• Sonuç bulunamadı

Uluslararası güvenliğin bir bileşeni olarak siber güvenlik

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Uluslararası güvenliğin bir bileşeni olarak siber güvenlik"

Copied!
88
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI

ULUSLARARASI GÜVENLİĞİN BİR BİLEŞENİ

OLARAK SİBER GÜVENLİK

Hazırlayan

Kamil TARHAN

164229001002

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN

(2)
(3)
(4)

iii

ULUSLARARASI GÜVENLİĞİN BİR BİLEŞENİ OLARAK SİBER GÜVENLİK

ÖZET

Uluslararası İlişkiler Disiplini özünde barış nasıl tesis edilebilir sorusu üzerinden ortaya çıkmış bir disiplindir. Süreç içerisinde barış olgusu güvenlik ile paralel şekilde ele alınmış; güvenliğin sağlanarak aynı sorunların tekrar yaşanmaması için neler yapılabileceği konusunda çaba sarf etmektedir. Disiplinin temel inceleme alanı ve baş aktörü devlet olduğu için; devletlerin var olduğu süreçten itibaren disiplinden bahsetmek mümkündür. Modern anlamda 1648 Westfalya Antlaşması ile kurulduğu belirtilen disiplin, günümüze kadar içerisinde birçok farklı tartışma ve düşünceye ev sahipliği yapmıştır. Lakin birçok tartışma ve düşünce özünde güvenlik odaklı olup, devletlerin güvenliğini nasıl tesis edileceği veya güvenliğin neden gerekli olup, hangi koşullarda bunun ihlal edildiği konusu üzerinde tartışılmıştır. Güvenlik devletlerin en vazgeçilmez olgusu olduğu için disiplin içinde hemen hemen her teorik tartışma güvenliğe atıfta bulunmuştur. Çalışmada güvenlik ile ilgili tüm yaklaşımlar geçmişten günümüze kadar incelenecektir. Devamında 21.Yüzyıla doğru güvenliğin çeşitlendiği, yeni paradigmaların ortaya çıktığı süreç ele alınacaktır. Küreselleşme ve teknolojik gelişmelerin yatay bir şekilde ilerlediği süreçte yeni bir alan olarak ortaya çıkan Siber Uzay ise çalışmanın temelinde yer alacak; siber uzayda meydana gelen yeni meydan okuma olarak Siber Güvenlik olgusu ele irdelenecektir. Siber güvenliğin Uluslararası İlişkiler içerisine nasıl dâhil edildiği ve nasıl analiz edildiği çalışmanın önemli ve kilit noktasını teşkil edecektir.

Anahtar Kelimeler: Uluslararası İlişkilerde Güvenlik, Siber Uzay, Siber Güvenlik, Güvenlik Yaklaşımları

(5)

iv

CYBERSECURİTY AS A COMPONENT OF INTERNATİONAL SECURİTY

ABSTRACT

International Relations is essentially a discipline that emerged from the question of how peace can be established. In the process, the peace case is handled in parallel with the security and efforts are made to ensure that the same problems do not happen again. Since the main subject of discipline is the state, it is possible to talk about discipline from the time when states exist. In the modern sense, the discipline established by the Treaty of Westphalia of 1648 has hosted many different debates and conventions within the day. However, many discussions and thoughts are essentially security oriented and discussed on how to establish the security of the states or why security is necessary and in which conditions it is violated. Since security is the most indispensable state of the states, almost every theoretical discussion in the discipline has been found in safety. The study will examine all approaches to security in the past to the present. Then the process of emerging new paradigms, where security is diversified towards the 21st century, will be addressed. Globalization and technological developments in the form of a horizontal Cyber emerged as a new field in the process of promoting space will take place on the basis of the work; Cyberspace as a new challenge occurring in cyberspace Security will handle cases examined. How cyber security is incorporated into the International Relations and how it is analyzed will be an important and key point of study.

Keywords: International Relations Security, Cyber Space, Cyber Security, Security Approaches

(6)

v İÇİNDEKİLER Özet ... iii Abstract ... iv İÇİNDEKİLER ... v Önsöz ... viii Kısaltmalar ... ix Tablolar ... x

ULUSLARARASI GÜVENLİĞİN BİR BİLEŞENİ OLARAK ... 1

SİBER GÜVENLİK ... 1 GİRİŞ ... 1 1- Araştırmanın Konusu ... 6 2-Amacı ... 6 3-Önemi ... 7 4-Varsayımlar (Sayıtlılar) ... 7 5-Sınırlılıklar ... 7 6-Tanımlar ... 7 7-Yöntem ... 8 BİRİNCİ BÖLÜM ... 9

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE GÜVENLİK ... 9

1.1. Güvenliği Tanımlama Girişimi ... 9

1.2. Uluslararası İlişkiler Öncesi Güvenlik Algısı ... 12

1.3. Westfalya Sonrası Oluşan Güvenlik Algısı... 13

1.4. Modern Anlamda Güvenlik Yaklaşımı ... 13

1.5. Soğuk Savaş Döneminde Güvenlik – Geleneksel Güvenlik Anlayışı ... 14

(7)

vi

1.5.2. Realist Teori’de Güvenlik Algısı ... 17

1.5.3. Uluslararası Toplum Bağlamında İngiliz Okulunda Güvenlik Algısı ... 19

1.5.4. Frankfurt Okulunda Güvenlik Algısı ... 21

1.6. Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemde Güvenlik ... 22

1.6.1. Kopenhag Okulunda Güvenlik Yaklaşımları ... 24

1.6.2. Aberystwyth Okulunda Güvenlik Algısı ... 25

1.6.3. Feminist Kuram’ın Güvenliği Çeşitlendirmesi ... 26

İKİNCİ BÖLÜM ... 29

ULUSLARARASI İLİŞKİLER AÇISINDAN SİBER UZAY VE İLGİLİ KAVRAMLAR ... 29

2.1. Siber Uzay(Alan) Nedir ... 29

2.2. Siber Politikalar ... 34 2.3. Siber Saldırılar/Tehditler ... 36 2.4. Siber Savaşlar ... 38 2.5. Siber Güç ... 40 2.6. Siber Diplomasi ... 42 2.7. Siber Güvenlik ... 44

2.8. Siber Alanın Uluslararası İlişkilere Dâhil olması ... 46

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 49

GÜVENLİK YAKLAŞIMLARINDA YENİ BİR OLGU: SİBER GÜVENLİK VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER ... 49

3.1. Güvenliği Çeşitlendirmek ... 50

3.2. Klasik Güvenlikten Modern Güvenliğe Doğru Siber Güvenliğin Önemi ... 51

3.3. Uluslararası İlişkilerde Yeni Paradigma ... 53

3.4. Uluslararası Sistem’de Meydana Gelen Siber Güvenlik Durumları ... 54

(8)

vii

3.4.2. Gürcistan’a Yapılan 2008 Siber Saldırısı ... 56

3.4.3. İran’a Yapılan 2011 Stuxnet Siber Saldırısı ... 57

SONUÇ ... 61

(9)

viii ÖNSÖZ

Çalışma, Uluslararası İlişkilerin 21. Yüzyıl içerisinde nasıl bir güvenlik okuması yaptığını okuyucuya ulaştırmak amacıyla oluşturulmuştur. Teknolojinin inanılmaz derecede ilerlediği ve yaygınlaştığı günümüz dünyasında yeni bir alan olarak oluşan siber dünyanın ne ve ne olmadığı bilhassa okuyucuya sunulmak istenmiştir. Ardından Siber Dünya içerisinde devletlerin güvenliğinin ne denli dönüşüme uğrayarak, siber güvenlik olgusunu hızlandırdığını anlatmak önemli bir durum haline gelmiştir.

Çalışmanın ortaya çıkmasında birçok kişinin kesinlikle yardım ve desteğini göz ardı edemeyeceğim. Ancak her şeyin ötesinde çalışmanın ortaya çıkmasında kuşkusuz her zaman desteğini esirgemeyen annem Zeliha Tarhan ve babam Cevdet Tarhan’ın destekleri benim için çok önemli olmuştur. Her daim yanımda olmaları ve yaptığım çalışmaya veya yapacağım çalışmalara sonsuz güvenlerinden dolayı öncelikle teşekkürü onlara bir borç bilirim. Ardından 5 senelik lisans hayatım ve 2 senelik yüksek lisans sürecinde, gerek danışmanlığı konusunda gerekse akademik anlamda tüm tecrübelerini benden esirgemeyen, tez konumun seçim aşamasından başlayarak tüm süreçte yanımda olan ve destek veren danışmanım Doç. Dr. Nezir Akyeşimen’e ayrıca teşekkürlerimi sunarım. Ne zaman bir konuda yardıma ihtiyacım olsa hiç tereddüt etmeden, ulaşarak yardımlarını almam benim için çok önemli bir nokta olmuştur.

Diğer yandan Selçuk Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler hocalarına da ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. Tüm eğitim sürecimde hoca olmaktan öteye daha çok arkadaş şeklinde yaklaşımları ve bir aile ortamı yaratmış olmalarından dolayı hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Son olarak bu süreçte yanımda olan arkadaşlarıma, lisans arkadaşlarıma ve yüksek lisans süresinde sınıf arkadaşlığından öte bir arkadaşlık kurarak beni destekleyen herkese çok teşekkür ediyorum.

Kamil Tarhan 2018

(10)

ix KISALTMALAR

NATO: North Atlantic Treaty Organization ABD: Amerika Birleşik Devletleri-ABD-

SSCB: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin(SSCB) AB: Avrupa Birliği

COPRI: Copenhagen Peace Research Institute ARPA: Advanced Research Projects Agency

ARPANET: Advanced Research Projects Agency Network BM: Birleşmiş Milletler

DDos: Distributed Denial of Service DOS: Disk Operating System

(11)

x TABLOLAR

Tablo 2.1 We are social special reports 2018,

(12)

1

ULUSLARARASI GÜVENLİĞİN BİR BİLEŞENİ OLARAK SİBER GÜVENLİK

GİRİŞ

İnsanoğlu tarihin tüm süreçlerinde hayatta kalma mücadelesi içerisinde olmuştur. Bu insanlığın ilk çağlarından beri süregelen bir yaşam biçimi olarak devam etmiştir. İnsanlığın ve onun yaratmış olduğu medeniyetin gelişmesi ile sosyalleşme artmaya başlamış; bu birliktelik bir takım sosyal organizasyonlara ve birlikte yaşama biçimlerine doğru evirilmiştir. Birlikte yaşayan insanlar koloniler halinde hareket etmeye başlamış daha sonra bütünleşme gelişerek kabile, topluluk, imparatorluk ve devlet olgusunun oluşumuna kadar sürekli bir biçimde devam etmiştir. Tüm bu süreç içinde ortak amaç hayatta kalmak, neslini devam ettirmek ve kendine karşı oluşacak herhangi tehdide karşı güvenliğini sağlamak olmuştur. Bu sebeple hangi şekilde bir oluşumun olduğu önemli olmaksızın insanlar için güvenlik daima öncelik olmuştur. Güvenlik bir nevi insanlar için bir ihtiyaç olarak görülmüştür. İnsanların gıda, barınak ve diğer tüm ihtiyaçlarının yanı sıra güvenlik de bu ihtiyaçlar kadar önemli olan temel bir ihtiyaç1 olmuştur.

İmparatorluk dönemlerinden ulus-devlet yapılanmasına geçilen 1648’den itibaren modern anlamda oluşan devletler için de güvenlik temel amaç olmuştur. Devletin güvenliği için her türlü uygulama meşru görülerek faaliyete geçirilmiştir. Machievelle’nin Prens’te dediği gibi devletin bekası için her yol mübah olmuştur(Machievell: 2011). Bu surette devletler kendilerini her zaman gelebilecek tehdide karşı koruma zorunluluğu içerisine girmiştir. Devletlerin en güçlü oldukları zaman içerisinde bile bir tehdit endişesi ile hareket ederek askeri anlamda kendisini daha da güçlendirmeye çalışmıştır. Bu şekilde süren güvenlik anlayışı zamanla diğer devletlerinde kendilerine yönelecek bir tehdit algısından dolayı güvenlik ikilemi2 denilen olguyu ortaya çıkarmıştır.

1 Abraham Maslow’un 1943 yılındaki çalışmasında güvenlik ihtiyacını diğer beşeri ihtiyaçların üstünde bir şekilde belirtmiştir. A.H Maslow, İnsan Motivasyonu Teorisi, 1943. Ayrıntılı bilgi için Bakız: http://psychclassics.yorku.ca/Maslow/motivation.htm

2 Bir devletin kendi güvenliğini artırması için alınan önlemlerin, diğer devletler tarafından bir tehdit algısı oluşturarak, tehdit algısı hisseden devletlerinde güvenliğini arttırmaya yönelik çalışmalar yapmasıdır. Bknz: Anders Wivel, Security Dilemma, International Encyclopedia of Political

(13)

2

Uluslararası İlişkiler içerisinde güvenlik olgusu Ulus-Devlet yapısının ortaya çıkışı olan Westfalya ile şekillenmeye başlamış, ardından 1815 Viyan Kongresi ile biraz daha netleşmiştir. Ancak I. Dünya Savaş’ının ortaya çıkışı ile güvenlik anlayışları savaş sonrasında tekrardan bir değişim içerisine girmiştir. Bu değişimde Soğuk Savaş sonuna kadar kendi içerisinde de bir takım değişikliklere ve dönem dönem farklı şekillerde olduğu görülmektedir. Lakin disiplin içerisinde genel anlamda bir güvenlik olgusu irdelenirken en çok tartışılan konu Soğuk Savaş sonrasına kadar hakim paradigma Realist Teori olmuştur.

Realist Teori’nin güvenlik anlayışı içerisinde daima temel aktör olarak devleti görmüş ve devletin temel amacının varlığını sürdürmesi olarak belirtmiştir. Bu amaca giden yolda ise araç olarak güç kavramı ön plana çıkmıştır. Ancak teori Soğuk Savaş dönemi sonrasına doğru ağır eleştiriler alarak, hâkimiyetini kaybetmeye başlamıştır. Disiplin içerisinde ortaya çıkan her temel tartışma biraz daha düşüncelerin değişmesine sebebiyet vermiştir. Realist Teori ile başlayan süreç daha sonraki tartışmalarda biraz daha genişlemiştir. Özellikle paradigmalar arası tartışma3 döneminde, yeni fikirler ve teorilerin hem ortaya çıkması hem de daha da güçlenmesi ile birlikte güvenlik anlayışının da değiştiği görülmektedir.

Soğuk Savaş’ın başlamasıyla güvenlik çalışmaları alanında birtakım değişiklikler gözle görülür derecede ortaya çıkmaya başlamıştır. Güvenlik alanında teknoloji ve nükleer faaliyetlerin ortaya çıkması güvenlik anlayışının genişlemesine neden olmuştur. İngiliz Okulu ve Kopenhag Okulu gibi yaklaşımlar çeşitliliği daha fazla arttırmıştır. 1970’lerde gelen yumuşama4 dönemi eleştirel yaklaşımların

3 Disiplin içerisinde Gelenekselcilik-Davranışsalcılık Tartışmasından sonra meydana gelen kimilerine göre III. Büyük Tartışma olarak belirtilirken(Banks, 1985) kimilerine göre ise ilk tartışmanın tarafları olan Realizm ve İdealizm’in türevleri olarak cereyan etmiştir. Tartışmanın ortaya çıkmasında Thomas Kuhn’un ortaya atmış olduğu paradigma değişimi fikri etkili olmuştur. Tartışma 1970’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Taraflar Neo-Liberalizm, Neo-Realizm ve Marxsizm olarak belirmiştir. M. Banks’ın tanımlamasına göre disiplin bu dönemde “paradigmalar arası tartışmaya” (inter-paradigm debate) ev sahipliği yapmıştır. Tarafların dünya politikası, devletlerin yürütmüş olduğu dış politika yapım süreci gibi önemli konularda ayrıştığı görülmektedir. Bakınız: Banks Michael, “The Inter-Paradigm Debate”, M. Light, A. J. R. Groom (ed.), International Relations:

A Handbook of Current Theory, London, Pinter Publishers, 1985.

4 Soğuk Savaş içerisinde cereyan eden Detente Dönemi: 1960-1980’li yıllar arasında, Soğuk Savaşın iki bloğu Doğu-Batı arasında yaşanılan olayların daha da yumuşadığı, politikalarında istemli bir şekilde yumuşaya giderek, Soğuk Savaşın etkilerinin daha az hissedildiği dönem olarak bilinmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Oral Sander, ‘Siyasi Tarih: 198-1994’, Ankara: İmge Kitabevi, 21.Baskı, 2012, Ss: 445-584

(14)

3

gelişmesine neden olurken, Soğuk Savaş sonuna ve sonrası dönemde Frankfurt Okulu, Eleştirel Teori, Postmodern yaklaşım, Feminist Teori, Konstrüktivist Teori ve Aberystwyth Okulu gibi yaklaşımlar güvenlik algısında çeşitliliğe gidilmesini ve Realist Teori’nin eleştirilerek yeni yaklaşımların ortaya çıkmasında oldukça etkili olmuştur. Bu süreçten sonra Uluslararası İlişkiler ’de devlet tek aktör olarak görülmekten çıkmaya başlamıştır. Birey, çevre, teknoloji ve göç gibi konularda güvenliğin içine dâhil edilmeye başlanmıştır. Keza bu dönemde Baryy Buzan’ın güvenliği yeniden tanımladığı “People, States and Fear(İnsanlar, Devlet ve Korku)” başlıklı kitabında, yaptığı güvenlik tanımına çevreyi dâhil etmesi etkili olmuştur. Yine aynı dönemde Richard Ullman’ın ele aldığı “Redefining Security( Güvenliği Yeniden Tanımlamak)” adlı eserinde güvenlik olgusunu askeri konular odaklı olmaktan çıkararak(Ullman; 1983, S.133) Buzan’a paralel şekilde çevreyi de eklemesi güvenlik olgusunu askeri olmaktan öteye geçirmiştir.

Güvenlik algısının farklı perspektiflerden gelişmesinde teknolojik gelişmeler ve küreselleşme süreci oldukça etkili olmuştur. Soğuk Savaş sonrası hızla etkisini arttıran küreselleşme ve artan teknolojik faaliyetler güvenlik algısının dönüşmesine sebep olmuştur. Güvenlik çalışmalarında girdilerin sayısı artmaya başlayarak Uluslararası Sistem farklı bir çizgiye doğru evirilmeye başlamıştır. Küreselleşme bir süreç olarak kabul edildiğinde bu sürecin ortaya çıkarmış olduğu değiştirici ve dönüştürücü özellikler göz ardı edilemez bir boyuta ulaşmıştır. Sürecin yoğun bir halde cereyan eden gerçekliği hissedildikçe devletler de bunun dışında bir okuma yapmaktan kendilerini azade kılamamışlardır. Modern Ulus-Devletlerin egemenlik, sınırsal belirlilik ve güvenlik üzerinde temellendiği göz önüne alındığı takdirde, küreselleşme ile güvenlik olgusu önemli derecede değişime ve dönüşüme uğradığı aşikârdır(Yılmaz: 2017, S.23).

Diğer önemli bir husus ise teknolojinin ilerlemesi ile oluşan yeni yaklaşımlardır. Bunlardan en önemlisi Siber Uzay denilen yeni bir soyut alanın oluşması olmuştur. Siber Uzay beraberinde diğer tüm olgular gibi birçok riskler, olumlu ve olumsuz durumları beraberinde getirmiştir. Güvenlik boyutunun daha da genişlemesine sebebiyet veren bu durum Siber Güvenlik gibi yeni bir alanın ortaya çıkmasına ön ayak olmuştur. Siber Uzay kavramı tanımlama itibari ile çok yeni bir alandır. Bu yüzden sosyal bilimler sözlüğü içerisinde ki yeri henüz gelişim

(15)

4

aşamasındadır. Teknolojik parametreler genişledikçe teknik terminoloji oluşturulmaktadır. Fakat siber uzayın tüm yönleri üzerinde henüz uzlaşılmış bir ontoloji bulunmamaktadır(Choucri: 2012, s.6).Yine de oluşturulan bu yeni alan devletlerin hassasiyet ile yaklaştığı ve bir takım önlemleri almaya başladığı; yeni ve çok önemli bir alan olmuştur. Devletlerden ziyade örgütler ve örgüt üstü yapılar da konuya çok özenli bir şekilde yaklaşmaktadır. North Atlantic Treaty Organization(NATO) gibi kolektif amaçla kurulan örgütler meseleye daha geniş ve farklı bir açıdan yaklaşarak işbirliği vurgusunda bulunmuştur. Hatta NATO Siber Uzay’ın içerisinde yer alan Siber Saldırıları bir güvenlik sorunu olarak görmeye başlamış ve öncelikli risk arz eden tehdit olarak belirtmiştir(Seren: 2016, S.18). Siber Güvenliğin bu denli önemli bir şekilde ortaya çıkmaya başlaması güvenlik algısında yeni dönüşümlerin yaşanmasının zeminini hazırlamıştır. Siber Uzayın ortaya çıkışı ile birlikte devletlerin bu alanda oluşabilecek güvenlik tehditlerinin oluşturabileceği tehditleri fark etmesi bu alanda çalışmaların artmasına neden olmuştur. Yapılan çalışmalar ilk olarak güvenlik etrafında şekillenmiştir. Ve Uluslararası İlişkiler içerisinde klasik anlamdaki güvenlik anlayışı değişim yaşamaya başlamıştır. Klasik güvenlik algısı yerini yeni güvenlik anlayış biçimi olarak Siber Güvenliğe bırakmaya başladığı görülmektedir(Tarhan: 2018b). Siber Güvenlik olgusundan bahsedebilmek için üç temel önemli alanın varlığından söz etmek gerekir. Bunlar: erişim kontrolü, kimlik denetimi ve yetkilendirme yetkisidir (Akyeşilmen:2016). Bu üç durumun aynı anda birlikte olması kavramın belirtmek istediği durumu açık şekilde ortaya koymaktadır.

Çalışmada öncelikle ilk bölüm içerisinde, Uluslararası İlişkiler içerisinde güvenliğin ne olduğu tanımlanacaktır. Ardından devlet ve devlet öncesi süreçlerde kavramın neyi ifade ettiği ve günümüze kadar nasıl şekillendiği incelenecektir. Güvenlik olgusunun disiplin içerisindeki değişimi, kırılma noktaları ve güvenliğe karşı yaklaşımlar ayrıntılı şekilde belirtilecektir. Bu belirtiler daha çok disiplin içinde cereyan eden temel tartışmalar ve teoriler çerçevesinde ele alınacaktır.

Çalışmanın ikinci bölümünde tamamen Siber Uzay üzerinde durulacaktır. Siber Uzay’ın ne olduğu ve ne olmadığı kendisi ile ortaya çıkan tüm kavramların açıklanması şeklinde olacaktır. Ardından bu bölümde Siber Güvenlik üzerinde durularak neyi ifade ettiği ayrıntılı ve örneklerle araştırılacaktır. Kavramın özellikle

(16)

5

önemi üzerinde durularak devletlerin ne şekilde yaklaşım gösterdiği de incelenecektir. Bölümün sonuna doğru tanımlaması sona eren siber uzayın Uluslararası İlişkiler içerisine ne şekilde cereyan ettiği ve dâhil olması süreci kısaca anlatılmaya çalışılacaktır.

Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde, ilk iki bölümde anlatılan kavramların ve durumların birleştirilerek daha derin bir analiz ortaya konulacaktır. Siber Güvenliğin yeni bir alan olarak Uluslararası İlişkiler içerisine dâhil oluş süreci, kavramın kronolojik şekilde ele alınmasıyla belirtilecektir. Güvenlik anlayışında özellikle devlet odaklı bir yaklaşım esas alınarak güvenliğin dönüşümü belirtilmiş olacaktır. Yeni bir güvenlik anlayışı olarak, klasik güvenlik yapısından farklı ve tamamen başka bir boyutta olan Siber Güvenliğin disiplin içerisindeki önemi ve getirmiş olduğu birtakım sorunlar analiz edilecektir. Ayrıca siber güvenlik olgusunun da kendi içerisinde yaşamış olduğu kırılma noktaları belirtilecektir. Özellikle küresel anlamda meydana gelen siber saldırı örnekleri ile bu süreç daha da belirgin bir şekilde irdelenecektir. Sonuç kısmında ise ortaya çıkan bulgular yorumlanarak, çalışma son halini alacaktır.

(17)

6 1- ARAŞTIRMANIN KONUSU

Araştırma kapsamında ilk önce Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde meydana gelen güvenlik tartışmaları ve değişimleri ele alınacaktır. Bununla birlikte disiplin içindeki belli başlı güvenlik yaklaşımları ve bunlarla alakalı olan kavramlar incelenecektir. Belli başlı teoriler ve ekollerin disiplinin ortaya çıkış sürecinden günümüze bir analize tabi tutulacaktır. Ardından devletler için güvenlik olgusunun neden önemli olduğuna değinilecektir. Bunlar açıklandıktan sonra ise Siber Uzay kavramı ve kavrama ilişkin diğer tüm terimler ve olgular incelenerek karşılaştırmalı bir analiz yapılacaktır. Daha çok yeni güvenlik paradigması olarak Siber Güvenlik üzerinden bir inceleme yapılacaktır. Siber güvenliğin klasik anlamdaki güvenlik yaklaşımlardan farkının ne olduğu belirtilecektir. Özellikle 21.Yüzyıl içerisinde çok önemli bir durum haline gelen siber saldırıların Uluslararası İlişkiler açısından nasıl bir bakış açısıyla yorumlandığından bahsedilecektir. Ardından siber uzay sonrası disiplinde meydana gelen değişimlerde ele alınarak, belli ülkelere karşı yapılmış olan siber saldırılar incelenerek son bulacaktır.

2-AMACI

Tez konusun ilk amacı Uluslararası İlişkiler disiplini içerisindeki güvenlik algısı ve devletlerin buna yaklaşımlarının önemini belirtmektir. Güvenlik algısına ilişkin bilgilerin geniş bir çerçevede araştırılarak okuyucuya sunmaktır. Ardından disiplinin temel özellikleri ve devletlerin uluslararası arenada yürütmüş oldukları politikaların ne gibi bir değişime uğradığını göstermektir. Son olarak teknoloji ve yeni gelişmeler ile ortaya çıkan Siber Uzay ve bu kavrama bağlı olarak Siber Güvenlik ve siber politikaların yeni güvenlik anlayışlarını nasıl etkileyip etkilemediğini ortaya çıkarmaktır.

(18)

7 3-ÖNEMİ

Uluslararası İlişkiler öğrencileri ve akademisyenlerinin disiplin içerisinde yapmış oldukları analizlerin genel itibariyle klasik anlamdaki anlayışlar ile olduğu görülmektedir. Belli başlı teori ve tartışmaların disiplini şekillendirdiği ve günümüzde de bu şekilde ilerlediği bilinmektedir. Tezin önemi bu noktada ortaya çıkarak yeni bir alan olarak görülen Siber Uzayın ve Siber Güvenlik gibi kavramların etkisiyle teknolojinin de artık disiplini şekillendirdiğini ortaya çıkarmaktır. Artık klasik bakış açısıyla güvenlik meselelerini okumanın eksik olduğunu belirtmek ve siber alan ile ilişkili şekilde güvenliği yeniden tanımlamak.

4-VARSAYIMLAR (SAYITLILAR)

Temel varsayımlardan ilki artık sosyal bilimlerin teknoloji ve günlük meseleler ile daha çok ilgilendiğidir. Devletlerin bile bu şekilde hareket ettiği küresel ortamda, her geçen gün yeni düşünce ve akımların ortaya çıktığı kaçınılmaz bir gerçektir. Klasik anlamda işleyen devlet politikaları artık siber politikalar şeklinde de görülmektedir. Kısacası Siber Uzay olgusu devletlerin dış politika veya iç politikaların da yeni anlayışları beraberinde getirdiği görülüyor. Artık devletler Siber Politikalar, Siber Güvenlikleri için daha çok yatırım ve teknoloji odaklı hareket etmektedir.

5-SINIRLILIKLAR

Uluslararası İlişkiler disiplinin ortaya çıkış tarihinden bugüne kadar geçen sürede meydana gelen değişim ve araçlardır.

6-TANIMLAR

Siber Uzay; tüm dünyaya ve uzaya yayılmış durumda bulunan bilişim sistemlerinden ve bunları birbirine bağlayan ağlardan oluşan ortamdır.

Siber güvenlik; siber ortamda, kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıklarını korumak amacıyla kullanılan araçlar, politikalar, güvenlik kavramları, güvenlik teminatları, kılavuzlar ve teknolojiler bütünü olarak tanımlanmaktadır.

Siber savaş, düşmanı psikolojik olarak çökertmek için bilgisayar kontrolü altındaki sistemlerine izinsiz, gizli ve görünmez olarak internet üzerinden erişmektir.

(19)

8 7-YÖNTEM

Araştırmada kullanılan ilk yöntem açıklayıcı bir şekilde bazı kavram ve terimlerin açıklanması ifade edilerek örnekler verilmesi şeklinde olacaktır. Ardından karşılaştırmalı bir şekilde analiz yapılarak günümüz ve öncesi şeklinde bir çıkarıma ulaşılacaktır. Tüm bu süreçte yöntemsel olarak disiplin içerisinde genel anlamda hakim olan yaklaşımların karşılaştırılarak sentezi şeklinde bulgular ortaya çıkarılacaktır.

(20)

9

BİRİNCİ BÖLÜM

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE GÜVENLİK 1.1. Güvenliği Tanımlama Girişimi

Güvenlik kavramı insanların yaşamı boyunca hayatlarının her alanında karşılarına çıkan önemli bir durumu ifade etmektedir. Gerek aile içerisinde, gerekse okul, iş veya sosyal çevre içerisinde doğrudan güvenlikle ilintili durumlar söz konusu olabilmektedir. Basit bir tanımlamayla güvenlik: ‘toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet’ (TDK, 2017) şeklinde tanımlanmıştır. Buradaki tanım daha çok bireyler için ve vatandaşlara yönelik bir güvenlik algısı şeklinde görülmektedir. Tanım özü itibariyle açık ve net şekilde olan bir durumun tasvirini yapmaktadır. Kavramın kullanıldığı durum ve olgular ile tanımlamanın karşılaştırıldığı durum daha çok toplum içerisindeki durumunu ifade ettiği görülmektedir. Lakin burada yapılması gereken ve göz ardı edilmemesi gerek durum tanımın devlet ve Uluslararası İlişkiler içerisinde neyi ifade ettiğidir.

Güvenlik birçok akademisyenin üzerinde hem fikir olarak uzlaştığı, kavramsal olarak tanımının yapılmadığı, halen bir muğlaklığı barındıran, tarih boyunca kullanılmış yaygın kullanımı olan bir durumdur. Lakin bazı akademisyenler de bu durumun bu şekilde ifade edilmesine karşı çıkmaktadır. Aslında kavramın sadece çekişmeli birçok tanımının yapıldığını ifade ederek, tanımların birçok şekilde kullanılabileceğini, her tanımın kendi içinde bir değeri ve doğrusu olduğunu ifade eder(Baldwin, 1997:10-11). Güvenliği tanımlamaya yönelik çalışmalar incelendiğinde öncelikle dikkat çeken temel unsur tanımın fiziksel ve psikolojik olarak ikiye ayrıldığıdır. Bunlardan ilki; ‘korku ve tehlikeden uzak olma durumu ’nu ifade eden fiziksel boyut, ikincisi ise; ‘korku ve tehlikeden uzak olma hissi’ni ifade eden psikolojik boyutudur(Özcan, 2011:448). Burada güvenliğin soyut ve somut durumlarının var olması, karar verici mekanizmaların güvenliğe ilişkin alınacak tavırlarda zorlanmasına neden olmaktadır. Öte yandan küreselleşme sürecinin etkisiyle ortaya çıkan fırsatların ve risklerin bir arada olması da güvenliğe başka bir tanımlama yapılmasını sağlamıştır. Güvenlik: belirli tehlikeler grubunun önlendiği ya da en aza indirgendiği bir durum olarak tanımlanabilir(Giddens, 2016:41). Burada

(21)

10

tehlikelerden kastedilen fırsatlar karşısında oluşabilecek risklerin genel anlamda bütününü ifade etmektedir.

Güvenlik kavram olarak Uluslararası İlişkiler içerisinde ilk kez 1952 yılında Arnold Wolfres tarafından ele alınmıştır. Wolfres güvenliği değerlere karşı yönelmiş tehdit olarak tanımlamaktadır(Wolfres, 1952:485). Ancak kavramın burada kullanımı modern anlamda Uluslararası İlişkiler’ine atıf etmektedir. Oysa güvenlik günümüzde kullanılan yaygın anlamı ile ilk kez Thomas Hobbes tarafından Leviathan eserinde kullanılmıştır. Hobbes, tüm topluma büyük endişe ve korku salan İngiliz iç savaşı sırasında, toplumun içinde bulunduğu kaotik ortamın ancak güçlü bir devlet ile son bulacağını belirterek güvenliği tanımlamıştır. Sonuç olarak bu betimle zamanla hâkim bir anlam olarak, realist akımın da etkisiyle Uluslararası İlişkiler içerisinde yer almıştır(Kardaş, 2014:338). Hobbes’un ortaya atmış olduğu güvensizlik ortamına benzer bir tanımlama ise Buzan tarafından yapılmıştır. Buzan, güvenliği, güvence altına alınması gereken bir şey oluşturmakla ilgili olduğunu belirtmektedir. Burada güvence altına alınan şeyler; ulus, devlet, birey, etnik grup, çevre ya da gezegenin kendisi olabilmektedir(Buzan, Hansen, 2009: 11). Yani kaotik ortam içerisindeki vatandaşların güvence altına alınması güvenliği sağlandığı bir boyut olabilmektedir. Lakin özü itibariyle tarih boyunca devletler ve imparatorluklar, daima güvenliğin fiziksel boyutuna önem vermişlerdir. Güvenliği sağlamak için ortaya koydukları stratejiler daha çok somut tehlike ve tehditlere göre biçimlenmiştir. Burada göz önünde bulundurulması gereken temel nokta, ‘sınırların kesinliği mantığına dayalı olan ulus-devletlerin, önceliği sınırların korunmasına verdikleri ve bu sınırlara diğer devletler tarafından yöneltilen tehditlerden uzak durmaya çalıştıklarıdır’(Özcan, 2011:448). Burada ortaya çıkan durum devlet bekasının Uluslararası İlişkiler içerisinde her şeyden önemli olduğudur. Beka olarak daha çok net ve modern anlamda ortaya çıkan sınırların varlığı olarak ifade edilebilir. Bunu sağlamak içinde güvenliği sağlamak devlet için çok önemlidir. Çünkü devlet güvenliği sağlandığı ölçüde bireylerin, toplumların ve bölgelerin güvenliği sağlanmış olacaktır(Özlük, 2014: 103-105).

Güvenliğin Uluslararası İlişkiler bağlamında ele alınmaya başlaması tanımlamaların da çeşitliliğini arttırmıştır. Başka bir tanımda ise güvenlik: ‘Bir devletin koruyucu eylemleri başka bir devlet tarafından karşı önlemlere yol açtığı

(22)

11

zaman ortaya çıkan müstahzarlar ve gerginlik sarmallarıdır… Bir devletin askeri yeteneklerini, özellikle savunmasını geliştirdiği ve bu gelişmelerin diğer devletler tarafından tehdit olarak algılandığı durum: Anarşik uluslararası sistemdeki her devlet, diğerlerinde güvensizliğe yol açan kendi koruma düzeyini artırmaya çalışır; bir silah yarışı’(Tuncay, 2017:246) şeklinde tanımlanmaktadır. Aslında güvenlik devletler için uluslararası bir durumu ifade etmektedir. Yapılan birçok tanım disiplin içerisinde hakim paradigma konumunda olan realistlerin ne denli etkili olduğunu göstermektedir. Çünkü tanımlar doğrudan devlet için ortaya çıkan güvensizlik ortamını ifade ederken birey ve toplumsal güvenlik göz ardı edilmiştir.

Güvenliğin kendi içerisinde de birçok farklı durumu bulunmaktadır. Ancak burada bahsi geçen durum sadece ulusal ve uluslararası güvenlik olarak irdelenecektir. Ulusal güvenlik kavramı İkinci Dünya Savaşından sonra Amerika Birleşik Devletleri-ABD- Başkanı Herry S. Truman döneminde kongre tarafından çıkartılan “National Security Act” (Ulusal Güvenlik Yasası, 18 Ekim 1947) ile önemli bir konuma ulaşmıştır(Central İntelligence Agency: 2017). Kavram bir tanımlamadan ziyade yürütülecek olan politikaların sınırlarına yöneliktir. Keza Brauch’a göre: Ulusal Güvenlik iki büyük dünya savaşı sırasında ve savaş sonrası yıllarda yaşanan, 1930’lardaki başlıca askeri silahlanma eleştirisinden, benzerinin yaşanmadığı asker ve silah yığılması ve dış politika elitlerinin hâkim düşüncelerinin askerileşmesine uzanan önemli bir zihniyet değişikliğini meşrulaştırmak için kullanılmıştır(2008:4). Uluslararası güvenlik ise’ devletin güvenliğini, insanlığın ya da devlet sınırları içinde ya da sınırlarında bulunan bireysel ya da azınlıkların güvenliği ile özdeşleşmektedir. Devletin güvence altına alınması, diğer referans nesnelerini de korumanın en iyi yolu olarak görülmektedir. Bu nedenle, 'ulusal güvenlik', birçok gözlemcinin işaret ettiği gibi, daha uygun bir şekilde 'devlet güvenliği' olarak belirtilmiştir(Buzan, Hansen, 2009:11). Güvenlik genel olarak tarihsel tüm süreçlerde dikkate alındığında ana çalışma konusunu devletin oluşturup, devletlerin kendilerine yönelik tehditlere karşı önlem almak veya mücadele etmek olarak tanımlanabilir(Baylis, 2008:73).

(23)

12

1.2. Uluslararası İlişkiler Öncesi Güvenlik Algısı

Günümüzdeki anlamıyla Uluslararası İlişkiler Disiplini veyahut ifade ettiği durum devletlerarası ilişkiler ile eş anlamlı olarak 15. Ve 16. Yüzyıllarda modern anlamda Ulus-Devlet yapılanmasının ortaya çıkışı ile başlamıştır. Her ne kadar modern bir ürün olarak ifade edilse de Bee’ye göre birbirleriyle bir şekilde etkileşim içerisinde olan yerel imparatorluk dönemlerinden beri var olmuştur. Buna da M.Ö. 3000’li yıllara dayanan Sümer kent devletleri örnek verilebilir(Yurdusev, 2016:19-23). Bu örneğin verilmesi ise güvenliğin aslında ulus-devlet yapılanmasından önce de var olduğuna işaret etmektedir. Her ne kadar güvenlik modern devletin ortaya koyduğu bir kavram olarak algılansa da, esasında birçok sosyal bilimler kavramı gibi varlığı çok eskilere dayanmaktadır.

Henüz Uluslararası İlişkilerin modern anlamda kurulmadığı dönemlerde de güvenlikten bahsetmenin mümkün olacağı görülmektedir. Helenistik dönem buna verilecek somut örneklerden biridir. Dönem içerisinde kent devletlerinin diğer kent yapılanmalarına karşı hayatta kalma mücadelesi ciddi bir güvenlik meselesi olmuştur. Veyahut emperyalist dönemlerde varlığını sürdüren imparatorlukların kendi bütünlüğünü korumak istemesi, vergiler aracılığıyla gelirlerinin sürekliliğini sağlaması ve topraklarını genişletme isteği bir güvenlik meselesi olarak ifade edilebilir. Lakin net bir şekilde güvenlik bugün ki anlamıyla ulus-devlet yapılanmasının oluşmasıyla anlam kazanmıştır (Demir, 2009:12). Burada güvenliğin başka boyutlarla betimlendiği dikkat çekmektedir. Bir imparatorluğun hazinesine yönelik yaptığı eylemler güvenlik olarak ifade edilmektedir. Yani salt askeri güç unsurlarının olmadığı durumları da güvenlik olarak belirtebiliriz. Keza Thucydides’in “Peloponez Savaşları” adlı eserinde de güvenliğe ilişkin birtakım olguların olduğu ifade edilebilir. Eserinde bu dönemin güvenlik sorunlarına ilişkin yaklaşımlar bulunabilmektedir. Thucydides, Atina ve Sparta arasında meydana gelen savaşın temel nedenini, Atina’nın büyüyen gücü ve bunun Spartada yaratmış olduğu korku ve endişe olduğunu belirtmektedir. Bu neden bize savaş olgusunun beraberinde güvenlik anlayışına sebebiyet verdiğini göstermektedir(Dedeoğlu, 2008:40). Zaten dönemin sistemsel özelliği bölgesel yapıların varlığıdır. Sistemin özelliği ise birbirinden uzak ve yoğun merkezileşmenin olduğu birimlerdir. Diğer yandan toplumlar üzerinde etkili bir inanç sisteminin olmayışı güvenlik meselesini, Roma

(24)

13

imparatorluk dönemine kadar farklı açıdan değerlendirilmesine neden olmuştur (Duygu, 2015).

1.3. Westfalya Sonrası Oluşan Güvenlik Algısı

Klasik imparatorluk döneminden, modern anlamda devlet yapısına geçildiği tarih kuşkusuz bütün Uluslararası İlişkiler çalışanları için 1648 tarihli Westfalya Barış Antlaşmasıdır. Bu dönem Avrupa Devletler Sisteminin başlangıcı olarak ifade edilir(Sönmezoğlu, 2002:29). Devletler sisteminin ortaya çıktığı bu dönemi takip eden süreç genel olarak klasik güç dengesi olarak ifade edilir. Bu dönemde güvenlik olarak tezahür eden olgu tamamen büyük güçlerin birbiri karşısında yer almasıydı. 19. Yüzyıl’ın sonuna kadar Avrupalı büyük devletler, ABD ve Japonya dünyanın nerdeyse tamamına yakın bölümünü sömürge aracılığıyla kontrol etmekteydi. Dönemin en belirgin özelliği büyük güçlerin yapmış olduğu her türlü eylemin meşru bir şekilde karşılanmasıdır. Savaş durumu güvenlikleştirilmeyerek, uluslararası toplumun bir çıktısı olarak görülmüştür(Buzan, 2008: 110-11).

1.4. Modern Anlamda Güvenlik Yaklaşımı

Modern anlamda güvenlik yaklaşımını ele alırken sürecin dört farklı dönemde meydana geldiği görülmektedir. Bu dönemlerden ilki 1918-1955 yılları arasında oluşmaktadır. Dönemin içerisinde güvenliğin genel olarak tarif ettiği durum, daha çok disiplinler arası bir yaklaşımı vurgulamış olduğu, uluslararası hukuk, uluslararası örgütler, siyaset teorisi bağlamında demokrasi ve uluslararası kurumların yaygınlaştırılarak silahsızlanmanın sağlanması olarak belirtilebilir. İkinci dönem Bakan’a göre güvenlik çalışmalarının altın çağı olarak ifade edilir. 1955-1985 yıllarını kapsayan süreç ilk dönemden farklı olarak nükleer silahların uluslararası politikayı yönlendirmeye başladığı dönem olarak belirtilir. Nükleer savaş, sınırlı savaş ve silahların kontrolü gibi yeni konular gündeme gelmeye başlamıştır. Üçüncü dönem Soğuk Savaşın son yılları ve sonrası dönemin hemen başını kapsayan 1985-1995 yıllarını kapsayan çalışmalardır. Bu dönemde daha çok güvenlik anlayışının yeniden tanımlanmaya başlandığı tarihler denk gelmektedir. Çevre gibi askeri unsurun dışındaki faktörler tanımlamalar içerisine eklenerek, güvenliğin ekonomik gelişme ve siyasal bütünleşme ile ilişkisi üzerinde durulmuştur. Son dönem ise 1995’ten günümüze kadar olan süreyi kapsayan Eleştirel Güvenlik Çalışmaları adı

(25)

14

altında yapılan çalışmalardır. Güvenlik bu dönemde aktör, boyut ve seviyesinin analizi şeklinde cereyan etmiştir(Bakan, 2007: 37-42). Ayrıca sistemsel olarak bakıldığında, 1648 Westphalia Barış Antlaşmaları sonrasında kurulduğu üzerine genel kabul görmüş modern uluslararası sistem, Uluslararası İlişkiler Disiplini içerisinde analiz birimi olarak 2. Dünya savaşından sonra başlayan güvenlik çalışmaları ile birlikte yer almaya başlamıştır(Sönmezoğlu, 2010:625).

1.5. Soğuk Savaş Döneminde Güvenlik – Geleneksel Güvenlik Anlayışı

Soğuk savaş dönemindeki güvenlik anlayışını geleneksel güvenlik olarak tasvir etmek mümkündür. Geleneksel güvenlik anlayışında, güvenlik devlet odaklı olup temelinde askeri tehdit ve riskleri barındıran bir bakış açısına sahiptir. Keza soğuk savaş dönemi buna verilecek en güzel örnektir. ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin(SSCB) dünyayı iki ana kutba ayırarak bir güç mücadelesi içerisine girerek askeri silahlanmaya önem verdikleri görülmektedir.

Bu dönemde belli başlı bazı ekoller ve çalışmaların ortaya çıktığı görülmüştür. Bunlardan ilki: 1)Kritik Güvenlik Çalışmalarıdır. Bu çalışma normatif amaçlara sahip barış belgelerine benzemektedir. Devlet güvenliğinden ziyade insan güvenliği ön plandadır. 2)Stratejik Çalışmaları, güvenlik konusunu siyasi-askeri açıdan tanımlayan ve askeri dinamiklere odaklanan daha geleneksel bir anlayıştır. Savaş, nükleer silahların yayılması, caydırıcılık teorisi, silah yarışları, silahların kontrolü vb. konuları ele alarak devlet merkezli bir konum almaktadır. 3)Feminist Güvenlik Çalışmaları: Hegemonik liderlerin üretmiş olduğu güvenlik politikalarının sürdürülmesinde erkek rolünün önemine vurgu yapmaktadır. 4)İnsan Güvenliği İnsanoğlunun güvenliğin öncelikli nesnesi olması gerektiği fikrine adanmıştır. Bundan dolayı yoksulluk, azgelişmişlik, açlık ve insan bütünlüğü ve potansiyeli üzerindeki diğer konuları da içermesi gerektiğini düşünen kalkınma çalışmaları ile bağlantılıdır. 5)Barış Araştırmaları: uluslararası ilişkilerde güç kullanımının azaltılması ya da ortadan kaldırılması, (özellikle nükleer) stratejik tartışmalardaki tehlikeleri vurgulamak ve eleştirmek ve bireysel güvencenin korunmasını sağlamak amacıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Özellikle silahsızlanma konusuna önem vermektedir. 6)Sömürgecilik Sonrası Güvenlik Çalışmaları: güvenlik çalışmalarının genel olarak Batı merkezciliğine işaret etmektedir. Batı-dışı dünyanın çalışmasının,

(26)

15

sömürge tarihini ve Üçüncü Dünya'daki belirli devlet oluşumlarına dikkat çeken güvenlik teorilerinin gerekliliğini savunmaktadır. 7)Postyapısalcı Güvenlik Çalışmaları: fikirlerden ziyade söylem kavramını benimseyen çalışma grubudur. Devlet egemenliği ve güvenliğinin politik uygulamaların ürünü olduğunu savunuyor. Devlet-merkezciliğin, güvenlikle ilgili diğer referans nesneleri için olasılıkları nasıl kısıtladığını eleştirmekle birlikte, geleneksel Barış Araştırmaları'nın bireysel güvenliğe dönüşünü reddeder(Buzan, Hansen, 2009:35-37).

1.5.1. İdealist Teori’de Güvenlik Algısı

Dünyanın şahit olduğu en büyük savaşlardan birisi olan 1.Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte, bu tür bir savaşın ve problemin tekrar yaşanmaması için barış arayışları hızlı bir şekilde başlamıştır. Kökenleri J. Locke, J. Bentham, H.Grotius ve I.Kant’ın ortaya atmış olduğu fikirlerin sentezi şeklinde 8 Ocak 1918’de Woodrow Wilson’un açıkladığı 14 ilke ile kendi fikirlerini gösteren yaklaşım Milletler Cemiyetinin kurulması ile başlamıştır(Toklu, 2004:29). Her ne kadar kendilerini idealist olarak tanımlamasalar da, sonradan ortaya çıkan Realist kesimin kendisini tanımlamaya yönelik çabaları, idealist kesimin tanımlanma ve tasvir edilmesine sebep olmuştur(Eralp, 1996:60).

İdealizm felsefi kökeni incelendiğinde hemen hemen liberalizm ile aynı özde buluştuğu görülmektedir. Ancak ayrıldıkları nokta idealistlerin devleti, uluslararası politika’da siyasal ve sosyal bir varlık olarak devleti ana aktör olarak görmesidir(Ateş, 2013:61).

İdealizm’in politikaya bakış açısı daha çok normatif özelliklere sahiptir. İdealistlerin öncülerinden olan Platon, “politikayı faziletli bir yaşam ve bu yaşamı mümkün kılan toplumsal düzeni sağlayacak bir araç” olarak görmüştür. Bu görüşün güvenlikle ilgili yaklaşımlara yansıması ise aslında tehditlerin ve oluşabilecek düşmanlığın var olmadığı, tamamen insanların eylemleri sonucunda ortaya çıktığı ile ilişkilidir. Ayrıca Aristo’ya göre eğitimin insanların olumsuz davranışlarının değiştireceğini belirtmektedir. Eğitim sayesinde iyi insanların varlığı artacaktır. Buna bağlı olarak da iyi yönetim biçimleri ortaya çıkacak ve tehlikelerden uzak güvenli bir ortam oluşacaktır(Birdişli, 2011: 153-154). Bu şekilde bir bakış açısı idealist kesimin daha çok normatif kanadının ortaya çıkartmış olduğu varsayımları göstermektedir.

(27)

16

Her ne kadar disiplin içerisinde Normatif teorinin modern anlamda ortaya çıkmaya başladığı ifade edilse de. Normatif kuramın çıkış tarihi daha çok 1960 ve 1970’lerde meydana gelen 1967 Arap-İsrail Altı Gün Savaşları, Vietnam Savaşı, My Lai Katliamı, vb.- çeşitli önemli olayların ardından savaş etiği gibi konuların önemli derecede ön plana çıkmaya başlamasıyla gündeme gelmiştir. İlerleyen dönemlerde ise akla mantığa uymayan işkence biçimlerinin veya şiddete başvurmanın meşruluğu üzerine tartışmalar başlamıştır. Yine aynı dönemde John Rawls’ın kaleme aldığı Theory of Justice(Bir adalet Teorisi-1971) eseri gündemde etki yaratarak gelişmesini sağlamıştır. Son olarak 1980-1990’lı yıllarda pozitivist & post-pozitivist arasında cereyan eden tartışmalarda, etik ve değerler sorununun disiplin içerisinden dışlandığı fark edilmiş, kritik sorunların kavranabilmesi için disiplin içinde teorileştirme farkındalığı oluşmuştur(Erskine, 2016: 42-43). Bu farkındalık sonucu köklü bir geçmişi olmasına rağmen biz ahi özünde realizme tepki olarak soğuk savaş sonrası ortaya çıkmıştır. Modern anlamda önemli temsilcileri ise: Chris Brown, Terry Nardin, Mervyn Frost, Thomas Page’dir(Akyeşilmen, 2016a: 285). Bu bağlamda normatif değerlere sahip olan idealizmin uluslararası meselelere yaklaşım şeklinde kendinden çok sonra gelen normatif teoriyi etkilediği de ifade edilebilir. Bir nevi idealist kesim normatif teorinin olmadığı süreçlerde normatif bir takım önermeler ile güvenliğin tesis edilebileceği fikrini savunmaktadır.

İdealist kanat, ütopyacılık ile nitelendirilirken özünde olandan ziyade olması gerekenden söz ettiği için normatif ağırlıklı bir teoridir. Anlayış daha çok etik ve evrensellik gibi olgulardan yola çıkarak bir fikir geliştirmektedir. Bundan ötürü güvenliğin, silahsızlanma, demokratik hareketlerin gelişimi, ulusüstü örgütlerin varlığının artması ve uluslararası hukukun geliştirilmesi ile sağlanacağını ifade ederler(Karabulut, 2014: 66).

İdealist düşünürler güvenliği düşünürken bunu uluslararası barış şeklinde ifade etmişlerdir. Bu nedenle uluslararası barışın sağlanması gerektiği fikrine sıkı sıkıya bağlıdır. Barışın tesisi ve devamı için de devletlerim karşılıklı ilişkiler içerisinde olması gerektiğini ifade ederler. Ticari ilişkilerin geliştirilmesi gibi menfaate dayalı bağların barış için ön koşul olduğu belirtilmektedir(Sandıklı, Kaya, 2013: 61).

(28)

17 1.5.2. Realist Teori’de Güvenlik Algısı

Pozitivist düşüncenin Uluslararası İlişkiler disiplini içerisindeki hâkimiyeti süresince normatif kuram ve önermeler disiplin içerisindeki eleştiri ve yaklaşımlar içinde fazla yer edinememiştir. Özellikle pozitivist kuram içindeki Realist damar neredeyse Soğuk Savaş sonuna kadar disiplinin hâkim paradigması konumunda yer alarak, sınırlı bir epistemolojik zemin çizmiştir. Uluslararası İlişkileri dar anlama indirerek devletlerarasındaki ilişkiler olarak değerlendirip, devletin temel amacının hayatta kalma mücadelesi olduğunu vurgulayarak, anarşi, güç ve çıkar gibi kavramlara yoğunlaşan Realist akım(Ersoy, 2015: 163) uzun bir süre bu kavramlar çerçevesinde disiplini şekillendirmeye çalışmıştır. Bu süreç Soğuk Savaş süresince devam ettiği görülmektedir. Bunda kuşkusuz realizmin üstünlüğü ve realist kesim tarafından normatif değerlerin disiplin içerisinde yeri olmadığı düşüncesi etkili olmuştur. Ve bu dönemde normatif değerler sıra dışı bir hale dönüştürülmüştür(Akyeşilmen, 2016a: 284). Normatif değerlerin eksikliği ise güvenlik meselelerinde salt askeri unsurların ve devlet çıkarlarının hâkim olduğu sürecin yaşanmasını sağlamıştır.

Soğuk savaşın sona ermesine paralel bir süreçte eleştirel kuram ve post-modernizm akımının yavaş yavaş ortaya çıktığı bir sürede, Realist akımın soğuk savaşın sona erişini öngörememesi önemli bir zafiyet(Aydın, 2004: 57) olarak görülmüştür. Devletin varlığını her şeyden önemli olarak değerlendiren realist kanadın, soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkacak güvensizlik ortamını ön görememesi ağır eleştiriler alarak, birtakım yeni teorilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Realist kesim genel olarak hâkim olduğu süre zarfında, anarşik ortamda devleti doğa durumundaki bireye benzeterek, amacının kendi çıkarlarını koruyan akılcı bir varlığa benzetmiştir. Devleti bireyler oluşturmaktadır. Ancak Uluslararası İlişkiler devletin iç yüzünden daha ziyade dış politika eğilimlerini incelediği için devlet ana aktör olarak kendi çıkarları için hareket eden, ulusal çıkarlara önem veren bir aktör olmuştur(Ateş, 2009: 17). Keza realist kesim Uluslararası İlişkilere, ulusal güvenlik kavramını kazandırmıştır. Ulusal çıkarların genişletilmesi ile ilk kez ulusal güvenlik meselesi realist kesim tarafından betimlenmiştir(Schmıdt, 2016:190).

(29)

18

Realist kesimin ilk ayağı içerisinde olan klasik realist kesim esasında doğrudan güvenliği tanımlama girişiminde olmamıştır. Ancak Uluslararası politikaya ilişkin tutumlarından dolayı, kendilerinden sonra yapılan birçok tanımın özünü oluşturmuşlardır. Öyle ki realist kesim soğuk savaş bitimine kadar klasik güvenlik yaklaşımlarında başat bir rol oynamıştır. Teorik ve metodolojik açıdan güvenlik yaklaşımlarına güvensizlik ve güvende olmama durumu üzerinden bir tanımlama yaparak önemli katkı sağlamışlardır(Sandıklı, Emeklier, 2011:22).

Realist yaklaşım içerisinde güvenliğe ilişkin en önemli nokta askeri güç olmuştur. Hemen hemen birçok realist teorisyen devletlerin varlıklarının devamı ve ulusal güvenliğin sağlanması için daima askeri hazırlık içerisinde olmasını savunmaktadırlar(Aydın, 2004:39).

Bunlara ilaveten Realizm üç önemli noktayı güvenlik ile özdeşletirmiştir. Bunları; devletçilik, devletin varlığını sürdürmesi ve anarşik ortamda kendi başının çaresine bakması ve ulusal güvenliğin aşırı derece önemsenerek, bunu sağlamak için güç arttırımı politikası izlenmesinin meşru olduğudur(Schmıdt, 2016: 202). Dünyayı yorumlama biçimleri sadece olanı görmek şeklinde olduğundan ötürü devletler için en önemli görev güvenliği sağlamaktır. Daima kendi güvenliklerini tehdit edecek olan unsurların var olma ihtimali göz önünde bulundurulur. Bundan dolayı devletlerin kendi aralarındaki ilişki sadece çıkar ilişkisi olurken, kalıcı barışı tesis etmek zordur. Ve buna bağlı olaraktan geçmiş tecrübeler örnek gösterilerek bu duruma çözüm daima güç arayışı şeklinde olmuştur(Karabulut, Değer, 2015:76). Lakin Neo realist anlayış ise doğrudan güç yerine güvenlik üzerine yoğunlaşmıştır. Bu yaklaşım özünde realist felsefeye çok yakın olsa da ayrıldığı noktalar bulunmaktadır. Özellikle işbirliğini öngörmekte, ittifaklar aracılığıyla güvenliğin tesis edilebileceğini ileri sürmektedir. ‘Önderliğini Stephan M. Walt’un yaptığı bu anlayış, devletin güvenliğinin yanında bir de ‘’sistem güvenliği’’nden bahsederek

güvenlik kelimesinin kapsamını genişletilmesinde katkı

sunmuştur’(Sandıklı/Emeklier, 2011, s.25). Neo-realizmin diğer farklı yaklaştığı konu ise güvenlik içinde ekonomik faktörlerin dâhil edilme çabasıdır. Salt askeri-stratejik konularını sadece güvenlik için yeterli olmayacağını, bunun yanı sıra ekonominin de güvenlik kapsamına eklenmesinde önemli bir rol üstlenmişlerdir(Ayhan, 2016:135).

(30)

19

1.5.3. Uluslararası Toplum Bağlamında İngiliz Okulunda Güvenlik Algısı İngiliz Okulu’nun ilk temsilcilerinin kimler olduğu ve hangi tarihler arasında ortaya çıktığına ilişkin birtakım tartışmalar mevcuttur. Net bir şekilde üzerinde mutakıp olunmamasına rağmen, kuramın Butterfield, Wight, Watson ve Bull gibi önemli düşünürlerce kurulduğu yaygın şekilde kabul edilmektedir. Ancak Edward Hallett Carr ve C. A. W. Manning’in de bir şekilde kuramı etkilediği de düşünülmektedir. Bu yönde İngiliz Okulu’nun geç kuşak yazarlarından Dunne, Carr’ı ve Manning’in ele almış oldukları eserlerde farkında olmadan kuramı etkilediğini lakin bunları İngiliz Okulu üyesi olarak belirtmediği ifade edilir. Geç kuşağın önemli temsilcilerinden ve İngiliz Okul’unu yeniden bir araya getirme düşüncesi olan Buzan ise, belirtilen kişilerden Carr’ı temsilci olarak varsaymış ancak Manning’i üyesi olarak görmemiştir(Ağkaya, 2016a: 1062). Öte yandan kuramın çıkış süreci de bir takım farklı yaklaşımlarla değerlendirilmektedir. İngiliz Okulu 1959 yılında Uluslararası İlişkilere dair bazı temel sorunları tartışmak amacıyla, İngiliz akademisyenler tarafından kurulan Uluslararası Siyaset teorisi Komitesi ile kurulduğu kabul edilir(Jorgensen, 2016: 190). Okul çalışmalarını belirli aralıklarla düzenledikleri toplantılarla gerçekleştirerek bir takım eleştirilerde bulunarak, kendilerini orta yol olarak göstermeye çalışmıştır. Ancak 1981 yılında Roy Jones’in okulu eleştirirken kullandığı İngiliz Okulu kavramı, onun ve kuramcıların farkında olmadan o güne kadar çalışma yapmış kuram için isim babalığı görevini sağlamıştır(Buzan, 2015: 5).

İngiliz Okulu’nun diğer teorilere nazaran dikkat çekici özelliği Uluslararası Toplum düşüncesidir. En temel argümanı olarak bu düşünceyi belirtmekte bir sakınca yoktur. Egemen devletlerin bir toplum oluşturduğu düşüncesi hayli önemli bir tez olarak görülmektedir. Bundan dolayı okulun temel argümanının Uluslararası Toplum fikri olduğu rahatlıkla belirtilebilir(Buzan, 2015: 5). Ancak bu toplum anarşik bir toplum olarak belirtilmektedir(Linklater, 2013: 123). Disiplin içerisinde devletlerin doğasında olduğu gibi toplumunda anarşik bir şekilde hareket ettiğini belirterek, toplumu devlete benzetmektedirler.

Uluslararası Toplum fikrini ilk olarak kuramın üyesi olarak görülmeyen Charles Manning kullanmıştır. Kavramı Londra Ekonomi ve Siyaset Bilimi Okulu

(31)

20

için hazırlamış olduğu ders müfredatında kullandığı görülmektedir(Dunne, 2016: 155). Uluslararası Toplum’u Bull’un tanımına göre –Aktaran Tim Dunne- : ‘belirli ortak menfaatlerin ve ortak değerlerin farkında olan bir grup devlet birbiriyle ilişkileri bağlamında ve ortak kurumlardaki çalışmalarında paylaştıkları ortak bir dizi kuralla bağlı olduklarını kabul ederek bir toplum’ kurduklarında ortaya çıktığı ifade edilmiştir(Dunne: 2016: 161). Tanımda daha çok değerlerin bir bütün oluşturarak toplumu sağladığı sonucuna varılabilir.

İngiliz Okulu esasında genel olarak çalışmalarını bu fikir üzerinden sürdürmeye çalışmıştır. Buna bağlı olarak güvenlik yaklaşımı da bu fikre dayanarak oluşmuştur. Kuram kendi içerisinde uluslararası topluma ilişkin üç farklı bakış açısı göstermektedir. Ekolün içindeki yaklaşımlardan birisi olan realist kanaat, uluslararası toplumun olmadığını ileri sürerek bir mücadele alanının varlığından bahsetmededir. Rasyonalistler, devletten farklı bir toplumun olduğunu belirtirken, revolüsyonistler bir tek devletin olduğunu ifade etmektedirler. Bu çıkarımlardan dolayı kuram realistlerin uluslararası ilişkileri güce dayanan, devletten başka bir aktörün olmadığı, norm ve işbirliğini yok saymalarını kabul etmezler. Revolüsyonist paradigmayı ise uluslararası toplumun kurumlarını kabul etmedikleri için reddederek, iki yaklaşımın ortasında Grotiusçu geleneği özümsemektedirler(Ağkaya, 2014b: 644). Bu yaklaşımların farklılığı, üzerinde tam net bir uzlaşı olmaması getirilen eleştirilen sığ kalmasına neden olmuştur. Ancak yine de bu yaklaşımdan dolayı eklektik yapısının çok özel olduğunu ifade etmek mümkündür(Devlen, Özdamar, 2010: 45).

İngiliz Okulu kuramcılarının ayrıştıkları bazı durumlar vardır. Bunlardan en önemlisi çoğulculuk ve dayanışmacılık arasında görülmektedir. Bölünmenin temelinde yatan durum Uluslararası toplumun doğası ve adalet/düzen ikilemidir. Bull, Jackson ve Mayall gibi isimler daha çok realizme yatkın tavırlarıyla çoğulcu kanadı oluşturmaktadır. Çoğulculara göre, egemenlik kavramının siyasi ve hukuki önceliği vardır. Bundan dolayı pozitivist uluslararası hukuk anlayışını benimsemektedirler. Buna bağlı olarak da insani müdahale gibi devlet egemenliğini kısıtlayan yaklaşımlara izin verilmemesi gerektiğini düşünürler. Diğer yandan dayanışmacılar ise Vincent, Dunne ve Wheler gibi isimler olarak belirtilir. Dayanışmacı kanat ise daha çok devrimci ekole yatkınlığı ile görülmektedir. Dayanışmacılar, uluslararası toplumun odak noktasına devlet yerine insanı

(32)

21

almaktadır. İnsanlık bir bütün olarak ele alınmalıdır. Devlet insanların haklarını korumakla görevli olan bir yapıdır. İnsan haklarını engelleyemez düşüncesine sahiptir(Palabıyık, 2015: 238-240). Bundan dolayı öncelikli güvenlik noktasını devletten ziyade bireye indirgedikleri görülmektedir.

Başka bir ifade ile kuramın temel varsayımlarını şu şekilde özetleyebiliriz: Uluslararası İlişkiler, özünde bir insan ilişkileri biçimidir. Bundan dolayı hem normatif değerleri adalet ve barış gibi onun yanı sıra bağımsızlık, güvenlik ve düzen gibi bir takım değerleri özünde barındırmaktadır. İngiliz Okulu disiplinin yaklaşım şeklinin insan odaklı olması gerektiğini savunmaktadır. Bu yüzden Uluslararası Sistemin işleyişinde incelenmesi gerekenleri liderler, karar alıcılar ve diplomatlar olmalıdır. Uluslararası Sistemin anarşik yapısı kabul edilmesi gereken temel realitedir. Ancak böyle olması onun düzenli olmasında engel değildir. Dünya siyasetinin de kendi içinde birtakım kuralları, normları, kurumları ve rejimleri olan bir anarşik toplumu mevcuttur. Kurallar devlet adamları tarafınca dış politikada uygulanabilir. İşbirliğinden bahsetmek için öncelikle Uluslararası Toplum ’un varlığı kabul edilmelidir. Bu durum kabul edildiği sürece zaten işbirliği gerçekleşecektir. Son olarak Uluslararası Hukuk’un gerekleri uygulandığı takdirde Uluslararası siyasette düzen elde edilecektir(Serdar, 2015: 26). Buradaki ayrım özünde insan haklarına dayanan normatif değerlerin ön planda olduğu bir ayrışma olarak ifade edilebilir.

Uluslararası İlişkilerin anarşik yapısını İngiliz Okulu temsilcileri de kabul etmektedir. Ancak klasik anlamdaki düşünceye göre bu anarşik yapı toplumun oluşmasına engel teşkil ettiğidir. Ancak, Bull, bunu kabul etmeyerek, karşı çıkmaktadır. Anarşik yapının toplum düşüncesi ile zıt olduğunu tezini reddetmektedir. Çünkü ona göre uluslararası toplum zaten anarşik bir toplumdur; mevcut toplumlardan farklı olarak devletlerin herhangi bir hükümete tabi olmaksızın oluşturdukları bir toplum(Şeyşane, 2013: 19) olduğunu ifade etmektedir. Ve oluşturulacak toplum sayesinde güvenliğin sağlanacağı düşüncesi hakimdir.

1.5.4. Frankfurt Okulunda Güvenlik Algısı

I.Dünya savaşı sonrasında sosyal bilimler alanında birçok alanda değişiklikler yaşanmaya başlamış ve sosyal bilimler içindeki birçok alan daha interdisipliner

(33)

22

şekilde çalışmaya başlamıştır. 1923 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde psikoloji, sosyoloji ve siyaset bilimi akademisyenleri Sosyal Araştırmalar Enstitüsü altında toplanarak, sonraki yıllarda Eleştirel Teori veya Frankfurt Okulu olarak anılacak ekolü oluşturmuşlardır(Bağce, 2006:5-6).

Eleştirel kuram, Uluslararası İlişkilerde eleştirel yaklaşımların öncülüğünü yapmıştır. Gerek hâkim teori realist yaklaşımı, gerekse pozitivizmi eleştirmiştir. Hali ile güvenliğe karşı da eleştirilerini Kartezyen, Batılı ve akılcı bir fikirle modern devletin kontrolü altında olan bir durum olarak eleştirmiştir(Sandıklı, Emeklier, 2011:28).

Frankfurt Okulu’nun eleştirel güvenlik alanına yapmış oldukları katkıları 1940’lı yıllarda başlayan antisemitizm üzerine yoğunlaşan çalışmalar ile başlamıştır. Genel anlamda otorite ve önyargı problemleri üzerinde fikir yürüten okul, ırksal önyargı ve saldırgan ulusçuluk gibi özellikler ile inançlar arasındaki bağlantıyı analiz etmişlerdir(Birdişli, 2010:232). Bu durum ortaya çıkmasında şüphesiz akımın ilk öncülerinin Yahudi asıllı bireyler olmasından dolayı ve döneme denk düşen Holacaust uygulamaları etkili olmuştur. Özellikle akımın ilk öncülerinden olan Max Horkheimer, katı pozitivizm ve Marxsizm’i eleştirerek daha çok Antonie Gramsci’nin görüşlerine yakın durduğu görülmektedir. Özellikle Gramsci’nin hegemonya kavramından ciddi şekilde etkilenen okul, bireyin özgürce gelişmesini engelleyen eşitsiz yapılanmaları eleştirmektedir. Buradan yola çıkarak güvenlik çalışmalarındaki en önemli katkısı özgürleşme olmuştur(Birdişli, 2010: 232).

1.6. Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemde Güvenlik

Soğuk savaş sonrası güvenliğin küreselleştiği görülmektedir. Güvenlik çalışmaları ve güvenliğe devletler tarafından verilen önem haylice ilerleyerek temel argümanlardan birini oluşturmuştur(Clark, 2014: 215). Küreselleşme sürecinin önemli bir ivme ile büyüyerek devam etmesi, küreselleşmenin gücü de önemsenecek derece de artmaya başlamasına neden olmuştur. Ve doğrudan güvenlik noktası içinde dâhil edilmektedir. Küreselleşmenin bir takım birleşme ve üst- bölgeselleşme olarak hareket etmesi beraberinde güvensiz bir ortamı da oluşturmuştur(Hughes, 2009:244). Soğuk savaş sonrası dönemde güvenliğin çeşitlenerek daha derin çalışmalar içerisine dâhil edildiği görülmektedir. Geleneksel güvenlik anlayışı değişime girmiş

(34)

23

olup, kim için, ne için, nereye kadar ve nasıl soruları etrafında alternatif güvenlik anlayışları gelişmeye başlamıştır. Özellikle post pozitivist kuramların etkisiyle birlikte güvenlik paradigması sorgulanarak, doğrudan güvenliğe atıflar yapılmıştır(Sandıklı, Emeklier, 2011:28).

Soğuk savaş’ın son bulması, teknolojik faaliyetlerin hızla gelişmesi ve küreselleşme sürecinin yaratmış olduğu atmosfer uluslararası sistemin değişmesine neden olmuştur. Buna paralel olarak ülkelerin dış politikalarında da bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim yeni güvenlik arayışlarına sebep olduğu gibi yeni işbirliği ortamlarının da oluşmasına neden olmuştur. Hali ile devletlerin diplomasi anlayışlarında da farklılıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Dünya genelinde önceki dönemlere göre daha çok bütünleşmiş ve ortak hareket etme algısı oluşmuştur. SSCB’nin dağılması ile özgürlüğüne kavuşan ülkeler batı ile ilişkileri geliştirmek isterken öncelikli amaç olarak diğer ülkeler tarafından tanınmak istemiştir. Buna paralel olarak diğer ülkelerde eski komünist ülkelere yoğunlaşmıştır. Örneğin Türkiye Orta Asya ve Kafkasya’da bulunan ülkelere yönelik bir açılım sergilerken, ABD, SSCB’nin eski topraklarında NATO ve Avrupa Birliği (AB) öncülüğünde himaye kurmaya çalışmıştır

Soğuk Savaş sonrası dönem güvenlik alanında da yeniliklere neden olmuştur. Öncelikle Uluslararası Sistem içerisinde önemli değişiklik yaşanmıştır. İki kutuplu olarak belirtilen sistem son bularak, yeni dünya düzeni adı altında Batı öncülüğünde özel de ise ABD önceliğinde Uluslararası Sistem yeniden yapılanmaya başladığı görülmüştür. Sistem içerisinde daha çok istikrar arayışı hâkim olurken yeni düzen kendisiyle birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir(Yılmaz, 2009:1). Bu dönemi ayrıca Post-Westphalian, Neo-Westphelian, Post Egemen Dünya Düzeni gibi kavramlar ile de kavramsallaştırılmıştır(Jane, Yılmaz, 2016:135). Özellikle sınır tanımayan terörizm bu dönemde önemli bir güvenlik sorunu haline gelmiştir. Ayrıca SSCB’nin dağılması ile birlikte ortaya çıkan yeni devletler içerisinde etnik çatışmalar ve iç savaşlar ortaya çıkarak güvenlik sorunu olmuştur(Emeklier, 2010:6-7). Ayrıca 9/11 olaylarının ardından güvenlik ve güç politikalarında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Terör olgusu güç dengesi içerisinde yeni bir politika aracı olarak ortaya çıkmıştır (Yılmaz, 2008:260).

(35)

24

1.6.1. Kopenhag Okulunda Güvenlik Yaklaşımları

Genel kabul görmüş anlayışa göre uluslararası ilişkiler kuramları, genellikle pozitivist-deneye dayalı ya da normatif olmaktadır. Pozitivist uluslararası ilişkiler teorileri tanımlayıcı, açıklayıcı ve kural koyucu özellikler içermekteyken; normatif uluslararası ilişkiler kuramları ise uluslararası ilişkilerin ahlaki ve etik boyutlarıyla ilgilenmektedir(Evans&Newnham, 2007: 451). Burada bu normları içerisinde barındıran ekole örnek olarak Kopenhag Okulu verebiliriz. Kopenhag Okulu diğer birçok ekol ve teori de olduğu gibi güvenliği tanımlamaktan ziyade daha çok güvenliğin içeriği ve oluşumu hakkında araştırma yapmıştır(Küçüksolak, 2012: 205). Okul 1980’li yılların sonuna doğru Copenhagen Peace Research Institute-Kopenhag Barış Araştırmaları Çalışmaları Enstitüsü- (COPRI) Avrupa merkezli bilim insanlarının bu enstitü etrafında toplanmasıyla oluşmuştur(Zora, 2015:116).

Kopenhag ekolü ilk başta güvenlik konusu üzerinde cereyan eden tartışmalara yönelik bir tepki ortaya koymuştur. Ardından güvenliği daha sistemli bir şekilde çalışmayı hedeflemiştir. Sovyetlerin ortadan kalkmasıyla birlikte güvenliği bir takım alt birimlere ayırarak çalışmalarına devam ettikleri görülür. Güvenliği üç temel ögeye ayırmışlardır: güvenliğin boyutları, bölgesel güvenlik alanları ve güvenlikleştirme. Ayrıca ekolün önemli temsilcilerinden Buzan, askeri güvenlik, çevresel güvenlik, ekonomik güvenlik, sosyal güvenlik ve siyasi güvenlik olmak üzere güvenliği beş farklı boyutta ele alarak(Buzan, 1983), güvenliği sadece askeri güvenlik olmaktan öteye taşımıştır(Açıkmeşe 2011,ss.44-67). Geniş bir çerçeve de ele alınan güvenlik kavramı bireylerin normal gündelik yaşantısını da etkileyen daha geniş bir çerçeveden ele alınmıştır. Buzan ve Weaver genel bir güvenlik algısı yürütmek yerine bölgelere ayırarak her bölge için farklı güvensizlik durumlarına karşın farklı önlemleri belirtmiştir. Güvenlik kavramının içeriği ‘devletlerin askeri güç kullanımı tekelinde şekillenen anlayıştan öteye götürülerek halkın yaşantısını etkileyen ve daha önce güvenlik ajandasının dışında tutulan alanları kapsayacak şekilde geniş anlamda tartışmaya açılmıştır’(Küçüksolak, 2012: 205).

Ekol içerisinde sektörlerin seçimi sırasında bun sektörlerle birlikte oluşan birimler önem kazanmıştır. Askeri güvenlik olgusu, devletlerin haiz olduğu savunma veya saldırı yeteneklerinin karşılıklı etkileşimini ve başka devletlerin algılayış

Şekil

Tablo 2.1 We are social special reports 2018,

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıda adı geçen Secure Cyberspace belgesini, uygulama alanı olarak alt kategorisinde şekillendiren Siber Uzay Güvenliği Ulusal Stratejisi belgesi ise,

Almanya’da proleter sosyalist devrimci kalkışmanın kanlı bir şekilde bastırılması, Kızıl Ordu’nun Doğu Avrupa’da ilerleyişinin Polonya’da

Dünya Savaşı’nın ardından dünya siyasetinde siyasi, ekonomik ve askeri anlamdaki politikalarını, bu politikaların uydu devletler olarak Orta Avrupa ve Balkan

Siber güvenlik bütün iş sürekliliği çerçevesinde önemli bir tehdit, etki, plan ve test unsuru; aynı zamanda pandemi dahil tüm kriz, olağan üstü durum ve felaket

Kopenhag Okulu, Soğuk Savaş Sonrası Dönem’de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki silahlı meydan okuma ve

IN IEEE 802.15.4 STANDARD GUARANTEED TIME SLOT PERFORMANCE, SYNCHRONOUS DATA ACQUISITION AND SYNCHRONIZATION

The most important problems, which decrease the export potential of the Turkish steel sector, which is integrated with the world in any term, are lead by the financial

Ancak, özellikle SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetlerinin yönetim zafiyetleri, milli ordularının bulunmaması, Rusya’ya bağımlılıkları,