• Sonuç bulunamadı

Orhan Veli'yi anış:Orhan Veli'nin hiç yayınlanmamış bir şiiri:Ölümüm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Orhan Veli'yi anış:Orhan Veli'nin hiç yayınlanmamış bir şiiri:Ölümüm"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

O rhan Veli'yî Anış

Orhan Veli Kanık’ın hiç yayınlanmamış bir şiiri

(İkinci sayfamızda)

Ferit ÖNGÖREN Oktay TUNCER Onay SÖZER Göran TATLIOĞLU Orhan VELİ Tarık ERMAN Sönmez KANDMAN Hayri CANER Ş. Avni ÖLEZ KONUR Beşir DIRIKOLU Ömer NİDA Semih SERGEN Fevzi GÖNENÇ Erciimend UÇARI Ülkü TAMER Avni MEHMETOĞLU Mehmet SITKI

YIL: 1 - SAYI: 5

GERÇEK SANATA KÖPRÜ

^

1 ARALIK 1958

Mizah ve

Sanatçılar

Ferit ÖNGÖREN

Şiirde, hikâyede, tiyatroda ileri b.r estetiğikoklıyabilm iş sanatçı mizah a lan ın d a v ak ıflard ak i b ir m em urla .ayni zevk içinde bulunuyor. Mizah deyince Cem al Nadiri, Aziz Nesini v e onların anlayışlarını hatırlıy o rlar. Soyut şiirler yazabilm e erdem ine k a ­ vuşmuş bir şair nasıl olur da günlük

gazete k arik a tü rle riy le yetinebiliyor, mizah olarak bunları gösterebiliyor, H er şeyden önce zevk ilintisi d u ru ­ yor ortada. Sanatçılarım ızı bu yön- den suçlam ağa yerden bu lu tlara k a ­ d a r hakkı m ız v ar öyleyse.

İşin tatlı tarafı sanatçılarım ı ü rü n ­ lerinde tık ır tık ır mizah dolaşıyor, üstelik en soylu mizah bu. Sonra k a l­ kıp m izahdır diyerek günlük gazete k arik atü rlerin i. m ekanik uzatılm ış fık ra — hikâyeleıini gösteriyor. Bir kere m izahla yanlış tanışm ış. A rtık ü zerin d e düşünm eyi çocukça iş sayı­ yor.

Bilm eden ortaya k o ydukları mi­ zah, ileri hem de soylu olmasaydı bu denli bir yazı gereksiz kalırdı. Belli b ir estetiği kokladıktan sonra, fark m da olmasa bile, ayni zevke uygun m i­ zahı koyacaklar ortaya. Kaçınılm az bir sonuç oluyor bu. B ir sanatçıyı u la­ şabildiği m izah zevciyle d eğerlendir­ m ek diğer k rite rle r k ad ar sağlam b ir a ç ıd ır diyorum yazım ın burasında.

M izahın gücü, san atta sanıldığın­ da nçok yer tutuyor. B azıları m izah dem iyorlar buna P azar Postasında çı­ k an yazım da bir ayırım ı ben de ge­ rek li bulm uş, (H um our) deyim ini yanlışlığını bile bile kullanm ıştım . Cem al SÜREYYA «A» dergisindeki d in am it yazısında bu güce H um our diyordu. B ir ayırım gerekli olsa bile, m ekanik hikâyelere H um our. san atçı­ n ın yapasındakine mizah dem ek d a­ h a doğru olacak diyorum şimdi.

H er yeni akım başarıya ulaşabil­ m ek için bilinçsiz m izaha sığınmış, ondan destek alm ıştır. Ç ünkü mizah da kişiyi d u rg u n lu k tan k u rta rıp iler­ leten. yeni alanlara sürükliyen bir yaka var. Törelerin, yosunların bo­ y u n d u ru ğ u n d an to p lu m ları k u rta ra ­ bilecek en önem li silâh belki. Mizah y ap a n kafa için düşünce alanındaki a lışk a n lık la rın doğurduğu b ü tü n y a ­

sak bölgeler açılabiliyor.

B unun en tatlı örneği lonesco. T iyatroya belli b ir yeniliği sokabilm iş olan lonesco m izahdan bol hol y a ­ rarlanıyor. Belki oyunlarının en kes­ kin y ak aların d ah biri de mizah. H em bunu bilinçle yapıyor. Böylece başa­ rısı daha b ir hızlanıyor. Oysa lonesco klâsik anlam ıyla bir m izahçı değil. Yeni bir çığırı gerçekleştirm eğe çalı­ şan bir tiy atro yazarının m izaha bu denli sarılışı önem li b ir olaydır.

Ü lkem izdeki sanatçının bilinçle m izaha iğilmesi gerekiyor. O rh an Ve­ li ak ım ın d ak i m izah D au m ier m iza­ hıysa b u günkü yeni akım ın ortay a koyduğu Picasso m izahıdır.

Değişme, yenilenm e ile m izahın bü­ yük ilintisi böylece çıkıyor ortaya. Bence m izahtan yoksun bir sanatçı ürünü, hiç yazam ıyor, ölüyor. Yaşıyan m izaha yatk ın k a fa la rın k u rd u k ları estetik y ap ılar diyorum ."

Edip C ansever’in, T urgut U yarın şiirlerin d e soylu bir m izahı bulm ak çok kolay oluyor. H er soyutlam ada m izahın iri kivim bir payı vardır. M izah a rtistik b ir erdem , belli bir estetik güç ister. B unlar olmaksızın m izah ortaya çıkm ıyor. Mizah da sa­ n a t gibi tanım ile değil sezgi ile bel­ leniyor.

Cemal S üreya m izahı bilinçle uy­ guluyor. Ş iirlerinde ötekilerden daha yoğun bir mizah bulabiliyoruz bundan ötürü. Ne var ki C em aldeki mizan D aum ier m izahı daha çok. Aslında gü­ nüm üzde beliren b ir yeni akım ın için­ deki k alb u r üstü şairlerden, O rhan

\ eli akım ına en yakın olanı da, Ce­ m al S üreya değilm idir. B ir ö rn ek o- O rhan Veli şiiriyle. Cem al Süreyanın Ü nivercinka kitabındaki sonunda şoke etm ek gayreti, kendi deyim iyle (a l­ tın bağlantı), ne kadar kom şudurlar. Böylece sanatçıyı ulaşabildiği m izah zevkiyle d eğerlendirm ek konusundaki yargım a b ir k an ıt d a sunm uş oluyo­ rum .

G ün lü k gazete k arik atü rleri. Aziz Nesinin hikâyeleri soylu gerçek m iza­ hın katilleri oluyorlar. F a k a t bunda gazete k arikatüristlerinin, A ziz Nesin ve benzerlerinin hiç suçu yok. O nlar toplum da belirli b ir boşluğu doldu­

ra n erdem li ve saygı değer kişiler. Suç Mizah üzerine bilinçle iğilm iyen san atçıların sırtm dadır. S anatçıların ilgisizlikleri bu sonucu doğuruyor.

İnsan mizan yapabilen tek y aratık . Belki en saygılı erdem im iz bu oluyor. B ir deyişle kişinin d ö rtte üçü mizah. Mizah çok önemli.

Festival ve

Am atör

Tiyatrolar

Onay SÖZER

D ünyanın her y erin d ek i seyirciler­ le b irlik te T ü rk seyircisinin de için­ de bulunduğu bir durum vardır: İs ­ tatistik lere göre insanların büyük bir çoğunluğu - ulaşım im k ân ların ın za­ m anım ızda son derece gelişmiş olm a­ sına rağm en- az yolculuğa çıkm akta, doğup bü y ü d ü k leri to p rak lard an ay­ rılm ad an yaşam ak tad ırlar. T iyatro gösterisinin —M eselâ b ir kitap gibi— çoğaltılıp elden ele dolaşm asındaki im kânsızlık da düşünülürse: Tiyatro seyircisinin, kendisine sonulan oyunu, hiç de geniş ölçüde k arşılaştırm alar yapm aksızın, uysallıkla kabul etmeK yolunda olduğu anlaşılır. S eyircinin

E rlangen T iyatrosunun «Vatandaş edilgen kalm ası sonucunu doğuran bu olgu ülkem izde h ery erd ek in d en daha da açık olarak bellidir: D ışarı­ ya yolculuk etm e im kânından —b ıra ­ kalım büyük seyirci kitlesini— aydın­ larım ız bile, son iktisadi şa rtla r çer­ çevesinde. az veya çok yoksun k al­ m ışlardır. A yrıca T ürkiye, hiç de b ü ­ yük. m eslekten tiy atro ların tu rn ele- lerinde y er ayıracakları ülkelerden değildir. K aldı ki. sanat dinam izm inin daha yoğun olduğu ü lk eler için bile b ir yabancı tiyatronun gelmesi sey­ rek ve önem li bir olaydı: G ünler gü­ nü tiy atro dergileri, gazeteler bu ola­ ya sü tu n ların d a yer ayırır, tartışm a­ lar uzadıkça uzar. Geçen m evsim için­ de Old Vic K um panyasının, Pariste S aran B ern h ard t T iyatrosunda tem ­ sil verişinde olduğu gibi.

B ütün b u n la r düşünülürse T.M. F.T. nin 13-20 K asım tarih le ri arasında şeh­ rim izde düzenliği «3. Beynelm ilel Ün.- versitelerarası T iyatro Festivali» nin anlam ı daha iyi kavrana bilir. Böyle bir festivâl geleneğinin yerleşm ekte olm asına ayrıca sevinm ek gerekir A lm an sonuçlar y u k ard a kısaca do­ kunduğum uz ihtiyacı -bütünüyle k a r­ şılam am ış ve m eselâ bu festivale dı­ şardan yani ız A lm an ve İtaly an ti­ y atro ların ın gelmesi festivalin m illet­ ler arası niteliğini azaltm ış olabiiir,

fak at bu haliyle bile F estival bir kazadçtır: Bu d u ru m da yabancı ti­ y atro ları görm ekteki ihtiyaçlarım ızın ne k ad ar derin lerd e olduğunu göste­ rir.

Önce yabancı tiy atro tru p ları üzerinde duralım ve bu tem sillerden neler öğrendiğim izi kısaca gözden geçirelim . İtaly an lar bu yıl F estivale iki tiyatroyla k atıldılar: şehrim izdeki festivallerin şim diye k ad ar devamlı, konuğu olan V enedik C a’foscari Ü ni­ versitesi tiyatrosuyla P erm a Ü niversi­ tesi T iyatrosu.

Ca’foscari'nin geçen yıl ki «Gol- doni’nin Venediği» tem sili ile bu yıl ki «Comedia Degli Zanni» tem sili karşılaştırılırsa, değerli sahneye ko­ yucu G iovanni P oli’nin hızlı gelişm e­ si derhal faık o lu n u r: Poli geçen y u ki Goldoni A ntolojisinde pek zayıf oiarak bulu n an d ram bütün lü ğ ü n e bu sefer «Comedia Degli Zanni»

Sc hippel» tem silinden b ir sahne. içinde, erişm iştir. B u bütünleşm e Poli’nin kişiliğini daha çok duyurm a- sıvlabelirli ve som ut bir d u ru m a ge­ çiyor. B ir k ere seçtiği konu, böyle b ir kişilik dam gasına çok yatkın: «Comedia Degli Zanni» İtalyada hak k ın d a pek az belge bulunan Co­ m edia del A rte ’ın bilinm eyen y a n la ­ rının, P oli'nin zihninde .olması g e re k ­ tiği şekilde tam am lanm asından or­ taya çıkıyor .G iovanni Poli'ni u stalı­ ğı,gelenekte zam anın düşüncelerini okuyabilm esinde ve sonra da bu ta ri­ hî duygudaşlıktan h a rek et ederek, yepyeni bir estetik yapı k u rab ilm esin ­ de. Yine de belli ki Poli bu yenilem e­ yi, günüm üzün bir takım düşüncele­ ri. felsefî görüşleri adına veya salt m odaya uygun olm ak için yapm ıyor: Yalnız, günüm üzden gelen etkileri, doğrulukla, özenle benimsemişe, b e n ­ ziyor ve bu da yetiyor. İşlediği ko n u ­ lar zaten insanlığa, ta rih e m âl olmuş konular. Poli, işte bu k o n u ları en g er­ çek, en sevim li y anlarıyla, hiç sofist­ liğe kaçm adan ele alıyor; beri Van'­ dan da b irlik te cinsiyet, açlık uyku,

p irelerin ısırm ası, diş ağrım ası ve b ü tün fizyolojik hayatım ızı, kabalık ve teşhirden uzak o larak değerlendi­

riyor. Sonuç: B ütün o eskiliğine, yıp- . altm ışlığına, iğrençliğine rağm en a n ­ lam ım y itirm eyen bir dünya. P oli’nin

allegorili m is en scene’leri böyle bir dünya görüşüne çok uygun: M eselâ, Z anni'lerin sokakta uyum ası sahne­ sinde, u y k u n u n fizyolojisi, h av ay a kaldırılm ış b acak ların h a re k e tle riy ­ le, vücu tlerin b ird e n ve ritm ik sarsı­ lışlarıyla, b ir allegori h alin d e v e rili­ yor. Poli böylece organik m is en scene’lerden, allegorili m is e n scene’- lere geçerken, b ir y an d an da pando- m im in katılığını ve gerçekliğini bale fig ü rleri içinde erite re k yeni b ir b e­ şerî ifade aracı elde etm eğe çalışıyor. Sonuç o larak d en ileb ilir ki, Giovanni Poli, henüz ülkem izde benzeri ye­ tişm em iş b irsanatçıdır. Comedia del A rte’ı ta rih î u y kusundan uyandırarak İtaly an ekinine y aptığı hizm et h e r­ halde çok b ü y ü k tü r.

P arm a Ü niversitesi T iyatrosu, İs­ ta n b u l F estiv allerin e, bu y ıl ilk defa

katılıyordu. P la u tu s’un «T utsaklar»ı- nı, rejisö r Franco Ferri, oyundaki k i­ şilere psikolojik b ir zenginlik verm e­ ğe çalışarak sahneye koydu. Yalnız bu denem ede zam an zam an m ü b a­ lâğaya kaçtığı, eski Roma h a y a tın çok kesin çizgilerle gösterdiği söyle­ nebilir: Yine de, oynanışta bu y um u­ şaklığın bulunm ayışında bile k lâsik zevki ve tarih*duygusunu tatm in eden b ir şey vardı.

Bu yıl A lm anyadan K iel Ü n iv er­ sitesi ile, E rlangen Ü niversitesi Ti­ y atro su A lm an expresionist y azarla­ rın d an Georg K a ise rin «Papierm ühle» adlı kom edisini, E rlangen T iyatrosu ise yine bir expressionist yazar olan C ari S tern h eim ’in «V atandaş Schip- pel» ini oynadı. H er iki oyun da as­ landa, y azarların, expressionism e akı­ m ının dışına çıkan eserleriydi. Özel­ likle Georg K aiser’in «Papierm ühle» si bir bulvar kom edisi olm aktan öte­ ye geçem iyordu. G erek E rlan g en Ti­ y atro su n u n oyuncuları olsun, gerekse K iel’liler, tiy a tro v a rî b ir tak ım ta ­ v ır ve söyleyişlerden kendilerini kur-

taram am ışa benziyorlardı. F a k a t bir seçme y apm ak gerekirse: K iel T i ­ yatrosunun, oyuncuları k en d i an lay ış­ la rı içinde dah a ustaca idiler.

T ü rk am atör tiy atro ların ın tem sil­ lerine geçm eden önce b ir noktayı önem le b elirtm ek gerekir: Böyle bir festivalde, A lm an am atör tiy a tro la rı­ nın olsun, —C a’foscari’yi bu sıralam a­ nın dışında tu ta rs a k — P a rm a T i­ yatrosunun olsun, T ü rk am atör tiy a t­ ro ların a ü stü n gelen yanı derhal or­ tay a çıkm aktadır. A lm an ark ad aşla­ rım ız bugün A lm an T iyatrosunun, G ıündgens’lerin, B arlog’larm , Zell n e t’lerin, H illp e rt’le rin elinde dağınık bir halde bulu n d u ğ u n d an istedikleri k ad ar yakınsınlar, o rtad a belli bir kişiliğe eı işmiş bir A lm an S ahnesinin bulunduğu su götürm ez b ir gerçektir. İtalyan tiy a tro la rı için de aynı şey söylenebilir. A sıl mesele, bug ü n için ülkemizde', yerleşm iş, belli form ülleri b u lu n an b ir tiy a tro düzeninin, b ir T ü rk S ah n esi’nin yokluğudur. işte am atör tiy atro larım ız böyle b ir T ü rk S ahnesi’ne d ay an am ad ık ları için ne yapacaklarsa y o k tan y ap m ak ve dai­ ma en b aştan başlam ak d u ru m u n d a­ lar. T ürk S ahnesinin v arlığ ı bir yana,

çoğu to p lu lu k ların başında tecrübeli y etiştiriciler yoktur: İşte o zam an

(a rk a s ı 5. sayfada)

R E S İ M

R ESİM L E R D E EN İY İ D URDU N U Z G Ü N LE R D E N PA Z A R D I EN SA N D IK T A G İY İM L ER L E - G Ü N LE R D E N PA Z A R D I EN SA Y G IL I D U R D U N U Z EN SA N D IK T A G İY İM L ER L E .

YALNIZ KALM IŞ ODALARDA TOZLU HEM RENKSİZ ' DAHA ÇOK ELLERİN İZ BELİRLİ DİZLERİNİZDE BİR DE G ÖZLERİNİZ YALNIZ K A LM IŞ ODALARDA.

EN ÇO K M E R D İV E N L E R İ E V L E R İN H ER GÜN TER TEM İZ ÇOCUKCA G Ü LM ELER A K ŞA M L A R I U ZU N S A Ç L A R IN IZ L A S A B A H D A H A Ç O K B U E V D E S A B A H — A K Ş A M D A H A Ç O K .

EN -SAYGILI DURDUNUZ EN SANDIKTA GİYİM LERLE DAHA ÇOK ELLERİN İZ BELİRLİ DAHA ÇOK GÖZLERİNİZ.

' O K T A Y T U N C E R

(2)

Dil Konusunda: 3

Konuşma Dilimiz

n o nur

Kasım ayı içinde İstanBulda «M illetlerarası—Ü niversitelerarası ti­ yatro festivali» yapıldı. Böyiece en genç tiy atro topluluklarım ızla ark a a r­ kaya karşılaşm ış olduk. A yrıca gene o günlerde Îstan b u la gelerek gösteride bulunan D evlet Tiyatrosu oyuncularını da görünce b u n larla ilgili olarak sahne dilimizin birtakım so ru n ların ı yeniden gözden geçirm ek, konuşm a dilim izin ses yapısında günden güne yaygınlaşan ak sak lık ları ele alm ak ıçııı uygun bir dönem i ele geçirm iş bulunuyoruz.

Şunu üzülerek b elirtm ek g erek ir ki günüm üzde türkçeyi güzel ko­ nuşan kişiler yok denilebiiecekçesine azalm ış bulunm aktadır. G ündelik ko­ nuşm alarım ızda, radyo yayınlarım ızda, tiyatrolarım ızda, topluluk karşısın-

a yapılan K onuşm alarda tü rk çe a rtık dilim izi az bilen yabancıların ses özel­ likleri ile konuşulm aktadır. Y u lard ır ne olduğunu bir tü llü açıklam ağa gi- rışm eaığıım z «diksiyon» sözünün ark asın a çekilm işiz; Konuşma dilim izin ses özelliklerinden birini bile ele alm ağa k atlan m ad an nesnel y arg ılar ardında koşup duruyoruz. K asım ayındaki gösterilerine gittiğim iz genç to p lu lu k ları­ m ızdan b irinin oyunundan sonra, bu işlerden an*ar gözüken bir bayın söy­ lediği kelim elerin ses yapısını yapay bir düzen içinde veren, en küçük sozdızımı özelliğim bile gözetm eden konuşan bir oyuncu için «ne güzel d ik si­ yonu yarca!» dediğini de işittik ten sonra konuşm a dilim izin yalnız bozulmuş olm akla kalm ayıp, düzelm e olanaklarından da uzaklaşm a yoluna girdiğim anlam ağa başladun.

K onuşm a dilim izin ses k apısındaki bozuklukların bir bölüm ü belki im lam ızın yetersizliklerine bağlanabilir. B unu en çok yabancı sözlerdeki uzun ünlülerin kısa olarak söyienım ini, ince ünsüzlerle kalınların birbirine karıştırılışın ı işittikçe anlıyoruz. F a k a t gerçek aksaklık dilbilgisi öğrenim i­ mizden doğmaKtadır. İlk ve orta öğretim ku ru lu larım ızd a dilbilgisi öğretim i bugunKu gelişi güzellikten k u rtu lm ad ık ça pek çok dil güçlüğüm üz gibi söy­ lemim bozukluklarım ızın da giderilm esi kolay o lm ayacaktır

Dilim izin söyienim indeki bozuklukları kısaca sıralam ağa çalışalım: a. A nadolu ağızlarının ses özelliklerinin sürdürülm esi.

A nadoiu ağızlarının ses özellikleri genel konuşm a dilim izin ses y ap ı­ sına oıı çok bakım lardan aykırı düşm ektedir. Bu yüzden bir çoklarım ızın konuşm asında genel konuşm a dilim izle^ bağdaşm ayan ses özellikleri gömül­ m ektedir. iu K at b unlar günden güne azalm akta bölgelerin ü ırel ilgilerinin artm ası, öğrenim in yaygınlaşm ası, radyo y a y ın la n ile sinem anın etkisi ağız ayrıliK iarını o rtad an k ald ırm ak tad ır. Bu yüzden ağızlar konusunu söyle­

min sorunları içinde en önem lisi saym ak doğru olm ayacaktır. N e v a r ki A nadoiu ağızları özetm elerinin tü m ü y le o rtad an kalkm asının d a oir ek sik ­ lik olacağım belirtm em iz gerekir. B u n lar k ü ltü r olaylarım ızla ilgili k a lıtla r­ dır. Fransacta birkaç yıl önce ilk o k u llara bir genelge gönderilerek bölge ağ ızlan özelliklerinin günden güne yok olm ağa başlam asının kaygı doğur­ duğu bııoııılm ış, yöreı n itelik lerin ortad an kalkm am ası için ok u llard a ge­ nel konuşm a uın yanında bölge özelliklerinin de öğretilm esi istenm işti.

Bızııu şim di yapm am ız gereken şudur: D ilbilgisi öğretim inde h e r böl­ ge okulunda genel konuşm a dilim izin sesleri ince a y rın tıları ile, çıkakları teker teker gösterilerek öğretilm eli; öğrencilerin kendi bölgelerinde görülen sesim in, genel konuşm a dilim izden ay rıla n yönleri belirtilm elidir. Böyle­ likle ülkem iz ay d ın ların ın genel konuşm a dininizi öğrenm iş, yörel ses ni­ teliklerini oe baştan başa bellem iş olarak y etiştirilm eleri sağlanm alıdır.

Bunun için de bilimsel k u ru m larn n ızın k en d ilerin e düşen ödevi gecik­ m eden yapm aları, bölgelerin ses incelem elerini tam am lam aları, ülkem izin ses atlasını gun geçirm eden h azırlam aları gerek ir.

b. K onuşm a dilim izde en çok aksayan n itelik vurgudur. A raştırıcılar tüıkçede vurgunun başka dillere göre daha belirsiz olduğunu ortaya koy­ m uşlardır. Böyle olduğu halde gerek baskı vurgusunda, gerek m üzik v u r­ gusunda. b unlarla ilgin olan anlam ve duygu v u rg u la rın d a çok ince a y rılık ­ lar,. büyük bir dikkatle, sü rek li bir çalışm a ile, b ü yük ölçüde de dili güzel kullanan kişileri dinlem ekle öğrenilebilecek özellikler bulunm aktadır. Ne yazık ki, yeterince geiişmiş sesbilgisi a ra ştırm a y u rtla rım ız yoktur ve di­ lim izdeki v u rg u ların y erleri, değerleri y e te ri k a d a r kesin ölçülerle belirti- lememiş bulunm aktadır. F a k a t şim diki bilgilerim izle bile konuşm a dilim ize düzen kazandırabiliriz. Y eter ki bu konuyu g ereken özenle ele alabilelim .

B u n u n için yabancı dillerde olduğu gibi tü rk çen ın de sesbilim yazısı ile düzenlenm iş sözlüklerini yayınlam an, ool örneklerle vurgulam a özellik­ lerini gösteren m etinler hazırlam alı, öğretim 'aşam alarım ızda bu araçlard an y ararlan ılm alıd ır.

c. K elim elerin kendi ses yapıları kolay öğrenilebilirse de buniarı geniş söz birlikleri içinde gerekli v u rg u la rla k u llan m ak , konuşm a sırasın ­ da suluğu yeteri gibi yönetm ek köklü öğrenim e dayanan ve bol alştırm a iste­ y en bir iştir.

Bizim büyük eksiğim iz türkçedeki sözdizitni birliklerini lanım ay ışını iz­ dir. Geçen yıl 1 ürk Dili K u ru ltay ın d a gcııç biı- bilginim iz son derece ilgı- çekici bir sıralam a denem esi o rtay a k o ym uştu. Sözdizimi öbekleri sorunu bu çalışm adan sonra bizim konum uz için gereği gibi aydınlanm ış b u lu n m ak ­ tadır.

Şimdi yapacağımız, cüm le içinde bu sözdizim i birliklerini ne gibi ses kesilm eler: ile ayırdığım ızı, nasıl vu rg u lad ığ ım ızı öğrenm ektir. K ullandığı­ mız noktalam a işaretlerin in buna y e te rli olm adığı bellidir. D uraklam a ve vurgulam ayı gereğince öğrenm em iz, özel ses işa re tle ri ile zenginleştirilm iş m etini er, bir de tü rk çey i güzel konuşan kişileri dinlem ek ve konuşm ada, sesli okum ada anlam n itelik lerin i gözden uzak tu tm am ak la olacaktır.

Sözüm üzü bağlayalım :

Y ukarda söylediklerim izle dilim izin söylenim inde belirm iş bütün a k ­ sak lık ların öğretim le giderilebileceği kanasında olduğum uzu belirtm iş ol­ duk. Bu kanıyı ortay a koyan yargım ız biı- yön ile eksiktir. Dilin söylenim i. en iyi şekilde dinlem e yolu ile öğrenilir; a n a dil ananın ağzından en güzeı nitelikleri ile işitilip bellenir.

U ygar ülkelerde T iyatroyu n e d en b ir okul sayarlar?

Dilin en güzel kullanıldığı yer, en güzel söylenim in işitildiği ocak... Bu yapısı ile okuldan ana ocağına u zatılm ış k ö p rü d ü r tiy atro . Bizim konu­ muzda da çözüm yolunun birçok ad ım ları tiy a tro d a n geçecektir.

T iyatroda güzel türkçe, radyo y ay ın ın d a güzel türkçe. B unu sağlıya- cak ilk etm enin de gene okuldan doğacağını b ir kez daha söyliyeceğiz. Okula dayanan tiyatro;' sesbilim öğrenim i g ö rm ü ş oyuncu...

B unun içindir ki kasım ayı içinde îs ta n b u la gelerek gösteride b u lu ­ nan D evlet T iyatrosu oyuncularım b ü tü n ö te k ile re örnek gösteriyoruz.

Ö ğrenim den geçilm ekle çözüm leneceğine in an ıy o ru z söylenim soru­ num uzun. Ö ğrenim den geçmiş öğelerin tiy atro d a,' ra d y o yayınında y e r al­ m ası ile; okulda öğretm enin gerekli ses bilgisini v erecek niteliği kazanm ış

bulunm ası ile...

A k a d ’daki A yla

i.

Oiiiye karanfil istenmesi yüz üstü bir Melahat ( ok sayıda Arapların denizde bu hiç sevmediğim.

Tutup A yla’ya değişiyorum seni tutup Akad illerinde yaugın ertesi Çiçekler seninle pazar sabahsız çocuklar seninle

Diyorum ellerimizi bölüşen ekmekler böyle yıl sonu Peçe alfmda ağlarken annelerimizin gözleri mavi değil. Şimdi eski tanıdıklar bir savaş gibi

Uykuyu birlikte unuttuğumuz kuşların türküsünde Diyorum sana sevgiJeıliğim geniş bir gökyüzü türküsünde

Sensiz bir sıı heykeli olduğum da yalan mı. Belki o gece hiç bitmese o korku hep Ergani Sevgimizin ardına böyle hep kuşatılan.

Beşir DİRİKOLU

GONDOL

Güzelliklerden korkuyorum yalnızlığımı gizliyorlar bu senin dudaklarından ne umulmaz ki

senden korkuyorum Napoli’den korkuyorum evren hep birer birer BEN HİÇ İKİ GÖRMEDİM he kadar yalnızız hadi bir şarkı söyle,

Ömer Nida

Piccolissimo Serenade

koço iyiydi Koçoııuıı karısı sonra sokaklar iyiydi tuttum mavnaları topladım dükkânları parkları hal lıatır sordum hepsi iyiydi

bir cumhuriyet bayramı gfccesi koçonun kızı en iyiydi saatlerden taksim gezisi bir gelip bir gidiyordu üçtü iki oldu sonra bir

koçonun kızı kuledibinde ellerim tuttu çekip gitmek dedi dudaklarım dudaksı

gözlerim gözcek gülümsedi

uskumrular izmaritler bitmem daiıa neler Koçonuıı kızı kuledibinde

akşam üstleri moleküllerinedek aşk içindeydi aya yorgi kilisesi gülümsedi

insanlar yürüyüp gidiyorlardı karanlık bi karanlıkdı bi karanlık aya yorgi koço koçonun karısı koçonun kızını sorma

ay aydınlık gün güneşlik akşamlar hayırlı olsun beyefendi

Güran TATLIOĞLU

Bir Güz Boyu

H ık y ağ m u rlar yağdı güz boyunca B irden yeşerdi k ay alar

B u lu tlar b irden kızardı Süs balıkları doldu ağlarım ıza A kvaryum larda sevişm eye başladık H er günün gecesi daha aydın

H er gecenin yıldızı daha bir p arlak tı Hık y ağ m u rlar başlam ıştı inceden ince B ir fısıltı döküldü p ın ar m eşelerinden H enüz doğmuş iki çocuk

İk i m asum çocuk gibi

D urup durup ağlıyorduk sevincim izden

Sonra nasıl oldu bilinm ez * Ilık y ağ m u rlar altın d a

B ir titrem edir aldı ellerini sebepsiz

B oncuk boncuk te r dökm eye başadı k ay ın lar B ir fısıltı döküldü p ırn a r m eşelerinden

Kocayemişleı- bakıp bakıp yere eğdiler iri gözlerini B ir tedirgin rüzgâr esti saçlarında

B ir deli rüzgâr Ilık y ağ m u rlar

Hay m y ağ m u rlar yağdı güz boyunca *

Semih SERGEN

VASİYET

Ölünce

Beni gitarım la

Sahile gömün.

Ölünce

Beni portakal ağaçlarının

>

Nanelerin arasına.

Ölünce

Beni isterseniz

Bir rüzgâr fırıldağına gömün

Öliincef beni.

I

Federici Garcia LORCA

İngilizceden çeviren : L. Sam i Akalın

H. W. W ells; 1001 Poems of Mankind

(3)

Sahile : 2

K Ö P R Ü

“Orhan Velinin ö-

lüm yıldönümü do-

layısiyle şimdiye

kadar hiçbir yerde

yayınlanmamış bir

şiirini sunuyoruz.”

• •

O L U M U M

) ° sabah »Inımda iki ter dam lası konuçacak

/Y orgun olarak öldüğüm « dair

Benim Yeni Sabah’ı, bir başkasına verecek g a z e te c i Y usuf

) isk ele kahvesinde çayım soğuyacak

^Ilk vapur yolcuları arasında olm adığım ın farkında bile

Laz m ü ezzin hakkım da salâ verecek

im am bildiğini okuyacak

B ozuk düzen m akam ından

\|HıÇ Ç«*nlıcada kuşbaşı kar yağarken ölünür mü diyen

Yarıdan fazla sı abdestsiz cem aatim olacak

V e hepsi de

îy i biliriz diye yalan söyliyecek ler

Ertesi sabah Cum huriyet te sülâlem sayılacak

M üessif bir irtihal den m iyecek

, V e nihayet

. Başı boş hayatım gibi

(t

')

®a§1 h°Ş m ezarım da taşsız kalacak.

olm ıyaeaklar

O R H A N

V E L İ

K A N I K

Bir öykü

Renkli Sinler yazıtı

... gökten düşen yağmur sularını

■damla damla ayır, biş*sürelerinde her damla için Tanrıya yakar...

Üç kişi, ay rı yerde, üç ayrı sürede —boş sürelerdi—

... gökten düşen yağm ur sularını dam la dam la ayır, boş sü relerin d e h er dam la için T anrıya yakar...

diye geçirdi usundan. Üç kişinin üçü de bağdaş k u ru p oturm uştu. Ü çünün de oturacak iskem leleri v ardı ya, y e r­ de bağdaş k u ru p oturunca daha bir güçlü düşünceklerine inanm ışlardı. İnançları öylesineydi ki, gerçekten m inderde, iskem lede, ya da m asanın ü stünde o tu ru rk en k afaları pek işle­ mezdi. B irinin gömleği sarı, ö b ü rünün yeşil, ötekinin de kırmızıydı. Sarı göm lekli oturduğu yerde öne ark ay a sallanıyordu. Yeşil göm leklinin elin­ de sigarası vardı. K ırm ızı gömlekli de ellerine bakıy o rd u öylece. Üçü de b ir an hareketsiz kaldı, sonra,

... böylece her dam la seni T anrıya biraz dah a y ak laştıracak tır... diye geçirdi usundan.

... ve onda v arlığ ın ın ilkelerini bu­ lacaksın, ve sonra da kişioğullârm a b u n ları k alıt bırak acak sın ...

Üç kişinin üçü de bu ansım alarla ilkin b ir irkildiler. O tu rd u k ları y e r­ den kalkm ağa davrandılar, am a sonra te k ra r otu rd u lar. Şim di artık iyice düşünüyorlardı. Ç oklukla um utsuz­ dular. G örevlerinin çetinliğindendi um utsuzlukları. Boş sü relerin in t ü ­ m ünde kişiliklerinin ardındaydılar —hep yaşan tıları boyunca— da, şim - ciyedek başarılı b ir yol bulam am ışlar­ dı. Gene de gökten düşecek yağm ur sular m ı beklem eğe koyuldular.

Neden sonra gökten yağm ur suları dökülm eğe başladı. Çok çok d ökülü­ yordu, ardı arkası gelm edi bir uzun süre. Y ağm ur su ların ın ardını a rk a ­ sını b ek lerk en de ansım ağa sav aştılar am a olmadı. U slarından geçirecekle­ ri n enleri yitirm işlerdi. Hiç değilse onlara öyle geldi. G ökten dökülen

Sönmez KANDMAN

yağmur suları birikti birikti, başladı­ lar damla damla ayırmağa suları. Su­ lar öylesine birikmişti ki, boş sürele­ rinde hep onları ayırdılar damla dam­ la.

II.

Uç kişi, üç ayrı yerde, üç ayrı sü­ rede —boş sü relerd i— yere bağdaş k u ru p oturm uştu. Sarı göm leklisi a r­ kasını duvara verm iş, sallanm ıyordu öne arkaya. Yeşil göm leklinin elleri boştu, sigara içm iyordu. K ırm ızı göm ­ leklinin de elleri boştu, üstelik e lle ri­ ne bakam ıyordu da.

... böylece h er dam la seni T anrıya biraz daha y ak laştıracak tır, ve onda varlığının ilkelerim ...

Üç kişinin üçü bu ansım alarla ir ­ kildiler, o tu rd u k ları y erd en kalkm ağa

d a v ra n d ıla r am a olmadı. Şim di b ü ­ tü n b ü tü n um utsuzdular. Ç evreleri yığın yığın dam laydı hep, yağm ur damlası.

... h e r dam la için T anrıya y a k a r... m ışlardı. Gene de onları v a rlık ların ın ilkelerine ulaştıracak yolu b u lam a­ m ışlardı. H er dam ladan sonra d u ru p düşünüyorlar, T anrıya yakınlıklarım ölçüyorlardı. Sonra um utsuz, öteki dam la için y akarıyorlardı. B ir an geldi ki, d am lalar bitti. Şimdi boş sürelerinde öylece, um utsuz, kırgın oturuyorlardı. Y üzleri öncekinden da­ ha bir kırışıklıydı. Sarı, yeşil, k ırm ı­ zı göm lekleri y e r y er y ırtık , y er yer yam alıydı.

... b ü tün bunlardan sonra T a n rıy a yaklaşam adınsa varlığının ilkelerine ulaşam azsın...

diye ansıdılar birden,

... ve senden sonra gelecek kişi- oğullarm a k alıt b ırak acak hiç bir ger­ çeğin olm ayacak...

Üç kişinin üçü de inledi. Y üzleri daha bir kırıştı, av u rtla rı iyice çök­ tü. U m utsuzluktan saçları tel tel dö- k id m eğe başladı. Sonra birden gene ansıdılar.

... um utsuzluğun pençesine d üştü­ ğün anda b ü tün yenilgilerini

—duy-Ölenler

-

Kutanlar

Lodos sonrası b ir geceydi. Sis için ­ de Yeni Cam inin m inareleri şöyle böyle görünüyor elek trik lâm baları daha bir kırm ızı yanıyordu.

Tam lü fer zam anı idi. U zaklarda lüfercilerin lüksleri. Islak b ir İstanbul gecesi. Orhan Veli köprü üstünde e l­ leri cebinde ağır ağır K araköye doğ­ ru yürü y o rd u . Lam boya gidecek.

Şimdi k u nduracı malzem esi satan Lam bonun o zam an ayakta şarap, ra­ kıdan gayri içki satılan meyhanesi Beyoğlu B alıkpazarı N evizade soka- ğındadır. O rhan Veli burayı bulup, devam lı m üşteri olm adan evvel k im ­ lerle alış veriş yapardı bilmem ama, 19 - dan sonra yani O rhan orayı keş­ fettik ten sonra a rtık orası sanatçıla­ rın, sanat severlerin h er akşamı tık ­ lım tıklım doldurduğu bir yer oldu. V erem li olarak içkiyi bırakm ış olan Sait F aik bile, orada bir sok ak tan geçip kapıdan b ir bakm adan yap a­ mazdı. Lam bo N ains Tcrabinin bir hi­ kâyesinde dediği gibi tram v ay sokağı k ad ar bir yerdir.

Vapur yanaşırken döndüm . O rhan orada idi. dirseğini m akına dairesinin penceresine dayam ış, yum ruğuna çök­ müş. (Çenesini yum ruğuna dayam ış.) Şaşırdım , o da şaşırdı. A ynı vap u rd a is i m etre ile duruyorduk. Tenha v a ­ purda.

«Nereden» dedim . Geçmiş gün u . n u ttu m yo o K uzguncuktan binm iş ya da ben, H ani biraz Ü sküdardan b in ­ m işiz vapura.

«Kaç g ü n d ü r Lam boda yoksun» dedi.

«Midem acıyor» dedim . H ergün kilo kilo şarap.»

«Ben de» dedi, «Biraz araverm ek gulanm adan—. bir bir incele...

Üç kişiden üçünün de yenilgileri çoktu. T üm ünü içlerindeki g ay reti k ı­ yasıya k u llanarak, duygulanm adan incelediler. Ama gene de um utsuzdu­ lar.

... öye k,i, bu dünyadaki öm rünü tam am lam adan, sen de senden önceki­ lerin vardığına varasın. Şimdi yalnız­ ca düşün ve b ek le...

Üç kişinin üçü de düşündü düşü n ­ dü, sonra öyle bir an geldi ki, o tu r­ du k ları yerde yavaş yavaş dikleştiler, sonrası: Yere boylu boyunca uzan ır­ ken çıplak kafaları hafif b ir ses çı- kardı, öylece kalakaldıar.

III.

■■• gökten düşen yağm ur suarını dam la dam la ayır, boş sürelerinde h e r dam la için Tanrıya y ak a r...

A ltı kişi, altı ayrı yerde, altı ayrı sürede —boş sürelerdi__

gökten düşen yağm ur sularını dam la dam la ayır, boş sürelerinde h e r dam la için T anrıya y akar... diye geçirdi usundan. Altı kişinin a l­ tısı da y ere bağdaş k u ru p oturm uştu. A ltısın ın da oturacak iskem leleri v a r­ dı ya, yerde bağdaş kurup oturunca daha bir güçlü düşüneceklerine inan­ m ışlardı. İnaçları öylesineydi ki, g e r ­ çekten m inderde, iskem lede, ya da m asanın üstünde otururken k afaları işlemezdi. B irinin gömleği siyah, bi­ rin in mavi, birinin turuncu, birinin m or, birinin beyaz, b irinin de pem ­ beydi, durm adan da ansıyorlardı,

... böylece h er dam la seni T anrıya biraz daha y a k la ştıracak tır...

... ve onda varlığının ilkelerini bu­ lacaksın...

... ve sonra da kişioğullarm a b u n ­ ları k a lıt b ırakacaksın...

A m a ötede, üç ayrı yerde sarı, ye­ şil, kırm ızı üç sin v a rd ır ve iç ta ra f­ larında,

«X— (16/e) + 'dan X— (1 6 /e )—’ye kadar,

b ü tü n öm rüm süresince varlığım ın ilkelerini araştırdım

—am a yalnızca boş anlarım da— araştırm alarım ı sonuçlandıram adığı d ed ik leri gibi

yenilgilerim in tü m ü n ü b ir b ir in ­ celedim

öyle ki

düny ad ak i öm rüm ü tam am lam adan benden öncekilerin vardığına v a r­ dım»

yazar.

Tank ERMAN

istiyorum .» Sonra köprü üstüne k ad ar birşeyler konuştuk.

A y rılırk en «Sen şimdi gelm iyor- m usun Lamboya» diye sordu.

'<hok, dedim . Ben gelm iyorum Lamboya.»

Islak b ir İstanbul gecesi tam lü ­ fer zam anı O rhan Veli K araköye doğ­ ru yürüyordu. Elleri cebinde, L am bo­ ya gidecek. Üç gün osnra öldü.

B ir Lam bo Lam bo b ir ben b ir de çelenk b ir de çelenk’i y ap tıran şimdi hatırlam adığım b ir a rk ad aş O rhanın tab u tu n u k aybettik. B eyazıt, kim se­ cikler yoktu, A n k ara ‘Caddesi, kim ­ secikler yoktu. R um elihisarına k a ­ d ar yetişem iyeceğiz korkusu ile sahil yolundan. Yolda kim secikler yoktu. M ezarlığa vardığım ızda O rhan daha gelm em işti,. Lambo, ben çelenk ve çe- le n k i y ap tıran ark ad aş beklem eye başladık. N eden sonra O rhan altan ai- la geldi.

Ö ldükten sonra O rhanı içeri a ld ı­ lar. G ünlerce dışardakiler haber ala­ m adılar. Lambonun, d ü k k ân ı k a ra r­ gâh olm uştu. H erkes O rhanın aziz dostu Lam bodan h ab er soruyordu. Biz iki üç gün içinde b ek lerk en şarap iç­ m ekten param ızı b itirm iş veresiyeye başlam ıştık. Lam boya güvenim vardı. Bekledim . V akti gelince hadi dedi. T atar Kem ali atlattık .. Ç ünkü L am ­ bo sevm ezdi onu.

B urada Mösyö Lam boya şü k ra n la ­ rım ı arz ederim . O tom obil p aram ı o verdi. B eyazıttan sonra. Yoksa ben şarap şişelerinde param ı y itird ik ten : O rhanı da B eyazıtta k açırd ık tan son­ ra zor gider derdim H isara kadar.

M ezarlıkta R ifat Ilgazla berab er yüksekçe bir yerden bakıyorduk. R ifat

beş yüz bilm em kaç devredeki v ere­ mini tedavi ettird iğ i Balıklı Rum has- tahanesinden kaçıp gelm işti.

Y üksekçe yerden h er şey açık seçik ( görülüyordu. O rhan tam sin ’ine y e r­ leşirken C ahit Irg at h ıçk ırarak k a la ­ balık arasından çıkıp bir başka m e z a -, rın betonuna çöktü. Saçlarını avuçla-* mış h ıçkırıyorduk. A k tö rlü k zor. P e k 1 inanan olmadı.

Sonra to p rak atıldı. K anlı canlı , İmam. M evta için son sözü söylem e- den cem aate söz verdi. F ik re t Adil bir! kım ıldadı, sonra vazgeçti. Orhon A rı-' burnu ağhyarak, O rhan alm az ki. Boy- , le de yakılm az iki, deyip hızla m eza­ rın başından uzaklaştı. Kimse be- yenm edi. A ğlam asına da «rol yapı­ yor» dediler.

Nasıl y a tılır yani yüzükoyun ya ( da yan yatılm az ya.

B aşka kim se b ir şey söylemedi. < K im se k endinde n u tu k söyleyecek ce­ saret bulam adı.

İm am talk ın ı verdi, geldi. K em al M ücap’a çelm e takıyor, M ücap da öf­ keleniyordu. Rifat, O rhan ölecek diye bana acırdı, diye şöyleniyordu. B ir süre konuşm ayan, başı önünde y ü ­ rüyen imam.

«Yahu. dedi. «Bunca sene bu k a d a ı\ dlü göm düm , bunca ceraaatgördüm . Böylesini görmedim.»

« Ne v a r hoca bu cem aatte? Y ahu o kadar dua ettim . Tek k u l1; am in dem edi.

N o t : A ynı cem aat yağm urlu g ü n -/ de Z incirlikuyuda Saidin m ezarı b a-/ şında idi. Yalnız bu kere im am okur-) ken b ü tün av u çlar göğe d ö n ü k tü 1 A radan b u k ad ar zam an geçm iş ç o k 1 şey değişm işti. Ö rneğin ezan a ra p ç a 1 okunuyordu.

Ladri Di Biciclette’e alk?ş tutan

Saygılı Bebekler

ı.

Yazan :

Hayri CANER Ş. Avni ÖLEZ Ladıi Di Bicielette, De Sica’nın iyi tümlerindendir. Bir senaryo ve bir reji olarak reel san'at anlayışı içinde işlenmiş, irimin karakter görü­ nümü de yine reel bir düşünüşle amatör yeteneklerin oyununa bırakılmış­ tır. De Sıca bu filmde avantajlı bir durumda, tam deyim* ile bir açık kapt önündedir. Bu amatör oyuncular sinema san’atı bakımından bir sorumlu­ luk taşımıyorlar. Onların artistik değerlerini, seyirci, ölçüye vurmak en­ dişesinden uzaktır. Antonio Ricci ve Bruno günlük yaşayışın insanlarıdırlar. Fiımi ancak bu yaşayışın çerçevesi içinde götürebilirler. Öyle de oluyor. Biz onları, oyunlarında daha ileri bir san at göstermelerini beklemeden, sey- ıediyoruz. Onlan oldukları gibi kabul ediyoruz. Oysa, sinema dünyasının dev isimlerine verilebilirdi bu oyun. O zaman De S»ca avantajlı durumda olmayacaktı. O dev isimlere yakışır büyüklükte işlenmesi gerekecekti oyu­ nun. Yani işler biraz güçleşecekti. De Sica, gösterişsiz bir konuyu yine gös­ terişsiz isimlerle oynamakla bu güçlüğü yenmiş oldu. Bu düşünüş ona her. zaman için kazançlı bir sonuç sağlayacaktı. Sağladı.

De Sica’nın bu filmde başarı kazanmış olması yanında, bu başarının haklı veya haksız oluş idelerinin bir tartışma konusu olarak diişünülebile. ceği geliyor akla. Neden’ini yazalım :

1. Ricei bisikleti çalıp kaçarken, çevrede genel bir acelecilik, bir heyecan havası var. Haik hep birden bu namuslu hırsızın peşinden koşuyor. Onu yakalamak için hepsi söz ve elbirliği etm iş gibi. Bu dürüstl inanış ve hareketi anlanz. Ama niçin Ricci'nin bisikleti çalındığı zaman halkın aynı anlayışı göstermediğini anlamıyoruz. Bisikletin mutlaka çalınm ış olmasına hep birlikte çalışılmış. Oyuncular, senarist v e rejisörü yalancı çıkarmamak için burada da söz ve elbirliği etmişler.

2. Kayıp bisiklet koca Roma’da bir tesadüfle bulunu veriyor. Rea­ lizm in dar görüşü bunu kabul etmez. Tesadüflere inanmak istiyoruz. Ama film bir gerçekçilik iddiasındadır. Tesadüflere ne kadar az yer verirse, o derece başarıya gider.

3. Sırf bir acındırma sahnesi olsun diye, Ricci iie Bruno, bisikleti aramaya yağmur altında devam ediyorlar. Onların ümitsiz bir durumda olduklarını biliyoruz. Ama, bu, o anlık çatı altına sığınmamaları için yeter sebep değildir.

4. Ana tem a’nın, işsizlik ve sefalet içinde bulunan harp sonrası in. sanını perdeye getirmek olduğu iddia ediliyorsa, bir işçinin, bisikletini çal. dırması sonunda düştüğü1 durum konu olarak alınmamalıydı. Bisiklet çalın­ ması tesadüfen olan bir gerçektir. Gaye ise, herzamanki gerçeği gösterebil­ mek olmalıydı. Tesadüfen olanı değil. De Sica’nın büyük iddiası, konunun bu şekilde yabancılaşmasıyle, küçülüyor.

o. Polis memurunun bir söz üzerine ve Ricci'ye aleyhtar en az 20.25 kişilik bir topluluk içinde yine onu haklı bulması pek yapmacık oluyor. Oysa hırsız hastadır. Polis memurunun bu sahnede biraz tarafsız kalması ve hırsızın hırsızlığından, Ricci'nin de ithamının sağlamlığından şüphe et- mcsi gerekir. O braüa seyirci gözü ile oynuyor.

6. Bisikletin sahibi Kieci’yi affediyor Hayır etmemeliydi. Böyle bir son reel değil, fakat sadece idealdir. Rici’nin bisikleti çalma sahnesin, de halk öfkelidir. Bu öfke linç’e kadar varacak hızdadır. Oysa halk hemen Rıccı'yi af yönüne gidiyor. Halkın psikolojisi o anda böyle bir hüküm verdirecek gibi değildir, olmamalıdır.

V Ricci He Bruno’nun kilise içindeki oyunları bir sentimental ko­ mediyi andırıyordu. Hem de bütüıı bu gibi komedilerin en bayağı şekilde islenm iş birini. Kilise içinde yüz kızartıcı şekilde gülünç hareketler yapan

(4)

N ah ife:

4

K Ö I * R İ î

Hikâye

Aya Davul çalanlar

GALERİDEN

N O T L A R :

O D A

İİlkü TAMER

G eçenlerde bir arkadaşım yazdığı oyunun konusunu a n la ttı bana: B ir odadan çıkam ayan in san lar... Başka b ir arkadaşım da oyun yazacak­ mış. K onusunu sordum. Biraz da çekinerek sordum . N eler duyacağım ı bi­ liyordum galiba. Y anılm am ışım . B ir odadan çıkam ayan insanları a n la ta ­ cakmış.

»on yıllarda oyun yazan genç ark ad aşlar çoğalıyor. Yavaş yavaş baş­ ka alan ları bırakıp tiy atro y a kayıyorlar. Ü stelik bu ark ad aşlar o y unların, verecek sahneler de buluyorlar. B una seviniyorum . A m a beni düşündüren, rahatsız eden bir nokta v ar : Neden genç oyun yazarlarım ızın çoğu tutsak, sıkıntılı insanı h ep aynı biçim de (onu bir odaya k a p a ta ra k ) veriyor?

-3 B una ülkem izde oynanan bir kaç yabancı oyunun sebep olduğunu sa­ nıyorum . S a rtre ’in «Gizli O turum », B eck ett’in «P artinin Sonu»... Belki de yabancı oyunları yalnız bizde oynanan örn ek lerin d en tak ip etm e zorunda kalışım ız b u n u m eydana getiriyor. K im bilir, b atın ın başka öncü oyun ya­ zarların ın örneklerini görsek bizde belirm eğe başlayan (tehlikeli olabile­ cek) bu tekdüzelik ortadan kalkardı.

f a .

B aşka bir sebep daha olabilir. Y azarın felsefesi o odayı getiriyor belki de. (N itekim bunu yazım ın başında bahsettiğim ark ad aşlarım d an birisi de ileri sürdü.) Eğer öyleyse, o felsefeyi başka b ir durum la, değişik bir biçim içinde verm ek daha doğru olmaz mı? O klişeleşm eğe yüz tu tm u ş d u ru m u n yazarlarım ızı birçok konularda aynı şeyleri tek rarlam ağ a götüreceğinden korkuyorum .

B u n la rı «Tavtati K ütüpati» yi görd ü k ten sonra düşündüm .

«— Saat sekiz. Nereden geliyor­ sun?» Ü f... Nereden geliyorsun, ne­ reden... Nereden geliyorsam geliyo­ rum. Söğütlükten geliyorum. Gün bo­ yu sokaklarda avarece dolaştım. Git­ tim, pis gölün sularında yıkandım; so­ kak çocuklarıyla oynadım. Her za­ man da gideceğim, her zaman da yı­ kanacağım, her zaman da oynayaca­ ğım. Artık derslere de çalışmayaca­ ğım. Çalışmayacağım, çalışmayaca­ ğım işte.

t— Neden cevap vermiyorsun?.»

Artık sınıfın en yaramazı ben olaca­ ğım. O, mümessil denen sırık numa­ ramı isterse yüz kere yazsın. Kadri öğretmen dayaktan avuçlarımı kızart­ sın.

«— Sus bakalım. Susmağı sen de baban gibi ustalık sanıyorsun.» Ko­ yarlarsa koysunlar, isterlerse bir de sınılta koysunlar. Umurumdaydı.

<t— Derse çalıştın mı?» Çalışma­ dım. Çalışmayacağım da. Tatilde de çalışmayacağım. Bir y ıl daha kalayım, iju Türkçeci de...

Tabiî çalışmadın. Çalışm azsın da. ı,üııkü —İlle ben okuyacağım— diye günlerce ağlayan sen değildin.» Kendine bilmiyorum, bilmiyorum di­ yorum, ille birşeyler söyle, diyor. Bil­ diğin hiç bir yer de mi yok. Y ok -yok - hiçbiryer yok.

«_ Çünkü, —Okutmayacağım be! Ben okudum da sanki...— diyen se­ nin baban değildi.» Hıh, son bir fırsat

daha veriyormuş bana. Ödev. Evde yaparsın, diyor. Açıkça, kime yap­ tırırsan yaptır, diyor, Allah belânı versin... Verirse versin. Ne olur yani, ne yapar. Töbe, töbe. Ödev-mödev is­ temiyorum ben yahu. Ben sınıfta kal­ mak istiyorum. B en... Ben...

«— Çünkü, —İlle okutacaksın oğ­ lumu,— diye yiyeceğim dayağı bile düşünmeden, bir senin için, babanın üzerine yürüyen ben değildim.» Şu gÖ2

ler de, bir damla yaş bırakmaz ki. Rüzgârda olsa rüzgâra bakarsın, ışıkta olsa ışığa bakarsın.

«— Hanııım! Yeter be artık, açlık­ tan öldük yahu.» Babam. İçerde. Oku­ yor. Yemek bekliyor. Yemek te ne yem ek ya. Çay. Sabah çay. akşam çay.

Fevzi GÜNENÇ

«Sen şu ateşi körükleye d u r. Y a­ nınca beni çağırırsın.» Ateşmiş. Bir kıvılcım . Y akabilirsen yak. Çaydan sonra yine ders. Her zam an ders, d u r­ m adan ders üstelik bir de başım a di­ kilecek. İnanm ıyacak ta: —D ers mı okuduğun?— Evet, ders. K an ar m ı ki. Babam a: — Ders m i okuduğu?— Ü f... B u sefer öleceğim. M utlaka öleceğim. Sıkıntıdan öleceğim. B irşeyler y ap ­ m ak, birşeyler k ırıp d ö km ek... Şu m angalı ters çevirsem . Ta ötelere a ta ­ cak bir taş olsa. Şu kediyi «boğazın­ dan tu tu p sıksam sıksam. O turayım bari,. Bugün canım bu k ad ar neden sıkılıyor. Şu O rhan da hep böyle ilk akşam da uyur. Pis ya. U yum asa ol­ maz. Gelse: —Abi annem ateş oldu m u diyoy, dese; G it ulan! diye ense­ sine bir to k a t indirsem ; z ırlay arak gitse olmaz. O zam an b ü tü n öfkem dağılır. Dağılmaz mı? D ağılır. D üşü­

nüyorum , durm am acasına düşünüyo­ rum . Yarım yarım bırak ıp d üşünü­ yorum . Hiç düşünm iyeyün diyorum , olm uyor. D üşünm ek istem ediğim i d ü ­ şünüyorum . Bu nasıl iş. Hah, Servet geMi aklım a. Onu düşünm ek iyi. Ama o gitti. O yok şim di buralarda. Selva da gitti. Selva da yok. O nlar g ittik ­ ten sonra m ı ben böyle oldum ne? Yok canım. Am a yine de onların payı büyük. O nlar sayıyor diye sayıyor­ lard ı ötekiler de beni. Bak, o nlar g i­ dince... Haa tam am . B ütün sebep a n ­ laşıldı. Öyle y a O kay’la konuşm uyo­ ruz. Boşver O kay’ı. Okay kötü. İy i ol­ sa yerim i k ap ar mı? Servet. Şim di ne yapıyor acaba? M utlaka ders çalı­ şıyordun Ya Selva? Selva uyuyor ol­ m alı. Ben de uyum ak istiyorum . Ama önce nasıldı Okay? S erv eti a ra tm ıy o r­ du. O ndan daha düşçüydü. Ne ondan; benden bile... Ne söylesen yok de­ mezdi. O nunla A y’lara, M erih’lere g i­ debilirdik. G eceleri rü y âların a bile

giriyordu. R üyâlarında hep serüven­ ler yaşıyordu. Sabahleyin kalkınca onları k âğ ıtlara aktarıyor, öğretm ene ödev diye veriyor, «10»ları k o p artı­ yordu. Eee öyle olunca sonucun da böyle çıkacağı ortadaydı. Yine de suç bendeydi. D urup d u ru rk e n ensesine şaplak atm anın ne anlam ı vardı. G er­ çekten bunu her zam an y ap ard ık . O bana ben ona sille-tokat girerdik.

Ama bunun da bir zam anı vardı. İn ­ sanın canı sıkılabilirdi. ÎCadri beyden , dayak yemiş, Ş ü k ran hanım dan ko­ nuştu diye sıfır alm ış olabilirdi. Yi­ ne de kızm azdı o. Ne yaptıysa h ep o A tm ışbeş sulusu yaptı. N eydi o: —Cık cık—lar, o: —Bu şaplak ta y enir m i?— ler.

«— M ustafa ateşi getir!» «— H ayır! İyice yanm alı.»

«—■ Bey, şim diye kül oldu, kül...» «— K ül olmuş. O alevler insanı alır g ö tü rü r am a hanım , alır götü­ rür!» Eeh, alevlere b ak hele. Şunun üstüne birkaç köm ür daha atm alı. Hele hele alevler k aran lığ ı nasıl da yaralıyor. Bu ay ak sesleri annem in. Annem bir ateşe bakıyor bir de dik dik bana. Gidiyor. G itsin. B u k a ra n ­ lık ta otu rm ak ta ne zevk. B u alevler- li k aran lık ta. Şimdi Selva’d an bana bir m ektup gelmeli. Postacı hiç m ek ­ tu p m u g etirir gece. Öyleyse telg raf getirsin. Ama geceye y araşan ı y ıld ı­ rım telgrafı. O luyorsa yıldırım telg­ rafı olm alı. Selva n e yazar acaba o pem be kâğıtlaı-lı yıld ırım telgrafa. D ur bakalım Selva te lg raf verm esini biliyor mu? T abi bilecek. Yok a rtık onu da bilmesin. K ocam an kız oldu. Ne mi yazar? Ne yazacak— Bir çok şeyler yazar h er halde. Ö rneğin —Se­ ni seviyorum M ustafa— der. Yaşa be seni seviyorum der. D er der. Niçin demesin. Selva. A teşin alevleri yeşil yeşil yükseliyor. Yok m avi... Hem m avi hem yeşil yükseliyor ateşin alev len . B irşeyler yapm ak, birşeyler v aretm ek duygusuyla yanıyorum . B ir «nazariye» bir «kanun»... Gel de b u ­ lu cu lara kızma. Am a büsb ü tü n h ak ­ sız a a değilim. Ne diye sanki h erk e­ se bulacak birşeyler b ırakm azlar. Bir balon yapam az m ıyım acaba? içine şu köm ürden çıkan gazları doldurur, onu göklere salarım . Sonra da daha büyüğünü yaparım , içine de ben, ooh. H atta...H attâ... Evet, olam az mı? Ola­ bilir. Neden olmasın. «Yaşasın!» A te­ şin üstüne köm ürler koym alı yeni­ den. Bunu yapm alıyım , Yepyeni bir- şey bu. B uluculardan artakaim ış. E na­ yiler, nasıl olm uş ta bunu düşünem e­ m işler. Ben bir bulucuyum . A dım la söylenecek k anunlar olacak. M ustafa K anunu. (Jnüm dünyaya yayılacak. A dım k ita p la ra geçecek. Y ıllar son­ ra öğretm en öğrenciyi tah tay a kaldı- ıacaK. S eyfettin öğretm en olmalı. Hem de m üm essil sırığını kaldırm alı. Söy­ le bakalım M ustafa K anununu, de­ m eli. O da up-uzun boyundan u ta n ­ m adan bir de M ustafa k a n u n u n u n hiç yüzüne bakm am ış olmaz mı? H aydaaa, basar sıfırı o zam an S eyfettin ö ğ ret­ men. Basm alı hem de. M ustafa k a n u ­ nu bu. B oru mu? Bilinmeli. A levler daha gür, gazlar daha yeşil şimdi. GAZ HAVADAN HAFİF ŞEYLERİ ALIR GÖKLERE ÇIKARTIR. Ruh, ru h m innacık birşeydir. Gaz onu alır yıldızlara g ö tü rü r. B urası m uhak kak. Şim diye k a d a r gazdan gidenler öldü sanılıyor ha. Hey Y aıabbim ne budalalık. K im bilir orada onlar şim ­ di ne key ifler çatıyorlardır. Asıl önem lisi geri dönm eği sağlam ak. Ama şim diye k a d a r Kimse dönm ediyse h er halde akılsızlıklarından değil. D ünyayı sevm ediklerinden. Dünya da sevilecek dünyaydı ya. O bu bir yana ben sahiden büyük bir bulucu olm alıyım . Neden denirse, toplam ada yeni sağlam ayı b u lan benim , bunu bulan beıi... F a tm a ’anım n e k ad ar gülerse gülsün, bu benim iyi b ir bu- iuşum du. Ne idi o andaki sevincini. Y erim de bile duram ıyordum . Ama yine de bekliyordum . Önce okullar açılıyordu, sonra m atem atik dersi geli­ yordu, çıkıyordum F atm 'anım m k a r­ şısına, böyle, böyle efendim d iy o r­ dum. Hiç kim seye bile söylemedim. İlk size söylüyorum . A lt alta yazılı bir sürü rak am var. B u n ları topluyo­ ru z am a doğru m u yanlış m ı b ilm i­ yoruz. Ne yapıntılıyız? Sağlam a. N a­ sıl sağlam a? Ü stüne bir çizgi çek te k ­ ra r topla babam topla. B en kolayın; buldum efendim. Önce rakam ların asıl değerlerini topluyorum . T opluyor topluyor dokuzlarını atıyorum . Sonra da toplam a sonucundaki rak am ları

aynı şekil... İkisinden de dokuzlardan k alan rak am lar birbirine eşitse... Sö­ züm ü bitirm eğe koym adan gülmeğe başlıyor F a tm a ’anun. G ülüyor, gülüyor ve yavrum , diyor, b ırak ta bu işleri bulucular yapsınlar. Ben coşmuş arı­ latıyordum , o gülüyordu. Yine de be­ nim için bu d a ustalıktı. F a tm ’anım hiç gülm ezdi ki. Am a bütün bunları niçin yapıyordu biliyordum . H erkese k en d i buluşu gibi anlatacaktı. F ak at a rtık bu seferkinden kim seye bir söz­ cük söyleme. B irisi om uzbaşım da d i­ kilm iş duruyor. Annem . Yeşil alev le­ re ve bana bakıyor.

«— H ım ... D em ek ateş geç olsun diye üstüne k öm ür atıyorsun?» B ir- şey söylem eden içeri gidiyor. Kızuı. Kızsın. Önce m angalın üzerine eğil­ m eliyim . D erin d e rin nefes alm alıyım . Önce başım ağrır. Ç atlayacak gibi ağ­ rır. D ayanm alıyım . B ir d ah a b ir d a­ ha nefes alm alıyım . B ir ayak sesi d a ­ ha. Bu annem in değil. M usluk açıl­ dı. Elini yıkıyor olmalı.

«Ateşi ne y ap tın öyle M ustafa?» A nnem le alay ediyor bu ses. A nnem ­ le. B abam ın olan bu ses. D urm am aca- sına başım ı hep böyle bu yeşil alev ­ ler üstünde tutm alıyım . Hep nefes alıp verm eliyim . Ama, dayanam ıyaca- ğım a rtık galiba. F a k a t dayanm alı­ yım. Yine ay ak sesleri. Gidin, gidin, gelm eyin. M idem ayaklanıyor, başını Kesilmiş boynum a ters yapıştırılm ış sanıyorum . D önüyorum . T ıpkı ta h ta ­ ya saplanan bir burgu gibi toprağa giriyorum . Döne döne. Ü zerim e niçin bu k ad ar çok ağ ırlık koyuyorlar. Ben, göklere yüKselmek istiyorum , y erlere göm ülm ek değil. Ah. k u laklarım . Dört yanım a döıtyüz kilise kurulm uş, dörl yüz çan du rm ad an ötüyor, çabuk ça­ b u k ötüyor, çok gü rü ltü lü ötüyor. K i­ lise seslerini bastıran başka sesler yaklaşıyor. Titiz ve kalın. D avul ve teneke sesleri. D avullar ten ek eler g it­ tikçe yaklaşıyorlar, çan seslerini bas­ tırıy o rlar. K okular, sarsıntılar. K olla­ rım uçak p erv an eleri gibi d öndürülü­ yorlar. Uyum uş, uyanm ış gibiydim. K usuyorum , kuşuyorum . Şim di d ü n ­ y an ın döndüğüne daha iyi inanıyo­ rum . A rtık davul sesleri de durdu, çık lık lar da. Ç ığlıklar mı. Ç ığlıklar da mı vardı. Vardı. B ir ses.

«— U yanıyor. Yaşşa! Önce bir de­ nize düşm üş olm alıyım . O radan ben; bulup ç ık a rttıla r yıldızlılar. «Nerede­ yim??»

«— Uyandı!»

— Nefes al, bol bol nefes al.» Olur, bol bol nefes alırım . B u ra la r nereler?

«Yavrum!» Ne yavrum mu? Ne annem mi. Y ıldızlarda değilim ha?

G özlerim i aralayıp bakayım bir. ö y - ıe ue ağır Ki, goz K a p a n l a r ı m. F a k a t bu k a la b a lık ne böyle? Değil mı kı yıluızlaraa değilim , bu da bir yıldız karşılam ası değil, öyleyse... u u n y a a a y ım işte yeniden. K ahrolası, b e rv e t’sız. Selva'sız, hele bir de O kay- sız dünyada... Am a bü sb ü tü n ü k a y sız aa degıı. İşte ü k a y , işte bütün benim eskiler. E llerinde tenekeden davulları, bana bakıp bekıeşiyoriar. Tamam. B ulaum ! B ü tü n sıkıntım , bütün, a v u t­ ma, aldatm alarım bu akşam içindi. Ay içindi. B u akşam ay tu tu lacak tı; şeytan ayın gözünü bağlayacaktı. Biz davullarım ızla onu k o rk u tu p k açır­ m azsak hep öyle kapalı kalacaktı ayın gözü, oızı bir daha ayuınlatam ıyacaktı. o y s a ki ben o nlarla kavga etm iştim . Hep o başkanlık, gözü kör olası b a ş ­ kanlık, başkanlık için. Ne olurdu, a r ­ tık ... O kay’a gülen gözlerle bakıyo­ rum . O da bana bakıyor. A m a yalnızca bakıyor. G ülüyorum , ah başım ı bir eğebiisem, bir de selâm verebilsem , b arıştık gitti dem ektir. Z ararı yok ar­ lık başkan da ben olm am . Am a bu­ nun altın d a k alm am alı büsbütün. Yok cam m , dem eli, bu zaten senin halikın­ dı. Hem bak az bir şey kaldı. B urada böyle çekişir d u ru rsak ne olur sonra.

«— Hadi, dağılın bakalım . B alan birşey yok işte, köm ür çarpm ış o ka­ dar.»

Baba! Uğur, kolundaki a ltın saate bakıyor. Gösterişçi.

«— N erdeyse sekiz-otuz olacak, d av ran alım reis!» diyor. B udala a k ­ im ca y irm i otuz diyecek. Reisi de ö y ­ le ç a tla ta rak söylüyor ki. T ek amacı Olcay'a y aran m ak işte. O kay d u y m u ­ yor bile. B ravo Okay. G özlerini bana üıkm iş, bakıyor. Onu da benden öğ­ rendi, öyle donm uş gibi bakm ayı. G özlerim le onu çağırıyorum , gel ba­ rışalım . B abam beni kucağına alıyor. Ç ocuklar çık tılar, gidiyorlar. Okay duruyor, bana bakıyor daha, ben de ona. B abam odadan içeri girerk en o da soıcalc kapısından çıkıp gidiyor. Babanı beni pencerenin önündeki se­ dire yatırıy o r, annem üzerim e y o rg a­ nım ı örtüyor, pencereden ay görü n ü ­ yor. Ay, kapkara. A yın gözlerini şey­ tan tutm uş. Belki de hiç bırakm az artık. Biz böyle hep k a ra n lık la rd a k a ­ lırız. Ç ocuklar öylesine gayretle v u ­ ru y o rlar ki, davullarım . K endim i tu ­ tam ıyorum , elim le tem po tu tu p , bir- y erlere b iry erlere v u rm ak istiyorum . O nlar d avullarını çalıyorlar, annem babam bana bakıyorlar, ben aya b a ­ kıyorum . Neden sonra ay yavaş yavaş k u rtu lm ağ a başlıyor, ben nedenini b i­ lem eden yorganı başım a çekip, ağlı­

yorum . ,

29/V/1958

Fevzi GÜNENÇ

Merihten Saldıranlar

Ercüment UÇARI

Orhan Veli şiirine karşı yapılan haksızlıklardan söz açmıştım. B u ko­ nuya devanı elliyorum. Önce bu yönlü söyleyeceklerimin ve söylediklerimin bazı kimseleri kızdırdığını, gocundurduğunu da söylemeliyim. Günümüzde

1939 şiiri görevini yitirmişmidir? Yani 19 yılda bir şiir akımı öyle kolaylık­

la ortadan kalkabilir mi? Veya kalkmalı mı? Şayet bu şiir akımının orta­ dan kalkması gerekiyorsa bunun nedenleri nedir? 19 yıllık akım acaba cemiyetimizdeki görevlerini yapmamış mıdır? Sanat dünyamıza bir pence­ re açmamış, kendi çağım gerekli açı altında incelememiş midir? Bütün ou ve buna benzer daha bir çok sorunun cevabını vermek eminini ki yeni bir şiirin ¡kelerini açıklamak kadar zor ve gereklidir. Belki biraz ilk nazarda anlatmak istediğim şeyle aykırı gözükmesine rağmen gerekli bir ölçüyle işe başlıyorum. Turgut Uyar’ın Pazar Postasının 45 inci sayısuıdaki «Önce aruz öldü» adlı düz yazısındaki bir tümcesi şiir hakkındakj anlayışının pek sağlam bir dalda olmadığı düşüncesine beni sürükledi. «Bugünkü şiirimize başaııgıç değidir, Yahya Kemal» diyor. Bu gereksiz umumî bir söz. Hal­ buki' ben. örneğin Namık Kemal'i bile bugünkü şiire bir başlangıç görürüm. Mesele bir Turgut Uyar şiirinin gökten inmediği keyfiyetine dayanır. Şayet dediklerim iyice açık seçik değilse konuyu şöyle değiştireyim: Pazar Pos­ tası şairlerine ait öyle şiirler hattâ öyle mısralar bilirim ki, bilerek veya bilmeyerek bizi şairi hesabına kuşkulara sevkeder. Örneğin bir Cemal Sü- reya da divan şiirini pekâlâ yakalamak her zaman mümkün olduğu gibi Yahya Kemal'in «Tamburi Cemil bey çalıyor eski plâkta» mısraını Edip Cansever’de «Bir ince ud çalımr.Haremde saltanatla» şeklinde bulmak da kabil. Ama ben bu dedikerimle bu şairleri yermek mi istiyorum? Kısaca hayır. Ben, tesirin Gide gibi, bir sanatçı üzerinde faydalı olduğuna inanıyo­ rum. İnanmadığım sadece ama sadece filân veya falan şairin filân veya f a ­ lan şiire etki etmediğini söyleyenlerin samimiyetleridir. Bu bakımdan 19 yıllık Orhan Veli şiirinin işlevinin tamamlanmış olduğunun ileriye sürül­ mesinin erken olduğuna inandığım gibi «Yedi Meşaleci» lerin, Hece şairleri­ nin de gerektiği gibi incelenmediğine de inanmıyorum. Ve diyorum ki o şiir­ lerde de çok güzellikler var. Bunlara bilmemek, sezmemek yüzünden onla. ra haksızlıklar ediyoruz. Onları da anlamalı ve sevm enin yollarım bulmalı­ yız, Benim değişik bir Orhan Veli şiirinden söz açmak çabamın gereği bu

Referanslar

Benzer Belgeler

Saydam ’ın başbakanlığı bittikten sonra da sık sık hatırlanan ve çoğu zaman geçerliliğini kaybetmeyen bu sözün sahibi Refik Saydam, 19 M ayıs 1919’da

A case of a diabetic patient with unregulated blood glucose level and penetra- ting injury caused by a bony meat and followed by formation of retropharyngeal emphysema, abscess

Olgu Sunumu: Eagle Sendromu (Uzamış Stiloid Çıkıntı Çıkıntı Çıkıntı Çıkıntı)))) Case Report: Eagle’s Syndrome (Elongated Styloid

Serbest kemik greftleri de plağa ek- lenebilir veya plak revaskülarize kemik greftleri için bir temel olarak kullanılabilir (5).. Biz de ol- gumuza titanyum mesh ve kondil

Ve inanıyorum ki, herkes çok iyi nörolog olur, çok büyük cil­ diyeci olur, çok iyi röntgenci olur, çok iyi dahiliyeci olur, çok iyi cerrah olur, ama psikiyatr olmak

Çalışmamızda iki grup ara- sında anlamlı fark olmamakla birlikte, deney grubun- da sigara kullananlarda depresyon puanının daha yüksek olduğu; her iki grupta sigara

Sağlık hizmetlerinin büyük bir bölümünü kapsayan anne ve çocuk sağlığının geliştirilmesi, korunması, doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası bakımın sağlanmasında

— Kitabın önemli bir kısmını oluşturan Celal’in köşe ya­ zıları yüzünden değil yalnız, yazanla okuyan, anlatanla din­ leyen, yazmakla hatırlamak temalarına sık