Bir sanat eseri zamanın modalarına uyduğu nispette rağbet bulur; yani biz her sanat ese-rini kendi temayüllerimize uyduğu derecede beğeniriz. Fakat asır değişip modaları ve temayülleri de yerlerini yenilerine bırakınca bugünün eserleri arasında beğendiklerimi-zin de atılması pek muhtemeldir. Modaların, temayüllerin bu sonsuz değişmesine mu-kavemet edip baki kalan eserler, devirlerinin telakkilerine uyarsalar bile onlardan başka

1 “Nurullah Ataç’ın Gözünden ‘Üstad’ Ahmet Haşim”, Yeni Türk Edebiyatı, Dergâh Yay., S. 3, Mart

2011, s. 71-89.

(5)

bir şeyi, insanın değişmez bir tarafını, bir hissini, bir haletini de ifade edenlerdir. Böyle bir vasfı haiz olmayan eserler ise, zamanlarında nasıl karşılanmış olursa olsun, unutulup giderler. Daha doğrusu böyle olması lazımdır.

Ataç’a göre hakikî şiir daimî değişikliktedir; daima yeni heyecanlara yeni ka-lıplar bulmaktadır. Gerçek şair kendinden evvel dökülmüş kaka-lıplarla yetinmez. Hatta devirle, yeni şekiller arasında ilişki kurar. “… her devir kendine mahsus bir manzum vücuda getirir; getiremiyorsa o devirde kendine has bir hava yoktur; cemiyet, tarihin merhalesinde durmuş demektir.”3

Yaratıcı sanatçıların, kaidelere bağlanmış olanlardan daha kalıcı olduklarını, on-ların daha kolaylıkla ananeye bağlanabileceklerini, sadece eskiye uyup taklit eden-lerin ise çabucak unutuluverecekeden-lerini savunur. Bu anlamda Muallim Naci’nin şiirin öldüğünü haber veren şu beytini eleştirir:4

Erbâb-ı teşâür çoğalıp şair azaldı! Yok, öyle değil, şairin ancak adı kaldı

Şeyh Galip’in “Bir başka lisan tekellüm ettim” mısraını, bu anlayışa karşı veril-miş bir cevap olarak zikreder.

Ataç’ın yeni şiirin savunuculuğunu yapması, zamanında polemiklere de yol aç-mıştır. Mehmet Çınarlı bir yazısında5 yeni tarzda yazılmış şiirlerden örnekler vererek

aruz ve hece veznini bilmeyen ve kullanamayan, işin kolayına kaçarak manasız, bir-biriyle irtibatsız sözleri yan yana getiren gençleri ve onları himaye eden yazarları ve şairleri eleştirir. “Onların bu derece şımarmasında hayli günahı olan Nurullah Ataç’ın bile kofl ukla vasıfl andırdığı bu atıp tutmaların (…)” şeklindeki sözlerine bozulan Ataç, Çınarlı’ya şöyle cevap verir:6

Mehmet Bey, ben o yeni şairlerin bir iki sözünü boş, kof bulmuş olabilirim, ama ben onlardan yanayım, onların şiirlerini severim. Aramızdaki tartışmalar, kavgalar birbirle-rini anlayan, birbirlebirbirle-rinin sanat görüşünü doğru bulan insanların arasında çıkabilecek tartışmalar, kavgalardır. Beni onlardan ayrılmış gibi, onların yazılarını artık beğenmiyor gibi göstermeye hakkınız yoktur. Onların şımarmalarında benim hayli günahım varmış.. Severim ben o günahımı. Neden günah olsun? Bunca yıldır yazı yazarım, bana “En çok ne ile övünürsün?” diye sorsalar, “Orhan Veli gibi iki üç şairi kimsenin beğenmediği sı-ralarda anlayıp beğenmiş olmamla övünürüm” derim. Adımın yarına kalacağını ummam, ama bir gün biri eski gazeteleri karıştırırken, “Bu adam zamanında yeni olanı sevmiş, tutmuş” derse, defterime yalnız bu sevabı yazarsa yeter bana.

3 “Yeni Kalıplar”, Akşam, 24 Ekim 1936, s. 3, 5. 4 “Kalemin Gelişi”, Akşam, 10 Eylül 1938, s. 3, 4.

5 Mehmet Çınarlı, “Yeni Şiir”, Hisar, yıl 1, S. 9-10, Ocak-Şubat 1951, s. 12. 6 “Karalama”, Ulus, 2 Şubat 1951, s. 2.

(6)

Değişmeyi ve yeniliği, Ataç’ın benimsediği ve yazılarında sık sık savunduğu ilkeler olarak kabul edersek7 onun çelişki gibi görünen pek çok yazısının aslında

bilinçli bir akıl yürütmenin ürünü olduğu anlaşılacaktır.

Bu bilgilerin ışığında Ataç’ın Garipçilerin şiirindeki yeniliği ilk fark eden eleştir-menlerden, hatta mevcut bilgilere göre ilk eleştirmen olması hiç de şaşırtıcı değildir.8

Ataç 1937’nin Nisan ayından itibaren daha sonraları Garipçiler veya I. Yeni şa-irleri olarak adlandırılacak olan Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’i Varlık’ta yayımlanan şiirlerini ele alarak tanıtmaya başlar. Ekim 1938’de Orhan Veli’nin “Ki-tabe-i Seng-i Mezar” başlıklı şiiri çıkıncaya kadar bu üç şairi genellikle bir arada tanıtırken, bu tarihten itibaren daha çok Orhan Veli etrafında gelişen tartışmalara yer verir. Oktay Rıfat’ın şiirlerine zaman zaman değindiği halde Melih Cevdet’i bir süre sonra unutmuş gibidir.

Ataç’ın Garipçilerden bahsettiği, tespit edebildiğimiz ilk yazısı 3 Nisan 1937 tarihlidir.9 Burada Varlık dergisinin mevcut mevzular ve kalıplarla yetinmeyen yeni

şairleri üzerinde durarak onlardaki “arayış”a dikkat çeker. Rıza Tevfi k ve Faruk Na-fi z gibi hece veznini en ustaca kullanmış şairlerin eserlerinde görülen yeknesaklığın ancak Cahit Sıtkı ile Ahmet Muhip’ten sonra kırılmaya başlandığını, bu şairlerin yeni bir ahenk arama arzusunu gaye haline getirdiklerini belirttikten sonra Garipçiler üze-rinde durur. Aşağıdaki ifadelerden Ataç’ın henüz bu şairleri yakından tanımadığı an-laşılmaktadır. Orhan Veli’nin takma adı olan “Mehmet Ali Sel”den farklı bir kişiymiş gibi bahsetmesi bundandır:

Varlık’ın yeni şairleri de o yolu takip ediyorlar. Hatta Oktay Rıfat gibi (bu şairin adını daha yeni duyuyorum) on bir hecelik mısra ile köy hasretinden bahsedenleri, yani yep-yeni bir mevzua yepyep-yeni bir kalıp aramayanları bile eski ıttırada düşmekten çekiniyorlar. Meselâ o şairin “Dreams About Home” isimli (bu İngilizce ad niçin, acaba bir tercüme mi?) manzumesinden bir parça alalım: “Ah! ümitlerle koşardım izinde–Geceleri ateş bö-ceklerinin–Dönerdi kocaman dairesinde–Ağaçlar ve gökyüzü çemberimin.” Bu mısralar-daki acemilik edası, kafi ye yanlışları bile hoşumuza gidiyor. O kadar tazelik var… Orhan Veli’nin, Mehmet Ali Sel’in manzumelerinden de parçalar almak isterdim, yerim az; fakat Melih Cevdet’in şu dört satırını zikretmemek kabil değil: “Ateşini kaybetti alın;– Şimdi bütün rüyalar yarı.–Bulsam, bulsam artık dünyamı–Kızıl kavsinde arıların…”

7 Ataç’ın Remy de Gourmont, Andre Gide, Paul Léautaud, Alain gibi yıkıcı, bireyci, şüpheci, yenilikçi

özellikleriyle dikkati çeken eleştirmen ve denemecilerden beslendiğini unutmamak gerekir.

8 Hakan Sazyek, edebiyat çevresinde Garip hareketine ilk değinen kişinin Ataç olduğunu söyleyerek

“Varlık Şairleri” (Haber-Akşam Postası, 22 Eylül 1937, s. 2) başlıklı yazısını zikreder. bk. Cumhuriyet

Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, İstanbul 1996, s. 255. Halbuki Ataç, bundan çok daha önce,

yani 3 Nisan 1937’de Son Posta’da şiirlerini Varlık’ta yayımlayan Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’ten söz ettiği “Birkaç Şair” (s. 7) başlıklı bir yazı yayımlamıştır.

(7)

Varlık dergisinin yenilikçi tarafından övgüyle bahsettiği bir başka yazısında Ca-hit Sıtkı ve Ahmet Muhip’in, tesirlerinden silkinip yeni bir ifade aramaya başladıkla-rını, Fazıl Hüsnü’nün şiirleriyle dergiye serbest nazmın girdiğini belirten Ataç, Orhan Veli ve Oktay Rıfat’ın Japonların hai-kai’lerine benzettiği serbest nazımla yazılmış şiirlerini över. Bu şiirlerin kendisini hoş ve tatlı bir surette şaşırttığını söyleyerek Orhan Veli’nin “İnsanlar” şiirini nakleder:10

Varlık’ın o sayısını edinip o şiirleri okuyun. Göreceksiniz ne kadar taze, ne kadar şirin şeyler. Belki henüz bir acemilik havası sezersiniz; belki bu genç şairlerin bizi şaşırtmak, zoraki birtakım hayaller bulmak sevdasına düşmüş olduklarını görürsünüz. Zararı yok! Bu halleri de onlara bir tazelik, bir sevimlilik veriyor.

Bu genç şairlerde bir asalet sezildiğine, şiirlerinde laubali olmayan bir samimi-yet olduğuna, daha çok da gündelik hayatın şiirini bulup çıkardıklarına dikkat çeker:11

Gündelik hayatın, bize verilmiş olan âlemin her anındaki şiiri bulup çıkarmak, bunu karie göstermek, onu o anların zevkini tatmağa davet etmek ve yine bir yabancı kalmak. Şair de, kari de kendi âlemlerinde kalacak; birbirine rast gelince bir tebessümle selam-laşacaklar, fakat yine birbirinin sırrını, tamamıyla şahsî olan hayatını bilmeyecek. Şiirde asıl asalet bu değil midir?

Ataç sık sık Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’in şiirlerinin Fransız sür-realistlerinin yazılarını, Japon hai-kai’lerini hatırlattığını söyler. Nazım Hikmet’ten beri hiçbir şair kendisine bu üç şairinkiler gibi büyük bir yenilik karşısında bulundu-ğu hissini vermemiştir.12

Ataç bir taraftan bu üç şairdeki hassasiyeti, yeniliği överken diğer taraftan bu şiirleri anlamayıp hücum edenlere veya anlayıp da mizacına uygun bulmayanlara cevap verir.

Öncelikle ananeden kolay kolay ayrılamayışımızı, tecessüs fi krinden mahrum olmamıza bağlar. Kendimize göre bir sanat anlayışının olduğunu, bizden sonra ye-tişenleri, ancak bize benzerlerse, bizi tekrar ederlerse anlayabileceğimizi söyler.13

Ayrıca “alışkanlık” Ataç’ın sık sık zikrettiği, bizi yeniliği anlamaktan alıkoyan bir unsurdur:14

Oktay Rıfat’ın, Orhan Veli’nin ve Melih Cevdet’in şiirlerinin anlaşılmamasına şaşıyo-rum. O üç genç kadar sade yazan şair az bulunur. Onlarda, sembolistler gibi, sözü

istia-10 “Varlık Şairleri”, Haber-Akşam Postası, 22 Eylül 1937, s. 2. 11 “Asil Şiir”, Haber-Akşam Postası, 24 Aralık 1937, s. 2. 12 “Yılbaşı”, Akşam, 1 Ocak 1938, s. 3, 4.

13 “Son Şairler”, Haber-Akşam Postası, 10 Ekim 1937, s. 2. 14 “Yılbaşı”, Akşam, 1 Ocak 1938, s. 3, 4.

(8)

reye boğup vuzuhtan kaçmak arzusu yok. Bilakis, bir hissi, bir ihtisası âdeta çırılçıplak tespit etmek istiyorlar. Fakat biz giyimli olmaya o kadar alışmışız ki bu çıplaklığı anlaya-mıyoruz. Hele gözlerimiz alışsın, onların güzelliğini o zaman göreceğiz.

Ataç’a göre, bazı kimseler sadece bir nevi şiirden, alışılmış temalar üzerinde yazılmış, hiçbir sırrı kalmamış şiirden anladıkları için bu yeni tarz şiiri hissetmeyip onu çirkin bulurlar, bazı kimseler ise kıymetini kabul ettikleri halde bu manzumeleri mizaçlarına uygun bulmadıkları için sevmezler.15 Ataç, Ahmet Hamdi Tanpınar ve

Cahit Sıtkı Tarancı’yı bu ikinci gruba dâhil ederek şöyle der:16

Orhan Veli ile arkadaşlarının yazdıklarından hoşlanmayanlar arasında kıymetlerinden hiç şüphe etmediğim şairler de var: Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı. Fakat onlar bana, “Bunları niçin seviyorsun? Neresini seviyorsun?” diye sormadılar. An-lamadıkları bir şey yok, mizaçlarına uygun gelmiyor, o kadar. O şiirlerin niçin sevilece-ğini, sormadan da biliyorlar ve yine biliyorlar ki muhabbetin sebebi sorulmaz.

Gerçekten şair olmayanların hepsi de soruyorlar, “Bunun neresi güzel? Ne manası var? Niçin beğeniyorsun?” Hem de hiddetleniyorlar. Ya açıkça öfke yahut öfkenin maskesi olan istihza…

Garip şiirindeki yeniliği fark etmiş ve onları bu anlamda en çok desteklemiş eleştirmen kuşkusuz Ataç’tır. Resimli Hafta’nın yedinci sayısında Emin Karakuş’un Orhan Veli ile yaptığı bir mülakatta17 Orhan Veli ve arkadaşlarının bazı hücumlara

uğradıklarını söyledikten sonra “En son Nurullah Ataç’ın bu gençler hakkında yaz-dığı bir iki yazı ile de hararetli bir safhaya intikal eden bu dedikodular…” şeklindeki yorumuna Ataç itiraz eder. Bunun yanlış anlaşılabileceğini, Orhan Veli ve arkadaşla-rını uğradıkları hücumlara karşı müdafaa etmek istediği manası çıkabileceğini, oysa böyle bir niyetinin olmadığını belirtir:18

Varlık mecmuasında bir gün Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’in şiirlerini gördü-ğüm zaman bu gençler hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve içlerinden hiçbirini tanımı-yordum. Orhan Veli ile sonradan tanıştım. Bende onları müdafaa etmek maksadı yoktu; sadece onların şiirlerini sevmiştim ve duyduğum zevki anlatmaya çalıştım.

Manasız, vezinsiz, kafi yesiz olmakla eleştirilen bu yeni şiiri müdafaa ettiği yazı-larının bir kısmında Ataç “şiirde mana” konusuna açıklık getirir. Güzel şiir yazmanın mana, vezin, kafi ye gibi belirli tekniğinin, kalıplarının olmayacağını, şiirin ne oldu-ğunu, nelerden oluştuğunu henüz bilmediğimizi söyler ve “bunun güzelliği de şiirin meçhullüğündedir” diyerek bu hususta şiiri “esrar”, “büyü” kavramlarıyla açıklayan

15 “Notlar”, Akşam, 26 Mart 1938, s. 3, 13. 16 “Niçin”, Akşam, 28 Mayıs 1938, s. 3, 4.

17 Emin Karakuş, “Türk Edebiyatını İnkar Eden Genç”, Resimli Hafta, S. 7, 29 Ekim 1938, s. 9-10, 17. 18 “Bir Mülakat”, Haber-Akşam Postası, 30 Ekim 1938, s. 2.

(9)

Ahmet Haşim’e, Necip Fazıl’a yaklaşır. Manayı tamamen reddetmemekle birlikte mananın bir şiir unsuru olmadığını vurgular. Manayı şiirin özüne nüfuz edebilmemiz için bir vasıta olarak görerek vasıta ile esası karıştırmamamız gerektiğini söyler.19

Ataç bir yazısında hisleri, düşünceleri, mevzuları herkesle; alışık olduğumuz edebiyatla uyumlu olmayan her şairi, her muharriri garip diye nitelemenin âdet ol-duğunu, çoğu kimselerin onları anlamaya çalışmaktansa gülmeyi tercih ettiklerini belirterek Refi k Halit’i eleştirir. O da Orhan Veli ve Oktay Rıfat’ın birlikte yazdıkları “Ağaç” manzumesini hafi fe alanlardandır. Ataç onun gibi düşünenlere şöyle cevap vermektedir:20

Bu şiire gülenler nasıl gülebiliyorlar, anlayamıyorum. Onların hiçbir emekleri boşa çık-mamış mıdır?.. Bu şiirin o haleti söylediğini nasıl kavrayamıyorlar? Zihinleri, gözleri edebiyatla pek paslanmış olacak ki her insanda bulunan bir hissin, bir hatıranın âdeta çırılçıplak denecek bir surette ifadesi karşısında lakayt kalabiliyor veya istihza ediyorlar.

Orhan Veli

Genel olarak Garipçilerin tanıtıldığı bu yazılardan sonra Ataç daha çok Orhan Veli üzerinde durmuş ve onun etrafında gelişen tartışmalarda taraf olmuş, özellik-le ona yapılan saldırılara cevap vermiştir. Ataç’ın doğrudan Orhan Veli’yözellik-le ilgili yazılarını üç grupta toplamak mümkündür: Bunlardan ilk olarak kaleme aldıkları, “Kitabe-i Seng-i Mezar” etrafında, muhalif seslere cevap niteliğindeki yazılardır. “İstanbul Türküsü”nün yayımlanmasından sonra ise Ataç, uzun bir süre suskun kalır ve daha çok Orhan Veli’nin ölümünden sonra, onun halk şiirine ilgisini eleştiren sözler sarf eder. Bir de Orhan Veli’nin tenkit yazılarına dair değinme niteliğinde eleştirilerinden söz edebiliriz.

Hakan Sazyek, Orhan Veli’nin İnsan’da çıkan şiirleri hakkındaki değerlendir-menin ilk olarak yine Ataç tarafından yapıldığını tespit etmiştir.21 “Yatağım”, “Ali

Rıza Efendi ile Ahmet’in Hikâyesi”, “Rüya”, “Kitabe-i Seng-i Mezar”, “İş Olsun Diye”, “Mangal”, “Baş Ağrısı” şiirlerinin dergide yayımlanması üzerine22 Ataç da,

aynı zamanda şairin bir şiirinin başlığı olan “İş Olsun Diye” başlıklı bir yazı kaleme alır.23 Bu yazıda Ataç, söz konusu şiiri nakleder ve “O şiirlerin gerçekten duyulmuş

19 “Şiirde mana”yı tartıştığı ve Garipçilerin şiirlerini vezinsiz, kafi yesiz ve manasız bulanları eleştirdiği bazı

yazılar için bk. Hikmet Feridun Es, “B. Nurullah Ataç diyor ki: Bir şiirin güzel olması için onda mutlaka mana aranmaz”, Akşam, 14 Şubat 1939, s. 7, 9; “Kalemin Gelişi”, Akşam, 18 Şubat 1939, s. 1, 10.

20 “Garabet”, Haber-Akşam Postası, 5 Ekim 1939, 2, 3.

21 Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, s. 258.

22 İnsan, C. 1, S. 5, 1 Ekim 1938, s. 393-394.

(10)

değil, ancak düşünülmüş bir histen bahsetmesine, ‘iş olsun diye’ yazılmış olmasına kızanlar bulunabilir (Zaten bazı kimseler, Orhan Veli’nin her yazdığına kızıyorlar)” diyerek sanatkârda bulunması gereken “samimiyet” üzerinde durur. Sanatkârda ara-nılacak samimiyetin, sanatına karşı göstereceği samimiyet ve iman olduğunu söyler. Bu anlamda Ataç’ın Orhan Veli’yi beğendiği anlaşılmaktadır.

“Kitabe-i Seng-i Mezar” şiirinin yayımlanmasıyla birlikte Garipçilerle ilgili tartışmaların çoğu bu şiir etrafında gelişir ve Orhan Veli yeni tarzda şiir yazanlar arasından sivrilir. Bu şiirde en çok tartışılan “nasır” kelimesi ve “Yazık Oldu Süley-man Efendiye” mısraıdır. Sazyek, şiir hakkında ilk değerlendirmenin “Sözden Söze” başlıklı yazısıyla24 Ataç tarafından yapıldığını belirtir ve Nurettin Artam, Orhan Seyfi

Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, Yaşar Nabi Nayır gibi isimlerin de dahil olduğu tartışmayı detaylı bir şekilde ele alır.25 Ataç söz konusu yazıda, üzerinde

durulan “nasır” kelimesinden hareketle yaygın şiir anlayışını şöyle eleştirir:

Sanatkârın “güzel” şeylerden bahsetmesini istiyorlar. Geçen gün tanıdıklardan biri, Or-han Veli’nin yeni bir şiirini okuyordu, “Nasır da şiire girer mi ya?” dedi. Bülbül şiire girer ama fare girmez; yara şiire girer ama nasır girmez; şair veremden, baş ağrısından bahsedebilir ama karın ağrısı, diş ağrısı gibi şeylerden bahsedemez. Niçin?.. Çünkü bül-bül, verem baş ağrısı gibi şeyler şairanedir, “güzel”dir; halbuki ötekiler değildir. (…)

Şairin vazifesi öteden beri “güzel” bulunan şeylerden bahsetmek değil, yeni güzellikler yaratmak, şiirin hudutlarını genişletmektir. Bunun için biz onun şundan veya bundan bahsetmesine karışamayız; herhangi bir mevzuu alabilir ve kuvvetli bir sanatkârsa bize onun güzel olduğunu kabul ettirir.

Hikmet Feridun Es’in Nurullah Ataç’la yaptığı bir röportajda en beğendiği mıs-raı sorması üzerine Ataç “Yazık oldu Süleyman Efendiye” mısmıs-raıyla cevap verir ve şiirin tamamını sesini titreterek heyecanla okur. Feridun Es ilk defa duyduğu bu şiir karşısında şaşkın, Ataç’ın evinden çıkarken mısrayı kendi kendine tekrarlayarak röportajına şu cümleyle son verir: “Acaba bizde edebiyatın ismi Süleyman Efendi mi?”26 Bu röportajdan bir ay sonra Ataç, Orhan Veli’nin bu mısraının nasıl meşhur

olduğunu şöyle anlatır:27

Dostum Hikmet Feridun Es, beraber konuştuğumuz şeyleri anlatan yazısını bir şaka ile bitirmişti: “Ölümüne ağlanan bu Süleyman Efendi, sakın Türk edebiyatı olmasın?” di-yordu. O günden beri Orhan Veli’nin mısraı meşhur oldu; Hikmet Feridun Es’in nüktesi de pek beğenildi; o kadar ki bir mizah gazetesinde onunla bir karikatür dahi yapılmış…

24 “Sözden Söze”, Haber-Akşam Postası, 7 Ekim 1938, s. 2.

25 Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, s. 259-268.

26 Hikmet Feridun Es, “B. Nurullah Ataç diyor ki… Bir şiirin güzel olması için onda mutlaka mânâ

aranmaz”, Akşam, 14 Şubat 1939, s. 7, 9.

(11)

Aynı yazısında Ataç, Orhan Veli’nin “Yazık oldu Süleyman Efendiye” mısraıyla Baki’nin, Sultan Süleyman mersiyesinde yer alan “Berbâd kıldı taht-ı Süleyman’ı rû-zigâr” mısraını mukayese ederek dikkate değer tespitlerde bulunur. Büyük bir adamın ölümü üzerine Baki’nin mısraını tekrar edebileceğimizi, fakat taht sahibi Süleymanla-rın, büyük adamların yanında sıradan Süleyman Efendilerin de olduğunu söyleyerek, kendi kendine Orhan Veli’nin bu şiiri yazarken Baki’yi düşünüp düşünmediğini sorar:

Hiçbir ihtirasları olmayan, nasırlarından başka hiçbir şeyin ızdırabını duymayan, çirkin-liklere bile üzülmeyen, öyle mistik falan da olmadıkları için Allah’ın adını da pek anma-yan insanlar. “Yazık oldu Süleyman Efendiye” bunlardan birinin ölümünü haber aldığı-mız zaman söyleyeceğimiz sözdür. Dikkat edin, bundan sonra öyle bir haber aldığıaldığı-mız zaman siz de söylersiniz. Nasıl Baki, büyük adamların ölümü karşısında duyduğumuz teessürün mükemmel ifadesini, şeklini bulmuşsa Orhan Veli de, öteki cinsten adamla-rın ölümü karşısında duyduğumuz teessürün mükemmel ifadesini bulmuştur. Bunun için “Yazık oldu Süleyman Efendiye” öyle manasız, lüzumsuz, iş olsun diye söylenilmiş bir söz değildir, ihtiyacını duyduğumuz bir “formule”dür.

Hakan Sazyek, “Yazık Oldu Süleyman Efendiye!..” mısraının Verlainé’in bir mısraından esinler taşıdığı, Baki’nin “Kanuni Mersiyesi”ndeki “Berbâd kıldı taht-ı Süleymân’ı rûzigâr” dizesinden çalıntı olduğu söylentilerinin basına yansıdığını be-lirterek bu tartışmalara ayrıntılı olarak yer vermiştir.28

Orhan Veli’yi eleştiren isimlerden birisi de Munis Faik Ozansoy’dur. Çığır mec-muasında çıkan bir yazısında29 yeni şiiri, özellikle Orhan Veli’nin şiirlerini

eleştirme-si üzerine Ataç şu cümlelerle cevap verir:30

Munis Faik Ozansoy’da, yaşına hiç de yakışmayan bir acılık his olunuyor. Hani uzun za-man çalıştıkları halde bir isim edinemedikleri, bir şeye varamayacaklarını artık kendileri de hissettikleri için etrafl arına, zamanlarına küsmüş ihtiyarlar vardır; o da âdeta onlar gibi konuşuyor.

Munis Faik Ozansoy’un, zamanımızda şair olmadığını söyledikten sonra niçin yalnız Orhan Veli’den misaller aldığını istihzayla karşılayarak “Şüphe yok ki ‘Gel kurtul o dar varlığın hendesesinden’ mısraının mübdi’i ile ‘Yazık oldu Süleyman Efendiye’ sözünün sahibi, cemiyette aynı mevkii işgal edemezler. Yoksa maazallah, Süleyman Efendiye değil, Türk şiirine yazık olur” sözlerini şöyle eleştirir:

Süleyman Efendiye değil, Türk şiirine, Türk edebiyatına yazık oldu nüktesi, üç yıldan beri ancak elli altmış karikatür altında, mizahî yazıda kullanılmış olduğu için taze

sayıla-28 Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, s. 259-268.

29 Munis Faik Ozansoy, “Şairin Mevkii”, Çığır, S. 92, C. 9, Temmuz 1940, s. 15-17. 30 “Cemiyette Şair”, Ulus, 17 Ağustos 1940, s. 2.

(12)

bilir. Munis Faik Ozansoy şiirinde olduğu gibi nesrinde de ancak tecrübe edilmiş sözleri kullanıyor.

Sanat âleminde eskiler ve yeniler arasındaki münakaşaları, canlılığın ve araş-tırmanın belirtileri olarak gören Ataç, Orhan Veli’ye ve özellikle “Kitabe-i Seng-i Mezar”a sembolik bir anlam yükler. “Yazık oldu Süleyman Efendiye” ile, “Ağaca bir taş attım” ile edebiyatın; vapurlara, tramvaylara, kahvehanelere girdiğini söyler. Bir buçuk yıldır “Yazık oldu Süleyman Efendiye” mısraının unutulmamasına, hü-cumlara uğramasına, etrafında hararetli tartışmaların olmasına dikkat çeker. Ayrıca eskilerin hepsinin gençlerin aleyhinde olmadığını; Yahya Kemal, Falih Rıfkı, Ahmet Hamdi, Burhan Belge, Vedat Nedim, Enis Behiç ve Peyami Safa gibi isimlerin yeni şiiri sevdiklerini belirtir. Ataç’a göre bu saydığı isimler kendileri de aradıkları, sanatı taklitten ibaret görmedikleri için yeni bir sanat peşinde koşan gençleri alaya almamış-lardır. Yalnız Ataç burada önemli bir hususa dikkat çeker ve “bir şiiri, serbest nazımla yazılmıştır diye beğenmemek ne kadar manasızsa, mevzundur diye atmaya kalkmak da o derece manasızdır” diyerek ileride “yeni, yepyeni, vezin ve kafi ye düşmanlı-ğından dahi kurtulmuş bir şiir” anlayışıyla gençlerin Orhan Veli, Bedri Rahmi, Cahit Külebi’ye karşı çıkmalarını temenni eder.31

Hece veznini aruzdan, serbest nazmı da hece vezninden kolay düşünenlere ça-tarak serbest nazımla iyi şiir söyleyenlerin hepsinin ya aruzun yahut hecenin disip-lininden geçtiğini belirtir. Örnek olarak da Orhan Veli’yi ve onun heceyle yazılmış “Masal” şiirini gösterir.32

Bir yazısında da henüz hiçbir yerde yayımlanmadan tanıttığı “Sevdaya mı Tu-tuldun?” başlıklı şiiri, en az “Kitabe-i Seng-i Mezar” kadar şöhrete layık bulur. Lirik mısraların arkasından gelen “salata” kelimesine dikkat çekerek Orhan Veli’nin bu altı satırı ile şiirde bir temizlik yaptığını, sahte şiiri bir fi ske ile devirdiğini belirtir.33

Orhan Veli’nin Küllük’te çıkan “Tahattur” şiiri dolayısıyla Ataç, şairin gittikçe olgunlaşan sanatını överek yine klasiklere benzetir:34

Şairin sanatı günden güne olgunlaşıyor, klasik safi yete eriyor. Lüzumsuz sözlerden, oyuncaklardan kaçıp sırrını birkaç şeffaf kelime ile veren bir şiir.

“Kitabe-i Seng-i Mezar”dan sonra bir başka tartışma konusu olan şiir “İstanbul

31 “Keziban’a Mektup”, Haber-Akşam Postası, 26 Nisan 1940, s. 3. 32 “Kolay, Zor”, Akşam, 22 Nisan 1939, s. 3, 4.

33 “Derkenar”, Akşam, 16 Mayıs 1939, s. 3, 10.

34 “Derkenar”, Haber-Akşam Postası, 10 Eylül 1940, s. 3. Ataç iki hafta sonra kaleme aldığı bir yazıda

“Vesikalı Yarim” mısraıyla bitirdiği “Tahattur” şiirini nezih bulmayan –sadece isim olarak Orhan Seyfi Orhon’u verdiği– kimseleri eleştirir. bk. “Kalemin Gelişi”, Haber-Akşam Postası, 25 Eylül 1940, s. 3, 4.

(13)

Türküsü”dür. Ataç, bu şiirle birlikte Orhan Veli’nin halk edebiyatına düşkünlüğüne cephe almış durumdadır. Şiir Ülkü dergisinin 1 Şubat 1945 (C. 7, S. 81, s. 10) tarih-li sayısında yayımlanır. Aynı zamanda şairin Şubat 1945’te çıkan Vazgeçemediğim kitabında da yer alır. “İstanbul Türküsü”nde Orhan Veli, bir türküyü bütün metniyle monte edecek kadar halk şiirinden faydalanmıştır. Hakan Sazyek, Cumhuriyet Döne-mi Türk Şiirinde Garip Hareketi kitabında bu şiiri, “Garip Şiirinde Türk Halk Şiirine Özgü Biçim Öğelerinin Yeri” üst başlığı altında “İkinci Evre”ye dahil eder. Bu dö-nemde Garipçilerde halk şiirine ilgi, özellikle Oktay Rıfat ve Orhan Veli’de, “Birinci Evre”ye göre oldukça yoğundur (s. 195-201).

Ülkü mecmuasından takip edebildiğimiz kadarıyla bu dönemde Ataç’la Orhan Veli arasında bir tatsızlık olduğu açıktır. Orhan Veli “Edebiyat Dünyamız” başlıklı köşede Ataç’tan “değerli yazar”, “değerli yazıcı” şeklinde bahsederek, onun Fikret’te Coppée tesirinden bahsettiği bir yazısı üzerinde durur.35 Bunun üzerine Ülkü’nün bir sonraki

sayısında Ataç’ın derginin müdürüne hitaben yazdığı aşağıdaki mektubuna yer verilir:36

Sayın Bay Müdür,

Derginize, sizin istemeniz üzerine verdiğim bir yazıyı en sona koymakla bende bir değer bulmadığınızı, yeni başlamışlarla bir tuttuğunuzu belirtmiş oldunuz. Yargınıza bir şey diyemem. Ancak bu işi üstelemeniz de doğru değildi. Derginizin 1 Şubat 1946 tarihli sa-yısında Bay Orhan Veli Kanık beni “Ulus gazetesinin değerli yazarı”, “değerli Nurullah Ataç” diye anıyor. Yirmi beş yıldır çalışırım, sizler gibi büyük aydınlarca beğenilmek şerefi ne eremedimse de birtakım sözlerin nasıl, ne anlamda kullanıldığını öğrendim; bu arada “değerli” sözünün de ancak yukarıdan aşağı bir okşama gösterdiğini bilirim. Bu-nun içindir ki Bay Orhan Veli Kanık’ın dergilerde gördüğüm ilk şiirleri üzerine yazdığım yazılarda dahi kendisi için “değerli” demekten çekindim, onuruna dokunmayacak sözler kullandım. Yazısında, sözde bir alkışlama ile örttüğü aşağılamayı anlamayacak kadar acemi bir yazar olmadığımı kendisi de elbette bilir. Ancak okurlarınızın da benim o söz-lerin özünü kavramadığımı sanmalarını istemem.

Orhan Veli yine Ülkü’de iki sayı sonra CHP’nin düzenlediği şiir yarışmasında birinci olan Cahit Sıtkı’nın “Otuzbeş Yaş” şiiri için Ataç’ın “Düşsül Görüşme” baş-lıklı yazısında37 yer alan görüşlerini şu cümlelerle eleştirir:38

Birinciliği kazanan “Otuzbeş Yaş” şiiri için ileri sürülen itirazların başında bu şiirin kö-tümser, karamsar bir şiir olması geliyor. Bu itirazlara karşılık Ulus gazetesi yazarlarından biri –bu zat ayrıca jüri üyelerindendir– “Otuzbeş Yaş” şiirinin dünyaya karşı duyulan bağlılığın şiiri olduğunu söyledi. Hakkı var. Ama biz bir sanatkârın mutlaka kendisine hak verdirecek şeyler söylemek zorunda olduğuna pek inanmıyoruz.

35 O.V.K., “Fikret’e Dair”, Ülkü, S. 105, C. 9, 1 Şubat 1946, s. 23. 36 “Bir Mektup”, Ülkü, S. 106, C. 9, 16 Şubat 1946, s. 23. 37 Ulus, 4 Mart 1946, s. 2.

(14)

Ataç’ın yazılarına bakıldığında Orhan Veli’nin suçlamalarının yersiz olduğu, Ataç’ın da “Otuzbeş Yaş” şiiri hakkında yapılan eleştirilerde Orhan Veli gibi düşün-düğü görülmektedir.

Bu tarihten sonra Ataç’ın Orhan Veli hakkındaki yazılarına baktığımızda uzun bir suskunluk dönemiyle karşılaşırız. Ancak şair öldükten sonra yazılarında ondan bahsetmeye başlamıştır. Sadece 1947’de yayımlanan bir röportajda Orhan Veli’den söz açılınca Ataç’ın tavrı şöyle aktarılmıştır:39

Bıyık altından güldü, tanımıyorum dedi. Ama hemen arkasından, “İyi bir şairdir” dedi, kimsenin hakkını yemeyelim.

Ataç, Orhan Veli’nin ölümü üzerine kaleme aldığı yazıda40 şair ile kısa bir

ar-kadaşlıktan sonra barışmamak üzere küstüklerini, yıllardır onun sözünü etmediğini söyleyerek döneminin önemli üç şairi hakkında dikkate değer bazı tespitlerde bulu-nur. Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve Orhan Veli dönemin şiirinde çığır açan üç şair olarak ele alınır. Üçü de birtakım şeyleri yıkmış ve şiiri birtakım zincirlerden kur-tarmışlardır. Yahya Kemal eski şiir dilini yıkmış, Nazım Hikmet vezinsiz de ahenkli şiir yazılabileceğini göstermiştir. Bu iki şair şiirin dışı ile uğraşırken Orhan Veli daha ileri bir adım atmış ve şiirin kendine öz bir dili, bir vezni olmayacağı gibi kendine öz konuları da olmayacağını göstermiştir. Ahengin, musikinin de şiirden kaldırılabilece-ğini anlatmıştır. Ataç, Yahya Kemal ve Nazım Hikmet’in şiirlerini dinlerken dalabi-leceğimizi, fakat Orhan Veli’nin şiirlerini dinlerken uyanık olmamız gerektiğini, aksi takdirde bir şey anlayamayacağımızı, zevk alamayacağımızı belirtir. Orhan Veli’nin Türk şiirine getirdiği yeniliği şöyle izah eder:

Orhan Veli şiiri tamamıyla fi krîleştirmiştir. Gülerim onun şiirinden mana çıkaramayanla-ra! Mananın ne olduğunu anlayamamışlar, bilmiyorlar demektir. Ancak Orhan Veli ma-nayı, kendine yabancı unsurlardan temizler, bize mananın özünü verir. Bunu başka türlü söyleyeyim: Orhan Veli şiirlerinin hemen hepsinde birer hikâye anlatır, hem de uzun birer hikâye, âdeta birer hayat. Ancak bu hikâyeleri bütün fazlalıklardan temizler, bize birkaç satırda özü söyleyiverir, o koca hikâyeyi şiir üslubuna koyuverir. Böylelikle şiirin özünü genişletmiştir. Şiir artık bütün konulara el uzatabilir, nasırı söyleyebileceği gibi bir sarhoşun belli belirsiz rüyalarını, anlaşılmaz dileklerini de söyleyebilir. Şiir, Orhan Veli ile şairanelikten çıkmış, o dar alandan kurtulmuş, bütün hayatı kavramıştır. Orhan Veli şiirinde bütün hayatı anlatmıştır demek istemiyorum, yalnız bu imkânı yaratmıştır; kendisiyle birlikte çalışanlara, kendisinden sonra gelenlere uçsuz bucaksız bir alan gös-termiştir.

Ataç, ölümünden sonra yazılan, söylenen övgü dolu sözleri samimiyetsiz

bula-39 Şahap Sıtkı, “Nurullah Ataç’la Sohbet”, Varlık, S. 138, 1 Ocak 1947, s. 6, 7. 40 “Orhan Veli”, Ulus, 17 Kasım 1950, s. 2.

(15)

rak halen şairin anlaşılmadığı, asıl güzel şiirleriyle anılmadığı yolunda eleştirilerde bulunur.

Nazım Hikmet’in “Salkım Söğüt” şiiri gibi Orhan Veli’nin de eski anlayış içinde şairane bulduğu asıl sanatını temsil etmeyen “İstanbul Türküsü”yle gündeme gelme-sine bozulur. Ona göre şairin asıl güzel, asıl iyi şiirleri “Tahattur”, “Söz”, “Illusion”, “Sere Serpe”, “Cımbızlı Şiir” gibi geleneğin dışındaki yeni şiirlerdir.41

Varlık Yayınları’ndan çıkan Orhan Veli’nin Bütün Şiirleri vesilesiyle kaleme aldığı yazıda, yaşasaydı daha çok şeyler verebileceğini, günden güne olgunlaştığı-nı, özüne hıyanet etmeksizin değiştiğini belirtir. Ayrıca şairin kendi sanatını kabul ettirmek için Yahya Kemal’i kötülemediğini, ona olan borcunu dile getirmekten geri kalmadığını söyleyerek, “Yaşasaydı, en iyi eleştirmecilerimizden, sanat anlatıcıları-mızdan biri olacaktı. Onda, ancak Yahya Kemal’de gördüğümüz bir kavrayış vardı” der. “Robenson”, “İnsanlar”, “Bayram”, “Hicret” şiirlerini zikrederek bu şiirlerin ta-zeliklerini kaybetmediklerini, insanda şiir yazmak hevesi uyandırdıklarını söyler.42

Bu dönemde “İstanbul Türküsü” ve halk şiiriyle ilgili Ataç’la Bedri Rahmi Eyü-boğlu arasındaki polemik dikkati çekmektedir.

“Halk Şiiri” başlıklı yazısında Ataç, halk sanatının durgun, ölü bir sanat olduğu-nu, gençlere örnek diye gösterilemeyeceğini söyledikten sonra sözü Orhan Veli’ye, onun bir dönem sonra yenilikten uzaklaşıp geleneğe yönelmesine getirir:43

Orhan Veli’nin şiirlerini, bilirsin ne kadar severdim, gene de severim. Onu bile halk şiiri ile kandırdılar, o güzelim şiirlerinden sonra ona “İstanbul Türküsü”nü yazdırttılar, sonra da beğendiler o şiiri. Orhan Veli’yi yaratıcılığından çekip düşüne düşüne, araya araya yazan bir şair olmaktan çekip beylik duyguları, beylik sözleri sıralayan bir şair et-mek istiyorlardı. Gerçek şiiri, yeni şiiri anlayamadıkları için… Devrimci bir şairdi, şiirde devrim yapan bir şairdi Orhan Veli. Âşık Ömer’in önünde diz çökmesini, Âşık Ömer’in yamağı olmasını istediler.

Ataç’ın bu yazısına Bedri Rahmi, Cumhuriyet’te “Eleştirme-Ulaştırma” yazısıy-la cevap verir.44 Onu halkı, halk sanatını anlamamakla eleştirdikten sonra “İstanbul

Türküsü”nü sevmediğini, niye şairin sağlığında değil de ölümünden sonra dile getir-diğini sorar. “Çünkü sana bir Ataçlı şiirle cevap verir, alimallah ifl ahını…” diyerek Ataç’ın korktuğunu ima eder.

Bunun üzerine Ataç, şairle aralarındaki dargınlığa açıklık getirir. Varlık’ta Orhan

41 “Çizgiler”, Ulus, 2 Aralık 1950, s. 2. 42 “Okurken”, Ulus, 5 Ocak 1951, s. 2.

43 “Halk Şiiri”, Varlık, S. 389, 1 Aralık 1952, s. 4, 5. Hakan Sazyek, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde

Garip Hareketi çalışmasında (s. 199-200), Orhan Veli’nin halk şiirine ilgisinde Sabahattin

Eyüboğ-lu’nun etkisi üzerinde durur.

(16)

Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet’in şiirlerinin kendisini hayran ettiği halde, Orhan Veli’nin onu “büsbütün değersiz bulduğunu” yüzüne çarpması eleştirmeni gücendir-miş ve uzun bir süre sessizliğini korumuştur. Halk şiirine, halk sanatına kapıldıkları için bir zamanlar beğendiği Bedri Rahmi’yi de, Orhan Veli’yi de eleştirir. Bedri Rah-mi’nin, asıl yeni şair olan Orhan Veli’yi sevmediğini, “Tahattur”, “Söz” gibi şiirleri anlamadığını, “edalım”, “vebalım” gibi sözleri duyunca coştuğunu ve Orhan Veli’yi de kendi seviyesine indirdiğini, bu yüzden sevdiğini belirtir.45

Ataç’ın yukarıda sözünü ettiğimiz Varlık’ın Aralık sayısında yayımlanan “Halk Şiiri” başlıklı yazısını Adnan Benk, Küçük Dergi’de “Nurullah Ataç ve Halk Şiiri” başlıklı yazıyla eleştirir.46 Ataç’ın Orhan Veli’nin sanatına yabancı kaldığı, bir

aşa-madan sonra artık onu takip edemez olduğu tarzındaki eleştirilerine Ataç şöyle cevap verir:47

Orhan Veli şiirlerinin çoğunda şairanelikten kaçardı, alay ederdi şairanelikle. “İstanbul Türküsü” ise, hiç şüphesiz, şairanedir, alışılmış şiirlere benzer, onunla Orhan Veli yeni bir şairane yaratmamıştır, öteden beri var olan bir şairaneye dönmüştür. Bir evrimdir bu elbette, bir değişmedir; ama bir ilerleme sayılır mı? Bay Adnan Benk saysın, ben saya-mıyorum.

Her fırsatta Garip şiirinin, özellikle Orhan Veli’nin şiirinin yenilik anlamında tartışmasız yerini teslim eden Ataç, Orhan Veli’den önce ve sonra gelen hiçbir şaire onun kadar şaşılmadığını belirterek ondaki yeni olan tarafı ön plana çıkarır ve yeni olan şiirlerini alkışlar:48

Orhan Veli’nin yazdıkları ise eski şiirden büsbütün başka idi; özce başka, konuca başka. Şiirde yenilik bekleyenler, eski kalıpların dışına çıkılmasını en çok isteyenler bile şaşır-dılar, “Şiir değil bu!” dediler. “Böyle şiir olamaz!” dediler. Orhan Veli şiirin dışında bir şiir yazıyordu öz bakımından da, kalıp bakımından da şiir olmayanı, şiir sayılamayacağı şiire sokuyordu. İşte bu bir “scandale” oldu. “Scandale” Yunanca “skandalon”, kişiyi sürçtüren taş, günah yolu, günah demektir. Orhan Veli o günahtan kaçınmadı, günaha gir-di, kendisiyle birlikte hepimizi de günaha soktu. Bugünkü şiirimiz, bütün iyi şairleriyle o yoldadır. Orhan Veli’nin açtığı yolda.

45 “Gene Halk Şiiri”, Varlık, S. 390, 1 Ocak 1953, s. 4.

46 “Nurullah Ataç ve Halk Şiiri”, Küçük Dergi, S. 8, Aralık 1952, s. 30-33.

47 “Dergilerde”, Türk Dili, S. 17, C. 2, 1 Şubat 1953, s. 301-306. Yine aynı gün Son Havadis’te çıkan bir

yazısında Orhan Veli’nin “efkârlı”, “efkârlanmak” sözlerini şiirde alışık olmadığımız şekilde dığını, onlara bir yenilik verdiğini; oysa diğer şairlerin bunları Orhan Veli’ye özendikleri için kullan-dıklarını söyler. “Orhan Veli’nin şiiri güzelliğini “efkâr” sözünden almıyordu, kendisi, kendi şiiri ona bir güzellik veriyordu” diyerek Orhan Veli ile onu taklit edenler arasındaki farkı da belirtmiş olur. bk. “Ataç’ın Güncesi”, Son Havadis, 1 Şubat 1953, s. 2.

(17)

Ataç, sembolistler gibi “belagat”ı şiirin düşmanı olarak görür ve yazılarında sık sık Paul Verlaine’in “Prends l’éloquence et tordslui le cou” (Tut belagati, dürüver ümüğünü) sözünü hatırlatır. Orhan Veli kadar bunu başarmış bir şair bilmediğini, bir de hai-kai’leriyle Japon şairlerinin bunda başarılı olduklarını söyler.49

Duygu, duygu severlik, ilham, esin, kişinin içinden geldiği gibi anlamına gelen samimiyet Ataç’a göre sanatçının kaçınması gereken hususlardır. Ona göre güzel şiir-ler duyguyla, kendini kapıp koyuvermekle değil, düşünceyle kılı kırk yararak yazılır. Orhan Veli’nin çoğu şiirini bu anlamda başarılı bularak onun aslında duygulu birisi olduğunu, bunu gizlemek için kendi kendisiyle “çarpıştığını” duygularını alaya aldı-ğını belirtir:50

Biliyor ki kendini duygulara bırakıp içli, hani şu “samimi” denilir çeşidinden şiirler yazmak kolaydır, sanat ise zordur, seçme ile çabalama ile varılır ona. Çoğu kazanıyor bu çarpışma-da, o zaman “Söz”, “Sere Serpe”, “Sakal”, “Cımbızlı Şiir”, “Ah Neydi Benim Gençliğim” gibi her biri birer pırlanta şiirler, saymakla bitmez. Yenildiği de oluyor, o zaman kendini bırakıyor kolaylığa. “Yol Türküleri”ni yazıyor, “İstanbul Türküsü”nü yazıyor, şu “Delik-li Şiir”e kadar iniyor. Bunlar değil Orhan Ve“Delik-li’nin, gerçek Orhan Ve“Delik-li’nin değil; kendini unutmuş, düşüncesinden çok duygusuna uymuş, daha da kötüsü geleneğe, yıkmak istediği, yıktığı geleneğe boyun eğmiş bir Orhan Veli’nin, yenilmiş bir Orhan Veli’nin şiirleri. Salah Birsel’in bir yazısında biri genç, biri ihtiyar iki eleştirmen eski şiir-ye-ni şiir üzerinde tartışırlar. İhtiyar eleştirmen “Ağaca bir taş attım/ Düşmedi taşım/ Düşmedi taşım” şiirini “Bunda mı ses buluyorsunuz?” diye genç eleştirmenin önüne sürer. Genç eleştirmen de bir şairin alay olsun diye yazdığı bir şiiri alıp bütün yeni şiiri suçladığı için ihtiyar eleştirmene çatar.51

Nurullah Ataç, iki eleştirmenin de beğenmediği bu şiirde bir güzellik, bir ses bulduğunu, şiirdeki alayın arkasında bir acı sezdiğini belirterek bizim toplumumuzun humour’u kavrayacak duruma gelmediğini söyler:52

Ah! Bu “humour” sözüne Türkçe bir karşılık bulabilsek! Belki o karşılığı bulamadığı-mız içindir ki ne olduğunu da iyice kavrayamıyoruz, bunun için de yeni Avrupa şiirinin büyük bir yanına, Lautréamont’dan başlayıp surréalistelere, daha yenilere kadar uzayan bir yanına yabancı kalıyoruz. Orhan Veli ile Oktay Rıfat’ın birlikte yazdıkları o şiirde de, Orhan Veli’nin “Gözlerim, gözlerim nerde?” şiirinde de o soluğa (esprit’ye) bir açılış vardı. Yazık ki çok çabuk kapandı o pencere. Belki de bizim toplumumuz daha onu kav-rayacak duruma gelemediği içindir.

49 “Orhan Veli”, Ulus, 22 Kasım 1953, s. 2. Ataç bir zamanlar Ahmet Haşim’in de, yeni bulduğu son

dönem şiirleriyle klasik safi yete, Japon hai-kai’lerinin safi yetine yaklaştığını söyleyerek övmüştür. bk. “Dört Mısra”, Milliyet, 12 Şubat 1933, s. 5.

50 “Orhan Veli”, Ulus, 22 Kasım 1953, s. 2.

51 Salah Birsel, “Şiir Üzerine Konuşma”, Kültür Dünyası, S. 1, 15 Ocak 1954, s. 8-11. 52 “Dergilerde”, Türk Dili, S. 30, C. 3, 1 Mart 1954, s. 362-364.

(18)

Ataç, Orhan Veli’nin şiirlerinin yanında az da olsa tenkit yazılarını da değerlen-dirmiştir. Varlık’ta çıkan “Garabet” başlıklı tenkit yazısını değerlendirirken, yazıdaki vuzuh ve titizliğe dikkat çekerek şairi XVII. asır Fransız klasiklerine benzetir. Ayrıca yine Varlık’ta çıkan “Ahenk ve Tasvir” başlıklı yazısında, sanatların birbirine karış-tırılmasına karşı çıkan Orhan Veli’nin tavrını, sanatların safl ığını muhafaza etmeye çalışan klasiklere benzetir. Ataç, Orhan Veli’nin bu fi krine katılmayarak her nazari-yenin yapıcı veya yıkıcı tarafını sevdiğini; fakat daraltıcı tarafından hoşlanmadığını belirtir.53

Varlık Yayınları’ndan çıkan Nesir Yazıları’nı değerlendirdiği yazısında Orhan Veli’nin iyi bir denemeci ve eleştirmeci olmadığını belirtir. Bu yazılarında bireyciliğe karşı gelen, sanatçının toplumcu olması gerektiğini savunan şairin, şiirlerinde bunun aksini ortaya koyduğunu iddia eder:54

Şair, sanat adamı toplumu düşünmeli, bireylere bağlanmamalıymış. Bireyleri anlatırmış, ancak o bireyler toplumu, çoğunluğu göstermeliymiş… Oysaki Orhan Veli şiirinde ne kadar bireycidir! Düşünün bir; şiirde ölçü, kalıp tanımamak, bunların dışında, salt kendi bulduğu, salt şairin kendisi için geçer kurallara uymak bireycilik değildir de nedir? Bir başka yazısında da Orhan Veli’nin Garip için yazdığı önsözü eleştirir. Bu ön-sözü de Haşim’in Piyale önön-sözü gibi karmakarışık bulur. Ayrıca şiir kitabının önüne “önsöz” koyma geleneğini doğru bulmaz:55

Ne oluyor bir yır betiğinin başına önsöz koymak? Yırlar yetmez mi ozanın ne yapmak istediğini, dörüt anlayışını belirtmeğe?

Oktay Rıfat

Ataç’ın müstakil olarak Oktay Rıfat’tan bahsetmesi Varlık’ta Orhan Veli ile bir-likte yayımlanan savaş şiirleri dolayısıyladır. Bu yazısında Oktay Rıfat’ın “Şehit-lik”, “Tayyare”; Orhan Veli’nin de “Karanfi l” başlıklı şiirlerine yer verir. “Şehitlik” şiirinin edebiyatımızda bir “hadise” olduğunu söyleyerek Oktay Rıfat’ın şiirindeki mükemmellik ve yenilik üzerinde durur:56

Öyle genç bir adamın, kendinden evvel gelenleri taklit etmemek, onların bıraktıkları aleti kullanmamak şartıyla bu kadar çabuk olgunlaşması, mükemmele varması pek nadir görülen şeylerdendir. Hem onun sanatında bu mükemmellik yeni değildir. Daha ilk

şiir-53 “Şiir ve Nazariye”, Haber-Akşam Postası, 12 Ocak 1940, s. 2. 54 “Orhan Veli”, Ulus, 22 Kasım 1953, s. 2.

55 “Önsöz”, Varlık, S. 437, 1 Eylül 1956, s. 4. 56 “Edebiyat”, Akşam, 7 Kasım 1939, s. 3, 4.

(19)

lerinde mesela “Peyzaj”da onun, en canlı, en lüzumlu kelimeyi yakalamak hususundaki mahareti seziliyordu. Hatta onun mükemmelliğe bu kadar çabuk ermiş olması beni kor-kutuyordu. Gençlerde biraz acemiliği severim; fakat Oktay Rıfat ustalığı şahsiyetinden feda ederek, kendisinin olmayan tecrübelerden istifade ederek elde etmiyor; pürüzsüzlü-ğü, kusursuzluğu ancak kendi gayreti ile kazanıyor. Son zamanlarda hiçbir şiirin bana bu kadar hürmet, bu kadar hayranlık hissi verdiğini bilmiyorum.

Ataç, bu şiirlerde sanıldığı gibi bir “istihza” değil savaş karşısında lakayt kalan-ları hicveden, tokatlayan bir hal olduğunu söyleyerek Oktay Rıfat ve Orhan Veli’nin şiirlerindeki itiraza, isyana dikkat çeker. Ayrıca köhnemiş bediî hükümlerimizi yıkan bu şiirler; sanatı hayatın, hadiselerin dışında sayan insanları hakikate davet etmektedir.

Söz konusu yazısında kendisini de, belli bir sanat âleminin beslediği insanlar arasına koyan Ataç, Türk şiirindeki değişen sanat anlayışını, yeniliği kuvvetli sezgi-leriyle şöyle tasvir eder:

Şimdi bir itirafta bulunayım: Bu şiirleri benim bir Naili’nin, bir Nedim’in, Yahya Ke-mal’in yahut Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirlerini sevdiğim gibi sevmeme imkân yoktur. Çünkü ben de, bugün her ihtilâlin, her harbin biraz daha çürütmekte, yıkmakta olduğu bir âlemin bediî hükümleriyle beslenmiş insanlardanım. Bu şiirlerin bana aykırı gelme-si tabiîdir. Yalnız yeniliklerini kastetmiyorum. Nazım Hikmet, Bedri Rahmi de yenidir; fakat onların yeniliği, bizim bildiğimiz sanat şartlarına, havasına tabidir. Halbuki Oktay Rıfat’ın, Orhan Veli’nin şiirlerinde görülen yenilik o cinsten değildir, onlarda ruh tama-mıyla başkadır. Onlar yarın doğacak ve bizi belki kale bile almayacak bir âlemi haber veren şiirlerdir. Biz onların güzelliğini gönlümüzle değil, ancak kafamızla kavrayabiliriz. 1952’de kaleme aldığı bir yazısında Oktay Rıfat’ın “Zeytinyağlı Dolma” ile “Fadik” şiirlerini çok beğendiğini dile getirerek Yeditepe Yayınları’ndan çıkan Aşağı

Yukarı şiir kitabından övgüyle bahseder.57

Oktay Rıfat Yeditepe, Ataç ise Türk Dili dergilerinde Ekim 1952-Ocak 1953 ta-rihleri arasında sanat eserinde güzellik, şiirin ne olduğu, şiirde mana, öz şiir, öz-bi-çim, şiirde dava gibi meseleler üzerinde tartışırlar. Bu yazılarda Oktay Rıfat; şiirde özü, muhtevayı ön plana çıkararak, şairin insanoğlunda yaşama şartlarını düzeltmek, iyileştirmek kaygısını taşıması gerektiğini savunurken Ataç, dava dışında kalmış eserleri değersiz gördüğü için Oktay Rıfat’ı eleştirir ve davasız sanatın ve edebiyatın da güzellikleri olabileceğini iddia eder.58

57 “Kendimizi Tanıtalım”, Ulus, 29 Şubat 1952, s. 2. Ataç, bir başka yazısında “Zeytinyağlı Dolma”yı

Oktay Rıfat’ın kendisine bir piyango çıkması üzerine yazdığını söyleyerek onun sanatı üzerinde düşü-nen, uğraşan bir şair olduğunu belirtir. “Şiirde Mana”, Son Havadis, 5 Mart 1953, s. 2, 3.

58 bk. Oktay Rıfat, “Şiir Konuşması”, Yeditepe, S. 22, 1 Ekim 1952; Oktay Rıfat, “Muhteva Saygısı”,

Yeditepe, S. 23, 15 Ekim 1952; Nurullah Ataç, “Dergilerde”, Türk Dili, S. 14, 1 Kasım 1952, s.

115-120; Oktay Rıfat, “Nurullah Ataç’a”, Yeditepe, S. 26, 1 Aralık 1952; Nurullah Ataç, “Dergilerde”, Türk

Dili, S. 15, 1 Aralık 1952, s. 181-184; Nurullah Ataç, “Dergilerde”, Türk Dili, S. 16, 1 Ocak 1953, s.

(20)

Bu meseleye Sabahattin Kudret Aksal’ın Şarkılı Kahve şiir kitabının ikinci bas-kısı vesilesiyle tekrar döner. Aksal’ın sesini yükseltmeye kalkmadığını, bir konu ara-madığını; Orhan Veli ve Oktay Rıfat’ın ise en ince şiir dilini kullansalar da bir dava, bir kavga güttüklerini belirtir. Ataç, şiirin dışında başka bir özden denecek bir şey karıştığı için Oktay Rıfat ve Orhan Veli’nin şiirini eleştirirken, Sabahattin Kudret Aksal’ı, kişiyi sadece şiirle yakaladığı, kavradığı için beğenir. “Zeytinyağlı Dolma” için insanı şaşırtan bir başarı derken, Aksal’ın “Baca” şiirini daha büyük, daha da inanılamayacak bir başarı olarak görür.59

Ataç’ın Oktay Rıfat hakkında kaleme aldığı son yazılar İkinci Yeni tarzındaki şiirlerini içeren Perçemli Sokak üzerinedir. Bu kitabıyla şairin eski yazdıklarından büsbütün başka nitelikte bir şiir kitabı çıkardığını söyleyen Ataç, eskiden de anlam bağı gözetmeyen tekerlemeler yazdığını hatırlatır. Bunlardan en çok beğendiği “Lü-leburgaz çamurunu/Karamadım karamadım” ve “Maltepe’den çıktım yola/Bakkal başı selam durdu” mısralarıyla başlayan şiirlerdir. Ataç’a göre, Oktay Rıfat bu teker-lemelere eskiden birer eğlence, birer oyuncak olarak bakmış; ancak bir amaç güden, yararlığı dokunacağını düşündüğü şiirlerini değerli bulmuştur. Anlama bu denli önem veren şairin tekerlemeleri bir yana, bütün şiirlerinin açık ya da kolayca sezilen bir anlamı olduğunu söyler. Özellikle “Zeytinyağlı Dolma” üzerinde durur:60

“Zeytinyağlı Dolma”yı bilirsiniz, bence yalnız Bay Oktay Rifat’ın değil, Türkçenin en güzel yırlarından biridir. Onu beğenmeyenlere bir diyeceğim yok. 16. yüzyılın ozanla-rından Nev’i söylemiş: “Bunun keyfi yyeti ta’rif olunmaz zevke dairdir”. Ancak o “Zey-tinyağlı Dolma”dan bir anlam çıkaramayanlara şaşıyorum. Onun bir bunalmayı, birtakım olaylar, incelenmeye gelmez savlar (iddialar), iri lakırdılar, yalanlar karşısında duyduğu-muz öfkeyi özetleyiverdiğini niye görmüyorlar?

Ataç Oktay Rıfat’ın Perçemli Sokak’ta yer alan şiirleriyle tekerleme nev’inden eski şiirleri arasında şöyle bir ilişki kurar:61

Bay Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak adlı yeni betiğinde topladığı yırlar birer tekerleme değildir. Ozan, önsözde şöyle diyor: “Bir kelime sanatı, bu yüzden bir görüntü (Bay Ok-tay Rifat ‘görüntü’yü ‘image’ karşılığı olarak kullanıyor) sanatı olan şiirin sadece olabi-lecek görüntülere bağlanması istenemeyeceğinden anlamla da bağlı kalması istenemez” Böylece yırı anlamdan büsbütün soymaya çalışıyor, bununla da kalmıyor, köğü [vezni], uyağı da istemiyor. Sözlerinde dalgalanım [rythme] da yok demiyorum, var, ancak gizli, içten bir dalgalanım, tekerlemelerde olan gibi değil. Bu yırlara da birer tekerleme

denebi-59 “Ataç’ın Güncesi”, Son Havadis, 17 Ocak 1954, s. 2.

60 “Özgür Sözler”, Ulus, 28 Aralık 1956, s. 2. Ataç, Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yayımlanan

“Anla-mak” (S. 59, C. 12, Aralık 1956, s. 6-7) başlıklı yazısında da benzer şekilde Perçemli Sokak’ta yer alan şiirleri anlamadıklarını söyleyenleri eleştirerek bir zamanlar Göl Saatleri kitabıyla Ahmet Haşim’in düştüğü durumu hatırlatır.

(21)

lir: Özgür koşuktan (serbest nazımdan) doğmuş birer tekerleme; köğlü, uyaklı koşuktan gene köğlü, uyaklı tekerleme doğduğu gibi özgür koşuktan da köğsüz, uyaksız, ancak gizli bir dalgalanım arayan bir tekerleme doğuyor.

Oktay Rıfat’ın, kelimelerin anlamından da, ses değerinden de istifade etmeyen şiirler yazdığını, bunları soyut resimlere bakar gibi okumamız gerektiğini söyler. “Gerçeğin gündelik düzenini değiştirmek yahut ona başka bir açıdan bakabilmek” mümkün olmadığı için kelimelerin konuşma dilindeki gündelik düzenini bozan Oktay Rıfat’ın bu şiirleri kuşkusuz Ataç için yeni bir tecrübedir. Fakat sürekli yeninin, güze-lin peşinde olan eleştirmen Türk şiirinde önemli bir damar açacak olan II. Yeni şiirini ancak ilk örnekleriyle takip edebilmiş, yine de kuvvetli sezgisi onu yanıltmamıştır:62

Bay Oktay Rıfat’ın kendisini de, eski yırlarını da sevdiğim için ilgiyle okudum bu betiği-ni. Güzelliğini tadabilmek için daha da okuyorum, okuyacağım. Beğenebildim, sevebil-dim mi? Orasını kestiremeyeceğim. Yaşımın gereği, birtakım yenilikler beni gerçekten kavrayamıyor. Seziyorum bir değerleri olduğunu. Bu yolların denenmesi gerektiğini de biliyorum. Ne yapayım ki beni şimdiye dek alıştığım, alıştığım için de usa yakın, uygun bulduğum yazın çekiyor.

Melih Cevdet

Ataç’ın, Garipçilerden Melih Cevdet hakkında tespit edebildiğimiz fazla bir yazısı yoktur. İfadelerden de anlaşıldığı üzere Ataç, Melih Cevdet’i diğerleri kadar kuvvetli ve yeni bulmamıştır. Melih Cevdet hakkında zaman içerisinde kanaatleri olumsuz yönde değişirse de, ilk tanıştığı günlerde onun iyi bir münekkit ve iyi bir şair olacağını ümit etmektedir:63

Henüz Melih Cevdet’in hiçbir tenkit yazısını okumadım; fakat bana öyle geliyor ki o,

ya-62 “Özgür Sözler”, Ulus, 10 Ocak 1957, s. 2. Ataç sonraki yazılarında da Perçemli Sokak’a yer vermiş,

yavaş yavaş kavranabilecek bu şiirleri okudukça daha bir sevdiğini belirtmiştir. bk. “Günce”, Son

Havadis, 15 Ocak 1957, s. 2, 5; “Ataç’ın Güncesi”, Ulus, 27 Ocak 1957, s. 2. Ayrıca Sabahattin

Te-oman’ın Varlık’ın 15 Mart 1957 tarihli 450 numaralı (s. 10-11) sayısında “Sokaklı Perçem” başlığı altında, Oktay Rıfat ve Orhan Veli’ye yönelttiği eleştirilerine verdiği cevap için bk. “Şaşılacak Söz-ler”, Ulus, 21 Mart 1957, s. 2; “Öykünme”, Ulus, 28 Mart 1957, s. 2. Sabahattin Teoman söz konusu yazısında Orhan Veli ve Oktay Rıfat’ı Fransız sürrealistlerini taklit ettikleri için eleştirmekte, âdeta suçlamaktadır. Ataç ise Orhan Veli’nin gerçeküstücü olmadığını, Oktay Rıfat’ın ise ancak son dönem şiirlerinde gerçeküstücü olduğunu iddia eder. Bunun yanında sanatın bir öykünme işi olduğunu, bütün büyük sanatkârların öykündüklerini söyleyerek Sabahattin Teoman’ı eleştirir. Bu iki yazıya Sabahattin Teoman “İyi Anlatamamışım” başlıklı, âdeta Ataç’tan özür diler nitelikte kaleme aldığı bir yazıyla karşılık verir (Varlık, 1 Mayıs 1957, S. 453, s. 6-7). Ataç’ın cevabı onun hasta yatağında, ölümünden hemen önce kaleme aldığı yazılardandır (“Bir Yanıt”, Ulus, 9 Mayıs 1957, s. 2, 5).

(22)

rın müthiş bir münekkit olacak ve bütün şairlerimiz, irili ufaklı edebiyatçılarımız hakkın-da amansız ve haklı hükümler verecek. Münekkit olacağını söylemekle şairliğini inkâr etmek istemiyorum; bilakis, şiiri de kuvvetli, hayaller yaratmasını, en alelâde şeylere şiir havası vermesini, daima en doğru kelimeyi bulmasını biliyor.

Bu sözlerinden kısa bir süre sonra genç sanatçılar hakkında kaleme aldığı bir yazısında Melih Cevdet’in değerli bir şair olduğunu, fakat Orhan Veli ve Oktay Rıfat kadar kuvvetli olmadığını belirtir. Ataç’a göre Orhan Veli ve Oktay Rıfat bugünkü tarzlarına inandığı halde Melih Cevdet buna gerçekten inanmaz ve bunu geçilmesi gereken bir aşama olarak görür:64

Melih Cevdet günden güne uslanacak, yola girecek ve şimdiki şiirlerini inkâr etmese bile onlardan tebessümle bahsedecektir. Fikirleri için ise, “Ne yapalım, o zamanlar gençtik, böyle ifrata, mübalağaya, inkâra hakkımız vardı” diyecek. İnşallah bu düşündüklerim yanlış çıkar.

Ataç’ın bu hükmü, Melih Cevdet’in sonraki sanat hayatı düşünüldüğünde hiç de yanlış değildir. Nitekim 1946’da Varlık dergisinde yayımlanan şiirlerinden hareketle Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’ın günden güne “uslandıklarını”, serbest nazmı bırakıp ölçülü uyaklı mısralar yazdıklarını belirtir.65

Sonuç

Ataç; Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’i Türk şiirinin yenilenmesinde bir köşe taşı olarak görüp bu iki şair hakkında pek çok yazı kaleme almıştır. Necip Fazıl ve Nazım Hikmet de şiire yeni bir soluk getiren şairler olarak ele alınır. Garip hareketi ise Ataç’a göre, şiirin kendine özgü bir dili, bir vezni olamayacağı gibi, kendine özgü konuları da olamayacağını göstererek daha da büyük bir atılım yapmıştır. Tabiî ki birer köşe taşı olarak kabul edilen bu şairlerin şiirlerindeki yenilik, Ataç’ın şiire, sanata bakışını da değiştirmiş, tabir-i caizse yenilemiştir. Yalnız Ataç’ın Orhan Veli’nin şiirlerini ele al-dığı yazılarında Ahmet Haşim’e yer vermemesi dikkat çekicidir. Bilindiği üzere Orhan Veli’nin en çok cevap verdiği, rakip gibi gördüğü şair, Haşim’dir. Bu da Ataç’ın mu-kayeseyi esas alan edebiyat tarihçisi bakışından ziyade, daha çok yaşadığı zamandan hareketle metni esas alan eleştirmen bakışına sahip olduğunu göstermektedir.

Henüz 1937’lerde, Garip şiir kitabı yayımlanmadan önce şahsen tanımadığı bu

64 “Edebiyatta Eskiler mi, Yeniler mi?”, Akşam, 24 Ocak 1940, s. 3, 4. Bir hafta sonra kaleme aldığı bir

yazıda Ataç, Melih Cevdet için “onlardan ayrılmışa benziyor; adı onlarla beraber değil, onları tanımak istemeyen listelerde çıkıyor” diyerek tuttuğu yolda şaire başarılar diler. bk. “Şundan Bundan”,

Haber-Akşam Postası, 1 Şubat 1940, s. 3.

(23)

genç şairleri kamuoyuna tanıtması ve onlardaki yeniliği takdir etmesi, Ataç’ın sez-gileri kuvvetli bir eleştirmen olduğunu açıkça göstermektedir. Bu şairleri destekle-yen birkaç isimle birlikte Ataç’ın, dönemin etkili kalemleri karşısında zamanın haklı çıkaracağı önemli bir mücadele verdiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden Akbaba başta olmak üzere dönemin gazete ve dergilerinde pek çok karikatürü çıkmıştır. Sonra-ki dönemlerde Garip şiirinin toplumcu gerçekçi şairlere karşı iktidarda olan İnönü hükûmeti tarafından teşvik edilen bir şiir hareketi olarak öne çıkarıldığı, Ataç’ın da bunların avukatlığını yaptığına dair iddialar, Hakan Sazyek’in kitabında izah etti-ği üzere, tamamen asılsızdır.66 Ayrıca Ataç, 1956 Kasımında yayımlanan ve II. Yeni

tarzında bir şiir kitabı olarak düşünülebilecek Oktay Rıfat’ın Perçemli Sokak’ına da ilgisiz kalmamış, kitabın yayımlanmasından bir ay sonra kaleme almaya başladığı yazılarıyla çok isabetli değerlendirmelerde bulunmuştur.

KAYNAKLAR

Ataç, Nurullah, “Kalmak”, Milliyet, 30 Haziran 1931. , “Dört Mısra”, Milliyet, 12 Şubat 1933. , “Yeni Kalıplar”, Akşam, 24 Ekim 1936. ,“Birkaç Şair”, Son Posta, 3 Nisan 1937.

, “Varlık Şairleri”, Haber-Akşam Postası, 22 Eylül 1937. , “Son Şairler”, Haber-Akşam Postası, 10 Ekim 1937. , “Asil Şiir”, Haber-Akşam Postası, 24 Aralık 1937. , “Yılbaşı”, Akşam, 1 Ocak 1938.

, “Notlar”, Akşam, 26 Mart 1938. , “Niçin”, Akşam, 28 Mayıs 1938.

, “Kalemin Gelişi”, Akşam, 10 Eylül 1938.

, “İş Olsun Diye”, Haber-Akşam Postası, 5 Ekim 1938. , “Sözden Söze”, Haber-Akşam Postası, 7 Ekim 1938. , “Bir Mülakat”, Haber-Akşam Postası, 30 Ekim 1938. , “Kalemin Gelişi”, Akşam, 18 Şubat 1939.

, “Süleyman Efendi”, Akşam, 11 Mart 1939. , “Kolay, Zor”, Akşam, 22 Nisan 1939. , “Derkenar”, Akşam, 16 Mayıs 1939.

, “Garabet”, Haber-Akşam Postası, 5 Ekim 1939. , “Edebiyat”, Akşam, 7 Kasım 1939.

, “Şiir ve Nazariye”, Haber-Akşam Postası, 12 Ocak 1940. , “Edebiyatta Eskiler mi, Yeniler mi?”, Akşam, 24 Ocak 1940. , “Şundan Bundan”, Haber-Akşam Postası, 1 Şubat 1940.

, “Keziban’a Mektup”, Haber-Akşam Postası, 26 Nisan 1940. , “Cemiyette Şair”, Ulus, 17 Ağustos 1940.

, “Derkenar”, Haber-Akşam Postası, 10 Eylül 1940. , “Kalemin Gelişi”, Haber-Akşam Postası, 25 Eylül 1940.

(24)

, “Bir Mektup”, Ülkü, S. 106, C. 9, 16 Şubat 1946. , “Düşsül Görüşme”, Ulus, 4 Mart 1946.

, “Sözden Söze”, Ulus, 15 Temmuz 1946. , “Orhan Veli”, Ulus, 17 Kasım 1950. , “Çizgiler”, Ulus, 2 Aralık 1950. , “Okurken”, Ulus, 5 Ocak 1951. , “Karalama”, Ulus, 2 Şubat 1951.

, “Kendimizi Tanıtalım”, Ulus, 29 Şubat 1952. , “Dergilerde”, Türk Dili, S. 14, 1 Kasım 1952. , “Dergilerde”, Türk Dili, S. 15, 1 Aralık 1952. , “Halk Şiiri”, Varlık, S. 389, 1 Aralık 1952.

, “Gene Halk Şiiri”, Varlık, S. 390, 1 Ocak 1953. , “Dergilerde”, Türk Dili, S. 16, 1 Ocak 1953. , “Dergilerde”, Türk Dili, S. 17, C. 2, 1 Şubat 1953. , “Ataç’ın Güncesi”, Son Havadis, 1 Şubat 1953. , “Şiirde Mana”, Son Havadis, 5 Mart 1953. , “Orhan Veli”, Son Havadis, 17 Kasım 1953. , “Orhan Veli”, Ulus, 22 Kasım 1953.

, “Ataç’ın Güncesi”, Son Havadis, 17 Ocak 1954. , “Dergilerde”, Türk Dili, S. 30, C. 3, 1 Mart 1954. , “Önsöz”, Varlık, S. 437, 1 Eylül 1956.

, “Özgür Sözler”, Ulus, 28 Aralık 1956.

, “Anlamak”, Seçilmiş Hikâyeler, S. 59, C. 12, Aralık 1956. , “Özgür Sözler”, Ulus, 10 Ocak 1957.

, “Günce”, Son Havadis, 15 Ocak 1957. , “Ataç’ın Güncesi”, Ulus, 27 Ocak 1957. , “Şaşılacak Sözler”, Ulus, 21 Mart 1957. , “Öykünme”, Ulus, 28 Mart 1957. , “Bir Yanıt”, Ulus, 9 Mayıs 1957.

Benk, Adnan, “Nurullah Ataç ve Halk Şiiri”, Küçük Dergi, S. 8, Aralık 1952. Birsel, Salah, “Şiir Üzerine Konuşma”, Kültür Dünyası, S. 1, 15 Ocak 1954.

Çağın, Şerife, “Nurullah Ataç’ın Gözünden ‘Üstad’ Ahmet Haşim”, Yeni Türk Edebiyatı, Der-gâh Yay., S. 3, Mart 2011.

Çınarlı, Mehmet, “Yeni Şiir”, Hisar, Yıl 1, S. 9-10, Ocak-Şubat 1951.

Es, Hikmet Feridun, “B. Nurullah Ataç diyor ki: Bir şiirin güzel olması için onda mutlaka mana aranmaz”, Akşam, 14 Şubat 1939.

Eyüboğlu, Bedri Rahmi, “Eleştirme-Ulaştırma”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1952. Horozcu, Oktay Rıfat, “Şiir Konuşması”, Yeditepe, S. 22, 1 Ekim 1952.

, “Muhteva Saygısı”, Yeditepe, S. 23, 15 Ekim 1952. , “Nurullah Ataç’a”, Yeditepe, S. 26, 1 Aralık 1952.

Kanık, Orhan Veli, “Fikret’e Dair”, Ülkü, S. 105, C. 9, 1 Şubat 1946. , “Şiir Mükafatı”, Ülkü, S. 108, C. 9, 16 Mart 1946.

Karakuş, Emin, “Türk Edebiyatını İnkar Eden Genç”, Resimli Hafta, S. 7, 29 Ekim 1938. Munis Faik Ozansoy, “Şairin Mevkii”, Çığır, S. 92, C. 9, Temmuz 1940.

Sabahattin Teoman, “Sokaklı Perçem”, Varlık, S. 450, 15 Mart 1957. , “İyi Anlatamamışım”, Varlık, S. 453, 1 Mayıs 1957.

Sazyek, Hakan, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi, İstanbul 1996. Şahap Sıtkı, “Nurullah Ataç’la Sohbet”, Varlık, S. 138, 1 Ocak 1947.

Referanslar

Benzer Belgeler

Pulmonary veins (PVs) were known to be important sources of ectopic beats with the initiation of paroxysmal atrial fibrillation and the foci of ectopic atrial tachycardia. However,

Mercanlar Paleozoyik dönemden (545 milyon-251 milyon yıl önce) Miyosen dönemin sonuna kadar (24-5 milyon yıl önce) kadar olan dönemde Anadolu’nun hemen hemen her yerinde,

Geride kalan tuz kristalize olarak (katı bir maddenin uygun bir çözücü içinde soğukta az, sıcakta çok çözünmesi) kaya yüzeyi üzerinde balpeteği şeklinin

Sanatçının Koşuyolu’ndaki evin­ de yer alan “ Aka Gündüz Köşesi” ilginç görüntülerle ekranlarımıza ge­ lirken, eşi Süheyla Kutbay, oğlu Hakan Kntbay, yakın

işte, tam bu sıralardadır kî, Reşat Nuri Giintekin «G ali Kuşu» romanındaki Feride’siyle Türk kızının ilk gerçek örneğini vordi.. F e­ ride mektepten

«Suriye ve Kilikya’da Fransa Yüksek Komiseri» General Gtıro’- nun emri ile Antep, Maraş ve Urfa sancaklarındaki Fransız kuvvetleri­ nin kumandanlığına

Balıkçı tekneleri, kayıklar, yatlar, lokantalar, kahveler, barlar, oteller, balıkçı hali yat limanın kenarına inci gibi dizilmiş.. Ya­ şam gece ve gündüz

Fakat Curiosity’nin sönmüş bir volkanın etrafında yaptığı ölçümlerde yüksek miktarda feldspata (granit türü kayaların içinde bulunan bir mineral türü)