• Sonuç bulunamadı

Birkaç aşk sayfası 9:O mahalle, o ev, o duyarlık:Ziya Osman Saba'nın "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" adlı öykü kitabında şairin çocukluğu, yeni yetmeliği, gençlik günlerini, aşkı ve mutluluk özlemlerini izleyebiliriz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Birkaç aşk sayfası 9:O mahalle, o ev, o duyarlık:Ziya Osman Saba'nın "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" adlı öykü kitabında şairin çocukluğu, yeni yetmeliği, gençlik günlerini, aşkı ve mutluluk özlemlerini izleyebiliriz"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

<r

■ ,

3 AĞUSTOS 1989

3 D ÍZ I YAZILAI2

I l l l i j i i i - iinffilml

ZİYA OSMAN SABA NIN "MESUT İNSANLAR FOTOĞRAFHANESİ" ADLI ÖYKÜ

KİTABINDA ŞAİRİN ÇOCUKLUĞU, YENİ YETMELİĞİ, GENÇLİK

GÜNLERİNİ, AŞKI VE MUTLULUK ÖZLEMLERİNİ İZLEYEBİLİRİZ

0 mahalle,o

ev, o duyaılık

Yazarı:

SELİM llE R jt

İ ç i ^ T s u z a n

o k ta v

|2iya Osman saba nişanlısıyla

o mahalleye bir akşam vakti

gider. Sokak İçleri balıkçı ses­

leriyle çınlamaktadır; sonra

kapı önlerinde buram buram

balık kızartıldığı saptanır.

Denizin bereketiyle yüz gül­

dürdüğü bir orta halliler,

yoksullar mahallesidir burası

yılında İstanbul’da doğan Ziya Osman Saba bütün şiirlerinde, bütün öyküle­ rinde çocukluğunun gitgi­ de silikleşen anılarını, hep iyilikle anılagelmlş büyük­ lerini, sevgili kitaplarını, mektep arkadaşlarım, yaşadığı semtleri, so­ kakları, Tanrı ve kader karşısındaki duygula­ nımları dile getirmiştir,

Bazan doğup’büyüdüğü şehirden ayrılır­ ken, yaşanmış nice zamanın etkisiyle, bir da­ ha oralara geri dönmeme kaygısını adeta ölüm yalnızlığına benzetmiştir. Beyazıt’ta o günle­ rin Marmara Gazinosu’nun taraçasına çıkan şair, şehri bir uçtan bir uca göz alabildiğine görür. Batan günün sisleri arasında Çekme­ ce düzlükleri usulca kaybolur. Adalar ve bur­ nu biraz daha kalkıkmış gibi duran Kınalı, be­ ride Fenerbahçe denizin üstüne sanki bir bal­ kon gibi uzanmıştır. Nihayet asıl şehir, yapı­ lar, damlar, kubbe kubbe kabarır, minareler­ le fışkırır, dört bir yanı sarar. Bakırköy üzerin­ deki bulutlar, etekleri yandıktan sonra söndü­ rülmüş ağır perdeler gibi ufka asılı kalmıştır. Ziya Osman Soba bu şehirde eşsiz sevgiler, eşsiz duyarlıklar yaşadığını düşünür.

Durgun gibi gözüken, neredeyse İstanbul’­ un bazı semtleri, bazı köşeleriyle sınırlı o ha­ yatta her sevinç, her acı inanılmazblr iç zen­ ginliğiyle bize armağan bırakılmıştır. Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi adlı ov u kitabında çocukluğu, yenlyetmeliği, gençlik günlerini, aşkı ve mutluluk özlemlerini adım adım izle­ yebiliriz.

Durgun gibi bir hayat... Mutlaka öyle. Beh­ çet Necatlgll o kadar yalın akışını şöyle çıkar­ tıyor “Mütareke yıllarında girip hep yatılı oku­ duğu Galatasaray Lisesi’ni (1931), Cumhuri­ yet gazetesi muhasebe servisinde çalışırken de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi (1936), bir bankadaki görevinden ayrı­ lınca Milli Eğitim Basımevi Tashih Bürosu şefi oldu (1945-1950), geçirdiği kalp hastalığı üze- ' rine Kadıköy’deki evinde Varlık Yayınevi işle­ riyle uğraştı, evinde öldü, Eyüp mezarlığına gömüldü (29 Ocak 1957),”

Şair nişanlısıyla o mahalleye bir akşam vakti gider. Sokak İçleri balıkçı sesleriyle çın­ lamaktadır, sonra kapı önlerinde buram buram balık kızartıldığı saptanır. Denizin bereketiy­ le yüz güldürdüğü bir orta halliler, yoksullar mahallesidir burası. Sonbahar akşamında gökyüzü sanki merhametle sokaklara, evlere ağır ağır eğilmektedir.

BİR BERE, BİR PARDESÜ

Şair nişanlısını o gün başında yepyeni be­ resi, sırtındaki ince pardesüsüyle anımsamak­ tadır. Şimdi o yepyeni berenin modası geç­ miş ve bere de elbise dolabının bir köşesine atılmıştır. Çarşıya pazara, bunca yıl sonra bu­ gün de giyilen pardesünün çoktan havı dökül­ müş, giyile giyile kendisi de eskiyip gitmiş­ tir. Bununla birlikte o mahalleyi her hatırla­ yışta sevinçler, ümitler tazelenmekte, bir kez daha dirilmektedir.

Bu çok sade bir aşktır. Genç nişanlılar büt­ çelerine denk kiralık ev ararlar. Günlerce, ak­ şamlarca İstanbul’u dolaşmışlar, sonuç elde edememişlerdir. “Hatıralar mahallesinde” Mi- sakımilli Sokağı No: 37 tam da umarsızlıkla dolup taştıkları an karşılarına çıkar. Şairin ni­ şanlısı köşebaşındaki evi görünce:

—Orta kat camlarında perde yok. Soralım, der.

Köşebaşındaki evin kapısı yukarı kattan çekilen iple, kendiliğindenmişçesine açılır. Kat merdiveninde bir genç kız belirir. Şairin kaygıları boş yeredir ve camlarında perde ol­ mayan orta kat gerçekten kiralıktır.

—Buyurun, gezin... Yalnız duvarlar bada­ na ister.

Oysa taşlar yeni yıkanmış, tahtalar yeni övülmüştür. Camlar daha o sabah silinmiş gi­ bidir. Bu eski İstanbul evinde hemen düşler kurulur:

“Ben, odayı çabucak döşüyor, şu pence­ re kenarına bir koltuk koyarız, soba şu köşe­ ye kurulur (o tarafın duvarları biraz islenmiş gibi, galiba bizden evvelkiler de sobalarını o köşeye kurmuş olacaklar), karyolamızın yeri

Deniz ve kumu işgal

etmek haksızlıktır!

Yaz aylarında turistik bölgelere yerli ve yaban­ cı turistler akın etti. Ege ve Güney sahillerimizdeki tüm tu ristik kentler insan kaynıyor.

Turizm konusunda pek tecrübeli olmadığınız için henüz önemli bazı eksikliklerimiz var. Örneğin tam bir temizliğe kavuşamadık. Yeterli konforu bulmak ise oldukça zor.

Bu arada haksız kazanç sağlayanlar ve zorbalık yapanlar da gözden kaçmıyor. Kuşadası’ nda gör­ düğüm b ir uygulamayı yazmadan edemedim. O l­ dukça garibime g itti.

Kuşadası’nın en önemli plajı Kadınlar Denizi’ - d ir. Bu nedenle sabahın erken saatlerinden itibaren

plaj dolmaya başlar.

A m a sabah saat kaçta giderseniz gidiniz, 1 k i­ lometreye yaklaşan plajda boydan boya kum lar üze­ rine kiralık şezlongların ve şemsiyelerin sıralandı­ ğım görürsünüz. Şezlongların arkası da kısa sürede dolduğu için kendi şemsiyenizi açacak ve havlu se­ recek yer bulmakta güçlük çekersiniz.

Siz bu sıkıntıyı çekerken parayı gözden çıkaranlar hangi saatte gelirlerse gelsinler, ön sırada hazırlan­ mış şezlonglara kurulma imkânına kavuşurlar.

Öğrendiğime göre Kadınlar D enizi’ nde şemsiye ve şezlong kiraya veren personelin sayısı 31 civa­ rında imiş. Eğer bana yanlış anlatılmamışsa 31 k i­ şinin de ik i patronu varmış.

Bu patronlar, devletin ve milletin kumundan pa­ ra kazanıyorlar. Kazanmalarına bir diyeceğimiz yok. Ama, kumu işgal etmelerine razı olmak mümkün değildir.

Plajın kumu, milletin ve devletin malıdır. Bu­ rayı meçhul müşteriler için daha önceden ayırma­ ya kimsenin hakkı yoktur. Bunun adı açıkça işgaldir.

Y etkilileri uyarmak istiyorum,

H.S.-Kuşadası

şair nişanlısını o gün başında yepyeni beresi, sırtındaki in­

ce pardösusüyle anımsamaktadır, şimdi o yepyeni berenin

modası geçmiş ve bere de elbise dolabının bir köşesine atıl­

mıştır. çarşıya, pazara, bunca yıl sonra bugün de giyilen par-

dösünün çoktan havı dökülmüş, giyile giyile kendisi de es­

kiyip gitmiştir. Bununia birlikte o mahalleyi her hatırlayış­

ta sevinçler, ümitler tazelenmekte, bir kez daha dirilmek­

tedir

de şurası... Ve o bizim olacak odayı şimdiden ılık, elektriğine koyacağımız abajurla, yeşil bir aydınlık içinde görüyordum.”

Genç kızın bir de arinesi vardır. Yukarı mi­ safir odasına girdiklerinde dul anne:

—Sabahleyin de başka birileri gezip be­ ğendiler, hatta pey bile bıraktılar, fakat biz, ne­ dense size birden ısındık, onların peyini geri veririz artık, diyecektir.

Konturat yapılır, hemen o sonbahar akşa­ mı. “ Bir çocukluk oyunu mu oynadık orada?

I Sen gelin olmuştun, ben güvey. / Sen öyle

güzel; ben, daha genç, / Yepyeni, taptazeydi her şey.”

Eşyalar döşenir. Eşyaların çoğu yenidir; komodinin kapağı tuhaf bir sesle açılıp kapa­ nır. Birteldolap serin bir köşeye asılır, civar­ daki yorgancı yorganı bitirmek üzeredir. Kış on beş gün sonra gelir, soba ilk kez yanar. Şimdi şairin eşi pencereye doğru yürümüş, iki odalı küçük evin perdesini çekmiş ve dı­ şarıya, gece karanlığındaki sokağa bakmıştır:

—A! Kar yağıyor.

SOKAKTA HAVAGAZI FENERİ

Genç karıkoca ışığı söndürürler. Kışın ilk kar yağışı birdenbire o gecededir. Sokakta ha­

vagazı fenerinin ışığı rüzgârla bir açılıp bir ka­ panır. Ziya Saba yağan karda sinema filmle­ rinin fantastik görüntülerini alımlar.kar tane­ leri konfetiler gibi uçuşmaktadır. Damlar be­ yazlanır, kuru dallar gümüşlenir. Sonra yeni­ den odaya dönülüp bakıldığında nikâha gön­ derilmiş çiçek sepetleri göz alacaktır.

—Odadan her çıkışımda, pembe koncala­ rın, karanfillerin geceleyin bir kat daha artmış kokusu içinde buluyordum kendimi. O koku, sofamızdan günler günü gitmemişti. Biraz aşağıda, duvardaki teldoiapta, acıkınca yiye­ ceğimiz yemekler, altındaki küpte, susayıp içeceğimiz su duruyordu. Ötede, bir çengele asılı duran paltom, şapkam, kapı önünde, so­ kağa çıkacağım zamanı bekleyen ayakkapla- rım vardı.”

Orta halli insanlar mahallesinde sevgi hay­ li başka duyumsanacaktır. Şair “her günkü rızkı” boynuna borç olmuş o eve girip çıkar­ ken, öyle lüks yapılarda, bahçeli köşklerde ya­ şamadığına derin bir sevinç besler. Yandaki evde çalınan radyo ya da pikapın ısrarla çal­ dığı parça, bir çocuğun ağlaması, gülüşme­ ler, elektriklerin sönerek insanların uykuya dalması, işte bunlar ayrı bir duyarlık, mutlu­ luk, insan sıcaklığının daha çok hissedilme­ sidir.

Burada zamanlar geçecektir. Bu sokağın bazı evlerine hâlâ “elektrik alınamamıştır”. Duvara asılı takvimin altında, gaz lambasının ışığında başörtülü bir kadın, işte şu pencere­ den görüldüğü gibi, namaza durmuştur. Bir perde aralığından görünen masada okul kitap­ ları, defterler durmaktadır.

Hep yoğurtçu sesleri... “Yine, denizin bol balık verdiği günler, mahalleye ilk ayak attı­ ğımız akşam gibi akşamlar oluyor, bahara doğru yoğurt bollanıp ucuzluyor, bütün sokak­ lar bu seferde yoğurtçu sesleriyle çın çın ötü­ yor, hava kararırken, penceremin altından, bü­ tün gün bağırmaktan sesleri kısılmış, yine de bağırmaya çalışan ve acı acı seslenen yoğurt­ çular geçiyordu.”

İlkyaz gelince mavi göklere uçurtmalar yükselir. Boş bir arsada, o zamanlar, kız ço­ cuklar bir aşağı bir yukarı ve ille kol kola do­ laşırlar, erkek çocukları askerlik, arabacılık oy­ narlar. Daha büyücek çocukların uçurtmaları allı yeşilliyken, küçûklerlnkiler okul defterle­ rinin ortasından koparılmış o bir çift yaprak­ tan ibaret şeytan uçurtmalarıdır. Bahar akşam­ ları bir pencerede, hep aynı yerde oturan ve hep aynı bakış açısına dalıp gitmiş, yüzü az solgun o genç kadın şaire bir müzedeki bir tabloyu, genç kadın tablosunu çağırıştırır...

Derken yeni evli çift mahalle dedikodula­ rının aşinası olur. Ayrılıklar, barışmalar, üzün­ tüler, huzursuzluklar, sonra yeniden umutlar, saadetler, geleceğe ilişkin tasanlar, akşam­ cı beyler, tıp fakültesine giden gözlüklü kız, çok boyanan ve fazla süslenip püslenen taze o sokağa, o semte bir şiirin izdüşümleri gibi akar.

Bazan bir genç ıslık çalar. Islıkla çalınan, semtin sinemasında mutlaka gösterilmiş olan bir filmin “esas şarkısı”dır. Müzeyyen Senar’- ın, Münir Nurettin’in şarkıları işitilir. Radyo son haberleri verir. Ve o zamanlar, o günler­ de radyo adeta büyülü bir araçtır. Radyonun son haberlerinden epey sonra bir çocuk ağ­ lamasını dindirmeye çalışan bir ninni başlı­ yor, nazar boncuklu beşiklerin gıcırtıları işi­ tiliyor, bir ihtiyarın tekdüze öksürüğü tramvay çanlarına kadar öyle tekdüze sürüyor.

BİR GÜN AYRILIK

"O geceler, doğan günler orada, I Kader­ lerin en güzelini ördü. / Misakımilli Sokağı No: 37, 1 Çocuğum orada dünyayı gördü.” Ev sa­ hipleriyle genç kızının ilk doğumdaki yardım­ ları şairi büsbütün onlara bağlar. Şimdi bu ev beş kişilik tek bir aile gibidir. Çocuğun “anne” sözcüğünü ilk söyleyeceği gün önceden he­ yecanla beklenir. Çocuk merdivenleri inip çı­ kar. Çocuk işten eve dönen babasına sesle­ nir. Ev sahibesi yaşlı hanım bütün bunlara ba­ kıp bakıp ve bütün bunlarda kendi gençliğini görerek, artık bir daha ayrılmamak temenni­ siyle:

—Miras hissemizden elimize bir kere ge­ çen para ile bu evi almakla iyi etmedik, bu yaş­ tan sonra bu merdivenleri inip çıkmak bana güç geliyor, burayı satıp, Erenköy tarafların­ da şöyle bahçeli, düzayak bir ev alsak, siz de yine bizim kiracımız olursunuz, demektedir.

Ne var ki “kanun çıkınca” rüya ansızın so­ na erecektir, hem de bütün mahallede. Kırk yıllık kiracıyla ev sahibinin arasını açan kira kanunudur. Şair dul ev sahibesine ne o za­ man, ne şimdi kırgındır. Ama pahalılaşan ha­ yat, orta hailinin, hele yoksulun birdenbire çö­ ken küçücük bütçesi, bütün güzellikleri, bü­ tün incelikleri silip süpürecektir. Çocuk, o kü­ çük çocuk, ev sahibesi teyzesince merdiven başında kucaklanmayı, yine eskisi gibi kuca­ ğa alınmayı nafile bekler. Sokak boyu evler­ de, akşam olmayagörsün, ev sahibi-kiracı pa­ tırtıları, kavgalar, bağırtılar bitmek bilmez. Ora­ da yaşayan küçük mutlulukların insanlarını, ister kiracı, ister ev sahibi olsun, kanun çıkar­ tıcıların hiç düşünmediği, belki de çoktan unuttukları, çoktan beridir hatırlamadıkları or­

tadadır Sam yeli esmiş, bütün evlere hırs çök­

müş, sokağın insanları tanınmaz kişiler olup çıkmıştır.

“Söz birliği etmiş şimdi saksılar, perdeler, / Elektrik lambasıyle değiştirilen fener. I O so­ kağa ne zaman yolum düşse, bir ses: / Gün­ ler geçti, geçti, geçti... der.”

Fakat o eşsiz şair için hâlâ mevsimler, ilk kar, ilk saadet, genç nişanlının beresi, allı ye­ şilli uçurtmalar, günler geceler, ıslıkla çalınan ve bir filmin esas şarkısı olan parça, hırslar­ dan, tamahtan, dargınlıklardan elbette çok da­ ha fazla hatırlanmaya değerdir. Bir öykü, bir şiir bize bugün de yalnız iyiliği söylüyor, söz veriyor.

YARIN:

HAYATIN BOŞ YUVASINDA

¿na

■ K

511 4 4 1 0 (1 5 h a t)- 5 2 7 4 2 0 8

A V U K A T IN IZ

Bu ilgisizlik

neden?

Ülkemize istediğimiz sa­ yıda turist gelmediğinden ya­ kınıyoruz. Tabii ki, gelmez!.. Bu yaz başımdan geçen bir olayı anlatacağım;

Ailece Ege’de geziye çık­ tık. Kuşadası'ndan dönüşte Efes’e uğradık, Efes’i gezme­ ye başlamadan önce tuvale­ te girmek istedim. Tuvaletin önündeki bekçi,

— Hanımefendi, siz T ürk müsünüz? Dedi.

— Eve t, dedim. — İçeride su akmıyor, tedbirli girin, dedi.

İçeriye girdiğimde, birçok turist vardı ve hepsi ellerini yıkamak için su arıyorlardı. Tuvaletler çok kötü kirlen­ mişti. Birisi hemen burnunu tutarak dışarıya çıktı. B ir T ü rk olarak çok utandım, ben de hemen dışarıya çık­ tım. Bekçiye,

— Bu ne rezalet, içeride herkes su arıyor, dedim.

— Ne yapabiliriz, yani be­ lediye reisi suyu kestiriyor, dedi.

— Parayı almasını biliyor­ sunuz, neden bir depo yap­ tırmıyorsunuz? Dedim ve ayrıldım. Yöneticiler neden bu kadar ilgisiz?

S.Baş— Bursa

İngilizlere vize koyma

kararım destekliyorum

İngiltere’ nin T ü rk vatandaşlarına vize koym a­ sını ve İngiltere Dışişleri Bakan Yardımcısı Lynda

Chalker’m bu konudaki demeçlerini ilg i ve üzün­ tüyle izledim. Bayan Cbaiker diyor ki;

“ İngiltere'de ekonomik sığınma imkânları ara­ maya gelen T ürk vatandaşlarının sayısında birden bire ve çok büyük artış oldu. Bu bizi endişelen­ dirdi. Bu yüzden makul bir vize sistemi konulma­ sı gerektiğine inandık. Bunun tersi olsaydı, emi­ nim ki T ü rk yetkililer de aynı şekilde tepki göste­ rirlerdi.”

• PEK ÇOK İNGİLİZ TÜRKİYE’DE ÇALIŞMA İMKÂNI ARIYOR_____

Bayan Cbaiker habersiz o la b ilir, ama sayıları kesinlikle bilinmemekle birlikte pek çok İng iliz, İ n ­ giltere’ deki işsizliğin etkisiyle ülkelerinin dışında iş imkânları arıyor. Bunların b ir bölüm ü, şu anda Türkiye’ de çok kârlı b ir endüstri haline gelmiş İn ­ gilizce öğretimi alanında ve b ir bölümü de yaz ay­ larında turizm endüstrisinde çalışmak amacıyla tu ­ rist pasaportuyla T ü rkiye ’ye geliyorlar. Üstelik ça­ lışma izni olmaksızın, vergisiz kazançlarıyla kendi ülkelerindekinden çok daha rahat b ir yaşam sürü­ yorlar.

İnsanların serbest bir biçimde değişik kü ltü r ve ülkelerde yaşabilmeleri özgürlüğüne sahip olm aları düşüncesine inanıyorum . Am a dünyada serbestçe dolaşabilme ve çalışabilme hakkı yalnızca gelişmiş Batı ülkelerinin beyaz tenli, m utlu vatandaşlarının tekelinde olm am alıdır. Bu nedenle T ü rk hüküm eti­ nin İngiliz vatandaşlarına vize koyması kararını, üzü­ lerek de olsa destekliyorum.

Kaya Ertunç-Fatih

Arazi sizin olmayacak

Babamla amcam, dedem izden kalm a araziyi b ö ­ lüşm üşler. Daha sonra 1967’de kadastro çalışm aları yapılm ış ve am cam a a it p a rs e lle r am cam ın o ğ u lla n adına tapuda te s c il e d ilm iş. A m cam ın o ğ u lla n yurt dışında bulunuyor ve bu yerleri o tarihlerden beri biz- le r ekip biçiyoruz. A ncak k e n d is i yurda dönerek bu ye rle ri bizden alm ak isteye cekm iş.

Ş im di bu yerleri biz yıllardır ekip b içtiğ im ize göre biz sah ip olmak istiyo ruz. G ene duyduğum uza g ö ­ re yeni b ir kanun çıkm ış, b ir araziyi y irm i yıldan faz­ la kullananlar onun s a h ib i olurlarm ış. Ben de y ılla r­ d ır kullandığım bu ara zin in sa h ib i o la b ilir m iyim ?

N .B .— Konya Sizin bahsettiğiniz kanun yeni bir kanun değil. M edeni Kanunun 639. m addesinden söz ed iyorsu ­ nuz ama bu madde size d ü şünd üğü nü z gib i bir hak vermiyor. Bu maddeye göre:

"Tapu sicilinde kayıtlı olmayan bir gayri menkulü ihtilafsız ve aralıksız yirm i sene m üddetle ve maliki sıfatı ile elinde bulundurm uş olan kimse o gayri menkulün kendi mülkü olmak üzere te sc ili talebin­ de b ulunabilir."

işte Medeni Kanunun 639. m addesinin biraz Türkçeleştirilm iş metni b ö yle . Yani sizin bahsetti­ ğiniz arazinin sahibi olm anız için öncelikle tapuda kayıtlı bulunmamış olması gerekiyor ve ayrıca bu ye­ ri malik sıfatı ile elinizde bulundurm anız gerekiyor.

Oysa sizin durum unuza baktığımızda, sizin bah­ settiğiniz arsa yıllardır tapuda amcanızın çocukları adına kayıtlı. Bu yer tapuda amcanızın çocukları adı­ na kayıtlı olduğuna göre siz adınıza tescil talebin­ de bulunam ayacaksınız. Zaten siz bu yeri elinizde malik sıfatı ile de bulundurm uyorsunuz, bu yeri kul­ lanıyorsunuz hatta siz bu yeri kullanırken herhangi bir hakka da dayanm ıyorsunuz fuzulen işgal ediyor­ sunuz. Am canızın oğlu geld iğind e sizden belki de işgal tazminatı isteyecek.

İşte bu nedenlerle siz bu yerin adınıza tescilini talep edemeyeceksiniz.

TAMER HEPER

Sami K ohen

Göç sorununun öbür yüzü..

ULGARIŞTAN'daki Terkle­

rin göçünün ülke çapında yarattığı heyecanın ve duy­ gusal tepkinin ardından, ar­ tık konuya çeşitli yönleriy­ le daha akılcı bir yaklaşım­ la eğilmek zamanı gelmiş bulunuyor.

Göç, var hızı ile devam ediyor ve bu­ nun önümüzdeki haftalarda da aynı tem­ po İle süreceği anlaşılıyor. Bugün 220 binin üstüne çıkan göçmen sayısı, bu gi­ dişle, birkaç hafta içinde iki katına ula­ şacak.

Kuşkusuz gönül arzu eder ki, Bulga­ ristan'daki Türklerin Türkiye’ye gelişi, bir aniaşma ile, düzenli bir şekilde ger­ çekleşsin. Kimse geride sevdiği yakın­ larını veya alnının teriyle sahip olduğu maddi varlığını geride bırakmak zorun­ da kalmasın. Ne yazık ki bu, haftalardan beri harcanan yoğun çabalara rağmen, şu anda dahi mümkün görünmüyor. Bu nedenle, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, kendimizi bu sorunun zorluğuna alıştırmamız ve çözümün de zaman alacağını peşinen kabul etmemiz gerekiyor.

it ir it

NCAK gerek göçün gerekse ora­ da kalacak Türklerin geleceği ile ilgili konularda diplomatik çaba-; lar harcanâdursun, sorunun diğer yön-

teriyle ciddi bir şekilde meşgul olmak- ; ta artık acele edilmelidir. Bunların en ba- şında, yurdumuza gelen bu göçm enle­ rin hızla ve rasyonel bir şekilde yerleş­

il

tirilmesi meselesi geliyor.

Açıkçası, göçün başlamasından haf- | talar sonra, henüz planlı ve düzenli bir I I yerleşim programının saptandığı ve uy

I: gulandığı kanısında değiliz. Gelenlerin önemli bir bölümünün Türkiye’de akra- | batarının bulunması, büyük bir şanstır. : Ama onları tamamen yakınlarının deş­

il

teğine terketmek doğru değildir. Kaldı :| ki, bu desteği — haklı olarak— tamamen devletten bekleyen pek çok insan var­

il

dır.

Devletin düzenli ve sistemli bir yer­ i l leşim politikası belirlemesi gerekiyor. Kimlerin hangi kıstaslara ve esaslara göre nerelere yerleştirileceği, kendile- I rine bilgi ve deneyimlerine göre, yerleş­ tirilecekleri yerlerde ne tür iş olanakla­ rının sağlanacağı, konuttan eğitime ka­ dar bu ailelerin ne gibi kolaylıklara ka- ■ vuşturulacağı önceden iyice saptanma­ lıdır. Bu arada birbirleriyle kan bağı bu­ lunan ailelerin bölünmemesinden tutun, I sosyal düzeyleri açısından çevreye

ili

uyum sağlamalarına varıncaya kadar, ay­ rıntı gibi görünebilecek tüm hususların da dikkate alınması gerekir.

Bunun kısa zamanda yetiştirilm esi­ nin hiç de kolay bir iş olmadığı açıktır. Ancak, zamanla yarışmak ve geceyi gün­ düze katmak pahasına, gerçekçi ve akil­ l i cı bir programın hızla hazırlanıp uygu­ lanması şarttır. Bu insanların, görünü- : mü bile hoş olmayan kamplarda veya ça­ dırlarda kalması veya yarınlarının ne ola- | | cağı iyice hesaplanmadan ülkenin çeşit­ li bölgelerine sevkedilmesi düşünüle­ li. mez.

Kuşkusuz bu, her şeyden önce ge- i ; len yüzbinlerce soydaşımızın uzun sü-I sü-I re özlemini — acılarla beraber— çektik­ leri Türkiye’de daha rahat ve iyi bir

ya-1 şama kavuşmak beklentileri açısından i l önemlidir. Ama aynı zamanda bir başka açıdan da anlam lıdır Düş kırıklığına uğ­ ramaları, karşı tarafa bekledikleri

propa-ganda malzemesini vermiş olur. Böyle bir durum, diplomatik alanda harcanan çabalara da zarar verir, Sofya’yı daha ka­ tı ve kendinden daha emin bir tavır al­ maya sevkeder. Daha şimdiden, ortada bir şey yok iken dahi, Bulgar propagan­ da mekanizmasının nasıl işlem ekte ol­ duğunu görüyoruz. Şu veya bu nedenle Bulgaristan’a dönen bir-iki kişiye atfen söylenenler veya yazılanlar, az da olsa, havayı bozuyor...

★ ★ ★

T

ÜRKİYE’nin eğer önceden belir­ lenmiş bir göçmen politikası ol--- saydı, bugünkü sıkıntılı duruma

düşülmezdi. Her nedense bu konu, ih­ mal edilmiştir. Oysa, böyle bir sorunun gelip çatacağı belli idi. Bulgaristan'la bir türlü çözümlenemeyen bu sorun çok es­ kilere dayanıyor. Kaldı ki, şimdiki olayın patlak vereceği daha bu yılın başların­ da seziliyordu.

Okurlarımıza bir hatırlatma yapalım; Bulgaristan M eclisi'nin, Jivkov yöneti­ mince hazırlanan yeni pasaport yasası­ nı kabul etmesinden sonra, her isteyen Bulgar vatandaşına artık “ seyahat öz­ gürlüğünün bir göstergesi” olarak pasa­ port verileceğini “ M illiy o f’te bildirmiş­ tik. Ayrıca bir yorumumuzda, bunun bir Türk göçüne yol açabileceğini ve buna hazır olmamız gerektiğini de belirtm iş­ tik. O zaman her nedense yetkililer, “ kütle halinde bir göç beklenmeyeceği­ ni” belirtiyorlardı... Demek ki, daha yı­ lın başlarında, konu ile ilgili bulgular, bil­ giler iyi değerlendirilmemiş...

Bu yasanın yürürlüğe giriş tarihi, as­ lında 1 Eylül’dür. Ama Bulgar makamla­ rı, M ayıs’ta Türkler tarafından düzenle­ nen gösterilerden ve bunun yol açtığı kanlı olaylardan sonra, pasaport verme işini — sadece Türkler için — hızlandır­ dı. Başta, Bulgarlar “istenmeyen” Türk- leri hudut dışı ettiler. Hatta onları trene veya uçağa bindirip Viyana’ya, Belgrad’a gönderdiler. Bu, apaçık bir “ deportas- yon” idi.

Daha sonra, (hele Türkiye sınırlarını açık tutacağını bildirdikten sonra) Sof­ ya hükümeti, Türklere kolaylıkla pasa­ port vermeye başladı. Bir kısım eşyala­ rını da beraberinde götürmelerine izin verdi. Ne var kİ, yıllardan beri uygulanan baskı rejimi nedeniyle Türklerin önem­ li bir kısmı, kendilerini bir an önce Tür­ kiye'ye atmak istediler. Böylece onbin- lercesi kuyruğa dizildi. Yani kütle halin- de bir göç başladı. Bunu “deportasyon” \ veya “zorunlu göç” olarak nitelendirmek i bir şey kazandırmaz. Türkiye’nin yapa­ cağı şey, bu Türklerin zorla sürüldüğü- :i nü değil, onların yıllarca ağır baskılara ve haksızlıklara dayanamadıkları için ül­ keyi terk ettiklerini dünyaya anlatm ak­ tır. İletişim de sözcüklerin veya terim le­ rin doğru ve yerinde kullanılması çok önemlidir...

Aynı şekilde karşı tarafa ve dünya­ ya verilmek istenen mesajın başka yön­ den kuşku veya kaygı uyandırmaması- i na özen gösterilmelidir. Örneğin “ Ordu Sofya’ya” veya “70 milyon olunca biz si- ze gösteririz” gibi mesajlar, sorunun çö­ zümüne hiç katkıda bulunmayacağı gi- i bi, aksine — sadece komşularda değil, : daha da ötedeki ülkelerde— yersiz ve gereksiz yanlış anlamalara ve güvensiz- s liğe yol açabilir.

Bulgaristan göç sorununu artık duy- gusal ve hamasi havasından çıkarıp, : akılcı ve pratik zeminine oturtmak zama­ nı gelmiştir...

DÜŞÜNENLERİN D Ü Ş Ü N C E LE R İ

sas

Türkiye’ nin AT üyeliği ekonomik açıdan

nasıl değerlendirilmeli?

Avantajlı alanlarda

uzmanlaşmalı

Haşan

K İ R M A N O Ğ L U

İktisat Fak. Araştırma Görevlisi

1958'de doğdu. 1981'del.Ü .lktisat F a kü lte si’n i b i­ tirdi, 1984’te B oğaziçi Ü n ive rsite si İd a ri B ilim le r F akültesi'nden ik tis a t yüksek lisansı, 1989’da da Paris X-N anterre U n iv e rs ite s i'n d e n do ktora de­ re c e le ri aldı. Halen İk tis a t F a kü lte si'n d e ara ştır­ ma g ö re v lis i olarak çalışm aktadır.

Ü H I « L a L K E M ÎZ İN Avrupa

Toplulu-W M İ l i l ğu, (A T )’a üyeliği, konuyla il- İ İ İ I İ l i l gili olarak yapılan

araştırmalar-1111 araştırmalar-1111

da

tek

bir açıdan, A T üyesi l l l l & J l İ f ekonomilerle ekonomimiz ara- sındaki ilişkiler çerçevesinde ele alınmakta ve üyeliğin ekonomimiz üzerindeki et­

il kileri itibarıyla iyimser ya da kötümser tablolar çi­ zilmektedir.

OYSA...

Oysa konuya sadece bu optikten bakmanın, özellikle karanlık tablolar çizilmesi durumunda, ya­ nıltıcı olduğu kanısındayız. Zira, ! Ocak 1983 ta­ rihinden itibaren gerçekleştirilmek istenen, ekono- mik ve siyasi bir birlik oluşturmak, bir başka ifa­ deyle, idari yapısı itibariyle Amerika Birleşik Dev- letleri’ne benzer bir Avrupa Birleşik Devietler’i kur­ maktır. Bu, açıktır ki, neredeyse bir ütopya düze­ yinde, gerçekleştirilmesi son derece güç bir hedef. Daha şimdiden karşılaşılan güçlükler ortada. A n­ cak bütün zorluklara rağmen, tüm çabaların sö­ zünü ettiğimiz birliği gerçekleştirmek yönünde o l­ duğu da kesin.

BİZİ İLGİLENDİREN

Konumuz açısından bizi ilgilendiren, bu b irli­ ğin ekonomik planda üçüncü ülkelere karşı koru­ macı politikalar uygulayacağı gerçeğidir. Türkiye’ - itin tam üyeliğini bu açıdan değerlendirmenin, üyelik durumunda gümrüklerin sıfırlanması sonucunda ge­ lişmekte olan genç sanayiin rekabet gücünü yitire- : ceği şeklindeki kötümser tablodan farklı bir sonuç

j ortaya çıkartacağı kanısındayız. Çünkü üyelik du­ rumunda, bir yandan tophıluk içindeki işbölümün- den payımıza düşen alanlarda uzmanlaşarak üret- : tiğimiz mal ve hizmetleri AT üyesi ülkelere serbestçe (gümrüksüz, kotasız) satma olanağı bulurken, bir yandan da zaman içinde karşılaştırılmalı üstünlü­ ğe sahip olmayı hedeflediğimiz alanlarda üçüncü : ülkelere karşı korunmamız, topluluğun korumacı politikaları sayesinde mümkün olacaktır. Öte yan­ dan, bizimle benzer karşılaştırmalı üstünlüklere sa­ hip A T ülkeleriyle işbirliği yaparak tekil olarak biz- i den —ve diğer A T ülkelerinden— daha güçlü üçün- : cii ülkelerle rekabet etme olanağı bulacağız. Bu son noktada dört A T ülkesi (Almanya, Fransa, İng il­

tere ve İtalya) ile A BD arasında hava ulaşım araç­ ları alanındaki rekabet son derece çarpıcı bir ör­ nek oluşturmaktadır. ABD bu alanda adı geçen dön A T ülkesinin herbirinden daha güçlü olsa, bu ül­ kelerin işbirliğine gitmeleri, durumu lehlerine çe­ virmektedir.

Görüldüğü gibi, Türkiye’ nin A T üyeliğine sa­ dece topluluk içi ilişkiler çerçevesinde bakmamak, ülkemizde bu konudaki kötümser ya da en azın­ dan kuşkulu bakış açılarının yersiz olduğu sonu­ cunu verebilmektedir. Kaldı ki. sadece topluluk içi rekabet gücji kriteri bizden daha güçlü A T ülkele­ ri açısından dit^cçerlidir. Örneğin Fransız ekono­ misinin verdiği dış ticaret açığının üçte ikisi toplu­ luk içi ilişkilerinden, bunun yarısı da Almanya ile olan ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Oysa Fran­ sa’nın A T korumacılığı sayesinde elde edeceği ka­ zançlar (1), diğer nedenlerle birlikte, bu ülkeyi Av­ rupa birliği projesinin şampiyonluğunu yapmaya itmektedir.

SONUÇ

A T ’ın tam üyelik başvurumuzu kabul edip et memesi ve Avrupa Birliği projesinin gerçekleşip ger çekleşmemesi sorunlarından bağımsız olarak, Türki ye’nin A T üyeliğinden kazançlı çıkabileceğini ve bı nedenle üyelik başvurusunun doğru olduğunu söy lemek mümkün. Ancak, elde edilebilecek kazan cin maksimuma çıkartılabilmesi için bir yandan AT bünyesindeki iş bölümünde en avantajlı alanlarda uzmanlaşmak, bir yandan da bizimle benzer kar­ şılaştırmalı üstünlüklere sahip A T ülkelerine somut işbirliği önerileri götürmek gerekiyor. Bu alan ve önerilerin belirlenmesi ise bu konuda uygulanacak etkin iktisat politikalarının ilk adımını oluşturacak­ tır. Oysa, bu şekilde davranmayıp, tam üyeleri için sadece, ya da büyük ölçüde, Türkiye’ nin jeo-politik önemi üzerinde durmak, tam üyelik sonrası için de topluluğun geri kalmış bölgelere verdiği fonlara güvenmek A T ’tan elde edilebilecek kazançları ye­ terince değerlendirmemek anlamını taşıyacaktır.

(I) Bu konuda bkz. Jean-Marcel Jeannency, Lettre de l ’O.F.C.E. (Observatoire français des conjonctures économiques), 27 Mavis 1987.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kirsch plaseboya kıyasla, antidepresan tedavisi- nin daha yararlı olmasının depresyon semptomlarının ciddiyeti ile orantılı olduğunu düşünüyor ve aslında hafif veya

Akciğer grafisine göre plevral sıvı kuşkusu olduğu halde avuç içi USG cihazı ile sıvı saptanamayan olgularda, yeterli görün- tü kalitesi elde edilemeyen olgularda ve

bendindeki “Bir an gözlerime bak ve uzat ellerini / Sen, azizeler gibi başında solgun hâle / (…) Kül olmuş zannedilen ölüler yayılıyor” dizeleri, bu şiirin

Ziya Osman Saba’nın şiirleri tematik olarak sınıflandırıldığında ağırlıklı olarak geçmişe özlem, ölüm, yaşama sevinci, mutluluk özlemi gibi izleklerin

Bu çalışmada, mekânın insan psikolojisi üzerindeki etkileri örneklerle ele alınacak, Yedi Meş’ale topluluğunun iki üyesi olan Ziya Osman Saba ve Sabri Esat

出院後需注意事項: 1.兩個月內勿提重物, 2.勿彎腰用力提重物, 3.若發現解血尿,立刻回醫院檢查。

Dedikoducu ve vırvırcı bu kadın Karagöz’ü hem aldatır hem de ona “Murdar, m usi­ b et” gibi iltifatkar sözcükler kullanmaktan çekinmez, Kanlı Nigar,

İmparatorluğun suiistimal edici gücünün özelliğini daha iyi anlamak için lütfen ABD hükümetinin 22 Ocak 2009 tarihinde Obama başa geçtiğinde resmi internet