No. 14 • Haziran 1945
AYLIK ANSİKLOPEDİ
445
titraşici levhadan ibaret olan veya ona tâbi bulünan iki elektrot arasına koyarak büyük ölçüde kontak elde edilmiştir. Toplanmaları önlemek için, kömür tanecikleri oyuk veya çizgileri havi kömür çanaklara konmuştur.
Transformatörlerin keşfi, sözün pek u- zaklara iletilmesine mikrofondan çok fazla yardım etmiştir.
K u l a k l ı k : Telefon kulaklıklarının bir çok tipleri vardır. Modern âletlerde alıcı ve verici yalıtkan (mücerrid) bir sap üstünde birleştirilmiştir. Bu sap, alıcıyı kulak ve ve riciyi ağız üstünde tutar.
T e l e f o n a k ı m l a r ı : Bunlar şekil ve frekans bakımından pek çeşidli alternatif akımlardır.
T e l e f o n h a t l a r ı : Ekonomik sebeb- lerin kullanılmasını gerektirdiği oldukça ince teller titreşimleri yıpratır. Bu mahzuru ön lemek için amplifikatör röle olarak, 120-150 kilometre için bir ve 500 kilometreye kadar iki tane üç elektrodlu lâmba kullanılır. Ge rilim (tevettür) hareket noktasında yükselti lir, muvasalatta alçaltılır.
Krarupize edilmiş, yani iletkenin etra fına çelik tel sarılmış kablolar, şehir arası hatların desteklenmesi ve deniz altı hatları için kullanılır. Uzun mesafeli şehir içi yer al tı kablo devreleri Pupinize’dirler, yani belirli aralıklarla konmuş Pupin bobinlerini havidir ler.
Ş e b e k e l e r : Havaî hatlar, endüksiyon tesirlerinin tadili için çift tellidir ve akım hiçbir zaman toprak vasıtasiyle geri gelmez. İletkenler iki ile beş milimetre arası çaplar da ve bakırdandırlar. Bazan bir ile bir buçuk milimetre arası çaplarda olan bronz teller veya bimetal (etrafı kırmızı bakır ve ortası çelik) 1er de kullanılır.
Endüksiyonu önleyici kablo nâkilleri toron vsya yıldız denilen şekilde ikişer ve ya dörder nâkil birbirile burularak imal edilir. Açık telefon hatları da muayyen mesafeler de çapraz yapılır.
Yeraltı hatları için kuru kâğıdla tecrid edilmiş ve kurşun kılıflar içine yerleştiril miş kablolar kullanılır. Telefon kabloları «2 X 800» den «2 X 5» devreye kadar çeşidli sialarda yapılır.
Deniz altı telefon kabloları manila veya sellüloz kâğıdla korunmuş bakır teller tomarı dır. Kâğıdla izole edilen
teller kurşun boru içine geçirilir. Dış tesirler den korumak için üst tabaka kendir ve arma tür ile örtülür.
C o u r a n t p o r t e u r : Onbeş yıldanberi şehirler ve milletlerarası fizik devrelere «Courant porteur — Taşıyıcı cere
yan» adı verilen sistem tatbik edilmektedir. Bir fizik telefonu devresine tatbik edilen bu sistem yardımiyle iki şehir arasındaki bir fizik tele
fon devresinden mâda on beşe kadar konuşma yolu da temin olunmaktadır.
C o m m u t a t i o n = İ ş i t m e : Bir şeh rin telefon konuşmaları santrallar vasıta- sile sağlanır. Santrallar manüel, yarım oto matik veya tam otomatik olarak kurulur.
Manüel yani memur yardımiyle işliyen santrallar iki nevidir. Mahallî bataryalı, mer kezî bataryalı.
Mahallî bataryalı santrallara bağlı tele- fon cihazları manyetoludur. Santral memuru manyeto çevrilerek bulunur.
Merkezî bataryalı santrallarda konuş ma âletinin makine üzerinden kaldırı'lmasile santral memuru ya bir lâmbanın yanması ya- hud bir rule kapağının düşmesile çağırıldığını anlar ve istenen numarayı çağırarak konuş mayı temin eder.
Yarım otomatik santrallarda bir kısım aboneler için hizmet tamamen otomatik, diğer kısmı için manüel olarak sağlanır. Otomatik santrallarda ise aboneler telefon cihazları üze rindeki numara kursunu çevirerek istedikleri yeri doğrudan doğruya bulurlar. Arama, ça ğırma ve bulma tamamen otomatik bir tarzda vücude gelir.
M u h t e l i f s i s t e m d e o t o m a t i k s a n t r a l l a r : Rottary sisten» santrallara «Enregistreur == Mukayyid» sistem de deni lir. Bu sistem santrallarda «Chercheur = A r a - yıcı», «Sélecteur = Seçici» ve «Connecteur — Bağlayıcı» denen âletler motor yardımiyle mihaniki hareketlerini yapar. Bu dönücü sistem gruplarına dahil cihazlar ikişer yüz aboneler hizmetini görecek genişliktedir.
Ericsson sistemi santrallar da Rottary santralları gibi motörler yardımiyle çalışır. Bu sistem de «Enregistreur = Mukayyid» lidir.
Aletler sıra ile arayıcı, seçici ve bağ layıcılardan teşekkül eder. Aralarındaki fark- bu sistemde gruplar yirmi beş devrî ve
Telefonun yararlığım gösteren eski bir resim
yirmi şuaî hareketle beş yüz abone hizmeti ni görmektedir.
Strowger sistemi santrallarda motor faaliyeti yoktur, bu sistemde mukayyid de bulunmaz. Hizmet seçici dediğimiz .cihazlar; rulelerin hareketine tâbi olarak on hatve dönme ve on hatve yükselme ile vaziyet alırlar.
Betulander sistemi, İsveçli mucidi adına izafe edilen bu santrallar yalnız rulelerden teşekkül etmiştir. Bu sistem dünyada o ka dar yayılmış değildir.
Y u r d u m u z d a t e l e f o n : Y urdu- muzda ilk otomatik telefon santralı 1926 yı lının eylül ayının on beşinci günü hükümet merkezimiz Ankara’ da çalışmıya açılmıştır. Yirmi yıl evvel Ankara’ da otomatik telefon santralı kurulduğu zaman henüz Avrupa’da birçok hükümet merkezlerinde ve büyük şe hirlerde telefonlar otomatik değildi.
Ankara santralı, kurulduğu gündenberi kendi teknik ve idareci elemanlarımızla ça lıştırılmaktadır.
Hâlen Ankara’ da biri üç bin, diğeri beş bin abone siasında Ericsson sistemi iki oto matik santral faaliyettedir.
1913 yılında îstanbulda bir anonim şir ket tarafından kurulan santrallar 1932 de «Rot tary» sistemi otomatiğe çevrilmiş ve bütün te sisat 1935 senesinin ağustosunun otuzunau günü hükümete intikal etmiştir.
Eski tip telefon âletleri
O tarihte üçü otomatik ve on biri ma nüel olan İstanbul telefon santrallarına Şiş- li’de 23 aralık 1939 da çalışmağa açılan Erics son mamulatı beş bin abonelik bir santral ilâve edilmiş, son harb yılları içinde Aksa- rayda iki bin abonelik bir santral binası kurulmuştur. İstanbul’ un bugünkü abone miktarı on beş bindir.
İzmir’ de Belediye ile İsveçteki Ericsson Şirketinin müştereken kurdukları otomatik santral 1928 yılında çalışmağa açılmıştır. Bu santral 1937 senesinde İstanbul’ da olduğu gibi devletçe satıa alınmıştır. Şimdi abone mevcudu üç bin kadardır. #
Ş e h i r l e r ve m i l l e t l e ra r a s ı t e l e f o n u : İlk şehirler arası muhaberesi, Ankara — İstanbul arasındaki bir fizik tele fon devresinden 1 temmuz 1928 de açılmış tır. Kısa bir zaman sonra buna İkincisi ilâve edilmiş, 1932 senesinde bu devrelere birer kanallı, 1936 senesinde de üçer kanallı Courant Porteur tatbik edilmiştir. Son harb seneleri içinde Bolu üzeri döşenen bir devre üzerine on beş kanallı bir Courant Porteur tatbik olunmuştur. Bu sıâretle bugün Ankara—İstan bul arasında üçü fizik ve yirmi biri Courant Porteur olarak yirmi dört konuşma yolu var dır.
Türkiye ile Avrupa arasında telefon konuşmaları üç kanallı Courant Porteur’ le 1932 de başlamıştır. Bu kanallardan istifade edilerek Cenubî Amerika ile de harbden ev vel telefon servisi yapılmaktaydı.
Yurdumuzda bugün büyük küçük seksen bir şehir arasında telefon konuşması yapıl
maktadır. (N iyazi T ezer)
TULÛAT — Tiyatro tarihi tetkik edi
lirse başlangıcındanberi her memlekette ti yatronun, muhtelif sebeblerle, daima ayrı ayrı iki yola sapıp yürüdüğü görülür.- Yu nanlılarda klâsik trajedilerin yanında
korne-diler »ardır. Romen trajedisi yanında da ko medi belirmiştir. Ortaçağda dinî tiyatronun yanında farsları oynıyan teşekküller vücud bulmuştur. Daha sonraları da böyledir. Rö- nesansı müteakıb İtalyan tiyatrosunun ya nında yer alan Commedia del A rte’ ler de bu ikiliğin son ve parlak bir misalidir. Commedia del Arte belki bir pana
yırda veya bir kahve köşesinde belirmiştir. Belki de bidayette biraz hakir görülmüştür; fakat bir gün gelmiştir ki sa raylarda bile oynanmış ve nihayet bütün şehir lerde umumî meydanları doldurmıya başlamıştır.
Bizde de aşağı yu karı böyle olmuştur.
Tiyatromuzla beraber
yani suflörle oyun oy nanan tiyatromuzun ya nında. suflörsüz oynanan oyun, yani tuiûatda baş lamıştır.
Biraz evvel işaret ettiğim gibi tiyatronun ayni zamanda fakat ayr ayrı yürüdüğü iki yolun biri ciddî ve ananepere3t bir yoldur. Müdavimleri
kendilerini halk tabakasının fevkinde sayan lardır. Piyesleri, hep kendileri gibi ağırbaşlı, ağıredalı trajedilerdir. Onlarda biraz aristok ratlık edası vardır.
Diğer yol ise tam aksine olarak bütün mânasile demokrat ve halkçı olanların yolu dur. Piyesleri hafif ruhludur. Tuluatın daha ziyade halka hitab etmesi de bundan ileri gelir.
B i z d e t u l u a t ı n b a n i s i H a m di m e r h u m d u r . Onu müteakiben Abdi tulu atı tekemmül ettirmiş, en nihayet K. Haşan da, ona bize kadar intikal eden son şeklini ver miştir. Bakınız nasıl : Güllü A gob tiyatro sundan ayrılan Fasulyeciyan, tiyatro hayatın dan da ayrılmak istemediği için çok muvaffa kiyetle ortaoyunu oynıyan Hamdi’ yi bulmuş ve onu ikna ederek Kulekapısında, Pirinc- ci’nin gazinosunda yapılan dermeçatma bir sahnede, suflörsüz olarak, «Çıngırak» adlı bir komedi oynamıya başlamıştır, işte tulu atın başlangıcı budur.
«Çıngırak» komedisi esasında telif bir eserdir. Nitekim sonraları sansür müsaadesi almak için yazılmış nüshalarından birinde müellifinin Ali Bey isminde bir zat olduğunu görmüştüm. «Çıngırak» yahud «Çalma kapımı çalarlar kapını» tuluat kumpanyalarımızın çok severek oynadıkları bir perdelik güzel bir komedidir.
İlk tuluat oyunlarımızdan ismini tesbit edebildiğim diğer ikisi de «Eskici A bdi» ve ♦Enfiyeci» dir.
H a m d i m e r h u m , ortaoyunundaki büyük muvaffakiyeti sayesinde tuluat sahne sinde daha ilk teşebbüsünde üstad olmuştu. Neden olmasın ? Hamdi nezahetile şöhret bulmuş peşekâr’dı. Kendisini gerek sahnede, gerek ortaoyun meydanında seyredenler ha len aramızda yaşamaktadır.
Hamdi Efendi merhumun okuması var mıy dı? Bu şüpheli. Yazması yoktu, bu muhakkak. Zamanının okur yazarları önünde nükte sarfe- decek, cinas yapacak, onları güzelce eğlen direcek kadar olgun olan Hamdinin muvaffa kiyetindeki âmil fıtrî kabiliyetidir.
Kendisinin muvaffakiyetini gören ya
446
bancı mütehassıslar ona hangi mektebden çıktığını sordukları vakit; «Tuhaflığın mektebi olur mu?» cevabını verdiği meşhurdur.
A b d ü r r e z z a k tuluata intisab edince eline aldığı saplı süpürgeye uygun bir kıya fet uydurarak hususî bir makyaj yapmış, bir kelime ile «İ b i ş» rolünü ihdas etmiştir.
AYLIK ANSİKLOPEDİ
Abdürrezzak, kocaman cüssesine ilk ham lede yapamıyacağı hissin i veren türlü türlü
ha-Naşid’ in bir tuluat sahnesi
reketler yaptırırdı. Hele öyle mükemmel göbek atardı ki değme oyuncular beceremezlerdi.
Abdi, pek uzun müddet] halk arasında kalamadı Mabeyne geçti.
K. H a s a n bu sayede ortalığı boş bu larak kendisine şöhret yapmağa başlamıştı. O, A b di’nin kıyafetini biraz ıslah etti. Gaz
tenekesini sahneye sokarak teneke gürültü- siyle meydana çıkışı kendi hususiyeti haline getirdi.
K. Hasan’ ın asıl hususiyeti, ortaoyu- nundan sahneye getirdiği tekerlemedir. Onun bu tekerlemesi, en aşağı yarım saat kadar sürer, hele neşesi de olduğu zaman seyirci lerini gülmekten kırar geçirirdi. Bu teker lemelerin tıpkı ortaoyununda söylenenler nevinden olduğunu ilâveye bilmem * lüzum var mı?
Sonradan tuluatı yeniden canlandıran ve ona bir hüviyet veren de N a ş i d oldu. O da ustaları gibi İbiş kılığı ile komikliğe baş ladı, fakat zekâsiyle daima aynı ¿ılık ta kal manın mânasızlığını kavrıyarak oyunun husu siyetlerine uygun bir kılığa girip sahneye çıkmayı âdet edindi.
Naşid’ in, tuluattaki büyük muvaffakiyeti nin başlangıcına dair kendisinden bir fıkra duy muştum, nakledeyim: Naşid’in sahne hayatının başlangıcında Lir gün Hamdi merhumun, bir para meselesi yüzünden oyundan yarım saat evvel, arkadaşları ile arası açılmış ve onlar onu bırakıp gitmişler. Oyun seyretmeğe giden Naşid, Hamdi’ yi müşkül vaziyetten kurtarmak için arka arkaya birkaç taklide çıkmış, usta sını memnun etmek için o kadar can ve gönülden oynamış ki bütün seyirciler gül mekten katılmışlar.
Gene Naşid derdi k i : Oyundan sonra Hamdi beni çağırdı ve «Berhüdar ol oğlum» diyerek alnımdan öptü. Benim muvaffakiyetim işte ustamın duasının semeresidir.
Burhan Feleğin dediği gibi: «İnsan artist doğar. Eğer artist doğmazsa taş çatlasa artist olamaz. Bunun içindir ki hakikî artist azdır ve onun içindir ki her istiyen artist olamaz.» İşte biraz evvel naklettiğim fıkra ile de sabit olduğu gibi Naşid artist doğmanın canlı bir misalidir.
Naşid taklidde, mimikte, oynarken çevik likte Hamdi, Abdi ve Hasan’ ı geçmişti. Her üçü de sahnede Naşid gibi gene kalmasını bilememişlerdi.
En nankör rollerden en güç taklidlere kadar hepsini büyük bir kolaylıkla, âdeta ibda eder gibi oynıyan Naşid’ in başlıca has letlerinden biri müşahede kuvvetiydi. Bu sa yede o; şahsı, şemaili, şiveyi daima büyük bir isabetle taklid ederdi. Naşid neşesiyle, nükte leriyle, hiçbir tanesi sahte olmıyan tavırla-
riyle, bütün tuhaflık- lariyle yerliydi. En
büyük hususiyeti
temsil ettiği tiplerin, tam mânasiyle kalı bına girmesi ve bütün benliğiyle yaptığı tak lidin aslını gözönünde canlandırmasıydı. Bu nu bir kelime ile ifade için Naşid sanatı ken dine râmetmiş bir sanatkârdı diyebili rim; hem de yüksel diği muvaffakiyet zir vesine yalnız kabili yeti ile değil, sebatı, mesleğe aşkı ile yük selmiş bir sanatkâr.
Naşid her sınıf halkın sevdiği bir sa natkârdı; çünkü her sınıf halk onun sanat kaynağından kana kana neşe hissesini alırdı.
Naşid’ in tuhaflığı, nükteleri kurumaz
No. 14 - Haziran 1945
Mo. 14 - Haziran 194S
AYLIK ANSİKLOPEDİ
447
bir membadı. Halk Naşid’in bütün yaptıklarım günlerce hatırlıyarak avunurdu. Naşid öleli seyirciler eskisi kadar gülmek imkânı bula mıyorlar. Çünkü Naşid seyircilerine bir ge cede bir haftalık, bir
aylık gülmek vesilesi ikram ederdi.
Naşid hattâ tulûatı kendine göre tedvin etmişti. Bakınız nasıl ? Bunu kendi ağzından dinliydim : «Ben tulûat eserlerini yenibaştan piyes haline sokmadıkça
oynıyamam. Sahnede
ölçüsüz lâkırdıya, müs tehcen, soğuk cinaslara elimden geldiği kadar yer vermemiye çalışı
rım, Muhatablarımm
canını sıkacak bir sözün ağzımdan çıktığını ha tırlamıyorum. Seyirciler benim, oyun oynarken,
kendilerile meşgul olmadığımı sanırlar. Hal buki ayrı ayrı bütün localara göz gezdiririm. Oyunu seyretmeğe gelenlerin ruhî vaziyetle rini inceden inceye tahlil ederim. Bazan ken dileri de farkında olrtfadan, tanınmış seyir cilerimle âdeta senli
benli konuşurum. Onları alâkadar eden mevzu ların neler olabileceğini hemen kestirerek nabız larına göre şerbet veri rim. Halk en ziyade hangi jestleri beğeni yorsa o jestlerle sah nede görünmeyi tercih ederim. Hattâ gözle rimle seyircileri birer birer isticvab edip, pan tomima suretiyle, bir nevi anket yaptığım çok vakidir. Sık sık tekrarladığım bu an ketler sayesinde halkın benim için ne düşündü ğünü kolaylıkla anlar,
hareketlerimi umumî arzuya göre tanzim ederim.»
Bu sanatın son ve kıymetli üstadı İ s- m a i 1 Dü m b ü 1 1 ü y ü de burada beğene rek ve överek kaydet
meyi faydalı bulurum. Görülüyor ki tulû at tiyatrosu halk tiyat rosudur. Baltacıoğlu- nun dediği gibi halk tiyatrosu da : «Cemiyet içinde hususî bir sınıfa hitab etmiyen, mâşerin estetik vicdanına bir den, bedaheten hitab eden sosyal tiyatro»dur. Tulûat her zaman aşağı yukarı bu halk tiyat rosu sıfatını muhafaza etmiştir. İstibdadın en koyu devrinde, düşün-- çelere kadar nüfuz et meğe yeltenen sansüre
rağmen tulûat ile,
yani akla geleni söylemek üzere, oyun oynamak kabildi. Çünkü tuluatın gayesi yal nız seyircileri güzelce eğlendirmek ve gül dürmekti. Tulûatçılar zülfüyâre dokunacak söz söylememeği pek iyi bilirlerdi. Yani
Abdi
tulûatlarmda bile zamanlarının yakazası var dı. Onların itiyadı sansürün yerine geçiyor du. Bu, pekâlâ gösterir ki bugün tulûatı kö tü bulup bırakacak yerde ona yeni gayele rini göstermek ve yeni
gayelere göre hareket imkânı vermek kabildir. Hattâ ona edebî bir seviye vermek bile... Yeter ki biran evvel, esasına dair ananeler kaybolmadan, onu ma kul ve tatbik edilebile cek şartlar dahilinde tekrar yoluna koyalım. Yolunda yürüyen tiyat romuzun yanında, o da yolunda yürüsün. Dün yaptığı gibi bugün de halkı güldürsün. Tulû- atın ilk şekli bugün o kadar unutulmuştur ki
onu canlandırmak teşeb- Naşid
büsleri yalan yanlış bir
takım sahneleri hortlatmaktadır. Bukadarla kalsa gene iyi. Onun sanki esası imiş gibi bir sürü kantolar ve tulûatla hiçbir alâkası olmıyan birtakım teferrüat esas yerine geçirilmekte, bu suretle de' tulûatın seviyesi düşürülmektedir.
Aka Gündüzün gü zel bir temennisi vardır.
O, tulûatı lâyık olduğu ■ **’ ' '* seviyeye eriştirmek için
bakınız ne der : «Bizim 3 tiyatro çeşidleri içinde tulûatçılık dı çeşide, bilgi ve enstitüleri kadar; ek mek, katık kadar ihti yacımız vardır. Bunları teşkıllendirmeliyiz. Hat tâ bunlar için yılda dört ay çalışan mevsimlik bir enstitü bile kurmak kolaydır. Ankara’ da şartlar bu işe uygundur. Devlet otuz kırk kişinin
dört aylık iaşesini mem- İsmail Dumbullu
nuniyetle temin edebilir.
Onlara birer diploma kazandırılır. İller, bele diyeler ve halkevleri de bunları korumakla mükellef tutulurlar. Böyle faydası çok büyük bir işi üzerine alıp usanmadan çalışacak vatandaşı şimdiden kutlarım.»
Abdi ve K. Haşanın karikatürleri
Halka doğruca hitab eden bu halk mües- seselerinin telkin kudreti çok büyüktür. Bu gün yurdun en uzak köşelerine kadar gidip dolaşan birçok tulûat kumpanyası vardır. Filhakika bunların halk terbiyesi için kulla
nılmak üzere organize edilmeleri çok faydalı olacaktır.
Son göz olarak şunu da ilâve edelim ki, ağlatmak kolaydır, fakat güldürmek güç. Acıklı bir hikâye nakleden herkes karşısın dakini müteessir edebilir, onun gözünden bir damla yaş akıtabilir. Lâkin karşısındakini tebessümden ileri götürecek, gülmekten katıl- tacak babayiğitler kolay yetişmez. Binaena leyh bu sanatkârları şahsan korumak "borcu dahi bu işe biran evvel sarılmak için kâfi sebeb teşkil eder.
( Selim Nüzhet Gerçek)
TURGUD REİS - (1485 - 1565) Türk
denizcilik ve kahramanlık tarihinin belli başlı simalarından biri olan Turgud, 1485 (Hicrî 890) te Menteşe vilâyetinin Salvaroz nahiye sine bağlı bir sahil köyünde doğmuştur. Veli isminde fakir bir köylünün çocuğudur. Küçük yaşta ok atmak ve güreş tutmakta maharet göstermiş, biraz gelişince sergüzeşt ariyan o zamanın bütün sahil yiğitleri gibi çiftçilikten vazgeçmiş ve bir gemiye muço olarak girmiş tir. Kuvveti, cesaret ve parlak zekâsı saye sinde kısa bir zamanda kendisini tanıtmıştır. 20 yaşlarına gelince tecrübeli bir denizci ola rak korsan gemilerinde ganimetlerden hisse almak suretiyle çalışmağa ve baskınlara iş tirak etmeğe başlamıştır. Bu hisseleri birik tirerek korsan gemilerinden birine ortak ol muştur. Baskınlardan birinde bir kadırga zap- tedince hisseli gemisini bırakarak kendi malı olan kadırga ile batı sularına açılmıştır. Fa kat kürekçileri Türk denizcilerinden olduğu için bunları bu zahmetli işten kurtarıp savaş larda kullanmak arzusiyle Sicilya adası kıyı larında bir balıkçı köyünü basmış ve birçok kuvvetli forsalar ele geçirmiştir. Turgud’un buraya kadar anlattığımız hayatı biraz karan lıktır. Yalnız Turgud Reisin Barbaros Kardeş lerden daha evvel batı sularında korsanlığa başladığına ihtimal verilirse de ne zaman ve hangi senelerde Turgud’ un Barbaros Kardeş lerin hizmetine girdiği malûm değildir. Tur gud, birçok seneler kâh Barbaros Hayreddin Paşa’nın emrinde, kâh bağımsız olarak Akde niz’ in batı sahillerini vurmuş ve yavaş yavaş şöhreti Akdeniz ufuklarını tutmağa başlamış tır. Oruç Reis öldükten ve Barbaros Hayred din (Bak. Barbaros Hayreddin Paşa; A ylık An siklopedi, sayfa 73) 1533 te devlet hizmetine girerek İstanbul’ a gittikten sonra, Turgud yalnız başına kaldı. Barbaros Hayreddin Paşa Kaptanı Derya olunca, bazı savaşlarda Tur- gud’u çağırır ve ona mühim vazifeler verirdi. 28 eylül 1538 Preveze Meydan Muharebesini (Bak. Preveze; A ylık Ansiklopedi, sayfa 219) kazandığımız zaman Turgud Reis gönüllüler den teşkil olunan ihtiyat filoya kumanda et miş (Leyn Pol’a göre, sağ kanada kumanda etmiş) tir. Ve zaferin sağlanmasında mühim bir rol oynamıştır. Savaş başlamadan evvel H açlı lar Donanmasının P re.eze’nin ağzına gelerek top atmağa başlaması üzerine Turgud Reis, Barbaros’un emriyle yanına meşhur Murad Reis ile korsan kaptanlarından Güzelce Mehmed ve Sadık Reisleri alarak limandan çıkmış ve düş manı açık sulara kadar kovalamıştı. Bu savaş tan sonra Turgud’un korsan filosu çok kuv vetlendi. Denize açıldığı haberi Akdeniz sa hillerini korku içinde bırakır, bütün İtalyan sahillerinde adeta bir cümle dolaşırdı: «Tur gud geliyor.» Bu korkuya ve tehlikeye bîr nihayet vermek istiyen ve zamanın büyük imparatorlarından biri olduğunu iddia eden Şarlken Turgud’un yakalanması için bir filo
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi