7 f
Bir takım
çehrelere
...
ı ı *
Hayat boyunca, hayatın sey- rile insan sayısız çehre görüyor. I Bunların en çoğunu âdeta bakmı-
yan gözlerle görüyor ve hemen ayni anda unutuyorsunuz. Kendi lerde tekrar karşılaşınca da, ev velce görmüş bulunduğunuzu ha tırlamıyorsunuz. Nasıl ve ne diye hatirlıyaeaksımz ? Fakat bazı çeh- | reler de var ki, hiç sebepsiz hafi- i zanıza nakşoluyorîar ve varlıkları- m uzun müddet hiç hatırîatama- | makla beraber, gizlendikleri yer
lerde kalıyorlar. Ayni çehreleri
tekrar gördüğünüz zaman hatıra ları hafızada birden yükseliyor. Silinip gitmemiş olduklarına şa şıyorsunuz. Ancak bir takım çeh releri de ilk defa görürken sanki kendilerine bin birinci defa olarak tesadüf ediyormuş gibi oluyorsu nuz. Bunlar, dünya sahnesinde ve herhangi şekilde oynadıkları rol ler sebebile resimleri her gün ga zete ve mecmualarda görülen kim selerdir ve yanınızdan geçip yol larına devam ederlerken bazı ke rede üzerinizde o derecede zavallı bir intiba hâsıl ederler ki, (bu muy ! muş!) diye esef ve hayret eder siniz.
Böyle evvelce resimlerini gör müş olduğum ve sonra kendilerile hiç beklemezken birdenbire kar şılaştığım bir çok çehreleri bir ni zam ve tasnife tâbi kılmağı hiç bir zaman düşünmedim. Düşünmedi ğim için de, bir çoğunun hafıza mın derinliklerinde kaybolup git tiklerini biliyorum. Lâkin bunlar arasında hâlâ baki kalanlar var ki, uzayıp giden ömür senelerinde ve belki son güne kadar mevcut kalacaklarım beni bırakıp gitme diklerini gitmiyeceklerini âdeta te min ederler. Birkısmı da o kadar 1 eski ve uzak zamanlara aitdirler kı, her hatırlanışları ve canlanış ları üzerine (yaş okadar mı iler ledi? Halbuki çocukluğum daha dün sona varmamış mıydı?) diye kendi nefsime hitap eder, hüzne kapılırım...
ilâve edeyim ki, babam be nim çocukluk zamanım için nisbe- ten nadir bir keyfiyet olarak iki lisana âşinâ bulunduğu ve tab’an alafranga olduğu için, hemen her I akşam - o zaman Türklere pek kapalı olan - Serkldoryan’a gider, sefaret davetlerinde bulunur ve evde frenk muhitinin lâfı çok ge çerdi. Bu meyanda, benim henüz
doğmadığım, kendinin de pek
genç bulunduğu sıralarda Istan- i bulda Ingiltere büyük elçiliği et miş olan Lord Duffeıine’e - ya hut da bir gaileden kurtarmak su retile - devlete ettiği bir hizmeti sıkça anlatmağı severdi. Mühim bir şahsiyet olup galiba Hindistan umumî valisi iken ölen ve pek bü yük servetiie de meşhur bulunan bu lordun, üstünde para taşımak âdeti değümiş. Sefaretin yaz mü- nasebetile Tarabyada bulunduğu sırada, bir gün tek başına sefa rethaneden çıkmış, deniz kenarın dan yürümüş, yürümüş, yorulun ca bir kira kayığına binip dönmüş, j Fakat büyük elçilerin bir hüküm- ! dar debdebesile, dolaştıkları bir s ı- 1 rada koca bir lordun bir kira ka yığı üe döneceğine ihtimal vermi- j yerek, sefaret kapısındaki kavas lar keyfiyeti fark edememişler. Büyük elçi kayıktan vakar ile çı kıp elini cebine götürmeden ve ka yıkçının yüzüne bakmadan ilerli- yecek olunca, adam (para!) de miş. Büyük elçi anlamamış, belki 1 ^e ancak kavas başıya bildirilecek
böyle bir dileğin muhatabı edili şinden de sinirlenmiş. Yürümek istemiş ama, kayıkçı asılmış. Ve tam o esnada oradan geçen ba
bam seğirtip gelerek kayıkçıya
hakkını vermiş ve nihayet efendi lerini görüp seğirten kavaslar et rafını kuşatmadan önce Lord haz retleri el verip babama iltifatta bulunmuş.