• Sonuç bulunamadı

İNGİLTERE VE TÜRKİYE'DEKİ İLKÖGRETİM I. KADEMEDE İNSAN HAKLARI EGİTİMLERİNİN KARSILASTIRILMASI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İNGİLTERE VE TÜRKİYE'DEKİ İLKÖGRETİM I. KADEMEDE İNSAN HAKLARI EGİTİMLERİNİN KARSILASTIRILMASI"

Copied!
376
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

GAZİ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANABİLİM DALI

SINIF ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

İNGİLTERE VE TÜRKİYE’DEKİ İLKÖĞRETİM I. KADEMEDE

İNSAN HAKLARI EĞİTİMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

DOKTORA TEZİ

Hazırlayan Metin ELKATMIŞ

(2)
(3)

T.C

GAZİ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANABİLİM DALI SINIF ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

İNGİLTERE VE TÜRKİYE’DEKİ İLKÖĞRETİM I. KADEMEDE İNSAN HAKLARI EĞİTİMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

DOKTORA TEZİ

Hazırlayan Metin ELKATMIŞ

Danışman

Prof. Dr. Ayşegül ATAMAN

(4)

JÜRİ VE ENSTİTÜ ONAY SAYFASI

Metin ELKATMIŞ’ın İngiltere ve Türkiye’deki İlköğretim I. Kademede İnsan Hakları Eğitimlerinin Karşılaştırılması başlıklı tezi 16.05.2007 tarihinde, jürimiz tarafından İlköğretim Anabilim Dalı Sınıf Öğretmenliği Bilim Dalında Doktora Tezi olarak kabul edilmiştir.

Adı Soyadı İmza

Üye (Tez Danışmanı): Prof. Dr. Ayşegül ATAMAN... ... Üye : Doç Dr. Yasemin KEPENEKÇİ ... ... Üye : Yrd. Doç. Dr. Neşe TERTEMİZ... ... Üye : Yrd. Doç. Dr. Bekir BULUÇ ... ... Üye : Yrd. Doç. Dr. Naciye AKSOY ... ...

(5)

ÖN SÖZ

İnsanı mutlu etmenin yolu tüm insanlığı eğitmekten geçer. Çünkü eğitimle insan sosyal hayatın normlarına, kültürüne ve yaşam düzenine adapte olur. Hak ve özgülüklerini, görev ve sorumluluklarını eğitim aracılığıyla öğrenir. Bu sayede toplumsal düzen ve ahenk sağlanır. İnsan hakları eğitimi de bu amaca hizmet eden disipline verilen addır.

Bu araştırma iki yönlü bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Birinci yönü, İngiltere ve Türkiye’de uygulanmakta olan insan hakları eğitim programlarının karşılaştırılması yapılmıştır. Bu yönüyle çalışma iki ülkenin karşılaştırmasını ve gelişmiş bir örneğin akademisyenlere analizini sunmaktadır. İkinci olarak da insan hakları eğitim programının temel özellikleri ve eğitim programına ilişkin kazanım (hedef), içerik, eğitim durumu ve değerlendirme ögelerine ilişkin geniş bir çevreden görüşler alınarak çıkarsama yapmaktır. Bu yönüyle de program geliştirme uzmanlarına ve konu alanı çalışanlarına katkı sağlayacak bir içeriktedir.

Biz bu çalışmada önce toplumumuzun ve tüm insanlığın insan hakları ve demokrasi, başka bir ifadeyle çağdaş uygarlık yolundaki yürüyüşüne katkı getirmesini umut ediyorum.

Çalışmalarım süresince, en zor zamanlarında bile her türlü yardım ve desteğini esirgemeyen, danışmanım Prof. Dr. Ayşegül ATAMAN’a sağlık dileklerimle sonsuz teşekkür ediyorum. Öneri ve eleştirileri ile bana yol gösteren Yrd. Doç. Dr. Bekir BULUÇ ile Yrd. Doç. Dr. Neşe TERTEMİZ’e de bu vesileyle şükranlarımı sunmak isterim. Çalışmamın her aşamasında önemli katkı ve yardımlarını gördüğüm Araş. Gör. Emre ÜNAL ve İsmail PÜRSÜN’e, doktora eğitimine başladığım günden bugüne sabır ve anlayışla destekleyen TBMM İnsan

(6)

Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mehmet ELKATMIŞ’a ve komisyon çalışanları ile tüm çalışmalarım boyunca sosyal yaşantısından benimle birlikte feragat eden, maddi manevi desteğini gördüğüm sevgili eşime teşekkürü bir borç bilirim.

Metin ELKATMIŞ Ankara 2007

(7)

ÖZET

İNGİLTERE VE TÜRKİYE’DEKİ İLKÖĞRETİM I. KADEMEDE İNSAN HAKLARI EĞİTİMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

Elkatmış, Metin

Doktora, Sınıf Öğretmenliği Bilim Dalı Tez Danışmanı: Prof. Dr. Ayşegül ATAMAN

Şubat–2007

Bu çalışma ilköğretim birinci kademe düzeyinde İngiltere ve Türkiye’de uygulanmakta olan insan hakları eğitim programlarının karşılaştırılması, resmi ve sivil toplum kuruluşları ile akademik çevreden konu alanı uzmanlarının görüşleri doğrultusunda getirilen verilerle bu alanda çalışacaklara ışık tutması amacıyla hazırlanmıştır.

Araştırmada doküman incelemesi ile görüşme gibi iki farklı teknik birlikte kullanılarak getirilen bulguların desteklenmesi amaçlanmıştır. Elde edilen verilerin çözümlenmesinde; çalışmanın birinci boyutu için doküman incelemesi yapıldığından veriler karşılaştırmalı olarak ele alınmış, getirilen programlar sahip oldukları ögeler ve özellikleri açısından değerlendirilmiştir. Çalışmanın ikinci boyutunda ise, uzman görüşleri, resmi ve sivil toplum kuruluşlarının görüşleri yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile toplanmıştır. Görüşme verileri ayrı ayrı kategorilenerek içerik analizi yöntemiyle verildikten sonra öneriler bölümünde veri olarak kullanılmıştır.

Araştırma bulgularına göre ulaşılan bazı sonuçlar özetle şöyledir; İngiltere’de insan hakları eğitimine yönelik başlı başına bir ders bulunmazken söz konusu disipline ilişkin konular vatandaşlık eğitimi dersi adı altında verilmektedir. Türkiye’de ise bu durum insan hakları ve vatandaşlık eğitimi ara disiplini başlığı ile verilmektedir. Her iki programında birbirine benzer ve farklı yönleri bulunmaktadır. Örneğin, İngiltere’deki öğretim programlarında, programın ögelerinden hedef kavramı yerine “öğrenme amaçları” kullanılırken Türkiye’de “kazanım” ifadesi kullanılmaktadır.

İngiltere’de program öğrenciyi düşündürmeye, mukayeseler yaptırmaya, hayata dair gerçeklere yorumlamalar yaptırmaya, yeteneklerinin farkında, eleştirel düşünmeye, sorgulamaya, sorumluluk almaya dönük bir anlayışla hazırlanırken, Türkiye’de kazanımların yarısından fazlası bilişsel alana yönelik olarak hazırlanmıştır. Dolayısıyla İngiltere’deki programın yapılandırmacı eğitim modeline daha uygun olan bir anlayışla düzenlendiğini, Türkiye’deki programın ise halen davranışçı eğitim modelinin izlerini taşıdığını söyleyebiliriz.

İngiltere’de içeriğin belirlenmesine yönelik ana kavramlar ve özellikler belirlenerek, her bir amaç doğrultusunda yazılmış konular listesi yer almaktadır. Ancak Türkiye’de bu ögeye ilişkin daha sınırlı bulguya ulaşılmıştır. Eğitim durumları açısından her iki programda da düzenlenecek etkinlikler açık bir şekilde örneklendirilmiş, öğretmenin rolü ve yapması gerekenler tablolar halinde

(8)

belirtilmiştir. Değerlendirme ögesine ilişkin olarak ise her iki ülkede de her hangi bir bulguya rastlanmamıştır.

Yapılan literatür taraması ile görüşlerine başvurulan tüm çevrelerden elde edilen sonuçlara göre; ilköğretim birinci kademe düzeyinde bağımsız bir insan hakları dersine gerek olmadığı anlaşılmıştır. İnsan hakları eğitim programlarının geliştirilmesi çalışmalarında, bu alanda yetkin kurum ve temsilcilerinin olması gerektiği de saptamalar arasındadır. İnsan hakları eğitim programının kazanımları ayrıntıdan uzak, duyarlı ve saygılı bir birey yetiştirmeyi amaç edinmelidir. İlköğretim düzeyinde daha çok yaşamla ilgili olan, farklılıklara saygı, düşüncelere saygı, hak, temel hak ve özgürlükler gibi konuların öncelikli olarak ele alınmasına dikkat çekilmiştir. İçerik ilköğretim çağı çocuğunun gelişimsel özellikleri dikkate alınarak somuttan soyuta, basitten karmaşığa, kolaydan zora doğru bir sıralamayla hazırlanmalıdır. Eğitim durumları öğrenciyi merkeze alan, bilgiyle uygulamanın iç içe olduğu etkileşimsel yöntemlerle desteklenmelidir. Değerlendirme ise sürece yönelik olarak, çağdaş ölçme değerlendirme yöntemleriyle gerçekleşmesi gerektiği de belirlemeler arasındadır.

(9)

ABSTRACT

THE COMPARISON OF HUMAN RIGHTS EDUCATION ON FIRST LEVEL OF PRIMARY EDUCATION IN ENGLAND AND TURKEY

Elkatmış, Metin

Doctorate, Department of Primary School Teaching Thesis Consultant: Prof. Dr. Ayşegül ATAMAN

February–2007

This study has been prepared by the comparison of the human rights education applied on the first level of primary school in England and Turkey and through the views of the experts of academic milieu on this matter and governmental and non-governmental organizations.

In the research, it was aimed to verify the findings acquired by using two different techniques like document analysis and negotiation. In the analysis of the acquired findings, the data was dealt with comparatively since a document analysis has been conducted for the first step of the research, and the introduced programs were evaluated according to the features and items they possess. In the second step of the research, the views of the experts and governmental and non-governmental organizations have been brought together by half-established negotiation techniques. Negotiation data, after having been categorized seperately and presented through content analysis, has been used as data in proposition section.

Some results achieved acccording to the research findings can be summarized like that: while there is not a lesson by itself intented for human right education in England, subjects related to the mentioned discipline topic are given under the name of citizenship education. As to Turkey, the same issue is provided under the title of

intermediate discipline of human rights and citizenship education. Both programs share similar and different aspects. For instance, while in England ‘teaching objectives’ is used instead of the concept of target–one of the item of the program, the term ‘acquisition’ is used in Turkey for the same concept.

While in England the program makes students think, compare and contrast, comment on the facts related to real life, be aware of their skills and provides them an understanding based on critical thinking, inquiring and taking responsibility, in Turkey more than half of the acquisition has been prepared for the cognitive area. For this reason, we can say that the program used in England is prepared by an approach more appropriate to the constructive education model whereas in Turkey the program still bears the trace of the education model based on behaviour.

In England, by determining the main concepts and features intended for establishing the contents, a list of subjects written in accordance with each objective takes place. But, in Turkey limited findings related to this item has been achieved. In terms of educational condition, the activities to be arranged in both programs has been summarized explicitly, and the role of teachers and the things they should do

(10)

have been stated in frames. As for the evaluation item, no finding has been come upon.

According to the results acquired from the milieu whose views were asked for through a literature review, it has been understood that there is no need for human right education by itself on the first level of primary school. In the studies carried out to improve human rights education programs, the necessity for authorized associations and representatives is among the ascertainments. The acquisition of the human rights education should take as a goal to bring up individuals who are courteous, sensible and away from detail. On the primary school level, it has been stressed that subjects especially related to life such as respect for the opinions and discrepancy, basic rights and freedom should be handled in priority. Contents should be prepared in an order from concrete to abstract, simple to complex and easy to difficult considering the development age of primary school children. Educational conditions should be supported with techniques which center on student and in which information and practice are included together. As for the evaluation, as intended for the process, the necessity of its being implemented through contemporary measuring and assessment techniques is among the resolution.

(11)

İÇİNDEKİLER

ÖZET --- i

İÇİNDEKİLER--- v

TABLOLAR LİSTESİ ---vii

ŞEKİLLER LİSTESİ ---viii

I. BÖLÜM --- 1 1.1 Problem Durumu --- 1 1.1.1 Vatandaşlık--- 3 1.1.2 Vatandaşlık Eğitimi--- 5 1.1.3 Demokrasi--- 6 1.1.4 Demokrasi Nedir?--- 7

1.1.5 Demokrasinin Temel Değerleri ---10

1.1.6 Demokrasinin Özellikleri ---12

1.2 İnsan Hakları --- 16

1.2.1 İnsan Haklarına İlişkin Çeşitli Kavramlar---18

1.2.1.1 İnsan ---18

1.2.1.2 Hak---19

1.2.1.3 Özgürlük ---22

1.2.1.4 İnsan Hakları Nedir? ---24

1.2.1.5 İnsan Haklarının Düşünsel Temelleri---27

1.2.1.6 Demokrasi ve İnsan Hakları İlişkisi---31

1.3 İnsan Hakları Kuramları--- 36

1.3.1 Doğal Hukuk Kuramı---36

1.3.2 Pozitif Hukuk Kuramı---38

1.3.3 İnsan Haklarının Özellikleri ---39

1.3.4 İnsan Haklarının Evrenselliği ---42

1.4 İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi --- 45

1.4.1 Dünyada İnsan Haklarının Gelişimi---46

1.4.1.1 İlk Çağ’da İnsan Hakları---46

1.4.1.2 Orta Çağ’da İnsan Hakları---48

(12)

1.4.1.4 Yakın Çağ’da İnsan Hakları---52

1.4.2 Türkiye’de İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi---54

1.4.3 Cumhuriyet Dönemi İnsan Haklarının Gelişimi---57

1.4.4 İngiltere’de İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi ---59

1.5 İnsan Hakları ve Eğitim --- 61

1.5.1 İnsan Hakları Eğitimi Nedir?---63

1.5.2 İnsan Hakları Eğitiminin Özellikleri ---68

1.5.3 İnsan Hakları Eğitimine Başlama Yaşı ---71

1.5.4 İnsan Hakları Eğitiminin Amacı ---80

1.5.5 İnsan Hakları Eğitiminin İçeriği ---84

1.5.6 İnsan Hakları Eğitiminde Yöntem ve Teknik ---89

1.5.7 İnsan Hakları Eğitiminde Değerlendirme ---95

1.5.8 İnsan Hakları Öğretim Programı ve Özellikleri ---97

1.5.9 İnsan Hakları Eğitimine Etki Eden Temel Unsurlar --- 101

1.5.9.1 Aile Ortamında İnsan Hakları Eğitimi--- 103

1.5.9.2 Okul ve Sınıf Ortamında İnsan Hakları Eğitimi--- 107

1.5.9.3 İnsan Hakları Eğitimcisi Olarak Öğretmenler --- 111

1.6 Bazı Ülkelerde İnsan Hakları Eğitimi Uygulamaları--- 117

1.6.1 ABD:--- 117

1.6.2 Polonya --- 119

1.6.3 Portekiz --- 120

1.6.4 İngiltere--- 121

1.6.5 Türkiye --- 122

1.6.5.1 Eğitim Programlarında Yurttaşlık, Vatandaşlık ve İnsan Hakları 122 1.6.5.2 1926 İlkmektep Programı--- 123

1.6.5.3 1936 İlkokul Programı --- 128

1.6.5.4 1948 İlkokul Programı --- 134

1.6.5.5 1968 İlkokul Programı --- 140

1.6.5.6 1980 Sonrası İlkokul Programlarındaki Gelişmeler --- 150

1.6.5.7 2005 İlköğretim Programları--- 165

1.7 Araştırmanın Amacı--- 169

(13)

1.9 Problem Cümlesi. --- 173 1.10 Alt Problemler--- 173 1.11 Varsayımlar--- 175 1.12 Kapsam ve Sınırlılıklar--- 175 1.13 İlgili Araştırmalar--- 175 II. BÖLÜM --- 182 2.1 Yöntem--- 182 2.2 Çalışma Grubu --- 183

2.3 Veri Toplama Tekniği --- 185

2.4 Verilerin Toplanması ve Analizi --- 187

III. BÖLÜM --- 188

3.1 Bulgular ve Yorumlar--- 188

3.1.1 Birinci Alt Problemin İlk Basamağına İlişkin Bulgular ve Yorumlar --- 188

3.1.2 Birinci Alt Problemin İkinci Basamağına İlişkin Bulgular ve Yorumlar 208 3.1.3 Birinci Alt Problemin Üçüncü Basamağına İlişkin Bulgular ve Yorumlar --- 221

3.1.4 Birinci Alt Problemin Dördüncü Basamağına İlişkin Bulgular ve Yorumlar --- 237

3.1.5 İkinci Alt Problemin Birinci, İkinci ve Üçüncü Basamağına İlişkin Bulgular ve Yorumlar --- 246 IV. BÖLÜM --- 274 4.1 Sonuç ve Öneriler --- 274 4.1.1 Sonuçlar --- 274 4.1.2 Öneriler --- 290 KAYNAKÇA--- 320 EKLER --- 351 TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1 Reardon’un İnsan Hakları Eğitimi ve İçerik Tablosu ---90

Tablo 2 İnsan Hakları ve Vatandaşlık Ara Disiplini Öğretim Programı Kazanımları (1–5 Sınıflar) --- 167

(14)

Tablo 3 İngiltere ve Türkiye’de Uygulanan İnsan Hakları Eğitimine İlişkin

Kazanımlar--- 195

Tablo 4 Birbirini Destekleyen Kazanımların Karşılaştırılması--- 202

Tablo 5 Aynı ve Tekrar Eden Kazanımlar --- 203

Tablo 6 Kazanımların Kapsam Açısından Karşılaştırılması--- 204

Tablo 7 Kazanımların Dayandığı Konu Alanları Açısından Karşılaştırılması --- 205

Tablo 8 Vatandaşlık Eğitiminde Güncel Bir Sorun ya da Olay İçin Araştırma Planlaması:--- 233

Tablo 9 Vatandaşlık Programının Genel Yapısı ve Öğrenme Sonuçları--- 243

ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 1 İnsan Hakları Eğitiminin Yeri --- 293

(15)

Bilgi toplumuna geçiş süreci ile birlikte, büyük bir ivme ile sosyal hayatın her kademesinde köklü değişim ve dönüşümün yaşandığı herkesin uzlaştığı ortak bir kanıdır. Bu değişim ve dönüşüm süreci ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanda coğrafi sınırları ortadan kaldırdığı gibi dünyayı mekânsal anlamda küçültürken niteliksel anlamda bir o kadar büyütmüştür.

İçinde bulunduğumuz yüzyıla herkes çeşitli nitelendirmelerle adlar vermekte. Uzay çağı, bilgi çağı vb. gibi nitelendirmeler en bilindikleri olmakla birlikte kişisel bakış açısıyla beraber gelinen noktayı göstermesi adına doğruluğu kabul edilebilir. Ancak, gelinen nokta da çağı medenileştirmekle, insanı medenileştirmek arasında doğru bir orantının kurulamadığı da gözükmektedir. Medeniyet sadece ilimde fende teknikte kısacası maddi değerlerle sınırlanamaz. Böyle bir medeniyet ancak ruh ve his duygularını kaybetmiştir, kısır bir döngü içinde kendi varlığını yok etmeye çalışacaktır. Medeniyete asıl anlamı veren toplum içinde oluşturduğu kültürü, yaşam felsefesidir. Kapani de (1987: 11) “uygarlık her şeyden önce bir değer yargıları sistemi, bütünüyle bir insanlık anlayışıdır” demektedir. Bugün bir ülkenin “uygarlık” derecesi, bilim ya da teknoloji alanındaki başarılarından çok, insan haklarına karşı gösterdiği saygıyla ölçülür olmuştur.

Bu sarmal bağ içerisinde kaybolan, kendini bilginin, teknolojinin emrine bırakan insan, yaşadığı tecrübelerden, alınan derslerden “insan olma değerinin bilgisine” getirmiştir. Sanayileşmeyle birlikte başlayan, insan değeri ve değerleriyle ilgili erozyon, birici ve ikinci dünya savaşlarıyla doruğa çıkmıştır.

(16)

Bugün dünyada gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin temel sorunu, eğitimi salt maddenin tekeline bırakması ve insanları robotlaştırmasıdır. Buna karşılık hümanist, etik ve demokratik değerlerden yoksun bireyler kümesi, birbirine karşı, sevgisiz, hoşgörüsüz ve düşmanca tavırlar sergilemektedir. Kısaca dünya “insan insanın kurdudur” tarifiyle formülize edebileceğimiz bir ruh haline bürünmüş durumdadır. Oysa insan doğası gereği sevgiye, kardeşliğe, barışa hem daha çok ihtiyaç duymakta hem de bu değerleri daha kolay davranış biçimine dönüştürebilmektedir. Her duyarlı ferdin, bu değerlere sahip çıkması ve geliştirmesi insanlık için atılacak en kutsal adım olacaktır. Bilimin, tekniğin, modernitenin, çağı olarak bilinen 21. yüzyıl, tüm bu birikime inat, insanlığın gördüğü en kanlı ve nefret dolu bir yüzyıl olmuştur.

Tüm bunlardan ders alan insanlık “kendi değerinin bilgisine” geç de olsa ulaşmıştır. Bugün dünya genelinde pek çok resmi ve gönüllü kurum ve kuruluşlar ile hoşgörü, adalet, hak, görev, sorumluluklar, demokrasi din ve vicdan özgürlüğü gibi insani değerlerin öncelik konusu yapılması gerektiği noktasında çalışmalar yürütmektedir. Şüphesiz ki, insan hakları bilinci bir zihniyet ve kültür dolayısıyla da eğitim meselesidir. Konuyla ilgili çözüm yeri de doğal olarak eğitim kurumlarıdır. Bireyin içinde bulunduğu çağa, topluma, kültüre ve değerler sistemine uyumlu ve dengeli yaşamasını sağlamaya çalışmak eğitim olgusunun öncelikli amacını teşkil eder.

Literatür incelendiğinde insan hakları ile ilgili bir dizi eş anlamlı, aynı amaçlı benzer kavramların olduğu görülmektedir. Bir kavramı genel çerçevesi ile anlatmadan önce o kavramın ne olduğu üzerinde durulması ve anlamda birleşilmesi herhalde en uygun olan yaklaşımdır. Anlam ve içerikte oluşacak belirsizlik ya da bulanıklık kavramın içerdiği manaya ters düşeceğinden yanlış anlamalara sebep olacaktır. Bu nedenle tanımlama okuyucu ile yazar arasında köprü görevi kurması açısından oldukça önemlidir. Buradan hareketle, insan hakları ile ilgili kavram ve tanımları inceleyerek anlam ve içerikte birleşilmesi ve kavramsal analizinin

(17)

yapılmasıyla çalışmaya başlamak bir zorunluluk olmaktadır. Bu nedenle insan hakları kavramının tam olarak anlaşılabilmesi “Vatandaşlık ve Demokrasi” kavramlarının bilinmesi ile mümkün olacaktır.

1.1.1 Vatandaşlık

Vatandaşlık kavramı günümüz çağdaş toplumlarının üzerinde durdukları temel kavramlardan birisidir. Kavram hem demokrasiyle hem de insan haklarıyla iç içedir. Vatandaşlık denilince “hak” ve “sorumluluk” kavramları akla gelmelidir. “Hak” kavramı ile herhangi bir toplumda bireylere verilen haklar, sorumluluk denilince de bireylerin topluma ve devlete karşı olan görevleri akla gelmektedir. Vatandaşlık kavramında bu iki unsur birlikte düşünülmelidir. Demokratik toplumlarda hak ve görev kavramları birlikte ele alınmakta, hatta hak kavramı daha öncelikli bir konuma sahip olmaktadır. Demokratikleşmesini sağlayamamış toplumlarda ise, görev kavramı ön plana çıkmakta, hak kavramı gölgede kalmaktadır (Kıncal, 1998: 1).

Vatandaşlık kavramı genel anlamda bir ülkeye olan bağlılık, görevler, sorumluluklar ve haklar bağlamında ele alınır. Bir ülkenin doğal üyeleri olan bireylerin hakları ve sorumluluklarını içerir. Bununla birlikte özgürlük, yetki, adalet, demokrasi, politik seçim, insan hakları gibi kavramlarla da yakın ilişki içerisindedir. Aslında vatandaşlık kavramının temelinde devlet ile bireylerin kişisel ilişkilerini şekillendirir (http://www.cybertext.net.au/civicsweb/Printable_Papers/civcsgrahamsmith.htm). Altunya ise (2003: 1) kavrama hukuki terim olarak bakılması gerektiği görüşünde olup, bir kişiyi devlete bağlayan bağ olarak tanımlamıştır. Böyle bir bağla devletine bağlı kişiye “vatandaş” ya da “yurttaş” denilir demektedir. Aybay ise (2000: 180) vatandaşlığı genel olarak bireyi bir devlete bağlayan hukuksal bağ olarak tanımlamıştır. Ayrıca bu alanda uluslararası düzeyde yapılmış en yeni düzenleme olan “Uyrukluk Konusunda Avrupa Sözleşmesi”ne göre uyrukluk (Nationality), bir

(18)

kişiyle bir devlet arasındaki “hukuksal bağ” (legal bond) anlamına gelir ve kişinin etnik kökenini göstermez. Dolayısıyla vatandaşlık, tabiiyet ya da uyrukluk kavramlarının yakın ilgisi bulunan milliyet ve soy kavramlarıyla özdeş olmadıkları görülmektedir. Bu deyimlerinde konuyla ilişkili olmasına karşın daha çok ırk, dil, din ve kültür unsurlarını kapsayan ve teknik anlamda da hukuksal olmayıp daha çok sosyolojik birer kavramdırlar.

Konumuzla ilgili olarak Türkçede kullanılan vatandaş ya da yurttaş kavramı yerine “tabiiyet” ya da onun Türkçe karşılığı olan “uyrukluk” terimleri de kullanılır. Ancak tabiiyet, padişahlık döneminin “teba” sözcüğünden türetilmiş olup ve cumhuriyet öncesini çağrıştırdığından, hukuk sistemimizde “tabiiyet” ya da “uyrukluk” yerine “vatandaş” ya da “yurttaş” terimleri tercih edilmektedir. Uluslararası hukuk ise, cumhuriyet dışı yönetim biçimlerindeki bireyleri de kapsayacak biçimde “uyrukluk” terimini kullanmaktadır. Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi “uyrukluk” kavramını kullanmayı tercih etmiştir (m.15/1) (Altunya, 2003: 1). Özetle belirtmek gerekirse kavramla ilgili genel kullanım “vatandaşlık” teriminden yana ağırlık kazanmaktadır.

Tarihsel bir takım nedenlere dayalı olan bu kavram karışıklığı sadece Türkçeye mahsus olmayıp, yabancı diller içinde söz konusudur. Tarihsel açıdan antik çağlardan beri vatandaşlıkla ilgili hukuki düzenlemeler olagelmiştir. Ancak bugünkü anlayışla eski çağlardaki vatandaşlık kavramı arasında benzerlikler bulunsa da bunlar zayıf belirtilerdir. Çağdaş anlamda vatandaşlık hukuku çok sonraları ortaya çıkmıştır (Aybay, 2000: 181).

Tanımlardan da anlaşılacağı gibi vatandaşlık devletle birey arasındaki tüm hukuki, sosyal ve politik yaşantıları düzenleyen süreçtir. Özbek’e göre (2004: 15) bu sürecin niteliği de bir devletin kültürüne, yaşam biçimine, siyasal yapısına, ekonomik ve jeo-politik özelliklerine göre belirlenmektedir. Ancak bu belirleyicilik özellikle

(19)

günümüzdeki hızlı değişim ve toplumsal ilişkilere bağlı olarak evrensel bir özelliğe dönüşmüştür.

1.1.2 Vatandaşlık Eğitimi

Vatandaşlık, genel anlamda birey ile devlet arasındaki ilişkilerin bütünün kapsarken, vatandaşlık eğitimi ise bu ilişkilerin nasıl ve ne şekilde gerçekleşmesiyle ilgili yapılan eğitimdir. Dolayısıyla bireylerin devlete karşı hak ve görevlerinin bilincinde olarak sorumluluklarını yerine getirmelerinin yolu vatandaşlık eğitiminden geçmektedir.

Muhakkak ki vatandaşların görev ve sorumlulukları sadece kanunlara uymak ve saygılı davranmak değildir. Bunun yanında toplumun örf ve adetlerini benimsemek, onları korumaya çalışmak, en önemlisi de toplumun kültürünü daha ileri kuşaklara taşımaktır (Büyükkaragöz ve Kesici, 1998: 93). Ancak söz konusu kültür anlayışı günümüz toplumlarında oldukça hızlı ve köklü değişimler yaşamaktadır. Sınırları kalkan dünyada birey diğer toplumlarla iç içe yaşamaktadır. Dolayısıyla kültürel anlaşmazlıkları ortadan kaldırarak, dünya vatandaşlığına geçişi sağlayacak, dengeli ve uyumlu birey ve toplum için sistemli bir vatandaşlık eğitimine ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu anlamda vatandaşlık eğitiminin içeriği doğrudan doğruya kişinin toplum ve devletle olan ilişkisi üzerine kuruludur. Bu nedenle söz konusu alana ilişkin eğitimin bireyin bu anlamdaki ihtiyacını karşılaması zorunludur.

Alanyazında vatandaşlık ya da yurttaşlık olarak adlandırılan disiplinin eğitim bilimlerine yansıması bazen “vatandaşlık eğitimi” bazen “yurttaşlık eğitimi” bazen de insan haklarıyla birlikte adlandırılarak “vatandaşlık ve insan hakları eğitimi”

(20)

şeklinde olmuştur. Nadir de olsa demokrasi kavramıyla birlikte kullanılarak “vatandaşlık ve demokrasi eğitimi” şeklinde de olduğu görülmüştür.

1.1.3 Demokrasi

İlk insandan günümüze, insan topluluklarının en iyi yönetim şekli nedir? sorusu hep sorula gelmiştir. Konu üzerinde akıl sahibi herkesin de kendince bir düşüncesi olmuştur. Yani demokrasi konusundaki tartışmalar, görüş ayrıkları insanlığın ilk dönemine kadar götürmek mümkündür.

Bir siyaset bilimi terimi olan demokrasi, zaman içinde geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Günümüzde “okulda demokrasi, ailede demokrasi, örgütte demokrasi gibi topluluğun bulunduğu her yerde kullanılmaktadır (Altunya, 2003: 61). Yani sadece yönetim bilimi için değil insanın olduğu her yerde kullanılmaktadır. Bu nedenle kavramı tek bir alana özgü imiş gibi sınırlamak yanlış olacaktır.

Bu çalışmada demokrasiyle ilgili geniş bir içerik verilmeyecektir. Buna karşın genel anlamıyla demokrasi kavramının tanımı, tanımlardan çıkan genel özellikler ve değerleri üzerinde durulacaktır. Başka bir ifadeyle “demokrasi nedir, ne değildir?” sorularına genel olarak cevap aranacaktır. Şüphesiz ki demokrasi ve insan hakları bir bütünün parçalarıdır. Onları birbirinden ayırmak veya ayrı imiş gibi düşünmek yanlış anlamalara neden olacaktır. Bundan dolayı bu çalışmada kavramla ilgili genel bir bilgilendirmenin çalışmayı olumlu yönde destekleyeceği düşünülmüştür.

(21)

1.1.4 Demokrasi Nedir?

Demokrasinin asıl menşei yönetim bilimidir. Kavrama yüklenen efsunlu bakış zamanla farklı anlamlar yüklenmesine sebep olmuştur. Bunlar, kişinin demokratlığından tutunda, aile içi demokrasi, okulda demokrasi, iş yerinde demokrasi gibi pek çok alana indirgenmiştir. Kavrama bu çerçeveden bakıldığında hayatın içinde ayrılmaz bir nitelik kazandığı söylenebilir.

Demokrasi kelimesi iki Yunanca sözcüğün birleşiminden “Demos” (halk) ve “Kratos” (kudret, iktidar, hakimiyet, idare) kelimelerinden meydana gelmektedir (Bolay, 1997: 17). Eski yunanlılar siyasal sistemi tanımlamak üzere “Demos” ve “Kratos” sözcüklerini birleştiren “Demokratia”yı kullanmışlardır. Yani o dönem için eski yunan sitelerindeki demokratik rejimi ifade etmektedir (Uygun, 2003: 18). Aslında konuya bu çerçeveden baktığımızda demokrasi sözcüğünün anlamı oldukça yalın ve anlaşılır bir niteliktedir. Zaman içerisinde kavrama yüklenen anlamlar ve algılayış biçimlerindeki farklılıklar bu karmaşayı doğurmuştur.

Yapılan tanımlar içinde en tanınmış olanı Abraham Lincoln’ünküdür. Lincol’ne göre demokrasi, “halkın halk tarafından halk için ve halk adına yönetimidir” (Çeçen, 2000: 59). Lincoln’ün bu tanımı yaptığı tarihte (1863) demokratik yönetim bir istisnaydı. Ülkelerin büyük çoğunluğu otokratik yönetimlere sahipti. Kısacası demokrasinin iyi bir yönetim biçimi olduğu konusunda kültürler arasında bir görüş birliği yoktu (Uygun, 2003: 9). Bugün gelinen noktada da demokrasi denilince, aklımıza, hakimiyetin halka ait olduğu halkın bu hakkı doğrudan doğruya kullanabileceği, kendi içinden seçeceği kimselere kullandırabileceği fikri gelmektedir (Büyükkaragöz, 1990a: 6).

Demokrasi insanın esas alındığı ve değer verildiği bir anlayışın sonucudur. Demokrasi çoğunluğun iradesinin şaşmaz olmasından çok, “beşerdir şaşar”

(22)

anlayışına yatkın bir yönetim tarzıdır. Rustow’un ifadesiyle “geçici çoğunlukların yönettiği” bir sistemdir (Yılmaz, 1997: 521). Touraıne ise (2000: 25) demokrasiyi, en çok sayıda bireye en büyük özgürlüğü veren, olası en büyük çeşitliliği tanıyan ve koruyan siyasal yaşam biçimi olarak tanımlamaktadır.

Ancak tüm bu belirlemelere rağmen demokrasi kavramı üzerinde herkesin kendi anlayışına göre bir demokrasi ideali olagelmiştir. Ve herkes görmek istediği pencereden baktığı için kavram üzerinde bir takım belirsizliklerin oluşmasına da meydan hazırlamıştır. Örneğin, bir yönetim modeli olarak görenlerden, A. Hitler 1933’te yapılan bir seçimle iş başına gelmiş, sonrasında sosyal hayatın her safhasına nüfuz ederek tüm toplumu ortaçağ karanlığına sürüklemiştir (Akdemir, 1997: 602). Ve bu sistemi de gerçek demokrasi olarak nitelendirmiştir (Büyükkaragöz, 1990a: 7; Çeçen, 1983–1984: 69). Yine 1922’de İtalya da Mussolini’nin emriyle iktidara el koyan faşist idare de demokratik prensiplere dayandığını iddia etmekte (Akdemir, 1997: 602) ve Faşizmi “organize ve otoriter demokrasi” olarak vasıflandırmışlardır. (Büyükkaragöz, 1990a: 7).

Esas itibariyle diyebiliriz ki demokrasi kavramı her ne kadar antik çağa kadar götürmek mümkünse de yeni bir düşencedir (Touraine, 2000: 17). Bugün değişik yapı ve sisteme sahip olan devletler de kendilerini demokratik olarak nitelemektedirler. Uygun’a (2003: 9) göre demokrasinin küresel ölçekte yaygın bir siyasal düşünce haline gelmesi ikinci dünya savaşından sonra olmuştur. Savaşı demokrasi cephesinin kazanması güçlü bir demokratikleşme dalgası yarattı. 20. yüzyılın sonlarına doğru otokratik rejimlere sahip sosyalist bloğun dağılarak demokratikleşme süreci içine girmesiyle birlikte, tarihte ilk kez, demokratik ülkelerin sayısı demokrasi ile yönetilmeyenlerin sayısını geçti.

(23)

1. Otoriter rejimlerin yorgunluğu, bozulması ve kamuoyu desteğini kaybetmesi.

2. Demokratik olmayan rejimlerin değişmesi yönünde uluslar arası baskı.

3. Halkın fiziki güvenliği ile insan hakları ve onurunun korunması ve iktidarın kötüye kullanılmasının önlenmesi yönündeki isteği.

4. Ekonomik gelişme isteği biçiminde ele almaktadır (Aktaran Yılmaz, 1997: 529).

Ancak bugün gelinen noktada demokrasiyi tanımlamaya çalışanların iki farklı yaklaşımla konuya baktıkları görülmektedir. Bunlardan ilki ve en çok kullanılanı “demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak gören yaklaşım (Bolay, 1997: 17; Yılmaz, 1997: 520; Touraine, 2000: 25; Aktan, 1999: 145; Uygun, 1996: 2; Gürkaynak, 1989: 56) ikincisi ise “demokrasinin bir yaşam biçimi olduğunu vurgulayan yaklaşımlardır (Kuzu, 1997: 105; Ertürk, 1985: 170; Büyükkaragöz, 1990: 7; Dewey, 1996: 97; Lipson, 1999: 18; Heywood, 1999: 67; Aydın, 1991: 30; Binbaşıoğlu, 1989: 16; Kışlalı, 1989: 140; Bülbül, 1989: 156). Her iki yaklaşımda doğru olmakla birlikte bugün hayatın her safhasına yerleşmiş olan bu kavramı tek bir alana has kılmak doğru bir bakış açısı olmayacaktır. Uygun’un (2003: 9) dediği gibi demokrasi çok boyutlu bir kavramdır; bir yönetim biçimi, bir karar alma süreci, bir yaşam biçimi ve bir değerler kümesini ifade eder. Bu farklı boyutlar iç içe geçtiğinden birini diğerinden ayırıp demokrasiyi yalnızca tek bir boyutuyla incelemek anlamlı bir çaba olmayacaktır. Bu nedenle daha geniş bir perspektifle diyebiliriz ki, demokrasi bir yaşam tarzı, bir kültür, bir değer ve bir yönetim modelidir. Bu çalışmada da bu kapsam içerisinde değerlendirilecektir.

(24)

1.1.5 Demokrasinin Temel Değerleri

Demokrasinin çok yönlü bir kavram olduğu daha önce söylenmişti. Tanımı üzerinde bir birlikteliğe ulaşılamayan bu kavramın temel değerleri noktasında da kabul edilen ortak bir görüşe varılamamıştır. Ancak bu görüş ayrılıkları izafi, kişisel ve bakış açılarından kaynaklandığı söylenebilir. Ayrıca demokratik değerlerin eksiksiz değişmez bir listesini çıkarmak ta mümkün değildir. Zira demokrasi dinamik bir sistemdir dolayısıyla kendini yenilemeye de mecburdur. Bu bakımdan yeni oluşumlara, yeni haklara karşı bir sınırlama getirmek demokrasinin kendisini inkar etmesi demektir.

Kısaca bu temel değerleri özetleyecek olursak; sevgi, saygı, eşitlik, katılma, kararları serbest tartışma ve oylama ile alma, uzlaşma geleneği, şiddetten kaçınma, insana değer verme, hürriyet ortamının oluşturulması, hoşgörü, düşünce ve ifade özgürlüğü, siyasal çoğulculuk, hukuk devleti, çokseslilik, dayanışma gibi değerler sayılabilir (Büyükkaragöz, 1990b: 26; Kuzu, 1997: 107; Özbudun, 1989: 8; İnan, 1989: 98; Afacan, 2000: 214; Öztürk, 2000: 243; Çukurçayır, 2000: 254). Bunların yanı sıra Kaya ise (1989: 165–166)demokrasinin en belirgin özelliği olarak, farklılaşma, açıklık, belirginlik, seçenek çokluğu ve ulusal bütünlük gibi kavramlarında çoğulcu demokrasinin ögeleri olarak sıralamıştır.

Büyükkaragöz’ün (1990a: 15; 1990b: 4) demokratik sistemlerin belli değerler üzerine kurulduğunu söyledikten sonra, demokratik sistemin değerlerini ana hatlarıyla şöyle sıralamıştır;

1. Tartışmaların barışçı yollarla çözümlenmesi,

2. Dengeli ve barışçı yolla toplumsal değişimin sağlanması, 3. Siyasal alternatiflerin bulunması,

(25)

4. Zorlama ve baskının en aza indirilmesi, 5. Çokseslilik ve fikir hürriyetinin temini, 6. Adaletin sağlanması,

7. Hukukun üstünlüğü olarak ifade etmiştir, 8. Eğitimin demokratikleştirilmesi.

Büyükkaragöz (1990a: 16) sıraladığı bu demokratik değerler içerisinde hiç şüphesiz geliştirilmesi gerekli en temel demokratik değeri ise, eğitim ve öğretimin demokratikleştirilmesi olarak belirtmektedir.

Çağdaş dünyanın hakim siyasi doktrini olan demokrasinin kişiye sağladığı geniş özgürlüklerin yanında şüphesiz ağır sorumluluklarda yüklemektedir. Bunlar arasında bencil olmamak, toplumsal olmak, farklılıkları kabullenme ve hoşgörü, rasyonalist olma sayılabilir (Kuzu, 1997: 105). Aslında bunlar da demokrasinin birer temel değerleridir.

Demokrasi insanların birbirlerine belli ölçüde güven duymalarını gerektirir. Demokrasi her bireyin bir değer taşıdığına olan inancın güçlendirilmesi, insanın gerçek değerine ulaşmada ve onurlu bir biçimde yaşaması konusunda önemli adımlar olarak alınabilir (Cafoğlu, 1997: 594).

Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için sorumlu ve eğitilmiş bir halk, ekonomik ve sosyal kalkınmışlık düzeyi gibi bir takım şartları da beraberinde istemektedir (Kuzu, 1997: 104). Bunlarında tümünün üstünde yukarıda belirtilen temel demokratik değerlerin gerek siyasal sistemce ve gerek toplumca bunların benimsenmesi ve hayatın her kesitine taşınması birer zorunluluktur.

(26)

Bu bilgiler çerçevesinde demokrasinin özgürlük, eşitlik ve katılımcılık unsurlarıyla ele almak doğru bir yaklaşım olacaktır, ancak konuya farklı gözle bakanlarda olmuştur. Bazı yazarlar demokrasinin özgürlük ve eşitlikle sınırlayarak onu bu iki değerin sentezinden başka bir şey olmadığını vurgulamışlardır (Yeşil, 2002: 7). Cılga’da (2001:) demokrasinin insan haklarına saygı, özgürlük, eşitlik, sosyal adalet, çoğulculuk ve katılımcılık özellikleri üzerinde yükseldiğine vurgu yapmıştır. Topuz’da (1989: 37–39) bunlara ek olarak sosyal devlet, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü, baskıya uğramama hakkı, parlamentonun halkı temsil edebilmesi, eğitim ve iletişim hakkı gibi ilkelere dayandığı görüşündedir.

1.1.6 Demokrasinin Özellikleri

Yukarıda ifade edilen değerler, aynı zamanda demokrasinin özelliklerini de ortaya çıkarmaktadır (Yeşil, 2002: 8). Ancak tüm bunlarla birlikte aslında demokrasi kavramı normatif bir içeriğe sahiptir. Yani belli kurallar manzumesine sahiptir (Bolay, 1997: 17). Demokrasi bu özelliğinden dolayı yukarda bahsedilen değerlerin her birinin belirli kurallarla içinin doldurulacağı şeklinde algılayabiliriz. Başka bir ifadeyle bu değerlerin açılımı demokrasinin özelliklerini göstermektedir.

Demokrasinin artık sözlüklerde yazılı olduğu şekliyle salt “halkın yönetimi” olmadığı bunun yanında şu şartları da beraberinde taşıması gerektiği ileri sürülmüştür (Kuzu, 1997: 104);

1. Egemenlik halka ait olmalıdır. Temsilcilere yetki sınırlı bir şekilde verilmiş olmalı ve her an geri alınabilmelidir,

2. Farklı alternatifler arasında bir seçim yapma imkanının verilmesi, 3. Demokrasi ancak bir hukuk devletinde yaşar. Kanunların üstünlüğü

(27)

4. Halkta vatandaş bilincinin geliştirilmesi,

5. Demokrasi sadece seçimden seçime varlığını gösteren bir rejim değildir. Çoğulculuk gündelik yaşantısında da kendini duyurmalıdır, 6. Demokrasinin fonksiyonu sadece siyasi müesseselerle sosyal güçler

arasında bir denge sağlamaktan ibaret değildir. Bu ideal fertlerin yaşantılarının her aşamasında bir ana prensip olarak göz önüne alınmalıdır,

7. Demokrasi için gelişmiş bir toplum yapısı ve dengeli bir büyüme sağlanmalıdır,

8. Kişisel özgürlükler zedelenmeden güvenlik sağlanmalıdır,

9. Demokrasi kişiye dayanan bir rejim olduğuna göre her şeyden önce kişiler rasyonel olmalıdır.

Tüm bu söylenilenlerle birlikte Yeşil (2002: 10) demokrasinin, akla, mantığa ve bilime en uygun düşen şu özellikleri barındırdığını sıralamaktadır (Selçuk,1997a: 10);

1. Demokrasi hukukun üstünlüğü ilkesine inanır,

2. Demokrasi özgürlükçüdür. Hiçbir görüş ve inanç yasaklanamaz. Devlet yansız olmalı ve hiçbir görüş ya da inançtan yana olmamalıdır, 3. Demokrasi her açıdan çoğulcu olmalı ve devlet farklılıkları

özendirmelidir,

4. Demokrasi, yasama, yürütme ve yargıda katılımcı olmalıdır.

Adıvar’a (1997: 111)göre demokrasinin dejenere edilmemesi için bir takım gerekli tedbirler ortaya konmuş ve bu tedbirler demokrasi kavramının ayrılmaz

(28)

parçaları haline gelmiştir. Bunlar sırasıyla, hukukilik, yani kanunların hakimiyeti, diğer bir şart vatandaşların kanunlar önünde eşitliği, bir diğeri fırsat eşitliği ve sonuncusu da egemenlik kullanımının belirli bir süre ile sınırlı olmak üzere genel, eşit, gizli ve doğrudan seçimler yoluyla belirlenmesidir. Bunlara ilave olarak Gözlügöl’de (2002: 35) ulusal düzeyde de siyasal iktidarın sınırlandırılması için anayasalar yapılmaktadır. Modern anayasalarda, Montesquieu’nün “kuvvetler ayrılığı” ilkesi ile insan hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması da sağlanmış olacaktır demektedir.

Özetle diyebiliriz ki demokrasi genelde özgürlük, eşitlik ve katılımcılık unsurları çerçevesinde değerlendirilebilir. Devletler bu unsurları barındırdığı ölçüde demokratiktir. Adıvar’ın (1997: 112) dediği gibi mümkün olduğu kadar çok özgürlük ve sadece gerektiği kadar düzen demokrasinin en temel özelliğidir. Kışlalı’da benzer görüşte olup (1989: 138) demokrasinin özgürlük kadar denge rejimi olduğuna işaret etmektedir.

Tüm bu değerler ve özelliklere rağmen bugün demokrasilerde yaşanan sorunlardan en önemlilerinden birisi özgürlüğün eşitliğin ve özelliklede katılımcılığın aşınması sorunudur (Yılmaz, 1997: 524). Demokrasi kültürünün temelinde esas olarak “kendime istediğim özgürlükleri başkasına da tanımak gerekir” anlayışı yatmaktadır. Aynı şekilde demokrasi kültürünün temelinde, önce “kendine saygı” sonra bu saygının “insana saygı” biçimine dönmüş hali yer almaktadır (Kongar, 1997: 19; Aktaran Kıncal, 2004: 69). İnsan önce kendine saygılı olursa karşısındakilere karşıda saygılı olunmasının önemini öğrenecektir. Saygı temeli ile başlayan süreç, özgürlüğü ve eşitliği de beraberinde getirecektir.

Bugün dünyada hemen her ülke, kendi siyasi rejiminin “demokratik” olduğunu ileri sürmektedir. Demokratik rejimin özellikleri ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, bu rejimin vazgeçilmez asgari şartı olarak kabul edilmesi

(29)

gereken bazı unsurları vardır. Bunların en önemlileri: Siyasi sistemdeki temel siyasal karar organlarının genel oya dayanan serbest seçimlerle oluşması, serbestçe örgütlenen siyasi partiler arasında eşit şartlar altında yürütülen iktidar yarışı, ve tüm vatandaşların hak ve hürriyetlerinin tanınması ve hukuki güvence altına alınması şeklinde özetlenebilir (Kuzu, 1997: 105). Başka bir ifadeyle demokratik rejimler, uygulamalarında demokrasinin gereklerini yerine getirdikleri, değer ve kaidelerine uydukları, insan hak ve hürriyetlerine saygı duyup onu koruyup güvence altına aldıkları sürece meşrudurlar. Dolayısıyla varlığını demokratik olarak isimlendirmesi hatta seçimle işbaşına geldiğini söylemesi bugün artık demokrasi için yeterli değildir. Yönetimin tüm kurum ve kuruluşlarıyla demokratik olması uygulamalarının demokratik olması ve her şeyden önce de insana değer vermesi gerekmektedir.

Bu açıklamalardan sonra demokrasinin salt değerler sistemi olmadığı, bunun bir takım ilke ve kurumlarla uygulanma zorunluluğunu da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Bu cümleden, demokrasinin olmazsa olmazı olarak niteleyebileceğimiz bazı temel gereksinimlerini ise birer maddeyle şöyle özetleyebiliriz (TDV, 1999: 14; Uğur, 2000: 226; Erkul, 2000: 386);

1. Halk egemenliği,

2. Hükümetin yönetilenlerin rızasına dayanması, 3. Çoğunluğun yönetimi,

4. Azınlık hakları,

5. Temel insan haklarının güvence altında olması, 6. Özgür ve adil seçimler,

7. Kanun önünde eşitlik,

(30)

9. Hükümetin anayasa ile sınırlandırılması, 10. Toplumsal, ekonomik ve siyasi çoğulculuk,

11. Hoşgörü, pragmatizm, işbirliği ve uzlaşma değerlerinin benimsenmesi.

Netice itibariyle demokrasi geçirdiği evrimlerle bugünkü şeklini almıştır, yoksa bir günde kendiliğinden oluşmuş bir olay değildir. Ancak dün olduğu gibi bugünde kavrama çok büyük beklentiler yüklenmekte. Şüphesiz ki demokrasinin yaşam bulması onun ilke ve kurumlarıyla yeterli düzeyde destek bulmasına bağlıdır. Yukarıda bahsedilen temel değerler ve özellikler de demokrasinin yaşaması ve yaşatılması adına gerek bireyler olsun gerek toplum ve gerekse de devlete düşen ödevleri ifade etmektedir. Bu ödevler asgari düzeyde gerçekleşmesi onun varlığıyla doğrudan ilişkilidir.

1.2 İnsan Hakları

İçinde yaşanılan çağda toplumların hayatında önemli değişikliklere neden olan pek çok değişim ve yenilikler olmuştur. Bunların başında şüphesiz bu çalışmanın içinde açıklanmaya çalışılan Demokrasi ve İnsan Hakları kavramları gelmektedir. Bu kavramların ne olduğunu bilmeyen bir birey ve toplum o nispette bu bilinçten ve yaşam tarzından da uzak ve mahrum kalacaktır. Her ne kadar her iki kavram içinde tanım ve içeriği konusunda bir birliktelik sağlanamamış olsa da önemi ve değeri açısından her eğitimli bireyin konudan haberdar olması kaçınılmaz bir gerçektir.

Daha öncede belirtildiği gibi insan akıl sahibi bir varlıktır. Kendi yaşantısını düzenleme, geleceğine şekil verme, değerler dünyasını oluşturma, toplumla ve devletle ilgili işlerini düzenleme noktasında düşünerek, kendi kararını

(31)

vermektedir. Tüm bu eylemleri gerçekleştiren insan zaman içinde insan haklarını ve demokratik yaşam şekli gibi bir takım kavramları geliştirmiştir.

Kavramın tanımlanması ve içeriğinin oluşturulmasında her ne kadar görüş birliği oluşmamışsa da, insan hakları kavramı soyut anlaşılamaz ve yorumlanamaz bir nitelikte değildir. Bunun aksine tanımlanabilir, hayatın her anında yaşanan canlı somut bir olgudur. Ancak kavramın gerek tanımlanmasında gerekse geniş kitlelerce anlaşılmasında oluşan bir takım zorluklar da vardır. Tanımlamadan kaynaklanan güçlük, insan haklarının kendine has salt bir alan olmaması, pek çok disiplinin tesiriyle oluşmuş olmasıdır. Dolayısıyla kavramın gelişimi, disiplinlerarası bir yaklaşımın eseridir. Çoğunlukla da tarih, hukuk, siyaset bilimi, sosyoloji ve felsefe gibi disiplinlerin etkisiyle gelişmiştir. Anlaşılmasında ki güçlük ise teori ve pratiğin birbirini desteklememesinden kaynaklanmaktadır.

İnsan hak ve hürriyetlerinin kapsam olarak çok yönlülüğü ve tartışılır olması bizzat kavrama yüklenen içerikle doğrudan ilgilidir (Gözlügöl, 2002: 27). Erdoğan’a (1997: 129 Aktaran: Yeşil 24) göre günümüzde insan haklarına saygı gösterilmesi talebi çağımızın en yaygın ve en etkin siyasi ahlak çağrısıdır. Bir adım daha ileri giderek Kapani çağı (1987: 11) insan hakları çağı olarak nitelendirilmektedir. Bu yüzden insan hakları söylemi günümüzde başta hukukun, siyasetin ve toplumların ortak dili haline gelmiştir.

İnsan günlük yaşamının her anında farkında olmaksızın haklarıyla iç içe yaşamaktadır. Örneğin, özgürce düşünmeleri, düşündüklerini ifade etmeleri, istediği yere seyahat edebilmeleri, yerleşebilmelerine kadar pek çok şey bu haklar içinde yer almaktadır. Ancak ne zaman bir engellenmeyle karşılaşılmışsa orda insan haklarına duyulan ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Aksi takdirde, kişisel bağlamda pek çoğumuz için, herhangi bir değer ifade etmemektedir. Yani insan hakları, insan haklarının bulunduğu ortamlarda değil bulunmadığı ortamlarda ortaya çıkmıştır.

(32)

İnsanın değerini koruyan bir kurum olarak insan hakları, tüm insanlık için son derece büyük önem taşımaktadır. İnsanla birlikte gelişip yeşerecek olan kavramın daha iyi anlaşılması ve çalışmanın sağlam bir zemine oturtulması adına, alana büyük katkısı olan bilim adamı, yazar ve düşünürlerin görüşlerine başvurularak kavramın ne olduğu, içeriği ve tarihi seyri açıklanmaya çalışılacaktır. Ancak insan haklarını tam olarak anlayabilmemiz için önce insan, hak ve özgürlük kavramlarını bilmemiz gerekmektedir. Bu itibarla bu bölümde bu iki kavram açıklanmak suretiyle çalışma daha anlaşılır bir hüviyet kazanacaktır.

1.2.1 İnsan Haklarına İlişkin Çeşitli Kavramlar

İnsan haklarının tanımlanması ve içeriğinin belirlenmesinden önce üç temel kavramın açıklanmasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Bunlar, insan, hak ve özgürlük kavramlarıdır.

1.2.1.1 İnsan

İnsanı tanımadan, ne olduğunu veya ne olmadığını bilmeden onun haklarından bahsetmek pekte anlamlı bir çaba olmayacaktır. İnsan kelimesi dilimize Arapçadan gelmiştir. Arapça kökü “uns” nezaket, güvenirlik, arkadaş olan kelimenin “ins” biçimi insanlar, insanlık demektir. “Anis” nazik, dostça kavramlarını karşılar. İnsan ise tekil olarak kadın ve erkek anlamına gelir. Arap kültürü çevresine giren hemen bütün dillerde insan kelimesi benimsenmiştir (Mumcu, 1992: 2).

İnsan bir canlı olarak vardır, doğar, büyür, yaşar ve ölür. Tüm canlıların geçtiği aşamadan doğal olarak insanda geçer. İnsan haklarının temelinde yatan insan kavramı yalnızca biyolojik anlamda insan değildir. Akıl taşıyan, düşünen ve aynı zamanda psikolojik bir varlık olarak insanın sırf insan olması nedeniyle doğuştan

(33)

bazı haklarının var olduğu savı insan hakları düşüncesinin başlangıcı olmuştur (Çeçen, 2000: 9). Başka bir ifadeyle insana doğuştan verilen haklar onun öncelikle insan oluşu ve diğer varlıklardan ayıran şuur, bilinç ve sorumluluk taşımasından gelir.

İnsan yaşamını diğer insanlarla sürdürebilen sosyal bir varlıktır ayrıca. İnsan gruplarının bir araya gelerek oluşturduğu toplumlarda, zaman içerisinde bireysel hak ve özgürlükler düşüncesi yeşermiştir. Dolayısıyla insanın hak ve özgürlükleri mücadelesinin başlangıcını tek tek bireylerle değil, toplumsal yaşam ile olduğunu söyleyebiliriz.

1.2.1.2 Hak

Hak kavramı toplumsal yaşama geçiş ile beraber ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte zamana, yere ve topluma göre değişiklik gösteren değişken bir içeriğe de sahiptir. Aynı toplumda daha önce hak olan bir durum daha sonra yasalarla kaldırılabilir ve hak olmaktan çıkar, tersi içinde aynı şey söz konusudur (Çeçen, 2000: 24; Çeçen, 1981–1982: 10–11).

Hak ve hukuk arasında çok boyutlu bir ilişki bulunmaktadır. Hukuk kavramı aslında köken olarak haklar demektir. Hakların bütünü anlam olarak hukuku meydana getirir. Hakların çiğnenmesi anında veya yok sayıldığı durumlarda, hak ile beraber hukukunda savaşı verilir (Çeçen, 2000: 25; Çeçen, 1981–1982: 12). Bu anlamda diyebiliriz ki lügatin iki yapışık ikizi olan bu kavramları birbirinden ayırmak onların ölüm fermanını imzalamaktır. Hak hukukun anasıdır. Hak olmadan hukuk olamaz. Hukuk ise hakların korunması adına geliştirilen bir sistemdir.

(34)

gebedir. Bu nedenle hukuk sistemi de bu değişimlere kayıtsız kalamaz. Kendi sistematiği içinde meydana gelen değişimlere alternatif çözüm yolları ortaya koyması da bir zorunluluktur. Zira bu esnekliğe sahip olmayan bir hukuk sistemi tam anlamıyla hakları güvenceye aldığı söylenemez. Bunun içindir ki hukuk sistemleri hakların tam ve eksiksiz gerçekleştirilmesi için vardır.

Toplumsal refah arttıkça, bilim ve teknoloji ilerledikçe, hukuk sistemlerine sosyal yaşantıda daha büyük görev ve sorumluluklar düşecektir. Çünkü toplum yaşamının sigortasını hukuk sistemleri oluşturmaktadır. Hakların çiğnenmesi adına yol açabilecek her çeşit eğilimlere karşı gerekli önlemler, hukuk sistemlerince oluşturulmalıdır. Hukuk düzeninin varlığı, her çeşit hakların güvence altına alınması demektir.

Özetle denilebilir ki toplumsal yaşamla birlikte insanlar birlikte yaşamanın bir takım etiksel boyutunun olduğunu öğrenmişlerdir. Bu etiksel düşünce zaman içerisinde haklarında eklenmesiyle birlikte, kurallar manzumesi haline dönüşerek hukuk sistemini oluşturmuştur. Dolayısıyla haklar insanlar için vardır ve her insan bu haklardan yararlanacaktır. Zira bütün haklar insan haklarıdır, çünkü hukuk sistemleri insanlar tarafından yine insan için oluşturulur.

Hakkın varlığından söz edebilmek için onun hürriyet, yetki, talep ve tanınma yani kabul edilme olmak üzere bu dört unsuru kendinde barındırması gerekmektedir (Erdoğan, 1993: 25; Bolay, 1998: 124; Uygun, 2000: 13). Uygun'a (2000: 13) göre kişiyi hak sahibi kılan yetkinin kaynağı sözleşme, hukuk kuralları veya talebin ahlakiliği düşüncesidir demektedir. İki kişi arasında imzalanan sözleşme kişiyi hak sahibi yapabilir. Bu durumda taraflardan biri bazı haklar elde ederken, diğeri de bir takım sorumluluklar üstlenir. Hukuk kuralları da kişiyi hak sahibi yapabilir. Kişiyi hak sahibi yapan bir başka kaynak ise davranışların ya da talebin doğruluğu, haklılığı düşüncesidir. Bu durumda ise talebin ahlaki meşruluğu söz

(35)

konusu olmaktadır (Şenol, 2002: 4).

Rand’a göre (1999: 318) hak, kişinin eylem özgürlüğünü sosyal çevrede tanımlayan ve tasvip eden ahlaki bir ilkedir. Ona göre sadece bir temel hak vardır ve bütün diğer haklarda bu temel hakkın sonuçları veya gerekçeleridir. Oda bireyin kendi hayatına sahip olma hakkıdır. Shue ise hakkı, yalnızca dilekleri, istekleri, dileyişleri haklı çıkarmak anlamında olmadığı kanısındadır. Haklar ancak daha güçsüz bir şeye değil de istemlere yol açtığı içindir ki, haklara sahip olmak insan onuruyla sıkı sıkıya bağlıdır. Bu yüzden hak sahibi kişi haklarını sabırsızlıkla, inatla ya da ısrarla isteyebilir, ya da onları hiç utanıp sıkılmadan, çekinmeden ileri sürebilir. Haklar yalnızca sevgi ve acımadan kaynaklanan, kişileri borç duygusuna iten armağan ya da iyilikler de değildirler. Hak hiçbir utanç ya da sıkılganlık duymaksızın istenilebilecek ve üstünde diretilebilecek bir olgudur (Shue, 1980: 26).

Hak kavramının ahlaki ve siyasi olmak üzere iki temel anlamı olarak doğruluk ve yetki olduğuna vurgu yapan Donnelly (1995: 19) bunları şöyle açıklamaktadır. Birincisinde bir şeyin doğru (haklı) olduğundan, doğru (haklı) olan bir eylemden söz ederiz. İkincisinde ise, bir kimsenin bir hakka sahip olduğundan bahsederiz. Çoğunlukla da haklardan söz açıldığında bu ikinci anlamı vurgulamış oluruz. Erdoğan ise hakkın yetki, talep ve tanınma olmak üzere üç unsuru içerdiğini ileri sürmektedir (Erdoğan, 1993: 25).

Sencer’de (1992: 4) hakkı, insanın bir davranış ya da eylemde bulunabilme, bir davranış ya da eyleme uğramaktan korunma ve bir olanak ya da koşuldan yararlanma yetkisi olarak ifade etmektedir. Bu yetki yasalarla tanınabileceği gibi, dayanağını uluslararası hukuktan, hukuk öğretisinden, daha da önemlisi insanlığın evrimiyle birlikte gelişen çağdaş insan hakları anlayışından da alabilir. Başka bir ifadeyle hak; hukuk sisteminde tanınmış ve tanımlanmış, sınırı, konusu, kullanılma şekli ve koşulları belli olan, yararlanılması toplumca sağlanmış özgürlüklerdir.

(36)

Hak kavramını açıklamada farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan Alman hukukçu Windscheid’in öncülüğünü yaptığı irade kuramına göre, hak genel olarak iradeyi temel alarak tanımlanmıştır “hukuk düzeni tarafından insanlara tanınmış bir irade gücüdür”. Yani bir kişi başka birisine karşı kendi iradesini kabul ettirebildiği, onu bu iradeye göre harekete zorlayabildiği takdirde hak sahibidir. Bu gücün kullanılıp kullanılmaması ise tamamen bireye bırakılmıştır (Güneş ve Diğerleri, 2004: 2; Ardoğan, 2005: 13)

Hakkın açıklanmasında menfaati esas alan Jhering’in öncülük ettiği çıkar kuramına göre ise hak, “hukuk düzeni tarafından korunan çıkarlardır”. Bu iki kuramın birleşiminden oluşan karma kuramda hak şu şekilde ifade edilir; “hukuk düzeni tarafından korunmuş, kullanılıp kullanılmaması sahibinin iradesine bırakılmış çıkarlardır. Buna göre hak bir yandan hukukun kişilere tanıdığı ve koruduğu çıkarları anlatmakta diğer yandan da sahibine bundan yararlanma yetkisi vermektedir” denilmekte. Yani haklar hukuk kurallarının kişiye tanıdığı sınırlar ölçüsünde verilir ve bireyler bunları kullanıp kullanmamakta özgürdür (Duman ve Diğerleri 2001: 91; Ardoğan, 2005: 13).

1.2.1.3 Özgürlük

İnsan hakları kavramından sonra en çok kullanılan bir diğer kavramda özgürlüktür. Öyle ki çoğunlukla bu iki kavram birbirinin yerine eş anlamlı olarak kullanıldığı gibi birlikte de kullanılmaktadır. Özdek’e göre insan haklarının konusu beli “hak”lar ya da “özgürlük”leri içerir. Ona göre bazı insan hakları “hak” şeklinde ifade edilirken; yaşama hakkı, çevre hakkı, eğitim hakkı gibi. Bazı insan hakları da “özgürlük” olarak tanımlanır; örgütlenme özgürlüğü, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi. Ancak birbiri ile aynı anlamda ve birbirinin yerine kullanılan bu kavramlar, yakın ilişkili olmakla beraber aynı anlamda değildirler (Özdek, 1993: 15).

(37)

Genel olarak özgürlük, düşünce, ifade, inanç, yaşama, örgütlenme özgürlüğü gibi geniş bir açılımını yapmak mümkündür. Özgürlük insanın özünde yer alan temel bir içgüdüdür. Onun engellenmesi, baskı altına alınması insan doğasına ters düşeceğinden, bu durum hem insan için hem toplum hem de devlet açısından bir müddet sonra olumsuz sonuçlara yol açacaktır. Ayrıca insan doğası bir kalıba, tek tipçiliğe aykırıdır. Kendini yenilemesi ve aşması onun özgürlükçü bir ortamda bulunmasıyla doğrudan ilintilidir. Özelliklede entelektüel yanının tüm insanlığa açılması için düşünce özgürlünün önünün açılması bir zorunluluktur. Selçuk’a (1997b: 242) göre, bireye düşünce özgürlüğü verilmezse özgür beynin ürününden ne bireyler ne de toplum yararlanamaz. Ergil'e (1998: 431) göre de insan özgürlükçü olduğu kadar toplumsallıkta onun doğasında yer alır. Toplum içinde yaşamanın da bir takım kural ve kaideleri vardır, yani belli bir düzeni gerektirir. Yönetimde bu düzeni sağlamaktan sorumludurlar. Ancak demokrasilerde özgürlüklerin karşı tarafın özgürlükleri ile sınırlı olduğu da unutulmamalıdır. Demiralp’e göre (1995: 158) sınırsız özgürlük anarşi ve sonuçta özgürlüksüzlüğü doğurur. Özgürlüklerin düzenlenmesi, onların belli sınırlar içine alınması her şeyden önce kamu düzenini sağlamak bakımından gerekli görülür. Kısaca özgürlük, birbirine saygı, sevgi ve hoşgörü üçgeninde yeşerir ve gelişir.

Bir görüşe göre, özgürlük bir haktır; fakat bütün haklar özgürlük değildir. Bu anlamıyla hakkın özgürlükten daha geniş olduğu, hakkın özgürlükleri içermesinin yanı sıra, devletten ve özel veya tüzel kişilerden birtakım somut edimleri isteyebilme yetkilerini de kapsadığı ileri sürülmektedir. Özgürlük herkese tanınan bir insan hakkıdır. Özgür olmak başkalarına karşı ileri sürülebilen bir hakka sahip olmak demektir. Hak daha çok özgürlüğün usuli güvencesi ve gerçekleşme aracı olarak nitelenebilir. Özgürlük fiili durumu ifade eder. Kişi, iradesi doğrultusunda bir şey yapma veya yapmama konusunda takdir yetkisine sahip olduğu zaman özgürdür. Diğer bir görüşe göre ise hak ve özgürlük bir tek hukuki gerçeğin iki yönünü oluşturur. Özgürlük bir haktır, hak ise özgürlükle gerçekleşebilir. Bu görüşe göre, gerçekleştirilecek bir hak yoksa özgürlüğün bir anlam ve değeri kalmayacağı gibi, özgürlük yoksa hakkında bir anlam ve değeri yoktur (Kalabalık, 2004: 4).

(38)

Uygun’a göre insan hakları alanında çalışan uzmanlar, genellikle “hak” ve “özgürlük” kavramları arasında bir ayrım yaparlar. Bu ayrıma göre özgürlük bir şeyi yapma ya da yapmama serbestliğidir. Devlet ya da başka bir güç tarafından herhangi bir şekilde zorlanmamayı, baskı altında tutulmamayı ifade eder. Hak kavramı ise, özgürlükten daha geniş bir anlam taşır. Bu terim yalnızca serbest olmayı değil, bunun yanı sıra, devletten ve toplumdan bazı taleplerde bulunmayı da içerir (Uygun, 1996: 9).

Özgürlükle ilgili anlayışlar iki başlıkta toplanırlar. Bunlar “negatif özgürlük” ve “pozitif özgürlük”lerdir. Buna göre negatif özgürlük daha çok, siyasi bir kavram olarak anlaşılır ve özgür olmak, yönetici ya da devlet tarafından rahatsız edilmemek, müdahalede bulunulmamak veya keyfi emir almamak demektir. Özgürlüğün pozitif tasarımına göre ise özgür olmak, kendi iradesiyle davranabilmek, kendini yönetmektir. Kişinin özgür olması için sadece dış engellerle karşılaşmaması yeterli değildir; aynı zamanda istediğini yapabilme iktidarına da sahip olmayı gerektirir (Ardoğan, 2005: 18; Kalabalık, 2004: 5).

1.2.1.4 İnsan Hakları Nedir?

İnsan ve hak sözcüklerinin birleşiminden oluşan insan hakları, insanlığın acı deneyimler sonucu ulaştığı en önemli kavramların başında gelmektedir. Ancak tanımı ve içeriği konusunda tam bir uzlaşı sağlanamamıştır. Günümüz toplumlarının olmazsa olmazları arasında sayılan “İnsan Hakları”, “Temel Haklar ve Özgürlükler, Kişi Hak ve Özgürlükleri, Vatandaş Hakları, Yurttaşlık Hakları, Kişilik Hakları, Hürriyetleri” gibi kavramlar arasında en kapsamlı olanı ve aynı zamanda en yaygın kullanılanıdır.

Uygun’a göre (1996: 8) söz konusu kavramlar “insan hakları” kavramına göre daha dar kapsamlıdır. Kişi hak ve özgürlükleri deyimi ile daha çok kişilere tanınan

(39)

haklara vurgu yapılmakta; derneklere, kurumlara veya halklara tanına hakların ifade edilmesinde yetersiz kalmaktadır. Vatandaşlık veya Yurttaşlık hakları ifadesiyle yurttaş olmayanların haklarını kapsamı dışında bırakmaktadır. Kamu hürriyetleri kavramı ise daha çok devlet tarafından tanınan özgürlükleri çağrıştırmaktadır. Temel hak ve özgürlükler kavramı ise, Anayasalarca güvence altına alınmış hak ve özgürlükleri anlatma için kullanılan bir ifadedir. Buna karşılık insan hakları, devlet tarafından tanınsın veya tanınmasın, Anayasa ile güvence altına alınsın veya alınmasın, kişilerin, toplulukların, yurttaşların veya yurttaş olmayanların, kısacası tüm insanların kullanacağı bütün hak ve özgürlükleri içerir. Bundan dolayıdır ki insan hakları kavramında esas vurgu “insan” sözcüğü üzerinedir. Bir kimsenin başka hiçbir özelliğine bakılmaksızın, sadece insan olması nedeniyle sahip olması gereken haklar insan hakları kavramı ile ifade edilmektedir.

Bu itibarla İnsan Hakları kavramını, çok çeşitli hakkı içinde barındıran bir kataloğa verilmiş genel ad (Türk 1998: 18) başka bir deyişle, haklar sisteminin en özel ve efsunlu adı şeklinde ifade etmemizin uygun düşeceği ortadadır. İnsan kendini geliştirdikçe, değerler dünyası geliştikçe kendine her gün yeni haklar ve ödevler çıkaracaktır. Bu sayede medeniyetler birbirleriyle didişmek yerine birbirlerini anlama yoluna gidecektir. Şüphesiz ki barış sadece insan yaşamında değil toplum ve devletler yaşamında da önemi oldukça büyüktür. Gerçek anlamda barışın temin edildiği bir ortamda insan hakları gelişir ve büyür. Özgürlüğü, eşitliği, saygınlığı karşısındakilerce kabullenilen birey neden şiddete başvursun ki. Medeniyetler bilimde teknolojide geliştikçe uzlaşma kültürü daha çok etkili olacaktır.

İnsan haklarının, olmadığı koşullarda, kişilerin insan olarak, onurlarıyla yaşabilmeleri de mümkün değildir. İnsan hakları özgürlük, adalet ve barışın temel dayanaklarını oluşturur. İnsan haklarına uyulması, birey ve toplumun bütünüyle gelişmesine olanak tanır. (Amnesty International 1996: 3). Bu görüşün bir başka temsilcisi Savcı’da (1980: 78) insan hakları ve temel özgürlükleri kavramının yeni bir misyon yüklendiği ve bu misyonunda uluslararası anlayışa, işbirliğine ve barışa

(40)

hizmet etmek olduğu şeklinde açıklamaktadır. Buna da yaygın bir insan hakları ve temel özgürlükleri alanında geliştirilecek ve gerçekleştirilecek bir eğitimle ulaşılacağını belirtmektedir.

Medeniyetleri, insanlığı ve insanı uzlaştırmak, birleştirmek gibi önemli bir fonksiyon atfettiğimiz bu özel ve bir o kadar önemli kavramın tanımlayacak olursak; hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün insanların yalnızca insan olmalarından dolayı, insanlık onurunun gereği olarak sahip olmaları gereken hakların tümüdür. Nitelik yönüyle bu haklar dokunulamaz, vazgeçilemez ve kişiliğe bağlı haklardır. Devlet ya da başka bir güç tarafından keyfi olarak sınırlanıp ortadan kaldırılamayacağı gibi bireylerin kendileri de bunları başkalarına devredemez veya onlardan vazgeçemez (Uygun 1996, Kocaoğlu 1997, Ray ve Tarrow “YTY”Aktaran Yeşil 2002: 25).

Flowers’a göre (2000: 5) insan hakları, insanların varlığından dolayı, doğuştan sahip oldukları evrensel haklardır. Her ne olursa olsun alınamaz, devredilemez ve kaybedilemezler. Önemli, önemsiz veya az ya da çok önemli şeklinde sıralanamazlar. Birbirlerine bağımlı ve tamamlayıcı özelliklere sahiptir. Buna göre insan hakları bir bütünlük arz etmektedir, hiçbirisinden fedakarlıkta bulunulamayacağı gibi en küçük bir tavizin bile verilemeyeceğine işaret edilmektedir.

Mourgeon (1990: 12) insan haklarının devlet ve bireylerle olmak üzere iki yönlü ve kurallı bir ilişki içerisinde olduğuna dikkat çekmektedir. Ona göre, insan haklarını kişinin tek tek kişilerle ve iktidarla ilişkileri içinde kendi malı olarak elinde bulundurduğu, kurallarla yönetilen ayrıcalıklar olarak tanımlamaktadır.

İnsan salt insan olması nedeniyle değil, onu diğer canlılardan ayıran, akıl, düşünce taşıyor olmasıyla birlikte psikolojik ve kültürel bir varlık olması da onu

Şekil

Tablo 1 Reardon’un İnsan Hakları Eğitimi ve İçerik Tablosu
Tablo 2 İnsan Hakları ve Vatandaşlık Ara Disiplini Öğretim Programı  Kazanımları (1–5 Sınıflar)

Referanslar

Outline

Benzer Belgeler

x 28 Belediye Hizmet Noktası, 14 açık alan (Park, Meydan, ..vb.) toplam 42 noktada, 210+ erişim cihazı ile yerli ve yabancı konukların internet ihtiyaçları doğrultusunda

Performans Hedefi 2014 Yılında Kanun, Tüzük ve Yönetmeliklerle Belediyelere Verilen Görev, Yetki ve Sorumluluklar Çerçevesinde; Büyükşehir Belediyesi Sınırları ve

Sosyal Bilgiler dersinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin etkin bir vatandaşı olarak kendi gelişimine katkısını fark eder.. Kitle iletişim özgürlüğü ve özel hayatın gizliliği

Konuların işlenişinde, programdaki sıraya esas olmakla birlikte öğretmen ünitelere çevre özelliklerini de dikkate alarak Türk milli eğitiminin genel amaç ve temel

22.Okuldaki demokratik hayatın oluşturulmasının önemini kavrayabilme 23.Okulda demokratik hayatın gereklerine uymaya istekli oluş.. 24.Toplum içinde yaşamanın

Büyük Selçuklu İmparatorluğu Yurdumuzdaki Coğrafi Bölgeler Yurdumuzda Sosyal Yardımlaşma Kurumları Anadolu Selçuklu Devleti Yurdumuza Genel Bakış Vatan ve Millet.

yüzyılın çağdaş, Atatürk ilkeleri ve inkılâplarını benimsemiş, Türk tarihini ve kültürünü kavramış, temel demokratik değerlerle donanmış ve

isteğine bağlı hizmetler için uygulanacak ücret tarifesini belirlemek. g) Şartlı bağışları kabul etmek. h) Vergi, resim ve harçlar dışında kalan ve miktarı beşbin