b i i n
72
J
oker
4 Ocak 1998
RESSAM ABIDIN DİNO'DAN MİMAR SİNAN'IN DÜŞSEL YAŞAM ÖYKÜSÜ
AraGülerin objektifinden Selimiye Camii
Ressam Âbidin Dino yaşamının son yıllarında Mimar Sinan
üzerine "çalışıyordu". Bilimsel bir araştırma değildi yaptığı,
düşsel bir yaşam öyküsü yazıyordu. Ne yazık ki
tamamlayamadı.
1 6
. yüzyılın ve bütün yüzyılların en büyük
mimarlarından Sinan üzerine Dino'nun yazdığı bu yaşam
öyküsünün küçük bir bölümünü aktarıyoruz.
Uzun boyl
mavi
devsi rme
Abidin DİNO
Y
ayabaşı Ağasının, Ağımas'ayaklaştığı duyulunca köyü bir telaştır aldı. Korku mu? Neden olsun? Yeniçeri Ocağma evlat salmak cefa değil, zor erişilir bir ayrıcalık. Gençler için yitik köylerde tı mar ve zeamet sahiplerine, sipahilere reayalık etmektense yeniçeriliğin serü venlerine katılmak bir kat daha çekici. Hem Felek, "Yürü ya kulum!" demeye görsün, devşirmenin başına devlet kuşu bile konabilirdi günün birinde.
Gerçi gidip dönmemek, Arabistan çöllerinde ya da Balkan çamurlarmda batmak da vardı, ama belli olmaz bir de bakarsın bizimki, Kubbealtı toplantıla rında soluğu alır ileride.
Köy meydanında borazan sesli Ya- yabaşı Ağa ve de Katip Sururi Efendi, papazla imamın yardımıyla adayları te ker teker gözden geçiriyor; devşirmeli- ğe seçiyor, ya da seçmiyorlardı.
Boy-pos, el-ayak, kaş-göz, her şey önemli.
insan sarrahydı Ağa; uzun etmeden ayırt etmesini biliyordu adamını.
Sinan'ı hemen devşiriverdi. Hemen. Oysa Sinan yirmi yaşlarmda koskoca bir adam. Genelde sübyanlar devşirilir- ken bu "ihtiyarı" seçmek niye?
★ ★ ★
Ünlü 1509 depreminde İstanbul'da 1070 ev tüm yıkılmıştı. Binlercesi de onanm bekliyordu. 109 cami, su bentle ri, surlar, çeşmeler, türbeler, saraylar ya rı yıkık.
45 gün, tastamam 45 gün zaman za man tepişen bir deprem İstanbul'u sil kelemiş, bu da yetmiyormuş gibi, deniz kabarıp taşmış, dalga dalga kıyılan
nh-den seçilmiş kırka yakm devşirme ile birlikte San Kilisenin önünden geçtiler. San Kilisenin papazı gidenleri selamla mak için olacak, sevinçli mi, kederli mi belli değil, çanlarını çalmıştı bir süre.
Bozkır topraklarında gittikçe hızla narak yürüdüler. (...)
Bağdat'ı, Kahire'yi, Atina'yı, Peşte'yi ve daha nice şehri seyredecekler ama Is-
. - - tanbul'a benzer başka bir kent
göreme-hm lan basmış, konkunç yeraltı güm- veceklerdi yervüzünde. Sularla
bulutla-h ı ı r bulutla-h ı m r ı r r l û l e f a n m ı l A d ı m u ^ J J
bürtüleriyle İstanbul halkının ödünü koparmıştı. (...)
Topraklar sahiden yarılmış, yangın lar tutuşup mahalleden mahalleye sıç ramış, surlar iskambil kağıdı gibi sağa sola devrilmiş, ama İstanbul yaralı da olsa, yerli yerinde duruyordu dipdiri. (...)
Tarihçilere bakılırsa dediği dedik Pa dişah, kimine göre 15.000 ustayı, kimine göre 75.000 usta ile ırgatı çalışünp, ken tin kaba onanmının tamamlatmak iste mişti bir çırpıda. Deprem İstanbul’dan başka Edirne'den Çorum'a kadar nice binayı yerle bir ettiğine göre, yetişkin ustalar için dünya kadar iş vardı; 5-10 yıl sürebilecek bir yeniden yapılanma. (...)
★ ★ ★
İstanbul nerde, Ağımas nerde; Sina n'la arkadaşları Ağanın peşinden yola çıkma haçzırlığındalar daha.
Artık devşirmelerin üstbaşları, kü lahları, deri torbalan, çizmeleri hep kı zıl. Adet böyle.
Ağımas'ı terketme vakti gelmiş çat mıştı. Hem sevinç hem keder. Sinan'ın anası ve kızkardeşleri ağlaştılar. Gurbet gurbettir, ayrılık ayrılık, ama umutla baktılar uzaklaşan gençlerin ardından.
Dereyi aşıp karşı bayın tırmanıyor lar, benli, bozaü üstünde Yaya başı Ağa, ardından latırlı azık arabası üstünde Katip Efendi, yük taşıyan develerle ça vuşlar, devşirmeler kalabalığı uzayıp gidiyordu böylece.
Salt Ağımas'tan değil, civar
köyler-ra bunca haşır neşir.
Bakıyorlardı.
Sağ tarafa bakınca, dudak misali iki kıyı arasında uzanıp giden bir su ışıldı yordu.
Boğaziçi girifit bir isim. Hem Boğaz, hemde Boğaz'm içi...
Sol tarafta Saraybumu, sulan yaran bir burun ve tepede sarayın yamacında, iri Ayasofya.
Ayasofya acımasız bir güzellikte. Sanki, "N e yaparsan yap, eşim mene- dim yok ve olam az" der gibi bir hali var. Meydan okuyor düpedüz.
Toy bir devşirmeden neydi ki Sinan, bu meydan okumanın karşısında ezilip büzülmesin? Hayret! Sinan oldukça hantal bulmuştu Ayasofya'yı. Ona göre bir yapı aşağıdan yukarıya süzülüp, boy vermeliydi. Oysa bu mabed yukan- dan aşağıya abanıyordu yeryüzüne.
Derken, Sinan'ın gözü Galata Kulesi- 'ne ilişti. Bu kule tıpkı Kayseri müftüsü ne benziyordu. İri olmaya iriydi ama, nafile, kule şarap fıçısı kokuyordu ta uzaktan. (...)
Hele şükür! Nihayet kürekleri suya çarpa çarpa iri kayıklarla açıldılar Bo- ğaz'a
Bakıyorlardı. Yaklaşan İstanbul bin başlı bir canavar besbelli. Sanırsın, çiğ çiğ yutup yiyecek devşirmeleri.
Alacakaranlıkta kıyamet kopuyor. Bir gürültü, bir şamata... Haliç'te kıyılar insan dolu. Kandiller, fenerler, çırağlar yarımca, sanki yıldız yağmuruna tutul muştu ortalık.
Edirne'deki Selimiye Camii'den bir tavan süslemesi... (üstte) Kadırgadaki Sokollu Paşa Camii ( solda). Süteymaniye Camii’nin kubbesi (sağda). Sinan ilk başta Ayasofya’dan etkilenerek tasarladığı bu kubbeyi, sonradan dört yarım kubbeyle desteklemişti.
Üst üste, alt alta kayık debboyları nın arasında bir rıhtım a ayak basıp, "H am dolsun! Sağ salim İstanbul'da yız" demişti Ağa, iki elini dua ederce sine kulaklarına götürerek.
O gece kışlada öylesine derin bir uykuya dalmıştı ki Sinan, uyanmaya- bilirdi bir daha. Rahat bırakırlar mı adamı? Kışlada, sabah karanlığında bağıran Ağa'nm sesi çınlayınca, dev şirmeler kendilerini Bolu ormanında sandılar. Fırladılar döşeklerinde; acık mışlardı. O sabah karınlarını iyice do yurduktan, İstanbul'un somun ekme ğinin tadına hayran kaldıktan sonra hamamın yolunu tuttular; Ankara'dan beri doğru dürüst yıkanmamışlardı.
Usturalı Berber Çavuş kafalarını iyice kazıdı. Hemen sonra Eyyub'a yü rüyüş başlayacak, gündüz gözüyle Kayseri'den bin kez büyük İstanbul seyredilecekti.
Önce Bayezid Camii çıktı Sinan'ın karşısma. Alıcı gözüyle yapının taşma baktı Sinan, pek beğenmedi. Ona kar şılık mim arisine diyecek yoktu; her şey çift düşünülm üş, görülecek şey. Minaresi iki, şadırvanlı, avluyla cami nin alanı eş, sağlı sollu, dengeli iki ka
nadı olduğu gibi, iki yarı kubbe esas kubbeye destek, "A şkolsun M imar Yakub Ağa'ya, sapma kadar erkek bir cam i," demişti Sinan. (...)
Tekrar yola koyuldular. Hava gü zel. Süleymaniye Camii'ne uğrayama- dılar, nasıl uğrasınlar ki! Süleymaniye daha yok! O nu yaratacak olan uzun boylu, uzun bacaklı şu devşirme oğlan Sinan... Yürüdüler. (...)
(P, S a yı: 1, B ahar 96)
SİNAN'IN
CAMİLERİ
Şehzade Paşa Camii, İstanbul, 1544-48 Süleymaniye Camii,
İstanbul, 1550 Mihrimah Sultan Camii,
İstanbul, 1555 Riistem Paşa Camii,
İstanbul, 1555 Sokollu Mehmed Paşa Camii,
Kadırga, İstanbul, 1570 Selimiye Camii,
Edime, 1570-75
Taha Toros Arşivi