IBaştaraU l inci sahifedel
gelsinler, görsünler. Sayın arkadaşlarımı zın dedikleri gibi, bu adamlar hakkında birçok sözler söylenebilir; fakat ben buna da hacet görmüyorum. Bunların yaptık ları cürümleri zaten tarih kaydedecektir. Kendileri de, evlâd ve ahfadı da utana caklardır.»
Mehmed Somer, af kelimesinin mana sında mündemiç olan hüviyeti, yani ceza lardan kurtarılma mahiyetini ele alarak:
«— Yüksek Adliye encümeninden
sorarım dei. Şu af kanunu içine ce -
za maddelerini nasıl sıkıştırıyorlar?
Hukuku idare , bakımından bazı ka - yıdlar konulmuş olsa dahi, bu ce - zanın nev’ama temadisi demek değil
midir? Sonra, istiklâl mahkemelerinin
ve heyeti mahsuların kararile, içimizde hukuku medeniyesine sahib olarak yaşa makta olan bir çok vatandaşlar da vardır ki, sadece âmme hizmetinden mahrumdu lar. Biz onların aflarını da daha iki sene tecil ediyoruz. Arkadaşlar, Atatürk bu işe teşebbüs ettiği zaman acaba yanında kaç kişi bulundu? Yavaş yavaş millet o- nun büyük şahsiyetini anladıktan sonra dır ki, kendisine iltihak etti. Yanında bu- lunamıyanlar arasında da, öyleleri var dır ki, binbir türlü zaruret ve ihtiyaç do- layısile buraya gelememişlerdir. Gelseler bile, belki onlara, o gün için verilecek iş yoktu. Ne olursa olsun, hepsi affa lâyık görülmelidir.»
Mehmed Somer, sözlerine, gerek A d liye encümeninden, gerek hükümetten, lâ yihanın «af kanunu» olarak çıkarılması ricasile nihayet verirken:
«— A f kanunu yapıyoruz, yeniden ceza kanunu tedvin etmiyoruz!» dedi.
«.Affedelim mi?»
Durak (Erzurum) — Bugün çok mü him bir mevzu üzerinde bulunuyoruz. V a tanın bağrına hançer dayıyanlarm affı görüşülüyor. O kara günlerde işin içinde bulunanlardan olduğumuz için, ufak bir hulâsa yapmaklığıma müsaadenizi rica e- deceğim. Zira aradan yirmi sene geçti ve o sıralarda henüz on yaşında çocuk olan
lar, şimdi otuz yaşına basmıştırlar ve
belki de samiin sıralarında da bulunmak tadırlar. Onların kitablardan okudukla rını, bu vesileyle, bu kürsüden kısaca izah edeceğim.
Arkadaşlar; Osmanlı İmparatorluğu
parçalanır, düşmanlarımız yeî yer memle keti işgal ederken, Türk istiklâlini kazan mak için çırpınırken, bu güruh, düşman - larımızın, maddî ve manevî alât ve ede vatı halindeydi. Türk milleti, şeref, istik lal ve haysiyet davasile uğraşırken, bu güruh İstanbulda ve diğer yerlerde fesad tohumları ekiyorlardı.»
Durak (Erzurum), Büyük Harbden sonraki perişan vaziyeti ve bu güruhun başlarında Halifeleri olduğu halde, mille tin bütün talih ve mukadderatını müstev lilere terketmiş olduğunu, tam bu sırada, Allahın bir mucize olarak Türk milletine ihsan ettiği Mustafa Kemalin doğduğu nu ve Türkün Atası olduğunu binbir mi salde ispat ettiğini anlattıktan sonra, Yüzelliliklerin hıyanet ve melânetlerini kaydetti, sözüne devamla:
«— Affedelim mi? Affetmiyelim mi? dedi. Eğer ben bu Meclisten ol masaydım, kanaatim şöyledir: Asla! Babamı, kardeşimi öldüreni affeder dim. Bunlar ki vatan hainidir! Asla!
Bununla beraber hükümetimiz bize bir kanun lâyihası getirmiş. Aflarını teklif e- diyor. Biz öyle yekvücud, birbirine kay naşmış bir meclisiz ki, biz mi hükümetten ilham alırız, hükümet mi bizden ilham a- hr, onu yalnız biz biliriz. (Gülüşmeler).
Cumhuriyetin korkusu yoktur
Hükümet esbabı mucibesinde vazıh
şeyler göstermiştir. Ben de ona küçük bir mucib sebeb ilâve etmek istiyorum: Bizi sevmiyenler, ihtirasla itham edenler ola - bilir. Olabilir a... Onlar bilmelidirler ki, bizim Haşan, Hüseyin, Ali, Veli ile işi miz yoktur. Kim doğru yoldan şaşarsa kardeşimiz, babamız da olsa onu derhal tepeleriz. Atatürk, hükümet, Meclis, mil let hep birbirlerile kaynaşmış bir kal’ai ahenindir. Onlara, ömrünün sonlarında birkaç kürek vatan toprağı ihsan ederken şunu haykırıyoruz: Cumhuriyetin kimse den korkusu yoktur. Dalâlete sapanlara kahrı çok büyüktür; fakat şefkat ve mer hameti de o nisbette geniştir.»
Sırrı (Yozgad) — Bilhassa Yüzelli- likler içinde geleceklerden, beni şahsan ızrar edenler, kardeşimi gözümün ö-
nünde koyun boğazlar gibi kesenler ve bana: «Söyle o Mustafa Kema le..» gibi tehdîd ve istihfaf savuran lar vardır ki, hiçbirini şahsan affede- mem; fakat: «H ayatta bulundukça
emelim Ulu Reisin izinde yürümek ve yolunda ölmektir» diye söz vermiş bulun maktayım. Mademki, Onun rahm ve şef kati bu kanunun kabulünü istilzam edi yor. Reyimi vereceğim!»
«Onlar 5475 kere ölmüşlerdir
»Kapanan meş’um
‘I V / l - f * 1 Zvı „ * , . . . . .
enkazı dahi olsa bize fenalık edebilecek hiçbir kuvvet ibraz edemezler. Bizim şi arımızda en büyük haslet vatan aşkı, vatan duygusudur.»
Ruşeni \ arkın, kısa bir zaman Filistin-
de konsolosluk ettiğini, vazifesi iktizası o- larak orada dolaşan bu gibi serserileri tetkik ve takib ettiğini anlattı: «Her
yerde nefretle karşılanıyorlardı. Ben iddia ederim ki, bu 15 senenin 5475 günü içinde, bunlar inliyerek 5475 defa ölmüşlerdir!
Onları şimdi affediyoruz. Buyurun! Yıkmak istediğiniz memleket işte böyle
yaşıyor, diyoruz. Geleceklerine şüphe
yoktur. Değil şimendifere, vapura bin mek sürünerek gelmeğe de razıdırlar. Geleceklerdir ve yıkmak istedikleri vata nın bu mes ud ve müreffeh vaziyeti karşı sında, eğer en küçük bir duyguları varsa, zillet ve mahcubiyet altında, hergün bir kere daha ölecekler, ve nihayet kendileri ne bahşedilen vatan toprağındaki ebedî metfenlerine kavuşacaklardır!»
Halebden gönderilen küstah
mektub
Vasfı Raşid, ilk meb’us intihabı sı ralarındaki bir hatırasını anlattıktan son ra, Halebden gazetemize gönderilen mek tubu mevzuubahs etti: «Başlıbaşına bir program olan «Cumhuriyet» gazetesinde cidal ve fırka arkadaşımız olan Yunus Nadiye Halebden gönderilen küstah mektubu okudum» dedi ve bu kanunu hiddet ve hatıraların ölçüsile ölçmenin doğru olup olmıyacağı bahsine geçti ve Cumhuriyetin yüksek menfaati cephesin den tetkikini uygun buldu. Vasfi Raşide göre, bu kanun kütüğünden ayrılmış, ölü yapraklara dahi Cumhuriyetin nurunu ıh san etmekte ve onlara bir vatan bahşet - mektedir. Vasfi Raşid sözlerini şöyle bi tirdi: «Bu heyecanımla, bu kanuna rey vermemek elimden gelmiyor!»
En büyük ceza
Hakkı (V an) — Bu hainlerin kapı- dışarı edilerek, yurdlarmdan uzaklaştırıl ması bence ağır bir ceza değildir. Ceza nın ağırı, buraya gelip, hıyanet ettikleri yurdun müreffeh ve mamur manzarasını görmeleri olacaktır. Yaptıklarından utan- mıvanlar gelip bu cezayı da görsünler!
Türk genci onların çehresinde
şehidlerin kanım görecektir
Besim Atalay — Gözleri varsa, kor olası gözleri, elbette geldikleri zaman, yanılmış olduklarını görecek, anlıyacak- lardır. A f daima yüreklerde minnet ve şükran duyguları yaratır. Bırakın bu a-
damları gelsinler, görsünler. Rejimin
bunlardan korkusu yoktur. Bunlar mem lekette, kendilerine kıymet verilen hiçbir sima ve nasıye olamıyacaklardır. Her Türk genci bu adamların çehresinde ya nan şehirlerin alevini, ölen şehidlerin kanlarını görecektir. Yüzleri varsa
gelsinler; fakat şunu bilsinler ki: Es ki nifaklarına devam edecek olurlar sa Cumhuriyetin pençesi ve gençli ğin elleri yakalarında olacaktır. (A l kışlar) .
Fikri — Bu kanun af kanunu değildir, bu hainlerin yaşıyan cesedlerinin son var lıkları üzerine, yüksek ulusumuzun şef kat ve merhametidir. Utansınlar, ağlasın lar, sızlasınlar!.. Bunu böylece bilerek kabul edelim.
Asıl asılaack onlardı
M uhiddin Baha — Eskişehir ve
Konyada istiklâl mahkemesi azası ve reisi bulundum. Bir karınca öldürmüş değilim, fakat yüzlerce adam astım, idam ettiğim adamların siması bugün birer birer karşımda dolaşıyor. Şimdi onlar için Allahtan mağfiret diliyo rum. Çünkü asıl mücrim onlar değil di. Asıl mücrim bugün affettiğimiz insanlardı. Bunlar, onların Eskişehire
gönderdikleri casuslardı. Yahud mecnun, ümmî ve cahil adamlardı. Astıklarımız a- rasmda asker kaçakları vardı. Onları «bunlara hizmet etmeyiniz, gâvur oluyor sunuz» diye iğfal edenler, bu adamlardı. Konya isyanını yapanlara «bu orduyu arkadan vurun!» diyen sarıklı cahiller, on dördünü birden astığımız bu adamlar, gene 150 liklerin iğfaline kapılmışlardı.
Bazı arkadaşlar dediler ki, bu adam lar vatandan uzakta, hergün bir kere öl düler. Bir kere değil, bin kere ölseler
azdır; fakat bir şair: «Tanrının mer hametinden de büyük mü günahım» demiş. Onlar: «Türklerin merhame tinden de büyük mü günahım» de melidirler. Türk milletinin şefkat ve ulüvvü cenabı bu adamların bu ceza larını da affa muktedirdir.»
Muhiddin Baha, içlerinde, ağlayıp
sızhyarak hududa gelenler, yalvaranlar olduğunu, fakat bu feryadlara dahi ba- kılmıyabileceğini, ancak burada evlâdla- rı, kardeşleri, hısım akrabaları bulundu ğunu, işte insanı asıl zâfa düşüren cihetin burası olduğunu kaydetti ve sözüne şöy le devam etti:
«Onlar birer pıhtı, iğrenç birer
vücudden ibarettir»
lar, artık birer pıhtı, birer müstehase, bir ölmüş iğrenç vücudden ibarettir. Gelsinler. Bu milletin yüksek nazar ları önünde iğilsinler...»
Muhiddin Baha, sözlerini şöyle bitir-d i:
«— Fakat.. Bunların teşviküe idam edilmiş olanları da Allah affet
ti sın!»
Şehidlerden, şehid analarından
af talebi
Akagündüz — Huzurunuza, müsavi bir arkadaş gibi çıktım; fakat, bir tarihi temsil eden bu kürsünün manevî huzuru na, manevî bir mücrim gibi çıkıyorum; çünkü affolunmağa ben muhtaç iken, yan lış bir kelime kullanarak, ben başkasını affa teşebbüs ediyorum. Bu kanundaki af kelimesi formüler bir kelimedir; fakat a-. caba affedecek biz miyiz? O, tek beyaz reyi verecek ben miyim? Bunda maddî
hakkım vardır; fakat manevî hakkım
yoktur! Ben bu beyaz reyi verirken,
bir taraftan manevî bir mücrim vazi yetine giriyorum. Ben kendi hakkım da el açıyorum, size geliyorum, diyo rum ki: Ey, kocasını Anafartada, ev lâdım Sakaryada bırakan, şimdi göz leri görmiyen Türk anaları! Ben bun lara sebeb olanların hakkında şimdi bir beyaz rey vereceğim, siz beni af fediniz! (B ravo sesleri, alkışlar).
Ben karşınıza gelip, el açıp diyorum ki, ey, gökten düşenlerin, denizde kalanların, sizin bu akıbetinize sebeb olanların ıstı- rablarını duyan kardeş ve hemşireleri! Ben sizin bana verdiğiniz vekâletin maddî kısmında bir beyaz rey veriyorum, mane vî kısmında siz beni affediniz!»
Hatib, bundan sonra, Dumlupmarda- ki Meçhul Mehmedin ruhuna da hitab e- derek, bu beyaz reyi kullandığından do- ayı af diledi ve beyaz reyi vermenin an cak bir tek esbabı mucibesi olabileceğini izah etti ve dedi ki:
«— Hükümet bize böyle bir kanun ge tiriyor. Böyle bir kanun getirebilmek için Büyük Şefin reyini muhakkak ki almıştır. Ne bu şefkat, ne bu merhamet, ne bu ceza meselelerinin esbabı mucibede yeri yoktur. Atatürk, Şef olduğu günden-
beri ne düşündüyse iyi düşünmüş müdür? Ne yaptıysa iyi yapmış mı dır?... İşte bütün esbabı mucibe bu- dur arkadaşlar!
iki vaziyet
Cevdet Kerim İncedayı (Sinob) — Sayın arkadaşlar, bu kanunun müzakere edildiği şu an istiklâl ve inkılâb aşkı yü
reklerini bürüyen sayın arkadaşlarımın
milletin istiklâl ve inkılâbı kadar istikba line matuf olan yerinde bir hassasiyet ve heyecanla söyledikleri derin ve özlü söz leri bu anda benim gözümün önüne, vic
danımın karşısına yanyana iki vaziyet
dikti: Biri yirmi sene önce içten ve dıştan ateşe verilmiş, yeryüzünde tarih boyunca hiçbir milletin maruz kalmadığı bir yan gına uğramış, maddî bütün vasıtaları a-
lındığı gibi kendini kurtarmak için tek
silâhı olan maneviyatının da yok edilme sine doğru tedbir alınmış başsız, teşki - lâtsız, yapyalnız kalmış bir millet, Türk milleti. Ve bugün sırf hiç dokundurma -
dığı maneviyatına dayanarak kalkman
ve kurtulan yeryüzünde hiçbir milletin muvaffak olamadığı bir kudret ve şeha- metle o kötülükleri yok edip bugün bütün milletlerin gene bütün devletlerin, sade samimiyet ve muhabbetini değil, hürmet ve dikkatini bile üstüne toplamış olan ye ni Türkiye Cumhuriyeti ve büyük Türk milleti.
Gene arkadaşlar, bu kanunun konu - şulduğu şu anda ve arkadaşların bu yük sek sözleri benim gözümün önüne birden iki manzarayı yanyana dikti: Birisi demin arzettiğim gibi kötü felâketli ve üzerimi ze bizden başka bütün bir âlemin tevcih edildiği günlerde onlar düşman saflarının kâh önüne, kâh içine karışarak ve kâh onlara siper olup arkasında gizlenerek bize onlarla beraber düşmanlık eden ve bugün af kanununun mevzuu içine giren bu hain ve alçaklar. Diğeri onları bugün affetmek mevzuunu konuşan, gönlünü yo ran ve harekete getiren büyük Türk mil leti ve onun büyük mümessili olan Tür - kiye Büyük Millet Meclisi.
Maziyi hatırlıyalım
Arkadaşlar, bir an için, gözümüzü, ha tıramızı 20 sene evveline çevirelim. Mon dros mütarekesine dönelim. Mondros mü- tarekenamesinin tatbikat safahatını ha - tırlıyalım. Memleketin yer yer işgalini ve nihayet bu milletin kurtuluş için kalkmış larını....
Bunları izah etmiyeceğim. Çünkü bü tün bu safahat, o günü yaşıyan, yapan ve o gün çocukken bugün millet içinde iş ve mes’uliyet mevkilerinde bulunan bütün bir nesil, Atatürkün büyük nutkunda en veciz ifadelerle bunu duymuş ve bilmiş bulunuyor. İşte böyle bir zamanda hıya net erbabından ol?ii bu adamların affı konuşulurken bu dosyalan kapanıyor de mektir.
Bu dosya k'anamrir»« W- l---~
bir tarih safhası
daha hatıralarını tazelemeleri, yeni neslin ve bu milleti mütemadiyen tazeliye - cek ve kuvvetlendirecek olan gelecek ne sillerin önünde ve elinde bir vesika olarak kalması için bu muhasebenin bir defa da ha bu kürsüden yapılması lüzumile söz almış ve huzurunuza çıkmış bulunuyo - rum.
Onların kara kalbini hangi ses
uyandırabildi
Arkadaşlar, Atatürk bir gün Samsun da, Anadoluya ayak basarak milletine kavuşmak ve milletini kendine kavuştur - mak istediği günde o feci vaziyetleri dü şünürsek bütün vatandaşlar haydi ayni şekilde düşünüp hareket etmiyebilirlerdi diyelim. Haydi bu insanları da bir mer tebe kısa görüşlü sayalım. Fakat Erzu - rum kongresi oldu. O bize bir işaret ver di. Sivas kongresi oldu. Haydi idrak ve iz anları bununla da uyanmadı. İnönleri oldu. Haydi bu zaferde hatalarını, yan lış düşüncelerini tashih için yetmedi. Sa karya oldu. Büyük zafer oİdu. Haydi bunlar da bu hainlere büyük milletin kur tuluş yolunda muvaffak olmağa başla - dığını izah edemedi. Mudanya oldu. Ge ne kara kalblerinde ufak bir ayrılık ol - madı. Lozan oldu, bu da kâfi gelmedi. Cumhuriyeti ilân ettik, Atatürkün şefli - Sinden kurtuluş harbinde olduğu gibi in kılâb ve itilâ harbinde de bu millet birle nerek ve topluluğunu devam ettirerek bu günkü büyük eser meydana geldi ve ni hayet bugün bu kanunun müzakere edil diği şu ana kadar bütün dostu değil, düş manı bile bu millete hürmet ettiren, hay ran bırakan bu eserlerin hangisi bunların kara kalbine ses verip uyandırabildi..»
Emin Sazak (Eskişehir) — Lânet ol sun.
Onlarda nedamet görmedik
Cevdet Kerim (devamla) — Bu ka dar da değil. Şu anda dahi bunların yer yer, zaman zaman şu veya bu ülkede, şu veya bu maksadlara alet olarak ihanet yapmakta olduklarını bilmiyor muyuz? En katı bir münkirin bile bir anı gelir ki, nedamet eder. Tövbe ve istiğfar için höce- resine kapanır. Bir fani için bu hareket beklenir. Yurduna, milletine ihanet etmiş bir faniden de bir gün nedamet hissedip vatan ve milletinin vicdanından af dile mek için arzettiğim tarzda bir hareket beklenir. Halbuki bunlardan bu yolda en ufak bir hareket görmedik. Bu eser lerden d<rha doğru ve isabetli daha büyük ne olabilirdi?
İşte arkadaşlar, bunlar bu mertebe müteammid ve müteannid hainlerdir.
U lv î m anzaralar
Arkadaşlar, bakın bunlar nasıl hain lerdir: Türk milletinin kurtuluş hareket - lerinin uzun izahlarını birbirimize yapmak zaiddir. Amma mademki muhasebe ya - pıyoruz. Dosyayı kapıyorum. Türk inkı lâbının, Türk istiklâlinin tarih, hareket, yaşayış esaslarının dosyalarını menşe ve masdarlarile elde bulunmak ve durmak lâzımdır. Onun için bazan biraz bildiği- miz şeyleri tekrara doğru gidiyoruz. Bu memleketin kurtuluşu izahını yapacak değilim. Birkaç misal ve işaret verece - ğim: İşte Ulus meydanındaki abide; Atatürkü etrafında gözliyen nefret var - lığını yok etmek istiyen, düşmanı karşı * lamak için ayaklanan milletin sembolü... Çoluk çocuk ve ihtiyar bütün savaş ha - linde gösteren ana.
Adanadaki abideyi bilirsiniz: Kocası ölüyor. Kadın yerdeki tüfeği alıyor. Öl - müş kocası dizinde yurd bekçiliğini yapı yor.
İkinci İnönünden sonra Millî orduyu yeniden teşkil ederken devletin vâsi nakil vasıtası yoktu. Hareket zamanlarında her fırka civar köylerden kağnı toplayıp ha reketini yapacaktı. O zaman ben Ala - yond K 3 alayındaki fırkada idim. Bir tecrübe yapmak istedik. Bize müretteb köylüleri çağırdık. Bütün kağnıları 24 sa atte ovaya toplanmışlardı. Teftiş için git tiğim zaman mübarek öküzlerinin başın - da 12 yaşından 60 yaşma kadar yüzlerce Türk kadını...
Bu sırada Rasih Kaplan (A n -
talya) kendini tutamıyarak oturduğu
yerden (A llah) diye haykırdı.
Cevdet Kerim (devamla) — Üven - direlerini tüfek gibi tutmuş, saffı harbe girmiş, emre amade bulunuyorlardı. Sor duk:
«— Erkekleriniz yok mu? Size ağır ve zahmetli işler vereceğiz.» dedik.
Askerliği, cepheyi kasdederek:
— Onlar hizmetteler, biz geldik, de diler.
Aylarca ordu hizmetinde çalıştılar. A- ralarmda doğuranlar oldu. Fakat işten ayrılan olmadı.
Arkadaşlar, istiklâl Harbinin acı saf- halı günlerinden biri idi. Bir seyahat es - nasında ihtiyar, kocamış bir adama bir dağda rastgeldim. Uzun izah etmiyorum. Biz ona bazı yollar sorduk, öğrendik. A y rılırken ağlamağa başladı. Artık zafer günleri idi. Niçin ağlıyorsun dedik.
— Sevmeden, dedi.
^ -' - 1 - - - J - J a Xı î K İ ı .
hametile karışık bir çeşnisi vardı. — Ne oldu, dedik.
— Olan oldu, dedi. Hiç bir neşe göğ sümün altındaki acıları gideremiyor, sile miyor, dedi.
İşte arkadaşlar, bu millet böyle
çalışır. Böyle ıstırablar, böyle sefa
letler taşırken bunlar bizim dışı -
mtzda kalmış, bütün düşmanlarla
bir safta ve hıyanet cephesinde bu
lunuyorlardı.
Emin Sazak (Eskişehir) — O hain - lere lânet olsun.
Bu hainler o adamlardır ki...
Cevdet Kerim İncedayı (devamla) — Arkadaşlar, bu kanunun hükmüne üç
kısım giriyor. Biri bu milletin is -
tiklâl ve inkılâbının kuruluşunda bi
rer inkılâb mabedi olan istiklâl mah
kemelerinin mahkûmlar;. Diğeri he
yeti mahsusaların verdiği kararlarla ceza landırılmış kimseler, biri de sanki bir fa milyadan imiş gibi Yüzellilik soy adını taşıyan bu bahsettiğim hainlerdir. Bun - lardan ilk evvelki iki kısmı evet, kötülük
yapmışlardır. Fakat kendi kabahat -
lerini, hatasını, savabını Cumhuri -
yet kanunlarına, Cumhuriyet kuvvetleri - ne ve Türk milletinin irade ve emrine
tevdi ve teslim etmiştir. Ya bunlar,
bunlar bütün bu hainliklerini yaptık tan sonra düşman süngülerinin ara sına karışarak düşman ordularile be raberce harice firar ettiler, ötekiler bu memleketin adliyesine, kanununa teslim olarak cezasını çekti ve çek mektedir. Bunlar ise bizi Lozan’da binbir müşkülâta maruz bırakan düş man heyetlerinin ulüvvü cenabına sı ğınarak karşımıza çıkmışlardır. Bu gün afları konuşulan adamlar hertür- lü hıyaneti yapmış müteannid ve mü- temerrid vatan hainleridir. Bir a r
kadaşın dediği gibi bir af kanu -
nu yapıyoruz. Bu kanunu yapar -
ken sadece af ve faziletin icabları bulu nur ve onlar konuşulmuştur. Hayır ben bu düşüncede değilim. Biz Atatürk ço cukları ve emeklileriyiz, inkılâb yapmış bir nesiliz.
Millî bir vazife
İnkılâb ve istiklâl aşkile gele -
cek Türk neslini yetiştirme tedbi -
rini almak vazife ve mecburiyetinde olan bir nesiliz. Onlara biz daima kitab- da, sözde, eserde taze, tarih boyunca ta ze ve canlı duracak eser bırakacağız. Han gi gün hatırımıza gelirdi ki Yüzellilik soy adını taşıyacak bu insanlar vatanın bu kadar fena bir zamanında, bu kadar umumî bir düşmanlık arasında bu kadar mütemerrid, müstemir, muannid ve ileri bir düşmanlık yapacaklar. Hayatta her şey vaki olabilir gibi kabul edip bilhassa millî davalarda ona göre inançlı bulun - mak ve inançlı nesiller yetiştirmek o devıı idare eden alejlderecat, mes’ul insanlar için millî bir fariza ve vicdanî bir vecibe dir.
Arkadaşlar, Türkiyeye bunlar da dö nerse, iki türlü sürgün dönmüş olacak, biri bu milletin istiklâl ve hürriyet ve sa - adeti için zalim ve kahir kuvvetlere karşı ferden ve gizli teşekküller halinde müca dele ederek kaçmış ve o hain kuvvetler tarafından sürülmüş insanlardı. Bu istib- dad sürgünü insanlar meşrutiyet inkılâbı olduğu zaman inkılâb yolunda her biri bir istihlâs ordusunn birer neferi, birer kumandam, birer kahramanı gibi coşkun tezahürler arasında memlekete girdiler ve millet onları istasyonlarda, iskelelerde bi rer mücahicl ve halâskâr gibi bağrına bastı ve bun'cr Türk tarihinde kâh ilimli, kâh isimsiz birer kahraman olarak yer aldı.
Şimd; bu af kanunu yüksek tasvibinize iktiran ederse gelecek adam ları. düşüne lim. Belki bunların çıkacakları iskelelerde de bazı kalabalıklar görülecektir. Fa
kat zannetmesinler ki ve zannolun- masm ki millet bunları istikbal edi yor.
Ali Şevket (Gümüşane) — Yüzlerine tükürtecekler.
Cevdet Kerim (devam la) — Bu
vatandaşlar, bu hainleri, yaptıklarım işittikleri, kitablardan okudukları bu mertebe mel’unlar kimlerdir diye on ları hayret, nefret ve tecessüsle gör mek için toplanacaklardır. B unu on
ların da ve müsamahalı düşünen -
lerin de böylece ayırmaları ve bil meleri lâzımdır. Sonra gene bu ka -
nun çıkacağı ve konuşulduğu sıralarda
bazı şeyler de kulağımıza geliyor. Efen
dim, filân edebiyat kudreti fazla olan
birisiymiş, falan felsefe üstadı imiş, filân bilmem neymiş. Cumhuriyet Türki-
yesi herşeyle beraber teknik adamını da, edebiyatçısını da, felsefecisini de, âlimini de kadroladı.' Böyle kimsele re, bizim hiçbir ihtiyacımız yoktur. Erbabı gaflet bunu da iyi bilsin.
(Bravo sesleri, alkışlar). A f da ol -
salar hıyanet erbabının ne ede -
Kivraf- np felsefe. n#»
yoktur. Şuraya buraya yazı yazacak,
hayır, ben bunu asla kabul etmiyo rum. V e bunların zapta geçmesi için
ayrıca arzediyorum. Esasen benim ve
muhterem heyetin kanaati böyle olduğu
gibi bu maksad kanunun ruhunda da
mündemicdir.
Yusuf Başkaya (Denizli) — Onla - rın yüzü iptidadan karadır ve kara ola rak kalacaktır.
Cevdet Kerim (Devamla) — Bun - lara ancak bir şey yaraşır. Bugüne ka dar kara vicdanlarını bu milletin hal ve hareket ve saadetlerinin hiçbiri aydınla - tamadı. Fakat döndükten sonra bu mem leketin topraklarına yüzlerini sürsünler,
bu milletin vücude getirdiği muhteşem
eserler önünde ve gene bu milletin ah - lâk, fazilet ve ulüvvücenabı önünde göz lerini kapasınlar, hangi izbede oturacak larsa hicablarından sadece: «Bu istiklâl, hürriyet, terakki, fazilet diyarı olan yur duma kavuştum. Olünciye kadar burada millî bir ibadet ve taatle oturacağım. Belki, büyük milletin vicdanında hakikî olarak, ebediyen mazharı af olurum» de sinler. Onlara yakışacak tek bir yol var dır; bu yol. Bunlar geldikleri zaman se veni sevmiyeni, akrabası, uzağı, sadece bu tavsiyeyi yapabilirler. Başka teş
vik ve başka tevcih yapamazlar, hak ları yoktur. (B ravo sesleri, alkışlar).
Artık onları affedebiliriz
Arkadaşlar, biz bunları niye affediyo ruz? Biz, tarihten önce olan yer yüzü «t nün en eski ve en asil bir milletiyiz. Fi lân şu boğazı, filân şu kıt’ayı keşfet - miş diye, bütün beşeriyet ona bir min - net yeri ayırıyor. Türk milleti beşeriyeti
ve yer yüzü coğrafyasını keşfetmiştir-
ve dünya medeniyetini kurmuştur. Bu
kadar eski olan bu asil millet son 15 se nede taptaze, zinde bir millet kurdu. Bi zim tarihsel olan bu büyüklük ve asaletimiz, Atatürkün kurduğu Cumhu - riyet rejimi devrinde tam manasile asil - leşmiş öz ve hakikî istikametini bulmuş - tur. Artık on beşinci yıla doğru giden bu kudretli Cumhuriyet devrinde Büyük Şef Atatürk bu bütünlüğün ufak tefek
avarızını da halletmek yüksek işaretini
göstermektedir. Bu kadar asil, bu kadar tarihsel bir milletin kendinden, içinden, şurada burada yüzellilik soyadı altında hain diye Türk ferdi bulundurmak iste miyoruz. Onların ihanetini kendi hara * retimiz, kendi kudretimiz, kendi imanı - mız içinde ne şekilde eritmek, hazmettir mek lâzımsa onu yapmak istiyoruz. Bıî yakışıyor asaletimize... Onu yapmak is tiyoruz. Büyük Şefin büyük programının icabları buradadır. Bundan başka zatın da mündemiç hıyanetle kalmış olan bu fani ve bedbaht insanların sulbünden gel
miş, sıhriyetle akraba olmuş, halbuki
bugün Cumhuriyetin öz, halis, temiz va tandaşı olan bigünah insanlar var. Îşt0 bu millî ahlâkı ve bütünlüğü tamamla - yıcı sebeblerden dolayı bunların affın - da bir zaruret ve icab görmekteyim. İşte arkadaşlar ben bu insanların, on beşinci
yılını bulan Cumhuriyet tarihimizin bu
safhasında dosyalar kapanırken gerek bugünkü nesiller, gerekse bu milleti da ima tazeleyici ve kuvvet verici öz Türk çocukları için bu muhasebeyi yaptım. A r tık bundan sonra bu hainleri, bu badbaht- ları ve bu zavallıları affedebiliriz.»
Cevdet Kerimin sürekli alkışlarla bi * ten sözlerinden sonra kürsüye Adliye Ve kili Şükrü Saraçoğlu geldi, dedi ki:
«— Arkadaşlar, tetkik ve tasvibinizi arzolunan bu kanun lâyihası münhasıran üç hedefi istihdaf ediyor. Birincisi, yü- zelliliklerdir. ikinci hedef, heyeti mahsu sa kararlan, üçüncüsü îltiklâl mahkeme si mahkûmlandır. Bunlardan birinci kı sım sıkı kayıdlar ve şartlar altında affo lunuyor.»
Adliye Vekilinin beyanatı
Adliye Vekili, ikinci kısmın ufak tefek kayıdlardan sonra normal vatandaşlık’ haklarım iktisab ettiklerini, yıllardanberi hapishanelerde yatan ve adedi ancak 2$ olan üçüncü kısım mahkûmların da ce zaları kâfi görüldüğünü, bu meselede bir prensipin dikkatle takib edildiğini, nor - mal adliye mekanizmasından, çıkmış ka rarlardan herhangi birinin herhangi bir şekil ve surette bu kanunun şümulü içine konulduğunu, kanunun, hesablı kitablı bir af getirmekte olduğunu söyliyerek bu af fın üç hedefi üzerinde ayrı ayrı izahat verdi.
Adliye Vekili beyanatını şöyle bitirdi: «— Arkadaşlar, söz söylerken ve hat ta aramızda hasbıhaller ederken daima bu adamların şahıslarım göz önünde bu lundurarak mütalea yürütüyoruz, yürü - teceğiz, yürütmekte devam edeceğiz. Yalnız reylerimizi verirken çocuklarım düşünerek hareket etmekliğimiz, kendile ri hakkmdaki şiddetlerimiz kadar yerin de olacaktır. Türk milleti, büyük bir mil
lettir ve elbetteki affı da kendisi gibi
büyük olacaktır.»
Adliye Vekilinin beyanatından sonra müzakere kâfi görüldü. Lâyihanın madh
r t p t p r ı n o n r e r ılr li l \ 4 a r ! r ! p l ı » r n l m n a r a V Vtf1»’