• Sonuç bulunamadı

Doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla:Ziya Gökalp ve dil devrimi III

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla:Ziya Gökalp ve dil devrimi III"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

'<ru

y <

D o ğ u m u n u n C j ü z ü n c ı i f ) ılı JDoiaı/uUıjla

Z İ Y A G Ö K A L P VE Dİ L D E V R İ M İ

III

Burada «lafzî istinsah» yöntemiyle bir çeşit

çeviri yapıldığını «manevî istinsah»la da, kavrama

ayrı bir karşılık bulunduğunu anlatmak istiyor. Bi­

rer örnek inceleyelim : misroscope Yunanca mikros

(küçük) ve skopein (bakmak) sözcüklerinden yapıl­

mıştır. Bu sözcükler, Farsça hurda (küçük) ve gene

Farsça bin (gören) sözcükleriyle karşılanmıştır; bu

bir çeviridir. Ama constitution, Fransızca’da kurma,

kuruluş, ayrıca anayasa anlamlarına gelir. Bizim bu

sözcüğe verdiğimiz meşrutiyet ise, şart köktinden

türemiştir; padişah erkinin bir anayasa şartı ile

kısıtlandığı bir devlet biçimini anlatır. Bunda çeviri değil, anlamı başka bir yolla karşılama yöntemi uy­ gulanmıştı r.

Ziya Gökalp'a göre yeni kavramlara karşılık bul­

manın yolu, yalnız yukarıda açıklamış olduğu da

değildir. Dile girecek yeni sözcükleri üç bölümde

toplar . 1. Ecnebî (Batı kaynaklı), 2. Arapça ve

Farsça'dan «ibda yahut terviç» olunan 3. TüVkçeden «ibda yahut terviç» olunan. Görülüyor ki, dili zen­ ginleştirmenin bir yolu da, dilin kendi olanaklarını

işletmektir. Bu olanaklar, Türkçenin kendi kök ve

ekleriyle yeni sözcükler yapmak (ibda etmek), ya

da Anadolu ağızlarından alınacak sözcükleri konuş­ ma ve yazı dilinde kullanarak tutunmasına çalışmak

(terviç etmek) tir. Bu yolların, uygun düştükçe te'-) rimler için de uygulanabileceğine ilişkin sözünü da­

ha önce ilgili bölümde belirtmiştik. Ziya Gökalp,

yabancı köklertle olduğu gibi, Türkçe köklerle de

yeni sözcük yapılmasını uygun ve gerekli bulur;

ancak kuralsız sözcük yapılmasına karşıdır ; «Tasfi­ yecilerin semaî edatları kıyasî edatlar sırasına ko­ yarak ve tertip usulleri icat ederek bunlar vasıta- sıyle yen' kelimeler ibda etmek istemesi de yanlış­

tır__ Bundan dolayıdır ki günaydın, tünaydın gibi

terkipler, yeni Türkçe'de yaşamadığı gibi... (33)»

Kıyasî edat terimi. Ziya Gökalp’ın gününde ku.

ralli demekti; bugünkü işlek ek, çok sözcük üret­

miş, istenildiği zaman yeni sözcükler de türelebi- len, üretkenliği dilbilgisi kitaplarında yer alan ek­

ler anlamına gelirdi. Semaî edatlar terimi, ağızdan

işitilen ekler (kurallı sayılmayan) demekti; bunlar

az sözcük yapmış ve üretkenlikleri unutulmuş, ki­

taplara geçmemiş eklerdi. Bunlar da şimdi az işlek

dediğimiz eklerdi. Bunlarla yapılan yeni sözcükler,

halkça yadırganıyor, yanlış sayılıyordu; Ziya Gök­

alp, işte bu eklerle türetme yapılmasını istemiyor­ du.

BEŞİ R GÖĞÜŞ

«Lisan» adlı manzumesindeki «Yeni sözler ge­ rekse, — Bunda da uy herkese. — Halkın söz ya­ ratmada, — yollarını benimse» dizeleriyle de bunu söylemek istemiştir- Ne var ki az işlek de olsa, bu ekleri kullanmak, dilin olanaklarından yararlanmak-

demektir. Nitekim bugün az işlek eklerle de söz­

cükler yapılmıştır ve tutunmuştur: an— ıt, yetenek

gibi.

Kuralsızlığa örnek olarak verdiği günaydın, tü.

naydın sözcüklerine gelince, Türkçe’de bunların ben­ zeri de vardır : göz aydın gibi. Bu deyim; (birine)

göz aydına gitmek biçiminde bugün de kullanılır. Bu kuruluşun dilek anlamıyle, iyelik ve a'd durumu ekiyle kalıplaşmış pek çok örnekleri kullanılmakta­

dır : göz— ün aydın, el— i— ne sağlık, kese— nize

bereket, ata— sına rahmet gibi. Bu sebeple gü­ naydın, Türk halkınca yadırganmamış, bugün selâm

sözü Olarak kullanılması yayılmıştır. Tünaydın ise,

bundaki tün (gece) sözcüğünün ölü sözcük olmaa

sından dolayı benimsenememiştir.

Ziya Gökalp, dil zenginliğine kavram temelleri hazırlamak için, Batı dillerinden edebiyat, bilim ve

felsefe eserlerinin çevrilmesini gerekli bulur. Kav­

ramlar, ona göre, Türkçeyi yeni sözcük yapmaya,

anlatım biçimleri ve incelikleri alamaya, dilde duy­ gusal ve mantıksal anlatımı oluşturmaya zorlaya­ caktır.

Çevirinin, sözlük de istediğini belirtir. Sözlük­ ler, Batı’nın dilimize aktar/lmasmı kolaylaştırır. Önce, en çok sanat ve bilim ilişkileri kurduğumuz Fran-i sızca'nın, dilimizde karşılıklarını veren bir sözlüğü yapılmalıdır. Sonra İngilizce, Almanca sözlükler do hazırlanmalıdtr.

Ziya Gökalp'ın dille ilgili temel görüşleri, Yeni

Hayat adlı kitabında bulunan «Usan» manzumesinde

özetlenniş grbidir. Aşağıya, bu manzumeden, konumuz yönünden özlü dizeler alınmıştır;

«İstanbul konuşması, — En saf, en ince bize.» «Uydurma söz yapmayız, — yapma yola sapma­ yız.

Türkçeleşmiş, Türkçe'dir; — Eski köke tapma­ yız.»

«Müteradif sözlerden — Türkçesini almalı.» «Yeni sözler gerekse, — Bunda da uy herkese; Halkın söz yaratmada — Yollarını benimse.» «Yap yaşayan Türkçe'den, — Türkçe'yi incit­ meden

İstanbul'un Türkçesi — Zevkini olsun yeden.»

(2)

«Türklüğün vicdanı bir, — Dini bir, vatanı bir. Fakat hepsi ayrılır — olmazsa lisanı bir.» SONUÇ

Yazımızın başından be.i açıklanan düşünceler

rinden de anlaşılacağı gibi Ziya Gökalp, Türkçe

konusunu bir toplum görüşüne ve ülküsüne bağlu

olarak, çeşitli yönleri ve gereksinmeleriyle de

almış, gelişmesini amaçlarken bunlara göre öneri,

lerde bulunmuştur. Tanzimat’tan sonra dilde duyu­ lan yetersizlikler birçok yazarlarımızca tartışılmışsa da hiç biri, konuyu böyle çok yönlü ve tam olarak

görmemiştir. Terimler konusu dışındaki önerileri

kolay da uygulanmıştır, «lisan? Türkçülük» adını

alan dil görüşleri kendi çağının birçok yazarların­ ca benimsenmiş, edebiyat dili, biraz da devlet dili, Arapça ve Farsça sözcüklerden arınmış, «sadeleşmiş* tir.» Bunun sonucu olarak- kolay okunan edebî e*,

serler, halk arasında daha çok yayılmış, aydınla

halk yakınlaşmıştır,

S A N A G E L İ Y O R U M

Özsu yürür gibi köklere, yapraklara

Ezgin - ezgin sana geliyorum.

Cemre düşercesinc topraklara

Dolu - dizgin sana geliyorum.

Yarışarak rüzgârla

Yemyeşil umutlarla

Bereketli bulutlarla

Sulu - sepken sana geliyorum..

Bir bedenim; ruhumu bulmak için

Bir barajım; aşkınla dolmak için

Mutluluk denizinde kaybolmak için

Pupa - yelken sana geliyorum.

Gökte uçuşan kar gibi

Arı kovandan çıkar gibi

Bayraklara rüzgâr gibi

Kanat -kanat sana geliyorum.

Benzedim bir volkana

Bittim gayrı yana yana.

Dosta - düşmana

İnat sana geliyorum.

Ziya Gökalp’ın Türkçe üzerindeki görüşleri,

kendisinden sonraki dil devrimine bir hazırlık ol­

muştur. Türkçe karşılığı olan yabancı sözcüklerin

yabancı eklerin, kuralların, tamlamaların alınmamam sı daha sonra da benimsenmiştir.

Ancak, Türkçemize getirdikleri de yeterli de-i ğildir :

1. Türkçe'nin alfabesi konusunu hiç ele alma*

mıştır. Oysa, Arap alfabesi Türkçe'de birçok sesleri tek bir harfle, kimi sesleri de çeşitli harflerle gös­ terdiğinden, Türk dili yazılması ve okunması güç bir dil durumunda idi. Türkçe'nin sorunlarını kökün* den çözümlemek için, ona uygun bir alfabe gereku yordu. Ama Ziya Gökalp, İslâmlaşmak, ümmet bir» liğf ülküsü dolayısıyla, kendisinden öncekilerin tj;le önerdiği Latin alfabesini almayı düşünmedi. Bu so­ run, Cumhuriyet çağında çözümlendi.

2. Terimleri Arapça ve Farsça'dan almak is­

temesi, Türkçe'nin gelişimine bir engeldi. Şu gerçeği

A Y H A N İ N A L

(3)

belirlemek, gerektir ki, toplumumuza Batu'dan giren

kavramlar Araplar ve Farslar içjn de yabancı idi

dolayısıyla, bu kavramları karşılayacak sözcükler,

onların dillerinde de yoktu. Ziya Gökalp'ın, yeni

kavramlar için sözcüğün kökünü, (kimi zaman da — yat, — î gibi ekini) bu dillerden alarak yaptığı

terimler, Türkler gibi Araplar ve Farslar için de

yeni idi. Bu terimleri o ulusların kullandıklara, boyu lece islamlar arasında birlik doğduğu da söyleneu mez.

Oysa, Türkçe de ekler ve kökler yönünden

¿engin, sözcük yapma olanakları bulunan bir dildi. Terim yapmakta Türkçeye dayanılmış olsaydı, dilimiz

o günden bugüne bilim ve uygarlık kavramlarını

karşdamkta oldukça ¿enginleşmiş olarak gelecekti. Terimleri yabancı sözcüklerle yapmak ve bunu dil­ de sürekli uygulanan bir ilke olarak kabullenmek,

dilimizi yabancı dillere bağlı duruma getiriyor,

bilim ve uygarlık kavramlarını anlatacak yönde ge­

lişmesini önlüyor, ayrıca bu dilleri öğrenmek zo‘

runda bırakıyordu^ Atatürk'ün 1930 yılında, Sadri

Maksudî Arsal tarafımdan yazılan «Türk Dili için» adlı kitabın başındaki : «Ülkesini, yüksek istiklalini,

korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı

diller boyunduruğundan kurtarmazdır» sözü, Türk-'

BU SABAH

---Üstüm—başım ilk yaz kokusu;

Mavi - mavi uyandım bu sabah!

Günaydın dedi bahçemdeki kuş;

Yeşerdi dallar bak!

İçime doluverdi sabah rüzgârı;

Günışığı yıkarken yüzümü!

Ah ne güzel ,ne güzel Tanrım!

Duymak sesini mutluluğun!

Çok şükür seviyorum...

Duygum, düşünceni sabah gibi!

Nasıl, nasıl uçmak geliyor içimden;

Üstüm - başım ilkyaz kokusu!

çe'v(i bu bağlılıktan kurtarmak için verilmiş bir

yönergedir.

Tüıkiye Cumhuriyeti lâyık ve ulusçu bir top­

lum olduğu için, terim yapmakta ümmet bağlarını

düşünmedi; kendi diline dayandı. 4

Terimlerin din kitabı diline dayandığı üzerinJ

deki görüşü de kesin bir gerçek değildi. Batı dev­

letleri arasımda Hıristiyan olup da, dilleri Latin köu

küne dayanmayan uluslar, birçok terimleri kendi

dillerinden yapmışlardır.

3. Ziya Gökalp, toplumca bilinen yabancı söz^ı

cüklerin dilde kalmasına, gerekirse yenilerinin de

alınabileceğine izin veriyordu. Bu, uluslar arası biJ

lim, sanat, uygarlık alışverişinde kolay bir yoldu.

Ama dilimizi, kendi olanaklarını kullanmaya zorla­ mıyor, dolayısıyla gelişmesini engelliyordu.

Kökü, eki bilinmeyen yabancı sözcüklerin an­

laşılması da kfelay ve tam olamıyordu.'Onun «keli­

meler, delâlet ettikleri manaların tarifleri değil, işa- retler,idir. (34),» kanısı bugün b:r ölçüde eskimiştir.

Atatürk devrimi, nitelikçe bir Osmanlı ıslahatı

değildi. Yeni Türkiye’nin temeli Türklüktü. Türk

ulusu, akılcılığa dayanarak yükselmeye çalışacak ve Batı gibi bir uygarlık kuracaktı. Her konuda eski­ mişi atıyo'r ve yeniyi kurmak 'için temellere iniyordu.

Türk ulusunun en güçlü temellerinden biri,

diliydi. Türk ulusunun dili, toplumu bölmeyen,

tabakalara ayırmayan, arı ve gelişmiş bir Türkçe o-

lacaktı. Atatürk bu ilkeyi, Sadri Maksudî Arsal’ın

yukarıda andığımız kitabı için yazdığı önsözde şöy­

le belirledi- «Millî his ile dil arasındaki bağ

çok kuvvetlidir — Dilin millî ve zeng-n

olması, millî hissin inkişafında başlıca müessir­

dir.» Bu görüşle, dil devrimi, gerek konuşma, ge­ rekse bilim ve sanat dilimizin Türkçeleşmesinde sı­

nır taşımaz. Bundan dolayı, edebiyat dilimiz, lisanî

Türk'çülüğü betrmsermiş olan Meşrutiyet çağı yazar,

farının dillerine göre pek çok arınmıştır. En çok

sevilen Ömer Seyfettin'in dili bile bugün eski gel­

mektedir. Türkçülerin yaptıkları sadeleştirme idi.

Dil devrimi de «tasfiyeci» - olmamakla birlikte «öz­

leştirmecidir. Dil şu noktada dursun denemez;

Türkçe de, kendi özüne doğru zengileşerek gidi­

şini sürdürecektir.

4. Ziya Gökalp, konuşma dili olarak İstanbul

Türkçesini almıştı. O günler için en gelişmiş halk Türkçesi olarak bunu seçmekte hakli: idi. Dil devri­ mi ise, Türk yaşayış ve duyuşunun memleketin baş­ ka yerlerinde de deyiş kazanmış olduğu görüşünü benimsedi. Bu görüş, Anadolu Türkçesinden edebiyat dilimize Ziya Gökalp’ıin da düşündüğü gibi sözcük­ lerden başka, Türk halkına özgü deyişler getirmiş­ tir.

33. Türkçülüğün esasları, s. 99. 34. Türkçülüğün esasları, s. 101.

SELÂMI ÜNEY

20

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Diğer adlar: Bu adların dışında, yazltı ırda görülen kimi kavim adları, yer adiarı, hayvan adları, çeşitli nesne adları, soyut adl.r ve unvanlar da bugün kişi adı

Bu bağlamda, Reklam metni yazanların (Metin üreticilerinin); Hedef kitlenin Sosyo-Demografik özelliklerini (Yaş, cinsiyet, zeka, din, ekonomik düzey, eğitim seviyesi,

Almanlar çözümü, yapabildikleri ölçüde bütün terimlere kendi dillerinde karşılık aramakta bulmuşlar.. Şimdiki çıkmazdan hekim- lik dilimizi ancak Türkçe ek

geni§lemi§tir. Özellikle 1960'lı yıllardan itibaren çalı§mak ve okumak ba§ta olmak üzere çe§itli nedenlerle endüstrile§mi§ Avrupa ülkelerine Türklerin

Bunun güneyinde daha geniş, frçok odası ve dört büyük kemerli kapısı olan bir yapı ve bundan sonra iki adet daha.. ~dişer kemerli kapıdan girilen bina

Ealbuki yukarıda arz ettiğim sebeplerden dolayı bu kadın Kev-York iç in böyle b i r vesika a sla verm iyecektir.. Sonbaharda konservatuarın piano kısmına

Atatürk’ün sevilen “öz Türk dilimiz” ifadesinden türeyen bir kelime olan öz Türkçe için Emin Özdemir, Türkçenin tarih içinde birçok evreden geçtiğini, bu

(19), kad›nlar›n uzun süren tbc tedavisine daha fazla uyum gösterdi¤ini; erkeklerde tedaviye uyumda en büyük engelin hastal›k hakk›nda yeterli bilgi edinememe ve tedavi