• Sonuç bulunamadı

Marmara'nın sessiz adası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Marmara'nın sessiz adası"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

PAZAR, 26 Eylül 2004

PAZAR dnnrsj

Gezi

myasin@hurriyet.com.tr

M

M w

Marmara Adası,

cennet koyları, sessiz

sakin sahil köyleri, taze

balıkları, nar gibi

kızarmış midyesi,

peynirli patlıcanı,

garozu, unezi, peynir

helvası ve iyi insanları

ile Marmara Denizi'nde

pek göze batmayan

cennet bir köşe. İnsan

bu adada Marmara'nın

güzel bir deniz

olduğunun farkına

varıyor.

A va arkadaşım Zeki Alkoçlar'm, "bol bol uskumru yeriz" diyerek başlattığı Marmara Adası gezisinin ilk yazısında, Ada'nın geçmişi, adının hikayesi, Türkler'in adaya gelişini anlatmıştım. Feribot'un yanaştığı ilk iskele olan Çınarlı Köyü'nde, eteklerinde dalgaların oynaştığı bir oteli mesken tuttuk. Sahildeki bir kahvede biraz soluklandıktan sonra, Çınarlı'nın dar yollarından ayrılıp, yıpranmış asfalttan kıvrıla kıvrıla, adanın merkezi olan Marmara Kasabası'na doğru ilerlemeye başladık. Kiminin kıyısından geçtiğimiz, kimini kuşbakışı gördüğümüz koylar öylesine tahrik ediciydi ki, bu adayı daha önce neden tanımadığıma, bu şıkır şıkır sularda neden kulaç atmadığıma, çok yakınlardaki bu sessiz cennete kaçmak için neden bahaneler uydurmadığıma

hayıflandım.

Koylardaki pırıl pırıl sulan görünce, yıllarca "kirli" diye ihmal ettiğim, yüz vermediğim Marmara Denizi'ne nasıl haksızlık ettiğimi anladım. Marmara Adası'nın koylarında, Marmara Denizi'ne ilk defa hayran oldum. Onu yeniden keşfettim.

Kasabanın girişindeki otoparka arabayı bırakıp, Zeki üe birlikte tanıma yürüyüşüne başladık. Balıkçı motorlarmın bağlandığı

limanda hummalı bir faaliyet vardı. Balıkçılar rıhtıma serdikleri rengarenk ağların geçen sezondan kalma yırtıklarım onanyor, ertesi gün sona erecek olan avlanma yasağına karşı son hazırlıklarını yapıyorlardı. Konuşmalarından anladığıma göre adarım etrafı uskumru kaynıyordu. Unutulmaya yüz tutan bu nadide balık, Çanakkale'den Marmara'ya akın etmişti. Hepsinin yüzüne bir gülümseme oturmuştu. Bu gece tüm balıkçıların, rüyalarında, tıka basa uskumru dolmuş ağlan göreceklerinden emindim.

M i D Y E BARLARI

Kasabanın ortasından geçen cadde, yazlık mekânlanmn klasik "piyasa yolu"na

benziyordu. Deniz tarafında restoranlar, kahveler sıralanmış, kara tarafı ise iş yerlerine ayrılmıştı. Yola asırlık çınarlar kol kanat germiş, yazlıkçılan güneşe karşı korumaya almıştı. Kasabanın birbirine paralel uzanan bütün sokaklan yokuş ve merdivenliydi. Bu sokaklan tırmanabilmek için insanın nefesinin kuvvetli olması gerekirdi.

Eski Belediye Başkam Ahmet Enön'ün adayı anlatan kitabından öğrendiğime göre,

iki okul binası ile bir büyük köşk haricinde, kasabanın tüm evleri ahşaptı. 1884 yüında, Yahabi adındaki Rum'un meyhanesinde çıkan yangm sonucu bütün evler kül

olmuştu. Daha soma Belediye, Belçikalı kent planlamacılarına yeni imar plamnı

hazırlatmışlardı. Bu plandan soma, denize dik inen sokaklarda, iki-üç katlı bahçeli evler yapılmıştı. Ama 1980 sonrasında tüm tarihi evler yok edilip, yerlerinde çirkin beton binalar yükseldi.

Yolda yürürken ilgimi "Midye Bar"lar çekti. Kıyıdaki restoranlar, yola bakan duvarlarının üstüne mermerden birer tezgah yapmışlar, orada gelip geçenlere midye dolma, mid're tava satıyorlardı. Bu fırsatı kaçırmak istemedim. Zeki ile hemen barın küçük iskemlelerine oturup, adanın meşhur midye tavasından ısmarladık. Midyenin bulandığı un miktarı, taratorun kıvamı tam yerindeydi. Nar gibi kızarmış midyelerle birlikte, birer bardak soğuk bira içip keyfimizi tam ettik. Soma aheste bir tempoda, sağa sola bakarak Kola burnuna ulaştık. Biz oraya vardığımızda güneş Gelibolu üstünden batmaya hazırlanıyordu. Gurub, yaz akşamının sıcak renklerine boyanmıştı. Sustuk ve güneşin kayboluşunu seyrettik.

Çınarlı'ya döndüğümüzde Onnik Usta, Enes restoranın önündeki kumsala masayı hazırlatmıştı bile. Yemek bir saat önce çapariye takılmış kıraçalarla başladı. Ardından doya doya midye tava geldi. Böylesine lezzetli midyeleri ne daha önce yemiştim, ne de gelecekte yiyebilirdim. Yıllardan beri unuttuğum bütün tatlan hatırladım. Midyelerden soma adanm çevresinde tutulan Uskumrular tabağı süsledi. Yülardan beri uskumru niyetine kolyos yediğim için, bu muhteşem tadı da unutmuştum neredeyse. Tekrar hatırlamam için üç büyük uskumruyu yemem gerekti.

A

d

ANIN TATLARI

Yemek masasmda yemekten konuştuk. Onnik Usta bize adanm tatlarım anlattı. En özgün yemek kuru mihaliç peyniri, kuru nane, yumurta, çok az un ve patlıcanla yapılan peynirli patlıcan yemeği idi. Mayıs ayından Ağustos sonuna kadar avlanan kolyoz ve uskumruların karaciğerinden ve yumurtalarından yapılan Garoz ise rakıcıların vazgeçemediği bir mezeydi. Yaprak şeklinde açıldıktan soma üstüne bol tuz ve kekik ekilen, daha soma güneşte kurutulan uskumrudan yapılan Unez de, adanm övündüğü tatlarm arasmda yer alıyordu. Onnik Usta, taze koyun ve keçi peyniri ile yapılan peynir helvasının tadmı anlatmakta ise epey zorlandı. Onnik Usta, ada Likorinoslannın da eskiden çok meşhur olduğunu, ama şimdi aynı lezzetin

tutturulamadığım öne sürdü. Bu Likorinoslan bir zamanlar Aron Kaptan, aynı boydaki kefal yavrularından yaparmış. Kaptan göçüp gittikten

sonra işin tadı kaçmış. Ertesi sabah erkenden ada turuna başladık. Önümüze ilk olarak Gündoğdu köyü çıktı. Rumca adı Prastos olan bu köy, bir zamanlar Marmara ve Paşalimam adalarının şaraplarının

toplamp, İstanbul'a gönderildiği önemli bir ticaret merkeziymiş. Burada yaşayan Türklerin atalan ise Karadeniz'deki Abana ilçesinden gelmişti. Biz oraya vardığımızda köy henüz uyanmamıştı. Sağlığına düşkün bir kaç yaşh delikanlı, hızlı adımlarla sahilde yürüyor, bir iki balıkçı da geceden attıkları ağlan temizliyordu. Ağlarda birkaç yengeç, birkaç iskorpit, bolca uskumru vardı. Kıyı boyuna iğde ağaçlan dallarım dökmüştü. Kıyıdaki dört duvarı kalmış bir iki tane taş yağhane dışında, eski yapı hemen hemen hiç yoktu. Ben ada köyleri içinde en çok buraya gönül düşürdüm.

G

r

İ RENKLİ TAVŞANLAR

Daha sonra kıyı kıyı Topağacı (Klazaki), Aşmalı (Aftoni) köylerine gittik. Sakin, kendi halinde, yaz kalabalığından ve gürültüsünden uzak köylerdi. Ada'nın diğer ucundaki mermer ocaklanna ulaşabilmek için güney yakasından uzaklaştık. Yabani incir ağaçlannın, menengeçlerin, erguvanların, delicelerin, ardıç çalılarının, böğürtlenlerin, san çiçeklerini dökmüş katır tırnaklarının,

yabani güllerin süslediği yolda derlerken önümüzden tavşanlar kaçışıyordu. Bu gri renkli tavşanlar Avustralya kökenliymiş. 19. yüzyılın başlannda adaya tatüe gelen İngiliz adeler tarafından getirilmiş. Ada'da bu kadar bol tavşan olmasma rağmen, ada tatlan arasmda tavşandan yapdan yemek bulunmaması garibime gitti.

Yol kah tırmandı, kah düzlüğe indi, birbirinden güzel koyların etrafmda dolaşıp, ünlü mermer ocaklannın önüne geldi. Burası feribottan, yeşdliğin arasmda bir yama gibi görünen yerdi. Bir mermer ocağını dk kez bu kadar yalandan görüyordum. Her yer topraktan henüz çıkartdmış mermer bloklarıyla kaplanmıştı. Çok etkileyici bir manzaraydı. Etrafta kimsecikler görünmüyordu ama delicderin sesi güm güm yansıyordu.

Antik çağlardan beri mermer çıkartdan bu ocaklar hala mermer kusmaya devam ediyordu. Dağ adeta bir köstebek yuvasına dönmüştü. Antik çağın ünlü coğrafyacısı Amasyalı Strabon bu ocakları eserinde şöyle anlatmıştı: "Bu adada çok değerli mermer çıkardan büyük bir ocak bulunur. Hatta bu memleketin en güzel anıtları bu mermerden yapılmıştır..." Buradan çıkan mermerler dünyanın dört bir yanındaki sarayları, evleri, sütunları, camileri süslemişti. Ve dünyanın en usta heykeltıraşları, buramn mermeriyle şahaserler yaratmıştı.

D

ö r t n a l a t u r

İ

z m

Ocakları geride bırakıp, kırmızı çamur bulaşmış yoldan Saraylar köyüne indik. Burası adeta bir mermerci kentiydi.

Sinop'tan, Ayancık'tan ve Cide'den yıllar

önce buraya mermer işlemeye gelenlerin torunları da aym işi devam ettiriyorlardı. Saraylar, adanın en büyük köylerinden biriydi. Tüm Umanın çevresi, Mimar Sinan Üniversitesi öğrencderinin yaptığı heykellerle donanmıştı. Bir iğdenin gölgesine sığınıp, adayı düşündüm. Bir zamanlar üzüm, zeytin, balık ve şarapla iç içe yaşayan adada bugün bir çok şey unutulmuştu. 1900'lü yülarda yörenin en kaliteü şarapları bu adada üretilirken, ilgisizlik ve hastalıklar yüzünden bağcılık bir kenara bırakılmıştı. Gelişen meyvecilik ve balıkçılık da zeytinciliği geri plana atmıştı. Ada son yıllarda iyiden iyiye turizme doğru yelken açmıştı.

Yaşlı çınarın altında dönüş vapurunu beklerken Onnik Usta ile sohbete daldık. O, Marmara AdasTmn hiç bir zaman şen şakrak bir yazlık ada olamayacağını söyledi. Ona göre -bana da- burası gürültüden, kalabalıklardan kaçmak isteyenler için ideal bir sığmaktı. O güzelim koylarda kulaç atmak için bu yazı kaçırdım, ama gelecek yaz mutlaka beş on gün adanın tadını çıkaracağnn. Onnik Üsta ayrıca, ekim sonuna kadar adanın tadını çıkarmanın mümkün olduğunu, özellikle balık sevenlerin eşsiz lezzetler bulabileceklerim, iyi bir havada hafta sonu kaçışlarının çok keyif vereceğini de sözlerine ekledi. Benden söylemesi. Ada, çevrede oturanlara hep aynı yakınlıkta...

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Müzikte sosyoloji, müzik ve toplum ilikilerini, iki kavramn birbirinden ayrlamayaca düüncesi ile, zaman ve mekan boyutu içerisinde ele alrken, deien dünya düzeni,

Eskiden balık türleri bakımından çok zengin olan Marmara çevresi son yıllarda, yoni balık avlama usulleri, bilhassa trolcu- luk yüzünden fakirleşmiştir.. Buna rağmen

Bugünkü toplumda her bakımdan erkek­ lerle eşit haklara sahip olan kadından, ev hayatının dışındaki vazifeleri yanın­ da gene yuvasının ulvî varlığı

Biraz da yemek fiyatlarını vereyim; Salçalı kuru fasulye 4 bin lira.. Haşlama et 10

ulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi dergimizin 2019 yılı ilk sayısının zamanında ve bilimsel açıdan zengin makalelerle yayınlanması bize mutluluk vermiştir..

Akademi’ye girebilecek kadar kıymet ve şöhreti ve hiç değilse nüfuzu olâıı bir adam memleketimiz hakkında ve geçir­ diğimiz pek mühim günler esnasındaki

Dışarda ve görevinde çok sert bir kişi olan Ahmet Mithat Efendi evinde kuzu gibiydi.. Beykoz’da bir

Anthrax is common in Africa, Asia and Middle East countries including our country that the control measures are insufficient especially in domestic animals and humans according to