• Sonuç bulunamadı

40 yılın tecrübesiyle Erol Simavi konuşuyor:Hürriyet'in sahibi, dünyasını Hürriyet okurlarına açtı:Sertliği sevmem

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "40 yılın tecrübesiyle Erol Simavi konuşuyor:Hürriyet'in sahibi, dünyasını Hürriyet okurlarına açtı:Sertliği sevmem"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

9 Mayıs 1988 Pazartesi ( 5;

I &;

A N I • İNCELEM E • A R A ŞT IR M A

r a z a r

i-h p p i

J

Hürriyet in sahibi,jlünyasını, Hürriyet okurlarına açtı... □

Hürriyetten... Hürriyet'e...

é

•İÎ'^î

Mg

m

A

ZICIK tüylenmiş çocuklukla delikanlılık arasında kolan vurduğum alaalahey döne- rnimdi.. Bir kadına âşık oldum!... Kömür siyahı iri gözlerinden fışkıran bakışlar, bir çift lazer ışını gibi, yüreğime işlerdi..

Ne uzundu, ne kısa. Ne topluydu, ne zayıf... Ne somurtkandı, ne de şen şakrak...

Nesi varsa; uyumluydu, ölçülüydü, dengeliy­ di...

Hele yüzü... Bakar bakar, düşünürdüm... Her­ halde, Yaradan'ın pek boş bir zamanına denk gelmişti...

Süzm e burnunun hemen altındaki o hokkam- sı ağzı, ancak Tanrısal bir el çizmiş olabilirdi.., Bir de s a çla rı.. Kulaklarından yanaklarına, şakaklarından alnına birer alev dilimi halinde çengel çengel uzardı...

Onunla, el ele tutuşm am ışım .. Onunla, yüz yü ze konuşmamıştım... Onunla, karşı karşıya bile gelmemiştim...

Onu, sadece resimlerinden, görüntüsünden tanımıştım...

O, dediğim Gina Lollobrtgida... Ne de toymuşum!.,.

Sonra yıllar; benim de gözlerimi örten saf körlüğün perdelerini çekti, sıyırdı...

Artık, onun kıvfım kıvrım saçlarına bakmakla bile kan tepeme sıçrıyordu...

Hele, cücem si boyuyla iki karış topuklarının üzerinde yükselmeye çalışması yok mu? Sinirle­ rimi oynatmaya yetiyordu...

Pırıltılı bakışları bile boşalmış, sanki koyunlaş- mıştı... Kusurlarını sıralamaya, bu kez soluğum yetmiyordu...

Heykelimsi başı; gözüm de kelleleşmişti: Bu vücudun olamazdı... Omuzları çok dardı; kalçaları da, inadına geniş...

Ha koptu, ha kopacak beli, kadınlık inceliğin­ den fersah fersah uzaktı...

Yapaydı, yapmacıktı, zorlamaydı...

Gençlik rüyalarımın perdesini baştan sona kaplayan .pembe hayal, bu olmamalıydı...

• • • • • •

V

E, geçen haftanın odasındaydı Cumhurbaş- kanTnın huzurundaydık Erol Sim av! ve ben... Yorgun olduğu için, Evren. 40’ıncı yılımızı kutlama gecesine katılamamıştı...

A m a ertesi gün. onca yoğun programının arasında, lütfedip bizi kabul ediyordu...

Sabah, saat 09.30'da...

Bakışlarınızdaki tereddüdü, yüzünüze yayılan şaşkınlık ifadesini, görür gibiyim:

Düşünce balonlarıyla bile olsa: bir Evren görüşmesinde Gina'ya pay ayırmanın, yeri, m a­ nası olabilir mi?...

Belki yok... Am a bir sorusu, beni taa gençlik heyecanlarıma taşıyıp götürdüğü için; belki de var

“Neden, başlığınızı değiştirmek gereğini duydunuz?”

İşte o an, “Bir süredir, onu Gina Lollobrigida

gibi görüyorduk Sayın Cumhurbaşkanım” de­ meyi çok istedim... Am a, diyemedim... Arada telefonlarla; ya da karşılaştığımızda benzer soru­ lar yönelten okuyucularımıza, aynı buruşuk anıyla cevap verm eye can attığım gibi...

Daha çok hanımlar... Arıyorlar, yazıyorlar, geliyorlar..

Rastlantıyla karşılaştığınızda bile, bir göz açıp kapama süreci içinde soruyorlar...

Ciddi açıklama, ayrıntılı cevap bekliyorlar... Okuyucusuyla böylesine bütünleşmek.. Kendi paşa gönlümüzün bileceği işmiş gibi gelen bir konuda bile, hesap verilmesini isteyen tavırlar karşısında terlemek, ne güzel...

Sayın E v re n 'e sunduğum görüşleri, burada tekrarlayacağım şimdi...

Kırkıncı yılda değiştirdiğimiz Hürriyet başlığı, bizim basın hayatındaki emekleme çağımızı sim­ geleyen. o klasikleşmiş ilk göz ağrımız değildir... Sonrası, belki münasebetsizliktir, am a hepi­ mizin marifetidir!...

Gelen, üzerinde oynamış; giden, olur olm az bir şeyler katmıştır...

Oysa başlangıçta, başlığımız sapsade sekiz harften ibarettir: Duru, arı bir: Hürriyet.

Sadece, “ y ”sinin kuyruğu bütünle u yum sağ­ lamadığı için, alta bir siyah şerit oturtulmuştur... Yine, bakmışlardır ki; gazetenin yüzünde, kara bir hançer gibi kalıyor, içine beyaz bir yazı kondurmuşlardır Günlük, müstakil, siyasi gaze­ te...

Doğru.. Hürriyet in, gazete olduğu hiç kuşku­ suzdur da, haftalık da olabilir, aylık da. Günlük, onun kimlik belirtisi...

Sonra müstakil O da, bu gazetenin bağımlı olmadığının, olamayacağının simgesi...

SiyasiTiğine gelince... Günlük gazetenin bir başka türü o devirde belki düşünülemez de; vurgulamakta yarar görülmüştür.

Sonra, yıllar geçmiştir. Bir gün, başlığımız bayrak a çm ıştır.. Derken, mavi çerçeve içine girmiştir... Biraz da büyümüştür.

Pek sakil olm uştur... Bu kez küçülmüştür... Yine gö ze batmıştır: Mavilik, griliğe dönüş­ müştür...

Zamanla bazı gözler beyaz zeminden rahat­ sızlık du ym uş olacaklar, çerçevenin içi, sarıya bulanmıştır!...

Bayrak millî simgemiz..-. Dokuz aylık beraber­ liğimizdeki Atatürk portresi, Atatürkçü gazete ol­ manın, ele güne, dosta düşmana; dünyaya ilanı.

Ondan ötesi, hep, günübirlik heveslerin yansı­ ması ...

Bugün. Gina'nın adını taşıyan o efsaneleşmiş saç modeli bile, sadece soluk fotoğraflarda ya­ şıyor... Dolgun kelebek dudakları, şimdi belli be­ lirsiz bir pembelik içinde... O da, incelmiş ve çizgileşmiş olarak...

Ona bodur leylek havası veren upuzun topuk­ ları bile, artık yarı yarıya budanmıştır.

Bırakalım Gina'yı; herkes, her şe y çağına ayak uydurmak zorunda... G azete başlıkları da!

YENİ BAŞLIĞIMIZ KONUŞUYOR...

G

ÜNÜMÜZÜN Hürriyet';; çağdaş, atak, dina­ mik, vurucu gazetedir..

Tekdüze değil; geniş boyutlu, çok yönlüdür... Kırk yılının içinde, nice benzeri türemiştir... Satıcı tezgâhlarının mostrasında, bizi bile zam an zam an şaşırtan taklitleri cirit atmaktadır.. Hem görüntü, hem başlık yazısıyla...

Bu değişikliğe, bizi, inanınız, bu ceffetkalem kopya edilmeler de itmiştir...

Ve işte, yeni başlığımız... ilk bakıştaki bütün farklı görünüşüne rağmen, aslında eskisinin bir benzeri... Ama. daha modern çizgileriyle

Yine ilkinin havasını taşıyor, daha çarpıcı, daha sadeleştirilmiş haliyle...

“ H ” nin fonuna gelen siyah zemin.. “ U"nün, ’T ’nin, noktalarıyla. “t”nin üst kısmını kesen ince, beyaz ş e rit.. Hepsi, am a hepsi, istediğimiz üç boyutlu havasını sağlayan unsurlardır

Bir de; yine siyahlı, kırmızılı ve kırmızısının

¿ î ş J S

Ürdün ve Irak orduları FiUstme girdi

iatailftıMUtiai M ılntlM M İn ırttoılıM »n ı S rJ İİ-jS 'İÜ : tauna t>TM«ı 3 S p j a ü S ıt mmm -~¿ f ftfegf ¿

İfe ü â fc i

* t m

McMkf M

Mrrtrwt

1 MAYIS 1948

1 MAYIS 1988

• • • • • •

B

URACIĞA ne yazıyorsam, hepsini Köşkle, tek tek anlattım sevgili okuyucular.. Sanırım, Cumhurbaşkanımızı aydınlattım da... Ama, keskin kurmay gözü, bizi en zayıf nok­ tamızdan yakalayıverdi...

"Başlık kırmızınız, biraz daha canlı olamaz mı?..." dedi

Başlangıçtan beri, ana sorunun renk olduğu­ nu, gözlerimden mi okumuştu acaba?...

Evren'in hayreti...

İ

STANBUL daki son sohbet toplantısında da,

Evren sağlıklıydı, diriydi, sırım gibiydi... Bu sefer; diyebilirim ki, çok daha zindeydi...

Son ra sonra, körüklenen tartışmalarla, ortalık hayli bulanmıştı belki... Ama, besbelli, Karade­ niz'in s e rt havası, Cum hurbaşkanTna yaramıştı... Sadece konuşurken, arada bakışları, hafiften gölgeleniyordu...

Kendine döne döne sorup; karşılığını bulama­ dığı bir soruya cevap arar gibiydi.

Onun bir ıhlamur, bizim birer çay içtiğimiz o görüşm e sırasında, tereddütlerinin düğümü, gide­ rek çözüldü...

"Ben, darbe sözü etmedim..." dediğini, 5 Mayıs günü. Hürriyet in manşetinde gördünüz...

Fakat Evren, Demirel'in tutumuna anlam ve­ rem ez gibiydi...

“12 Eylül döneminden önce, sıkıyönetim komutanlarının görevlerini yeterince yapmadık­ larından şikâyetçi" diyordu "Oysa, yetki onday- dı... isterse hepsini değiştirebilirdi... Genelkur­ may Başkanı n) bile...”

Genelkurmay Başkanı dediği, Evren'in kendi- siydi...

O ysa bırakınız değiştirmeyi, Süleyman

Demi-BAŞKENTTE BÜYÜK OYUN

S

EKİZ yıl arayla böylesine bir hatırlama zaafı, Evren’i pek şaşırtmış...

inanın, samimi hayretiyle soruyor: “Darbe, demedim... Ama, sivil yöneticilerin dara düştüklerinde askeri çağırdıkları da, ger­ çek değil mİ?... Anayasamıza bile, sıkıyönetim müessesesi bu nedenle konulmadı mı?"

Orgeneral Evren, yine, Genelkurmay Başka­ nı... Başbakanı Demirel'e. Ecevit le diyaloğa gir­ mesi için ricalar ettiğini söylüyor... Ecevlt'e de, kaç kez ricacı oluyor...

Ö zlü anlatımıyla, o günlerin havasını ne de güzel dile getiriyor...

Ecevit, kendisini güçlü hissetti mi; hemen dirsek çevirm e âdetinde... Gerekçesi de hazır:

TÜRKİYE DAR GELİNCE...

T

İTO. 1980 Mayısı içinde ölmüştü... Genelkur­ m ay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Demi- rel’e kimbilir kaçıncı kez. aynı dileği tekrarlı­ yordu:

"Bülent EcevitTe, bir anlaşmaya var­ sanız...”

İlk kez olumlu havada görünüyordu Süley­ man Bey

"Tito'nun cenazesine gidiyorum... Ecevit de gelecekmiş. Bakalım, orada bir şeyler ya­ parız."

; i l İ l

1

üzeri ince beyaz çizgili, yeni simgemiz, “H" harfimiz var.

Bundan böyle, bütün şirketlerimizde; kapı tokmaklarından binalarımızın yüzünü örtecek ta­ belalara. kartvizit ve başlıklı kâğıtlarımızdan, da­ ğıtım kamyonlarımızın kasa brandalarına kadar her şeyim iz o "Hürriyet" o “H " olacak .. Ve bizim dünyamız, nicedir özlediğimiz bütünlüğe kavuşacak..

"Günlük, müstakil, siyasi gazete” özdeyi­ şine gelince

Hürriyet gazele mi? Elbette gazete! Gün­ lük mü’ Herhalde günlük! Siyesi mi? İzin verin de siyasi olsun .

Ya müstakil?... Sanırım daha birinci yılında bu niteliğini kanıtlayan Hürriyet kırk yıl sonra hâlâ aynı anlatımı, tekrar tekrar yapmasın...

O zam an ne gerek var bu tür özdeyişlere?.. Hele, görüntümüzle, sade; daha sade olmak, ana hedefimizse.

Hürriyetin sahibi de, ben de, onurunu öm­ rümüz boyunca taşıyacağımız o ziyaret gününden bu yana, tek dertle haşır neşiriz: Başlık ren- gim iz.. Ve, bizimle birlikte tüm arkadaşlarımız...

Kanına, biraz daha kan; canına, azıcık daha can katmaya çalıştığımız kırmızımız...

Am a; Sayın Evren'in ve tüm okuyucuları­ mızın huzurlarında, üstelik olanca varlığımızla, esas duruşta söz veriyoruz: B aşara ca ğız..

rel o tarihlerde, komutanlara teşekkürler yağdırı­ yordu.

Önüne getirilen her eski defter karşısında, "Benim şimdi başka meşgalelerim var" dem e­ ye pek alıştığı için; yarın, öbürgün herhangi bir yalanlamasını, hiç yadırgamayacağım...

Am a, gelişigüzel koleksiyon karıştırırken rast­ ladığım bir beyanatını da, kendisine hatırlat­ madan edemeyeceğim...

Sekiz yıl önceki Hürrlyet'ten... Günlerden 2 Mayıs...

Bakanlar Kurulu toplanıyor... 1 Mayıs'ta yer yer çıkan olayları görüşüyor...

Bir toplantı yetmiyor; onu, bir İkincisi izliyor... Ve, Başbakan Süleyman Demlrel. başta sıkıyö­ netim komutanları; güvenlik görevlilerine “Teşek­ kürlerini sunuyor."

Resmen, Bakanlar Kurulu'nun kararı; sonra da, kendi samimi duygularının ifadesi olarak...

Evren, daha fazlasını söylemiyor... Kimbilir; özel arşivinde saklı, “teşekkür”ün ötesinde, belki “şükran" mektupları bile vardır. Ama susuyor... Pek tabii, hepsi de Süleyman Demlrel imzalı... iyi, güzel de, "Hafıza-i beşer, bu derece mi nisyan ile malûl?" muhterem Süleyman Beyi...

11

“Onlar, aşırı sağcılara kucak açıyor...” Demirel biraz ağırlık oluşturdu mu, bu kez o direniyor:

“Bunların arasında çok komünist var!...’’ Böyle diye diye, ne bir araya geliyor; ne de ortak bir tavırda buluşuyorlar...

Cumhurbaşkanlığı seçimi bile, yüzlere, gö z­ lere bulaşıyor Ankara'da, birtakım silindir şap­ kalılarla fraklılar, sanki "Dön baba dönelim 'ı oynuyorlar

Nitekim, aynı koleksiyonun ileri nüshalarında gözüm e ilişti. Demirel ve Ecevit. 19 Mayıs törenine katılmışlar... önce, lütfen el sıkışmışlar, hemen sonra, birbirlerine sırt çevirmişler...

Dargın çocuklar gibi...

Bugün hâlâ, Evren'in alnı, aynı hayret ifade­ siyle kırışıyor:

"Yugoslavya toprakları dışında, buluşup bir şeyler yapacak, başka yer kalmamış mıydı?..."

Sadece basiret ve mantığın ışığında, bu soru­ nun cevabını bulabilmek mümkün değildir.,

Meğer ki. iş. “Dün dündür, bugün bugün­ dür" felsefesinin cıvıklığıyla, iyice sulandırılmış ola!...

Sertliği

sevme

R ö p o r t a j : E m i n Ç Ö L A Ş A N

Benim gazete içindeki eleştirilerim hiç bitmez. O gün

en güzel gazeteyi bile çıkarmış olsalar, ben yine bir

yerden yakalarım... Gerçi cebimdeki paranın hesabını

bilmem ama, gazeteyi avucumun içi gibi bilirim...

Biz tipo baskı yaparken, m ürekkep gayet ucuzdu. Ofsete

geçtik, ofset m ürekkebi, A llah verm esin, b elk i otuz kat

pahalı... Bu m ürekkebi yapanlar üç firm ad ır ve eskiden

rekabet ederlerdi. Sonra biracılar g ib i aralarında anlaş­

tılar bizim karşımızda... Şunu açık söyleyeyim, b ir süre

sonra bizim yatırım larım ız bitecek... Ve o zaman da, biz

b u m ü rek k ep fir m a la r ın ın can ın a o k u y acağız...

K O N U Ş U Y O R

Z Ü Z U AYIN Simavi, i l I Hürriyet G a - I zetesi ni, Içe- I riden bir in- ■ san ve sahibi M M H olarak sürekli İzliyorsunuz. Elbette ki, her konuda gö­ rüşleriniz ve fikirleriniz var. Hatta, bazen kendi gazete­ nizi eleştiriyor, hatalar bulu­ yorsunuz. G azete dışından, Hürriyetle ilgili olarak sürekli görüş aldığınız belli kimseler var mı?

• Zaman zaman fikrini al­ dığım en önemli insan, ağabe- yimdir. Gayet kısa geçer ko­ nuşmamız.. “A ğabey, nasıl buluyorsun?” ... “ İyi yavrum, iyi” der... Demek ki, iyiye gidi­ yorum derim.

• Peki, ağabeyiniz de kendi gazeteleri için size danışır mı? Yoksa sizi, hâlâ küçük kardeşi olarak mı görür? • O, niçin danışsın bana?... Kendi gazetelerini, kendisi kur­ muş. Oysa ben ona, hem ba­ bamın kurduğu, hem de kendi­ siyle birlikte uzun yıllar çalıştı­ ğımız Hürriyet Gazetesi ni so­ ruyorum... Benim gazete için­ deki eleştirilerime gelince; bak onlar hiç bitmez. En güzel ga­ zeteyi çıkardıkları gün bile ben, yine bir yerden yaka­ larım. Cebimdeki paranın he­ sabını bilmem de, gazeteyi avu­ cumun içi gibi bilirim!

• Gazete İçin dışarıdan ge­ len eleştirilere kulak verir mi­ siniz?

• Eleştiri hiç bitmez!. Şimdi- Emin; bir adam gelir ve me­ sela, “Şu konuya çok güzel temas etmişsiniz” falan der... Ya da, “ Gazetenin şurası gü­ zel oldu” der... Şimdi bunda, gerçek payı da olabilir; ami­ yane tabiriyle, dalkavukluk payı ağır basanı da... Onun için, dışarıya pek kulak ver­ mem. Ama, önem verdiğim belli insanlar vardır.. Onlardan gelen eleştirileri, dikkate alı­ rım.

• Kimdir onlar?

• Şu anda hatırıma gelmiyor. • Peki, hükümet kesiminden size gazete için birtakım is­ tekler gelir mi?... Bu soruyu, genelde ve her hükümeti kapsayacak biçimde soruyo­ rum... Yani, gazeteyi şöyle yapın, böyle yapın, muhale­ feti biraz azaltın, üzerimize fazla gelmeyin gibi istekler gelir mi hükümetlerden? • Valla, geldiği de olmuştur... Am a ben, sertliği seven, gaze­ tesinin sert olmasını isteyen bir patron değilim. Hangi hü­ kümet döneminde olursa ol­ sun, daima, tansiyonu düşür­ mekten yana oldum... Çünkü, Hürriyet'in büyük gücü var. Birkaç yıl öncesinden hatırlar­ sın... Bir gazetemiz, bankaları falan da olan bir büyük işa­ damı aleyhine kampanya baş­ lattı... O işadamının bankaların­ dan; bir, iki gün içerisinde, yüzde 15 - 20 oranında mev­ duat çekildiğini hatırlarım. Hal­ buki, aynı adamla ilgili dosya, üç ay öncesinden bende vardı ama, çekm ecem e koymuş­ tum... Yayınlamak yerine, işi dondurmayı tercih etmiştim. Hürriyet olarak, bende o dos­ yayı yayınlamama sorumlulu­ ğu daha ağır basmıştı. Eğer

â

SfRBfSI

KÜRSÜ s“

|

m m m

I

Y ö n e te n T a h s in O Z T I N

Nusaybin'in

su sorununa

çare getirilmedi

N

USAYBİN,

Mardin'den de çok nüfuslu, konu­ m u bakımından oldukça önemli bir ilçemiz. Ancak m evcut sorunlarını bugü­ ne dek çö ze n olmadı.

a

İlç e n in b ü y ü k bir kısmı içm e suyu sı­

kıntısı çekmektedir. Nu­ saybin'de Ç a ğ ça ğ Barajı olm asına rağm en, inanın çocukların omuzlarındaki bidonlarla uzak yerlerden su taşımaları insanın içini sızlatıyor. Hele temizliğin bu nedenle ne durumda . olduğunu tahmininize bı­

rakıyorum.

0

Birkaç yıldan ca d d e ve sokaklar beri ça m u r ve su birikintilerin­ den geçilm iyor. İlçenin gi­ rişinden çıkışına kadar her taraf yürekler acısı.

U zu n süredir çözülür ümidi ile yazm aktan vaz­ geçiyordum . An cak duru­ m un gittikçe bozulması karşısında en iyisi yazm ak dedim . Hizm et bekliyoruz. Konu ile ilgileneceğinizi ümit eder, saygılarımı su­ narım.

ASLAN GÜZEL

TANSİYONU

DÜŞÜK

TUTARIM

^ B en , sertliği seven,

gazetesinin sert

olm asını isteyen

bir patron değilim.

Hangi hükümet

döneminde olursa

olsun, ben, daima

tansiyonu düşük

tutmaktan yana

oldum... Çünkü

Hürriyet’in büyük

bir gücü var. Birkaç

y ıl öncesinden

hatırlanın... Bir

gazetemiz,

bankaları da olan bir

büyük işadamı

aleyhine kampanya

başlatmıştı... Ve o

işadamının

bankalarından, bir

iki gün içerisinde

yüzde 1 5 - 2 0

oranında mevduat

çekilm işti Halbuki

o adamla ilgüi dosya,

üç ay öncesinden

bende vardı. Uykuya

bırakmıştım. Eğer

yaymlasaydım, o iş ­

adamının

bankaları, aynı günün

akşamı

kepenklerinl

indirirdi..

ben yayına girışseydim, her­ halde o işadamının bankaları, aynı günün akşamına ke­ penkleri indirirdi. Merkez Ban­ kası, onlara para yetiştiremez­ di. Banknot matbaası bütün gün para bassa, yine geri ka­ lırdı... Hürriyet'in, belli konu­ larda çok büyük gücü vardır. Bunu, her zaman dikkate alı­ rım, o büyük gücü, kesinlikle kötüye kullanmam. Tansiyonu bu yüzden her zaman düşük tutmaya çalışırım. Ama, gün geliyor, bardağı taşıran dam­ lalar oluyor. O zaman da tan­ siyonu düşürmeleri için, arka­ daşları uyarmaya yüzüm tut­ muyor.

• Tansiyonu yükselttiğiniz de oluyor mu?

• Laiklik meselesi gibi olay­ larda, Atatürk'e sataşmalar ol­ duğunda; evet... Bunun dışın­ da konular için gazeteyi ne istismar ederim, ne de başka­ larına ettiririm.

• Bu soruyu size, gazete sa­ hibi Erol Simavi olarak değil de, insan Erol Simavi olarak soruyorum... Çevrenizin etkisi altında kalır mısınız? • Peki; Emin, ben sana aynı soruyu sorsam, ne cevap ve­ rirsin?... Etki altında kalmayan insan var mıdır hiç dünyada?... Ben, belli konularda etki altın­ da kalabilirim; belli konularda kalmam.

• Soruyu, şunun için sor­ muştum... Birtakım kimseler­ den etkilenip de, yanınızda

çalışanlara bilerek veya bil­ meyerek haksızlıklar yaptı­ ğınız oldu mu?... Yani ne derler; mesela, dolduruşa la­ lan gelip de...

• Valla, pek sanmıyorum. Belki, dolduruşa getirmek iste­ mişlerdir... Ya da, onu bana dolduruş olarak hissettirme- mişlerdır,.. Ben, bilerek haksız­ lık yaptığımı hatırlamıyorum. Ama, birileri bana haksızlık yaptırdıysa, kime yaptımsa, burada senin yanında ondan özür diliyorum.

• Yani, bilerek haksızlık yap­ madım, diyorsunuz.

• Hayır; yapmadım.

• Yine de; aradan zaman geçmiştir, aklınıza gelir, "Ey­ vah. ben bu adama haksızlık etmişim" diye üzüntü ve piş­ manlık duyarsınız... Hiç bu duyguyu tattınız mı?., ö n c e ­ likle gazetede çalışanlar için soruyorum tabii...

• Olmuştur... Düşünsem iki, üç örnek de bulabilirim. Bazı çok değerli arkadaşlarımıza, bu tür haksızlıklar yapılmıştır ve sonradan ben, vicdan azabı çekmişimdir.

• Diyelim kİ, farkına var­ dınız... İşine son verdiğiniz, haksızlığa uğramış arkadaşı, yeniden geri alır mısınız? • Geçmişte aldım... Üç defa aldıklarım bile oldu... Sonra­ dan gördüm ki; bir insan işe ikinci veya üçüncü defa girdi­ ğinde, faydalı olamıyor. Ne bi­ leyim; bir çeşit laubalileşme

oluyor Yara kangrenleşiyor.. Uzun sözün kısası, ondan es­ kisi gibi yararlanmak mümkün olmuyor. Şimdi bir prensip ka­ rarı aldım. Bu durumda olanın geri dönüşü bizde artık ya­ sak...

• Ben, gazete içinde

aynı serviste çalışan

insanların

evlenmesine, geçmiş

yıllarda çok

kızardım Evlendikten

sonra ya kızı, ya da

erkeği mutlaka başka

servise aldırırdım

Çünkü bunlar, gece

evde kavga ettiler

mi, ertesi gün ben

ikisinden de

yar arlanamazdun...

• ö yle anlıyorum kİ, g e ç ­ mişteki bazı uygulamalarınızı zam anla değiştiriyorsunuz. Belki, şartlar bunu gerektiri­ yor... Belki, başka nedenler var... Kararınızın değişm e­ sine sebep olan buna benzer başka durumlar da oldu mu?

• Elbette... Mesela ben, gaze­ te içinde aynı serviste çalışan­ ların evlenmesine, çok kızar­ dım... Evlenen olursa; ya kızı ya da erkeği, mutlaka başka bir bölüme aldırırdım. • Niçin öyle yapıyordunuz?... Sakıncası mı oluyordu? • Karı-koca gece evde kavga ettiler mi, ertesi gün ikisinden

de hayır gelmezdi... İkisi de, aynı serviste yüz yüze bakı­ yor; oysa, kavganın etkisi de sürüyor! Karı-koca kavgası, bu gibi hallerde mutlaka işe yan­ sır. Halbuki ayrı bölümlerde olurlarsa, hç değilse birinden verim almak mümkün olabi­ lir!... (Kahkahalar). Fakat, şimdi gazete çok büyüdüğü için, bu uygulamadan da vaz­ geçmek zorunda kaldım... Bir de, en çok neye kızardım bili­ yor musun?... Farz edelim ki, ilan servisinden bir oğlanla, bir başka serviste çalışan bir hanım mensubumuz, nişanlan­ mış. evlenmişler... Bu iki ser­ vis arasında kat farkı var, bina farkı var.. Ayrı ayrı binalarda çalışıyorlar... Pek merak eder­ dim... Nerede tanıştınız? Birbi­ rinizi nasıl ayarladınız? Vakit buldunuz da, nasıl nişanlan­ dınız?.. Demek bunlar, tavlama işlerini, müessese içinde, be­ nim zamanımdan çalarak yapı­ yorlar. iş gücüm gidiyor... (S ü ­ rekli kahkahalar)...

• Hâlâ kızıyor m usunuz böy­ le durumlara?

• Artık yaşlandım da; alış­ tım!..

• Kızdığınız başka şeyler de var mı?... Ya da geçmişte, var mıydı?

• Valla, şimdi sen böyle "küt" diye sorunca, birden çı­ karamıyorum. Yani şu karşım­ daki iki ses alma makinesini, burnumun dibine koymasan, seninle daha rahat konuşa­ cağım. Ama, ikisi de önümde kazık gibi durunca, ne diyece­ ğimi şaşırıyorum!... (Sürekli kahkahalar)... “A m an hata yapm ayayım ” diye...

• Sayın Simavi, şimdi siz Hürriyet'in sahibi ve benim patronum olarak, böyle diyor­ sunuz. Teyplerden çekindiği­ nizi söylüyorsunuz. Bir de düşünün ki ben, her hatta karşıma birilerini oturtu­ yorum!...

• Allah, onların yardımcısı ol­ sun kardeşim! (Sürekli kah­ kahalar)...

• Yani, onların işi, sizden zor!... Şimdi etendim, gazete patronları olarak teknolojiye çok büyük yatırımlar yaptınız. Konuşm am ızın daha önceki bölümlerinde de değindiğim gibi, Türkiye'ye en ileri tek­ nolojileri getirdiniz. Bu iş için dünya kadar para harcandı. A m a basın, sadece teknoloji değil... G azete patronları ola­ rak iyi gazeteci yetiştirmek İçin de, acaba yatırım yaptı­ nız mı? Yani; gazetecilere, insan unsuruna, gerektiği ka­ dar yatırım yaptınız mı?

• Evet Emin; parayı bastırın­ ca, en ileri teknolojiyi getirebi­ liyorsun. Am a; ne kadar para verirsen ver; iyi muhabir, iyi yazar, iyi gazeteci yetiştirme imkânın pek yok... İyi gazeteci olabilmek için, Allah'ın verdiği kabiliyet de olması lazım in­ sanda...

• İşte o kabiliyetlerin ü ze ri­ ne yatırımlar yapılamaz mı? • O, şöyle oluyor... Diyelim ki, gözümün kestiği genç bir ar­ kadaş var... Onu tanımak fırsa­ tını bulursam, “ Bu çocuğun geleceği iyi" diye düşünür­ sem, onu, dış ülkelere yabancı dil öğrenmeye gönderiyorum... Daha daha yapabileceğim ne var ki?...

• Başka bir şekilde, iyi ga­ zeteci yetiştirem ez misiniz?

• Şimdi bak, gazetelerde iki türlü insan vardır... Okuyucula­ rımız, sadece vitrindeki insan­ ları bilirler. Senin gibi vitrin in­ sanı, her gazetede vardır. Ama, bir de vitrine çıkamayan­ lar var. Onlar, gazeteyi hazır­ layan insanlardır, isimleri çık­ maz...

• Parayı bastırınca

en ileri teknolojiyi

getirebiliyorsun.

Am a ne kadar iyi

para verirsen ver,

iyi muhabir, iyi yazar,

iyi gazeteci

yetiştirme imkânın

yok... İyi gazeteci

olabilmek için,

A llah 'ın verdiği bir

kabiliyet olması lazım

insanda...

• Mesleğimizin isimsiz kah­ ramanları yani...

• Evet, doğru söyledin, isim­ siz kahramanlardır Onlar... Ga­ zeteye yöneticiler, yazarlar, muhabirler kadar katkıda bulu­ nurlar. Çoğunun ismi, gazete­ nin künyesinde yer almaz ama, aralarında çok tuttuk­ larım vardır... iyi gazeteci ye­ tişmiyor değil Emin... Yeti­ şiyor... Şimdi ben, sana şunu söyleyeyim: Kendi gazetemi övmek gibi olmasın ama, ben­ de öyle pırlanta çocuklar var ki; emin ol onlarla üç gazete çıkar.

• Bu durumda, patronların iyi gazeteci yetiştirmek için çaba harcam aları gereksiz mi yani?...

• Emin'çiğim, gazeteci yetişti­ rilmez, gazetecilik kabiliyet işidir.. Ayrı yetenek, ayrı özel­ likler gerektirir. Şimdi bunun yüksekokulları da var. Ama, okullular, maalesef bazen işe yaramıyorlar. Bir bakıyorsun, alaylılar, yani çekirdekten yeti­ şenler, okullulardan daha fazla iş görüyor. Ben, okuldan ge­ lenleri küçümsemiyorum ama; alaylıları da hor görmüyorum.

• Yani bir insan, eğitimle iyi gazeteci yapılabilir mi? • Hayır... Sen sadece yabancı dil öğretirsin... Daktilo yazmayı bilmiyorsa, onu da öğretirsin. Şimdi, yem teknolojiye geçtik zaten... Daktilo da kalktı. Her­ kes. kendi yazısını, tıkır tıkır bilgisayarda yazıyor... Yazılan­ lar, oradan otomatik olarak ve bütün hataları düzeltilmiş bir şekilde sisteme akıyor. Gaze­ tede hâlâ daktilo kullanan, se­ nin gibi birkaç tembel kaldı! • Evet, biz, daktilo çağından kurtulup bilgisayara g e ç e ­ medik henüz!...

• Şimdi düşün ki, ben, sıra­ dan bir insanı alayım, ona maddi, manevi bütün imkânla­ rımı harcayayım... Am a o adamda kabiliyet yoksa, ne yatırım yaparsan yap, ondan iyi gazeteci çıkaramazsın. Ko­ lay kolay gazeteci olunmaz çünkü... İnsanda hem şevk olacak; hem de içinde gazete­ cilik nitelikleri olacak.

• Şinasi Nahit Berker usta­ mızın bir sözü vardır, "Gaze­ teci olunmaz, gazeteci do­ ğulur" diye... Bu söz, doğru m udur sizce?

(Devamı S a .ll. Sü.lide)

Çizgilerle Hayattan Rekorlar

«

ij i

İ

î n e s s

Göklerin hâkimleri

ÇAĞIMIZ HIZ ÇAĞ/... GÖKYÜZÜNDE

EN HIZLI UÇAN UÇAKLARA

GEL/NCE... BUGÜNE KADAR RESM İ

KAYITLARA GEÇEN EN BÜYÜK H/Z

MORGAN JR'NİN KULLAN.

UfRLAR/SR- 71A W l LOCKHEED

41 GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR.

UÇAK 28 TEMMUZ 1976 DA. ABD.

CAÜEORN/A-DA.BEALE HAVA

KUVVETLERi KARARGAHI ÇAKININ.

DA BU REKORA ULAŞTI._________

AYNI UÇAK

\EYLÜL\§7U.

TEB/NBAŞi

S

a m e s

SULLIVAN

V E R B A S ,

W/ODfflEUr .

İN YÖNE Tİ.

MİNDE.BİR

SAAT, S A

DAKİKA,

,

56 SAMYEÛ6.

ATLAAir/KT

OKYANUSU.

NU GEÇME

REKORUNU

KlRMtŞTi.

Çizen:

DICK MILLINGTON

B İR İT İC İ G Ü Ç TEN Y A R A R LA N M A D A N ,K E N D İ O LA N A K .

LAR IYLA Y Ü K S E LM E R E K O R U . R E S M İ K A Y ITLA R A

G Ö R E M /K O Y A N E 2 6 6 M T/Pİ ( M /G -2 5 ) B İR

S O V Y E T U Ç A Ğ IN A AİT. S O V Y E T P İL O T

A L E K S A N D R F E D O TO V U N K U LLA N D IĞ I

UÇAK . 31 AĞ USTO S 1977 D E 37. ¿ 5 0

FTRE

y

E YÜKSELDİ.

HAVADA E N UZU N

S Ü R E KAÇMA REKORU

İS E.

64 GÜN..22 SAAT.

19 D AKİKA İLE CESSNA

172

TİP İ 'H AC IEN D A '.

İS İM L İ UÇAĞA AİTTİR . ,

RO BERT TIMM UF JOHN

•Er

<

D E H 7 'â lB A 7

DA R HAMCA

D ün kü ç ö z ü m

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

Soldan şada

büyük bir ırmak, 9 - ilgili... Ecln- 2 II, 10- Aza... Büyükçe... Fayans. 3

.H A t

UjLıuluju

1 - Tuğla tozu İle kireçten yapı­ lan harç... Cennet kızı, 2 - De­ nizde bir teknenin devrilip ters dönmesi... insanlar (halk), 3 - Gemi safrası... Dökülen tohum­ larla ertesi yıl kendiliğinden çı­ kan seyrek ekin, 4 - Sahip... Hidroloji, 5 - Eskiden yazıdaki mürekkebi kurutmak için kulla­ nılan bir çeşit çok İnce kum... Tarlayı sürüp bırakarak dinlen­ dirme... Bir nota, 6 - Lahza... Kısa saplı küçük odun baltası, 7 - Genelge... Flliplnler'in baş­ kenti, 8 - Milli... Asya kuzeyinde

l ü u l á l A j T ) U a U £ ıA j X

y Je

Yukarıdan asaflıval

1 - Bataklıklarda yetişen bir saz 7 çeşidi (kota), 2 - Olacağı sa-

,

nılan (muhtemel)... Kalabalık s (güruh), 3 - Tanrı... Yük, 4 - Ça

- 10

tık çehreli... Kuran da bir sure İsmi, 5 - Çözülmesi, araştırılıp öğrenilmesi gereken hal (m e­ sele),.. Çalılıklardan ve bodur ağaçlardan oluşan bitki örtüsü, 6~ Gaziantep in bir İlçesi... Bir çoğul eki, 7 - Sodyum un sim­ gesi... ölüm cezası... Sıfat ekle­ rinden biri, 8 - Karışık renkleri

m n ra

0 0 r a - ™ . - ,

1I0IIS1

b h h

a r a n a E n r a s a s

m

f î l H B J H H r ^ I 3 ^ [ 3 Í 3 G I 3 B P J B r a n 3 1

0 H 0 R 0 H M 5 E H

-Va i

¿ I

6

bulunan (rengârenk), 9 - Her y türlü çıkar düşüncesinden uzak olarak ve temiz yürekle, 1 0 - o Zümre veya kategori... Kin gü­ den (kin tutan), 11- Aşağılık ve g maskara... Lanetlenmiş, 1 2 - Dolayısıyla anlatma... Avuç İçi... ‘f Q Nikel in simgesi.

m m m

z

z

ı

| | z

z

_

z

z

~

z

ı

z

ı

z

!

i

z

z

z

z

ı z

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

其支者,別銳眥,下大迎,合手少陽,抵於 ,下加

Hatîb el-Bağdâdî‟nin Târîhu Bağdâd Adlı Eseri Çerçevesinde Bağdat‟ta Hadis Öğrenim ve Öğretimi (KuruluĢundan Hicrî 3. Asrın Sonuna Kadar)... IV

Bu çalışmada bir aile planlaması polikliniğine RİA çıkarmak için başvuran kadınlarda RİA kullanımı sırasında oluşan şikayetleri, terk etme nedenlerini,

Bu çalışmada benzer işlemler titanyum katkılı atom topakları için yapılmıştır Au2Ti, Au3Ti, Au4Ti, Au5Ti ve Au6Ti şeklinde tanımlanmış olan titanyum katkılı

Akademi tarihçisi d’Ollvet'nln de­ diğine göre La Fonten’ln şiir zevki­ ni uyandıran Malherbe’ln bir şiiri olmuştur. Papas mektebinden çık­ tıktan sonra

Bununla birlikte kontrol grubuna göre RFRP-3 + RF9 grubunda istatistiksel olarak anlamlı azalış yalnızca Nestin mRNA düzeyinde kaydedilmiştir ve 3,51 kat azalma

Rica ederim, bu sebeble orduda bir ihtilâf zuhur ederek hayat meselesi makamın­ da olan inzibatın bozulmaması için zatıâliniz de ordunun Cemi­ yetten ayrılması