• Sonuç bulunamadı

Başlık: ALP ARSLAN ZAMANI SELÇUKLU SARAY TEŞKİLÂTI VE HAYATIYazar(lar):KÖYMEN, Mehmet AltayCilt: 4 Sayı: 6 DOI: 10.1501/Tarar_0000000266 Yayın Tarihi: 1966 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: ALP ARSLAN ZAMANI SELÇUKLU SARAY TEŞKİLÂTI VE HAYATIYazar(lar):KÖYMEN, Mehmet AltayCilt: 4 Sayı: 6 DOI: 10.1501/Tarar_0000000266 Yayın Tarihi: 1966 PDF"

Copied!
99
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A L P A R S L A N Z A M A N I

SELÇUKLU SARAY TEŞKİLÂTI YE HAYATI

Mehmet Altay KÖYMEN G İ R Î Ş

B ü y ü k S e l ç u k l u I m p a r a t o r l u ğ u ' n u n ikinci hükümdarı A l p A r s l a n (1063-1072) zamanında S e l ç u k l u saray teşkilâtından ve hayatından bahsetmeden önce, Ortaçağ'da devlet teşkilâtının bir özelliğini hatırlatmak yerinde olur:

Devlet teşkilâtı halk tabakalarına derinliğine pek nüfuz edemez. Şu halde devlet hâkimiyeti şakulî olmaktan ziyade ufkîdir: Geniş ülkelere alabildiğine yayılmak istidadındadır; fakat o kadar derinleşemez. Esasında devlet kendisine muhatap olarak fertleri değil, daha ziyade teşekkülleri alır. Zâten hemen he-men her fert bir tarikata, bir loncaya veya -devlet dahil— bir müesseseye he- men-suptur. Böylece devlet teşkilâtlı bir cemiyetle karşı karşıya bulunuyor de-mektir.

Diğer taraftan devletin icra vasıtası olan hükümet teşkilâtı da, devletin ve cemiyetin bu vasfına uygun olarak kurulmuştur. Bu sebeple de hükümet teşkilâtı o kadar geniş değildir ve ancak devletin belli başlı vazifelerini yerine getirecek ölçüdedir.

Saray teşkilâtına ve hayatına gelince, bu o kadar basit değüdir. Gerek haşmet ve debdebe, gerek sıkı teşrifat usul ve kaideleri ve gerekse bizatihi saray müesseseleriyle çok karışık bir mekanizmadır. Biz, hâkim Türk unsurlarını da göz önünde bulundurarak, bu karışık mekanizmayı mümkün olduğu kadar basitleştirerek izaha çalışacağız.

Müesseselerin askerî ve siyasî hâdiselere nisbetle devamlılığı malûmdur. Buna devrin muhafazakâr zihniyetini ilâve etmek gerekir. Bu iki prensip gözönünde tutulacak olursa, A l p A r s l a n zamanı için yapılan bu araştırma denemesinin aynı zamanda bütüıı Selçuklu devri saray teşkilâtı ve hayatına esas teşkil edeceği kendiliğinden anlaşılır.

(2)

Zâten B ü y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u teşkilâtı A l p A r s l a n zamanında oluş halindedir1. Devlet t a m şeklini, ancak oğlu M e l i k ş a h ve

torunu S a n c a r zamanında almıştır denebilir2. Bu itibarla A l p A r s l a n

zamanı, devlet teşkilâtı,hükümdarlık telâkkisi ve gelenekleri bakımlarından, bir intikal devresidir. Meselâ onun S e l ç u k l u tahtına geçmesiyle devletin birliği kurularak, T u ğ r u l B e y zamanındaki ikili vasfı (çift hükümdarlık) ortadan kalkar. Böylece devletin, tek hükümdarlı ve çok vasallı bir Türk-İslâm İm-paratorluğu hâline geldiği görülür 3. Ulaştığı bu tekâmül merhalesinin tabiî

neticesi olarak, devlet teşkilâtında, rol alan unsurlar bakımından ne gibi de-ğişiklikler olduğunu ayrıca gördük (Sivil teşkilât kadrolarını umumiyetle İranlılar'ın, askerî teşkilât kadrolarını da gulâm sistemine göre yetişmiş T ü r k l e r ' i n işgal etmeleri, devletin kuruluşunda başlıca rol oynayan hür T ü r k m e n l e r ' i n ordudan yavaş yavaş tasfiye edilmeleri, v. s . )4.

Bizâtihî devlet teşkilâtına gelince yukarıdanberi verdiğimiz izahat, başta —bugünkü tâbiriyle— yasama (teşrii), yargı (kaza) ve yürütme (icra) selâhi-yetlerinin kaynağı olan hükümdarın bulunmasına rağmen, bu teşkilâtın esas itibariyle kaç unsurdan meydana geldiğini ve nasıl ele alınması gerektiğini göstermiştir sanırız:

1 - Hükümdar ve içinde yaşadığı saray ve teşkilâtı;

2 - Vezirin başında bulunduğu sivil teşkilât (hükümet teşkilâtı); 3 - Gulâm sistemine göre yetişmiş T ü r k l e r ' i n işgal ettikleri askerî teşkilât (Ordu teşlilâti).

İşte B ü y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u devlet teşkilâtının şeması, esas itibariyle bundan ibarettir. A l p A r s l a n zamanı devlet teşkilâtını bu

1 Bu hususta bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı. Yakında bası-lacak olan bu kitabın " A l p Arslan Zamanında Büyük Selçuklu imparatorluğunun İşleyişi" ve Alp Arslan Zamanında Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Yapısı" bahislerinde bilgi veril-miştir,

2 Selçuklu Devri devlet teşkilâtı, bütünü ile henüz ele alınmamıştır. Bu hususta son za-manlarda yapılan bâzı araştırmalar için bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , İ. A., S eri cer maddesi. H . H o r s t ' u n yazdığı, Die Staatsverwaltung der Grosselğüqen und Horazmsahs adlı eser bu dergide tarafımızdan geniş şekilde ele alınmıştır (bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n ,

Selçuklu Devri Türk Tarihi Araştırmaları, II. Tarih Araştırmaları Dergisi, II, 2 - 3 1964, s. 303 - 380.

3 Bu hususta bilgi edinmek için bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, 1963. s. 11 vdd., 97 vdd.

4 Bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı: Alp Arslan Zamanında Büyük Selçuklu İmparatorluğu1 nun Yapısı" ve "Türkmenler Meselesi" bahisleri.

(3)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L T I V E H A Y A T I 3

şema içine yerleştirerek, izah etmeğe çalışacağız. Biz, bu yazımızda, devlet teşkilâtının ilk kısmını teşkil eden saray teşkilât ve hayatım ele alacağız.

I

H Ü K Ü M D A R

Bütün devletin başı olan hükümdar, saray hayat ve teşkilâtında da ilk ele alınacak makam sahibidir. Bütün Selçuklu devrinde hükümdarların salâ-hiyetleri ve vazifeleri hakkında derinliğine ve genişliğine bilgi vermek konumu-zun çerçevesini aşar5. Biz, burada, tamamiyle amelî olarak A l p A r s l a n ' ı n

devlet başkanı sıfatıyle salâhiyetlerini, vazifelerini, hâkimiyet sembollerini, devletin diğer teşkilât mensuplariyle münasebetini, hükümdarlık âdet ve an'anelerini bahis konusu edeceğiz.

A l p Ar s l a n ' m saltanatı zamanında vezirliğini yapmış olan N i z â m ü ' l -m i i l k , Siyâset'nâ-me adlı eserinde aynen şöyle der: "Tanrı her asırda ve za-man- zaman-da halk arasınzaman-dan pâdişahlık vasıfları ve öğülmeğe değer hasletleriyle beze-diği birini seçer; dünya işlerini ve reâyâ'nın sulh ve sükûn içinde yaşamalarını ona tevcih eder 6. Nizâmü'l-mülk'e göre, hükümdar kudretini doğrudan

doğru-5 İ r a n ' d a hükümdarlık telâkkisi, hükümdarın salâhiyetinin hududu ve vazifeleri hak-kında şimdi bk. A . K . S . L a m b t o n , Jııstice in the Medieval Persiatı Theory of Kingship, Studia Islamica, X V I I (1962), s. 92 - 119.

6 Bk. Siyâset-nâme, Yâ Siyeru'l-mülûk, nşr. H. H . D a r k e , Tahran, 1340/1962, s. 13; nşr. S. A. H a l h â l î , Tahran 1310 (1932), s. 5 (1. fasıl); buradan naklen A. K . S. L a m b -t o n , ad. geç. eseri. s. 101.

Bilindiği gibi, bu iki neşirden başka S iy a s et-nâm e'nin daha bir çok neşirleri ve tercümeleri vardır. Bu mühim kaynağı ilk defa Ch. S c h e f e r neşir ve Fransızcaya tercüme etmiştir.: I (Farsça metin), Paris 1891; II (Fransızca tercümesi), Paris 1893. Eserin i r a n ' d a yapılmış daha iki baskısı vardır. Bk. Siyâselnâme, nşr. A b b â s i k b â l , Tahran, 1320; nşr. M. M. Ç a h â r

-d i h î , Tahran, 1334/1955.

Eserin tercümelerine gelince, yukarıda zikredilen Fransızca tercümesinden başka, sıra ile Rusça'ya (bk. B . N . Z a k h o d e r , Moskova, 1949); Almanca'ya ( K . I . S c h a b i n g e r , Münih, 1960); İngilizce'ye (bk. H. D a r k e , Londra, 1960) tercüme edilmiştir. Eser, Türkçeye de tercüme edilmişse de, öteki tercümelere nazaran ele alınamıyacak kadar kötüdür. M. Ş. Çav-d a r o ğ l u tarafınÇav-dan yapılan tercüme (istanbul, 1954) hakkınÇav-da bk. İ b r a h i m K a f e s o ğ l u , Büyük Selçuklu Veziri Nizâmü'l-Mülk'ün Eseri Siyâsetnâme ve Türkçe Ter-cümesi, Türkiyat Mecmuası, X I I (1955), s. 238 - 256.

Bu neşir ve tercümelerine rağmen S e l ç u k l u devri devlet teşkilâtı için son derece mühim olan eserden henüz ehemmiyeti ile mütenasip olarak istifade edilmemiş olduğu gibi. esasında son yapılan H . D a r k e neşri ve tercümesi de dahil olmak üzere, eserin emniyetle kullanılabilecek bir metni elde mevcnt değildir.

(4)

ya T a n r ı ' d a ı ı alır ve T a n r ı adına saltanat sürer. Onun bu ifadesinden anlaşı-lıyor ki, T a n r ı birini hükümdar olarak seçerken, onun hangi ırktan olduğuna bakmamakta, sadece hükümdarlık vasıflarına sahip olup olmadığını gözö-nünde bulundurmaktadır. Halifelikten ve dünyevî selâhiyetlerin onun tara-fından S e l ç u k l u l a r ' a devredilmesinden hiç bahsedilmemesi de dikkate şa-yandır.

Aynı Nizâmü'l-mülk, eserinin bir yerinde de bir münasebetle b ü t ü n mem-leket (mülk) ve raiyet'in S u l t a n ' a ait olduğunu söyler7.

Bizzat A l p A r s l a n ' a göre, T a n r ı kendisine teveccüh göstererek, onu Adem oğulları arasından, dünya işlerinin nizama konması (terbiyet) için seç-miş, "zamanın çehresini fikirlerinin nuruyla aydınlatmış, dünya yüzünü devle-tinin büyüklüğü ve adaletiyle süslemiş, memleket caddesini kendisine göstermiş, devlet merdivenlerini çıkmasını emretmiştir"8. A l p A r s l a n ' ı n , N i z â m ü ' l

-mülk tarafından ileri sürülen esasları destekleyen fikirlerini ve işgal ettiği makam hakkındaki görüşlerini nakletmiş bulunuyoruz. N i z â m ü ' l - m ü l k ' ü n bu hususustaki görüşüyle A l p A r s l a n ' ı n görüşünün hemen hemen aynı olu-şu dikkati çekmektedir. Buna istinaden, Siyâset- nâme'deki diğer görüş ve düşüncelerin, aynı zamanda A l p A r s l a n devri için de kullanılabileceği kendiliğinden anlaşılır.

Böylece insanları idare etmesi için T a n r ı tarafından seçilmiş kimsenin, insanların en üstünü olacağı tabiîdir. N i z a m ü ' l - m ü l k bu noktaya eserinde muhtelif vesilelerle işaret eder. Meselâ "Tanrının pâdişâhı, bütün insanların üstü ( m â f e v k ' i ) ve insanların da onun astı (mâdûra'u)" olarak yarattığını, insanların rızkı (nanpâre) ve büyüklüğü ondan (hükümdardan) elde ettiklerini açıkça kaydeder. Diğer taraftan bizzat S u l t a n da kumandanlarından E r -de m'in bir Bâtınî'yi -devlet hizmetine alması münasebetiyle b ü t ü n kuman-danlara verdiği nasihatlerde, onlara nezaret etmenin kendisine düştüğünü,

Görünüşe göre, İ b r a h i m K a f e s o ğ l u ' n u n adı geçen tenkit yazısında bahis konusu ettiği ve şimdiye kadar hiç kimsenin neşre esas olarak almadığı M o l l a ç e l e b i yazması (No. 114), meseleyi kati şekilde halle kâfi gelecektir. Bu yazmayı ilmî, metin neşri esaslarına göre neşre-deceğimizi Selçuklu devri tarihi ile ilgilenenlere müjdeleriz.

Biz bu yazımızda sadece H . D a r k e ile H a l h a l i neşirlerini kullandık. Mamafih gerektiği zaman S c h e f e r neşrinden ve tercümesinden de istifade ettik. Fakat M o l l a ç e l e b i nüshasını kullanmak imkânını bulamadık.

7 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , s. 41; nşr. H a l h â l î , s. 22 (5. fasıl). 8 Bk. Fetih-nâme-yi Sultan Alp Arslan, Yağma, I V / 8 (1330), s. 369.

9 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , s. 234; nşr. H a l h â l î , s. 139 ( D e r Ma' n i-i Zlrdes-lân).

(5)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L Â T I V E H A Y A T I 5

zira yüce T a n r ı ' n ı n onları kendisi üzerine değil, kendisini onlar üzerine b a ş b u ğ ( s â l â r ) yaptığını söyler 1 0. Yine N i z â m ü ' l - m ü l k eserinin başka

bir yerinde, S u l t a n ' ı n , dünya ailesinin reisi (kethüda), insanların da onun ailesi halkı Çıyâl) ve köle (bende) si olduğunu yazar1 1. Böylece, hükümdarlık

telâk-kisinde T ü r k tesiri açıkça görülmektedir ki, bu cihet ayrıca ele alınacaktır. N i z a m ü ' l - m ü l k ' e göre, hükümdarın sahip olması gereken vasıflar adalet ve bilgidir 1 2. Diğer taraftan, yine ona göre, devletin bekasını şu iki

unsur temin etmektedir: ihsan ve adalet13. Bunlar üzerinde de ayrıca du-racağız.

Adalet ve bilgiyle teçhiz edilmiş olan, bol bol ihsanda bulunması gereken, hükümdarın, devlet işlerini yerine getirirken, selâhiyetini veya hukukunu tah-dit eden hiçbir müessese yoktur. Yalnız, N i z a m ü ' l - m ü l k ' ü n , kitabında tav-siye ettiği veçhile, istişare müessesesi vardır. Hükümdar muayyen mes'ele-lerde müşavere meclisleri kurar, burada kendilerine verilen mesele mü-nakaşa edilir. Ancak nihaî karar verme selâhiyeti veya alınan kararları tatbik edip etmeme yetkisi münhasıran yine hükümdara âittir.

Hükümdarın, ayrıca bahis mevzuu edileceği üzere, muayyen esaslar dahi-linde neşrettiği fermanlar, h a t t â ağzından çıkan sözler, kanun kuvvet ve mahi-yetini hâizdir. Gerek her kademeden devlet teşkilâtı mensupları, gerekse her sınıftan halk bunlara itaatla mükelleftir.

N i z â m ü ' l - m ü l k , eserinde ferman mes'elesine bir fasıl tahsis etmek lüzumunu duymuştur. O bu fasla saray (dergâh) dan çok sayıda fermanlar çıktığından şikâyet etmekle başlamaktadır. Bu S e l ç u k l u vezirine göre, bir şey ne kadar çok olursa, kıymeti o kadar azalır. Bu sebeple, mühim bir iş zuhur etmedikçe, hükümdarın bir şey yazmaması lâzımdır. Yazınca da, hükümdara saygı öyle olmalıdır ki, hiç kimse, tatbik etmedikçe, fermanını elinden bırak-mak cesaretini gösterememelidir. Fermana hakaret gözüyle bakan ve itaatte ihmal gösteren kimse, hükümdarın ne kadar yakını olursa olsun, şiddetle cezalandırılmalıdır. Padişah ile başkaları arasındaki fark, emrine boyun eğilmesinde ve fermanına itaat edilmesindedir1 4.

10 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , s. 205; nşr. H a l h â l î , s. 118. 11 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , s. 153; nşr. H a l h â l î , s. 87.

12 Bk. A . K . S. L a m b t o n , ad. geç. eser. s. 100, 102 ( Î b n ü l B e l h î ve N i z â m ü ' l -m ü l k ' e istinaden).

13 Bk. Siyâset-nâme, nşr. s. 17; nşr. H a l h â l î , s . 7 (2. fasıl). 14 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , s. 90; nşr. H a l h â l î , s. 51. (11. fasıl).

(6)

N i z â m ü ' l - m ü l k ' ü n , hükümdarın, haşmetini ve vakarını korumada ne kadar dikkatli davrandığını muhtelif vesilelerle müşahede etmekteyiz. Onun aynı dikkati, hükümdarın fermanları için de göstermesi aynı prensibin bu sahada da tezahüründen ibarettir.

A l p A r s l a n ' ı n emirlerinin yerine getirilmesine ne kadar ehemmiyet verdiğini muhtelif münasebetlerle müşâhede etmekteyiz. Meselâ bu

Sel-ç u k l u hükümdarının MeTvu''r- Rû(Ta sürgün ettiği eski veziri K ü n d ü -rî'yi, gönderdiği bir g u l â m a öldürtmek istediğini H â t u n ' u n ve bu şehir r e i s i ' n i n şefaatine rağmen, hükümdarın onu affetmediğini, yeniden gönder-diği iki g u l â m ' ı vasıtasiyle onu öldürttüğünü, şefaatta bulunan reisi de tek-dir ettiğini gördük 1 5.

N i z â m ü ' l - m ü l k ' ü n , fermanların infazı hususunda bu kadar ısrar etmesinin sebepsiz olmadığı anlaşılıyor. Zira, bazı devlet erkânınmın, kendi-lerine gönderilen fermanları tatbik etmedikleri hakkında misâllere sahibiz:

Isfahan-Şiraz yolu üzerinde a t t a n düşen ve bunu Hemedan halkına karşı muamelesinin cezası telâkki eden A l p A r s l a n , Hemedan (vergi) n â z ı r ı

E b û M u h a m m e d D i h i s t a n î ' y e gönderdiği bir fermanla, vergileri ( d a r â i b ve m u k û s ) kaldırmasını, şimdiye kadar tahsil ettiklerini de halka geri verme-sini ve iyi muamelede bulunmasını emretmişti. N â z ı r vergileri kaldırdığı, al-dıklarını da geriverdiği takdirde, elinde devlet hazinesine gönderecek ve devlet işlerini (mesâlihu's-Sultan) görecek bir meblâğ kalmayacağı düşüncesiyle, fermanı sakladı ve tatbik etmedi. Ferman, sonradan n â z ı r ölünce tereke-sinden ç ı k t ı1 6,

15 Bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı: Hükümet Teşkilâtı, " Vezirlik" bahsi.

16 Bk. S ı b t î b n e l - C e v z î , Mir'âtu'z-Zamân, Türk ve îslâm Eserleri Müzesi, No. 2134^ XI, vr. 237b-238a (bundan böyle bu yazma " / s / " olarak kısaltılacaktır); Topkapı Müzesi Kütüphanesi, III. Ahmet yazmaları, No. 2907. XII. vr. 221b (bundan böyle bu yazma "Sr" olarak kısaltılacaktır).

Bilindiği gibi, Sıbt'ın bu dev eserinin tamamı İstanbul'da olmak üzere muhtelif kütüpha-nelerde parçaları vardır. Biz bu yazımızda sadece iki İstanbul yazmasını gösterdik. Bununla beraber okuyucunun yazımızı eserin diğer nüshalarına istinaden kolayca kontrol edebilmesi için hâşiyelerde hâdisenin geçtiği yılı da zikretmeyi uygun bulduk.

Mir'âtu-z-Zamân''in yazmaları hakkında bk. C. C a h e n , Les Chroniqııcs Arabes Concernant la Syrie, VEgypte et la Mesopotamie... dans les Bibliotheques d9

İs-tanbul, R E İ , IV (1936). s. 339 vd.

Eserin önemi hakkında son olarak bk. C. C a h e n , The Historiography of the Sel-juqid Period, Historians of the Middle East, ed. B . L e w i s - P . M. H o l t , London, 1962. s. 60 vdd.

(7)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L Â T I V E H A Y A T I 7

Diğer taraftan S u l t a n ' ı n nâdir de olsa, verdiği kararlardan döndüğü oluyordu. Meselâ Malazgirt Meydan MuharebesVni yapmak üzere

S u r i y e ' d e n dönerken Diyarbakır'a uğrayan A l p A r s l a n ' ı , Mervanoğul-ları Devleti hükümdarı E b u ' l - H a s a n S a ' î d karşılamış, itaatim arz etmiş-ti. Bu sebeple bu S e l ç u k l u hükümdarı, onun Mervanoğulları Devleti'nin başında, şüphesiz kendisinin vasalı olarak, kalmasını yeminle t a a h h ü t etmişti. S u l t a n , Diyarbakır'dan Meyyâfârikîn (Silvan) a geçti. Burada Sa'id'-in kardeşi ve rakibi N i z â m ü ' d - d î n hâkimdi. Bu sonuncu, kardeşi S a ' î d ' i hükümdar olarak tanıdığı için S u l t a n ' d a n korkuyordu. N i z â m ü ' d - d î n ,

S e l ç u k l u veziri N i z a m ü ' l - m ü l k ' e , mücevher, para ve hediyeler takdim etti. Diğer taraftan, N i z a m ü ' d - d î n ' i n kızları ve karısı N i z â m ü ' l - m ü l k ' e yalvardılar. "Biz senin câriyeleriniziz" dediler. Bu S e l ç u k l u veziri, onlara, N i z â m ü ' d - d î n ' i n , yanlarından bir " e m î r " olarak çıktığını, fakat bir " s u l t a n " olarak döneceğini yeminle vaad etti. Sonra N i z â m ü ' d - d î n , v e z i r N i z â m ü ' l - m ü l k ile birlikte S u l t a n ' ı n katına gitti. Ona da muaz-zam paralar ve mücevher takdim etti. Bu hediyelerle S u l t a n ' ı memnun etti. Vezir de S e l ç u k l u hükümdarına haremi mensuplarının yalvarmalarını anlattı. S u l t a n , kardeşi S a ' î d ' i M e r v a n o ğ u l l a r ı D e v l e t i hükümdarı yaptığını ve bu hususu yeminle t a a h h ü t ettiğini söyleyecek oldu. Vezir

Ni-z â m ü ' l - m ü l k S u l t a n ' a ava çıkmasını ve bu işi kendisine bırakmasını söy-ledi. S u l t a n ava çıktı. N i z â m ü ' l - m ü l k , S a ' î d ' e adam göndererek, huzu-runa getirtti. Gelir gelmez de yakaladı, zincire vurdu ve bir kaleye hapsetti. Avdan dönen S u l t a n olup-bittiyi kabul ederek, N i z â m ü ' d - d î n ' e s a l t a n a t

h i l ' a t l e r i (kila'u s-Saltana) verdi, ve onu M e r v a n o ğ u l l a r ı D e v l e t i ' n i n paytahtı olan Meyyâfârikîn'e iade etti. N i z â m ü ' l - m ü l k , böylece

Bü-y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n v a s a l ' ı olarak M e r v a n o ğ u l l a r ı D e v l e t i tahtına oturttuğu Nizâmü'd-dîn'e şunları söyledi:" "Seni kendilerine bir Sultan olarak iade edeceğimi, kızlarına ve karı (ehl)na taahhüt etmiştim. Ancak S u l t a n ( A l p Arslan) dan başka sultanımız yoktur. Sen " s u l t â n u ' I -ü m e r â " sın." 17.

Böylece S u l t a n A l p A r s l a n ' ı n , vezirinin tesiriyle ve N i z â m ü ' d - d î n ' i n takdim ettiği kıymetli hediyeler yüzünden kararından döndüğü görülüyor.

S u l t a n A l p A r s l a n ' ı n , öyle görünüyor ki, çok kimseye (vezirine ve ih-tiyarlara) sormadan da kendi başına kararlar aldığı ve derhal t a t b i k ettiği olu-yordu. Anî olarak verdiği bir karar, bir insanın hayatına mal olabilirdi. O, böyle

17 Bk. İ b n ü ' l - E z r a k , Tarih Meyyâfârikîn, nşr. B. A . L . ' A v a z , Kahire, 1959. s. 187 - 188.

(8)

bir kararı, t a h t rakibi ve kardeşi S ü l e y m a n ' ı n hizmetinde iken, daha sonra bu S e l ç u k l u hükümdarının hizmetine giren H â c i b A y - t e k i n için vermişti. Gözüne ilişen Ay—tekin'i yanına çağıran S u l t a n , — K u t a l m ı ş ' ı yenib t a m zafere ulaşıncaya kadar—emrine girmekte geciktiğini söyleyerek, onu kılıcıyla ikiye biçti (1066/458) 1 8.

Bu sahneye şâhit olan ve hürmette kusur ettiği için S u l t a n ' ı n itham-larına maruz kalan v a s a l hükümdarlardan H e z â r e s b ' i n nasıl korktuğunu, ancak vezir N i z â m ü ' l - m ü l k ile H â t u n ' u n şefaatleriyle hayatını kurtarabil-diğini ayrıca göreceğiz19.Keza sarhoşluğu esnâsında, anlaştığı, v a s a 1 hükümdar

olarak yerine bıraktığı Haleb M i r d a s o ğ u l l a r ı hükümdarı M a h m u d ' u n da başının vurulmasını emreden S u l t a n , bu kararından yine H â t u n ' u n müdahalesiyle vazgeçti 2 0.

S u l t a n ' ı n v a s a l ı olan hükümdarlara kızması, her zaman onların baş-larını istemesini gerektirmezdi: S u l t a n'ın gazabına uğrayan v a s a l hükümdar-lar, çok defa arazi kaybına uğrarlardı: Vasal hükümdarlardan M ü s l i m b . K u r e y ş ' t e n nefret eden S u l t a n , Irak-ı AraVtaki mümessillerine, Enbâr,ı, Hif i, A rıât'ı ve Musul çevresini onun elinden almalarını emret-mişti2 1. Böylece M ü s l i m ' i n hâkimiyeti altında sadece T u ğ r u l B e y

zamanın-da babasının elindeki arazi kalmıştı (1072 / 464).

H a l i f e ' n m vezirine kızaıı S u l t a n , onun i k t â ' ı n m yarısını, kendisinin Irak-ı Arab n â i b î ve halifelik vezir namzedi E b u ' l -c l â ' y a vermişti2 2.

S u l t a n , aldığı tedbirleri ve verdiği kararları şartlar gerektirdiği zaman, sür'atle değiştirmesini de bilirdi: Bir Kirman seferinde ordusundan bazı ku-mandanların v a s a l S e l ç u k l u hükümdarı K a v u r d ' a taraftar olduklarını tes-bit eden S u l t a n daha sonra bütün ordusunun, K a v u r d ' a mütemayil olduğunu öğrenince, Kirman'ı derhal terketmekten başka çare kalmadığını gördü2 3.

Yukarıdanberi muhtelif bakımlardan ele aldığımız hükümdarın vazife-lerine gelince, N i z â m ü ' l - m ü l k , hükümdarın hangi mes'eleleri v e z i r ' l e , devlet büyükleri ve tecrübeli ihtiyarlarla müzakere ederek, karar vermesi ge-rektiğini bahis mevzuu ederken, aynı zamanda vazifeleri hakkında da bir fikir

18 Bk. S ı b t , İsi., 242ab; Sr., 227b (458 yılı hâdiseleri). 19 Bk. Aşağı, s. 44-45.

20 Bk. Aşağı, s. 60-61.

21 Bk. S ı b t , İsi., X I I , 7a; Sr. 4a (464 yılı hâdiseleri). 22 Bk. S ı b t , İsi., 6a; Sr. 3a (464 yılı hâdiseleri).

23 Bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı: "Hanedan Azası ile Münasebetler" bahsi.

(9)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L Â T I V E H A Y A T I 9

vermiş oluyor: Saltanat (mülk) işleri24, imar faaliyeti ('imaret)25, savaş, akın, idare (siyâset, riyaset)26, devletin iaşe mes'eleleri (zahire)27, ihsan (sılat), hazer ve

sefer işleri, ordu ve reâyâ işleri. Hükümdarın vazifeleri hakkında, huzuruna kabul ettiği zaman v e z i r i l e neler konuştuğu hususunda bilgi verilirken de bir fikir edinmek mümkün oluyor. Hükümdar vazifele, eyâlet (vilâyet), ordu (leşker), para (vücûh-i mâl), imar siyaseti ('imaret) ve memleket düşman-larına karşı alınacak tedbirleri konuşuyordu2 8.

Hükümdarın meşgul olması gereken bu vazifelerin bir kısmı hakkında baştan beri bilgi verdik. Geri kalanları hakkında da aşağıda sırası geldikçe bilgi vereceğiz.

Saray teşkilâtından, nazarî olarak selâhiyetinin kaynağından ve vasıf-larından bahsettiğimiz hükümdarın saray içinde ve dışındaki resmî ve hususî hayatından, diğer devletlerle ve kendi devlet erkâniyle münasebetleri esnasında tatbik edilen hükümdarlık âdet ve an'anelerinden bahsetmeden önce, hü-kümdarı hükümdar yapan mânevî ve maddî unsurları teker teker ele ala-lım.

A. H Ü K Ü M D A R L I K ALAMETLERİ

Hükümdarı hükümdar yapan unsurlar pek çeşitlidir. Bunlar manevî ve maddî unsurlar olmak üzere, başlıca iki esas altında toplanabilir. Biz burada önce manevî unsurlardan bahsedeceğiz. Manevî unsurların başında unvanlar ve lâkablar gelir2 9.

24 Bk. S i y â s e t - n â m e , nşr. D a r k e , Tahran, 1962. s. 114; S i y â s e f - n â m e ' n i n S c h e f e r neşrinde bu kelime yerine "mu/fe" (saltanat) kelimesi geçmektedir. Bk. I, s. 83; II. s. 123 (gou-vernemenl), (17. fasıl).

25 Bk. Siyâset-nâme nşr. D a r k e , aynı yer. Ayrıca bk. nşr. H a l h â l î , s. 46. (17 fasıl). Bu kelime diğer neşirlerde geçmemektedir.

26 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , ayn. yer; nşr. H a l h â l î , ayn. yer. S c h e f e r neşrinde (bk. ayn. yerler) bu kelime yerine "riyâset" kelimesi geçmekte olup, S c h e f e r , bunu "admini-stration" olarak tercüme etmiştir.

27 Bk. Siyâset-nâme, ayn. yerler. S c h e f e r bu kelimeyi "Approvisionments" olarak tercüme etmiştir.

28 Bk. S i y â s e t - n â m e , nşr. D a r k e , s. 154; nşr. H a l h â î l , s. 87; nşr. S c h e f e r , I (metin), s. 110; II (tere.) s. 163 (30. fasıl).

29 İ s i âm'da ve T ü r k l e r ' d e hükümdar ünvanları hakkında fikir edinmek için şimdilik bk. B o s w o r t h , The Titulature of the Early Ghaznavids, Oriens, Leiden, 1963, X V , s. 210 - 233. Ayrıca bk. F u a d K ö p r ü l ü , Eski Türk Unvanlarına ait Notlar, T H l T M , II, s. 18 - 22.

(10)

1 . Hükümdarın Ünvan ve Lâkablan

S e l ç u k l u D e v l e t i bir imparatorluk halinde taazzuv ettiği zamandan iti-baren, M e l i k ş a h ' ı n ölümüne kadar (1092) " i l k i m p a r a t o r l u k " adını ver-diğimiz en parlak devrinde hânedanın başında bulunan imparatorlar ( T u ğ r u l

B e y , A l p A r s l a n ve M e l i k ş a l ı ) "es-Sultanu'l-mu' azzam şâhenşâh" ( Ş a h l a r ş a h ı b ü y ü k s u l t a n ) unvanını taşımışlar, bu unvan altında para-lar bastırmışpara-lar; göründüğüne göre, Halife müstesna, —hânedan âzasından da olsa—başka hiçbir kimseyi saltanatlarında ortak (şerik) tanımamışlar ve bil-mukabele hiç kimse de herhangi S e l ç u k l u imparatoru adına bastırdığı pa-ralarda kendi adını herhangi bir unvanla zikretmeğe cesaret edememiştir3 0.

Basılan paralara istinaden bu umumî neticeye varmamıza rağmen, bazı kay-naklarda A l p A r s l a n ' ı n sadece " e s - S u l t a n u ' l - â z a m " (en b ü y ü k

s u l t a n ) ünvaniyle zikredildiği görülmektedir. Meselâ A l p A r s l a n ' ı n tak-dim ettiği hiTat'ı merasimle giyen veziri İbn Cehîr,i takbih için gönder-diği mektupta H a l i f e bu S e l ç u k l u hükümdarından sadece "

es-Sultanu'l-âzam" ünvaniyle bahs etmektedir3 1. Bir kaynağa göre, Bağdad camilerinde

" S u l t a n " ünvaniyle zikredilen ilk hükümdar A l p A r s l a n ' d ı r 3 2.

S e l ç u k l u veziri N i z â m ü ' l - m ü l k , yazdığı Siyâset-nâme adlı eserinde lâkaplar için uzun bir fasıl ayırmıştır. Onun verdiği bilgieserinden B ü y ü k S e l -ç u k l u i m p a r a t o r l u ğ u mülkî ve askerî devlet erkânının taşıdıkları lâkap-ların yalnız devlet teşkilâtında değil, umumiyetle içtimaî hayatta ve beynel-milel siyasî hayatta ne kadar büyük rol oynadığı, ne büyük ehemmiyet taşı-dığı vuzuhla anlaşılmaktadır3 3. Yine N i z â m ü ' l - m ü l k ' ü n verdiği bilgiye göre,

unvanlar ve lâkablar hükümdarlara B a ğ d a d A b b a s î h a l i f e l i ğ i tarafından merasimle tevcih ediliyordu3 4. Bu hususu diğer kaynaklar da teyid etmektedir.

Meselâ onun, A l p A r s l a n adına Bağdad câmilerinde " h u t b e " okutmasına dair epey malûmata sahibiz: Adına Bağdad câmilerinde hutbe okunması için yapdan talebe H a l i f e tarafından verilen cevapta A l p A r s l a n " M e l i k

' A d u d u ' d - d e v l e " unvan ve lâkabiyle zikredilmektedir. Halbuki birkaç gün 30 Bu husustaki kaynaklar için bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Büyük Selçuklu imparatorluğu Tarihi, II. Ankara, 1954. s. 22. vdd.

31 Bk. S ı b t , İsi., 246a; Sr., 233a (459 yılı hâdiseleri). Ayrıca bk. S a d r ü ' d d î n ' e l H ü -s e y n î , Ahbâr, nşr. M. İ k b â l , Lohor, 1933, -s. 33, 36. Başlıklarda dâima "e-s-Sultânu'l-a'zam" ünvaniyle geçmektedir (bk. s. 30, 34, 38, 41, 43, 46. 53).

32 Bk. I b n u ' l - ' A d î m , Buğyetu't-Taleb, nşr. Ali Sevim, Belleten, X X X , metin. s. 208; Türk. Tere. s. 223.

33 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , s. 189 - 200; nşr. H a l h â l î , s. 107. vdd. 34 Bk. Ayn. yerler.

(11)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L Â T I V E H A Y A T I 11

sonra aynı H a l i f e ' n i n verdiği emirle, Bağdad câmilerinde A l p A r s l a n şu şatafatlı unvan ve lâkablarla zikrediliyordu: " e s - S u l t a n u ' l - m u azzam,

ş â h e n ş â h u ' l - â z a m , m e l i k ü ' l - ' a r a b v e ' l - ' a c e m , s e y y i d uwm ü l û k i ' l

ü m e m , z i y â u ' d d î n , g ı y â s u ' l m ü s l i m î n , z a h î r ü ' l i m â m , k e h f u ' l -e n â m , ca d u ' d - u d - d e v l e , t â c ü ' l - m i l l e , E b û Ş u c a ' A l p A r s l a n

Mu-h a m m e d b . D a v u d B u r Mu-h a n u E m î r i ' l - m ü m i n î n " 3 5.

Bağdad câmilerinde adına böylece hutbe okunduğunu öğrenen S e l ç u k l u hükümdarı A l p A r s l a n ' m ne kadar sevindiğini, secdeye kapanarak, T a n r ı ' -ya şükürler ettiğini ayrıca belirtmiştik3 6. S u l t a n A l p A r s l a n , A m î d

E b u ' l - H a s a n A l i b . İ s a ile H a l i f e ' y e 10.000 d i n a r , muhtelif nev'iden-250 ipek elbise gönderdiği gibi, ayrıca Bağdad n â z ı r ı ' n a da, 10.000 d i n a r ,

10 at ve 10 katır vermesini emretti3 7.

S u l t a n ' ı n ismini ve alâmetlerini taşıyan h i l ' at'lerin halifelik tarafından imalinden sonra, aynı ' A m î d ' i n talebi üzerine, "t akli d" (hükümdarlık tevci-hi) merasimi yapılmış, h i l ' a t ' l e r ve a h i d n â m e halifelik devlet erkânının hu-zurunda elçiye teslim edilerek, Sultan'a gönderilmiştir: H a l i f e ' n i n , dünyevî salâhiyetlerin, kendisine devredildiğine dair Sultan'a hitaben yazdığı mektup ta şu adlar, unvanlar ve lâkablar geçmektedir: " e l - v e l e d u ' l - m u ' e y y e d ,

ş â h e n ş â h u ' l - â z a m , m e l i k ü ' l -ca r a b v e ' l ' a c e m , s e y y i d u m ü l û

-k i ' l - ü m e m , z i y â u ' d - d î n , g ı y â s ü ' l - m ü s l i m î n , m e l i -k u ' l - i s l â m , zal ı î r u ' zal i m â m , k e h f u ' zal e n â m , ' a d u d u ' d d e v zal e t i ' zal k â h i r e ve t â c ü ' zal -m i l l e t i ' l - b â h i r e A l p A r s l a n E b î Ş û c â ' M u h a -m -m e d b . D â v u d i b n M i k â i l , S u l t a n u d i y â r i ' l - m ü s l i m î n , b u r h â n u e m î r i ' l - m ü m i n î n "3 8

Görülüyor ki, H a l i f e resmen tanımadan önce A l p A r s l a n ' a " m e l i k " unvanı ve ' " A d u d u ' d - de v l e " lâkabiyle hitabetmektedir.Fakat onun hüküm-darlığını tastik eden aynı H a l i f e ' n i n B a ğ d a d câmilerinde h u t b e okunmasını emrettikten sonra, bu selçuklu hükümdarına çok şatafatlı unvanlar ve lâkablar tevcih etmiş bulunduğu müşahede ediliyor. " T a k l î d " merasiminden sonra

A l p A r s l a n ' a gönderilen mektupta geçen unvan ve lâkablar ise, daha şata-fatlıdır ve yeni lâkabları ihtiva etmektedir.

Bir kaynağımıza göre, Ani şehrini fethetmesinden sonra, A l p A r s l a n ' a H a l i f e tarafından " E b u ' l - f e t h " (fetih babası) lâkabı verilmiştir3 9.

35 Bk. S ı b t , İsi., 233b; Sr. 215b (456 yılı hâdiseleri). 36 Bk. Aşağı, s. 89.

37 Bk. S ı b t , ayn. yerler.

38 Bk. S ı b t , İsi., 234b; Sr., 217a (456 yılı hâdiseleri).

39 Bk. B a r H e b r a e u s , The Chronography, Tere. E . A. W . B u d g e , London. 1932, I, s. 216.

(12)

H a l i f e , A l p A r s l a n ' d a ı ı başka oğulları A y a z ' a " e l e m î r ş a h â b u ' d d e v l e ve k u t b u ' l m i l l e " unvanı ve lâkablarını; M e l i k ş a h ' a ise, " c e -l â -l u ' d - d e v -l e ve c e m â -l u ' -l - m i -l -l e " -lâkab-larını tevcih etmiştir 4 0.

Halifenin, yalnız S e l ç u k l u S u l t a n ı ' n a değil, S e l ç u k l u vezirine ve diğer devlet erkânına da unvanlar ve lâkablar tevcih ettiği, yine aynı kaynak-larda verilen bilgiden anlaşılıyor: H i l ' a t ' l a ı - ı n teslimi ve dünyevî salâhiyet-lerin S e l ç u k l u S u l t a n ı ' n a devri merasiminden sonra A b b â s î H a l i f e s i tarafından, bu merasimin icrasını talebeden ' A m î d (herhalde İrak 'amîd'i) E b u ' l - H a s a n A l i b . İ s a ' y a , " Ş e y h u ' d - d e v l e , s ı k a t u ' l - h a z r e t e y n " Selçuklu veziri Nizamü'lmülk'e de, " K ı v â m u ' d d î n v e ' d d e v l e , r a

-z i y y u e m î r i ' l - m ü m i n î n " lâkabları verildi4 1. Böylece lâkap tevcihinin

h i l ' a t gibi, aynı zamanda taltif ve mükâfatlandırma maksadiyle yapıldığı görülmektedir.

H â l i f e tarafından unvan ve lâkap tevcihinin basit bir formalitenin yeri-ne getirdmesinden ibaret olmayıp, çok ehemmiyetli telâkki edildiği hakkında elimizde deliller vardır:

T u ğ r u l B e y ' i n ölümü üzerine husule gelen durumu görüşmek üzere, H a l i f e ' n i n , b ü t ü n arap mülûk'unu Bağdad' a çağırdığı sırada, Hûzistan, Basra ve çevresine hâkim olan H a z â r e s b , H a l i f e ' y e bir elçi göndererek kendisine "melik'''' unvanı tevcih ettiği takdirde 100. 000 dinar vereceğini bildirdi. Halife verdiği cevapta bu işin S e l ç u k l u lıânedam hakkında mümkün olduğunu, kendisine komşu olan ülkeleri istilâ eden K i r m a n S e l ç u k l u hükümdarı K a v u r d ile meşgul olmasını, ancak b u n d a n sonra böyle bir mes'elenin ( m e l i k unvanı tevcihi mes'elesinin) bahis konusu olabileceğini bildirdi4 2.

A l p A r s l a n zamanında mülkî teşkilât mensuplariyle (hâcegân) askerî teşkilât mensupları ( t ü r k ân) nın kendilerine mahsus lâkabları bulunduğunu, her zümrenin kendi lâkablarını kullanmasına bühassa A l p A r s l a n zamanında son derece dikkat edildiğini yine N i z â m ü l - m ü l k ' ü n eserinden öğreniyo-yoruz 4 3. Tabiî bu lâkablar, artık doğrudan doğruya hükümdar tarafından

tev-cih edilmektedir.

40 Bk. S ı b t , îsl., 234a; Sr., 216b (456 yıh hâdiseleri).

41 Meselâ bk. S ı b t , İsi., 234b- 235a; Sr., 217b (456 yılı hâdiseleri). 42 Bk. S ı b t , İsi, 230a; Sr., 211 a (456 yılı hâdiseleri).

(13)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L T I V E H A Y A T I 13

2 . Hutbe

Hükümdarı hükümdar yapan mânevi unsurlardan biri de, hâkim olduğu sahalardaki câmilerde cuma namazları esnasında adının, unvanlarının ve lâ-kablarının zikredilmesidir. Buna " h u t b e " ; hutbeyi okuyan din adamına-da " h a t î b " denir.

Hutbe okunan câmi, vasıtasız hâkim olunan bir ülkede, yani doğrudan merkezden tayin edilen bir valinin idare ettiği ülkede ise, önce B a ğ d a d

A b b a s î H a l i f e s i ' n i n , sonra da hükümdarın adı b ü t ü n unvan ve lâkabları ile birlikte zikredilir ve kendilerine dua edilir. Hutbe okunan câmi, vasıtalı hâkim olunan bir ülkede, yani bir vasal devlet ülkesinde ise, bu takdirde vasal hükümdar, hutbede ancak H a l i f e ' n i n ve m e t b û hükümdarın adlarından, un-vanlarından ve lâkablarından sonra kendi adını, unvanını ve lâkabını zikrettirebilir.

Zaten t a m hükümdar olmanın en başta gelen şartları, h u t b e , s i k k e ve h i l ' a t ' t i r . Yukarıda gördüğümüz gibi, vezir ' A m î d ü ' l - m i i l k K ü n d ü r î , önce adına hutbe okutmak suretiyle Ç a ğ r ı oğlu S ü l e y m a n ' ı S e l ç u k l u S u l t a n ı olarak ilân etmişse de, bilhassa K u t a l m ı ş mes'elesi yüzünden, h u t b e ' l e r d e n onun adını kaldırmış ve A l p A r s l a n adına h u t b e okutmağa başlamıştı. Görülüyor ki, hükümdar olmanın ilk tezahürü h u t b e ' d i r ; ötekiler sonradan gelmektedir. Nitekim, rakiplerini bertaraf ederek, B ü y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u tahtına oturan A l p A r s l a n , gönderdiği bir elçi ile, önce H a l i f e ' d e n B a ğ d a d câmilerinde adına hutbe okunmasını, bu temin edildik-ten sonra adına para basılmasını ve alâmetlerini taşıyan h i P a t ' l e r imal edil-mesini talebetti. Bu taleplerin H a l i f e tarafından nasıl yerine getirildiğini ayrıca izah ettik4 4.

Görülüyor ki, t a h t ' a çıkan hükümdarın, H a l i f e tarafından meşru bir hükümdar olarak tanınmasının ilk alâmeti h u t b e ' d i r . H u t b e esnasında

H a l i f e tarafından S e l ç u k l u hükümdarına tevcih edilen unvanlar ve lâ-kablar kendi adından sonra zikredilirdi45. A l p A r s l a n ' ı n adına Bağdad

câmilerinde h u t b e okunmasına nasıl sevindiğini yukarıda gördük4 6. Bu

coş-kun sevinç aynı zamanda onun bu formalitenin yerine geirilmesine ne kadar ehemmiyet verdiğinin delili olarak alınabilir.

44 Bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı: "Alp Arslan Zamanında Abbasi Halifeliği ile Münasebetler" bahsi.

45 Bk. Ayn. yer. 46 Bk. aşağı, s. 89.

(14)

Diğer taraftan, Hale6'te hakim M i r d â s o ğ u l l a r ı D e v l e t i hükümdarı M a h m u d ' : u n , halifelik vezirinin talebi üzerine M ı s ı r F a t ı m î h a l i f e s i adına okuttuğu H u t b e ' y i keserek, Bağdad A b b â s î h a l i f e s i ve S u l t a n adına hutbe okutması B ü y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n v a s a l ' ı olması için kâfi gelmişti.

M a h m u d ' u n , bu hususu resmen bildirmek üzere, Bağdad''a gönder-diği elçinin, tabiî H a l i f e ' n i n emriyle, " h a de m ve l ı u c c â b " tarafından karşı-lanması, takdim ettiği mektubun halifelik sarayı (dâru'l-hilâfe) nda, tabiî

H a l i f e ' n i n huzurunda okunması, B e y t ü ' n - n e v b e kapısında müjde da-vulunun çalınması, B a ğ d a d A b b â s î H a l i f e l i ğ i ' n i n de, ne maksatla olur-sa olsun, hutbe müessesesine ne kadar ehemmiyet verdiğini gösterir.

M a h m u d'un, görüldüğü üzere, B ü y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r -l u ğ u'nun vasa-l'-lığını niçin kabu-l etmeğe mecbur o-lduğunu izah etmesine rağmen, h u t b e ' n i n ilk okunduğu Cuma namazı esnasında halkın tepki gös-termesi, ertesi hafta ancak alınan askerî tertibatla mümkün olabilmesi, bir hükümdar adına hutbe okutmanın şekilden ibaret olmadığının delilidir4 7.

Böylece bir hükümdarın, S e l ç u k l u imparatoru adına H u t b e okutması " v a s a l " olması için kâfi geliyordu. Söylemeğe hacet yoktur ki, bir v a s a l hükümdar, yeni fethettiği bir ülkede de m e t b û hükümdarın adını hutbelerde zikrettiriyordu. Meselâ M ü s l i m b . K u r e y ş , Rahbe'yi alınca, burada câmilerde âdet gereğince, önce B a ğ d a d A b b â s î H a l i f e s i ' n i n , sonra Alp

A r s l a n ' ı n , en sonra da kendi adına h u t b e okuttu 4 S.

Diğer taraftan, bir v a s a l hükümdarın, m e t b û u adına okuttuğu h u t -b e 'yi kesmesi, isyan etmiş sayılması için de kâfi -bir se-bep idi. Yukarıda -bahis mevzuu ettiğimiz K i r m a n S e l ç u k l u D e v l e t i hükümdarı K a v u r d ' u n t u t u m u buna misâl olarak gösterilebilir49. İsfahan1 a kadar gelen K a v u r d , amcası T u ğ r u l B e y ' i n yerine, kudretli kardeşi A l p A r s l a n ' ı n S e l ç u k l u tahtına çıktığını öğrenince , Ş ı r a z ' d a onun adına h u t b e okuttu. Fakat, daha sonra vezirinin teşvikine uyan K a v u r d , A l p A r s l a n adına okuttuğu

h u t b e ' y i kestirmek, yani hâkim olduğu sahalarda hutbelerde sadece kendi adını zikrettirmek suretiyle, m e t b û ' u A l p A r s l a n ' ı n itaatından çıktı.

47 Bk. S ı b t , İsi., 257a; Sr., 248 b (462 yılı hâdiseleri). 48 Bk. S ı b t , İsi., 244b; Sr., 232a (459 yılı hâdiseleri).

49 Bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı: "Hânedan Azası Arası Münasebetler ve Taht Mücadeleleri" bahsi.

(15)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L Â T I E H A Y A T I 15

Gördüğümüz şeküde mağlup olan K a v u r d, kardeşinden af talebetti. A l p A r s l a n da Kirman'ı tekrar ona tevcih etti. Şüphesiz, A l p A r s l a n , Ka-v u r d'un t â b î ' l i k statüsünde bir değişiklik yapmadı.

M e k k e h â k i m i M u h a m m e d b . H â ş i m ' i n , oğlunun da dahil bulun-duğu bir elçilik hey'etiyle, Mekke ve Medine'de Mısır hükümdarı adına okunan l ı u t b e ' y i keserek, B a ğ d a d A b b â s î h a l i f e s i ' y l e S e l ç u k l u hü-kümdarı adına okutmağa başladığını, A l p A r s l a n ' a kendiliğinden bildir-mesi (1069 - 70), görünüşe göre, B ü y ü k S e l ç u k l u i m p a r a t o r l u ğ u için büyük bir mânevi zaferdi5 0. Buna karşılık Mekke hâkimine " n e f i s "

h:T-at'lerle beraber 30.000 dinar vermesi, ayrıca ydda 10.000 dinar tahsis etmesi, S e l ç u k l u hükümdarının, bu hâdiseye en az Bağdad'ta adına h u t b e okun-ması kadar ehemmiyet verdiğini göstermektedir. Zira A l p A r s l a n , talebi üzerine, gördüğümüz şekilde, adına hutbe okutan B a ğ d a d A b b â s i h a l i f e -si'ne bu kadar ihsanda b u l u n m a m ı ş t ı5 1.

3 . Sikke

Hükümdarı hükümdar yapan mühim bir u n s u r d a s i k k e (para basma)-dir. S i k k e , hâkimiyet sembolüdür; bir cephesiyle mânevi, diğer cephesiyle de maddî unsur sayılabilir. Bilindiği gibi, " n u m i z m a t i k " (meskiikât ilmi), tarihin yardımcı ilimlerinden olup, ayrı bir ihtisas koludur. T a h t ' a çıkan hükümdarın ilk işi, üzerinde adının, unvanınuı ve lâkablarınm bulunduğu pa-ralar bastırmaktır. Diğer taraftan, v a s a l hükümdarlar da, h u t b e ' d e olduğu gibi sikke'lerde önce H a l i f e ' n i n , sonra m e t b û ' u hükümdarın ad, unvan velâkablarını, en sonra da —şâyet vasallık statüsünde müsaade ediliyorsa— kendi ad, unvan ve lâkablarını zikretmek zorundadırlar.

A l p A r s l a n ' m daha 1058'de babası Ç a ğ r ı tarafından Belh, Toharis-tan, Tirmiz, Kubâdiyân, Vahş ve Valvâlic tevcih edderek, vasal bir hükümdar haline getirildiğini ayrıca belirtmiştik5 2. Bu cihet A l p

Ars-l a n ' ı n eArs-limizde buArs-lunan sikkeArs-leriyArs-le de teyid edümektedir. Gerçekten, onun v a s a l hükümdar statüsüne sahip olduğu andan itibaren Her at' ta metbû'u Ç a ğ r ı B e y ' i n adını da ihtiva eden paralar bastırdığını biliyoruz5 3. Bu

para-ların, bir tarafında H a l i f e K a i m b i - e m r i l l a h ile babası Ç a ğ r ı B e y ' i n 50 Bk. l b n u ' 1 - E s î r , Tarihu'l-Kâmil, nşr. T o ı ı n b e r g , X , s. 41.

51 Bk. Yukarı, s. 11.

52 Bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı: "Çocukluk ve Meliklik Zamanı'' bahsi.

53 Bk. D . S o u r d e l , Un Tresor de Dinars Gaznawides et Selğuqides decouvert en Afghanistan, B E O, X V I I I (1963 - 64), s. 214.

(16)

adları geçerken, diğer tarafında ' A d u d u ' d - d e v l e A l p A r s l a n lâkab ve adı geçmektedir. Babasının ölümünden sonra onun payitahtı olan Merv"*de 1061 ve 1063 tarihlerinde bastırdığı paralarda ise, c A d u d u - d - d e v l e

lâka-bına T â c ü ' l - m i l l e lâkabının ilâve edilmiş olduğunu görüyoruz5 4. Bu paralarda

S u l t a n T u ğ r u l B e y ' i n adının zikredilmemesi, bu iki S e l ç u k l u devletinin mahiyeti hakkında açık bir fikir vermekteir.

Görünüşe göre, A l p A r s l a n , ancak hükümdarlığı A b b â s î halifeliği tarafından tastik edilerek, adımn Bağdad câmilerinde zikredilmesinden, adını ve tevcih edilen lâkablarını ihtiva eden sikke'lerin basılmasından ve nihayet Bağdad'ta tahta geçme merasiminin yapılmasından sonradır ki, S u l t a n unvaniyle paralar bastırmağa başlamıştır. Çünkü bu S e l ç u k l u hükümdarı 1064 yılından itibaren, yani amcası T u ğ r u l B e y ' i n ölümünden aşağı yukarı bir yıl sonra, " e s S u l t a n u ' l m u ' a z z a m ş â h â n ş â h m e l i

-k ü ' l - İ s l â m " unvan ve lâ-kablariyle Rey şehrinde altın paralar (dinarlar) bastırmıştır 5 S. A l p A r s l a n daha sonra 1065'te bastırdığı bir dinar'ın

kenarın-da " m e l i k u ' l - m a ğ r i b v e ' l - m a ş r ı k " lâkabını kenarın-da kaydettirmiştir 5 6. Onun

1068 - 69 (461) yılında bastırdığı diııar'da baskı tekniği, muhteva ve yeni lâ-kabların kaydedilmiş olması bakımından dikkate şayandır.

Görülüyor ki A l p A r s l a n ' ı n bastırdığı paralarda hükümdarlığının resmen tanındığını bildiren yazısında H a l i f e ' n i n zikrettiği uzun ve şatafatlı lâkablar-dan sadece " m e l i k ü ' l - i s l â m " kaydedilmiştir. Daha m e l i k iken sikkeler-de geçtiğini gördüğümüz " ' a d u d u ' d - d e v l e " ve " t â c ü ' l - m i l l e " lâkabları,

H a l i f e ' n i n yazısında bulunduğu halde, sikke'lerde yoktur. Bunun yer dar-lığından ileri geldiği söylenebilir. A l p A r s l a n ' ı n bütün unvanlarının, lâkab-larmın ve künyesinin, gerek Bağdad câmilerinde, gerek b ü t ü n Selçuklu ülke-lerindeki camilerde h u t b e ' l e r d e t a m olarak zikredildiği, ayrıca Halife'nin imal ettiğini gördüğümüz 11 r a z'larda da dercedildiği şüphesizdir.

4. Taht

Hükümdarı hükümdar yapan maddî unsurların başında t a h t gelir, t a h t , hâkimiyet sembolüdür. Hükümdar olmak vâkıası, ilk defa, t a h t ' a

54 Bk. D . S o u r d e l , ayn. eser. s. 215.

55 Bk. G. C. M i l e s , The Numismatic History of Rayy, New York, 1938, s. 202-4. (Bu dinarların biri, 1064; diğeri de 1065 yılında basılmıştır). Ayrıca bk. D . S o u r d e l , ad. geç. eser, s. 216 - 218 (muhtelif tarihlerde basılmış müteaddit dinarlar).

56 Bk. D . S o u r d e l . ad. geç. eser, s. 215.

57 Bk. İ b r a h i m A r t u k - Ç e v r i y e A r t u k , İstanbul Arkeoloji Müzesi.... Sik-keler Katalogu (basılmaktadır).

(17)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L T I V E H A Y A T I 17

oturmakla kendisini gösterir5 3. A l p A r s l a n zamanı t a h t mes'eleleri hakkında

fazla bilgimiz yoktur. Ancak B ü y ü k S e l ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u tarihi çerçevesi içinde ele alındığı takdirdedir ki, t a h t ile igili mes'elelerin b ü t ü n cepheleri vuzuhla ortaya konabilir. Biz, konuyu genişletmemek için A l p A r s l a n zamanı dışına pek taşmak istemiyoruz. Bu sebeble de A l p A r s l a n zamanına dair kaynaklarda geçen bilgiyi nakletmek ve kıymetlen-dirmeğe çalışmakla yetiniyoruz.

M a l â z g i r t M e y d a n M u h a r e b e s i ' n d e n sonta esir düşen B i z a n s İ m p a r a t o r u R o m a n u s D i o g e n e s , yapılan anlaşma ile, B ü y ü k Sel-ç u k l u İ m p a r a t o r l u ğ u ' n u n v a s a l ' ı durumuna getirilmişti. Anlaşma-nın ertesi günü S e l ç u k l u hükümdarıAnlaşma-nın huzuruna kabul edilen B i z a n s imparatoru, savaş esnasında alınmış tahtını kurulmuş gördü, S u l t a n onu kendi tahtının yanıbaşında tahtına oturttu. Kendi eliyle kürkünü giydirdi ve başına tâcını koydu. Kaynaklarda açıkça söylenmemesine rağmen, A l p

A r s l a n ' ı n da, tahtına oturmuş olduğu, başında tacı bulunduğu halde, Bizans imparatorunu kabul ettiği m u h a k k a k t ı r5 9.

S u l t a n ' ı n sefere çıkarken tahtını da beraber götürdüğü böylece meydana çıkıyor. Bu hususta başka bir münasebetle daha açık malûmata sahibiz:

Buhârâ kalesi muhafızı esir edilerek huzuruna getirildiği zaman, büyükler ayakta durdukları halde, S u l t a n tahtına oturmuş bulunuyordu 6 0. Buna göre,

A l p A r s l a n ' ı n v a s a l hükümdarları, daima t a h t ' ı n a oturmuş olduğu halde kabul ettiği söylenebilir. Meselâ bu S e l ç u k l u hükümdarının, M i r d a s

-o ğ u l l a r ı D e v l e t i hükümdarı M a h m u d ' u huzuruna, kaynakların bir şey söylememelerine rağmen, böyle kabul ettiği şüphesizdir6 1. S u l t a n A l p

Ars-l a n , kızı iArs-le haArs-lifeArs-lik veArs-liahti ' U d e t u ' d - d î n ' i n Nişâpûr'da yapıArs-lan nikâh merasiminde altından mamul saltanat tahtına oturmuştu. Bu esnada vezir N i z â m ü ' l - m ü l k , t a h t ' ı n önünde ayakta duruyordu. Damadın vekili olan halifelik vezirinin oğlu ' A m i d u ' d - d e v l e i b n C e h î r ise, her halde

Sul-t a n ' ı n Sul-tahSul-tı yanında konan gömüşSul-ten bir Sul-t ahi (kiir si) m üzerine o Sul-t u r d u6 2.

58 A l p A r s l a u ' ı ı ı ölümü üç gün gizli tutuldu. Bu müddet zarfında meşrû veliahd Me-l i k ş a h hükümdar sayıMe-lmıyordu. A Me-l p A r s Me-l a n ' ı n öMe-lümü iMe-lân ediMe-ldikten sonra, M e Me-l i k ş a h tahta oturtuldu. Tahta oturtulduğu andan itibaren hükümdarlığı başlamış oldu. Bk. S ı b t ,

İsi., 2135, X I I . 13b; Sr., X I I I , 13b'(465 yılı hâdiseleri). 59 Bk. B a r H e b r a e u s , s. 222.

60 Bk. İ m â d u ' d - d î n I s f a h â n i - B u n d â r î , nşr. H o u t s m a s. 46; Türk. Tere. s. 44. 61 Bk. Yukarı: Hutbe. A l p A r s l a n ' n ı n , tahtına oturmuş olduğu halde M a h m u d ' u lcabûl ettiğini iler? sürmemize sebep, bu arap hükümdarı gece annesi ile huzura geldiği zaman, merasimle karşılanması için ertesi gün gelmesi kaydı ile geri göndermesidir.

(18)

Nizâmü'l-mülk'ün meşhur eserinde bahis konusu ettiği elçilerin kabûl merasimlerinde S u l t a n ' ı n tahtında oturduğu açıkça zikredilmektedir6 3.

Buna kıyasla, N i z â m ü ' l - m ü l k ' ü n , yapılmasını tavsiye ettiği haftada iki defa adaletin bizzat hükümdar tarafından tevzi edilmesi ( m e z â l i m nişesten) e s n a s ı n d a6 4, devlet erkânını huzuruna kabûl (bâr-ı hâşş ve bâr-ı'âmm)

sıra-sında 6 5 m ü ş a v e r e m e e l i s l e r i ' n d e 6 6 ve u l e m â ile hiç olmazsa haftada bir

defa yapılmasını tavsiye ettiği toplantılarda 6 1, h a t t â n e d î m ' l e r i y l e ve

yakın-lariyle yaptığı sohbetlerde 6 8 ve işret meclis (meclis-i şarâ6)lerinde 6 9 bile

tahta oturmuş olduğunu söyleyebiliriz.

Bütün bu merasim ve toplantılarda, huzurda bulunan devlet erkânından kimlerin ayakta durup, kimlerin diz üstü oturma müsaadesine sahip olduğu, önceden tesbit ediliyordu7 0. N i z â m ü ' l - m ü l k , s i l â h d a r l a r , s â k î l e r

v. s. gibi büyükler ( e k â b i r - i h â ş ş ) nerede (tahtın yakınında mı, yoksa etra-fında mı) oturacaklarsa, bunun her defasında aynı şekilde olmasını, her taife-nin tayin edilen yerlerinde kalmalarını, aralarına başkaları (yabancı) girecek olursa, saray h â c i b (hâcib-i dergâh) i tarafından uzaklaştırılmasını veya yanlış yere gidenlere yüksek sesle ihtar etmesini, veyahut ta maiyetindeki h â c i b ' l e r e bırakmamalarını söylemesini istemektedir.7 1 Yine Nizâmü'l-mülk,

eserinin başka bir yerinde, daima 20 takım m u r a s s a " v. s. has silâhın yap-tırılmasını ve hazineye konulmasını, başka devletlerden elçiler gelince, güzel elbiseler giydirilmiş 20 g u l â m ' ı n bu silâhlarla gelip, tahtın etrafında durmaları-nı tavsiye etmektedir 7 2.

Görünüşe göre, t a h t hiç olmazsa bir insan boyunu aşan yükseklikteydi. Biraz yukarıda, S u l t a n ' ı n kızının nikâh merasiminde vezir N i z â m ü ' l -m ü l k ' ü n , t a h t ' ı n önünde ayakta durduğundan bahsedil-mesi, bunu göster-mektedir. Zira S u l t a n ' ı n oturmakta olduğu t a h t , yüksek olmasaydı, ayakta duran vezirin S u l t a n ' ı n önünü kapatması icabederdi. Gerek A l p A r s l a n ' ı n ,

63 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e , s. 119; nşr. H a l h â l î , s. 67 (20 fasıl). 64 Ayn. eser, nşr. D a r k e , s. 19; H a l h â l î , s. 9 (3. fasıl).

65 Ayn. eser. nşr. D a r k e s. 151. 152; nşr. H a l h â l î , s. 86, 87 (29. fasıl). 66 ayn. eser. nşr. D a r k e s. 116; nşr. H a l h â l î s. 65 (18. fasıl). 67 Ayn. eser. nşr. D a r k e , s. 74; nşr. H a l h â l î , s. 42 (8. fasıl). 68 Bk. ayn. eser. nşr. D a r k e , s. 113; nşr. H a l h â l î , s. 64 (17. fasıl).

69 Bk. ayn. eser, nşr. D a r k e , s. 153; nşr. H a l h â l î , s. 87. (30 fasıl.) İ b n ü ' l - ' A d î m , Buğye, nşr. Ali Sevim, Belleten, sayı: 118. s. 215; tere., s. 233.

70 Bk. Siyâset-nâme, nşr. D a r k e s . 155; nşr. H a l h â l î , s. 88. (31. fasıl). 71 Bk. aynı yerler.

(19)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L T I V E H A Y A T I 19

gerekse oğlu M e l i k ş â h ' ı n t a h t ' l a r ı n d a n indiklerinden bahs edilmektedir7 3.

Meselâ A l p A r s l a n müslüman olduğunu bildiren Ş e h k i meliki A h a s t a n huzuruna geldiği zaman, t a h t ' ı n d a n aşağı inmiş, kucaklamış ve başından öpmüştü. A h a s t a n da S u l t a n ' ı n ayağını ö p m ü ş t ü7 4.

T a h t ' ı n birden fazla kimsenin oturabileceği kadar geniş olduğu anlaşı-lıyor. Zira görüldüğü üzere, M e l i k ş a h , m e l i k ü ' l - ü m e r â lâkabım taşıyan

O s m a n b . D â v u d ' u kendi yanında tahtına o t u r t m u ş t u7 5. Yukarıdanberi

verilen bilginin A l p A r s l a n ' ı n tahtı hakkında bir fikir verdiğini sanırız.

5. Tâc

Yine maddi hâkimiyet sembollerinden olan t â c hakkında, t a h t kadar da malûmata sahip değiliz. Bununla beraber, t a h t ile t â c ' ı n daima beraber olan ve birbirini tamamlayan iki unsur olduğu gözönünde bulundurulacak olursa, A l p A r s l a n ' ı n , t a h t a oturduğu hallerde, aynı zamanda başına t â c ' ı n ı da koyduğu düşünülebilir. Meselâ ayrıca görüldüğü g i b i7 6, M a l a z

-g i r t M e y d a n M u h a r e b e s i ' n d e mağlûp ve esir edilen B i z a n s imparato-riyla anlaşan S e l ç u k l u S u l t a n ı A l p A r s l a n , onu kendi t a h t'ının yanında savaş esnasında alınmış t a h t ' ı n a oturtup, başına t â c ' ı n ı kendi eliyle koyarken, bu S e l ç u k l u S u l t a n ı ' n ı n t â c s ı z olduğunu düşünmek imkânsızdır. Bunun gibi, A l p A r s l a n ' ı n , herhangi vesileyle olursa olsun, - y a n i yukarıda saydığı-mız hallerde—, t a h t ' ı n a oturduğu zaman,başına da t â c ' ı n ı koyduğu tereddüt-süz kabul edilebilir.

E n kıymetli taşlarla süslü olduğu muhakkak bulunan t â c ' ı n , resmî merâsimler esnasında S u l t a n ' ı n başında bulunduğu süylenebilir. Merasim esnâsında, T u ğ r u l B e y ' i n H a l i f e ' n i n önünde yer öpmesine mâni olduğu

73 A l p A r s l a n için bk. S a d r ü ' d - d î n e l - H ü s e y n î , s. 44; Türk tere., s. 31; M e l i k ş â h için bk. ayn. eser. s. 59, 40. H a l i f e e l - K â i m ' i n tahtının 7 zira yükseklikte olduğunu biliyo-ruz (bk. S ı b t , İsi, 176b' Sr., 139b; (450 yılı hâdiseleri).

İlk Selçuklu Sultanı T u ğ r u l B e y i n tahtının tasviri hakkında bk. B a r H e b r a e u s , T A e Chronography, s. 201; "Tahtı yüksekti; arkasında kalkan ve mızraklar, önünde pek muazzam bir yay. Elinde, oynamayı âdet edindiği iki ok."

74 Bk. S a d r ü ' d - d î n e l - H u s e y n î , ayn. yerler. 75 Bk. aşağı: Saray Teşkilâtı.

76 Bk. M e h m e t A l t a y K ö y m e n , Alp Arslan ve Zamanı: "Bizans'la Münasebet" bahsi.

(20)

gözönünde tutulacak olursa, S u l t a n ' ı n başındaki t â c ' ı n şekli ve büyüklüğü hakkında az çok fikir sahibi olmak mümkün oluyor v.

6. Çetr

A l p A r s l a n ' ı n t â c ' ı hakkında olduğu gibi , hükümdarın başının üzerin-de tutulan hükümdarlık şemsiyesi = " ç e t r " hakkında da kaynaklarda zikre değer bilgiye rastlayamadık. Ç e t r , hâkimiyet sembolüdür.

A l p A r s l a n ' l a mücadelesi esnasında K u t a l m ı ş ' ı n , ç e t r ' l e s a n c a k ' -ları (a'Zâm) nın bulunduğunu, A l p A r s l a n ordusunun merkez kesimindeki kumandanlardan S u n g u r c a ' n ı n hücuma geçerek, " m e l i k K u t a l m ı ş " ı n

ç e t r ' i n i ele geçirdiğini ve bayraklarını düşürdüğünü, bundan sonra K u t a l m ı ş ordusunun bozguna uğradığını biliyoruz7 8. Buna kıyas ederek, A l p A r s l a n '

-ın baş-ın-ın üzerinde de , gerek sulh zaman-ında, meselâ seyranda, gerekse, savaş zamanında kendisinin rengini ve sembolünü taşıyan ç e t r tutulduğu tereddüt-süz söylenebilir 7 9.

7. Tırâz

Hükümdarı hükümdar yapan maddî unsurlardan biri de " t ı r â z " dır, ve tıpkı t a h t , t â c , ç e t r gibi, hâkimiyet sembolüdür. T ı r â z , üzerinde hü-kümdarın ad ve lâkablarının işlenmiş bulunduğu —sembolü olan renkte imal edilen— elbisenin adıdır. Onun tarafından devlet erkânına verildiği zaman, "hil'at" adını alır. Hükümdar, mükâfatlandırmak istediği devlet erkânına, v a s a l hükümdarlara, yabancı devlet elçilerine ve onlar vasıtasiyle hüküm-darlarına h i l ' a t verirdi. H i l ' a t ' m hangi vesilelerle verdildiğini biraz aşa-ğıda göreceğiz.

Ayrıca görüldüğü gibi, rakiplerini bertaraf ederek, Bey'de amcası T u ğ r u l B e y ' i n yerine S e l ç u k l u t a h t ' m a oturan A l p A r s l a n , B a ğ d a d A b b â s î H a l i f e s i ' n e bir elçi göndererek, adına h u t b e okunmasını, para

77 Bu hususta selefi ve amcası T u ğ r u l B e y ile halefi ve oğlu M e l i k ş a h zamanları için misâllere sahibiz: S u l t a n T u ğ r u l B e y ' i n H a l i f e e l - K â i m ' i n önünde yer öpmesine başındaki t â c mâni olmuştu (bk. msl. S ı b t , İsi., 176;b; Sr., 219b (449 yılı hâdiseleri).

Galiba A b b â s î H a l i f e s i e l - M u k t a d î ' n i n verdiği hilatleri giyen, tâcı başına koyan, gerdanlığı ( e t - t a v k ) ve bilezikleri (es-Sivâreyn) i takan S u l t a n M e l i k ş a h ' a Bütün bunlar pek ağır geliyordu (bk. S ı b t , İsi., 67a; Sr., 66b) (480 yılı hâdiseleri).

78 Bk. S a d r u ' d - d î n e l - H u s e y n î , s. 31; Türk. tere. s. 22.

79 S e l ç u k l u l a r ' d a Çetr hakkında bilgi almak için bk. F u a d K ö p r ü l ü . 1. A., mad. Bayrak, II. s. 408.

(21)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L Â T I V E H A Y A T I 21

basılmasını ve alâmetlerini taşıyan " s u l t â n ı h i l ' a t l e r " (el-hiV au's-sultâ-niyye) imal edilmesini istedi8 0. Bu taleplerden ilk önce h u t b e okunması

ta-lebi yerine getirildi. Bundan sonra, elçi öteki iki hakimiyet sembolü hususun-daki talebini tekrarladı. Bunlardan S u l t a n adına para bastırılması meselesi de derhal halledildi. Üçüncü talebe gelince, S e l ç u k l u elçisi K a d ı ' n ı n , hali-feliği sıkıştırması üzerine, kendisine —ayrıca bahis mevzuu ettiğimiz— şu çok dikkate şayan cevap verildi: "HiVat'lerin imali, gerekli sanayi tesislerinin ve âletlerin hazırlanmasına bağlıdır. Bu da uzun zamana ihtiyaç gösterir. Ayrıca lüzumlu tesislerin temini ve işletilmesi için paraya lüzum vardır. Halbuki hali-felik hazinesi boş bulunuyor. Maksat tacil ise S u l t a n ' a —hil'at'lerin

unsurların-dan olan- " f e r e c i y y e " , sarık (imâme) ve sancak (liva) gönderilmiştir". Böylece H a l i f e h i l ' a t ' ı n takdimi uzun zaman gerektirmeyen unsurlarını

S u l t a n ' a gönderdiğini söylemek istiyor. S e l ç u k l u elçisinin sıkıştırmasından bizâr olduğu anlaşdan halifelik, ona şöyle lıitabediyor: " E y M u h a m m e d b. A b d u r r a h m a n , " s u l t â n ı h i l ' a t ' l e r i " (acele) istiyorlarsa, bu takdir-de gerekli tesisler kurulup, (hil'at'ler) imal edilinceye kadar (Bağdad'da) otur. Senin yaptığın (sıkıştırma), menfur (merdûd) bir iştir" 81.

Aynen naklettiğimiz bu malûmattan çıkan neticeler şunlardır: 1 - Üzerinde A l p A r s l a n ' ı n adı, unvanları ve lâkabları yazılı, —onun sembolü olan r e n k t e — " s u l t â n ı h i l ' a t ' l e r (sultana mahsus veya sultana ait hil'at'ler = " e l - h i l a ' u ' s - s u l t â n i y y e " ) i imal etmek H a l i f e ' y e aittir.

2 - S u l t â n î h i l ' a t ' l e r ' i n imali için büyük masrafları gerektiren fabri-kalar kurmak da H a l i f e ' y e aittir.

3 - Bu fabrikaları kurmak ve t ı r âz imaline başlamak, uzun zaman gerektirmiş, bir an önce imalâta geçilmesi için S e l ç u k l u elçisinin tazyiki H a -life tarafından elçinin şahsına hücüm edilmesine sebeb olmuştur. Bu hal, S e l ç u k l u elçisinin üzerine aldığı vazifeyi yerine getirmekte ne kadar titiz davrandığını, diğer taraftan A l p A r s l a n ' ı n da, başında bulunduğu S e l ç u k -l u dev-letinin tanınması keyfiyetinin tamam-lanması için h i -l ' a t ' -l e r i n ima-line ne kadar ehemmiyet verdiğini açıkça göstermektedir.

"Sultânî hil'at'ler" in imâlinden sonra, yine f A m î d ' i n talebi üzerine,

80 Bk. Mehmed Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı: "Alp Arslan'nın Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tahtına Çıkması ve Devlete Verdiği Yeni Düsen" bahsi.

(22)

yapılan merasimi ayrıca bahis mevzuu ettiğimiz için burada tekrar etmiyece-ğ i z8 2

-A l p -A r ş l a n'a ait h i 1' a t 'ler'in, halifelik imâlathânelerinde imal edildikçe, H a l i f e tarafından bu S e l ç u k l u hükümdarına sevk edildiği anlaşılıyor. Zira, aynı H a l i f e ' n i n iki yıl sonra hâdimlerinden birini S u l t a n ' a elçi olarak gönderdiğini (27 ekim 1066-4 zilkade 458), galiba Hârezm'den N i ş â p û r ' a sâlimen döndüğü için kendisini tebrik ettiğini, ayrıca onunla Sultanın hil'-at'leri ( h i l a ' u ' s - S u l t a n ) n i gönderdiğini ve diğer bazı taleplerde bulunduğu-nu biliyoruz 8 3.

Görünüşe göre, H a l i f e ' n i n S u l t a n adına h i l ' a t ' l e r imal ettirmesinden önce, bu S e l ç u k l u hükümdarı muhtelif vesüelerle devlet erkânına ve v a s a l hükümdarlara hil'at'ler ihsan etmiştir. Bildiğimize göre, A l p A r s l a n , ilk hil'ati, K u t a l m ı ş ' a karşı kazandığı zaferi müteakip, galiba, daha payitaht Rey şehrine varmadan, önce veziri ' A m î d ü ' l - m ü l k K ü n d ü r î ' y e gönder-miştir (1064 yılı kasım sonları- 456 Zülhicce ortaları)8 4. Yine bildiğimize göre,

bu S e l ç u k l u s u l t a n ı , ikinci h i l ' a t ' ı , adı geçen vezirin yakalanıp tevkif edilmesini müteakip, yeni veziri N i z â m ü ' l - m ü l k ' e ihsan e t m i ş t i r8 5.

A l p A r s l a n , bundan sonra, tarih sırasiyle, muhtelif vesilelerle kendisinden bahsettiğimiz F a r s Ş e b a n k â r e o ğ u l l a r ı D e v l e t i hükümdarı F a z -l e v e y h ' e (Kasım 1064 - Zü-lkade 456) 8 6; E h v a z h â k i m i T â c ü ' l - m ü l û k

H a z â r e s b ' e (1066-458) 8 7 ; H a l i f e ' n i n veziri t b n Ceh îr'e (Ekim-Kasım

1067 - Zülkade 459) 8 8; H i l l e s a h i b i D ü b e y s i b n M e z y e d ' e (1069-1070

1462)89; Haleb1 te hakim M i r d â s o ğ u l l a r ı D e v l e t i h ü k ü m d a r ı M a h m u d ' a (1071-463)90; M e y y â f â r i k î n M e r v a n o ğ u l l a r ı D e v l e t i hükümdarı

Ni-z â m ü ' d - d î n ' e (1071-464)91 h i l ' a t l e r vermiştir. Ayrıca, o kendisinin

halifelik vezir namzedi olarak Bağdad'a gönderdiği E b u ' l ' Â l â ' y a da " s u l -t â n ı h i l ' a -t ' l e r " ihsan e-tmiş-tir9 2. Bunlardan üçü ( F a z l a v e y h , D u b e y s

82 Bk. yukarı.

83 Bk. S ı b t , lal., 243 b- 244 a; S r . , 230a (458 yılı hâdiseleri).

84 Bk. S ı b t , İsi., 232b; S r . , 214b (456 yılı hâdiseleri). Kaynakta hilatler (hila') şek-linde geçmektedir. Neden cemi haşek-linde kullanıldığını biraz aşağıda izah edeceğiz.

85 Bk. S ı b t , İsi., 233a; Sr, 215a (456 yılı hâdiseleri). 86 Bk. S ı b t , İsi., 236 b- 237a; S r . , 220 b (456 yılı hâdiseleri). 87 Bk. S ı b t , İsi., 242a; Sr., 227b (458 yılı hâdiseleri). 88 Bk. S ı b t , İsi., 246a; Sr., 233 a (459 yılı hâdiseleri). 89 Bk. S ı b t , İsi., 256b; Sr., 247b (462 yılı hâdiseleri). 90 Bk. S ı b t , İsi., 260b; Sr., 253b. (463 yılı hâdiseleri).

91 Bk. S ı b t , İsi., 2135, X I I , 8a; Sr., 2907. X I I I . 5b (464 yılı hâdiseleri). Ayrıca bk. İ b n u ' l - E z r a k , s. 188.

(23)

S E L Ç U K L U S A R A Y T E Ş K İ L Â T I V E H A Y A T I 23

ve M a h m u d) huzuruna gelerek kendisini m e t b û hükümdar olarak tanıdık-ları için; biri de ( H e z â r e s b ) kendisine sarhoş iken yaptığı hakareti telâfi için; bir diğeri ( N i z â m ü ' d - d î n ) S u l t a n ' ı hediyelerle doyuran bir v a s a l hükümdar olduğu için; H a l i f e ' n i n veziri de talebi üzerine, S u l t a n A l p A r s l a n tarafından h i l ' a t ' l e taltif edilmişlerdir. Bu arada bu S e l ç u k l u hükümdarı tarafından v a s a l hükümdarlar ve devlet erkânı dışında kalan kimselere de h i l ' a t ' l e r verildiğini biraz aşağıda göreceğiz.

Muhtelif vesilelerle S u l t a n tarafından ihsan edilen h i l ' a t ' l e r çok defa sadece elbiseden ibaret değildir; bu sebeble kelime kaynaklarda " h i T a t " şeklinde müfred olarak değil, " h i T a " ( h i l ' a t l e r ) şeklinde cemi olarak geçer. MeselâAlp A r s l a n ' ı n adı geçen F a z l a v e y h ' e verdiği ç a d ı r l a r (el-hıyem ve'l-harkevât) ın, altun işlemeli eyer takımları olan atların ve diğer şeylerin bu hil'atler'in unsurlarından olduğu, hepsi birden hil'at'leri meydana getirdiği söylenebilir. Bu husus, H i l l e M e z y e d o ğ u l l a r ı D e v l e t i hükümdarı

D u b e y s ' e verilen hil'atler'de daha açık olarak görülmektedir: İsfahan'a, S u l t a n ' ı n katına gelen N û r u ' d - d e v l e D u b e y s ' i bizzat S e l ç u k l u v e z i r i N i z â m ü ' l - m ü l k ile diğer devlet erkânı (erbâbu'd-devle) karşdamıştı. 0 , huzuruna girdiği zaman, S u l t a n ' ı n iltifatına nail olmuştu. H e z â r e s b için bir takım " s u l t â n î h i l ' a t " hazırlanmıştı. Bu hil'atler D u b e y s ' e verildi. Hil'atler arasında " c ü b b e " , " f e r e c i y y e " , " s a r ı k " , altun eyer takımlı at, bayraklar, kösler vardı. M i r d â s o ğ u l l a r ı D e v l e t i hükümdarı M a h m u d da, görüldüğü şekilde huzuruna geldiği zaman, S u l t a n A l p A r s l a n , ken-disine kıymetli hil'atler verdi. Kezâ o Mahmud'a altun ve gümüş eyer takımı olan at, kösler ve bayraklar da ihsan etti. S u l t a n A l p A r s l a n ' ı n talebi üzerine, H a l i f e ' i n veziri 1b n C e h î r ' e gönderdiği hil'atler, " f e r e c i y y e " , cins at (tamîm), altın işlemeli " s a r ı k ; altundan at eyeriydi.

Bütün bu misâller, S u l t a n ' ı n lütfuna mazhar olan kimsenin mevkiine ve teveccühünü kazanma derecesine göre az çok değişmekle beraber, esas iti-bariyle h i l ' a t l e r ' i n nelerden ibaret olduğunu, yani hemen hemen aynı şey-lerden teşekkül ettiğini vuzuhla ortaya koymaktadır.

Herkese derecesine ve rütbesine göre h i l ' a t vermenin nekadar mühim olduğu şu misâlden anlaşdmaktadır: Gördüğümüz şekilde S u l t a n ' ı n

h i l ' a t l e r ' i n e ve iltifatına nâil olan N û r u ' d - d e v l e D u b e y s ' i , Bağdad'a geldiği zaman, halifelik veziri istikbale çıkmıştı; fakat h i l ' a t olarak verilen " f e r e c i y y e " ve sarığı taşıyan ve hil'at manzumesine dâhil olan atın gümüş eyer takımlı olduğunu gören D u b e y s , H e z â r e s b ' e altun eyer takımı olan at verildiğini söyleyerek memnuniyetsizliğini açığa vurmuş ve kendisine

Referanslar

Benzer Belgeler

Articles and any other material published in this journal represent the opinions of the author(s) and should not be construed to reflect the opinions of the Editor(s) and

In this work, we investigate tubular surface with Bishop frame in place of Frenet frame and afterwards give some charac- terizations about special curves lying on this

Stefanski and Carroll 1987 showed how to derive conditional estimating equations for generalized linear measurement error models.. When X is given, the conditional density of Y and

Editor CAFER COŞKUN Editor ELGİZ BAYRAM Managing Editor SAİT HALICIOĞLU ADVISORY BOARD.. Ş.ALPAY METU I.GYORI

In particular, the GF test is superior to the other tests, except for small sample sizes and bigger values of k, because its type I error rates exceed the intended level 0.05.. In

In this paper we obtain sine and cosine rules for dual spherical triangle on the dual unit sphere S 2 by representing great circle arcs by

The Parallel Transport frame or Bishop frame is an alternative approach to de…ning a moving frame that is well de…ned even when the curve has vanishing second derivative.. We

ganglion' daki hoğumlanmanın lateral' inden çıkan ür,: kolun arteria carotis communis'in son kısmına gittiği, distal kısmın lateral'inden ayrılan bir sinirin ise kısa bir