• Sonuç bulunamadı

Devrimci bir bilim adamı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Devrimci bir bilim adamı"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

21 T E M M U Z 1995 C U M A

Okurlarımıza parasız ek

Cumhuriyet

Mehmet

Ali Aylıai

1

özel eki

Kaleminden

sosyalizm üstüne

düşünceler

2,3,4,5,6 ve 7. sayfalarda

ARDINDAN

Güllü Aybar

Yaşar Kemal

Nazife Cemgil

Adnan Cemgil

Oral Çalışlar

Tarık Ziya Ekinci

Mehmet Ali Aslan

Kemal Nebioğlu

Cenan Bıçakçı

Yıldız Sertel

Gençay Gürsoy

Uğur Cankoçak

Halit Çelenk

Ali Nadir Savaşer

Cem Atabeyoğlu

Moris Gabbay

(2)

Aybar sosyalizmi anlatıyor

' ---1 MEHMET ALİ AYBAR [---:---;

Mehmet Ali Aybar torunu Memo ile parkta top oynarken.

Kitaplarından alıntılar:

Sovyetler’deki

bürokratik

yozlaşmanın

nedeni, sosyalist

demokrasinin

olmamasındandır

Devlet gücünü “doğrudan emekçiler” adı­ na kullanan “öncü”lerin işçilerden, köylüler­ den, emekçilerden kopması, bağımsızlaşması halinde ise sosyalizm yozlaşır, bürokratik bir nitelik alır. Hatta kimi Marksist yazarların id­ dialarına göre bir yeni burjuva sınıfı doğar ve rejim kapitalizme dönüşme tehlikesiyle karşı­ laşır.

Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik yozlaş­ ma, yeni devlet biçimi olan Sovyet sisteminin, yani işçilerden ve köylülerden oluşan meclis­ lerin devlet yönetimindeki rolünü gittikçe za­ yıflatmış, sembolik hale getirmiştir.

Devrimden bu yana yarım yüzyıl geçmiş ol­ duğu halde, işçiler, köylüler, emekçiler yaşam­ larının üretiminde, hâlâ egemen değillerdir, hâlâ sosyalist demokrasi boş bir sözden iba­ rettir.

Bize göre ekim devrimi ve sonraki gelişme­ ler sosyalizme nasıl geçilebileceğini değil, na­ sıl geçilemeyeceğini gözler önüne sermiştir. Lenin’in savaş örgütü Çar iktidarını yıkmış, a- ma sosyalizme giden yolu da tıkamıştır. Son­ ra salt buıjuva iktidarının devrilmesi ve dev­ let ele geçirilince üretim araçlarının kamulaş­ tırılmasından ibaret bir reçete ile her işin ken­ diliğinden yoluna gireceği düşüncesi ile yak­ laşılması da yanlış olmuştur.

Seçimle iktidar

hiç değilse teorik

olarak vardır

Merkezci buıjuva devleti, genel seçim ilke­ sinin kabul edilmesi ile demokratik bir görü­ nüm kazanmıştır. Bu küçümsenmemeli. Genel seçimler dolayısıyla burjuvazinin merkezci ik­ tidarının değişmesi, totaliter bir iktidar olmak­ tan çıktığı gibi giderek iktidarın emekçilere geçmesi olasılığı da belirmiştir.

Hiç değilse teorik olarak bir olanak ortaya çıkmıştır. Beri yandan kapitalizmin temel çe­ lişkisi, emekçi yığınların örgütlenerek bilinç­ lenmesine yol açtığından iktidar değişikliği olasılığı, her gün biraz daha gerçek olmaya yüz tutmuştur.

Böylece işçi sınıfının sosyalizm için müca­ delesi, demokrasi mücadelesi ile iç içe yürü­ tülmüştür. Kapitalist temel bir yandan buıju- va ideolojisine ve devletine can verirken, bir yandan da sosyalist ve buıjuva devletine kar­ şı bir harekete de can vermiştir.

Böylece kapitalist toplumda, kapitalizmin yerini alacak sosyalist ilişkilerin ideolojisi doğmuş ve burjuva merkezciliğine karşı olan işçi hareketi aynı zamanda sosyalist örgütlen­ menin teorik esaslarını da kendi içinde taşıma­ ya, hatta biçimlendirmeye başlamıştır.

Sanıyorum ki Leninist örgütlenme biçimi­ nin yol açtığı sapmaların en kötüsü, işçi sını­

fını ve tüm emekçi yığınlarını edilgin hale ge­ tirmiş olmasıdır. İşçiler, köylüler sistemli bi­ çimde yönetimden uzak tutulmuşlardır.

“Bizim

sosyalizmimiz

insan

içindir”

Bizim sosyalizmimiz insan içindir. İnsanlar içindir. Ve bizim sosyalizmimizi, bizim insan­

larımız kuracaktır, gerekecek fedakaarlıklan ortaklaşa paylaşarak. Bunun için toplumdaki kurumlaşmanın, bu amaca hizmet edecek bi­ çimde olması gerekir. Buna kimsenin itirazı

yoktur sanırım.

Biz Türkiye sosyalistleri tarihten çok şeyler öğrenebiliriz, eğer tarihe bilim adamının yan­ sız gözleri ile bakabilirsek. Yetmiş yıllık sos­ yalizm denemeleri, sosyalizmin nasıl kurula­ mayacağını sergiliyor. Nasıl kurulacağını ise biz bulacağız. Nasıl bir yol izleyeceğimizi, ana hatları ile açıklamaya çalışacağım:

Türkiye sosyalizmi emekçileri işlerin başı­ na getirmeye özel bir önem göstermiştir. Bu­ nun yolu önce emekçilerin kendi partileri için­ de dizginlere sahip olmalarından geçer. Bu da kol emekçilerine parti organlarında çoğunluk verilmekle gerçekleştirilir. Evet basit işçiler, basit köylüler ve de emekçiler.

Partinin en alt düzeydeki yönetim kurulun­ dan en üst düzeydeki merkez komitesine ka­ dar, her yönetim organında çoğunlukta ola- cakl ardır

Bu ilke Leninist örgüt modelinin yadsınma­ sıdır.

M. ALİ AYBAR ÖZEL EKİ

Yayımlayan ve Basan: Yeni Gün Haber Ajansı, Basın ve Yayıncılık A.Ş.

İmtiyaz Sahibi: Berin Nadi, Genel Yayın Yönetmeni: Orhan Erinç, Genel Yayın Koordinatörü:

Hikmet Çetinkaya, Yazı İşleri Müdürleri: İbrahim Y ıldız, Dinç Tayanç (Sorumlu),

(3)

ÖZ E L EK

MEHMET ALİ AYBAR

“Marksizm bir

hazır reçete

değildir”

Sosyalizmi bunalımdan kurtarmak için Manc’ın bilimsel teorisine dönmek, onun ger­ çek karşıtındaki bilimsel tavrını takınmak zo­ rundayız. Marx’ın teorisi, her soruya yanıt ve­ ren bir felsefe sistemi değildir. Marx’ın tarih teorisi, sosyal gelişmenin genel eylemi hak­ kında bilgi vermektedir. Bunlar yeni irdeleme­ ler için bir yönerge niteliğindedir. Marx’a gö­ re, saptandığı tarih aşamaları, gelişmenin en genel çizgisini göstermektedir. Ve Asya tipi üretim tarzı bir yana bırakılırsa, kölelik feoda­ lite, kapitalizm, Batı Avrupa toplumlanmn ge­ çirdiği aşamalardır.

Her toplumu somut koşullan içinde ele al­ mak gerektir. Alelacele vanlmış genellemeler­ den kesinlikle kaçınılmalıdır. Marksizm bir “hazır reçete” gözüyle görülemez. Her bilim dalı gibi hem tartışmaya, hem yeni bulgulara açıktır.

Lenin, biricik doğru Marksizmi kendisinin dile getirdiği inanandaydı. Stalin de Lenin’i

en doğru kendisinin yorumladığına inanmak­ taydı. Böylece Stalin, Marksizm-Leninizm’i yarattı. Bu, daha sonra (Marx’m, Engels’in, Lenin’in, Stalin’in yanılmaz doktrini) olarak savunulmaya başlanmıştır. Bilimde yanılmaz doktrin olamayacağı unutularak...

“Sosyalist

örgütlenme yatay

örgütlenmedir’

.9 ?

Sosyalist örgütlenme biçimi, yatay bir ör­ gütlenme biçimi olmak gerekir. Piramit biçi­ minde olan, buıjuva örgüt modelinin tam ter­ si yani. Buıjuva modelinde tüm yetkiler, pira­ midin tepesini oluşturan merkezde toplanmış­ tır. Sosyalist örgütlerde ise tüm yetkiler, emek­ çilerden oluşan tabanın tekelinde toplanmalı­ dır. Sosyalist örgüt modeli iç içe daireler biçi­ minde düşünülebilir.

Dış daire işçilerden, köylülerden, emekçi­ lerden oluşur. İCarnu gücünün kaynağı burası­ dır. Özyönetim buradan başlar. Kararlar bura­ da alınır. Emekçilerin kendi aralarından seç­

tikleri yöneticiler, öteki daireleri meydana ge­ tirirler: İller dairesi, bölgeler dairesi ve mer­ kez dairesi. Bunlar emekçilerin aldığı karar­ lan, illerde ve bölgelerde düzenleştirerek ör­ güt merkezine iletirler. Merkez yöneticileri, çoğunluğun karannı örgüt adına uygularlar, uygulatırlar.

“Leninist

örgütlenme,

emekçi yığınları

edilgen hale

getirmiştir’

.55

Leninist örgütlenme biçimine karşı savaş açmanın zamanı çoktan gelmiştir. Bunlann zor bir savaş olduğu kuşkusuzdur. Kişisel çı- karlannı, bu tür örgütlenmeye bağlamış olan­ lar, Leninist makineyi her çareye başvurarak savunacaklardır.

Ama bu makine ile sosyalizmin kurulama­

yacağı kesin olarak ortaya çıkmıştır. Sosya­ lizm; işçilerin, köylülerin ve giderek tüm in­ sanların kurtuluşunu, insanın evrensel varlığı­ nı, evrenselce, yani tüm olarak bulmasını amaçlayan ve yolu kapitalizmin iç çelişkileri tarafından hazırlanan bir sürekli devrim hare­ ketidir. Sosyalist devrimin bir azınlığın, pro­ fesyonel devrimcilerin işi olduğu iddiasını çü­ rütecek pek çok kanıt vardır elimizde.

Devrim işçi simlinin, tüm emekçi yığınla­ rının işidir. “Proletaryanın hareketi, der Marx, koskoca çoğunluğun, koskoca çoğunluk çı­ kartan için kendiliğinde hareketidir.” (Komü­ nist Manifesto, S. 39, Rieder, 1925). Proletar­ ya, devrimci hareketini, kimsenin vasiliği al­ tında olmadan sürdürecek örgüt modeline ka­ vuşmalıdır. Marx, şunlan da söylüyor: “(...) iş­ çi dcvriminin ilk girişimi proletaryayı egemen sınıf haline getirmek ve demokrasiyi ele ge­ çirmek olacaktır.” (Ay, kit, S. 53). Kendiliğin­ den hareket eden ve ilk amacı egemenliğini i- lan edip demokrasiyi ele geçirmek olan işçi sı­ nıfı, merkezci bir örgüt tarafından ele geçiril­ miş ve böylece proletaryanın hareketi, loko­ motifin arkasındaki vagonların hareketi gibi bağımlı bir harekete dönüştürülmüştür. Bu­ nun sonucunda proletarya ne gerçekten ege­ men sınıf haline gelmiş, ne de demokrasiyi ele geçirmiştir.

(4)

4

Milli atletler Mehmet Ali Aybar ve Semih Türkdoğan. Nazım Hikmet ile Aybar Paşakapısı Cezaevi’nde (1950)

MEHMET ALİ AYBAR

“Demokrasi,

bağımsızlık ve

sosyalizm için

savaşım

vereceğiz”

Halk sosyalizme sahip çıkmadıkça sos­ yalizm hiçbir biçimde kurulamaz. Bu, olay­ ların kanıtladığı birgerçektir. Sovyetler Birliği denemesi gözler önündedir. Bizde silahlı ey­ lemlerin sonuçta kimin işine yaradığı da or­ tadadır.

Sosyalizm insanlar içindir, insanlar sos­ yalizm için değil... Öncüler devleti ele geçire­ cek ve halka karşın sosyalizmi kurmaya çalışa­ cak! Bu bana hep Halk Partisi’nin halkçılığını hatırlatmıştır.

Aklımızı başımıza toplayıp demokrasiyi, hani şu biçimsel demokrasi, buıjuva demok­ rasisi diye küçümsediğimiz demokrasiyi kur­ maya ve yerleştirmeye çalışacağız, elbirliği ile.

Unutmayalım, uzun bir süre savaşımımızı buıjuva toplumunun içinde yürüteceğiz. Bu sürenin kısalması, emekçilerin bilinçlen­ mesine bağlı., ayrıca üretici güçlerin geliş­ mesine... Biz böyle bir gelişme süreci içinde demokrasi için, bağımsızlık için, sosyalizm için savaşım vereceğiz.

“Proletarya

dışında

proletaryanın

öncüleri olmaz”

Marx, işçi sınıfının kurtuluşunu, bir öz-kur- tuluş, bir kendi-kendini kurtarış “autolibera- tion” olarak görmüştür. Onu tarih tezleri, bu görüşe götürmüştür. Din dalgası, biricik dev­ rimci sınıf, sistemin “mezarcısı” ve “üretici güçlerin en üretkeni” proletaryadır. Devrimin taşıyıcısı ve gerçekleştiricisi yalnız odur. Ka­ pitalizmin çelişkileri, işçileri, eylemci örgüt­ leri içinde mutlaka bilinçlendirecektir. İşçile­ ri “kendisi için” bir sınıf haline getirecektir. Kuşkusuz tüm işçiler gerçekleri hep birden kavrayamayacaklardır başlangıçta. Burjuva ideolojisinin etkisinden kurtulamayanlar ola­ caktır.

Ama örgütlü eylem içinde er geç olanlar da bilinçleneceklerdir. Herhalde işçi sınıfının dı­ şarıdan kurtarılması söz konusu değildir, ola­ maz.

Devrimi mutlaka kendi gücü ile işçi sınıfı­ nın kendisi yapacaktır. Devrimi işçiler yap­ mamışsa, tarihin kanıtladığı gibi gerçekten devrim olmuyor. Proletarya dışında proletar­ yanın “öncü”leri olamaz. Marx ve Engels, “öncü”lük iddiasında olan baylara her zaman karşı çıkmışlardır.

“Ulusal

bağımsızlık

Türkiye ye özgü

sosyalizmin

vazgeçilmez

unsurudur”

Türkiye’ye özgü sosyalizm, bize özgü ko­ şullardan kaynaklanmıştır. Osmanlı devletinin siyasal ve sosyal yapısı, “Ceberrut devlet”, bu devleti elinde tutan bey takımı, daha son­ raları “bey takımının” Batıcılık girişimleri al­ tında halk yığınlarını sömürmesi, ezmesi... Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın ortamı içinde biçimlenen anti emperyalist, anti kapitalist,

halkçılık kavramı ile Kurtuluş Savaşımızın e- sas kazanımlannın birer birer yitirilerek Ame­ rika’nın bir ileri karakolu durumuna düşürül­ memiz ulusal bağımsızlığı sosyalizmimizin vazgeçilmez bir öğesi haline getirmiştir. Böy- lece bizdeki temel çelişkinin daha çok Ame- rika-Bey takımı-Buıjuvazi üçlüsü ile işçi sını­ fı, emekçi halk yığınları arasında bulunması, sosyalizm için savaşımın, yukarıda özetlenen bir yeni biçim olmasına neden olmuştur.

“Halk yığınları

söz sahibi değilse

sosyalizm

kurulamaz”

Herhangi bir konuda görüşünü dayatmak, herhangi bir eylemi zorla yaptırmak politikası, bizim düşüncelerimizin dışındadır. Yatay ör­

gütlenme, zaten buna olanak vermez. Sos­ yalizm bir kardeşlik rejimidir; insana saygılı, özgürlükçü bir rejimdir.

Üretim ve değiş-tokuş araçlarının kamulaş­ tırılması, özgürlüğünü insanların gerçekleştir­ mek için sadece bir araçtır. Önce kamulaştır­ malar yapılsın, özgürlükler sonra gelir mantığı ile hareket edilmesinin ne gibi facialara yol aç­ tığına hepimiz tanık olduk. Emekçi iktidarı kurulur kurulmaz, emekçiler özgürlüklerine kavuşmalıdır.

Bu da yatay örgütlenmenin gereğini ortaya koymaktadır. Halk yığınları söz ve karar sahibi değilse sosyalizm kurulamaz.

Bir parti, bir ihtilalci grup devleti ele geçire­ bilir, üretim araçlarını komulaştırabilir, sosyal reformlar da yapabilir, ama halk, sosyalizmi kurmak için gereken özveriye hazır değilse, bu reformlara evet demiyorsa, bu işleri gerçekleş­ tirebilmek için devleti ele geçirenler zora baş­ vururlar.

Ve sosyalizmle ilgili olmayan bir rejim or­ taya çıkar.

(5)

Ö Z E L EK

MEHMET ALİ AYBAR

Leninist parti

buyuran-

buyurulan

ilişkisi üretir

Sosyalizmin, Ekim Devrimi’nden hemen sonra başlayan ve gittikçe derinleşen bunalı­ mı, çeşitli görünümlerine karşın ve değişik et­ menlerin rol oynadığı kuşkusu olmakla birlik­ te, son çözümde bir üst yapı sorunu, bir örgüt­ lenme sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Sosya­ lizmi, sadece ekonomik yapıyı değiştirerek gerçekleştirmenin olanaksızlığı ortaya çıkmış­ tır. Altyapı değiştirilmedikçe sosyalizm kuru­ lamaz kuşkusuz. Ama yalnız altyapının değiş­ tirilmesinin, hiç değilse 80 yıl gibi azımsana- mıyacak bir zaman içinde, yeterli olmadığı gö­ rülmüştür. Alt ve üst yapılar arasındaki etkile­ şim, sosyalizmin yolundan sapmasına neden oluyor. Çünkü Leninist örgütlenme biçimi, emekçi yığınlarını sistemli olarak iktidardan uzak tutan bir bürokrasinin doğmasına yol aç­ mıştır. Ve Leninist parti buyuran-buyurulan ilişkileri üreterek üst-yapılarda gerçekten dev­ rim yapılmasını engellemiştir. Sovyetler Bir­ liğinde sosyalist sloganların arkasına gizlemiş, buıjuva ilişkileri doğmuştur. Buıjuvazinin çı­ karlarına hizmet eden örgütlenme “mo- del”inin, işçi hareketine aktarılmış olması, sosyalist ilişkilerin dogmasını, sosyalist dev­ rimin gerçekleşmesini engellemiştir; hâlâ da engellemektedir. Marx’in üstyapı sorunlarını derinlemesine incelememiş, hukuk ve politi­ ka üzerinde bir teori meydana getirerek, eko­ nomi teorisini tamamlamamış olması, sosya­ lizmde vakit geçirilmeden doldurulması gere­ ken bir boşluktur.

Devrim, dip

dalgası şeklinde

olacaktır

Protetarya devrimi ile doğacak yeni toplum, yeni ilişkileri, yeni üstyapıları, yeni bir kültü­ rü de beraberinde getirecektir. Proletetaryanın başını çektiği o koskocaman emekçi yığınlar çoğunluğu, bir dip dalgası halinde, yaratıcılı­ ğını yitirmiş eski toplumu kaplayacak, suya gömülen eski toplumun yerini yeni toplum ala­ caktır. Ama yeni toplum, ¿skinin içinden çık­ tığı için, onu özümleyip aşan bir hareketin ürü­ nü olacaktır. Devrim, kendi aşamalı hukuksal, siyasal üstyapılarını, kendi aşamalı kültürünü getirecektir. Bu aşamalı dönüşüm çağımızda, yani işçi sınıfi ortaya çıktığından beri, istenç­ lerimizin büsbütün dışında olmuyor. Üretiei güçlerle, üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin aşılmasında, işçi sınıfının bilinçli müdahale­ sinin, tarihsel süreci hızlanabileceği biliniyor. Peki işçi sınıfi, tarihin akışını nasıl, hangi araç­ la etkileyecektir? Hiç kuşkusuz örgütlü eyle­ mi ile. Marx bu örgütü işçi sınıfını tümüyle, tümüyle olmasa bile en büyük çoğunluğu ile kapsayan bir örgüt olarak düşünmüştür.

Çelişki, bey

takımı ile

emekçi arasında

SORU - Siz klasik görüşteki işçi sınıfi - bur­ juvazi çelişkisini ön plana almıyorsunuz?

YANIT - Evet temel çelişki, yukarıdaki üç­ lü ile halk yığınları arasındadır: Ama tepeden inmeciliği, göstermelik halkçılığı ve de Ame­ rika’ya teslimiyet politikasının baş miman ola­ rak asker-sivil kanatlarıyla “bey takımı” de­ mokrasiyi engelleyen başlıca güçtür. Bundan dolayı bey takımını, yalnız bırakmak, zararsız hale getirmek için demokrasiden yana olan tüm siyasal güçlerin bu konuda işbirliği etme­ leri gereklidir.

SORU - Bunu nasıl anlıyoruz, olgu nedir? YANIT - Bu gerçek iki konuda ağırlığını belli ediyor: Birincisi sosyalizmi, emekçi hal­ kın kendisi kurar; aracı falan kullanmadan. Emekçilerin “öncü”sü olduklarını ileri süren­

ler, devleti ele geçirseler bile, sosyalizmi ger- çekleştiremiyorlar. Bunu boyuna tekrarlıyo­ rum; iyice vurgulayabilmek için... Birinci nok­ ta bu. İkinci nokta da şu: Kapitalist toplumun üretici güçleri sonuna dek gelişmeden ve ka­ pitalist toplum içinde, sosyalizmin maddesel yaşam koşullan belirmeden, Sosyalizme geçi­ lemez. Marxs’ın bilimsel açıklaması budur. Birtakım zorlamalar yapılabilir, ama sosyalist bir toplum kurulamaz. Nitekim kurulamamış­ tır bunca yıl geçtiği halde.

SORU - Türkiye’de sosyalizm, şu tanımla­ dığınız anlamdaki, banşçı, güler yüzlü seçim­ le gelip, seçimle gidecek olan demokratik sos­ yalizm dal* nice çileli yollardan geçmeyecek midir?

YANIT - Türkiye’de sosyalizme adım atıl­ ması için, beklenmedik gelişmeler olmazsa uzun yıllar geçecektir. Yani sosyalizm için sa­ vaşımızı, bey takımının ve burjuvazinin ege­ menliğindeki bir toplumda sürdüreceğiz. Bu akıllı, çok akıllı olmamızı gerektiren bir du­ rumdur. Demokraşi ve sosyalizm düşmanlan hem güçlü, hem kurnaz. Biz de akıllı ve yü­ rekli olacağız. Yanlış adım atmamaya çalışa­ cağız.

SORU - Peki, sosyalizme yardımcı olacak etmenler hiç yok mudur?

YANIT - Buna karşın bizlere yardımcı ola­ cak durumlar da var: Bey takımı olsun, buıju- vazi olsun, “Demokrasiye boş veriyoruz” diyemiyorlar. Karşı tarafin bu zaafını iyi kul­ lanmalıyız. Halkı bilinçlendirmenin yolu demokrasiden geçiyor. Bunu hatırdan hiç çıkarmayacağız. 1946’dan bu yana, halkımız demokrasinin kimi temel haklarına sahip çık­ mıştır. Örneğin seçim hakkı. İktidar koltuğuna seçimsiz oturacak kişiler bunun uzun süre­ meyeceğini biliyorlar. Seçime gitmek zorun­ luluğunu duyuyorlar. Bu önemli bir kazanıra­ dır. Emekçilerin sosyalist bir güç oluşturabil­ meleri, demokratik bir ortamda çok daha kolaydır. Sosyalist görüşler serbestçe açık­ lanabilmek. Sosyalist parti ve sendikalar ser­ bestçe kurulabilmelidir. Oysa bugün Tür­ kiye ’de bu özgürlükler yasaklanmak isteniyor. Emekçilerin sosyalizmi benimsemesi için, sosyalist görüşler serbestçe tartışmalı. Böyle bir ortam ancak demokratik bir rejimde olanaklıdır.

Sosyalizm ve Bağımsızlık

(6)

Sosyalistler

bölünmüşlükten

kurtarılmalıdır

Çeşit çeşit engeller var karşımızda: faşist yasalardan, sosyalizm hakkmdaki çelişen görüşlere dek, türlü zorluklar var

önümüzde. Oysa hepimiz Türkiye için tek kurtuluş yolunun sosyalizm olduğunu biliyoruz. 1968’den bu yana tezgâhlanan oyunlardan hâlâ gerekli dersi almış görünmüyoruz. Çıkmaz olduğu kanıtlanmış yolları, hâlâ denemeye kalkışan evlatlarımız var. Amerika’nın müttefiki Türk burjuvaları, yeniden başlayan silahlı eylem denemelerini alaycı bir tebessümle izliyorlar herhalde.

Aynı senaryoyu başka aktörlerle oynamaya devam edemez sosyalistler.’ Sosyalistler öncelikle yıllardır süren şu bölünmüşlüğe son vermenin yolunu bulmalıdırlar. Bir araya gelip bilim adamları gibi

tartışmalıdırlar. M arx’ın teorisi bilimsel bir teori. Her bilimsel teori gibi o da tartışmaya açıktır. Eleştirisiz bilim olmaz. Çünkü bilimi, ancak eleştiri ile yeni buluş ve görüşleri gerçeklerin mihenginde değerlendirerek iletebiliriz. Türkiye’nin sosyalist yolunu, biz Türkiyeli sosyalistler bulgulayacağız. Değişik görüşlerimizi, inançlarımızı tartışarak... Bunun için en kısa zamanda bir masa etrafında bir araya gelmeliyiz. Türkiye’de sosyalistlerin fazla bir ağırlıkları yok. Bölünmüşlük bizi daha da etkisiz hale getiriyor. Bu duruma son vermek hepimizin görevidir. Bunu başaramazsak ileride çok suçlanacağız hepimiz.

Bunlar tüm sosyalistlerin eleştirisine açık. Bir araya gelelim, isterseniz işe bu görüşlerin eleştirisinden başlayalım. Böylece sizlerin görüşlerini de bizler öğrenmek ve gerekiyorsa eleştirmek olanağını bulmuş oluruz. Ve en doğru çizgide birleşmenin yolunu ararız, belki de buluruz.

Akhisar’da TİP toplantısına taşlı saldırıdan sonra Aybar basın toplantısında. Sosyalist Devrim Partisi Merkez Yürütme Kurulu (1976).

Vietnam

çarpışıyor

Vietnam’da savaşan kahraman Vietnam halkı, bizim özgürlüklerimiz için de savaşıyor. Bütün mazlum mil­ letlerin özgürlükleri için de savaşıyor. Vietnam halkının kazanacağından eminim. Çünkü halkları yenm ek mümkün değildir. Halk yenilm ez. Halkı u ça k la rla , napalm b o m b a la rıy la dize getirm ek mümkün değildir. Ama bir an için Amerika orada zafer kazanırsa, unutmayalım ki bütün geri kalmış ülkeler için, hatta ileri ülkeler için yaşamak çok daha zor olacaktır. Bunu iyi bilelim. Oynanan oyunları iyi görmemiz lazımdır.

Onun için Vietnam Savaşı’na kayıtsız kalmayalım. Vietnam Savaşı bütün mazlum milletlerin savaşıdır. Nasıl ki, kırk küsur yıl önce bizim istiklâl savaşımız, mazlum milletlerin savaşıydı. Bugün Vietnam halkı döğüşüyorsa, bu bizim kırk yıl önce istiklâl savaşı v erm iş ve k azan m ış o lm am ızdan d olayıdır. E m p ery alizm in tah ak k ü m cep h esin d e gedik açtığımızdan dolayıdır. Biz ikinci kurtuluş savaşımızı silahsız yürütüyoruz. Bu belki de Vietnam halkı savaşı silahla yürüttüğü içindir.

halkı bizim

içinde

İnsanlığın kararı

Russel M ahkem esi, İsveç’te yaptığı oturum da bütün bunları dikkate alarak 10 Mayıs günü Birleşik Amerika ile Vietnam’daki müttefikleri Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Kore’yi beynelmilel hukuk gereğince tecavüzde bulunmaktan ve sivil hedefleri b o m b alam ak tan su çlu b u ld u ve o y b irliğ iy le Amerika’nın takbih edilmesine karar verdi.

Am erika’nın takbih edilmesi kararı mahkemede Başkan Jean Paul Sartre tarafından açıklandı.

R ussel M ah k em esi’nin büyük teza h ü ra tla ve tasviple karşılanan karan, bütün insanlığın karan idi...

' . , vy-* ^ vy-* , ' ! " ' ÇÇ ' ' :i: Ç T : ' : !

____ _____

...

- i. ^

Russel Mahkemesi dönüşü Mehmet Ali Aybar, Amerikalıların Viet­ nam’da ilk kez kullandıkları bilyeli bombayı basına gösteriyor.

(7)

Yarın halkımız iktidara ilk adımını atacak

Ö Z E L EK

^

--- MEHMET ALİ AYBAR

|---Aybar, 1964

İ

rılında stanbul’da basın toplantısı sırasında.

Kardeşler, işçi kardeş, ırgat kardeş, köylü kardeş, zanaatkârlıkla geçinenler, küçük esnaf kardeşlerim, subay kardeşlerim, memurlar, emekliler, dar gelirli dullar, yetimler...

Yarınımızın umudu Atatürkçü gençler, top­ lumcu aydınlar,

Emekçi kardeşlerim...

Koca Osmanlı Devletini sermayedarlık dü­ zeni yiyip bitirdi. İngiliz, Fransız, Alman em­ peryalizmi ve onlann yerli ortaklan, adamla- n, ajanlan; yani, Galata bankerleri, sarraflan, Osmanlı Bankası, Kredi Liyonne, Doyçe Bank; bir ahtapotun kollan gibi, Osmanlı Devleti’ne sarıldılar. İmtiyazlı Demiryolu Kumpanyaları, Rıhtım Şirketleri... Derken Kırım Harbi. Der­ ken dış borçlar. Derken yeni yeni borçlar ve bi­ riken faizler ve ödenmeyen borçlar. Derken, Muharrem Kararnamesi ve derken Düyunu Umumiye İdaresi; devlet içinde devlet yani... Derken, Boğazda yabancı bandıralı zırhlılar. Ve bu arada özel teşebbüs eliyle kalkınma te­ raneleri; tıpkı bugün gibi. Ve kapitülasyon im­ tiyazları; tıpkı bugün gibi... Ve Birinci Dünya Savaşı; Alman emperyalizminin emrinde akı­ tılan, 1.5 milyon gencimizin kanı... Derken, halkımızın sıçrayıp uyanışı; ölümsüz Ata­ türk’le elele Kurtuluş Savaşı...

Derken kurtuluştan tam 43 yıl sonra; içimiz­ de gene imtiyazlı yabancı şirketler, içimizde gene yabancı ajanlar, simsarlar, komisyoncu­ lar; gene dış borçlar; durmadan artan borçlar... Gene Düyunu Umumiye İdaresi benzeri. Ame­ rikan Yardım Heyetleri, Konsorsiyum İdaresi; gene yabancı bandıralı zırhlılar, fazladan da Amerikan üsleri, gene kapitülasyonları andıran imtiyazlar. Ve gene özel teşebbüsle kalkınma teraneleri. Gene yabancı sermayeye övgüler, çağrılar. Gene Amerikan mandacılarının döl­ leri. Ve gene halkımızın dur, artık yeter diyen gür şeşi. Kurtuluş Savaşımızdaki sesi...

Kardeşlerim,

Çok acı çektik. Çok ezildik. Yüzlerce yıl ka­ nımızı verdik. Toprağımızı verdik. Üç kuruşu­ muzu verdik. Ağalara, beylere, içli-dışlı vur­ gunculara her şeyimizi sömürttük.

Ama artık bitti. Bütün uğursuzluklar bitti. Sömürme düzeni çözülüyor. Çöküyor. Yarın 10 ekim. Yeni bir gün doğuyor. Karanlıkları geride bıraktık. Yeni bir Türkiye’yi; çocukla­ rın güldüğü, yaşlıların çocuklara sevinçle bak­ tığı, emekçilerin, namuslu insanların Türki­ ye’sini kurmaya başlıyoruz. İşte, Türkiye İşçi Partisi; senin uyanışın, senin umudun, senin ışıklı yarınlara gür bir nehir gibi akan hareke­ tin, zafere yürüyor.

Kardeşim,

Sen artık biliyorsun. Kimin kimden yana ol­ duğunu biliyorsun. ‘Kimin toprağı ağalardan alıp sana dağıtacağını biliyorsun. Kimin Milli Geliri hakça bölüştüreceğini; kimin de aslan payını aldığını biliyorsun. Kimin yurt kapıla­ rını Amerikalılara açtığını; kimin petrolümü­ zü yabancılarla ortaklaşa sömürdüğünü ve ki­ min bunlara karşı çıktığını biliyorsun. Ve bil­ diğin içindir ki, 10 ekimde ilk adımı atıyorsun; Türkiye İşçi Partisi’yle Büyük Meclis’e giri­ yorsun.

Mardin’in Derik İlçesi; topraksızların, su­ suzların diyarı.

Mardin’in Derik ilçesinde; Demirci Horin

Usta, terzi Davut, ırgat Ali, ağaç gibi elleri, çatlak tabanları ve ışıl ışıl gözleriyle kapısının önünde Emine Bacı. Ve sizlerden binlercesi; bi­ zi, kurtuluşa inanmış insanların, kararlı rahat­ lığı ile karşıladılar. “Toprağa kavuşacağız” de­ diler. “ Suya kavuşacağız” dediler. “Çocukla­ rımızı okutacağız” dediler. “ Bu sefalet, bu ce­ hennem hayatı artık yetsin” dediler. Ve hep bir ağızdan “Bağımsız ve mutlu olacağız” diye haykırdık. Ve bu ses yüzbinlerin, milyonların ağzında, sevinçli bir türkü gibi gürleşerek; do­ ğu sınırlarımızdan Ege kıyılarına, Meriç’e ka­ dar; Karadeniz’den, Akdeniz’e kadar yankılar uyandırarak yayıldı.

Kardeşlerim,

Yarın 10 ekim. Halkımızın iktidara ilk adı­ mı atacağı gün. Oysa, hâlâ seni iktidardan uzak tutmak için çırpınanlar var karşında. Bu bozuk düzeni sürdürmek için direnenler var karşında. “Dağıtılacak toprak yok” diyenler var. “Yok­ sul köylüye toprak dağıtılması komünistliktir” diyenler var. “Petrollerimizi biz işletemeyiz” diyenler var. “Amerikan Kumpanyalarının im­ tiyazlarına ilişemeyiz” diyenler var. Yabancı sermayeye “Buyur” diyenler var. Amerika’ya “Otur, gitme” diyenler var.

Yok kardeşler, yok... Bu direniş sökmeye­ cek. Sömürücülük yürümeyecek. Görüyorsun, çözülüyorlar. Görüyorsun, güzel günlere gidi­ yoruz.

Kardeşler,

Türkiye İşçi Partisi; bir hareket, halkın ken­ di varlığını tanımasından doğan bir hareket, ikinci Kurtuluş Hareketimiz... Bak, nereden başladık, nereye geldik... Bir avuçtuk, yüzbin- ler öldük... Açılsın saflar, karşı konmaz hüner­ li ellerinle, sağduyunla, aklın ve mantığınla sen geliyorsun; emekçi kardeşim. Yarın Büyük Meclis’te artık sen konuşacaksın. Büyük Mec- lis’te, hiç duyulmadık bir ses yükselecek artık. Nasırlı ellerin, aydınlık kafan ve korkusuz yü­ reğinle sen, Türkiye’nin emekçi aydın insanı; karanlıklan sen yırtacaksın...

Dış politikada Atatürk yolunu yeniden sen tutacaksın.

Milli bağımsızlığımızı çiğneyen bütün anlaş­ maları sen yırtacaksın.

Yurdumuzdaki Amerikan üslerini sen kaldı­ racaksın.

Yurdumuzda hiçbir yabancı bayrak bir daha dalgalanmayacak. Ne Batı’nın, ne Doğu’nun baynğı...

Milli savunmamızı, yabancıya muhtaç ol­ madan, daha da güçlendireceksin.

Amerikalılara sömürtülen petrolümüze sen sahip çıkacaksın.

Yabancı sermaye talanına sen son verecek­ sin. Verginin ağır yükünü fukaranın sırtından alıp zengine sen yükleyeceksin.

Milli geliri hakça sen bölüştüreceksin. Emekçi kardeşim,

Doğu Anadolu’yu mahrumiyet bölgesi ol­ maktan sen kurtaracaksın.

Fukara çocuklarını bedava okutacaksın. Köy enstitülerini, köylünün sırtına yük olmadan ye­ niden sen açacaksın. Fukarayı doktorsuz, ilaç­ sız, bakımsız bırakmayacaksın; hastane kapı­ larında süründürmeyeceksin.

Bu toprağın bütün evlatlarına; ırkları, dille­ ri, dinleri, mezhepleri ne olursa olsun; hepsi­ ne, tam vatandaş olmanın gururunu sen kazan­ dıracaksın.

Herkesi mal-mülk sahibi edeceksin, ama kimsenin malına mülküne dayanarak başkala­ rım sömürmesine, ezmesine meydan verme­ yeceksin.

Ve en önemlisi; toprak hasretiyle yanan köy­ lüleri toprağa sen kavuşturacaksın, tefeciden, faizciden, sen kurtaracaksın.

Kardeşlerim,

Biz, Türkiye İşçi Partisi, senin partin, fuka­ ra partisi, emekçinin partisi; sömürücülüğe, sö­ mürgeciliğe; kapitalizme ve emperyalizme ke­ sinlikle karşıyız.

Biz bir toplumcu partiyiz.

Toplumculuk, kula kul olmaya son vermek demektir. Millet malı olan, millet eliyle işleti­ len koca fabrikalara kavuşmak demektir top­ lumculuk. Toplumculuk halkın efendiliği de­ mektir. Emeğin en yüce değer olarak tanınma­

sı demektir toplumculuk. Toplumculuk hürri­ yet demektir. Toplumculuk ahlak demektir. Toplumculuk ilim demektir. Toplumculuk mil­ li bağımsızlık demektir. Kardeşler, emekçiler, işçiler, ırgatlar, azaplar, yürekleri korkusuz ay­ dınlar...

Türlü zanaatlerde çalışanlar, ellerinin ince hüneriyle, göz nuru ile gece gündüz bu vatanı vatan yapanlar...

Ey fakir-fukara, mübarek halkımız... Bu sefer kurtuluş tam olacak. Kırk harami­ lerin bir daha yabancılarla ortaklaşa bizi dize getirmesine meydan vermeyeceğiz.

10 ekimde ilk adımı atıyoruz. Yarın ilk adı­ mı atıyoruz. Türkiye İşçi Partisi Meclis’e giri­ yor, Türkiye İşçi Partisi Meclis’e giriyor. Emekçiler Meclis’e giriyor. Emekçiler Mec­ lis’e giriyor. Selama kalkın dostlar, kardeşler. Kara günleri arkada bırakıyoruz.

Yaşasın yarının mutlu Türkiye’si, yaşasın emekçi halkımız.

---- (i) 10 Ekim i 965 milletvekilleri seçimiyle ilgili olarak

yapılan radyo konuşmalarını TİP adına Aybar bu konuşmay­ la kapadı.

(8)

MEHMET ALI AYBAR

Babam için...

Mehmet Ali Aybar kızı Güllü ve Çiğdem Talu’yla Taksim Meydanı’nda.

G Ü L L Ü A YB A R

Bugün 14 temmuz cuma. Dün babamı toprağa verdik...içim acıyor.

Sabah 08.30’da Uğur Cankoçak aradı. Cum- huriyet’e babamı anla­ tan bir yazı yazmamı istediklerini söyledi. Çok zor. Çok zor, çün­ kü acım çok taze. Ben, bugün yalnız kalmak, •babamı ziyaret etmek, alışmaya çalışmak isti­

yordum. Çok zor, çünkü ben babam hayattay­ ken bile ona olan sevgimi, hayranlığımı, düş­ künlüğümü, içimin nasıl titrediğini tam olarak belli edemedim. Şimdi bu kısacık zamanda na­ sıl yazıya dökebilirim bilemiyorum.

Benden neden babam hakkında yazı yazma­ mı istediler? Herhalde herkesin bildiği şeyle­ ri tekrarlamam için değil. Yani çok önemli bir bilim ve eylem adamı olduğunu, şanssızlığı­ nın, Türkiye’nin de başına bela olan ‘şablon kafalı, belkemiksiz’ aydınlarla çevreli olması olduğunu, 20 yıl öncesinden Sovyet modelinin yanlışlarını gördüğünü, buna rağmen kimsenin çıkıp da “Yahu adam haklıymış” demediğini falan yazmam gerekmiyor.

İnsan sevgisi

Düşündüğüm zaman, babamın en belirgin özelliği yufka yürekli olmasıydı. Ben küçük­ ken, Alphonse Daudet’nin ‘Değirmenimden Mektuplar’ adlı hikâye kitabından “Mösyö Se- guin’in Keçisi” adlı hikâyeyi okurdu bana. Ve her seferinde de beraberce ağlardık.

Sert görünümünün altında çok duygusal, in­ ce düşünen, insan seven, insana inanan, kin tutmayan bir adamdı. Hayatı boyunca benim de şahit olduğum birçok kazık yedi. Hem de çoğu dost kazığı. Bunlar onu çok yaraladı. A- ma insana olan inancını hiçbir zaman kaybet­ medi. Kendisini arkadan vuranlara gün geldi teker teker elini uzattı. Bunu kimileri anladı, kimileri de budalaca zavallı inatlarını sürdür­ düler. Ama o aldırmadı.

Esprili adamdı

Çok esprili bir adamdı, komikti, müthiş tak­ litler yapardı. Hani şu “ Haydi ne olur, Galata­ saray Lisesi’nde yatılı okurken geceleri diş ağ­ rın tuttuğunda seni götürdükleri Ermeni dişçi­ nin taklidini yapsana” diye tutturduğumuz tür­ den taklitler...

Cumhuriyet’ten geldiler babamın eski re­ simlerinden dialara çektiler. Şimdi etrafımda bi sürü eski fotoğraf, kitap ve babamın yaptı­ ğı resimler var. Oktay Amcamın (Rıfat) resmi­ ni yapmış; bir portre bir tane de bahçede otu- ruken bir resmi. Arkasında Kuzguncuk 1948 yazıyor. Oktay Amcam, Sabiha Yengem, an­ nem , babam ve ben yazlan Marmara Ada- sfn a giderdik. Çocukluğumun en güzel gün­

leri Armutlu’da, Marmara Adası’nda, baba­ mın balık avlamaya gittiği, o zamanlar çok boş, çok güzel olan bu yerlerde geçti. Uğur, Güle- ren orada olurdu, bazen de Müzehher(Vanu) Teyze ve Vala(Nureddin) Bey. Benim boyuma yakın levrekler, karagözler vururdu babam. Ve akşam, mayonezini elleriyle yaptığı ziyafetler hazırlanırdı...

Nesli tükenmiş bir aşk

Yaptığı başka resimler de var etrafta. Nazım da babamı yapmış, 1950 Paşakapısı Ceza- evi’nde. Çok güzel bir hatıra, onu hemen çer- çeveciye götürmeliyim. Annemin de çok gü­ zel bir portresi var, iyi bir resim, tam annem. Annem çok güzel bir kadındı. Hayatım boyun­ ca hep şu lafı duydum arkadaşlanmın annele­ rinden babalarından:

“Ah! Sen Siret’in kızı mısın? Aman, annen ne kadındı, tabii sen de ‘çok şeker kızsın ama

annen ne dehşet güzeldi!” Annemle babam çok geç evlenmişler. 1947 şubatında. Çok âşık­ tılar birbirlerine. Öyle el ele göz göze bir aşk değil söz ettiğim. Geriye baktığımda yaşadık­ larından,’ yaşadıklarımızdan çıkarttığım bir aşk. Büyük bir aşk. Artık nesli tükenen insan­ ların yaşadığı, nesli tükenmiş bir aşk.

Evlendiklerinde babam hapse girip çıkıyor­ muş, beş paralan yokmuş ve yine de Kuzgun­ cuk’taki eski dede evinde bütün aile çok eğle­ nirlermiş. Pek de çocuk yapmaya niyetleri yok­ muş. Ama, annem kırkı geçip babam da elliye yaklaşınca aslında çocuk istedikleri kafalan- na son anda dank etmiş galiba! Çok zor bir do­ ğum olmuş 1956 yılbaşında; doktor doğumha- nede uzuh bir süre kaldıktan sonra dışan fırla­ mış ve babama “Kannızı mı yoksa bebeği mi kurtaralım” diye sormuş. Babam “Tabii kan- mı kurtann” demiş. Sezeryen yapılmış, ben de galiba kendi çabalanmla kurtulmayı başarmı­ şım! Babam çok çocuk severdi, bütün çocuk­

lar da babamı. Herkes tepesine çıkardı, ben de kıskanıp somurturdum. Ama onun bana hep içi titrerdi biliyorum, Galiba bir tek (torunu) Me- mo’yu benden fazla sevdi. Ya da sevgisini sı­ nırlamadan gösterdi ona. Ne mutlu Memo’ya böyle bir dede ve böyle bir sevgiyi kısa da ol­ sa yaşadı.

67-80 yılları arasında, önce babam milletve­ kili olduğu için daha sonra da ben Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde okuduğum için Anka­ ra’da oturduk ‘Her fırsatta kendimizi İstan­ bul’a atarak!’ Önceleri annem ve benim için alışması çok zor oldu. Tabii, şimdi düşünüyo­ rum da asıl annem için çök zordu. Yabancı bir şehir, yabancı insanlar, sürekli Anadolu’da “taşlı, sopalı” saldırılara uğrayan bir koca ve ortaokula giden bir kız çocuğu. Annemin çek­ tiklerini sonradan anladım. Çünkü o zamanlar hep kuvvetli, hep güler yüzlü, hep çok tatlıy­ dı, Paris Caddesi’nde Kuledibi BitPazan’ndan ve Kuzguncuk’taki evden gelen eşyalarla dö­ şediği küçük, sempatik bir evimiz vardı.

Her şeye rağmen mutlu, coşkulu yıllardı. Ama düşünüyorum da tam yetişme çağımda hep babam uzakta olduğu, evdeyken de haya­ tımızda sadece politika olduğu için bende re­ aksiyon oluştu. Hiçbir zaman politikaya ilgi duymadım. Babamla her zaman çok

gurur

duydum, ona sonuna kadar hak verdim ve inandım. Ama onu üzecek şeyler de yaptım. Yalnız yılların intikamı mıydı acaba küçük ka- famca?! Ben onu üzdüm, ama o beni hiç üz­ medi. Beni hiçbir şey için zorlamadı. Kendi ha­ lime bıraktı. Bir ara lisede sınıf koşularında bi­ rinci oluyordum. Bunun üzerine beni bir gün stadyuma götürdü ve kronometre tutarak koş­ turdu. Herhalde Türkiye bayanlar rekoruna çok uzaktım ki bir daha zorlamadı!!

*

Vietnam Savaşı’nda

Babam birgün Bertrand Russell Vakfı’ndan bir mektup aldı. Russell Mahkemesi’nin bir üyesi olarak Vietnam’da Amerika’nın jenosit (soykırım) suçunu işleyip işlemediğini tesbit etmek üzere Vietnam’a davet edildi. Korkunç onur verici bir olaydı. Ama gittikten sonra an­ nemle çok da korktuk. Savaş bütün hızıyla de­ vam ediyordu ve hiç haber alamıyorduk. So­ nunda müthiş hikâyelerle geri döndü. Hikaye­ lerin çoğu tüyler ürperticiydi, ama aralarında bir de trajikomik bir hikâye vardı:

Hanoyi’de sokaklarda tek kişilik sığmaklar varmış. Günlük hayat devam ediyor, bir hava akını olduğunda insanlar yoldaki lağım kapa­ ğı gibi kapakları kaldırıyorlar,tek kişilik sığı­ nakta ayakta durup kapağı üstlerine kapatıyor- larmış. Mahkeme heyetine de bu öğretilmiş. Ve bir gün babam yolda yürürken sirenler çalmış ve herkes bir sığınağa koşmuş, tabii babam da bir kapak kaldırıp kendini içine atmış. Fakat kapakların derinliği ortalama bir altmış bo­ yundaki VietnamlIlara göre yapıldığı için bi r- seksen beş boyundaki babamın neredeyse bel­ den yukarısı dışarıda kalmış, kapağı kafasına tutup öylece beklemiş(!) Her zaman çok şık bir adamdı. Müthiş yakışıklı, vücu- ^

(9)

dunun doğal olarak iyi kullanan ve şık. Sultan Hamamfndan Dündar Amcamın getirdiği ku­ maştan diktirilen on yıllık ceketini öyle bir ta­ şırdı ki sağcı gazeteler, “Aybar’m İngiliz ku­ maşından elbiseleri” diye akıllarınca çamur atarlardı. Son günlerinde evi yandığı için ben­ de kalıyordu. Sabah giyinirken lacivert pan­ tolonunun üzerine yakışan bir kravat bulamaz­ sa huysuzluk ediyordu. Ben de yanan eve gidip

dolaptan istediği kravatları, gömlekleri taşıyor­ dum. Babamı, hastanede yattığı dönemler haricinde hiç pijama ile görmedim.

1987’de “evlendiklerinin kırkıncı yılında” annemi kaybettik. O günden sonra babam hayattan sıkıldı. Yaşamak istemedi. Allahtan kısa bir süre sonra Memo dünyaya geldi ve babam yeniden hayata bağlandı.

Fakat bu ancak yedi sekiz sene devam

edebildi. Kalbi tekliyordu, ameliyat istemedi, ilaçlarını almadı. Hastanede bir hafta hiç yemek yemedi ve sürekli uyudu. “Serumla bir yere kadar besleyebiliriz, bize hiç yardım et­ miyor” dedi doktoru. 10 temmuz pazartesi günü ilk defa iyiyi di. Biraz yemek yedi, bizim­ le konuştu. Ve birdenbire beni bıraktı, gitti. O anda öldüğünü anlamadım. Sadece nefesi belirsizleşti ve birden yüzü gençleşti.

Şimdi herkes beni “ Baban çok güzel çok dolu yaşadı. Artık çok yaşlanmıştı ve hâlâ eli ayağı tutar, kafası çalışırken ölmeyi isterdi” falan diye teselli etmeye çalışıyor. O benim babamdı... Hep genç, hep güzel, hep şık, hep gururlu, kendine yeten, her zaman kucağına oturduğum canım babam...

Bugün birgazetede birbaşlık gördüm: HER ÖLÜM ERKEN...

Nazım Hikmet’in 1950’de yaptığı yağlıboya Aybar portresi.

87 yıl

1908:

İstanbul’da doğdu. Babası Tahsin Bey, Annesi Aliye Hanım. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okudu.

1931:

Atletizmde 200 m. Balkan rekorunu kırdı.

1936:

İstanbul Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Asistanı.

1939:

Hukuk Doktoru.

1942:

Devletler Hukuku Doçenti.

1945:

Vatan Gazetesi’nde demokrasi üzerine yazılar.

1946:

Doçentlik görevine son verildi.

1947:

Siret Uncu ile evlendi.

1947:

Haftalık Hür gazetesini yayımladı.

1947:

Hür Gazetesi Sıkıyönetim tarafından yasaklandı.

1947:

İzmir’de Zincirli Hürriyet gazetesini yayımladı.

1947:

Truman Doktrini’ne ve ABD ile imzalanan ikili antlaşmalara karşı çıktı.

1947:

Polis baskısı nedeniyle İzmir’de matbaalar, Zincirli Hürriyet’i basmayı kabul etmediler.

1948:

Sıkıyönetim kalktığı için Zincirli Hürriyet’i İstanbul’da yayımladı. Ancak polis baskısı nedeniyle dergiyi basacak matbaa bulamadı. 9

ÖZ E L EK

MEHMET ALİ AYBAR

O ’nun aydınlığında

YA ŞA R K E M A L

Aybar üstüne konuşmak hem çok kolay hem de çok zordur. Çok kolay, çünkü Aybar ülke­ mizde doğmuş kuyrukluyıldızlardan biriydi. Onun parlaklığını görmek, anlatmak kolay bir iştir. Kişiliği birçok insanı etkileyen bir gör­ kemdi. Düşüncelerini kolaylıkla anlatıyor, çok güzel, tutarlı bir Türkçe konuşuyordu.

Aybar, 8 yıl Türkiye İşçi Partisi Genel Baş­ kanlığı yaptı. O partinin hem genel başkanı hem öğretmeni hem de her yönüyle bir üyesi kimliğindeydi. Başlangıç yıllarında partide yapmadığı hemen hemen hiçbir iş yoktu. Bü­ yük Millet Meclisi’nde sekiz yıl kaldı. O dev­ rin milletvekilleri, bakanlan hep söylüyorlar, Aybar’ın Meclis’teki varlığı bizim için bir övünç kaynağıydı. O, davranış ve konuşmala- nyla Meclis’in düzeyini yükseltmişti. Bu da salt benim kanım değil. Ve bu kuyrukluyıldı­ zın parlaklığını anlatmak çok kolay. Şu Ay- bar’ın görkemini anlatmak, eğer işi o yana dö­ kersem, gene yineleyeyim, çok kolaydır. O bü­ yük kişiliğin görkemini kör gözler bile görür­ dü. Görüyorlardı da.

Yalnız Aybar’ın en önemli yönü görkemli

kişiliği değil. O kişiliğin altında daha büyük bir kişilik, daha büyük bir görkem var. Aybar, derinlemesine düşünen, araştıran, yaratan bir bilim ve düşünce adamıydı. İnandığı düşünce­ ler, yılların birikiminin ürünüydü. Düşüncele­ ri sağlam ve kapsamlıydı. Düşüncenin sağlam ve kapsamlı olması Aybar’a hiçbir zaman yet­ mezdi. O sağlam düşünceler ona, en önemli­ si, yaratma olanağı veriyordu.

Bir düşünce, bir kavga adamının, kendi dü­ şünceleri ve kavgası üstüne yürümesi dünya­ nın en zor işlerinden birisidir. Aybar bütün ya­ şamı boyunca kendi kendinin üstüne yürümüş­ tür. Bu, her babayiğidin üstesinden geleceği bir iş değildir.

Andre Cide’den Ignasio Siline’ye, Arthur Köstler’e kadar. Bunlar dokuz on Marksist ya­

zardılar. Sovyetler Birliği’nin ilk olarak, düş­ ledikleri bilimsel sosyalizmi kuramadığını gördüler, düşüncelerini dünyaya açıkladılar. Bunun üstüne bütün dünyada kıyametler kop­ tu. Bu yazarların ne hainlikleri, ne döneklik­ leri, ne satılmışlıkları kaldı. Bu yiğit, namus­ lu insanların paçavralarını çıkardılar.

Bu yazarlar, kendi düşüncelerinin, kendile­ rinin üstüne yürümüşlerdi, başlarına nelerin

geleceğini bile bile. Bu oyun dünyanın gözle­ rinin önünde oynanıyor, büyük yazarlar insan­ lığın vicdanında yok edilmeye çalışılıyordu. Bugün bile insanlığın vicdanı olmuş o insan­ lar, daha bellerini doğrultamadılar. Oysa insan vicdanının timsali olmuş bu kişiler, bunca acı çektirilmiş bu kişiler, insanlığımızın onuru olarak ulu bir ışık gibi her daim üstümüzde patlamalıydılar. İnsanlık onları unuttu. Sosya­ listler bile bu büyük dostlarını unuttular gitti­ ler. Ama onlar büyük yazarlar olarak yaşıyor­ lar, sonuna kadar da yaşayacaklar. Dünya ça­ ğımızda Sırat Köprüsü’nden geçiyor. Mazere­ timiz var. Bundan sonra, dünya azıcık durulur­ sa, bu büyük yazarların ışığı çoğalarak insan­ lığımızı aydınlatacaktır. Onlar bir umuda de­ ğil, bir baskı düzenine ilk baltayı vurdular. Ve insan aklının, yüreğinin önderleri oldular.

Ülkemizin başındaki bela, düşünce kısırlı­ ğıdır. Her şey bir ezbercilikten geliyor, başka bir ezberciliğe gidiyor. Bu insanoğlu için bir yabancılaşma, bir yozlaşma, bir çürümedir. Yaratıcılık gücünü yitilmiş bir insan soyu tü­ kenmiş demektir. Bir ülkenin bu duruma düş­ mesi, düşürülmesi, yaşamdan da umudunu kesmesi, mutluluğunu tüketmesidir. ^

(10)

10

1948:

Cumhurbaşkanı’na yazı ile hakaretten l ve 3 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.

1950:

Genel afla cezaevinden çıktı.

1952:

İstanbul’da avukatlığa başladı.

1956:

Tek çocuğu olan Güllü doğdu. (I Ocak)

1962:

Türkiye işçi Partisi (TİP) Genel Başkanı oldu.

1965:

İstanbul’dan TİP milletvekili seçildi.

1966:

ABD’nin Vietnam’da işlediği soykırım suçlarını incelemek üzere kurulan Russel Mahkemesi’nce kurulan heyetin başkam olarak çağrıldı.

1967:

Russel Mahkemesi’nce kurulan heyetin başkanı olarak savaşıma devam etti. Kuzey Vietnam’a gitti. Hazırladığı raporda ABD’nin Vietnam’da soykırım suçu işlediğini öne sürdü. Russel Mahkemesi, ABD’yi Vietnam’da soykırım suçu işlemekten mahkûm etti.

1968:

Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm adlı kitabı yayımlandı.

1969:

İstanbul’dan TİP milletvekili seçildi.

1969:

TİP Genel Başkanlığı’ndan istifa etti.

1970:

TİP’ten istifa etti.

1971:

15 - 16 Haziran olaylarında DİSK’in avukatlığını yaptı.

1973:

12 Mart’tan Sonra adlı kitabı yayımlandı ^

1966 seçimlerinde Aybar oy kullanıyor.

MEHMET ALİ AYBAR

1963 yılında Aybar T C K ’nın 142. maddesinden yargılanmıştı. Avukatlarıyla mahkemede.

Şu anda ülkemiz çok çok kötü du­ rumda. Allah, düşmanımız olsa da, hiç­ bir ülkeyi bu duruma düşürmesin. Umutlu bir insan olmaya çalıştım her zaman. Ve her şeye karşın da umutlu ol­ mam için birçok sebebim vardı. Şöyle ki: Dünyanın en ileri eğitim düzenini temsil eden KöyEnstitüleri’ni ülkemiz insanları başta İsmail Hakkı Tonguç,

İnönü, Haşan Âli Yücel ve arkadaşlan

yaratmışlardır. İnsanlık bundan sonra insan gibi savaşsız, sömürüşüz bir dün­ yada yaşayacaksa Köy Enstitüleri eği­ tim düzenine geçmek zorundadır. Ve bu düzen, dünyada ilk olarak Türkiye’de yaratılmış ve uygulanmıştır.

Bu büyük yaratıcılardan biri de Ay- bar’dır. Aybar, çağımızın en büyükleri gibi kendi üstüne, sosyalizmi dogma gi­ bi gösterenler üstüne yürümüştür. Bu kolay iş değildir. Aybar da sosyalizm üstüne yarattığı sağlam düşüncelerin­ den dolayı horlanmış, başına olmadık işler açılmış, dahası da küçümsenmiş­ tir. Ama Aybar bütün bunlardan hiç yüksünmemiş, karşısındaki karanlık du­ varının üstüne yürümüş, gerçeğin ay­ dınlığını dağıtmayı sürdürmüştür, taaa ölünceye kadar. Ülkemizdeki sosyalist­ lerin hemen hemen hepsi dogmatikti. Körün değneğini bellediği gibi birtakım slo­ ganlar bellemişlerdi. Vay karşı koyana; ne ha­ inliği, ne satılmışlığı kalıyordu. Sosyalizmin demokratik ilkelerinden hemen hemen hiçbi­ rimizin haberi yoktu. Aybar, sosyalizmin de­ mokratik ilkeleri düşüncesini ortaya attığında hepimiz apışıp kaldık. Bu da ne ola ki? Aybar durmadan konuştu, durmadan yazdı. Bağım­ sız sosyalizm düşüncesini ülkemizde ve dün­ yada ortaya atan ilk kişi de belki Aybar’dı. Son­ ra tabuları yıktı. Leninizm, ona göre sosyaliz­ min demokratik ilkelerini göz ardı etmişti. Yı- kılmaya mahkûmdu. Aybar, tabuları yıkıyor­ du. Dokunulmaz Lenin’e karşı çıkıyordu. Le­ ninizm üstüne bir de kitap yazmıştı. Aybar git­ tikçe yalnız kalıyordu. Yanı yöresi yavaş ya­ vaş boşalıyordu. O, yalnızlığı, tek başına kal­ mayı göze almıştı. En yakın kavga arkadaşla­ rının onu bırakması ona çok acı veriyordu. O, arkadaşlarını, özellikle sosyalist arkadaşlarını çok severdi. Ama düşünceleri uğruna buna da katlanıyordu. Başka hiç mümkünü, çaresi kal­ mamıştı.

Bir de sosyalist partilerin kuruluş biçimleri yanlıştı. Hiçbir sosyalist parti yukarıdan aşa­ ğı kurulmamalıydı. Bir sosyalist parti kurulsa kurulsa yukarıdan aşağı değil, aşağıdan yuka­ rı kurulmalıydı. Sovyet Sosyalist Partisi yuka­ rıdan aşağı kurulmuş, sonunda da dogmatik bir parti olmuş, kişi diktatoryasına varmış dayan­ mıştı.

Partide, yani Türkiye İşçi Partisi’nde bir uy­ gulamaya geçildi. Parti yönetiminin yüzde el­ li biri kol işçilerinden olacaktı. Bunu onunla çok konuştuk. Bence Türkiye gibi bir yerin koşulunda böyle bir uygulama başarılı ola­ mazdı. Çünkü parti içinde işçiler ağırlıklarını koyacak durumda değillerdi. Bu uygulama ya­ pay kalıyordu. Ama o inat ediyordu. Bir kıvıl­ cımdı bu uygulama, işçiler ağırlığını koyduk­ larında da gerçek bir sosyalizme ulaşılabilir­ di.

Aybar’m bu düşünceleri, o günlerde yalnız Türkiye için değil, dünya için de yeniydi. Şu­

nu demek istemiyorum: Aybar’dan önce bu düşünceleri ortaya atmış hiç kimse yoktur de­ miyorum. Büyük Marksist savaşçıların, düşü­ nürlerin bir kısmı buna benzer düşünceler or­ taya atmışlar, tutturamamışlardı. Sovyet dü­ zenini tutanlar ağırlıklarını koymuşlardı. İşte Aybar bu ağırlığa karşı koydu.

Aybar’m düşüncelerini böyle birkaç yazıy­ la anlatmanın olanağı yok. Biliyorum. İşte zor­ luk burada. Ben yalnız bir iki ipucu vermeye çalıştım burada. Eğer bir gün ülkemiz sağlığı­ na kavuşursa Aybar üstüne çok araştırmalar yapılacak, onun üstüne çok kitaplar yazılacak­ tır.

Aybar, bundan sora da yaratmasını sürdüre­ cek; düşünce tarihimizin en ödünsüz, yiğit, ça­ lışkan, kılı kırk yaran büyük, yaratıcı bir usta­ sı olarak kalacaktır. Aybar’m kitapları sağlı­ ğında dünya dillerine çevrilseydi, dünya dü­ şüncesine de etkileri olacak, sosyalizm düşün­ cesi daha sağlıklı bir yola çok önceden gire­ cekti. O, çağımızın büyük Marksist düşünür­ lerinden biri olarak dünyamızda da her zaman etkisini sürdürecektir. Göreceğiz, ülkemizde ve dünyada Aybar’ın yalnızlığı, bundan sonra bitecektir. Sanıyorum ki, Aybar, bunun böyle olacağının bilincindeydi. Son aylarına kadar da sosyalizmin demokratik ilkelerini Lenin’in nasıl hiçe saydığı üstünde, Lenin’in kitapları­ nı didik didik ederek çalışıyor, tüyler ürperti­ ci yazılarını bulup çıkanyordu.

Aybar’la elli yıldan fazla, kesintisiz, sürdü dostluğumuz. Onun kişiliğini sanıyorum ki bu elli yılda birazcık olsun kavrayabildim. Ona ağıtlar yakmayacağım. O, ağıt istemeyecek ka­ dar yaşamayı hak etmiş bir büyük kişiliktir. İn­ sanın gene de onun ölümü üstüne yüreği ya­ nıyor. Onunla ilk tanıştığımız günden bu ya­ na ne kadar öğretiler konuşmuşsak, o kadar da edebiyat konuştuk. İki anımı anlatmak iste­ rim.

Gençliğimde yazmakta çok titizleniyordum. Örneğin, ilk hikâyelerimden biri olan Bebek hikâyesini dokuz kez yazdım. Öyle küçük bir

hikâye de değil; uzun, otuz sayfalık bir hi­ kâye. Aybar, hikâyelerimi, romanlarımı böyle bir çabayla yazdığımı biliyordu. Bir gün “Ortadirek”i bitirmiş, ona birkaç bölüm okumuştum. “Bu böyle ama,” de­ dim, “bu romanı yemden bir daha yaza­

cağım.” Aybar, bu romana ince Memed’le

birlikte 1947’de başladığımı biliyordu. Bana dedi ki: “Bunu bir daha yaz, ama

bu son olsun, bir daha yazma. Sen böyle gidecek olursan, ömrünün sonuna kadar birkaç hikâye, birkaç roman yazabilirsin ancak.” Aramızdaki tartışma birkaç gün

değil, haftalarca sürdü. “Çünkü,” diyor­ du, “insan yazarak olgunluğa vanr. Bir ro­

man üstünde yıllarca çalışarak değil.” Ve

benim aklıma bu düşünce yattı. Artık bir roman üstünde, ıcığını cıcığını çıkararak eskisi kadar çalışmadım. Böylece de epeyce romanım oldu. Eskisi gibi gitsey- dim şimdi elimde ancak üç dört roma­ nım olabilirdi. Hep düşünüyorum, eski huyumu sürdürseydim, romanlarım daha mı güzel olurdu, hiç sanmıyorum. Bir anımı anlatayım da yazımı bitireyim: Russell Mahkemesi, diye bir mahkeme kuruldu. Mahkemenin üyeleri dünyanın büyük bilim adamlarından oluşmuştu, iç­ lerinde J.P. Sartre gibi büyük yazarlar da vardı. Aybar da bu mahkemeye üye seçil­ mişti. Aybar mahkemeden iki arkadaşıyla Vietnam’a gönderilmişti, Amerika’nın Viet­ nam’da insanlık dışı uygulamalarını saptamak için.

Vietnam dönüşü, Yeşilköy Havaalanı’nda partili arkadaşlarla büyük bir kalabalık onu karşıladık. Çok heyecanlıydı, bana dedi ki:

“Haydi, bizim eve gideceğiz, sana, belki de sabaha kadar, anlatacaklarım var.”

Eve gittik, koltuğuna oturur oturmaz anlat­ maya başladı. Bütün geziyi anlattı. Anlattık­ ları korkunç şeylerdi ve Aybar o kadar üzgün­ dü ki anlatırken, ben ne yapacağımı şaşırdım. Birkaç kez, “Başkan artık geç oldu, gerisini

yarın anlatırsın” dedim. Sözlerimi duymadı

bile.

“Kuzeyde, bir cip içinde güneye iniyorduk. Tam yola çıkmıştık ki Amerikan uçakları gözüktü. Biz cipi bıraktık, ırmağın kıyısındaki yarların altına gittik sığındık. Birden ortalık cehenneme döndü. Uçaklar gidince baktık ki bizim cipin yerinde yeller esiyor. Güneye kadar üç dört kez Amerikan uçaklarının saldırısına uğradık. Sonunda güneyi bulduk. Napalmdan yanmış hastalan görmek için hastaneleri dolaşıyoruz. Bir küçük kasabaya vardık. Sed­ yeyle bir hasta getirdiler, önümüze koydular. Bu, yaşh bir kadındı, yan ölüydü. Doktora sor­ dum, bu kaçıncı derece yanık? Doktor, üçün­ cü derece, dedi. Şu anda sıcak kaç derece? Kırk dereceden çok, dedi doktor. Nereden getirdiniz hastayı? On kilometre öteden. Bu sıcakta üçün­ cü derecede yanık bir yaşh insan ölür mü ölmez mi? Ölür, dedi doktor. Birkaç gün sonra baş­ kumandan Giap’la yemekteydik ve yan yana oturmuştuk. Olayı anlattım ve dedim ki: Biz yüzlerce kilometre güneye kadar indik, ölüm­ lerden döndük. On kilometre daha gidemez miydik? Sustu kumandan. Kendimi tuta­ madım, sayın kumandan, dedim, bu yapılan­ lar hep sosyalizmin zaferi için değil mi, diye sordum. Kumandan susuyordu.

Kumandan, dedim, biliyoruz, insan sos­ yalizm için değil, sosyalizm insan içindir.”

(11)

Dedesinden kalma, babası ve amcasının hissedar olduğu Kuzguncuk’taki köşkte 1965’te milletvekili seçilene kadar oturdu. Amcasının eşinin ölümüyle hissesi Darüşşafaka’ya geçti. Darüşşafaka izale-i şuyu ile köşkü sattı.

Eşi Siret Hanım ’la kızkardeşine babalanndan Bebek’te bir köşk kaldı. Bu köşk ve bahçesi satıldı.

Bahçesinde yapılan bir apartmanda Siret Hanıma iki daire hissedar olarak kaldı. Aybar, 1980 yılından sonra da bu apartman dairesinde yaşadı. Eşi Siret Hanım’ın ölümüyle bu iki daire kızı Güllü ile Mehmet Ali Aybar’a intikal etti. Emekli maaşından başka geliri yoktu.

TİP ’in 1965 İzmir mitingi.

1973:

Marksizm’de Örgüt Sorunu adlı kitabı yayımlandı.

1975:

(SDP) Sosyalist Devrim Partisi’ni kurdu ve Genel Başkanı oldu.

1979:

Marksizm’de Örgüt Sorunu adlı kitabı yayımlandı.

1982:

DİSK davasında avukatlık yaptı.

1987:

Eşi Siret Hanım öldü.

1987:

Torunu Memo doğdu.

1987:

Neden Sosyalizm adlı kitabı yayımlandı.

1987:

Neden Sosyalizm adlı kitabı yayımlandı.

1988:

Üç ciltlik TİP Tarihi kitabı yayımlandı.

1989:

Uğur Mumcu, Aybar ile Söyleşi adlı kitabı yayımladı.

1995:

Kalp yetmezliği nedeniyle İstanbul’da öldü.

Malvarlığı

1963 TİP Genel Merkezi’nde parti kurucuları Şaban Yıldız ve Kemal Türkler’le Aybar.

Ö Z E L EK

MEHMET ALİ AYBAR

Ö zle m ve sevgiyle...

NAZİFE C E M G İL

A D N A N C E M G İL

Bir dostun ölümününhemen ardından, insa­ nın duygu ve düşüncelerini dile getirmesi ko­ lay değil, Bu, sadece uzun sürmüş bir kişisel yakınlığın öyküsü olsaydı rahatlıkla yapılabi­ lirdi.

Ne var ki Mehmet Ali Aybar’la on yıla ya­ kın bir siyasal yaşam beraberliği söz konusu olunca, karmaşıklaşır.

Dostluk ilişkileri alanında Mehmet Ali Ay­ bar son derece vefalı, yalnız iyi günlerde de­ ğil, acılı zamanlarda da candan yakınlık gös­ teren sevecen bir insandı. Oysa düşünsel ve si­ yasal yaşamı söz konusu ise çetin bir uğraş olur Mehmet Ali Aybar’ı anlatmak.

Bunun başlıca nedeni, onun çok cepheli ki­ şiliğidir. Bu bakımdan sıcak dostluğunu her an anımsarken, siyasal mücadele yıllan, yani TİP günlerindeki parti çalışmaları bağlamın­ da ayrı bir nitelikte olur. Gerekli gördüğümüz bu girişten sonra Mehmet Ali Aybar’la ilişki­ lerimizi bir zaman akışı içinde, bu kısa yazı­ nın olanağı ölçüsünde, anlatmaya çalışalım.

Adnan Cemgil, Aybar’la 1939 sonunda ya da

1940 başlarında Ankara’da tanıştı. Mahmut

Dikerdem’in evinde. Dikerdem, Aybar’ın Ga­

latasaray Lisesi’nden arkadaşıydı. Çok sever­ di onu. İlk oğluna, “Mehmed Ali” adını ver­ mişti.

Mehmet Ali Aybar’la bizim ilişkimiz daha sonra iki alanda sürer. 1950 ile 1960 arasında­ ki dönemde, Aybarlar’a yaptığımız seyrek zi­ yaretler ve daha sonra Türkiye İşçi Partisi’nde ilk ziyaretimiz Paşakapısı Hapishanesinde ol­ du. Mehmet Ali Aybar burada hükümlü olarak

bulunuyordu. Askerliği sırasında Kayseri’de­ ki bir gazetede yayımlanan yazısı yüzünden. Yazıda CHP’nin baskıcı yönetimini eleştiri­ yordu. Bu yazının bir yerinde, “Devlet başka­

nı (Milli Şef) irticai teşvik ediyor” deniliyordu.

Gerçekten de o yıllarda, Ankara köylerinde tü­ reyen ve Ticani şeyhi olduğunu ileri süren Ke­

mal Pilavoğlu adlı biri, din sömürüsü yaparak

CHP’nin propagandasını yapıyordu. İşte buna değinen yazısından ötürü Mehmet Ali Aybar, TCY’nin 159. maddesi uyarınca hapis cezası­ na çarptırıldı.

Paşakapısı’nda Mehmet Ali Aybar’la birlik­ te Nâzım Hikmet’le de karşılaşınca hem şaş­ tık hem sevindik. İkisi de duvarlar arasında değilmiş gibi neşeli görünüyorlardı. Mina Ur­

gan da ziyarete gelmişti.

Aybarlar, Kuzguncuk’ta Baba Nakkaş’taki köşklerinde otururlardı. Zaman zaman da Si­

ret Aybar’in Bebek’teki evinde kalırlardı. İşte

biz, birkaç kez, oraya konuk olduk. O sıralar­ da -1950 öncesi günlerde- Aybar, kişisel dav­ ranışlarıyla demokrasi mücadelesi veriyordu. Bu yüzden, bir gün tutuklanarak Davutpaşa Kışlası’na kapatılmış, bir süre sonra da ser­ best bırakılmıştı.

İşte bu olaydan sonra gittiğimizde Aybar­ lar’a Sıdıka ve Ruhi Su da gelmişlerdi.

Yukarda değindiğimiz gibi Mehmet Ali Ay­ bar’la ilişkimizin ikinci evresi TlP’te çalıştığı­ mız yıllarda sürdü. Burada, partinin bütünlü­ ğünü simgeleyen Mehmet Ali Aybar’m yanın­ daydık. Gerekli ve zorunlu tartışmaların sını­ rını aşarak partinin sarsılmasına yol açabilecek davranışların karşısmdaydık.

Ama kimilerinin sandığı gibi “Aybarcı” (!) değildik. Partinin temel ilkelerinde ayrılma­

makla birlikte, genel başkanın kimi düşünce ve önerilerine karşı çıkmaktan, düşünce ve eleş­ tirilerimizi açıklamaktan geri kalmadık.

Kamuya mal olmuş bir düşünce ve siyaset adamının ölümünün ardından, iyi niyetle de ol­ sa, abartılı öyküler sıralamak o insanı yücelt­ mez. Biz bu anlayışla -ve bu kısa yazının el­ verdiği ölçüde- Mehmet Ali Aybar’ı anlatma­ ya çalışacağız. Önce şu saptamayı yapalım: Genel Başkan Mehmet Ali Aybar, TİP’e çok sıkı bağlarla bağlı olanlar arasında en çok ça­ lışan insandı.

TİP’in BabIâli’deki ilk genel merkezinde ka­ loriferler yanmadığı için buz kesen salonda, paltosunu omuzlarına atmış olarak gün boyun­ ca çalışırdı. Güncel olaylar üzerinde partinin görüş ve yorumlarını açıklayan basın bildiri­ leri yazardı. En yakın yardımcısı da Genel Sek­ reter Dr. Nihat Sargm’dı. Bu bildirilerin gaze­ telere ve radyoya iletilmesini sağlardı.

Mehmet Ali Aybar, çözümü güç bir güncel, siyasal sorunla karşılaştığı zaman başkanlık kurulunu toplantıya çağırır, arkadaşlarına danışır, onların görüşlerini alırdı. Bu toplan­ tılarda Behice Boran önde yer alırdı.

Mehmet Ali Aybar, eşine az rastlanır bir konuşmacı, eski deyimle bir hatip idi. Taksim Alanı’nı dolduran onbinlere, önünde hiçbir kâğıt olmadan, partinin görüşlerini aktarırdı.

Genellikle uzlaşıcı olmakla birlikte, hoşuna gitmeyen düşünce ve önerilere sert tepki gös­ terir, bu yüzden çevresinde tedirginlik yaratır­ dı. Bu da otoritesini sarsmasa bile, az çok göl­ gelemiş olurdu.

Bu kısa yazıya son verirken aziz dostumuz, değerli düşün ve siyaset adamı Mehmet Ali Aybar’ı özİem ve sevgiyle anıyoruz.

Referanslar

Benzer Belgeler

A multicentre, randomised clinical control trial comparing the retropubic (RP) approach versus the transobturator approach (TO) for tension-free, suburethral sling treatment

Bunun üzerine Mustafa Kemâl, (Hz. Peygamber ölürken kimi vekil tâyin etti ki siz daha hilâfet is­ tiyorsunuz. Biz sancağı çektik, o sancağa düşman olmadık,

BP Türkiye, fotoğraf dem ekleri çalışma kum lu ile birlikte, geçtiğimiz yıl yitirdiğimiz değerli fotoğraf ustası Sami Güner’in anısına “ Türkiye 92” albüm

İngiltere sefiri Lord Stad ffo rd de Redcliffe’in geniş para yardımla­ rı ile desteklenen Protestan misyonerler Anadolu’da Ermeni- leri Gregoryen kilisesinden

rosuna telefon eden kim liği belir­ lenemeyen kişiler, “ Ermeni S o y ­ kırımının Adalet Kom andoları" adlı cinayet örgütünün adına ko­ nuştuklarını

HYDRO BA020 Suyun çekildiği andaki kıyı çizgisi Zorunlu NAMN1 Birinci ulusal dilde detayın ismi Seçmeli NAMN2 İ kinci ulusal dilde detayın ismi Seçmeli NAMA1

Navigation systems allow people to find their route and explore their surroundings easily and quickly in the places they have not visited before without losing too much time and

As the results were not satisfying enough to acceps as valid calibration, extrapolation curves have been hence chosen to perform the measurement campaign in an