21 T E M M U Z 1995 C U M A
Okurlarımıza parasız ek
Cumhuriyet
Mehmet
Ali Aylıai
1
özel eki
Kaleminden
sosyalizm üstüne
düşünceler
2,3,4,5,6 ve 7. sayfalarda
ARDINDAN
Güllü Aybar
Yaşar Kemal
Nazife Cemgil
Adnan Cemgil
Oral Çalışlar
Tarık Ziya Ekinci
Mehmet Ali Aslan
Kemal Nebioğlu
Cenan Bıçakçı
Yıldız Sertel
Gençay Gürsoy
Uğur Cankoçak
Halit Çelenk
Ali Nadir Savaşer
Cem Atabeyoğlu
Moris Gabbay
Aybar sosyalizmi anlatıyor
' ---1 MEHMET ALİ AYBAR [---:---;
Mehmet Ali Aybar torunu Memo ile parkta top oynarken.
Kitaplarından alıntılar:
Sovyetler’deki
bürokratik
yozlaşmanın
nedeni, sosyalist
demokrasinin
olmamasındandır
Devlet gücünü “doğrudan emekçiler” adı na kullanan “öncü”lerin işçilerden, köylüler den, emekçilerden kopması, bağımsızlaşması halinde ise sosyalizm yozlaşır, bürokratik bir nitelik alır. Hatta kimi Marksist yazarların id dialarına göre bir yeni burjuva sınıfı doğar ve rejim kapitalizme dönüşme tehlikesiyle karşı laşır.
Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik yozlaş ma, yeni devlet biçimi olan Sovyet sisteminin, yani işçilerden ve köylülerden oluşan meclis lerin devlet yönetimindeki rolünü gittikçe za yıflatmış, sembolik hale getirmiştir.
Devrimden bu yana yarım yüzyıl geçmiş ol duğu halde, işçiler, köylüler, emekçiler yaşam larının üretiminde, hâlâ egemen değillerdir, hâlâ sosyalist demokrasi boş bir sözden iba rettir.
Bize göre ekim devrimi ve sonraki gelişme ler sosyalizme nasıl geçilebileceğini değil, na sıl geçilemeyeceğini gözler önüne sermiştir. Lenin’in savaş örgütü Çar iktidarını yıkmış, a- ma sosyalizme giden yolu da tıkamıştır. Son ra salt buıjuva iktidarının devrilmesi ve dev let ele geçirilince üretim araçlarının kamulaş tırılmasından ibaret bir reçete ile her işin ken diliğinden yoluna gireceği düşüncesi ile yak laşılması da yanlış olmuştur.
Seçimle iktidar
hiç değilse teorik
olarak vardır
Merkezci buıjuva devleti, genel seçim ilke sinin kabul edilmesi ile demokratik bir görü nüm kazanmıştır. Bu küçümsenmemeli. Genel seçimler dolayısıyla burjuvazinin merkezci ik tidarının değişmesi, totaliter bir iktidar olmak tan çıktığı gibi giderek iktidarın emekçilere geçmesi olasılığı da belirmiştir.
Hiç değilse teorik olarak bir olanak ortaya çıkmıştır. Beri yandan kapitalizmin temel çe lişkisi, emekçi yığınların örgütlenerek bilinç lenmesine yol açtığından iktidar değişikliği olasılığı, her gün biraz daha gerçek olmaya yüz tutmuştur.
Böylece işçi sınıfının sosyalizm için müca delesi, demokrasi mücadelesi ile iç içe yürü tülmüştür. Kapitalist temel bir yandan buıju- va ideolojisine ve devletine can verirken, bir yandan da sosyalist ve buıjuva devletine kar şı bir harekete de can vermiştir.
Böylece kapitalist toplumda, kapitalizmin yerini alacak sosyalist ilişkilerin ideolojisi doğmuş ve burjuva merkezciliğine karşı olan işçi hareketi aynı zamanda sosyalist örgütlen menin teorik esaslarını da kendi içinde taşıma ya, hatta biçimlendirmeye başlamıştır.
Sanıyorum ki Leninist örgütlenme biçimi nin yol açtığı sapmaların en kötüsü, işçi sını
fını ve tüm emekçi yığınlarını edilgin hale ge tirmiş olmasıdır. İşçiler, köylüler sistemli bi çimde yönetimden uzak tutulmuşlardır.
“Bizim
sosyalizmimiz
insan
içindir”
Bizim sosyalizmimiz insan içindir. İnsanlar içindir. Ve bizim sosyalizmimizi, bizim insan
larımız kuracaktır, gerekecek fedakaarlıklan ortaklaşa paylaşarak. Bunun için toplumdaki kurumlaşmanın, bu amaca hizmet edecek bi çimde olması gerekir. Buna kimsenin itirazı
yoktur sanırım.
Biz Türkiye sosyalistleri tarihten çok şeyler öğrenebiliriz, eğer tarihe bilim adamının yan sız gözleri ile bakabilirsek. Yetmiş yıllık sos yalizm denemeleri, sosyalizmin nasıl kurula mayacağını sergiliyor. Nasıl kurulacağını ise biz bulacağız. Nasıl bir yol izleyeceğimizi, ana hatları ile açıklamaya çalışacağım:
Türkiye sosyalizmi emekçileri işlerin başı na getirmeye özel bir önem göstermiştir. Bu nun yolu önce emekçilerin kendi partileri için de dizginlere sahip olmalarından geçer. Bu da kol emekçilerine parti organlarında çoğunluk verilmekle gerçekleştirilir. Evet basit işçiler, basit köylüler ve de emekçiler.
Partinin en alt düzeydeki yönetim kurulun dan en üst düzeydeki merkez komitesine ka dar, her yönetim organında çoğunlukta ola- cakl ardır
Bu ilke Leninist örgüt modelinin yadsınma sıdır.
M. ALİ AYBAR ÖZEL EKİ
Yayımlayan ve Basan: Yeni Gün Haber Ajansı, Basın ve Yayıncılık A.Ş.
İmtiyaz Sahibi: Berin Nadi, Genel Yayın Yönetmeni: Orhan Erinç, Genel Yayın Koordinatörü:
Hikmet Çetinkaya, Yazı İşleri Müdürleri: İbrahim Y ıldız, Dinç Tayanç (Sorumlu),
ÖZ E L EK
MEHMET ALİ AYBAR
“Marksizm bir
hazır reçete
değildir”
Sosyalizmi bunalımdan kurtarmak için Manc’ın bilimsel teorisine dönmek, onun ger çek karşıtındaki bilimsel tavrını takınmak zo rundayız. Marx’ın teorisi, her soruya yanıt ve ren bir felsefe sistemi değildir. Marx’ın tarih teorisi, sosyal gelişmenin genel eylemi hak kında bilgi vermektedir. Bunlar yeni irdeleme ler için bir yönerge niteliğindedir. Marx’a gö re, saptandığı tarih aşamaları, gelişmenin en genel çizgisini göstermektedir. Ve Asya tipi üretim tarzı bir yana bırakılırsa, kölelik feoda lite, kapitalizm, Batı Avrupa toplumlanmn ge çirdiği aşamalardır.
Her toplumu somut koşullan içinde ele al mak gerektir. Alelacele vanlmış genellemeler den kesinlikle kaçınılmalıdır. Marksizm bir “hazır reçete” gözüyle görülemez. Her bilim dalı gibi hem tartışmaya, hem yeni bulgulara açıktır.
Lenin, biricik doğru Marksizmi kendisinin dile getirdiği inanandaydı. Stalin de Lenin’i
en doğru kendisinin yorumladığına inanmak taydı. Böylece Stalin, Marksizm-Leninizm’i yarattı. Bu, daha sonra (Marx’m, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in yanılmaz doktrini) olarak savunulmaya başlanmıştır. Bilimde yanılmaz doktrin olamayacağı unutularak...
“Sosyalist
örgütlenme yatay
örgütlenmedir’
.9 ?Sosyalist örgütlenme biçimi, yatay bir ör gütlenme biçimi olmak gerekir. Piramit biçi minde olan, buıjuva örgüt modelinin tam ter si yani. Buıjuva modelinde tüm yetkiler, pira midin tepesini oluşturan merkezde toplanmış tır. Sosyalist örgütlerde ise tüm yetkiler, emek çilerden oluşan tabanın tekelinde toplanmalı dır. Sosyalist örgüt modeli iç içe daireler biçi minde düşünülebilir.
Dış daire işçilerden, köylülerden, emekçi lerden oluşur. İCarnu gücünün kaynağı burası dır. Özyönetim buradan başlar. Kararlar bura da alınır. Emekçilerin kendi aralarından seç
tikleri yöneticiler, öteki daireleri meydana ge tirirler: İller dairesi, bölgeler dairesi ve mer kez dairesi. Bunlar emekçilerin aldığı karar lan, illerde ve bölgelerde düzenleştirerek ör güt merkezine iletirler. Merkez yöneticileri, çoğunluğun karannı örgüt adına uygularlar, uygulatırlar.
“Leninist
örgütlenme,
emekçi yığınları
edilgen hale
getirmiştir’
.55
Leninist örgütlenme biçimine karşı savaş açmanın zamanı çoktan gelmiştir. Bunlann zor bir savaş olduğu kuşkusuzdur. Kişisel çı- karlannı, bu tür örgütlenmeye bağlamış olan lar, Leninist makineyi her çareye başvurarak savunacaklardır.
Ama bu makine ile sosyalizmin kurulama
yacağı kesin olarak ortaya çıkmıştır. Sosya lizm; işçilerin, köylülerin ve giderek tüm in sanların kurtuluşunu, insanın evrensel varlığı nı, evrenselce, yani tüm olarak bulmasını amaçlayan ve yolu kapitalizmin iç çelişkileri tarafından hazırlanan bir sürekli devrim hare ketidir. Sosyalist devrimin bir azınlığın, pro fesyonel devrimcilerin işi olduğu iddiasını çü rütecek pek çok kanıt vardır elimizde.
Devrim işçi simlinin, tüm emekçi yığınla rının işidir. “Proletaryanın hareketi, der Marx, koskoca çoğunluğun, koskoca çoğunluk çı kartan için kendiliğinde hareketidir.” (Komü nist Manifesto, S. 39, Rieder, 1925). Proletar ya, devrimci hareketini, kimsenin vasiliği al tında olmadan sürdürecek örgüt modeline ka vuşmalıdır. Marx, şunlan da söylüyor: “(...) iş çi dcvriminin ilk girişimi proletaryayı egemen sınıf haline getirmek ve demokrasiyi ele ge çirmek olacaktır.” (Ay, kit, S. 53). Kendiliğin den hareket eden ve ilk amacı egemenliğini i- lan edip demokrasiyi ele geçirmek olan işçi sı nıfı, merkezci bir örgüt tarafından ele geçiril miş ve böylece proletaryanın hareketi, loko motifin arkasındaki vagonların hareketi gibi bağımlı bir harekete dönüştürülmüştür. Bu nun sonucunda proletarya ne gerçekten ege men sınıf haline gelmiş, ne de demokrasiyi ele geçirmiştir.
4
Milli atletler Mehmet Ali Aybar ve Semih Türkdoğan. Nazım Hikmet ile Aybar Paşakapısı Cezaevi’nde (1950)
MEHMET ALİ AYBAR
“Demokrasi,
bağımsızlık ve
sosyalizm için
savaşım
vereceğiz”
Halk sosyalizme sahip çıkmadıkça sos yalizm hiçbir biçimde kurulamaz. Bu, olay ların kanıtladığı birgerçektir. Sovyetler Birliği denemesi gözler önündedir. Bizde silahlı ey lemlerin sonuçta kimin işine yaradığı da or tadadır.
Sosyalizm insanlar içindir, insanlar sos yalizm için değil... Öncüler devleti ele geçire cek ve halka karşın sosyalizmi kurmaya çalışa cak! Bu bana hep Halk Partisi’nin halkçılığını hatırlatmıştır.
Aklımızı başımıza toplayıp demokrasiyi, hani şu biçimsel demokrasi, buıjuva demok rasisi diye küçümsediğimiz demokrasiyi kur maya ve yerleştirmeye çalışacağız, elbirliği ile.
Unutmayalım, uzun bir süre savaşımımızı buıjuva toplumunun içinde yürüteceğiz. Bu sürenin kısalması, emekçilerin bilinçlen mesine bağlı., ayrıca üretici güçlerin geliş mesine... Biz böyle bir gelişme süreci içinde demokrasi için, bağımsızlık için, sosyalizm için savaşım vereceğiz.
“Proletarya
dışında
proletaryanın
öncüleri olmaz”
Marx, işçi sınıfının kurtuluşunu, bir öz-kur- tuluş, bir kendi-kendini kurtarış “autolibera- tion” olarak görmüştür. Onu tarih tezleri, bu görüşe götürmüştür. Din dalgası, biricik dev rimci sınıf, sistemin “mezarcısı” ve “üretici güçlerin en üretkeni” proletaryadır. Devrimin taşıyıcısı ve gerçekleştiricisi yalnız odur. Ka pitalizmin çelişkileri, işçileri, eylemci örgüt leri içinde mutlaka bilinçlendirecektir. İşçile ri “kendisi için” bir sınıf haline getirecektir. Kuşkusuz tüm işçiler gerçekleri hep birden kavrayamayacaklardır başlangıçta. Burjuva ideolojisinin etkisinden kurtulamayanlar ola caktır.
Ama örgütlü eylem içinde er geç olanlar da bilinçleneceklerdir. Herhalde işçi sınıfının dı şarıdan kurtarılması söz konusu değildir, ola maz.
Devrimi mutlaka kendi gücü ile işçi sınıfı nın kendisi yapacaktır. Devrimi işçiler yap mamışsa, tarihin kanıtladığı gibi gerçekten devrim olmuyor. Proletarya dışında proletar yanın “öncü”leri olamaz. Marx ve Engels, “öncü”lük iddiasında olan baylara her zaman karşı çıkmışlardır.
“Ulusal
bağımsızlık
Türkiye ye özgü
sosyalizmin
vazgeçilmez
unsurudur”
Türkiye’ye özgü sosyalizm, bize özgü ko şullardan kaynaklanmıştır. Osmanlı devletinin siyasal ve sosyal yapısı, “Ceberrut devlet”, bu devleti elinde tutan bey takımı, daha son raları “bey takımının” Batıcılık girişimleri al tında halk yığınlarını sömürmesi, ezmesi... Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın ortamı içinde biçimlenen anti emperyalist, anti kapitalist,
halkçılık kavramı ile Kurtuluş Savaşımızın e- sas kazanımlannın birer birer yitirilerek Ame rika’nın bir ileri karakolu durumuna düşürül memiz ulusal bağımsızlığı sosyalizmimizin vazgeçilmez bir öğesi haline getirmiştir. Böy- lece bizdeki temel çelişkinin daha çok Ame- rika-Bey takımı-Buıjuvazi üçlüsü ile işçi sını fı, emekçi halk yığınları arasında bulunması, sosyalizm için savaşımın, yukarıda özetlenen bir yeni biçim olmasına neden olmuştur.
“Halk yığınları
söz sahibi değilse
sosyalizm
kurulamaz”
Herhangi bir konuda görüşünü dayatmak, herhangi bir eylemi zorla yaptırmak politikası, bizim düşüncelerimizin dışındadır. Yatay ör
gütlenme, zaten buna olanak vermez. Sos yalizm bir kardeşlik rejimidir; insana saygılı, özgürlükçü bir rejimdir.
Üretim ve değiş-tokuş araçlarının kamulaş tırılması, özgürlüğünü insanların gerçekleştir mek için sadece bir araçtır. Önce kamulaştır malar yapılsın, özgürlükler sonra gelir mantığı ile hareket edilmesinin ne gibi facialara yol aç tığına hepimiz tanık olduk. Emekçi iktidarı kurulur kurulmaz, emekçiler özgürlüklerine kavuşmalıdır.
Bu da yatay örgütlenmenin gereğini ortaya koymaktadır. Halk yığınları söz ve karar sahibi değilse sosyalizm kurulamaz.
Bir parti, bir ihtilalci grup devleti ele geçire bilir, üretim araçlarını komulaştırabilir, sosyal reformlar da yapabilir, ama halk, sosyalizmi kurmak için gereken özveriye hazır değilse, bu reformlara evet demiyorsa, bu işleri gerçekleş tirebilmek için devleti ele geçirenler zora baş vururlar.
Ve sosyalizmle ilgili olmayan bir rejim or taya çıkar.
Ö Z E L EK
MEHMET ALİ AYBAR
Leninist parti
buyuran-
buyurulan
ilişkisi üretir
Sosyalizmin, Ekim Devrimi’nden hemen sonra başlayan ve gittikçe derinleşen bunalı mı, çeşitli görünümlerine karşın ve değişik et menlerin rol oynadığı kuşkusu olmakla birlik te, son çözümde bir üst yapı sorunu, bir örgüt lenme sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Sosya lizmi, sadece ekonomik yapıyı değiştirerek gerçekleştirmenin olanaksızlığı ortaya çıkmış tır. Altyapı değiştirilmedikçe sosyalizm kuru lamaz kuşkusuz. Ama yalnız altyapının değiş tirilmesinin, hiç değilse 80 yıl gibi azımsana- mıyacak bir zaman içinde, yeterli olmadığı gö rülmüştür. Alt ve üst yapılar arasındaki etkile şim, sosyalizmin yolundan sapmasına neden oluyor. Çünkü Leninist örgütlenme biçimi, emekçi yığınlarını sistemli olarak iktidardan uzak tutan bir bürokrasinin doğmasına yol aç mıştır. Ve Leninist parti buyuran-buyurulan ilişkileri üreterek üst-yapılarda gerçekten dev rim yapılmasını engellemiştir. Sovyetler Bir liğinde sosyalist sloganların arkasına gizlemiş, buıjuva ilişkileri doğmuştur. Buıjuvazinin çı karlarına hizmet eden örgütlenme “mo- del”inin, işçi hareketine aktarılmış olması, sosyalist ilişkilerin dogmasını, sosyalist dev rimin gerçekleşmesini engellemiştir; hâlâ da engellemektedir. Marx’in üstyapı sorunlarını derinlemesine incelememiş, hukuk ve politi ka üzerinde bir teori meydana getirerek, eko nomi teorisini tamamlamamış olması, sosya lizmde vakit geçirilmeden doldurulması gere ken bir boşluktur.
Devrim, dip
dalgası şeklinde
olacaktır
Protetarya devrimi ile doğacak yeni toplum, yeni ilişkileri, yeni üstyapıları, yeni bir kültü rü de beraberinde getirecektir. Proletetaryanın başını çektiği o koskocaman emekçi yığınlar çoğunluğu, bir dip dalgası halinde, yaratıcılı ğını yitirmiş eski toplumu kaplayacak, suya gömülen eski toplumun yerini yeni toplum ala caktır. Ama yeni toplum, ¿skinin içinden çık tığı için, onu özümleyip aşan bir hareketin ürü nü olacaktır. Devrim, kendi aşamalı hukuksal, siyasal üstyapılarını, kendi aşamalı kültürünü getirecektir. Bu aşamalı dönüşüm çağımızda, yani işçi sınıfi ortaya çıktığından beri, istenç lerimizin büsbütün dışında olmuyor. Üretiei güçlerle, üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin aşılmasında, işçi sınıfının bilinçli müdahale sinin, tarihsel süreci hızlanabileceği biliniyor. Peki işçi sınıfi, tarihin akışını nasıl, hangi araç la etkileyecektir? Hiç kuşkusuz örgütlü eyle mi ile. Marx bu örgütü işçi sınıfını tümüyle, tümüyle olmasa bile en büyük çoğunluğu ile kapsayan bir örgüt olarak düşünmüştür.
Çelişki, bey
takımı ile
emekçi arasında
SORU - Siz klasik görüşteki işçi sınıfi - bur juvazi çelişkisini ön plana almıyorsunuz?
YANIT - Evet temel çelişki, yukarıdaki üç lü ile halk yığınları arasındadır: Ama tepeden inmeciliği, göstermelik halkçılığı ve de Ame rika’ya teslimiyet politikasının baş miman ola rak asker-sivil kanatlarıyla “bey takımı” de mokrasiyi engelleyen başlıca güçtür. Bundan dolayı bey takımını, yalnız bırakmak, zararsız hale getirmek için demokrasiden yana olan tüm siyasal güçlerin bu konuda işbirliği etme leri gereklidir.
SORU - Bunu nasıl anlıyoruz, olgu nedir? YANIT - Bu gerçek iki konuda ağırlığını belli ediyor: Birincisi sosyalizmi, emekçi hal kın kendisi kurar; aracı falan kullanmadan. Emekçilerin “öncü”sü olduklarını ileri süren
ler, devleti ele geçirseler bile, sosyalizmi ger- çekleştiremiyorlar. Bunu boyuna tekrarlıyo rum; iyice vurgulayabilmek için... Birinci nok ta bu. İkinci nokta da şu: Kapitalist toplumun üretici güçleri sonuna dek gelişmeden ve ka pitalist toplum içinde, sosyalizmin maddesel yaşam koşullan belirmeden, Sosyalizme geçi lemez. Marxs’ın bilimsel açıklaması budur. Birtakım zorlamalar yapılabilir, ama sosyalist bir toplum kurulamaz. Nitekim kurulamamış tır bunca yıl geçtiği halde.
SORU - Türkiye’de sosyalizm, şu tanımla dığınız anlamdaki, banşçı, güler yüzlü seçim le gelip, seçimle gidecek olan demokratik sos yalizm dal* nice çileli yollardan geçmeyecek midir?
YANIT - Türkiye’de sosyalizme adım atıl ması için, beklenmedik gelişmeler olmazsa uzun yıllar geçecektir. Yani sosyalizm için sa vaşımızı, bey takımının ve burjuvazinin ege menliğindeki bir toplumda sürdüreceğiz. Bu akıllı, çok akıllı olmamızı gerektiren bir du rumdur. Demokraşi ve sosyalizm düşmanlan hem güçlü, hem kurnaz. Biz de akıllı ve yü rekli olacağız. Yanlış adım atmamaya çalışa cağız.
SORU - Peki, sosyalizme yardımcı olacak etmenler hiç yok mudur?
YANIT - Buna karşın bizlere yardımcı ola cak durumlar da var: Bey takımı olsun, buıju- vazi olsun, “Demokrasiye boş veriyoruz” diyemiyorlar. Karşı tarafin bu zaafını iyi kul lanmalıyız. Halkı bilinçlendirmenin yolu demokrasiden geçiyor. Bunu hatırdan hiç çıkarmayacağız. 1946’dan bu yana, halkımız demokrasinin kimi temel haklarına sahip çık mıştır. Örneğin seçim hakkı. İktidar koltuğuna seçimsiz oturacak kişiler bunun uzun süre meyeceğini biliyorlar. Seçime gitmek zorun luluğunu duyuyorlar. Bu önemli bir kazanıra dır. Emekçilerin sosyalist bir güç oluşturabil meleri, demokratik bir ortamda çok daha kolaydır. Sosyalist görüşler serbestçe açık lanabilmek. Sosyalist parti ve sendikalar ser bestçe kurulabilmelidir. Oysa bugün Tür kiye ’de bu özgürlükler yasaklanmak isteniyor. Emekçilerin sosyalizmi benimsemesi için, sosyalist görüşler serbestçe tartışmalı. Böyle bir ortam ancak demokratik bir rejimde olanaklıdır.
Sosyalizm ve Bağımsızlık
Sosyalistler
bölünmüşlükten
kurtarılmalıdır
Çeşit çeşit engeller var karşımızda: faşist yasalardan, sosyalizm hakkmdaki çelişen görüşlere dek, türlü zorluklar var
önümüzde. Oysa hepimiz Türkiye için tek kurtuluş yolunun sosyalizm olduğunu biliyoruz. 1968’den bu yana tezgâhlanan oyunlardan hâlâ gerekli dersi almış görünmüyoruz. Çıkmaz olduğu kanıtlanmış yolları, hâlâ denemeye kalkışan evlatlarımız var. Amerika’nın müttefiki Türk burjuvaları, yeniden başlayan silahlı eylem denemelerini alaycı bir tebessümle izliyorlar herhalde.
Aynı senaryoyu başka aktörlerle oynamaya devam edemez sosyalistler.’ Sosyalistler öncelikle yıllardır süren şu bölünmüşlüğe son vermenin yolunu bulmalıdırlar. Bir araya gelip bilim adamları gibi
tartışmalıdırlar. M arx’ın teorisi bilimsel bir teori. Her bilimsel teori gibi o da tartışmaya açıktır. Eleştirisiz bilim olmaz. Çünkü bilimi, ancak eleştiri ile yeni buluş ve görüşleri gerçeklerin mihenginde değerlendirerek iletebiliriz. Türkiye’nin sosyalist yolunu, biz Türkiyeli sosyalistler bulgulayacağız. Değişik görüşlerimizi, inançlarımızı tartışarak... Bunun için en kısa zamanda bir masa etrafında bir araya gelmeliyiz. Türkiye’de sosyalistlerin fazla bir ağırlıkları yok. Bölünmüşlük bizi daha da etkisiz hale getiriyor. Bu duruma son vermek hepimizin görevidir. Bunu başaramazsak ileride çok suçlanacağız hepimiz.
Bunlar tüm sosyalistlerin eleştirisine açık. Bir araya gelelim, isterseniz işe bu görüşlerin eleştirisinden başlayalım. Böylece sizlerin görüşlerini de bizler öğrenmek ve gerekiyorsa eleştirmek olanağını bulmuş oluruz. Ve en doğru çizgide birleşmenin yolunu ararız, belki de buluruz.
Akhisar’da TİP toplantısına taşlı saldırıdan sonra Aybar basın toplantısında. Sosyalist Devrim Partisi Merkez Yürütme Kurulu (1976).
Vietnam
çarpışıyor
Vietnam’da savaşan kahraman Vietnam halkı, bizim özgürlüklerimiz için de savaşıyor. Bütün mazlum mil letlerin özgürlükleri için de savaşıyor. Vietnam halkının kazanacağından eminim. Çünkü halkları yenm ek mümkün değildir. Halk yenilm ez. Halkı u ça k la rla , napalm b o m b a la rıy la dize getirm ek mümkün değildir. Ama bir an için Amerika orada zafer kazanırsa, unutmayalım ki bütün geri kalmış ülkeler için, hatta ileri ülkeler için yaşamak çok daha zor olacaktır. Bunu iyi bilelim. Oynanan oyunları iyi görmemiz lazımdır.
Onun için Vietnam Savaşı’na kayıtsız kalmayalım. Vietnam Savaşı bütün mazlum milletlerin savaşıdır. Nasıl ki, kırk küsur yıl önce bizim istiklâl savaşımız, mazlum milletlerin savaşıydı. Bugün Vietnam halkı döğüşüyorsa, bu bizim kırk yıl önce istiklâl savaşı v erm iş ve k azan m ış o lm am ızdan d olayıdır. E m p ery alizm in tah ak k ü m cep h esin d e gedik açtığımızdan dolayıdır. Biz ikinci kurtuluş savaşımızı silahsız yürütüyoruz. Bu belki de Vietnam halkı savaşı silahla yürüttüğü içindir.
halkı bizim
içinde
İnsanlığın kararı
Russel M ahkem esi, İsveç’te yaptığı oturum da bütün bunları dikkate alarak 10 Mayıs günü Birleşik Amerika ile Vietnam’daki müttefikleri Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Kore’yi beynelmilel hukuk gereğince tecavüzde bulunmaktan ve sivil hedefleri b o m b alam ak tan su çlu b u ld u ve o y b irliğ iy le Amerika’nın takbih edilmesine karar verdi.
Am erika’nın takbih edilmesi kararı mahkemede Başkan Jean Paul Sartre tarafından açıklandı.
R ussel M ah k em esi’nin büyük teza h ü ra tla ve tasviple karşılanan karan, bütün insanlığın karan idi...
' . , vy-* ^ vy-* , ' ! " ' ÇÇ ' ' :i: Ç T : ' : !
____ _____
...
- i. ^Russel Mahkemesi dönüşü Mehmet Ali Aybar, Amerikalıların Viet nam’da ilk kez kullandıkları bilyeli bombayı basına gösteriyor.
Yarın halkımız iktidara ilk adımını atacak
Ö Z E L EK
^
--- MEHMET ALİ AYBAR
|---Aybar, 1964
İ
rılında stanbul’da basın toplantısı sırasında.Kardeşler, işçi kardeş, ırgat kardeş, köylü kardeş, zanaatkârlıkla geçinenler, küçük esnaf kardeşlerim, subay kardeşlerim, memurlar, emekliler, dar gelirli dullar, yetimler...
Yarınımızın umudu Atatürkçü gençler, top lumcu aydınlar,
Emekçi kardeşlerim...
Koca Osmanlı Devletini sermayedarlık dü zeni yiyip bitirdi. İngiliz, Fransız, Alman em peryalizmi ve onlann yerli ortaklan, adamla- n, ajanlan; yani, Galata bankerleri, sarraflan, Osmanlı Bankası, Kredi Liyonne, Doyçe Bank; bir ahtapotun kollan gibi, Osmanlı Devleti’ne sarıldılar. İmtiyazlı Demiryolu Kumpanyaları, Rıhtım Şirketleri... Derken Kırım Harbi. Der ken dış borçlar. Derken yeni yeni borçlar ve bi riken faizler ve ödenmeyen borçlar. Derken, Muharrem Kararnamesi ve derken Düyunu Umumiye İdaresi; devlet içinde devlet yani... Derken, Boğazda yabancı bandıralı zırhlılar. Ve bu arada özel teşebbüs eliyle kalkınma te raneleri; tıpkı bugün gibi. Ve kapitülasyon im tiyazları; tıpkı bugün gibi... Ve Birinci Dünya Savaşı; Alman emperyalizminin emrinde akı tılan, 1.5 milyon gencimizin kanı... Derken, halkımızın sıçrayıp uyanışı; ölümsüz Ata türk’le elele Kurtuluş Savaşı...
Derken kurtuluştan tam 43 yıl sonra; içimiz de gene imtiyazlı yabancı şirketler, içimizde gene yabancı ajanlar, simsarlar, komisyoncu lar; gene dış borçlar; durmadan artan borçlar... Gene Düyunu Umumiye İdaresi benzeri. Ame rikan Yardım Heyetleri, Konsorsiyum İdaresi; gene yabancı bandıralı zırhlılar, fazladan da Amerikan üsleri, gene kapitülasyonları andıran imtiyazlar. Ve gene özel teşebbüsle kalkınma teraneleri. Gene yabancı sermayeye övgüler, çağrılar. Gene Amerikan mandacılarının döl leri. Ve gene halkımızın dur, artık yeter diyen gür şeşi. Kurtuluş Savaşımızdaki sesi...
Kardeşlerim,
Çok acı çektik. Çok ezildik. Yüzlerce yıl ka nımızı verdik. Toprağımızı verdik. Üç kuruşu muzu verdik. Ağalara, beylere, içli-dışlı vur gunculara her şeyimizi sömürttük.
Ama artık bitti. Bütün uğursuzluklar bitti. Sömürme düzeni çözülüyor. Çöküyor. Yarın 10 ekim. Yeni bir gün doğuyor. Karanlıkları geride bıraktık. Yeni bir Türkiye’yi; çocukla rın güldüğü, yaşlıların çocuklara sevinçle bak tığı, emekçilerin, namuslu insanların Türki ye’sini kurmaya başlıyoruz. İşte, Türkiye İşçi Partisi; senin uyanışın, senin umudun, senin ışıklı yarınlara gür bir nehir gibi akan hareke tin, zafere yürüyor.
Kardeşim,
Sen artık biliyorsun. Kimin kimden yana ol duğunu biliyorsun. ‘Kimin toprağı ağalardan alıp sana dağıtacağını biliyorsun. Kimin Milli Geliri hakça bölüştüreceğini; kimin de aslan payını aldığını biliyorsun. Kimin yurt kapıla rını Amerikalılara açtığını; kimin petrolümü zü yabancılarla ortaklaşa sömürdüğünü ve ki min bunlara karşı çıktığını biliyorsun. Ve bil diğin içindir ki, 10 ekimde ilk adımı atıyorsun; Türkiye İşçi Partisi’yle Büyük Meclis’e giri yorsun.
Mardin’in Derik İlçesi; topraksızların, su suzların diyarı.
Mardin’in Derik ilçesinde; Demirci Horin
Usta, terzi Davut, ırgat Ali, ağaç gibi elleri, çatlak tabanları ve ışıl ışıl gözleriyle kapısının önünde Emine Bacı. Ve sizlerden binlercesi; bi zi, kurtuluşa inanmış insanların, kararlı rahat lığı ile karşıladılar. “Toprağa kavuşacağız” de diler. “ Suya kavuşacağız” dediler. “Çocukla rımızı okutacağız” dediler. “ Bu sefalet, bu ce hennem hayatı artık yetsin” dediler. Ve hep bir ağızdan “Bağımsız ve mutlu olacağız” diye haykırdık. Ve bu ses yüzbinlerin, milyonların ağzında, sevinçli bir türkü gibi gürleşerek; do ğu sınırlarımızdan Ege kıyılarına, Meriç’e ka dar; Karadeniz’den, Akdeniz’e kadar yankılar uyandırarak yayıldı.
Kardeşlerim,
Yarın 10 ekim. Halkımızın iktidara ilk adı mı atacağı gün. Oysa, hâlâ seni iktidardan uzak tutmak için çırpınanlar var karşında. Bu bozuk düzeni sürdürmek için direnenler var karşında. “Dağıtılacak toprak yok” diyenler var. “Yok sul köylüye toprak dağıtılması komünistliktir” diyenler var. “Petrollerimizi biz işletemeyiz” diyenler var. “Amerikan Kumpanyalarının im tiyazlarına ilişemeyiz” diyenler var. Yabancı sermayeye “Buyur” diyenler var. Amerika’ya “Otur, gitme” diyenler var.
Yok kardeşler, yok... Bu direniş sökmeye cek. Sömürücülük yürümeyecek. Görüyorsun, çözülüyorlar. Görüyorsun, güzel günlere gidi yoruz.
Kardeşler,
Türkiye İşçi Partisi; bir hareket, halkın ken di varlığını tanımasından doğan bir hareket, ikinci Kurtuluş Hareketimiz... Bak, nereden başladık, nereye geldik... Bir avuçtuk, yüzbin- ler öldük... Açılsın saflar, karşı konmaz hüner li ellerinle, sağduyunla, aklın ve mantığınla sen geliyorsun; emekçi kardeşim. Yarın Büyük Meclis’te artık sen konuşacaksın. Büyük Mec- lis’te, hiç duyulmadık bir ses yükselecek artık. Nasırlı ellerin, aydınlık kafan ve korkusuz yü reğinle sen, Türkiye’nin emekçi aydın insanı; karanlıklan sen yırtacaksın...
Dış politikada Atatürk yolunu yeniden sen tutacaksın.
Milli bağımsızlığımızı çiğneyen bütün anlaş maları sen yırtacaksın.
Yurdumuzdaki Amerikan üslerini sen kaldı racaksın.
Yurdumuzda hiçbir yabancı bayrak bir daha dalgalanmayacak. Ne Batı’nın, ne Doğu’nun baynğı...
Milli savunmamızı, yabancıya muhtaç ol madan, daha da güçlendireceksin.
Amerikalılara sömürtülen petrolümüze sen sahip çıkacaksın.
Yabancı sermaye talanına sen son verecek sin. Verginin ağır yükünü fukaranın sırtından alıp zengine sen yükleyeceksin.
Milli geliri hakça sen bölüştüreceksin. Emekçi kardeşim,
Doğu Anadolu’yu mahrumiyet bölgesi ol maktan sen kurtaracaksın.
Fukara çocuklarını bedava okutacaksın. Köy enstitülerini, köylünün sırtına yük olmadan ye niden sen açacaksın. Fukarayı doktorsuz, ilaç sız, bakımsız bırakmayacaksın; hastane kapı larında süründürmeyeceksin.
Bu toprağın bütün evlatlarına; ırkları, dille ri, dinleri, mezhepleri ne olursa olsun; hepsi ne, tam vatandaş olmanın gururunu sen kazan dıracaksın.
Herkesi mal-mülk sahibi edeceksin, ama kimsenin malına mülküne dayanarak başkala rım sömürmesine, ezmesine meydan verme yeceksin.
Ve en önemlisi; toprak hasretiyle yanan köy lüleri toprağa sen kavuşturacaksın, tefeciden, faizciden, sen kurtaracaksın.
Kardeşlerim,
Biz, Türkiye İşçi Partisi, senin partin, fuka ra partisi, emekçinin partisi; sömürücülüğe, sö mürgeciliğe; kapitalizme ve emperyalizme ke sinlikle karşıyız.
Biz bir toplumcu partiyiz.
Toplumculuk, kula kul olmaya son vermek demektir. Millet malı olan, millet eliyle işleti len koca fabrikalara kavuşmak demektir top lumculuk. Toplumculuk halkın efendiliği de mektir. Emeğin en yüce değer olarak tanınma
sı demektir toplumculuk. Toplumculuk hürri yet demektir. Toplumculuk ahlak demektir. Toplumculuk ilim demektir. Toplumculuk mil li bağımsızlık demektir. Kardeşler, emekçiler, işçiler, ırgatlar, azaplar, yürekleri korkusuz ay dınlar...
Türlü zanaatlerde çalışanlar, ellerinin ince hüneriyle, göz nuru ile gece gündüz bu vatanı vatan yapanlar...
Ey fakir-fukara, mübarek halkımız... Bu sefer kurtuluş tam olacak. Kırk harami lerin bir daha yabancılarla ortaklaşa bizi dize getirmesine meydan vermeyeceğiz.
10 ekimde ilk adımı atıyoruz. Yarın ilk adı mı atıyoruz. Türkiye İşçi Partisi Meclis’e giri yor, Türkiye İşçi Partisi Meclis’e giriyor. Emekçiler Meclis’e giriyor. Emekçiler Mec lis’e giriyor. Selama kalkın dostlar, kardeşler. Kara günleri arkada bırakıyoruz.
Yaşasın yarının mutlu Türkiye’si, yaşasın emekçi halkımız.
---- (i) 10 Ekim i 965 milletvekilleri seçimiyle ilgili olarak
yapılan radyo konuşmalarını TİP adına Aybar bu konuşmay la kapadı.
MEHMET ALI AYBAR
Babam için...
Mehmet Ali Aybar kızı Güllü ve Çiğdem Talu’yla Taksim Meydanı’nda.
G Ü L L Ü A YB A R
Bugün 14 temmuz cuma. Dün babamı toprağa verdik...içim acıyor.
Sabah 08.30’da Uğur Cankoçak aradı. Cum- huriyet’e babamı anla tan bir yazı yazmamı istediklerini söyledi. Çok zor. Çok zor, çün kü acım çok taze. Ben, bugün yalnız kalmak, •babamı ziyaret etmek, alışmaya çalışmak isti
yordum. Çok zor, çünkü ben babam hayattay ken bile ona olan sevgimi, hayranlığımı, düş künlüğümü, içimin nasıl titrediğini tam olarak belli edemedim. Şimdi bu kısacık zamanda na sıl yazıya dökebilirim bilemiyorum.
Benden neden babam hakkında yazı yazma mı istediler? Herhalde herkesin bildiği şeyle ri tekrarlamam için değil. Yani çok önemli bir bilim ve eylem adamı olduğunu, şanssızlığı nın, Türkiye’nin de başına bela olan ‘şablon kafalı, belkemiksiz’ aydınlarla çevreli olması olduğunu, 20 yıl öncesinden Sovyet modelinin yanlışlarını gördüğünü, buna rağmen kimsenin çıkıp da “Yahu adam haklıymış” demediğini falan yazmam gerekmiyor.
İnsan sevgisi
Düşündüğüm zaman, babamın en belirgin özelliği yufka yürekli olmasıydı. Ben küçük ken, Alphonse Daudet’nin ‘Değirmenimden Mektuplar’ adlı hikâye kitabından “Mösyö Se- guin’in Keçisi” adlı hikâyeyi okurdu bana. Ve her seferinde de beraberce ağlardık.
Sert görünümünün altında çok duygusal, in ce düşünen, insan seven, insana inanan, kin tutmayan bir adamdı. Hayatı boyunca benim de şahit olduğum birçok kazık yedi. Hem de çoğu dost kazığı. Bunlar onu çok yaraladı. A- ma insana olan inancını hiçbir zaman kaybet medi. Kendisini arkadan vuranlara gün geldi teker teker elini uzattı. Bunu kimileri anladı, kimileri de budalaca zavallı inatlarını sürdür düler. Ama o aldırmadı.
Esprili adamdı
Çok esprili bir adamdı, komikti, müthiş tak litler yapardı. Hani şu “ Haydi ne olur, Galata saray Lisesi’nde yatılı okurken geceleri diş ağ rın tuttuğunda seni götürdükleri Ermeni dişçi nin taklidini yapsana” diye tutturduğumuz tür den taklitler...
Cumhuriyet’ten geldiler babamın eski re simlerinden dialara çektiler. Şimdi etrafımda bi sürü eski fotoğraf, kitap ve babamın yaptı ğı resimler var. Oktay Amcamın (Rıfat) resmi ni yapmış; bir portre bir tane de bahçede otu- ruken bir resmi. Arkasında Kuzguncuk 1948 yazıyor. Oktay Amcam, Sabiha Yengem, an nem , babam ve ben yazlan Marmara Ada- sfn a giderdik. Çocukluğumun en güzel gün
leri Armutlu’da, Marmara Adası’nda, baba mın balık avlamaya gittiği, o zamanlar çok boş, çok güzel olan bu yerlerde geçti. Uğur, Güle- ren orada olurdu, bazen de Müzehher(Vanu) Teyze ve Vala(Nureddin) Bey. Benim boyuma yakın levrekler, karagözler vururdu babam. Ve akşam, mayonezini elleriyle yaptığı ziyafetler hazırlanırdı...
Nesli tükenmiş bir aşk
Yaptığı başka resimler de var etrafta. Nazım da babamı yapmış, 1950 Paşakapısı Ceza- evi’nde. Çok güzel bir hatıra, onu hemen çer- çeveciye götürmeliyim. Annemin de çok gü zel bir portresi var, iyi bir resim, tam annem. Annem çok güzel bir kadındı. Hayatım boyun ca hep şu lafı duydum arkadaşlanmın annele rinden babalarından:
“Ah! Sen Siret’in kızı mısın? Aman, annen ne kadındı, tabii sen de ‘çok şeker kızsın ama
annen ne dehşet güzeldi!” Annemle babam çok geç evlenmişler. 1947 şubatında. Çok âşık tılar birbirlerine. Öyle el ele göz göze bir aşk değil söz ettiğim. Geriye baktığımda yaşadık larından,’ yaşadıklarımızdan çıkarttığım bir aşk. Büyük bir aşk. Artık nesli tükenen insan ların yaşadığı, nesli tükenmiş bir aşk.
Evlendiklerinde babam hapse girip çıkıyor muş, beş paralan yokmuş ve yine de Kuzgun cuk’taki eski dede evinde bütün aile çok eğle nirlermiş. Pek de çocuk yapmaya niyetleri yok muş. Ama, annem kırkı geçip babam da elliye yaklaşınca aslında çocuk istedikleri kafalan- na son anda dank etmiş galiba! Çok zor bir do ğum olmuş 1956 yılbaşında; doktor doğumha- nede uzuh bir süre kaldıktan sonra dışan fırla mış ve babama “Kannızı mı yoksa bebeği mi kurtaralım” diye sormuş. Babam “Tabii kan- mı kurtann” demiş. Sezeryen yapılmış, ben de galiba kendi çabalanmla kurtulmayı başarmı şım! Babam çok çocuk severdi, bütün çocuk
lar da babamı. Herkes tepesine çıkardı, ben de kıskanıp somurturdum. Ama onun bana hep içi titrerdi biliyorum, Galiba bir tek (torunu) Me- mo’yu benden fazla sevdi. Ya da sevgisini sı nırlamadan gösterdi ona. Ne mutlu Memo’ya böyle bir dede ve böyle bir sevgiyi kısa da ol sa yaşadı.
67-80 yılları arasında, önce babam milletve kili olduğu için daha sonra da ben Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde okuduğum için Anka ra’da oturduk ‘Her fırsatta kendimizi İstan bul’a atarak!’ Önceleri annem ve benim için alışması çok zor oldu. Tabii, şimdi düşünüyo rum da asıl annem için çök zordu. Yabancı bir şehir, yabancı insanlar, sürekli Anadolu’da “taşlı, sopalı” saldırılara uğrayan bir koca ve ortaokula giden bir kız çocuğu. Annemin çek tiklerini sonradan anladım. Çünkü o zamanlar hep kuvvetli, hep güler yüzlü, hep çok tatlıy dı, Paris Caddesi’nde Kuledibi BitPazan’ndan ve Kuzguncuk’taki evden gelen eşyalarla dö şediği küçük, sempatik bir evimiz vardı.
Her şeye rağmen mutlu, coşkulu yıllardı. Ama düşünüyorum da tam yetişme çağımda hep babam uzakta olduğu, evdeyken de haya tımızda sadece politika olduğu için bende re aksiyon oluştu. Hiçbir zaman politikaya ilgi duymadım. Babamla her zaman çok
gurur
duydum, ona sonuna kadar hak verdim ve inandım. Ama onu üzecek şeyler de yaptım. Yalnız yılların intikamı mıydı acaba küçük ka- famca?! Ben onu üzdüm, ama o beni hiç üz medi. Beni hiçbir şey için zorlamadı. Kendi ha lime bıraktı. Bir ara lisede sınıf koşularında bi rinci oluyordum. Bunun üzerine beni bir gün stadyuma götürdü ve kronometre tutarak koş turdu. Herhalde Türkiye bayanlar rekoruna çok uzaktım ki bir daha zorlamadı!!*
Vietnam Savaşı’nda
Babam birgün Bertrand Russell Vakfı’ndan bir mektup aldı. Russell Mahkemesi’nin bir üyesi olarak Vietnam’da Amerika’nın jenosit (soykırım) suçunu işleyip işlemediğini tesbit etmek üzere Vietnam’a davet edildi. Korkunç onur verici bir olaydı. Ama gittikten sonra an nemle çok da korktuk. Savaş bütün hızıyla de vam ediyordu ve hiç haber alamıyorduk. So nunda müthiş hikâyelerle geri döndü. Hikaye lerin çoğu tüyler ürperticiydi, ama aralarında bir de trajikomik bir hikâye vardı:
Hanoyi’de sokaklarda tek kişilik sığmaklar varmış. Günlük hayat devam ediyor, bir hava akını olduğunda insanlar yoldaki lağım kapa ğı gibi kapakları kaldırıyorlar,tek kişilik sığı nakta ayakta durup kapağı üstlerine kapatıyor- larmış. Mahkeme heyetine de bu öğretilmiş. Ve bir gün babam yolda yürürken sirenler çalmış ve herkes bir sığınağa koşmuş, tabii babam da bir kapak kaldırıp kendini içine atmış. Fakat kapakların derinliği ortalama bir altmış bo yundaki VietnamlIlara göre yapıldığı için bi r- seksen beş boyundaki babamın neredeyse bel den yukarısı dışarıda kalmış, kapağı kafasına tutup öylece beklemiş(!) Her zaman çok şık bir adamdı. Müthiş yakışıklı, vücu- ^
dunun doğal olarak iyi kullanan ve şık. Sultan Hamamfndan Dündar Amcamın getirdiği ku maştan diktirilen on yıllık ceketini öyle bir ta şırdı ki sağcı gazeteler, “Aybar’m İngiliz ku maşından elbiseleri” diye akıllarınca çamur atarlardı. Son günlerinde evi yandığı için ben de kalıyordu. Sabah giyinirken lacivert pan tolonunun üzerine yakışan bir kravat bulamaz sa huysuzluk ediyordu. Ben de yanan eve gidip
dolaptan istediği kravatları, gömlekleri taşıyor dum. Babamı, hastanede yattığı dönemler haricinde hiç pijama ile görmedim.
1987’de “evlendiklerinin kırkıncı yılında” annemi kaybettik. O günden sonra babam hayattan sıkıldı. Yaşamak istemedi. Allahtan kısa bir süre sonra Memo dünyaya geldi ve babam yeniden hayata bağlandı.
Fakat bu ancak yedi sekiz sene devam
edebildi. Kalbi tekliyordu, ameliyat istemedi, ilaçlarını almadı. Hastanede bir hafta hiç yemek yemedi ve sürekli uyudu. “Serumla bir yere kadar besleyebiliriz, bize hiç yardım et miyor” dedi doktoru. 10 temmuz pazartesi günü ilk defa iyiyi di. Biraz yemek yedi, bizim le konuştu. Ve birdenbire beni bıraktı, gitti. O anda öldüğünü anlamadım. Sadece nefesi belirsizleşti ve birden yüzü gençleşti.
Şimdi herkes beni “ Baban çok güzel çok dolu yaşadı. Artık çok yaşlanmıştı ve hâlâ eli ayağı tutar, kafası çalışırken ölmeyi isterdi” falan diye teselli etmeye çalışıyor. O benim babamdı... Hep genç, hep güzel, hep şık, hep gururlu, kendine yeten, her zaman kucağına oturduğum canım babam...
Bugün birgazetede birbaşlık gördüm: HER ÖLÜM ERKEN...
Nazım Hikmet’in 1950’de yaptığı yağlıboya Aybar portresi.
87 yıl
1908:
İstanbul’da doğdu. Babası Tahsin Bey, Annesi Aliye Hanım. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okudu.1931:
Atletizmde 200 m. Balkan rekorunu kırdı.1936:
İstanbul Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Asistanı.1939:
Hukuk Doktoru.1942:
Devletler Hukuku Doçenti.1945:
Vatan Gazetesi’nde demokrasi üzerine yazılar.1946:
Doçentlik görevine son verildi.1947:
Siret Uncu ile evlendi.1947:
Haftalık Hür gazetesini yayımladı.1947:
Hür Gazetesi Sıkıyönetim tarafından yasaklandı.1947:
İzmir’de Zincirli Hürriyet gazetesini yayımladı.1947:
Truman Doktrini’ne ve ABD ile imzalanan ikili antlaşmalara karşı çıktı.1947:
Polis baskısı nedeniyle İzmir’de matbaalar, Zincirli Hürriyet’i basmayı kabul etmediler.1948:
Sıkıyönetim kalktığı için Zincirli Hürriyet’i İstanbul’da yayımladı. Ancak polis baskısı nedeniyle dergiyi basacak matbaa bulamadı. 9ÖZ E L EK
MEHMET ALİ AYBAR
O ’nun aydınlığında
YA ŞA R K E M A L
Aybar üstüne konuşmak hem çok kolay hem de çok zordur. Çok kolay, çünkü Aybar ülke mizde doğmuş kuyrukluyıldızlardan biriydi. Onun parlaklığını görmek, anlatmak kolay bir iştir. Kişiliği birçok insanı etkileyen bir gör kemdi. Düşüncelerini kolaylıkla anlatıyor, çok güzel, tutarlı bir Türkçe konuşuyordu.
Aybar, 8 yıl Türkiye İşçi Partisi Genel Baş kanlığı yaptı. O partinin hem genel başkanı hem öğretmeni hem de her yönüyle bir üyesi kimliğindeydi. Başlangıç yıllarında partide yapmadığı hemen hemen hiçbir iş yoktu. Bü yük Millet Meclisi’nde sekiz yıl kaldı. O dev rin milletvekilleri, bakanlan hep söylüyorlar, Aybar’ın Meclis’teki varlığı bizim için bir övünç kaynağıydı. O, davranış ve konuşmala- nyla Meclis’in düzeyini yükseltmişti. Bu da salt benim kanım değil. Ve bu kuyrukluyıldı zın parlaklığını anlatmak çok kolay. Şu Ay- bar’ın görkemini anlatmak, eğer işi o yana dö kersem, gene yineleyeyim, çok kolaydır. O bü yük kişiliğin görkemini kör gözler bile görür dü. Görüyorlardı da.
Yalnız Aybar’ın en önemli yönü görkemli
kişiliği değil. O kişiliğin altında daha büyük bir kişilik, daha büyük bir görkem var. Aybar, derinlemesine düşünen, araştıran, yaratan bir bilim ve düşünce adamıydı. İnandığı düşünce ler, yılların birikiminin ürünüydü. Düşüncele ri sağlam ve kapsamlıydı. Düşüncenin sağlam ve kapsamlı olması Aybar’a hiçbir zaman yet mezdi. O sağlam düşünceler ona, en önemli si, yaratma olanağı veriyordu.
Bir düşünce, bir kavga adamının, kendi dü şünceleri ve kavgası üstüne yürümesi dünya nın en zor işlerinden birisidir. Aybar bütün ya şamı boyunca kendi kendinin üstüne yürümüş tür. Bu, her babayiğidin üstesinden geleceği bir iş değildir.
Andre Cide’den Ignasio Siline’ye, Arthur Köstler’e kadar. Bunlar dokuz on Marksist ya
zardılar. Sovyetler Birliği’nin ilk olarak, düş ledikleri bilimsel sosyalizmi kuramadığını gördüler, düşüncelerini dünyaya açıkladılar. Bunun üstüne bütün dünyada kıyametler kop tu. Bu yazarların ne hainlikleri, ne döneklik leri, ne satılmışlıkları kaldı. Bu yiğit, namus lu insanların paçavralarını çıkardılar.
Bu yazarlar, kendi düşüncelerinin, kendile rinin üstüne yürümüşlerdi, başlarına nelerin
geleceğini bile bile. Bu oyun dünyanın gözle rinin önünde oynanıyor, büyük yazarlar insan lığın vicdanında yok edilmeye çalışılıyordu. Bugün bile insanlığın vicdanı olmuş o insan lar, daha bellerini doğrultamadılar. Oysa insan vicdanının timsali olmuş bu kişiler, bunca acı çektirilmiş bu kişiler, insanlığımızın onuru olarak ulu bir ışık gibi her daim üstümüzde patlamalıydılar. İnsanlık onları unuttu. Sosya listler bile bu büyük dostlarını unuttular gitti ler. Ama onlar büyük yazarlar olarak yaşıyor lar, sonuna kadar da yaşayacaklar. Dünya ça ğımızda Sırat Köprüsü’nden geçiyor. Mazere timiz var. Bundan sonra, dünya azıcık durulur sa, bu büyük yazarların ışığı çoğalarak insan lığımızı aydınlatacaktır. Onlar bir umuda de ğil, bir baskı düzenine ilk baltayı vurdular. Ve insan aklının, yüreğinin önderleri oldular.
Ülkemizin başındaki bela, düşünce kısırlı ğıdır. Her şey bir ezbercilikten geliyor, başka bir ezberciliğe gidiyor. Bu insanoğlu için bir yabancılaşma, bir yozlaşma, bir çürümedir. Yaratıcılık gücünü yitilmiş bir insan soyu tü kenmiş demektir. Bir ülkenin bu duruma düş mesi, düşürülmesi, yaşamdan da umudunu kesmesi, mutluluğunu tüketmesidir. ^
10
1948:
Cumhurbaşkanı’na yazı ile hakaretten l ve 3 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.1950:
Genel afla cezaevinden çıktı.1952:
İstanbul’da avukatlığa başladı.1956:
Tek çocuğu olan Güllü doğdu. (I Ocak)1962:
Türkiye işçi Partisi (TİP) Genel Başkanı oldu.1965:
İstanbul’dan TİP milletvekili seçildi.1966:
ABD’nin Vietnam’da işlediği soykırım suçlarını incelemek üzere kurulan Russel Mahkemesi’nce kurulan heyetin başkam olarak çağrıldı.1967:
Russel Mahkemesi’nce kurulan heyetin başkanı olarak savaşıma devam etti. Kuzey Vietnam’a gitti. Hazırladığı raporda ABD’nin Vietnam’da soykırım suçu işlediğini öne sürdü. Russel Mahkemesi, ABD’yi Vietnam’da soykırım suçu işlemekten mahkûm etti.1968:
Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm adlı kitabı yayımlandı.1969:
İstanbul’dan TİP milletvekili seçildi.1969:
TİP Genel Başkanlığı’ndan istifa etti.1970:
TİP’ten istifa etti.1971:
15 - 16 Haziran olaylarında DİSK’in avukatlığını yaptı.1973:
12 Mart’tan Sonra adlı kitabı yayımlandı ^1966 seçimlerinde Aybar oy kullanıyor.
MEHMET ALİ AYBAR
1963 yılında Aybar T C K ’nın 142. maddesinden yargılanmıştı. Avukatlarıyla mahkemede.
Şu anda ülkemiz çok çok kötü du rumda. Allah, düşmanımız olsa da, hiç bir ülkeyi bu duruma düşürmesin. Umutlu bir insan olmaya çalıştım her zaman. Ve her şeye karşın da umutlu ol mam için birçok sebebim vardı. Şöyle ki: Dünyanın en ileri eğitim düzenini temsil eden KöyEnstitüleri’ni ülkemiz insanları başta İsmail Hakkı Tonguç,
İnönü, Haşan Âli Yücel ve arkadaşlan
yaratmışlardır. İnsanlık bundan sonra insan gibi savaşsız, sömürüşüz bir dün yada yaşayacaksa Köy Enstitüleri eği tim düzenine geçmek zorundadır. Ve bu düzen, dünyada ilk olarak Türkiye’de yaratılmış ve uygulanmıştır.
Bu büyük yaratıcılardan biri de Ay- bar’dır. Aybar, çağımızın en büyükleri gibi kendi üstüne, sosyalizmi dogma gi bi gösterenler üstüne yürümüştür. Bu kolay iş değildir. Aybar da sosyalizm üstüne yarattığı sağlam düşüncelerin den dolayı horlanmış, başına olmadık işler açılmış, dahası da küçümsenmiş tir. Ama Aybar bütün bunlardan hiç yüksünmemiş, karşısındaki karanlık du varının üstüne yürümüş, gerçeğin ay dınlığını dağıtmayı sürdürmüştür, taaa ölünceye kadar. Ülkemizdeki sosyalist lerin hemen hemen hepsi dogmatikti. Körün değneğini bellediği gibi birtakım slo ganlar bellemişlerdi. Vay karşı koyana; ne ha inliği, ne satılmışlığı kalıyordu. Sosyalizmin demokratik ilkelerinden hemen hemen hiçbi rimizin haberi yoktu. Aybar, sosyalizmin de mokratik ilkeleri düşüncesini ortaya attığında hepimiz apışıp kaldık. Bu da ne ola ki? Aybar durmadan konuştu, durmadan yazdı. Bağım sız sosyalizm düşüncesini ülkemizde ve dün yada ortaya atan ilk kişi de belki Aybar’dı. Son ra tabuları yıktı. Leninizm, ona göre sosyaliz min demokratik ilkelerini göz ardı etmişti. Yı- kılmaya mahkûmdu. Aybar, tabuları yıkıyor du. Dokunulmaz Lenin’e karşı çıkıyordu. Le ninizm üstüne bir de kitap yazmıştı. Aybar git tikçe yalnız kalıyordu. Yanı yöresi yavaş ya vaş boşalıyordu. O, yalnızlığı, tek başına kal mayı göze almıştı. En yakın kavga arkadaşla rının onu bırakması ona çok acı veriyordu. O, arkadaşlarını, özellikle sosyalist arkadaşlarını çok severdi. Ama düşünceleri uğruna buna da katlanıyordu. Başka hiç mümkünü, çaresi kal mamıştı.
Bir de sosyalist partilerin kuruluş biçimleri yanlıştı. Hiçbir sosyalist parti yukarıdan aşa ğı kurulmamalıydı. Bir sosyalist parti kurulsa kurulsa yukarıdan aşağı değil, aşağıdan yuka rı kurulmalıydı. Sovyet Sosyalist Partisi yuka rıdan aşağı kurulmuş, sonunda da dogmatik bir parti olmuş, kişi diktatoryasına varmış dayan mıştı.
Partide, yani Türkiye İşçi Partisi’nde bir uy gulamaya geçildi. Parti yönetiminin yüzde el li biri kol işçilerinden olacaktı. Bunu onunla çok konuştuk. Bence Türkiye gibi bir yerin koşulunda böyle bir uygulama başarılı ola mazdı. Çünkü parti içinde işçiler ağırlıklarını koyacak durumda değillerdi. Bu uygulama ya pay kalıyordu. Ama o inat ediyordu. Bir kıvıl cımdı bu uygulama, işçiler ağırlığını koyduk larında da gerçek bir sosyalizme ulaşılabilir di.
Aybar’m bu düşünceleri, o günlerde yalnız Türkiye için değil, dünya için de yeniydi. Şu
nu demek istemiyorum: Aybar’dan önce bu düşünceleri ortaya atmış hiç kimse yoktur de miyorum. Büyük Marksist savaşçıların, düşü nürlerin bir kısmı buna benzer düşünceler or taya atmışlar, tutturamamışlardı. Sovyet dü zenini tutanlar ağırlıklarını koymuşlardı. İşte Aybar bu ağırlığa karşı koydu.
Aybar’m düşüncelerini böyle birkaç yazıy la anlatmanın olanağı yok. Biliyorum. İşte zor luk burada. Ben yalnız bir iki ipucu vermeye çalıştım burada. Eğer bir gün ülkemiz sağlığı na kavuşursa Aybar üstüne çok araştırmalar yapılacak, onun üstüne çok kitaplar yazılacak tır.
Aybar, bundan sora da yaratmasını sürdüre cek; düşünce tarihimizin en ödünsüz, yiğit, ça lışkan, kılı kırk yaran büyük, yaratıcı bir usta sı olarak kalacaktır. Aybar’m kitapları sağlı ğında dünya dillerine çevrilseydi, dünya dü şüncesine de etkileri olacak, sosyalizm düşün cesi daha sağlıklı bir yola çok önceden gire cekti. O, çağımızın büyük Marksist düşünür lerinden biri olarak dünyamızda da her zaman etkisini sürdürecektir. Göreceğiz, ülkemizde ve dünyada Aybar’ın yalnızlığı, bundan sonra bitecektir. Sanıyorum ki, Aybar, bunun böyle olacağının bilincindeydi. Son aylarına kadar da sosyalizmin demokratik ilkelerini Lenin’in nasıl hiçe saydığı üstünde, Lenin’in kitapları nı didik didik ederek çalışıyor, tüyler ürperti ci yazılarını bulup çıkanyordu.
Aybar’la elli yıldan fazla, kesintisiz, sürdü dostluğumuz. Onun kişiliğini sanıyorum ki bu elli yılda birazcık olsun kavrayabildim. Ona ağıtlar yakmayacağım. O, ağıt istemeyecek ka dar yaşamayı hak etmiş bir büyük kişiliktir. İn sanın gene de onun ölümü üstüne yüreği ya nıyor. Onunla ilk tanıştığımız günden bu ya na ne kadar öğretiler konuşmuşsak, o kadar da edebiyat konuştuk. İki anımı anlatmak iste rim.
Gençliğimde yazmakta çok titizleniyordum. Örneğin, ilk hikâyelerimden biri olan Bebek hikâyesini dokuz kez yazdım. Öyle küçük bir
hikâye de değil; uzun, otuz sayfalık bir hi kâye. Aybar, hikâyelerimi, romanlarımı böyle bir çabayla yazdığımı biliyordu. Bir gün “Ortadirek”i bitirmiş, ona birkaç bölüm okumuştum. “Bu böyle ama,” de dim, “bu romanı yemden bir daha yaza
cağım.” Aybar, bu romana ince Memed’le
birlikte 1947’de başladığımı biliyordu. Bana dedi ki: “Bunu bir daha yaz, ama
bu son olsun, bir daha yazma. Sen böyle gidecek olursan, ömrünün sonuna kadar birkaç hikâye, birkaç roman yazabilirsin ancak.” Aramızdaki tartışma birkaç gün
değil, haftalarca sürdü. “Çünkü,” diyor du, “insan yazarak olgunluğa vanr. Bir ro
man üstünde yıllarca çalışarak değil.” Ve
benim aklıma bu düşünce yattı. Artık bir roman üstünde, ıcığını cıcığını çıkararak eskisi kadar çalışmadım. Böylece de epeyce romanım oldu. Eskisi gibi gitsey- dim şimdi elimde ancak üç dört roma nım olabilirdi. Hep düşünüyorum, eski huyumu sürdürseydim, romanlarım daha mı güzel olurdu, hiç sanmıyorum. Bir anımı anlatayım da yazımı bitireyim: Russell Mahkemesi, diye bir mahkeme kuruldu. Mahkemenin üyeleri dünyanın büyük bilim adamlarından oluşmuştu, iç lerinde J.P. Sartre gibi büyük yazarlar da vardı. Aybar da bu mahkemeye üye seçil mişti. Aybar mahkemeden iki arkadaşıyla Vietnam’a gönderilmişti, Amerika’nın Viet nam’da insanlık dışı uygulamalarını saptamak için.
Vietnam dönüşü, Yeşilköy Havaalanı’nda partili arkadaşlarla büyük bir kalabalık onu karşıladık. Çok heyecanlıydı, bana dedi ki:
“Haydi, bizim eve gideceğiz, sana, belki de sabaha kadar, anlatacaklarım var.”
Eve gittik, koltuğuna oturur oturmaz anlat maya başladı. Bütün geziyi anlattı. Anlattık ları korkunç şeylerdi ve Aybar o kadar üzgün dü ki anlatırken, ben ne yapacağımı şaşırdım. Birkaç kez, “Başkan artık geç oldu, gerisini
yarın anlatırsın” dedim. Sözlerimi duymadı
bile.
“Kuzeyde, bir cip içinde güneye iniyorduk. Tam yola çıkmıştık ki Amerikan uçakları gözüktü. Biz cipi bıraktık, ırmağın kıyısındaki yarların altına gittik sığındık. Birden ortalık cehenneme döndü. Uçaklar gidince baktık ki bizim cipin yerinde yeller esiyor. Güneye kadar üç dört kez Amerikan uçaklarının saldırısına uğradık. Sonunda güneyi bulduk. Napalmdan yanmış hastalan görmek için hastaneleri dolaşıyoruz. Bir küçük kasabaya vardık. Sed yeyle bir hasta getirdiler, önümüze koydular. Bu, yaşh bir kadındı, yan ölüydü. Doktora sor dum, bu kaçıncı derece yanık? Doktor, üçün cü derece, dedi. Şu anda sıcak kaç derece? Kırk dereceden çok, dedi doktor. Nereden getirdiniz hastayı? On kilometre öteden. Bu sıcakta üçün cü derecede yanık bir yaşh insan ölür mü ölmez mi? Ölür, dedi doktor. Birkaç gün sonra baş kumandan Giap’la yemekteydik ve yan yana oturmuştuk. Olayı anlattım ve dedim ki: Biz yüzlerce kilometre güneye kadar indik, ölüm lerden döndük. On kilometre daha gidemez miydik? Sustu kumandan. Kendimi tuta madım, sayın kumandan, dedim, bu yapılan lar hep sosyalizmin zaferi için değil mi, diye sordum. Kumandan susuyordu.
Kumandan, dedim, biliyoruz, insan sos yalizm için değil, sosyalizm insan içindir.”
Dedesinden kalma, babası ve amcasının hissedar olduğu Kuzguncuk’taki köşkte 1965’te milletvekili seçilene kadar oturdu. Amcasının eşinin ölümüyle hissesi Darüşşafaka’ya geçti. Darüşşafaka izale-i şuyu ile köşkü sattı.
Eşi Siret Hanım ’la kızkardeşine babalanndan Bebek’te bir köşk kaldı. Bu köşk ve bahçesi satıldı.
Bahçesinde yapılan bir apartmanda Siret Hanıma iki daire hissedar olarak kaldı. Aybar, 1980 yılından sonra da bu apartman dairesinde yaşadı. Eşi Siret Hanım’ın ölümüyle bu iki daire kızı Güllü ile Mehmet Ali Aybar’a intikal etti. Emekli maaşından başka geliri yoktu.
TİP ’in 1965 İzmir mitingi.
1973:
Marksizm’de Örgüt Sorunu adlı kitabı yayımlandı.1975:
(SDP) Sosyalist Devrim Partisi’ni kurdu ve Genel Başkanı oldu.1979:
Marksizm’de Örgüt Sorunu adlı kitabı yayımlandı.1982:
DİSK davasında avukatlık yaptı.1987:
Eşi Siret Hanım öldü.1987:
Torunu Memo doğdu.1987:
Neden Sosyalizm adlı kitabı yayımlandı.1987:
Neden Sosyalizm adlı kitabı yayımlandı.1988:
Üç ciltlik TİP Tarihi kitabı yayımlandı.1989:
Uğur Mumcu, Aybar ile Söyleşi adlı kitabı yayımladı.1995:
Kalp yetmezliği nedeniyle İstanbul’da öldü.Malvarlığı
1963 TİP Genel Merkezi’nde parti kurucuları Şaban Yıldız ve Kemal Türkler’le Aybar.
Ö Z E L EK
MEHMET ALİ AYBAR
Ö zle m ve sevgiyle...
NAZİFE C E M G İL
A D N A N C E M G İL
Bir dostun ölümününhemen ardından, insa nın duygu ve düşüncelerini dile getirmesi ko lay değil, Bu, sadece uzun sürmüş bir kişisel yakınlığın öyküsü olsaydı rahatlıkla yapılabi lirdi.
Ne var ki Mehmet Ali Aybar’la on yıla ya kın bir siyasal yaşam beraberliği söz konusu olunca, karmaşıklaşır.
Dostluk ilişkileri alanında Mehmet Ali Ay bar son derece vefalı, yalnız iyi günlerde de ğil, acılı zamanlarda da candan yakınlık gös teren sevecen bir insandı. Oysa düşünsel ve si yasal yaşamı söz konusu ise çetin bir uğraş olur Mehmet Ali Aybar’ı anlatmak.
Bunun başlıca nedeni, onun çok cepheli ki şiliğidir. Bu bakımdan sıcak dostluğunu her an anımsarken, siyasal mücadele yıllan, yani TİP günlerindeki parti çalışmaları bağlamın da ayrı bir nitelikte olur. Gerekli gördüğümüz bu girişten sonra Mehmet Ali Aybar’la ilişki lerimizi bir zaman akışı içinde, bu kısa yazı nın olanağı ölçüsünde, anlatmaya çalışalım.
Adnan Cemgil, Aybar’la 1939 sonunda ya da
1940 başlarında Ankara’da tanıştı. Mahmut
Dikerdem’in evinde. Dikerdem, Aybar’ın Ga
latasaray Lisesi’nden arkadaşıydı. Çok sever di onu. İlk oğluna, “Mehmed Ali” adını ver mişti.
Mehmet Ali Aybar’la bizim ilişkimiz daha sonra iki alanda sürer. 1950 ile 1960 arasında ki dönemde, Aybarlar’a yaptığımız seyrek zi yaretler ve daha sonra Türkiye İşçi Partisi’nde ilk ziyaretimiz Paşakapısı Hapishanesinde ol du. Mehmet Ali Aybar burada hükümlü olarak
bulunuyordu. Askerliği sırasında Kayseri’de ki bir gazetede yayımlanan yazısı yüzünden. Yazıda CHP’nin baskıcı yönetimini eleştiri yordu. Bu yazının bir yerinde, “Devlet başka
nı (Milli Şef) irticai teşvik ediyor” deniliyordu.
Gerçekten de o yıllarda, Ankara köylerinde tü reyen ve Ticani şeyhi olduğunu ileri süren Ke
mal Pilavoğlu adlı biri, din sömürüsü yaparak
CHP’nin propagandasını yapıyordu. İşte buna değinen yazısından ötürü Mehmet Ali Aybar, TCY’nin 159. maddesi uyarınca hapis cezası na çarptırıldı.
Paşakapısı’nda Mehmet Ali Aybar’la birlik te Nâzım Hikmet’le de karşılaşınca hem şaş tık hem sevindik. İkisi de duvarlar arasında değilmiş gibi neşeli görünüyorlardı. Mina Ur
gan da ziyarete gelmişti.
Aybarlar, Kuzguncuk’ta Baba Nakkaş’taki köşklerinde otururlardı. Zaman zaman da Si
ret Aybar’in Bebek’teki evinde kalırlardı. İşte
biz, birkaç kez, oraya konuk olduk. O sıralar da -1950 öncesi günlerde- Aybar, kişisel dav ranışlarıyla demokrasi mücadelesi veriyordu. Bu yüzden, bir gün tutuklanarak Davutpaşa Kışlası’na kapatılmış, bir süre sonra da ser best bırakılmıştı.
İşte bu olaydan sonra gittiğimizde Aybar lar’a Sıdıka ve Ruhi Su da gelmişlerdi.
Yukarda değindiğimiz gibi Mehmet Ali Ay bar’la ilişkimizin ikinci evresi TlP’te çalıştığı mız yıllarda sürdü. Burada, partinin bütünlü ğünü simgeleyen Mehmet Ali Aybar’m yanın daydık. Gerekli ve zorunlu tartışmaların sını rını aşarak partinin sarsılmasına yol açabilecek davranışların karşısmdaydık.
Ama kimilerinin sandığı gibi “Aybarcı” (!) değildik. Partinin temel ilkelerinde ayrılma
makla birlikte, genel başkanın kimi düşünce ve önerilerine karşı çıkmaktan, düşünce ve eleş tirilerimizi açıklamaktan geri kalmadık.
Kamuya mal olmuş bir düşünce ve siyaset adamının ölümünün ardından, iyi niyetle de ol sa, abartılı öyküler sıralamak o insanı yücelt mez. Biz bu anlayışla -ve bu kısa yazının el verdiği ölçüde- Mehmet Ali Aybar’ı anlatma ya çalışacağız. Önce şu saptamayı yapalım: Genel Başkan Mehmet Ali Aybar, TİP’e çok sıkı bağlarla bağlı olanlar arasında en çok ça lışan insandı.
TİP’in BabIâli’deki ilk genel merkezinde ka loriferler yanmadığı için buz kesen salonda, paltosunu omuzlarına atmış olarak gün boyun ca çalışırdı. Güncel olaylar üzerinde partinin görüş ve yorumlarını açıklayan basın bildiri leri yazardı. En yakın yardımcısı da Genel Sek reter Dr. Nihat Sargm’dı. Bu bildirilerin gaze telere ve radyoya iletilmesini sağlardı.
Mehmet Ali Aybar, çözümü güç bir güncel, siyasal sorunla karşılaştığı zaman başkanlık kurulunu toplantıya çağırır, arkadaşlarına danışır, onların görüşlerini alırdı. Bu toplan tılarda Behice Boran önde yer alırdı.
Mehmet Ali Aybar, eşine az rastlanır bir konuşmacı, eski deyimle bir hatip idi. Taksim Alanı’nı dolduran onbinlere, önünde hiçbir kâğıt olmadan, partinin görüşlerini aktarırdı.
Genellikle uzlaşıcı olmakla birlikte, hoşuna gitmeyen düşünce ve önerilere sert tepki gös terir, bu yüzden çevresinde tedirginlik yaratır dı. Bu da otoritesini sarsmasa bile, az çok göl gelemiş olurdu.
Bu kısa yazıya son verirken aziz dostumuz, değerli düşün ve siyaset adamı Mehmet Ali Aybar’ı özİem ve sevgiyle anıyoruz.