<{ 11
DİZİ YAZILAR
M
İLLİ Eğitim Bakanlığımın Ter cüme Bürosu ta rafından yöneti len Dünya Edebi yatından Klasikler yayınının
İstanbul'daki işlerini Yaşar Nabi Nayır üstlenmişti. O yıl Nayır, Varlık Yayın larımı kurdu, görevinden ayrıldı. Tercü me Bürosu Başkanı Prof. Suut Kemal
Yetkin de bu görevi bana önerdi. Yapa
cağım iş, Milli Eğitim Basımevi’nde baskısı yapılan çeviri kitapları okumak, düzeltmek, baskıya yermekti, iki yıl bu görevi sürdürdüm. Ünlü şair Ziya Os
man Saba'yla -ki Düzeltme Bürosu şe
fiydi- geçen bu güzel zamanı bir düş gi bi anımsarım. Eşsiz bir insandı Ziya Bey. Her öğle tatilinde Gülhane’de, Sul tanahmet’te dolaşırdık, bana anılarını, özellikle Cahit Sıtkı Tarancı ile arkadaş lıklarını anlatırdı. Galatasaray ve Hukuk Fakültesi çıkışlıydı. Çok daha iyi bir ya şantıya layıktı, ama o eşi bulunmaz al çakgönüllülüğüyle düzeltme şefliğiyle yetiniyor, kendine özgü şiirlerini yaz makla mutlu oluyordu.
1947-48 arasında BabIali'den uzak tım. Yalnız Varlık Dergisi’ne öyküler, şairlerle ilgili yazılar veriyordum. Var lık Yayınları biz gençlere kitaplarını bastırmak olanağını sağlamıştı. Yalnız gençlere değil, Salt Faik, Bekir Sıtkı,
Ümran Nazif gibi ünlülere de... Varlık
Yayınları kurulmadan, Rakım Çalapala bir öyküler dizisi kurmayı düşündüğünü söyledi. Benim de öykülerimi aldı. Ama önce tanınmış bir yazarla diziye başla makta yarar görüyordu. O günlerde Sa
lt Falk’in “Kestaneci Dostum” başlıklı
bir öykü kitabı Remzi Kitabevi'nde dur maktaydı. Remzi Bey ne zaman basıla cağını bildirmemişti. Benim romanım
“Garipler Sokağı” da Remzi Bey deydi.
Onun da basılıp basılmayacağı belli de ğildi. Rakım Bey'in sözü üzerine Salt
Faik’e durumu açtım. Birlikte Remzi
Bey’e gittik. Salt Falk’in ve benim kitap larımızı aldık. Nasılsa basılacakları yoktu! Rakım Bey'e gittik, Sait Faik’e yüz lira telif hakkı verdi. Salt çok sevin mişti. Hemen beni Filibeli Köfteci’ye götürdü. Bol piyazla köfte yedik birlikte.
Salt Falk’in dostlarına ikramda bulun
ması az görülür bir olaydı! Birkaç hafta sonra Rakım Bey yayınlara başlayama dığı için “Kestaneci Dostum”u geri alıp
Yaşar Bey'e teslim ettik. O da her ne
dense bu adı değiştirdi, “Lüzumsuz
Adam” yaptı. “Kestaneci Dostum” öy
küsü Yürüyüş Dergisi’nde yayınlandı ğında Sait Faik savcılığa çağrılmıştı, belki bu yüzden...
VAKİT YAZARLIĞI
Niyazi Ahmet Banoğlu’nun yazı mü
dürü olduğu “Vakit” gazetesinde de ya zılarım çıkıyordu 1945’ten bu yana. Va
léry öldüğünde bir yazı yazmıştım. Da
ha sonra da “Savaş Karşısında Şiir” konusunda iki yazı. Her yazıma beş lira öderlerdi. Hanın altındaki kitabevinde, ki adı Vakit Yurdu'ydu, Behram Bey adlı yaşlı bir kişi öderdi telif hakkını... Ama her defasında Vakit Yayınları’nda çıkan kitapları yarı fiyatına verir, “Parayı ne
yapacaksın, bu kitapları al, çok daha iyi” derdi. Hemen bütün yayınları al
mıştım. Son kez “Behram Bey biraz da
para versen daha iyi olacak” dediğim
de, “Bu gençler ne çok para canlısı olu
yor” diye bir on lira atmıştı önüme...
Milli Eğitim Basımevi ilginç bir yer di. Tanınmış kişiler gelirler, kitaplarının dizilmiş formalarını alırlardı. Klasikleri dolabımda saklar, sırası geleni dizgiye verirdim. Ama bazı açıkgöz çeviriciler sermürettip İsmail Efendi’yi türlü arma
ğanlarla görürler, ki taplarının dizgisini öne aldırırlardı. Bu
konuda bir sava
şımdır giderdi benim le İsmail Efendi arası nda. ..Basımevi mü dürü tam on beş yıldır bu görevdeydi. Emek li bir subay olduğun dan amirleriyle tele
fonda konuşurken
bile esas duruşa ge çerdi.
TERCÜME BÜROSU GÜNLERİ
Sonra evlilik ve Ankara'ya gidiş. Yine
Tercüme Bürosu’-
ndaydım. Başkan
Suut Bey’di. Genel
Sekreter Lutfi Ay. Bir de Oğuz Peltek vardı. Cumaları kurul top lanır gönderilen çevi rileri ya bir inceleme ciye verir, ya da toplu olarak görüşürdü. Bir çeşit akademi gibiydi
Tercüme Bürosu’-
ndaki toplantılar. De ğerli kişiler vardı:
Hayrullah örs, Mela- hat özgü, Bedrettin Tuncel, Fehmi Bal- daş, Cemal Köprülü.
Ankara’yı seve-
memiştim. Oyuncak gibi bir kentti. Ba kanlık, garın yanında idi. Oğuz Peltek’le bir odada çalışırdık. Bul
garistan göçmeni
Peltek bir felsefeciy
di, derin kültürlü bir
kişiydi. Tanıdığım
yüce gönüllü insan
ların başında gelir. Ne var ki hastaydı, ve remdi. Büroya gelen ünlü kişilerle dostluk etmek, söyleşmek çok hoşuma gidiyordu. 1950 yılı başında “Vatan" gazetesinde ki tap tanıtma yazıları, Ankara mektupları da yazmaya başlamıştım. Bu kitap eleştir meciliğini uzun yıllar sürdürdüm. İster is temez yine BabIali'nin bir parçası olmuş tum.
ATAÇ'LA DOSTLUK
O 1950 yılının Ankara’sı benim açı mdan çok ilginç bir yerdi, önce Nurullah
_ ^
— yılının
Anka-^ O C f i r a ' s ı b e n i m a ç ı -
I 9 v V m d a n çok il
ginç bir yerdi.
önce Nurullah Ataç vardı. Sık
sık görüştüğüm, söyleşmesin
den hoşlandığım, kendisinden
çok sey öğrendiğim bir kişi
N
u r u lla h A t a ç , Y a h y a K e m a l in C e la l B a - y a r a ç e k t i ğ i k u t l a m a t e l g r a f ı n d a k i ilk m e ş r u c u m h u r b a ş k a n ı s ö z ü n e Iç e r le m lş t l. A t a t ü r k , İn ö n ü d e ğ i l l e r m i y d i d i y o r d uAtaç vardı. Sık sık görüştüğüm, söyleş
mesinden hoşlandığım, kendisinden çok şey öğrendiğim bir kişi... CHP iktidarının son yılına girmiştik. 14 Mayıs'ta genel se çimler vardı. Ülkede bir şeylerin değiş mesi bekleniyordu. Ama CHP’nin iktidar dan ayrılması uzak bir olasılıktı. Ataç, Cumhurbaşkanlığı çeviricilerindendi. Bir gün kendisine ilk genel seçimde milletve killiğine aday olup olmayacağını sordum. Ulus'tan Sıhhiye’ye doğru iniyorduk. O günlerde Ataç siyasal içerikli yazılar da yazmaktaydı, Kavafoğlu imzasıyla...
Şöyle bir durdu; kendine özgü deyişiyle,
BABIALIDE
YIL
“Beyim, beyim”
dedi, “Sen İstanbullu
sun, ben de. İyi bil, ne sen, ne de ben bu ül kede böyle bir göreve seçllemeyiz. Ama Anadolu’nun herhan gi bir kentinden ol saydım, 'İlimizden bir
ünlü yazar çıktı. Onu
aday gösterelim,
seçtirelim' diye düşü
nenler çıkardı. Ama İstanbul’da öyle şey olmaz.”
öyleydi eskiden!... Şimdi o da yok! De mokrasi havaları, ünlü kişi, değerli kişi üstün lüğünü yok etti, herkes
kendini adaylığa
yakıştırıyor. Bakın, son dönemin meclis lerine, kaç yazar, kaç sanatçı, kendi alanı nda ünlü kaç kişi önse çimlerde üstün gele bildi? Ancak merkez kontenjanını elde ede bilirlerse, bir de seç menden oy alabilirler se... 14 MAYIS DÖNÜM 14 Mayıs 1950 se çiminde evimizin karşısındaki Atatürk Lisesi’nde oy verdim.
Karma bir liste
yapmıştım. CHP’nin
adayları çoğunluk
taydı, ama DP'lilerden gözümün tuttuğu bir kaç kişiyi de listeme yazmıştım. Saat beş ten sonra sandıklar
açılmaya başlandı.
Kızılay'da dolaşıyor dum. Şair Adnan Bu-
lak’a rastladım. Mülkiye’den yeni mezun
olmuş, Başbakan Yardımcısı Nihat Erlm’- in özel Kalem Müdürlüğü’nü yapıyordu, ama seçimden az önce bu görevden ayrılmış, Dışişleri'ne dönmüştü. Birlikte dolaşmaya başladık. Garip bir sessizlik vardı ortalıkta. Adnan, “CHP kaybetti gali
ba” diyordu. Gece her şey aydınlandı. DP
çoğunluk yöntemi yüzünden bütün ülkede üstünlüğü elde etmişti. CHP altmış kadar sandalye kazanmıştı ancak! İlk kez halkın oylarıyla bir iktidar değişiyordu.
lal Bayar’a çektiği kutlama telgrafını
duymuştu, köpürüyordu, ağzına geleni söylüyordu. Yahya Kemal, “İlk meşru
cumhurbaşkanını tebrik ederim” diye-
siymiş! Ataç, “Atatürk, İnönü, meşru
cumhurbaşkanı değiller miydi?” di
yordu. Her zaman salonun baş köşe sinde asıl duran “Aziz Nurullah’a” it haftı resmini kaldırmış, banyonun du varına takmış, "Yeri burasıdır” diyor du. Bir gün de hastalandığını duydum. Evine gittim. Yatakta yatıyordu, dakti losu yanındaydı. Yatakta kucağına alır yazarmış yazılarını. Midesini bozmuş, turşu, fıstık bir sürü şey yemiş, hasta lanmış. Boyuna konuşuyor, bir yandan da sigara içiyordu. Küller yatağa, yor gana, yastığa düştükçe eşi, “Nurullah
Bey yatağı kirletiyorsunuz” diye küllü
ğü uzatıyordu. Ataç sözünün kesil mesine öfkelendi, "Yahu, bu kül kadar
temiz şey var mıdır, yanmış, kül ol muş.” Oysa yatak-yastık kapkara olu
yordu bu temiz küllerin düşmesiyle!
İŞTEN ATILMAM
ATAÇ VE BAYAR
Celal Bayar Cumhurbaşkanı olunca Nurullah Bey görevinden ayrıldı, emekli
oldu. Her zaman ismet Paşa’nın sofrası nda otururmuş. Birden yerini değiştirmiş ler, sıradan görevlilerin masasında otur mak zorunda bırakmışlar. Ataç da bu “İs
tiskal” üzerine emekli olmak istedi. Süre
sinin dolmasına az kalmıştı. Araya Nadir
Nadi Bey’i soktu, bu sorunu çözümledi,
huzura kavuştu.
Bir akşam Saraçoğlu Mahallesi'ndeki apartmanına gittim. Yahya Kemal’in
Ce-0 sırada ben işsiz kalmıştım. Tercüme Bürosu’ndaki küçük işimden uzaklaştırılmıştım. Bakanlık Yayınlar Müdürlüğü'ne atanan kişi, o günlerin bakanı Tevflk İleri gibi, “Bakanlığı
solculardan temizlemek” girişimlerini
sürdürenlerdendi. Zaten Tercüme Bü rosu Başkanı Prof. Suut Kemal Yetkin 1950 seçiminde milletvekili seçileme yince Büro Başkanlığından ayrılmış, yerine yeni iktidarın akıl hocalarından Prof. Remzi Oğuz Arık getirilmişti.
Arık, DP’nin sayılı aydınlarındandı,
hem Devlet Tiyatrosu Edebi Heyet Başkanı, hem Tercüme Bürosu Baş- kanı’ydı. Ilerl’nin de çok yakınıydı.
Yeni başkanla büroda geçen bir konuşmamızdı beni işimden eden.
Remzi Bey büroya gelmiş, Lutfi Ay, Oğuz Peltek ve benimle tanışmıştı. Ko
nuşma sırasında sanat konularındaki görüşlerini belirtti, Türk İslam klasik lerine daha çok önem verilmesi gerek tiğini, bizim kendimize özgü sanat larımız olduğunu, tiyatro, bale vb. ko nuların ulusal sanatlarımızla ilgili ol madığı gibi şeyler... Birden bana dö nüp sordu:
“Sizin babanız opera, bale gördü mü?”
Dayanamadım:
“Benim babam bir sürü Avrupa kentlerinde bulunmuş, elbet görmüş tür, ama bu bir şey ifade etmez. Baba mız, buzdolabını da görmedi, uçağa da binmedi, radyo da dinlemedi, ama biz bunların hepsini kullanıyoruz.”
Remzi Bey bir şey söylemedi, şöy
le bir baktı, o kadar. Haftasında da 200 lira aldığım işime son verildi. Çaresiz İstanbul'a gelmek, bir yıldır uzaktan yazılar gönderdiğim “Vatan” gazete sine girmek zorunda kaldım. İlk genç lik günlerimden bu yana “İkdam”,
“Yeni Sabah”, "Vakit” gibi gazeteler
de yazmıştım, gazetecilikten uzak bir edebiyatçı değildim. Gerçi genç bir edebiyatçı olarak gazete yazarlığını küçümserdim. Ama bir gün Nadir Na- di’nin kısa kısa yazılarından oluşan
“Sokakta Gürültü Var” adlı kitabını
okuyunca gazete yazılarının da yazı nsal bir değer taşıyabileceğini an lamıştım.