• Sonuç bulunamadı

XVIII. yüzyılda Osmanlı Devletinde eğitim ve öğretim faaliyetleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "XVIII. yüzyılda Osmanlı Devletinde eğitim ve öğretim faaliyetleri"

Copied!
130
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANABİLİM DALI

SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

XVIII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ´NDE EĞİTİM

VE ÖĞRETİM FAALİYETLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA GÜLCAN

HAZIRLAYAN

MEHMET EMİN YOLUK

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANABİLİM DALI

SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

XVIII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ´NDE EĞİTİM

VE ÖĞRETİM FAALİYETLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA GÜLCAN

HAZIRLAYAN

MEHMET EMİN YOLUK

075214031013

(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü

Öğrenci nin

Adı Soyadı Mehmet Emin YOLUK Numarası: 075214031013 Ana Bilim /

Bilim Dalı İLKÖĞRETİM ABD. SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLCAN Tezin Adı

XVIII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ´NDE EĞİTİM VE ÖĞRETİM FAALİYETLERİ

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(4)
(5)

İÇİNDEKİLER

SAYFA NO

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ………....……….. ii TEZ KABUL FORMU ………iii İÇİNDEKİLER……….... iv ÖNSÖZ...i x ÖZET...vii i SUMMARY... xii KISALTMALAR SAYFASI……...………....xiv GİRİŞ ...1 1. Problem... 1 2. Araştırmanın Amacı...2 3. Araştırmanın Sınırları...3 4. Araştırmanın Yöntemi...3 5. Araştırmada Kullanılan Kaynaklar...4 I. BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NDE GELENEKSEL EĞİTİM SİSTEMİ

1.1. Örgün

Eğitim...6

1.1.1. İlköğretim...6 1.1.2. Orta ve Yüksek Öğretim...7

(6)

1.1.3. Askeri Eğitim Kurumları...8 1.1.4. Yöneticilerin Eğitimi...9 1.1.5. Şehzadelerin Eğitimi...9 1.2. Mesleki Eğitim...9 1.2.1. Ahi Birlikleri...9 1.3. Yaygın Eğitim...10 1.3.1. Camiler...10 1.3.2. Tekkeler ve Zaviyeler... 10 1.3.3. Kütüphaneler... 10 1.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması………...…10 1.5. Eğitimin Finansmanı……….14 II. BÖLÜM

XVIII. YÜZYILDA KLASİK EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMLARI

2.1. Sıbyan Mektepleri...22 2.1.1. Mekteplerde Okutulan Dersler...25

2.1.1.1. Kur´an-ı Kerim...26 2.1.1.2. Yazı (Kaligrafi)...28 2.1.1.3. Fıkıh (İlmihal)...28 2.1.1.4. Dinler Tarihi...29

(7)

2.1.1.5. Sarf-Nahiv...29

2.1.1.6. Ahlak (Edep)...30

2.1.1.7. Aritmetik...30

2.2. Enderun Mektebi...31

2.2.1. Enderun Mektebine Öğrenci Seçimi...33

2.2.2. Enderun Mektebi’nde Okutulan Dersler……….………...36

2.3. Medreseler………37

2.3.1. XVIII. Yüzyılda Eğitim Veren Medreselere Örnekler………...43

2.3.1.1. Cedîd Efendi Medresesi……….44

2.3.1.2. Ayasofya-yı Kebir Medresesi……….45 2.3.1.3. Ca´fer Ağa Medresesi……….46 2.3.1.4. Rüstem Paşa Medresesi………..46 2.3.1.5. İbrahim Paşa Medresesi………..46

2.3.1.6. Elhac Beşir Ağa Medresesi……….47

2.3.2. Medreselerde Okutulan Dersler ……….47

2.3.2.1. Arapça ve Yardımcı Bilimler………..48

2.3.2.2. Fıkıh ve Kelam Eğitimi………...…50

2.3.2.3. Tefsir ve Tefsir Usûlü……….51

2.3.2.4. Logaritma Eğitimi………...52

2.3.2.5. Aritmetik Eğitimi………53

(8)

2.3.2.6. Geometri Eğitimi………...54 2.3.2.7. Astronomi Eğitimi……….56 2.3.2.8. Fizik Eğitimi………..57 2.3.2.9. Kimya Eğitimi ………..58 2.3.2.10.Coğrafya Eğitimi………..60

2.3.3. Osmanlı Medreselerinde Eğitim-Öğretim

Metotları……….62 2.3.3.1. Tartışma Metodu...63 2.3.3.2. Ezbere Dayalı Öğretim...68 2.3.3.3. Soru-Cevap Metodu...68 2.3.3.4. Dedüktif ve İmla Metodu...69 2.3.3.5. Cerr Metodu………...70 2.3.4. Medrese Görevlileri ...70 2.3.4.1. Müderrisler...70 2.3.4.2. Muid...73 2.3.4.3. Hafız-ı Kütüb...74 2.3.4.4. Bevvab...74

(9)

2.3.4.5.

Ferraş...75

2.3.4.6. Noktacı...75

III. BÖLÜM

XVIII. YÜZYILIN İLK YARISINDA EĞİTİM-ÖĞRETİM ALANINDA YAPILAN YENİLİKLER

3.1. XVIII. Yüzyılın Başlarında Eğitim-Öğretim Alanında Yapılan İlk Yenilikler…76

3.1.1. Lale Devri (1718-1730)

Gelişmeleri...78

3.1.2. Matbaanın Kuruluşu´nun Eğitim-Öğretime

Etkisi...79

3.1.3. Hendeshane: Fen Okulu’nun (1734)

Açılması...80

IV. BÖLÜM

YENİLEŞME DÖNEMİNİN BAŞLANGICINDAN (1773) XVIII. YÜZYILIN SONUNA KADAR EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ

4.1. III. Mustafa Döneminde (1757–1774) Eğitim-Öğretim Faaliyetleri...84

4.2.1. Mühendishâne-i Bahr-i Hümayun ((Deniz Harp Okulu 1775)...85

4.2. I. Abdülhamid Döneminde (1774-1789) Eğitim Öğretim Faaliyetleri...91

(10)

4.3. III. Selim Döneminde (1789-1807) Eğitim-Öğretim Faaliyetleri...92

4.3.1. Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Kara Ordusu Mühendis Okulu

1795)...93 4. 3.1.1. Mühendishane-i Berri-i Hümayun Mektebi’nde Okutulan

Dersler...97 4.3.1.2. Mühendishane-i Berri-i Hümayun Mektebi’nde Okutulan

Kitaplar... 99

4.3.2. Batı’ya Öğrenci

Gönderilmesi...100

V. BÖLÜM

XVIII. YÜZYILDA ÖZEL OKULLAR

5.1. Türklerin Kurduğu Özel

Okullar………101

5.2. Yabancıların Kurduğu Özel

Okullar………...101

5.3. Azınlıkların Kurduğu Özel

Okullar………103

VI. BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NDE XVIII. YÜZYIL SONRASI EĞİTİM ÖĞRETİM FAALİYETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ

6.1. XIX. Yüzyılda Eğitim-Öğretim Alanında Yapılan

(11)

SONUÇ VE ÖNERİ……...109 KAYNAKÇA ...111 ÖZGEÇMİŞ ...115 ÖN SÖZ

“XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti´nde Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri” isimli bu araştırma Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü İlköğretim ABD. öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Gülcan´ın yönetiminde Yüksek Lisans tez çalışması olarak hazırlanmıştır.

Şüphesiz, eğitim ve öğretim çok zor ve karmaşık bir konu olmakla birlikte, toplumların vazgeçemeyecekleri kadar ciddi ve önemli bir konudur. Zor ve karmaşık oluşunun sebebi, eğitim ve öğretimin çok çeşitli ve birbirinden ayrı disiplinleri kapsaması ve onların bileşik görüntüsüyle uğraşmasındandır. Böyle olunca, eğitim-öğretim aynı anda hukuki, dini, iktisadi, ahlaki ve teknik bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu çalışmada genel olarak Osmanlı Devleti´nin ilköğretim seviyesindeki okullarından, medreselere ve askeri okullara kadar eğitim-öğretime verdiği önem ortaya çıkarılmaya çalışılmış ve özellikle XVIII. yüzyıl Osmanlı Devleti eğitim-öğretim faaliyetlerine değinilmiştir.

Bu çalışmaya başlamamı sağlayan kıymetli hocam, tez danışmanım Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü İlköğretim ABD. öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLCAN’a teşekkürü bir borç bilirim.

(12)

Ekim 2010 Mehmet Emin YOLUK

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü

Öğrenci nin

Adı Soyadı Mehmet Emin YOLUK Numarası: 075214031013 Ana Bilim /

Bilim Dalı İLKÖĞRETİM ABD. SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLCAN Tezin Adı

XVIII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ´NDE EĞİTİM VE ÖĞRETİM FAALİYETLERİ

ÖZET

Devletler eğitim sistemlerini oluştururken hiç kuşkusuz geçmişin birikimlerini gözden geçirirler. Eğitim sistemimize ait müfredatlar oluşturulurken de eğitim tarihimiz içerisindeki benzer uygulamaları bir kez daha göz önünde bulundurmak zorundayız. Osmanlı Devleti’nin üç kıta üzerinde egemen oluşunda, zamanına göre ileri bir seviyede olan eğitim sisteminin katkısı çok büyüktür. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin eğitim-öğretim alanındaki uygulamaları ve bu alanda yaptığı yenilik ve iyileştirmeler dikkatle incelenmelidir.

(13)

“XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri” konulu bu araştırma ile bu yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nde geleneksel eğitim sistemine değinilmiş, Osmanlı medreselerinin teşkilat yapısı ele alınmış, eğitim-öğretim faaliyetlerine yer verilmiştir. Araştırmanın asıl konusu olana XVIII. yüzyıldaki eğitim alanındaki gelişmeler; “XVIII. Yüzyılda Klasik Eğitim-Öğretim Kurumları, XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Eğitim-Öğretim Alanında Yapılan İlk Yenilikler” ve “Yenileşme Döneminin Başlangıcından (1773) XVIII. Yüzyılın Sonuna Kadar Eğitim-Öğretim Faaliyetleri” olmak üzere incelenmiştir. V. ve VI. Bölümler de ise; “XVIII. Yüzyılda Özel Okullar, XVIII. Yüzyıl Sonrası Eğitim-Öğretim Faaliyetlerine Genel Bir Bakış” ile araştırmaya son verilmiştir.

Bu yüzyıl Osmanlı Devleti´nde birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında da ilk ve köklü yeniliklerin yapıldığı bir yüzyıl olmuştur. XVIII. yüzyılın başlangıcından itibaren açılan çağdaş eğitim kurumlarının çoğunu askeri okullar oluşturmuş; fakat yeni programları, metotları, ders araçları, öğretmen ve öğrencileriyle sivil eğitim reformuna bir başlangıç ve ortam meydana getirilmiştir. Sivil eğitim alanında yapılan reformlar ise ilk denemeler olarak kendilerinden sonrakilere temel oluşturmuştur.

(14)

1. Problem

Toplumsal hayatımızda yer alan her kurum toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak düşünülüp ortaya konulmuştur. Toplumsal sistemin parçaları olan bu kurumları bir diğerinden ayırmak doğru değildir. Bütün kurumlar doğrudan veya dolaylı olarak birbirlerinden etkilenir, kurumlardan birinin işlevinin bozulması diğer kurumları da olumsuz etkiler.

Toplumsal kurumların yapıları ve işlevlerini belirleyen etkenler toplumun içinde bulunduğu koşullardır. Toplumlar geliştikçe kurumlar da gelişir, farklılaşır ve kurumların işlevleri artar. Kuşkusuz tüm bu gelişmeler eğitim kurumları için de geçerlidir. Eğitim kurumları da diğer toplumsal kurumlar gibi toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Toplumlar sürekli değişim ve gelişim içindedirler. Devletler de bu değişimler karşısında varlıklarını devam ettirmek günün koşularına ve ihtiyaca uygun bireyler yetiştirmek karşılaştıkları ya da karşılaşacakları zorluklara cevap verebilecek insan profilini oluşturma çabası içindedirler (Fidan ve Erden, 1998: 55-68-69).

Bir ülkenin eğitim sorunlarını çözerken geçmişin tecrübelerinden faydalanmak son derece önemli bir husustur. Ancak eğitim ile ilgili problemleri çözerken sadece geçmişe bağlı kalmak da son derece yanlıştır. Toplumların kalkınabilmeleri için çağın getirmiş olduğu problemlerle başa çıkabilecek ve hatta ileriye dönük problemlerin var olma durumunu da göz önüne alarak uygun bir eğitim sisteminin planlanması gerekmektedir. Belirlenen eğitim metodlarının amaçlarının gerçekleştirilmesi için eğitim müfredatları ve buna bağlı olan hedeflerin belirlenmesi gerekmektedir. Eğitim programları, eğitilmesi gereken insanların nitelikleri göz önüne alınarak belirlenmelidir.

(15)

Öğretim geleceğe doğru devamlı gergin ve dinamik olan bir atılışına karşı eğitim hızını geçmişten ve gelenekten alacaktır o bütün kültürü ve değerleri yaşatacak gelecek için yetişen insan karakterini ve şahsiyetli insanları buradan çıkaracaktır (Ülgen, 1967: II-III).

2. Araştırmanın Amacı

Bir millette ilmin ne zaman başladığını tespit etmek neredeyse imkansız gibidir; çünkü ilim, belirli bir gün ve saatte, belirli bir anlaşmayla meydana gelmiş değildir. İlim, insan var olduğu andan bu yana ortaya çıkmış ve süregelmiştir.

Türk eğitim tarihi, tarihi bilinen ilk Türk toplumları ile başlar ve tarih çizgisinde ortaya çıkan her Türk devletinde de devam eder (Akyüz, 1982: 1). Osmanlı eğitim tarihinde de eğitimin önemli bir yeri vardır. Nitekim Saray mektebleri, askeri mektebler, halk mektebleri, meslek ve ihtisas medreselerinin Osmanlı`daki oluşumları bu görüşü desteklemektedir.

Baktığımız zaman Osmanlı eğitim tarihi hakkında bilinenler, aydınlatma konusunda yetersizdir. Eğitim-öğretim tarihimizin medrese boyutuna dair bilgiler, ilgili dönem söz konusu olunca, çok sınırlı kaldığı gibi, medreselerin bir alt birimini oluşturan sıbyan mektebleri konusunda ise yerli ve yabancı kaynaklarda yer alan bilgiler son derece yüzeysel ve geneldir. Bu konuda ortaya çıkan boşluk ve kaynaklarda bu müesseselere dair pek bilgi verilmemesi, maalesef bu kurumlarla ilgili yanlış bazı değerlendirmeleri de beraberinde getirmektedir. Hatta bazı bilim adamlarından, örgün tarzda mekteblerin bulunmadığını ve dolayısıyla çocuklara Osmanlı klasik döneminde eğitim-öğretim verilmediğini iddia edebilecek bilgi yoksunluğunu zaman zaman işitmek veya okumak mümkün olabilmektedir (Hızlı, 1999: 12).

Osmanlılar, daha ilk dönemlerden itibaren birçok müessesede olduğu gibi, eğitim-öğretim konusunda da dikkat çeken bir çaba sergilemişlerdir. Medreseler, Osmanlı Devleti`nin hemen her şehrinde hatta birçok yerleşim biriminde, çevreyi

(16)

kültürel yönden zenginleştirirken, bu kurumların bir alt basamağını oluşturan mekteblerde de belli bir disiplin içinde eğitim-öğretim gerçekleştiriliyordu. Belki de medreselerde elde edilen başarıların arka planında, mekteblerde kazanılan temel bilgi, görgü ve tecrübe bulunuyordu. Mekteblerde alelade bir program izlenmediği; belli bir müfredat ve ders programının takip edildiği, bazı mekteblerde küçük birtakım değişiklikler olsa dahi, genel anlamda ders muhtevalarının büyük benzerlikler taşıdığı görülmektedir.

İşte eğitim ve öğretimde geçmişle bugün arasında bir köprü kurabilmek ve geçmişi daha iyi değerlendirebilmek, bugüne ışık tutacak kültür ve birikimimizden faydalanmak açısından örnek olabilmesi için böyle bir konuyu çalışmayı tercih ettik. Bununla birlikte, ezberci eğitim sistemi ile eleştirilen, aynı zamanda kültürümüzün bir parçası olan Osmanlı eğitim kurumlarında kullanılan eğitim-öğretim metodlarının zannedildiğinin aksine takrir, ezber ve tekrarla sınırlı olmadığını, tartışma metodu gibi diğer metodların da çok canlı olarak kullanıldığını araştırıp ortaya koymaktır.

3. Araştırmanın Sınırları

Çalışmamın sınırlarını, Osmanlı Devleti Sıbyan Mektebleri ve Medreseleri’nde eğitim ve öğretim faaliyetlerine genel bir bakışın ardından XVIII. yüzyılda eğitim ve öğretim faaliyetleri oluşturmaktadır.

4. Araştırmanın Yöntemi

Bu araştırma tarihsel yöntemle yapılmıştır. Tarihsel yöntem, gerçeği ortaya koymak, geçmişte gerçekleşen olay ve uygulamaların incelenerek rapor edilmesidir. Araştırmada kullanılan bilgileri toplamak için, ilgili kaynaklar taranmıştır. Literatürde var olan durum tespit edilmiştir. Yorum yapılan durumlarda sınırlılıklar göz önünde tutulmuştur.

(17)

Araştırmanın ilk bölümünde Osmanlı Devleti’nde geleneksel eğitim sistemine yer verilmiş, genel olarak eğitim verilen kurumlara değinilmiştir. Bunun yanında eğitimin ne şekilde yapılandırıldığı ve eğitimin finansmanına yer verilmiş.

Araştırmamın ana bölümünü teşkil eden ikinci bölümde; XVIII. yüzyılda eğitim ve öğretim veren klasik eğitim kurumları ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.

Bu bölümde XVIII. Yüzyılda eğitim vermeye devam eden Sıbyan Mektebleri, Enderun Mektebi ve Medreseler’e yer verilmiş, özellikle bu eğitim kurumlarının XVIII. yüzyıldaki faaliyetleri üzerinde durulmuştur. III. ve IV. bölümler de ise XVIII. yüzyılda eğitim alanında yapılan yenilikler anlatılmış, bu yüzyılda açılan yeni eğitim kurumları üzerinde durulmuştur.

Bu bölümler kendi içinde iki safhaya ayrılarak incelenmiştir: XVIII. yüzyıldan yenileşme hareketlerinin başladığı 1773 yılına kadarki eğitim-öğretim faaliyetleri ve ilk yenileşme hareketlerinin başladığı 1773’ten XVIII. yüzyılın sonuna kadarki bölüm.

Araştırmayı yaparken, ağırlıklı olarak telif ve tetkik eserlerden, makalelerden ve benzer konularda yazılmış tez çalışmalarından faydalanılmıştır.

5. Araştırmada Kullanılan Kaynaklar

Osmanlı medreseleri ile alakalı geçmişten günümüze birçok eser kaleme alınmıştır. Çalışmamız Osmanlı eğitim sistemi ile ilgili olduğu için ilk önce Osmanlı medrese eğitimi ile alâkalı eserler tespit edilmeye çalışılmıştır. Osmanlı eğitim sistemiyle ilgili; Sahn-ı Semân ve Süleymâniye Medreseleri’ne ışık tutan temel kaynak mahiyetindeki İ. Hakkı Uzunçarşılı’ya ait “Osmanlı Devletinin İlmiye

Teşkilatı” isimli eserini zikretmek gerekir. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi” ve yine aynı yazarın, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Kurumları”, ayrıca Ahmed Cevdet Paşa’nın “Tarih-i Cevdet” isimli eseri ve A.

(18)

“Türk Yüksek Öğretiminin Geçirdiği Aşamalar ve İstanbul Üniversitesi” adlı

eserinden yararlanmış olduğumuz kaynaklara örnektir.

Osmanlı eğitim sistemi ve XVIII. yüzyılda eğitim ve öğretim alanında yapılan yenilikler konusunda ise şu kaynaklardan yararlanılmıştır: Yusuf Halaçoğlu’nun

“Osmanlılarda İlim, Din ve Sosyal Müesseseler, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Hızlı Mefail, Osmanlı Sıbyan Mekteblerinde Okutulan Dersler”, Cevat

İzgi’nin “Osmanlı Medreselerinde İlim” , İhsan Fazlıoğlu’nun ,"Bilimin

Osmanlıcası" isimli makalesi ve aynı yazarın “XVIII. Yüzyıl Osmanlı Düşüncesinde Bunalım ve Arayış” eserlerinden yararlanılmıştır.

Özellikle XVIII. yüzyıl içinde eğitim alanında başlanan ilk yenilik hareketlerinden bahsederken; Hasan Ali Koçer’in “Türkiye`de Modern Eğitimin

Doğuşu Ve Gelişimi”, Bayram Kodaman’ın “Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi”

adlı eserinden, Milli Savunma Bakanlığı’nın yayınladığı, “Osmanlı Döneminde

(19)

I. BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NDE GELENEKSEL EĞİTİM SİSTEMİ

Selçuklu İmparatorluğu`nda kurulmaya başlayan okul sistemi, Osmanlı İmparatorluğu`nda en gelişmiş şekline ulaşmıştır. Bu sistem, İslami medeniyet temellerine dayalı olarak, kendi içerisinde uyumlu bir bütünlük gösterir. Bu uyumluluk bir yandan din ile bilim arasında, diğer yandan ise eğitim ile sosyal, kültürel, politik ve ekonomik yapı arasında sağlanmış idi.

Osmanlı İmparatorluğu`nun üç kıta üzerinde egemen oluşunda, zamanına göre ileri bir seviyede olan eğitim sisteminin katkısı çok büyüktür. Osmanlı İmparatorluğu`nun geleneksel okul kuruluş sistemi, askeri eğitim ile yöneticilerin eğitimi hariç, tamamen vâkıflara bağlı bulunuyordu. Bunların denetim işi de, dini makamlara aitti (Akkutay, 1984: 16). Geleneksel okul kuruluş sistemi, şu ana kademe ve dallardan oluşmuştur:

1.1. Örgün Eğitim

1.1.1. İlköğretim

Başlıca ilköğretim kurumları şunlardır:

(20)

Mekteb-i Sıbyan`lar, 5-6, 11-12 yaşları arasındaki kız ve erkek çocukların birlikte, yani karma öğretim gördükleri, temel okullardır. Bu okullarda okuma, yazma, Kur`an-ı Kerim ve hesap gibi konularda temel bilgiler öğretilirdi.

Öğretim, yıllık sınıflar sistemine göre değil, başarı seviyesine göre yapılırdı. Eğitimde disiplin, temel bir ilkeyi teşkil ederdi. Bu okullarda ders veren hocalar, genellikle medreselerde yetişirlerdi (Akkutay, 1984: 16).

b) Dar`ül-Huffaz

Dar-ül Huffaz`lar, ilköğretim seviyesindeki dini öğretim kurumları olup, Kur`an-ı Kerim`in ezberletilmesini amaçlardı. Bu okulları bitirenler, “Hafız” adını alırlardı (Akkutay, 1984: 16).

1.1.2. Orta ve Yüksek Öğretim

a) Medreseler

Medrese, terim olarak, ders okunan yer, anlamını taşır. Medreseler, kendi içlerinde ilk, orta ve yüksek kademelere ayrılmıştır. Yüksek kademelerinde, belirli bilim dallarına göre ihtisaslaşmışlardı.

Medreselerde, “İslami Bilimler” ile “Tabiat Bilimleri” birlikte okutuluyordu. Dersler, “Müderrisler” ve “Müderris Muavinleri” (Mu-id) tarafından verilirdi. Medreselerde, alimler, kadılar, müftüler, müderrisler, hocalar vb. gibi kişilerden oluşan “ilmiye sınıfı” yetiştirilirdi. Alt kademeden en üst kademeye kadar, kendi içerisinde oniki kademeyi kapsayan medreseleri, başlıca şu iki ana grupta toplamak mümkündür (Akkutay, 1984: 17).

- Genel Medreseler: Bunlar, daha çok ilk ve orta kademeyi teşkil eden Medreselerdir. Bu medreselerde, bilim dallarına göre bir ihtisaslaşma söz konusu değildir. Esas olarak İslami bilimlerin ve belirli oranlarda da fen bilimleri ve tabii

(21)

bilimlerin okutulduğu medreselerdir. Bu medreselerin mezunları, kadı, müderris ve müftü olabilmekteydiler ( Demiralp, 1997: 4).

- İhtisas Medreseleri: Bu medreselerin kuruluşundaki amaç, İslami bilimler veya İslam ülkelerine sonradan giren bilimlerden biri üzerinde uzmanlaşmaktı. İhtisas Medreseleri, çeşitli derecelerde olmak üzere edebiyat, ilahiyat, hukuk, tıp, matematik, tabiat bilimleri vb. gibi dallarda ihtisaslaşmışlardır. Bunlar başlıca üç büyük grup içinden toplanırlar:

- Dâr-ül-Hâdis`ler: Bunlar daha çok; Hz. Muhammed’in (s.a.v.) söz, fiil veya tahrirlerinden oluşan hadislerin öğretildiği medreselerdir. Bu medreselerde, hadislerin yanı sıra, diğer İslami bilimler de okutulmaktaydı.

- Dâr-ül Tıp`lar: Osmanlı öncesi dönemde, tıp eğitimi veren medreseler, Kayseri Çifte Medrese ve Sivas I. İzzettin Keykavus Darüşşifası’nda olduğu gibi darüşşifaya bitişik, ancak bağımsız bir binada yürütülebildiği gibi; Divriği Melika Turan Darüşşifası ve Amasya Bimarhane örneklerinde olduğu gibi darüşşifa ile aynı binada da yürütülebilmekteydi. Osmanlı döneminde, eğitim binasının, hastane binasından ayrı düşünülüp tasarlandığı; eğitim ve tedavinin aynı çatı altında yapılmadığı gözlenmektedir.

- Dâr-ül-Kurra`lar: Kuran-ı Kerim’in ezberletildiği ve diğer İslami bilimlerin okutulduğu medreselerdir. Bu medreselerden mezun olanlar, genellikle camilerde görev almaktaydılar ( Demiralp, 1997: 4).

1.1.3. Askeri Eğitim Kurumları

a) Acemioğlanlar Ocağı

Acemioğlanlar Ocakları, kara ordusunu teşkil eden yeniçerilerin kaynağını oluştururlardı. Pençik ve Devşirme usullerine göre toplanan çocuklar önce Türk aileleri yanında Türkleştirilir ve daha sonra da bu ocaklarda devlete bağlı askerler olarak yetiştirilirlerdi. XIV. yüzyılda kurulan bu Ocaklar 1826`da Yeniçeri Ocağı`nın kapatılmasıyla birlikte kaldırılmıştır.

(22)

b) Yeniçeri Ocakları

Acemioğlanlar Ocakları`nda gerekli eğitimden geçen gençler, Yeniçeri Ocakları`na alınırlardı. Yeniçeri Ocakları şu üç ana kısımdan meydana gelmişti. Bunlar: Cemaat Ortaları, Sekbanlar ve Ağa Bölükleri`dir.

Yeniçeri Ocakları, ilk defa XIV. yüzyılın başlarında kurulmuştur. Yeniçeriler, Bektaşi Tarikatı`na bağlı idiler. Onun için, bunlara “Taife-i Bektaşiyan” ya da

“Zümre-i Bektaşiyan” adları da verilmişti. Yeniçeri Ocakları 1826 yılında

kapatılmıştır (Akkutay, 1984: 18).

1.1.4. Yöneticilerin Eğitimi

Osmanlı İmparatorluğu`nda yöneticiler, çok iyi geliştirilmiş özel bir eğitim yoluyla yetiştirilirdi. Çoğunlukla Enderun mektebinde eğitim görev zeki kişiler devletin yönetim kadrosu için özel olarak eğitilirdi.

1.1.5. Şehzadelerin Eğitimi

Şehzadeler, belirli bir süre, düzenli bir eğitimden geçirilirlerdi. Buna göre, Şehzadeler, bir yaşında sütten kesildikten itibaren, özel eğiticiler (Lala) tarafından eğitilmeye başlanırdı. Beş ya da altı yaşlarına gelince, ilköğretimlerine başlatılır, at ve silah kullanmak da öğretilirdi.

Bundan sonra Şehzadeler, ehliyetli mürebbilerin gözetiminde taşrada bir sancağa gönderilir ve orada bu Lalaların gözetiminde, devlet işlerini teorik ve pratik esaslarıyla öğrenirlerdi (Akkutay, 1984: 18).

1.2. Mesleki Eğitim

(23)

Ahilik, kaynağını İslam tasavvufundan almıştır. Kelime olarak “kardeşlik,

mertlik” vb. anlamlara gelir. Ahi birlikleri, XIII. yüzyıldan itibaren, çeşitli

mesleklere bağlı olarak ortaya çıkan dini ve iktisadi teşkilatlardır (Akkutay, 1984: 19).

Bu birlikler, bir yandan belirli zanaat dallarında “çırakların yetiştirilmesini” sağlamış, diğer yandan da üretimin standart ölçülere uygun olarak yapılmasını denetlemişlerdir. Ahiliğin temel ilkeleri, çeşitli “Fütüvvetnameler” de tespit edilmiştir. Bu birliklerden birine girenler, Ahi denilen bir şeyhin etrafında, bir tekkede toplanırlardı. Bunlar, bağlı oldukları zanaat ve ticaret işlerinde çalışırlardı.

Ahi Birliklerine yeni girenler, hem Ahi müridi ve hem de belirli bir meslek dalına çırak olurlardı. Bu çıraklar, belirli bir eğitimden geçerek “Kalfa” ve sonunda da “Usta” olurlardı. Ancak, usta olduktan sonra müstakil bir işyeri açabilirlerdi. Ahi Birlikleri, 1925`de kapatıldı (Akkutay, 1984: 19-22).

1. 3. Yaygın Eğitim

Diğer eğitim kurumları gibi, yaygın eğitim kurumları da vâkıflar yoluyla kurulup yürütülmüşlerdir.

1.3.1.Camiler

İslami mabetler olan camiler, sadece belirli ibadetlerin yapıldığı yerler olmayıp, ayrıca da birer “Halk Eğitim Merkezleri” dir.

Osmanlılar devrinde camiler, din, ilim, sanat ve musikiyi bünyesinde toplayan önemli birer kültür merkezleri niteliğindedir.

1.3.2.Tekkeler ve Zaviyeler

Tekke`ler, tarikat mensuplarının oturdukları, dil, din, sanat, felsefe, spor vb. gibi alanlarda halkı yetiştiren birer “Halk Okulları” niteliğini taşımaktaydılar.

(24)

1.3.3. Kütüphaneler

Özel kütüphaneler dışında vâkıflara bağlı olan çok yaygın kütüphaneler, önemli birer eğitim ve kültür merkezlerini oluşturuyorlardı (Akkutay, 1984: 22).

1.4. Eğitim-Öğretimin Yapılanması

İlk devre Osmanlı Medreseleri daha önce Amasya, Konya, Kayseri, Karaman ve Aksaray gibi, Anadolu şehirlerinde başladığını gördüğümüz tedris faaliyetinin devamı telakki olunabilir. Bu faaliyet yabancı memleketlerden gelen âlimler ile onların talebesi veya tahsillerini ilim bakımından gelişmiş İslam ülkelerinde tamamlayan şahsiyetler sayesinde olmuştur (Baysun, C. 8, 1979: 71; İhsanoğlu, C. 1, 1999: 234).

Bizzat Osmanlı medreselerinde yetişenlerin müderris olarak iş başına geçmelerine kadar, ilk Osmanlı medreselerinde görev alan müderrisler menşe itibariyle ya Anadolu’da doğup yetişenler, ya Anadolu’da doğmuş olup tahsillerini Mısır, İran ve Türkistan gibi eski İslam ilim merkezlerinde tamamlayarak geri dönenler ya da Anadolu dışında doğup, oralarda yetişen ve sonradan Osmanlı ülkesine gelenlerden oluşmaktadır (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 235).

Erken devir Osmanlı medreselerinde ilk teşkilatlanmanın Yıldırım Bayezid zamanında gerçekleştiği ifade edilmekle beraber (Baltacı, 1976: 15; Baysun, C. 8, 1979: 72; Halaçoğlu, C. 12, 1994: 14; İzgi, 1997: 35), bu teşkilatlanmanın ilk defa II. Murad zamanında gerçekleştiği de belirtilir (Bkz. Uzunçarşılı, 1988: 2). Ancak Gelibolulu Mustafa Âli’nin, “Kitabu’t-Tarih-i Künhü’l-Ahbar” isimli eserine kaydettiği “Eğerki ecdad-ı izâmında Yıldırım Bayezid Han’dan kendülere gelince

vâki olan âbâ-i kiram bu kavâninin bir mikdarını icrâ buyurmuşlar, lâkin bi’t-tamam tertib ü ihtimam niyyetini güyâ ki, Ebu’l-Feth merhûmın mesûbatı defterine ta’lik kılmışlar” ifadesi, Osmanlı medreselerine dair ilk teşkilatın Yıldırım Bayezid

zamanında tertip edildiğini ortaya koymaktadır. Baltacı, Fatih Kanunnâmesi ile Gelibolulu Âli, Kâtip Çelebi ve Taşköprülüzâde’nin eserleri gibi önemli kaynaklardan yararlanarak, Yıldırım Bayezid’in kurduğu dâru’ş-şifa binasıyla bir

(25)

organizasyonun oluşturulduğu, II. Murad döneminde bu sınıflandırmanın geliştirildiğini zikretmektedir (Baltacı, 1976 :26 ).

Ancak Yıldırım Bayezid ve II. Murad devirlerinde gerçekleştirildiği kabul edilen bu teşkilatlanmanın ayrıntısı hakkında bilgi sahibi değiliz. Fatih’in yaptığı düzenlemenin hemen öncesinde Osmanlı medreselerinin, yüksek tahsil kısmı hariç tutulursa Telvih, Miftah ve Haşiye-i Tecrîd Medreseleri olmak üzere üç kısma ayrıldığı ifade edilmektedir (Baysun, 1979: 72). Osmanlı devleti öncesinde olduğu gibi Osmanlılarda da eğitim-öğretim yapılanmasında müderris ve muîd önemli bir yere sahiptir (İzgi, 1997: 43).

İlk devir Osmanlı medreselerinde bir müderris bulunurdu. Orhan Gazi kurduğu medreseyi Davud-ı Kayserî’ye vermiş, onun vefatında medreseye bir diğer müderris tayin olmuştu (Bilge, 1984: 19). Bu dönemde Osmanlı medreseleri tek müderrisli olmasına rağmen birden fazla hoca bir medresede ders verebiliyordu. Bazen, bir müderris veya bir başka medrese çalışanı aynı sektör içindeki benzer ya da farklı kurumlarda birden fazla görev alabiliyordu. Mesela bir müderris bir medresede hadis, diğer bir medresede İslam hukuku ve tefsir okutabildiği gibi, aynı kişi büyük bir camide Cuma vaizliği ve bir başkasında da imamet görevinde bulunup her bir iş için muayyen bir ücret alabiliyordu

Müderrislerin tayinleri ilk devirlerde o medreseyi kuran padişah veya paşa tarafından yapılırdı. Daha sonra divanda kararlaştırılmış, kendilerine, tayin edildiklerine dair bir berat verilmiştir. Azilleri ise, işe devamsızlık, şer’î kanunlara aykırı beyanda bulunmak ve sözler söylemek gibi sebeplere dayandırılmıştır. Çoğu vâkıflarda ise azil yetkisi vâkıf mütevellisine verilmiştir (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 416).

Osmanlı devletinde ilk devirlerde müderrisin azledilme durumlarına pek rastlanmamış, çeşitli sebeplere dayanarak müderrislikten azletme işi XVI. yüzyıl sonlarında başlamıştır (Bilge, 1984: 21).

(26)

Bu doğrultuda ilk Osmanlı medreselerinde müderrislerin diğer medrese görevlileri arasında en yüksek maaşı alan kişiler olduğu söylenebilir. Medrese eğitiminin temel unsurunu müderrisler oluşturuyordu. Özellikle ilk devir Osmanlı eğitim sisteminde talebenin hangi medresede okuduğu önemli değil, hangi hocadan ders aldığı önemliydi. Özellikle icazetnamelerde hoca silsilesine vurgu yapılırdı. İlk Osmanlı medreselerinde ders veren müderrislerin çoğu İslam dünyasının tanınmış ilim merkezlerinde yetişmişler, sonradan gelerek ders vermek üzere istihdam edilmişlerdir (İbşirli, C. 28, 2003: 330).

Eğitim kadrosu içinde en önemli görevlilerden biri de “muîd”dir. İlk devir Osmanlı medreselerinde muîd, aynı İslam âleminde kullanıldığı mânâda medresede müzakerecilik eden müderris muavinleri için kullanılıyordu. Müderris yardımcısı olan muîd, talebelerle aynı yerde oturmaktaydı. Müderris dersi takrir ettikten sonra muîd o dersi tekrar eder ve müderrisin takriri esnasında dersi anlayamamış olanlara böylece yardımcı olmuş olurdu (Bilge, 1984: 34). Baltacı muîdliğin ilk defa Büyük Selçuklular zamanında Nizamiye Medreseleri ile ortaya çıktığını ifade etmektedir (Baltacı, 1979: 7). İlk kurulan Osmanlı medreselerinde bir müderrisin yanında bir muîd bulunurken, XVI. yüzyılda muîd sayısının ikiye çıktığı anlaşılmaktadır.

Muîdin medresede müderris yardımcılığından başka gördüğü ek vazifelerden en mühimi medresede bulunan talebelere namaz vakitlerinde namaz kıldırmasıdır (Bilge, 1984: 37).

Yatılı sistemle işlediği bilinen Osmanlı medrese eğitim pratiğinde, eş zamanlı eğitim geleneklerini ve hatta günümüz tecrübelerini dahi aşacak nitelikte beslenme, barınma, sağlık ve psikolojik yardım ilişkilerine önem verildiği anlaşılmaktadır (Akgündüz, 1997: 443). Orhan Gazi’nin İznik’teki medresesi için tanzim ettiği vakfiyesinde medrese gelirinin 1/6’sını talebeye tahsis etmesi bu hizmetin en açık göstergesidir. Şehzade Süleyman Paşa İzmit’te inşa ettirdiği medresesindeki talebelere her gün 5 akçe yevmiye tayin etmiştir. Yine II. Murad devri emirlerinden Şah Melek Paşa Edirne’de kurduğu medresesi için tanzim ettirdiği 835 (H)/1431 (M)

(27)

tarihli vakfiyesinde müderrise günlük 10 akçe, talebeye de müderris kadar yani 10 akçe ayırmıştır (Bilge, 1984: 39).

Akgündüz, Osmanlı medreselerine mezhep bağlamında ehl-i sünnet inancına sahip olanların alındığını, medreseye öğrenci seçiminde, medresenin vakfiyesindeki şartlar ve merkezî yönetimin belirlediği esaslar yanında müderrislerin de büyük inisiyatife sahip olduğunu, klasik Osmanlı asırlarında medresenin disiplininden

doğrudan doğruya müderrisin sorumlu olduğunu ifade eder (Akgündüz, 1997: 433-440).

1.5. Eğitimin Finansmanı

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de devlet maliyesinin üstesinden gelmekte zorlandığı konuların başında eğitim hizmetlerinin finansmanı meselesi gelmektedir. Temel eğitimden başlayarak yüksek dereceli okullara kadar her seviyede eğitim faaliyetlerinin yürütülmesi için gerekli finansmanın sağlanması, devlet bütçelerine büyük bir yük oluşturmaktadır. Bu nedenle, ek vergi ve fonların ihdası ya da eğitim hizmetlerini fiyatlandırmak suretiyle maliyetinin en azından bir kısmının bu hizmetten istifade edenler tarafından karşılanması gibi yollara başvurulmaktadır (Özcan, 2002: 872).

Klasik dönem Osmanlı eğitim sisteminde mesleki ve teknik eğitimin usta-çırak ilişkisi şeklinde lonca teşkilatı çerçevesinde, askeri eğitimin ise ocak geleneği ve tımar sistemi içerisinde gerçekleştirildiği söylenebilir. Sarayın bir alt birimi mahiyetinde olan ve üst düzey yönetici kadroların yetiştirildiği Enderun Mektebi`ni (İpşirli, 1995: 185-187) de istisna ettiğimiz takdirde kurumsallaşmış olarak tanımlanabilecek eğitim faaliyetinin mekteb ve medrese eğitimi olduğu görülecektir. Ayrıca birer yaygın eğitim merkezi olarak tanımlayabileceğimiz mescid, cami, tekke gibi müesseseler de bu tebliğin kapsamı dışında tutulacaktır. Dolayısıyla bu tebliğde

(28)

mekteb ve medreseler eliyle yürütülen eğitim faaliyetlerinin finansmanı meselesi incelenecektir (Özcan, 2002:873).

Osmanlı Devleti`nin klasik döneminde eğitim ve sağlık hizmetleri ile din ve kültürel faaliyetlerin finansmanı için bütçeden doğrudan bir kaynak ayrılmadığı görülmektedir. Bu durumda, devlet bütçesinden herhangi bir kaynak ayrılmadığı halde zikredilen hizmetlerin finansmanının nasıl sağlandığı sorusu gündeme gelmektedir. Osmanlı cemiyetinde bu gibi hizmetlerin finansmanının, günümüzde üçüncü sektör olarak adlandırılan, daha çok bağımsız İktisadi birimler şeklinde teşkilatlanmış olan vâkıflar aracılığıyla gerçekleştirildiği görülmektedir (Tabakoğlu, 1994: 183).

Yapılan araştırmalar, vâkıf gelirlerinin Osmanlı mali sistemi içindeki oranının XVI. yüzyılın başlarında yaklaşık %12`lik bir paya sahip olduğunu göstermektedir. Bu oranın XVII. yüzyılın başlarında %20`lere kadar yükseldiği kaydedilmektedir (Tabakoğlu, 1994: 203). Dolayısıyla vâkıfların kar imkânı bulunmayan ya da kar payının düşük olması nedeniyle iktisadi açıdan yatırımın cazip olmadığı eğitim, sağlık, kültürel ve dini faaliyetlerin finansmanında önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Özellikle büyük vâkıflar bünyesinde bu faaliyetlerin tamamına veya önemli bir kısmına imkân sağlayan müesseselerin bulunduğu bu faaliyetler ortak bir şekilde yürütülmüştür.

Çeşitli hizmetlerin yürütülmesinde finansman desteği sağlayan vâkıfların kuruluş aşamasında iki ana kaynaktan beslendikleri görülmektedir. Bunlardan birincisi devlet kaynaklarından yapılan tahsislerdir ki bu şekilde kurulan vâkıflar daha çok başta padişahlar ve Osmanlı hanedanı mensupları olmak üzere devlet adamları tarafından kurulanlardır. İrşadî vâkıf ya da tahsisat vâkıfları olarak adlandırılan bu nevi vâkıfların temel özellikleri devletin birtakım mali imkânlarının kurulan vakfa aktarılması ve elde edilen gelirlerin vakfın vakfiyede belirtilen faaliyetlerinin finansmanında kullanılmasıdır. Bu yolla vâkıf kurma faaliyetinin devlet adamları arasında bir gelenek halinde devam ettirildiği ve özellikle şehirlerin ihtiyaç duyduğu dini, ilmi, sıhhi ve kültürel hizmetler için altyapı sağlanmasında

(29)

önemli rol oynayan külliyelerin vâkıf şeklinde oluşturulduğu görülmektedir (Özcan, 2002: 875).

Vâkıf sisteminin İkinci kaynağını Osmanlı hanedanı ve devlet ricali dışında kalan ahalinin anlayışıyla kurdukları vâkıflar oluşturmaktadır. Bu nevi vâkıflar hacim itibariyle daha mütevazı olmakla beraber sayılarının binlerle ifade edildiği dikkate alındığında toplam olarak önemli bir hacme ulaştığı görülecektir. Bu iki kaynaktan devamlı olarak beslenen ve asırlar boyunca kümülatif olarak büyüyen vâkıf sistemi belirtilen hizmetler için önemli bir finansman kaynağı oluşturmuştur.

Bir vakfın kuruluşunda takip edilen yol ana hatlarıyla şöyledir. Vâkıf kurucusu (vâkıf) finansmanını sağladığı herhangi bir hizmet birimini (cami, mekteb, medrese, imaret vb.) inşa ettirir. Daha sonra bu müessesenin cari giderlerini asgari düzeyde karşılayacak miktarda gelir temin edecek kaynaklar tahsis eder. Bu kaynaklar genellikle arazi, ya da ev, dükkân, çarşı, imalathane, han, hamam gibi gayrimenkullerden veya nakit paradan oluşmaktadır. Söz konusu vakfın idaresi için bir idareci (mütevelli) tayin edilir ve vakfın nizamnamesi (vakfiye) düzenlenir. Vakfiyede vakfın kuruluş amacı, mal varlığı, gelirlerinin miktarı, kimler tarafından nasıl idare edileceği, istihdam edilecek personelin sayısı, vâkıfları ve ücretleri, diğer işletme masrafları gibi konular ayrıntılı bir şekilde kaydedilir. Vakfiyenin tescili ile birlikte hükmi şahsiyet haline gelen vâkıf, idari ve iktisadi açıdan bağımsız bir kurum olarak kuruluş amacına uygun bir şekilde faaliyetlerini sürdürür (Kütükoğlu, 1994: 359-368).

Vakfiyede belirtilen şartlara ve mer`i hukuki normlara uygun bir şekilde idare edildiği sürece normal şartlar altında vakfın idare ve işleyişine dışarıdan müdahale edilmesi söz konusu değildir. Sadece kadıların ya da vakfiyede belirtilmiş olan görevlilerin vâkıf üzerinde nezaret yetkisi vardır ki, bu da vakfın kuruluş amacına uygun olarak işletilmesini temine ve kaynaklarının istismar edilmeden yerinde kullanılmasını sağlamaya yönelik bir yetkidir. Bu şekilde idari açıdan bağımsız bir yapıya sahip olan vâkıflar vakfiyelerinde belirlenmiş olan kuruluş amaçlarına göre kendi bünyelerindeki eğitim, sağlık, kültür ve din faaliyetlerinin icrasına altyapı

(30)

oluşturan hizmet birimlerinin ihtiyaç duyacağı her türlü finansman ihtiyacının karşılanmasında hemen hemen yegâne müracaat merciidir (Özcan, 2002: 876).

Kuruluş giderleri arsa temini, binaların inşası ve tefrişi ile ilgili yapılan harcamalardan oluşmaktadır. Bu gibi harcamalar doğrudan vakfın kurucusu tarafından karşılanmaktadır. Ömer Lütfi Barkan`ın Süleymaniye Külliyesi`nin inşaatına ait muhasebe kayıtlarına dayanarak verdiği bilgilere göre, inşaat masraf1arının büyük bölümü padişahın hususi hazinesinden çıkarılan para ile ödenmiştir. Bu durum vakfiyelerde “etyab-ı eksabından”, “ahlas-ı emvalinden” gibi tabirlerle ya da “inşa ettiği”, “bünyad eylediği” gibi ifadelerle belirtilmektedir.

Genellikle camii, imaret ve sair birimleri ihtiva eden külliyelerin bir parçası olarak, bazen de müstakil olarak düşünülen eğitim kurumları, yani mekteb ve medreseler, temin edilen arsalar üzerinde (Baltacı, 1976: 56), bina ve müştemilatının inşaatı tamamlanarak kurulan vakfın mütevellisine teslim edilmektedir. Medrese binaları daha çok talebelerin barınma ihtiyaçlarına göre düzenlenmekte, cami ya da mescitler de dershane olarak kullanılmaktadır. Bu açıdan cami ve mescitlerin de eğitim kurumlarının bir parçası olarak kabul edilmesi gerekir. Medreselerin bünyesinde veya cami içlerinde vakfın kurucusu tarafından ya da sonradan yapılan bağışlarla oluşturulan ve ihtiyaç duyulacak eserlerin yer aldığı kütüphaneler de bulunmaktadır. Sonraları bu kütüphanelerin ilgi ve ihtiyaca bağlı olarak müstakil binalara kavuştukları görülmektedir.

Binaları ve müştemilatının inşaatı tamamlanan eğitim kurumlarının kuruluş amaçlarına yönelik olarak yapacakları faaliyetler birtakım harcamaları gerektirmektedir ki bunlar işletme giderleri olarak mütalaa edilebilir. Bu başlık altında öğretim elemanları ile istihdam edilen diğer personelin ücretleri yanında öğrencilerin iaşe ve ibate ihtiyaçlarına yönelik harcamalar, binaların tamir ve bakım masrafları ile yapılan faaliyetin mahiyet ve hacmine göre ortaya çıkan diğer giderler sayılabilir (Özcan, 2002: 878).

İlgili müesseselerin faaliyetlerine bağlı olarak yapılan her türlü harcama vakfın kurucusunun önceden belirlediği ve vakfiyede ayrıntılı bir şekilde kaydedilen

(31)

prensipler çerçevesinde gerçekleştirilir. Bütün bu giderler vâkıf tarafından vakfedilmiş olan gelir kaynaklarından elde edilen gelirler vasıtasıyla karşılanır. Burada şu hususu da belirtmekte fayda vardır. vâkıf tarafından vakfın kullanımına tahsis edilmiş olan gelirler genellikle vakfın ihtiyacını karşılayacak düzeydedir. Hatta çoğu vakfın, giderlerini karşıladıktan sonra da ortaya çıkabilecek olağanüstü durumlar veya başlangıçta hesaba katılmayan ilave harcamalar için bir ihtiyat fonu oluşturacak düzeyde gelir fazlası vardır ki buna zevaid denilmektedir. Şimdi, işletme giderlerini ana başlıklar halinde inceleyelim:

Vâkıfların başta vakfın yöneticisi konumunda olan mütevelli olmak üzere büyüklüğüne ve faaliyet alanlarına bağlı olarak sayıları değişen idari personel ve hizmetliyi istihdam ettiği bilinmektedir. Fatih, Süleymaniye gibi büyük vâkıflarda istihdam edilen personel sayısı oldukça yüksek rakamlara ulaşmaktadır. Süleymaniye vakfiyesinde kaydedilen görevlilerin sayısı 759`dur (Kürkçüoğlu, 1962: 8-11).

Medreselerde istihdam edilen personelin başında müderris, muallim, muîd ve halife gibi isimlerle anılan öğretim kadrosu gelmektedir. Müderrislerin ücretleri diğer personel ücretleri ile mukayese edildiğinde oldukça yüksektir. Osmanlı medreselerinin kendi arasında bir derecelendirmeye tabi tutulduğu ve bir müderrisin ücretinin bulunduğu medreseye göre belirlenmiş günlük bir miktarının olduğu görülmektedir.

Medreseyi bitirdikten sonra müderrisliğe başlayan bir kişi, alt düzeydeki medreselerden itibaren terakki edecek sırasıyla yirmili, otuzlu, kırklı, ellili, altmışlı ve altmış üstü medreselerde ders verirdi (Baltacı, 1976: 56). Derecenin yükselmesi aynı zamanda ücretin de artması demektir. Dolayısıyla, gelinen her merhalede günlük ücretin de arttığı görülmektedir. Bu durum, müderris ücretlerinin piyasa şartlarından bağımsız olarak birikime ve tecrübeye endeksli olduğunu, kaliteye göre artan bir ücret sisteminin benimsendiğini göstermektedir. Konuyla ilgili bir örnekte, Vakf-ı Süleyman Ağa b. Abdülmuin`in şart-ı Vâkıf kısmında “muallim hüsn-i ta`lim,

hıfzetmeye kadir olursa ciheti yevmi beş akçe ola ve illa yevmi üç` akçe ola ve halife dahi hüsn-i hat yazmağa kadir olursa vazifesi üç akçe ve illa yevmi iki akçe ola”

(32)

denilmektedir (Barkan ve Ayverdi, 1970: 437). Süleymaniye vakfiyesinde müderrislerin günlük ücretleri, medreselerde görevli olanlar için 60 akçe, darü`l-hadis`de görevli müderris ve muhaddisler için 50 akçe, tıp medresesinde görevli müderrisler için 20 akçe olarak tespit edilmiş, mektebte görevli muallimin ücreti ise 8 akçe olarak belirlenmiştir (Kürkçüoğlu, 1962: 8-10).

Müderrisler dışında kalan muîd ve halifeler ise yardımcı öğretim kadrosu olarak vazife yapan kişilerdir. Asistan olarak düşünebileceğimiz muîd ve halifelerin ücretleri müderrislere oranla oldukça mütevazı düzeyde olmakla birlikte piyasa şartlarında makul denilebilecek düzeylerdedir. Süleymaniye Medreseleri`nde görevli muîdlerin her biri için günlük 5 akçe, mektebte görevli halife için ise 3 akçe ücret tayin edildiği görülmektedir.

Bunların yanında kütüphanesi bulunan medreselerde ihtiyaca göre kütüphaneci (hafız-ı kütüb) bulunabildiği gibi, katib, bevvab (kapıcı), hadim (hizmetli), ferraş (temizlikçi), kennas-ı hela (tuvalet temizlikçisi), siraci (kandilci), noktacı (devamı kontrol eden görevli) gibi görevliler de bulunmaktadır. Bunların ücretleri de yine yapacakları işin durumuna ve vakfın mali imkânlarına bağlı olarak değişiklik arz etmekle birlikte piyasa şartlarına uygun seviyededir. Süleymaniye vakfiyesinde medreselerde görevli bevvab, ferraş, kennas-ı helâ, siraci gibi görevliler için 2`şer akçe, noktacı için 3 akçe gibi ücretler tayin edilmiştir.

Müderris ve diğer görevlilerin vasıfları ve yapacakları işlerin yanında kendilerine verilecek olan ücretler de vakfın kuruluşu esnasında vakfiyede belirtilmekte ve belirlenen miktarlara titizlikle uyulduğu görülmektedir. Konuyla ilgili bir örnekte, Mahmud Paşa Medresesi`ne, müderrisin ücreti vakfiyede 50 akçe olarak belirlendiği halde, 952/1545–1546 yılında vâkıfın şartına aykırı olarak Rumeli Kazaskeri çivizade tarafından 40 akçe ücretle tayin edilen Hasan Bey`in ücreti, yapılan teftiş sonucunda konunun padişaha arz edilmesi üzerine yine 50 akçeye çıkarılmıştır (Baltacı, 1976: 289-290).

(33)

Eğitim kadrosunun gelirlerinin ücretleriyle sınırlı olmadığı ve ilave birtakım gelirlere de sahip oldukları söylenebilir. Özellikle vâkıflarda yaygın olarak görülen günlük, haftalık gibi aralıklarla ve belli bir ücret karşılığı vakfın kurucusunun ruhu için Kur`an-ı Kerim`den bir cüz veya belli surelerin okutulması gibi hususlar bu açıdan bakıldığında ek bir gelir teminine yönelik düzenlemeler olarak düşünülebilir. Ahmed Ağa b. Mahmud tarafından H. 955/M 1548`de Bindirekli kasabasında kurulan muallimhanenin muallimi için günlük 3 akçe, halifesi için 1 akçe ücret tayin edilmiş, ayrıca her ikisine de günde birer cüz okumak şartıyla birer akçe ek gelir temin edilmiştir. Aynı vâkıfın Gökoba`da kurduğu muallimhanenin muallimi için 10 akçe, halifesi için 1 akçe günlük ücret tayin ettiği, ilave olarak ta yine her ikisine günde birer cüz okumaları karşılığında birer akçe ücret tayin edildiği görülmektedir (Özcan, 2002: 880).

Kendilerine verilen ücretin yanında, vâkıfların kendi personeli için sağladığı meşruta binalarında medrese görevlilerinin de ücretsiz olarak ikamet edebildikleri görülmektedir, Dolayısıyla barınma ihtiyaçlarının da vâkıflar eliyle karşılandığını söyleyebiliriz. Ayrıca, görevli personele ve medrese öğrencilerine vakfın imaretinden verilen yemekler de ücretsizdir.

Sosyal güvenlik açısından bakıldığında, mekteb ve medreselerin öğretim kadroları yine vâkıflar eliyle yürütülen ve toplumun bütün kesimlerine yönelik ücretsiz hizmet veren sağlık tesislerinden istifade imkânına sahiptirler. Vazifenin ihmal ya da suiistimal edilmesi azil nedenidir (Baltacı, 1976: 60). Ancak, sağlık problemleri gibi meşru mazeretleri nedeniyle bir müddet vazifesini ifa edemeyenlerin geçen süre için tahakkuk eden ücretlerinin ödendiği görülmektedir.

Müderrislerin bir yerde görev süresini tamamladıktan sonra yeni bir yere tayinine kadar geçen mülazemet süresi içinde gelirleri azalmakla birlikte gerek vâkıflardan gerekse kendilerine tahsis edilen arpalıklarından elde ettikleri gelirlerle geçimlerini sağladıkları görülmektedir. Aktif görev yapmadıkları bu süreyi daha çok İstanbul`da geçirerek kendilerini geliştirme imkânı bulurlardı (İhsanoğlu, 1994: 139).

(34)

Müderrislerin arpalıklarının yanında, zaman zaman tayin edildikleri geçici görevlerden elde ettikleri ek gelirleri de bulunmaktadır.

Osmanlı eğitim sisteminde öğrencilere yönelik her tür hizmetin ücretsiz olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim öğretimin yanında öğrencilerin iaşe ihtiyaçları da parasız olarak karşılanırdı. Öğrenciler medrese hücrelerinde ücretsiz olarak barındırıldıkları gibi yemek ihtiyaçlarını da aynı vakfın bünyesindeki veya civardaki bir başka vakfa bağlı olan imaretten temin ederlerdi. İmaretin sağladığı hizmetten öğrencilerin yanında diğer personelin istifade imkânı da mevcuttur.

Eğitimin ve sağlanan hizmetlerin tamamının parasız olmasının yanında, özellikle yüksek dereceli medreselerde talebe-i uluma günlük ihtiyaçları için belli bir ücretin tayin edildiği görülmektedir. Bu uygulamanın hangi seviyeden itibaren başladığı konusunda kesin bir şey söyleyebilecek durumda değiliz.

Mahalle mekteblerinde böyle bir uygulama olduğuna dair herhangi bir örneğe rastlanmamıştır. Ancak, yüksek dereceli medreseler ile darülkurra, darülhadis, darü`t-tıp gibi ihtisas medreselerinde talebelerin günlük belirli bir ücrete sahip oldukları görülmektedir. Bu gibi müesseselerin vakfiyelerinde talebelerin de diğer personelle birlikte zikredildikleri ve alacakları ücretlerin kaydedildiği görülmektedir. Süleymaniye medreselerindeki talebelerin her biri için günlük 2 akçe ücret tayin edilmiştir (Kürkçüoğlu, 1962: 8-10). Buna ilaveten talebelerin cüz kıraati ya da kitap istinsahı gibi faaliyetlerden de ek gelir temin ettikleri anlaşılmaktadır.

(35)

II. BÖLÜM

XVIII. YÜZYILDA KLASİK EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMLARI

Kansu, “Türkiye Maarif Tarihi” adlı kitabında XVIII. yüzyıl için şöyle demektedir:

“ Ağır basan reform istekleri, yeni eğitim kurumlarının açılmasını zorlayana kadar, (XIV. yüzyılın ortaları) XVIII. yüzyıl Osmanlısında daha önce olduğu gibi iki çeşit okul vardı: 1- Sıbyan Mektebleri (Mahalle Mektebleri), 2- Medreseler. İki çeşit okulun da eğitim ve öğretim bakımından, yetkili din kuruluşları denetip, yönetiyordu. Gerçi okul kuran kişiler, (vâkıf) açacakları okulun yerini, kaç öğrenci alacağını, öğrenci ve öğretmenleri verilecek aylıkları belirleyebilirlerdi. Ancak, bir eğitim yolu öneremezler, okunacak derslere karışamazlardı. Gerçi padişahlar, arada sırada çıkardıkları fermanlarla, din yetkililerine (Şeyhülislam, müftü, kadı) eğitim için bazı emirler vermiş, öneriler ferman etmişlerdi. Ama bu emirler dinin okullar üzerindeki egemenliğini sarsmamıştır.”( Kansu, 1931:29).

Yukarıda da belirtildiği gibi XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde biryandan Mahalle mekteblerinde ve medreselerde eğitim devam ederken, diğer yandan da yapılan ıslahat çalışmalarıyla beraber özellikle askeri alanda yeni eğitim-öğretim kurumları açılmıştır.

Şimdi bu yüzyıl içinde faaliyet gösteren 3 eğitim kurumunu şu başlıklar altında inceleyeceğiz:

1. Sıbyan Mektebleri 2. Enderun (Saray Okulu) 3. Medreseler

(36)

2.1. Sıbyan Mektebi

Osmanlıların ilköğretim seviyesindeki okullarına genel olarak “sıbyan

mektebi” veya “mahalle mektebi" denilmektedir. Sıbyan okullarına “mekteb” veya “küttab”, yoksul çocuklar için açılanlara da “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil”

de deniyordu. Küttab veya mekteb, “yazı öğretilen yer” anlamına gelir. İhtimal önceleri burada sadece yazı öğretiliyordu. Ancak sonra temel İslami bilgiler de bu okullarda verilmeye başlanmıştır (Ergün, 2000: 735-736).

Önceleri bu öğretim için özel olarak yetiştirilmiş öğretmenler olmadığı gibi,

“okul” denebilecek binalar da yoktu. İmâm Mâlik de, mescidleri kirletebilecekleri

düşüncesi ile, onlara mescidlerde yer vermeyince bu okullar özel evlerde, mescit ve cami kenarlarında vs. yer bulmuşlardır. Bu okulları vâkıflar, zengin kişiler ve çoğu zaman da halk yaptırıyordu (Ergün, 2000: 736).

Kodaman, Osmanlı İmparatorluğu`nda ilk eğitim ve öğretimin yapıldığı yer

“sıbyan mektebi” (ilkokul)`dir der. Kitle öğretimi yapan sıbyan okulları,

imparatorluğun parlak devrinde zamanın ihtiyaçlarına cevap verebiliyordu. Diğer kurumlarda olduğu gibi, bu müesseseler de kendilerini yenileyemediğinden işlevlerini yitirmişlerdir. Bu okulların büyük bir kısmının –medreselerde olduğu gibi- vâkıf olarak kurulması; vakfiyelerine uygun ve mecburi bir programın takip edilmesine sebep olmuş bu da sıbyan okullarının statik bir hal almasına yol açmıştır. Dolayısıyla sıbyan okulları değişen şartlara ayak uyduramamıştır (Kodaman, 1988: 58).

Sıbyan okulları, kuruluşları bakımından, ya bir “külliyet” içinde yer alıyorlar yahut da ayrı olarak mahalle ve köylerde bulunuyorlardı. Büyük bir çoğunluğu tek katlı, tek odalı taş binalardı.

Sıbyan okullarının belli bir yönetmeliği veya devletçe hazırlanmış belirli bir programı mevcut değildi. Bu okulların amacı bir çocuğa okuma yazma öğretmek, İslam dininin kurallarını ve Kur`an`ı belletmekti. Öğretim ezbere dayanıyordu. Ferdi

(37)

bir eğitimin hâkim olduğu bu okullarda genellikle şu dersler okutuluyordu: Elifba, Kur`an, İlm-i hal, Tecvid, Türkçe ahlak risaleleri, Türkçe, Hat (yazı) (Kodaman, 1988: 58).

Bu dersler Türkçe olarak okutuluyordu. Bu hususta Faik Reşit Unat şöyle demektedir ki biz de aynı görüşteyiz: Gerçi bu okulların baş hedefi, çocuklara her ne kadar Arapça olan Kur`an metnini yanlışsız okuyup telaffuz edecek bir yetenek kazandırmak ise de, gerek tecvit, gerek din bilgilerinin öğretmenler tarafından Türkçe açıklandığı, hele kara cümlenin öğretilmesinde doğrudan doğruya ana dil hakim bulunduğu, çocuklara muhtelif vesilelerle Türkçe dualar ve ilahiler ezberletildiği, Türkçe gülbanklar söyletildiği cihetle, hele medreselerin bile tam manasıyla Arapça olduğu iddia edilemeyecek olan öğretim dili yanında sıbyan mekteblerinde öğretim dilinin Arapça olmayıp Türkçe olduğu kuvvetle savunulabilir.

Sıbyan okulları eğitim ve öğretim araçları bakımından yetersiz idiler. Öğretmenler, genellikle medrese çıkışlı idiler. Fakat pek çok yerlerde çeşitli kaynaklardan kimselerin öğretmenlik yaptıkları anlaşılmaktadır. Okuma-yazma bilen, imam, müezzin, kayyum vb. kimselerin kendi görevleri yanında öğretmenliği de yürüttüklerini biliyoruz (Kodaman, 1988: 58).

Küttab veya Mekteb öğretmenlerine “muallim” deniliyordu. Muallimler genellikle o mahalle veya caminin imamı da olurlar; imamların eşleri de kız öğrencilere öğretmenlik yapabilirdi. Muallimler genellikle fazla itibar görmezlerdi. Küttab öğretmenleri çeşitli zamanlarda ve Kur’ân`ın bitiminde, öğrencilerden ve ana babalarından hediyeler alırlardı (Ergün, 2000: 737).

Çocuklar 4-5 yaşlarında Amin alayı (tören) ile okula başlardı. Okula kayıt, kabul gibi her hangi bir işlem söz konusu değildi. Müslüman olan herkesin çocuğu okula giderdi. Öğretmen-öğrenci münasebetleri, okul içinde ve dışında kesin itaat, korku ve saygıya dayanıyordu (Kodaman, 1988: 58).

(38)

XVIII. yüzyıl sonlarına doğru bozulan eğitim kurumları sonucunda okul programlarında bulunan yazı öğretimi çok başarısız oluyordu. XVIII. yüzyılda bu konuyla ilgili bir düzenleme yapılmamıştı. Ancak 1862 yılından itibaren İstanbul’daki 36 sıbyan okulunda yeni bir harf öğretme biçimi denenmeye başlandı. Devlet bu okullara parasız taş tahtalar, taş kalemler ve divitler dağıttı. Daha sonra aynı amaca yönelik numune iptidaileri kuruldu. Selânikli öğretmenlerden bir ekol ortaya çıkıp yeni bir yazı öğretme ve alfabe biçimi ortaya çıkardı. Çok sert tepkiler gören bu akım, ilköğretim ıslahatını bir “Elifba” ıslahatı haline dönüştürdü.

"Hakiki”siyle, "Tecrübî"siyle binlerce Kolay Elifba yazıldı (Demirtaş, 2007:176).

Sıbyan mekteblerinde ödüllendirme ile ilgili belgelere ilk zamanlarda rastlanmaz. Akyüz’ün araştırmasına göre, öğrencilerin ödüllendirilmeleri ile ilgili ilk yasal belge, Tanzimat döneminde, muhtemelen Nisan 1847 tarihli olarak sıbyan mektebi öğretmenlerine hitaben yayınlanan, bir Tâlimat’tır (Akyüz , 2004: 15-20). Bu talimat ile “falaka” dinde olmadığı için kaldırılmakta, öğrencilerin cezalandırılma biçimleri yumuşatılmakta, ödüllendirme olarak da öğretmenin çocuğa övücü sözler söylemesi, onu yanı başında oturtması vs., gibi bir uygulama getirilmektedir.

Sıbyan Mekteblerinde genel amaç yukarıda da değinildiği gibi Kur’an-ı yüzünden okumayı öğretmekti. Ancak, mekteblerde yine Kur'an-ı doğru okumaya yardımcı olacak Arapça Elifba, Tecvid ile temel dini bilgileri vermek üzere İlmihal de okutulmuştur ( Doğan, 1997: 413-414). Bazı kaynaklarda bu tür mekteblerde yazı yazma da öğretildiğine dair bilgiler vardır. Her ne kadar, I. Mahmud'un annesi ve I. Abdülhamid tarafından 1781'de yaptırılan sıbyan mektebinde yazı, hatta kitabet derslerine yer verilmiş ise de, bu teşebbüs umumi bir mahiyet almamıştı (Berker, 1945: 7). Kaldı ki, buradaki yazı dersi, okumaya kolaylık olması ve Kur'an metinlerinin doğru olarak kopya edilebilmesi içindir. Yani kaligrafi karşılığıdır.

Sıbyan mekteblerinin idaresiyle Müftüler ve Şeyhülislamılar meşgul olmuşlardır. Ancak, mekteblerin belli bir yönetmenliği, devletçe veya herhangi bir makamca düzenlenmiş belli bir öğretim programı yoktu ( Doğan, 1997: 407-442).

(39)

Yukarıda da değinildiği gibi XVIII. yüzyıl boyunca mekteblerin idaresi ilmiye sınıfına bırakılmıştır.

Devlet, eğitim faaliyetlerinin sağlıklı yürütülebilmesi için maarif yapılanmasına XIV. yüzyıl içinde gitmiştir. 1857’de kurulan Maarif Nezareti zaman içerisinde her vilayete birer maarif müdürü atamıştır. 1869 tarihinde yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi teşkilatın idare ve görevlerini kanunî bir hükme bağlamıştır (Taşkın, 2009).

2.1.1. Sıbyan Mekteblerinde Okutulan Dersler

Sıbyan mektebleri programında başlangıçta sadece Kur’an okutmak ve namazla ilgili gerekli bilgiler öğretmek bulunuyordu. Daha sonraları yazı dersi de programa alınmıştır. 1781 yılında I. Abdülhamid’in yaptırdığı mektebin programına Arapça ve Farsça konmuş olması genel görüşe göre büyük yenilik sayılmıştır.

2.1.1.1. Kur`an-ı Kerim

Sıbyan mektebleriyle ilgili bilinen en temel ders olan Kur` an, İslam dininin de ana kaynağıdır. Bu nedenle, müminler tarafından bu kutsal kitabın öğretilmesi, velilerce, çocukları için yerine getirdikleri son derece mukaddes bir görev olarak addedilir. Kur`an-ı Kerim`in öğrenilmesi, öğretilmesi ve ezberlenmesi konusunda Hazreti Peygamber`in sözleri, bu hususun ehemmiyetine dikkat çekmekte ve Müslümanlara gerekli isteklendirme sağlamaya yetmektedir (Hızlı, 2001: 111).

Çocukların derslerinde Kur`an öğretiminin öncelikli yer alması ve mekteblerde bu dersin vazgeçilmez bir ders olarak telakki edilmesi, yüzyıllarca İslam âleminde vazgeçilmez bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ünlü İslam tarihçi ve sosyologu İbn Haldun (ö.1406), Mukaddime adlı eserinde bu konuyu şöyle değerlendirir:

(40)

“Bilinmelidir ki, çocuklara Kur`an talim edilmesi dinin şiarlarında bir şiardır. O yüzden Müslümanlar bunu esas alarak, bütün beldelerinde tatbik etmişlerdir. Çünkü Kur`an`da ki ayetlere ve bazı hadis metinlerine istinat eden İslam imanının ve imanı akidelerin kalplerde kökleşmesi her şeyden evvel bu şiara bağlıdır. Onun için Kur`an, talimin esası haline gelmiş olup daha sonra hasıl olan melekeler bu esas üzerine bina kılınmıştır.” (Hızlı, 2001: 111).

Sıbyan mekteblerinin ilk ders programı demek olan şu iki vakfiye gösteriyor ki bu mekteblerde Kur`an okutmakla derse başlatılıyor. Esasen İslam âlemindeki usulün de bundan ibaret bulunduğunu İbn-i Haldun meşhur mukaddimesinde gösteriyor ve diyor ki:

“... Çocuklara Kur`an talimi şeairi dinden olmuştur. Çünkü Kur`an talimi kulubi sıbyanda iman ve akaidin rusuh ve istikrarını mucip olduğundan milleti İslamiye kaffei biladda bunu iltizam eylemiş ve bu cihetle Kur`an`ı Kerim badehu hasıl olacak alışılmış bilgilerin aslı aleyhi olan asıl ve esası talim olmuştur.” (Ergin, 1977: 84).

Mahkeme sicillerine yansıyan bilgilerden hareketle, Kur`an öğretiminde öncelikle Arapça harflerin tanıtımının yapıldığını, bunun okuma-yazma konusunda da elzem olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlıların son dönemlerine kadar uygulana gelen bir metodla, çocuklar elifba cüzünün akabinde amme cüzü okumakta, daha sonra Tebareke diye bilinen Mülk suresi ve diğer bazı cüzlerden sonra, daha çok “Mushaf” adıyla halk arasında tanınan Kur`an`ın öğretimine geçmekte idi (Birinci, 1997: 12).

Bu dersle amaçlanan nihai hedefin, kutsal kitabın, mümkün olabildiğince tecvid (Kur`an`ın usulüne uygun ve ahenkli bir şekilde okunması) ve meharic-i huruf (özelliği bulunan Arap harflerinden bazılarının ağızdan çıkışında gösterilmesi gereken özen) kurallarına göre belletilmesi ve Kur`an`ın “tertil” (güzel sesle) üzere okunmasının sağlanması olduğu .

(41)

Kur`an okumasını öğrenen talebelerin, yine muallim ve onun yardımcısı durumundaki “halife” nin nezaretinde “mushafı” sonuna kadar okuyarak “hatim” indirdikleri ve bu okuma sürecinin, yapılan bir hatim cemiyeti ile taçlandırıldığı, yüzyıllar boyu süren gelenekten kolayca çıkartılabilir.

Kur`an-ı Kerim derslerinde ayrıca namaz ve diğer ibadetlerde okumak zorunda oldukları sure ve dualarla ilgili öğretimin yapıldığını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Bu arada, mekteb öğrencilerine, özellikle namazlarda okunan sure ve duaların ezberletildiği kuvvetle muhtemeldir (Ergin, 1977: 86). Yine kesin olmamakla birlikte, öğrencilerden hafız olmak isteyenlerin, hıfzını tamamlayıncaya kadar mektebe devam edebildiklerini tahmin ediyoruz.

Öte yandan, mekteblerdeki muallimlerin ve onların yardımcıları pozisyonundaki halifelerin (kalfa), vakfiyelerdeki “meşrutiyet” (=şarta bağlama) sebebiyle, görev yaptıkları vakfın kurucusu ya da yakınlarının ruhu için Kur`an-ı Kerim okuduğu bilinmektedir. Bu da, mekteblerde öğrencilerle diğer görevlilerin Kur`an`la ne kadar iç içe olduklarının bir göstergesi olarak da kabul edilebilir (Hızlı, 2001: 113).

Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı gibi Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyıl boyunca Sıbyan mekteblerinde Kur`an-ı Kerim dersleri verilmektedir. Bu ders devletin kuruluşundan itibaren mekteblerin temel dersleri arasında sayılmaktadır.

Öteden beri, Osmanlı mekteblerinde sadece Kur`an-ın öğretildiği ve bunun ötesinde herhangi bir dersin verilmediği tarzındaki yaklaşıma da cevap olacak tarzda klasik dönem mekteblerin ders programlarındaki diğer derslerle ilgili bilgilere geçebiliriz

2.1.1.2. Yazı (Kaligrafi)

Mekteblerde verildiğine şüphe olmayan derslerden biri de yazının öğretimiydi. Yazının öğretimi olmaksızın düzenli bir eğitim-öğretim faaliyetinin gerçekleşmesinin

Referanslar

Benzer Belgeler

Yapılan çalışmada elde edilen veriler incelendiğinde 7 numunenin 3 ppb düzeyinin üzerinde tespit edilmiş olup, beta-laktam antibiyotikler yönünden sütlerde

Bu sonuçlara göre, “Aylık harcama, siyasal ilgi davranışı algısında anlamlı farklar ortaya koymaktadır” olarak kurulan H5 f hipotezi kabul edilmiştir.. Kruskall

Konum itibariyle farklılık gösteren ve sayfiye-şehir otelleri açısından ele alınan işletmelerde faaliyet gösteren katılımcıların nepotizm ve kronizm algıları

Based on the advancement of information technology and inconvenience of key word search, this thesis applied content-based image retrieval to build a Real Drug Image

Therefore, the metabolic ratio based on the pharmacokinetic parameters of either AUC0-,ss, Cmax,ss, Cmin,ss, or Cave,ss and plasma concentrations of DM and DX in a single blood

上人口老化等因素,導致血管粥狀硬化患者日益增多,特別是糖尿病患者,更容易出現

üniversiteleri ve coğrafya bölümleri, ülkeler coğrafyası uzmanı yetiştirememiştir. Bu gün komşu ülkelerimiz konusunda uzman bir coğrafyacımız

[r]