• Sonuç bulunamadı

İdil'le mülakat

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İdil'le mülakat"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Y O L

X

i tí

L A R D A N

idil’Se müiâkat

[

Yazan «

m m m

H a sa n

ÂH Yücel

Pariste, vatandaşlarım arasında en sık görüştüğüm, İdil oldu. Yaz tatilinden dönmüş, iyice dinlenmiş. Bir yıldan fazla bir zaman kendisini görmemiş olduğum için büyüdüğü­ nü, vücudce geliştiğini kolayca far- kettim. Neşeli, keyifli, hattâ şakacı bir çocuk. Bebeklerile oynuyor. Pek sevdiği bu sessiz arkadaşları içinde öyle yaramazları var ki... Hele bir tanesi pek huysuz. Huysuz ama ö - bür bebekler de onu durmadan kız­ dırıyorlar. Elbette huysuz olur. Ol­ masın da ne yapsın? Ona iyi mua­ mele edip alaya almasalar, tabiî bu kötü huylarından vazgeçecek. Yeşil çuha üstünde yarış yapan atlar da pek küheylân şeyler. Koşmalarına, birbirlerini geçmek için harcadık­ ları büyük gayrete şaşmamak kabil değil. İdil, adamakıllı zenginleşmiş de... İkilik, beşlik, onluk Fransız bozukluklarından tam 350 frank bir servet toplamış. Küçük para kutu­ su, onun için kasa. Servetini itina ile ve emniyetle burada saklıyor.

Küçük dostum, kendi elile kur­ duğu bu hayal dünyasında, şen ve bahtiyar yaşamaktadır.

İdil, bu dış âlem içinde, oyuncak­ ları arasında, her zaman gördüğü­ müz ve bildiğimiz sekiz dokuz ya­ şındaki çocuklardan biridir. O ka­ dar... Piyar*ya geçtiği zaman başka bir mahlûk. Minderlerle boyunun irtifamı ayarladığı iskemlenin üs­ tüne iyice yerleştikten sonra mini­ mini elleri beyaz tuşların üstünde uçarken artık o «Çocuk İdil» i kaybediyorsunuz. Şimdi «Büyük İdil» in önündesiniz. Hayretle, hay­ ranlıkla o sizi kendine çekiyor. Be­

sinde öğrendiklerini hiç unutmadan sesle pek iyi söylüyor. Koroda mu­ tena bir yeri olan İdil, bu kolaylıkla öğrendiği her şeyi güçlükle unut­ maktadır. Hilkatin bu harikasının milletimiz içinden çıkışma ne kadaı sevinsek azdır.

İdil, büyük (yani yaşlı ve meşhur) artistler gibi hayranlarından mektub lar da alıyor. Bir tanesini masanın üstünde gördüm ve müsaadesile o- kudum. Nazilliden gelen bu mek­ tubun sahibi, ondan bir kaç parça nakledişimi baba sevgi ve iftiharı­ na bağışlasın:

«Sevgili İdil kardeşe:

Sizi gıyaben tanıyorum. Müthiş istidad ve kabiliyetiniz bütün Türk leı-in göğüslerini iftiharla kabartı­ yor. Anayurddan, sizin tanımadığı, nız bir kimseden de olsa mektub almak sizi sevindirecek. Belki de şaşacaksınız. Belki de bu yaz­ dıklarımdan hiç biri olmıyacak Çünkü bir sene evvel bulduğum ad resinize yazıyorum. Mektub sizi bulmayabilir. Eğer bulursa sizden bir ricada bulunacağım. Benim bu­ rada çok sevdiğim Playel marka bir oda piyanom var. İlci senedenberi ders almakta idim. Çalmasını ol­ duğu kadar söküp tamir etmesini de severdim. Bundan beş gün ev­ vel tokmakları taşıyan makine kıs­

mını sökerken elimden fena halde yere düşürdüm. Tokmakların her biri etrafa dağıldı. Hemen öğret­ meni çağırdım. Tamire imkân ol­ madığını, ancak fabrikasından ye­ nisini getirtmenin mümkün olaca­ ğım söyledi. O kadar üzüldüm ki... Bunları öğrenmek için ilk aklıma gelen siz oldunuz. Ağabeyimin Pa riste arkadaşları var. Fakat onlaı bu işlerle meşgul olmadıkları için bilmezler. Biliyorum ki muhakkak sizi rahatsız ediyorum. Fakat ma­ zur görün. Vatandaş olmanın ver­ diği cesaretle yazıyorum bunu. İdil kardeş, siz orada neler yapı­ yorsunuz? Hayatınızı, az da olsa yazarsanız çok memnun olacağım Her halde yurd havadislerini rad­ yolardan, gazetelerden takib edi­ yorsunuzdur. Bunun için saadet dolu cennet vatanımızdan bahset­ meye lüzum görmüyorum. Mektu­ bumu çok evvel yazmak isterdim, Çünkü sizin kimlerden ders aldı­ ğınızı, ne kadar ilerlediğinizi ve en çok hangi piyanoda çalmayı sevdi­ ğinizi öğrenmek istiyordum. İnşal­ lah bu mektubum sizi bulur da ar­ kadaş oluruz sizinle. Allaha ısmar­ ladık. Annenize, babanıza hürmet­ ler. Atillâ Savkay» Nazilli ve Paris arasında kuru­ lan bu anlayışlı sanat münasebeti­

ni bütün memlekete yayılmış gör­ menin bahtiyarlığını duyarak Türk musikisinin istikbaline ümidle ba­ kabiliriz.

İdille Pariste son buluşmamız on­ ların evlerinde ve bayram günü ol­ du. O gün Suna da oradaydı. Dev­ let kanunlarının özel ihtimamile ye­ tişen bu iki sanatkârı, birini keman­ da, birini piyanoda dinledik. İçimiz­ de mimarlar, şairler, musikişinaşlaı vardı. Hepimiz Türktük. Bu saatler süren ziyafetin zevki hâlâ içimde İdil, eski Türk eserlerinden okuma­ mızı istedi, ısrar etti. «Büyük Hoca­ sı» behemehal bunları, hiç olmaz­ sa, plâklarla dinlemesini istiyormuş. Ona bir nefes, bir koşma oku­ dum. İdil, bunları o kadar sevdi, o kadar beğendi ki, hayret etmemek mümkün değildi, Bundan sonra tek rar piyanoya geçen İdil, bizim ala­ turkadaki taksim gibi, uzun, güzel ve içinden geldiği kadar çaldı, çal­ dı. Odanın bir köşesini kaplayan kuyruklu Bechstein piyanosu, in­ ledi, durdu. Hepimize sirayet eden bu heyecanla aramızda coşmıyan, hayran olmıyan kimse kalmamıştı. Onu okşadık, sevdik. Ayrılırken ça­ lışmalarında istediği gibi ilerleyip ilerlemediğini sordum. Derhal cevab verdi:

— A ... onu ben bilmem. Babam­ dan, hocalarımdan sorun.

Sonra babasına dönüp sordu: — Baba, benden memnun mu­ sun?..

— Çok, çok memnunum. nî çekmiş, benim gibileri çekmiş,

ehemmiyeti yok; Kempff gibi dün­ yanın sayılı müzik üstadlarını hay­ ran etmekte ve hayrete düşürmek­ tedir. Kempff, ona bir gün, galiba Chopin’den bir parça çalmış. Bit­ tikten sonra, İdilin farketiğini sez­ diği bir yanlış not için kendi ellerini göstererek «Vur bu ellere, vur bu ellere!» diye özür dilemiş, idilin a- sıl dostları ve ahpabları, bu büyük adamlardır.

İdil, Allahın verdiğini kullarla çalışa çalışa geliştirmektedir. Beş hocadan ders alıyor: Melle, Boulan­ ger, Melle Dieudonné, Melle. André Bonneville, Melle. Jucline Nicola, Mme. Poulet. Bunlardan birincisi için İdil, «Büyük Hocam» diyor ve onu çok seviyor. Bu zarif, sanatkâr Fransız da hakikaten büyük insan. Conservatoire da Hormonie ve composition okutuyor. Ayrıca Fon- taineblau’daki Amerikan Güzel San atlar Enstitüsünde müzik kısmının müdürü. İdilin umumi öğretimine o nezaret ediyor. Evlerine bir gidi­ şimde İdille Dunlan konuşurken annesi; Büyük Hocanın doğum gü­ nünde kendisini ziyarete gittiklerini ve bir küçük hediye götürdüklerini, teşekkür ettikten sonra Hocanın şu sözleri söylediğini anlattı:

— Neye zahmet edip hediye ge­ tiriyorsunuz? Sizin hediyeniz, bana bu çocuk!..

Bu güzel ve anlayışlı ruhun sa­ hibi, verdiği derslere ve umumî ne­ zaretine karşılık, ancak İdilin ma­ sum muhabbetini almaktadır. Bu yakın ve İnsanî duyguya şahsî şükranlarımı burada ifade ederken Türk sanat muhitinin de minnetle­ rini söylemiş olduğum kanaatinde­ yim. Bir dersine bizim paramızla kırk lira aldığını söylersem bu te­ şekkür ve minnetin, ancak maddî ölçüsünü vermiş olurum. Onun iç­ ten gelen ihtimamım bununla kar­ şılaştırmak, çok kaba bir anlayış olur. Diğer hocaları her gün gel­ mektedirler. İdil, bunlardan solfej, piyano ve başka müzik dersleri a- lır. Mme. Nicola, fransızca dersi vermektedir. İdil, küçük okuma ki­ tabındaki bütün resimlerin fran- sızcalarmı birer birer söylüyor, on­ ları anlatıyor; hem bir Fransız ço­ cuğunun diyişile ve sesile...

İdille konuşmak benim için başlı başına bir zevk oldu. O kadar gü­ zel ve yerinde nükteler yapıyor ki... Hocaları hakkında bana ma­ lûmat verirken söylediği şu nükte-lere bakmız:

— Boulanger’ den ekmeğimi ala­ cağım, Poulet’yi yiyeceğim, Nico- la’dan içeceğim..

Boulanger... Malûm, ekmekçi, Pou let tavuk demek; Nicola da her ta­ rafta şubesi olan meşhur içki mü- essesesi. Bunları söyledikten sonra gevrek gevrek gülüyor; siyah, iri yuvarlak gözlerle tatlı tatlı bakı­ yor. Melle André derse gelip de kapıyı vurduğu zaman, İdile, içeri­ den şöyle cevab veriyormuş;

— André enterez!..

İdil, beste yapmaya devam edi­ yor. «Yeni neler yaptın?» diye sor­ duğum zaman, onun bütün nazım çeken babasının, saçı dökülmüş ba­ şına mini mini elini vurup kahka­ ha ile gülerek: «Keloğlan» diye cevab verdi. Son eseri, bu Keloğ­ lan. Çaldı. Hakikaten güzel. K el­ oğlanın aldanışlarını, pişmanlık­ larını, saflık içindeki şeytanlıkla­ rını, küçük parmaklarından dökü­ len seslerden anlıyorsunuz. İdil, okuyor, hep okuyor. Umumî bil­ gisi adamakıllı genişlemiş. Cahid Uçuğun «Türk İkizleri» nden köy­ lü konuşmalarım öğrendiğini uzun uzun anlattı. Alay etmeyin mâna­ sına gelen alalamayın» sözünü o - radan öğrenmiş. En çok okuduğu dergi «Doğan Kardeş». Aynı ya­ yınlardan güzel basılmış Tabiat An­ latıyor kitabı elinden düşmüyor. On dan bir sahife okuttum, anlattırdım, kelimeleri sordum; pek güzel anlı­ yor, pek cici anlatıyor.

İdilde hafıza müthiş. Yalnız mü­ zikte değil. Başkası te. .Tından ça­ lman bir parçayı, hemen arkasın­ dan, yanlışsız ve eksiksiz tekrar et­ tiği gibi Parisin yeraltı şimendifer­ lerinin bütün istasyonlarını, meşhur semtlerini bir nefeste sayıp döküyor. Haftada iki triin =1dt». »t. — * 1

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Pırıl pırıl pullu, baldırları ol­ duğu gibi gösteren mavili, kırmızılı elbiseler içinde bir de bacaklar ha­ vaya fırlatılınca kim de can kalırdı.. I

Histological changes around the hepatic central vein, lipid peroxidation (thiobarbituric acid-reactive substance/TBARS), and GSH depletion in liver tissue induced by APAP were

Yukarıdaki tabloda disleksi bilgi formunda yer alan “Disleksiyle ilgili olarak aşağıda verilen ifadelerden hangisi doğrudur?” sorusuna verilen cevaplar yer almıştır..

Beaim de bir zaman sonra gideceğim yola be»de» Ö»ce gitmiş kiymet- li hocalarımı», mektep arkadaşlarımı» aziz hatıralarına, evvela talebelik so»ra da

Ev ve atölye olmak üzere iki birim­ den oluşan Feyhaman Duran Kültür ve Sanat Evi, küçük gruplara yöne­ lik sanat etkinliklerine, araştırmacı, öğrenci ve tüm

Türk gölge oyununun vazgeçilmez unsurları Karagöz ve Hacivat.. Karagöz and Hacivat, the indispensable characters of the Turkish shadow

minorité ukrainienne en Pologne. mène par l’intermédiaire de toutes ses sections en vue de recueillir des signatures pour une pé­ tition internationale en faveur

Hepsini burada larutamadığırnız için üzgünüz..-; Doğan Kardeş bundan 20 yıî önce tan ittiği küçük kardeşleri­ n e güvendiği gibi bu yen!. üm itlerine