I I I i i
Z i y a G ö k a l p ’e
\
t \
í4v¿**/v
i 0}
- î T
İbrahim OLGUN
Türk toplumuna bir yön vermeyi kendine ül kü edinen düşünce adamı Gökalp’ı, daha henüz Büyük Zafer’in neşesi içinde ve fakat Cur» huri- yet’in feyizlerini göremeden, bundan kırk yıl ön ce 1924 yılının bir sonbahar günü toprağa vermiş
tik.
Her gününü çalışarak, düşünerek değerlendir diği 49 yıllık ömrünü tamamladığı gün, onun fik ri eğitimiyle yetişen Türk gençliği manevî öksüz lüğü şuurlarının tâ derinliklerinde duymuşlardı.
P A R İ S
T Ü R K Ü S Ü
Mirabo köprüsjnde bir sabalı Düşler içinde iki iskemle. Uzak anılarla sevdiceğim Bana çay demle...
Bir masal burada yaşamak, öyle içten-giizel, öyle tez ki, Unutulmuş aynalarda zaman Anlatmağa gücüm yetmez ki..
Yorgun nice kilometreleri Suladım avuçlarımla Sen’den Diriydi, alımlıydı, tekmil su, Söz açtım güzelliğinden, senden...
«
Sonrasız bir özleme açılan Kuytularda natür-mort parklar Büyür dudaklarında kızların Bikinili şarkılar...
Şimdi İstanbulsun, uzaksın Türküsün ipince su sesinden. Binlerce selâm sana sevdiceğim, Eyfel kulesinden...
Feyzi
h a l i c iÇünkü, bu ülkenin aydınları, Türk milletinin ken di milli değerleriyle çağdaş medenî âlemde var olmasının yollarını, metotlarını ondan öğrenmiş lerdi.
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından beri Türk toplumunu baskısı altında tutan, onu çe şitli bunalımlara götüren bir endişe vardı: Var olmak, ya da yok olmak.
Memleketi kurtarmak endişesi bütün çabala rın önünde yer alıyordu. Bu hayati problem hangi yoldan ve nasıl halledilebilecekti?
Bütün gördüklerimizden, büdiklerimizden
vazgeçip Batı’yı tamamiyle körü körüne taklit mi etmeliydik? Yoksa binbir yabancı etkiyle benlik lerini kaybetmiş, birbirlerine can düşmanı olmuş İslâm kavtaıleri arasındaki ideal birliğinin gerçek leşmesini mi beklemeliydi’.!.'’ -ımları düşünüp avunmak istiyenler de yok değildi.
1908 Meşrutiyetinden sonrası bir yandan bu ve benzeri düşüncelerin çarpıştığı, bir yandan da Türk milletinin öz varlığım bütün dünyaya karşı korumak için en güç şartlar içinde savaştığı dev redir.
İşte Ziya Gökalp, böyle bir ortamda, kimsenin bir başkasını dinlemeğe niyeti olmadığı, her ka fadan ayrı bir sesin duyulduğu bir sırada, Diyar bakır gibi — özellikle o günün şartları içinde — Anadolunun en ücra bir köşesinden kalkmış gel miş, İstanbul’un fikir ve politika çevrelerinde ken dine özel yerini almıştı.
Gökalp düşünmüştü ki, Türk milleti uzun yüz yıllar dünyaya egemen olmuş güçlü bir ulustu. Bu milleti üstün kılan en belli başlı nitelikler neler di ? Halkın yeni hayata intibaksızlıkları nerelerden geliyor? Bu büyük ulus kendi öz benliğinden ne ler kaybetmek istidadındadır? Bütün bu soruları bireT birer cevaplandırmak amacıyla Gökalp Tarih ve sosyolojinin desteğiyle geniş araştırmalara gi rişti.
Anladığıma göre şöyle bir sonuca varmış ola caktı: Milletlerin kendilerine özel kültürleri var dı. O, buna hars diyordu. Sosyal kuramların
kilinde en iyi temel milli kültür olmalıdır. Yalnız bu yeter değildi. Milletlerin meydana getirdikleri ortak bir medeniyet de vardı. Kültür milli, mede niyet milletler arası birer kıymetti. Bunların yeri ne göre değerlendirmek gerekirdi. Türk milletinin din birliği dolayısıyla bağlı kaldıkları bir mede niyet alemi daha vardı. Onu da anlamak gerekirdi elbette.
On dokuzuncu yüzyıldan beri bütün Batı âle mini etkiliyen milliyetçilik hareketinin yirminci yüzyılda Türkiye için kaçınılmaz bir gerçek oldu ğunu olaylar da bütün açıklığiyla ortaya koymuş tu. Türk ulusu, kendi vatanına ve kendi kaderine hâkim olmalıydı. Bu, Türk milliyetçiliğinin belirli bir plân içersinde mütalâası anlamını taşıyordu.
✓
Böylece, Gökalp Türk toplumu için üç um- deli plânını ortaya atmıştı. Türkleşmek, İslâmlaş mak, Çağdaşlaşmak. Bir başka deyişle, Türk mil letinden, İslâm ümmetinden ve Batı medeniyetin den olmak.
Bu esaslar üzerinden bütün sosyal kurumlan ele alan programını hazırlamış, buna «Türkçülü ğün Esasları» adını vermişti.
Ziya Gökalp’ın bu görüşlerinde çelişme değil, fakat bağdaştmcılık olduğu bir gerçektir. Türk toplumu gibi tarihin derinliklerinden akıp gelen büyük bir sosyal yapının bünyesini ele alırken böyle bir senteze varmış olmak zorunlu bir so nuçtur.
Bir şeyi anlamalı;, onu tanımlamak demektir. İşte Gökalp, çok karışık toplum yapımızı ve ku ramlarımızı ele alarak, tanıma götürebilecek ka dar tahlil ve terkip gücüne sahip bir düşünce ada- mımızdı. Yakın tarihimizde çevresine onun kadar düşünce etkisi yapmış her hangi bir şahsiyet bul mak çok güçtür.
Bugüne değin Gökalp üzerine olumlu - olum, suz pek çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Onu göklere çıkaranların yanıbaşmda Batılı düşünür lerle karşılaştırıp çok sathi bulanların fikir alanın da yaptığı büyük devrime Ölümünden sonra du dak bükenlerin sayısı da az değildir. Bunlar ara sında Z. Gökalp’ı kendi kişisel imkânları ve çağı nın koşullan içersinde değerlendirmek gibi olum lu bir yolda bulunanlar da vardır.
Kim ne derse desin, bize göre, Ziya Gökalp, Tanzimattan bu yana Türk toplumuna yön veren düşünce adamlarının başında gelir.
Artık onun araştırmalara dayanarak gerçek değerinin ortaya konması zamanı çoktan gelmiş
tir. Bunun için Ziya Gökalp enstitüsünün vakit geçirilmeden kurulması ve olumlu meyvalamu vermesi gereklidir.
' *
11
tKişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi