• Sonuç bulunamadı

El-Cezire Fatihi İyaz Bin Ganem ve Mardin'in İslamlaşması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "El-Cezire Fatihi İyaz Bin Ganem ve Mardin'in İslamlaşması"

Copied!
108
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI ORTAÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

EL-CEZİRE FATİHİ İYAZ BİN ĞANEM

VE MARDİN’İN İSLAMLAŞMASI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. HASAN BAHAR

HAZIRLAYAN ABDÜLBAKİ BOZKURT

(2)

İÇİNDEKİLER KISALTMALAR... iii ÖNSÖZ... iv GİRİŞ I. AMAÇ-METOD-KAYNAKLARIN TANITILMASI A. Amaç ve Metot ... 1 B. Kaynaklar ve Araştırmalar ... 1

C. Mardin ile İlgili Yapılmış İncelemeler... 6

II. EL-CEZİRE... 6

III. MARDİN ... 8

A. Şehrin Coğrafi Konumu ve Yapısı ... 8

B. Mardin İsminin Menşei ... 9

C. İslâmiyet Öncesi Mardin ... 10

I.BÖLÜM İYAZ B.GANEM’İN HAYATI ve KİŞİLİĞİ I. İYAZ’IN KİMLİĞİ VE İSLÂM’A GİRİŞİ ... 13

A. İyaz’ın Kişiliği ve Devlet Adamlığı ... 14

B. İyaz’ın Katıldığı Savaşlar ve Fetihler... 16

C. İyaz’ın Fetih Stratejisi ... 36

II. BÖLÜM MARDİN’İN FETHİ ve MARDİN’DE İSLÂMLAŞMA I. MARDİN’İN FETHİ ... 40

A. İslâmlaşma Sürecine Bizans’ın Dolaylı Katkısı... 47

B. Müslümanların Sürece Katkıları... 52

II. İSLÂMİYET ÖNCESİ MARDİN VE ÇEVRESİNDE MEVCUT DİNİ ZÜMRELER... 58

A. Hıristiyanlar... 59

B. Mecusiler ... 60

(3)

D. Emeviler Döneminde İslâmlaşma ... 67

E. Abbasiler Döneminde İslâmlaşma ... 68

III. MARDİN’DE ARTUKLULAR DÖNEMİNDEN KALMA İSLÂM ESERLERİ... 71

SONUÇ... 75

KAYNAKÇA ... 77

(4)

KISALTMALAR

a.g.e. : adı geçen eser a.g.m : adı geçen makale bkz. : bakınız

C. : Cilt Çev. : Çeviren

DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi

İA : Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi S. : Sayı

s. : sayfa Yay. : Yayınlayan

(5)

ÖNSÖZ

Yeryüzünde hoşgörünün bu kadar yaşandığı başka bir kent var mıdır?

Ortaçağda yoğun dinsel savaşların yaşandığı, insanların inançlarından dolayı birbirlerini boğazladığı bir dönemden geçmiş olan Mardin’in, günümüzde bile nüfusunun bir kısmını Süryaniler oluşturuyorsa bizim de elbette böyle bir soruyu sorma hakkımız doğacaktır. Bizleri hoşgörü adına yargılamak isteyenlerin aynaya bakmaları gerektiği kanaatindeyim. Nitekim Hıristiyan Marunî ünlü yazarlardan Âmin Maalouf’u bu konuda dinlemek gerekir. İşte Maalouf’un söyledikleri: “Eğer atalarım Müslüman ordular tarafından fethedilen bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen bir ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyarak 14 yüzyıl köy ve kentlerinde yaşamaya devam edebileceklerini sanmıyorum. İspanya Müslümanlarına ne oldu? Sicilya Müslümanları neredeler? Tek kişi kalmamacasına katledildiler veya cebren Hıristiyanlaştırıldılar” (Âmin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, Çev. Aysel Bora, İstanbul 2000 s.50).

Bilmem başka söze hacet kaldı mı?

Yaptığımız bu çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde, üzerinde yoğunlaştığımız el- Cezire bölgesinin coğrafyası, stratejik konumu ve sınırları hakkında bilgi verilmiştir. Aynı bölüm içerisinde Mardin’i de genel anlamda değerlendirmeye çalışılmıştır. Şehrin coğrafi konumu, isminin menşei ve İslâm öncesi geçmişi verilmeye çalışılmıştır. Burada amaç, üzerinde çalışma yapılacak olan el-Cezire ve Mardin’i genel anlamda tanıtmaktır.

Çalışmamızın birinci bölümünde Mardin ve daha birçok yerin fethini gerçekleştirecek olan İyaz b. Ganem’in hayatı anlatılmıştır. Buradaki amacımız böylesi büyük bir komutanı yakından tanıtmaktır. İkinci bölümde ise; fetihlerin ardından, fethedilen bölgelerdeki İslâmlaşma hareketine Bizans’ın dolaylı katkısı ve bu katkılara karşın Müslümanların izlediği strateji aktarılmıştır. Bunun yanı sıra Mardin ve yakın çevresinde İslâmlaşma konusu da ele alınmıştır ve bu konu, dönem dönem ele alınarak incelenmiştir. Bu bölümün amacı; İslâmi fetihlerin bölge halkınca olumlu karşılandığını göstermek ve hiçbir zorlama olmadan, insanların İslâmiyet’i ne şekilde kabul ettiklerini ortaya koymaktır.

(6)

Bu çalışmanın hazırlanması sırasında yardımını esirgemeyen çok değerli hocalarım Prof. Dr. Hasan Bahar’a, Prof. Dr. Mikail Bayram’a, Yrd.Doç.Dr. M. Ali Hacıgökmen’e ve ayrıca Mardin İhtisas Kütüphanesini kurarak çalışmamıza büyük bir kaynak desteği sağlayan Dr. İbrahim Özcoşar’a, yoğun çalışmama iştirak eden dostum Fasih Dinç’e ve diğer dostlarıma, evdeki çalışmalar esnasında dağınıklığıma sabır gösteren eşime teşekkürü borç bilirim.

Mayıs, 2006 Abdülbaki Bozkurt

(7)

GİRİŞ

I. AMAÇ-METOD-KAYNAKLARIN TANITILMASI

A-Amaç ve Metot

Mardin’i, İyaz b.Ganem ile birlikte ele almak, İslâmlaşmasının, iddia edildiği gibi kılıç zoruyla mı yoksa içten gelen bir iman sonucunda mı gerçekleşmiş olduğunu araştırarak ortaya koymak ve şu anda özellikle Mardin ile ilgili dillendirilen bir takım olumsuzlara karşı gelecek nesillere yol göstermek.

Araştırmamızı yaparken tarihin bilimsel metotlarına riayet ettik Önce kaynak taraması yaptık, ardından kaynakları sınıflarına ayırdık. Daha sonra elimizdeki verileri analiz ederek benzer olanları veya aynı olaydan farklı bahseden iki eserden sonra üçüncüsüne başvurarak objektifliği sağlamaya çalıştık. Ciddi bir tenkitten sonra elimizdeki verileri birleştirdik. Elimizdeki bu verileri birleştirirken her zaman genelden özele doğru bir yol izledik.

B-Kaynaklar ve Araştırmalar:

İslâmi fetihlerin Hz. Ömer döneminde yoğunlaştığı bilinen bir gerçektir. Bu fetihleri araştırırken en doğru bilgiyi vermesi beklenen kişiler, ya o dönemde veya o döneme yakın bir dönemde yaşamış olan kişilerdir. Bu dönemi yaşayan veya yakın dönemlerde yaşamış İslâm tarihçileri şüphesiz ki vardır. Ancak araştırmamız esnasında maalesef istediklerimizin tümüne ulaşamadığımız için, var olanlarla yetinmek zorunda kaldık.

Mardin’in fethi ve İslâmlaşması konusu özellikle bâkir sayılabilecek bir konudur. Bu konu şimdiye kadar detaylarıyla araştırılmamış, bu yönde derli toplu bir eser verilmemiştir. Şüphesiz bu durum işimizi en çok zorlaştıran taraftı. Ana kaynaklarda yeterince bilgi verilmemesi zaman zaman ikinci elden hatta üçüncü elden kaynaklara dahi bizleri müracaat etmek zorunda bırakmıştır. Bazen de yorum yolu tercih edilerek bir sonuca varılmaya çalışılmıştır.

Bu çalışmada Arapça kaynakların Türkçe’ye çevrilmiş olanlarından faydalanıldığı gibi çevrilmemiş olan eserlerden de bizzat okunarak tercümesi yapılmış ve yapılan bu tercümeler araştırmamızda kullanılmıştır. (Örneğin: El-Vakidi, Eş-Şümeysani, İbn-i Havkal, Ebu İshak, en-Numeyri, İbn-i Hacer, ez-Zirikli, Ed-Dahlan, gibi).

(8)

Bu temel kaynakların yanı sıra konumuzla ilgili yerel Süryani kaynaklarına da müracaat edilmiştir. Ayrıca konumuzu ilgilendiren yabancı araştırmacıların ortaya koymuş olduğu araştırma eserler, faydalandığımız kaynaklar arasında yer alır. Bunlara ilaveten ansiklopedilerde konumuzla alakalı maddelerden ve değerli bilim adamlarımızın neşrettikleri makalelerden de faydalanma yoluna gidilmiştir.

İbn-i Kesir (Abdullah Ebu Bekr, Ebu Ma’bad) : 665 yılında Mekke’de doğduğu rivayet

edilen İbn-i Kesir, Arabistan’ın güneyine hicret etmiş Farslı bir ailenin oğludur. Mekke’de kadılık yapmış ve 738 yılında vefat etmiştir. “El-Bidaye ve’n-Nihaye”, adlı eserinde, insanlığın doğuşundan, kendi dönemine kadar olan olayları anlatmaktadır. En fazla yararlandığımız kaynaklardan biridir. Eserden, daha çok İyaz b. Ganem’in hayatı ve özellikle yapmış olduğu fetihleri ortaya koymaya çalışırken faydalanılmıştır. Mustafa Keskin tarafından çevirisi yapılmış olup, araştırmamızda bu tercümeden yararlanılmıştır.

El-Vakidi (Ebu Abdullah b. Ömer b.Vakid el-Vakidi)(746–823): “Fütuhu’ş-Şam” ve

“Fütuhu’l-Cezire,”adlı eserlerin müellifidir. Gerek Taberi’nin gerekse Belazuri’nin vermedikleri ayrıntıları vermektedir. Günümüze ulaşan en eski kaynaklardandır. Konuları ele alış biçimi çok abartılıdır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu fetihlerini çok teferruatlı anlatan önemli kaynak eserlerdir. Çalışmamızda her iki eserin Arapça baskısından faydalandık. Mardin’in fethi, İyaz b. Ganem’in el-Cezire’deki fetihleri, Mardin ve çevresindeki İslamlaşma hareketleri gibi konularda bu iki eserden faydalanma yoluna gidilmiştir.

El-Belazuri (Ebu’l-Hasen Ahmed b. Yahya b. Cabir b. Davut el-Belazuri) (Ö.892):

Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Farsça’dan Arapça’ya tercümeler yaptığı için çağdaş araştırmacılar genellikle İran asıllı olduğunu söylemektedirler. “Fütuhü’l-Büldan”, Peygamber efendimiz döneminden, hicretin III. yüzyılına kadarki ilk fetihleri, bölge ve şehir esasına göre anlatmıştır. Eserinde, olaylarla ilgili çeşitli nakillere yer vermiştir. Çalışmamızda İyaz b. Ganem’in hayatını tespit ederken ve özellikle katılmış olduğu fetih hareketlerini aktarırken Türkçe çevirisinden yararlandık. Çevirisi Mustafa Fayda tarafından yapılmış olup Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır.

Taberi (Ebu Ca’fer Muhammed b.Cerir b.Yezid et-Taberi) (839–923) İslâm tarihçisi ve

müfessir olup Taberistan’ın Amül kentinde doğmuştur. Yazmış olduğu “Tarih-i Taberi” adlı eserinde dünyanın yaradılışından, kendi dönemine kadarki hadiseleri ihtiva etmektedir. İyaz b. Ganem’in hayatı ve fetihleri gibi konuların incelenmesi sırasında Türkçe çevirisi olarak neşredilmiş ciltlerinden faydalandık. Türkçe’ye çevirisi, M.Faruk Gürtunca tarafından yapılmıştır.

(9)

İbnü’l-Esir: Bu isim Ceziret-i İbn-i Ömer’li olup Arap âlimlerinin en meşhurlarından

olan üç kardeşin kullandıkları ortak bir isimdir.1160’ta doğmuş 1234’te vefat etmiştir. “El-Kamil fi’t-Tarih” adlı eserin müellifi bu üç kardeşten ikincisi olup asıl adı; İzze’d-Din Abdül Hasan Ali b. Muhammed’tir. Yazmış olduğu bu eser, İslâmiyet öncesi Arap yaşantısı dâhil olmak üzere, 1232 yılına kadar olan dönemi kapsamaktadır. Eserinde diğer İslâm tarihçilerinin kendine göre bırakmış olduğu eksiklikleri tamamlamaya çalışan ve eleştirel bir bakış açısıyla yazan tarihçilerden biridir. Çalışmamızda Türkçe’ye yapılan tercümesinden özellikle İyaz b. Ganem’in hayatı ve fetihlerini araştırırken faydalandık. Eser, M.Beşir Eryarsoy tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

İbn-i Havkal en’Nasibi (Ebu’l-Kasım Muhammed) : Ünlü seyyah ve coğrafya

âlimidir. Doğum tarihi bilinmemekle birlikte 943 yılında Bağdad’tan ayrıldığını kendisi yazmaktadır. Hem ticari işlerle uğraşıp hem de dünyadaki değişik milletler hakkında bilgi edinmek amacıyla seyyahlık yapan biridir. İslâm dünyasını doğudan batıya kadar gezmiştir. Telif etmiş olduğu “Siretü’l-Arz” adlı eserinde, gezmiş olduğu bu coğrafyayı teferruatlı bir biçimde anlatmaktadır. Çalışmamızın giriş kısmını oluşturan başlıklardan biri olan el-Cezire’nin sınırlarını tanımlarken kaynağın Arapçasından tercüme yapmak suretiyle faydalanma yoluna gidilmiştir.

İbn-i Hacer el-Askalani: Asıl künyesi; Ahmed b. Ali b.Muhammed b.Muhammmed

b.Ali b. Ahmed, Şihabe’d-Din Ebu’l-Fazl el Kinani el Askalani el Mısri el-Kahiri 1372 ile 1449 yılları arasında yaşamıştır. Şafii mezhebine mensup meşhur fakih, müverrih ve hadis âlimidir. Künyesinden de anlaşılacağı gibi Mısır’ın Kahire şehrinde doğmuştur. Yaşadığı süre içerisinde 150 den fazla eser meydana getirmiştir. Çalışmamızda bu eserlerden biri olan “el-İsabe fi Temyiz es-Sahabe” adlı eserin Arapça baskısından, özellikle İyaz b. Ganem’in kişiliği ile ilgili bilgileri tespit etmek amacıyla yararlandık.

Ed-Dahlan: Esas ismi; Ahmed b. Zeyni Dahlan’dır.1817 yılında Mekke’de doğmuş bir

tarihçidir. Mekke’de bir süre kadılık ve müderrislik yapmıştır. “El-Fütuhatü’l-İslamiyye” adlı eserinin dışında Peygamber ve sonraki dönemlerle ilgili dört tane eseri bulunmaktadır. Çalışmamızda “El-Fütuhate’l-İslamiyye” adlı eserinin Arapçasından, İyaz’ın fetihleri ile ilgili olan kısımlarından faydalandık. Ed-Dahlan 1886 yılında Medine’de vefat etmiştir.

En-Numeyri: Esas künyesi; Ebu Ömer Celaleddin Yusuf b. Abdullah b. Muhammed

b.Abdilberr en-Numeyri’dir. 978 yılında Kurtuba’da doğmuştur. Muhaddis, münekkid, edip, tarihçi ve Maliki fakihidir. İlim bakımından, köklü bir aileden gelmektedir. 100’ü Endülüslü olmak üzere 107 âlimden icazet almıştır. Çalışmamıza kaynaklık eden; el-İsti’ab fi Ma’rifetü’l-Ashab adlı eserinin Arapça baskısından, özellikle İyaz b. Ganem’in esas

(10)

künyesini tespit etmek amacıyla yaralanma yoluna gidilmiştir. Eser, daha çok sahabe biyografisi türünde olup tarih ve tabakat alanında yirmi kadar kitaptan faydalanılarak oluşturulmuştur. En-Numeyri 1071 yılında vefat etmiştir.

İbn-i Hazm: Esas künyesi; Ebu Muhammed Ali İbn-i Ahmed İbn-i Said İbn-i Hazm

ez-Zahiri el-Endelüsi’dir. 994 yılında Kurtuba’da doğmuş olan İbn-i Hazm Endülüs Araplarındandır. Birçok mevzularda, gayet malumat sahibi, ihatalı bir âlimdi. Kelam ve tarih konularının yanı sıra şiir alanında da uzman bir kişiliğe sahipti. Hadis konusunda da oldukça iyi olan İbn-i Hazm için kendi döneminde, yazdıklarından dolayı; “İbn-i Hazm’ın kalemi, el-Haccac’ın kılıcı kadar keskindir” denilmiştir. Esmaü’s-Sahabe er-Ruvat (Hadis Rivayet Eden Sahabeler) adlı eserinin Arapça baskısından, İyaz b. Ganem’den nakledilen hadis ile ilgili bilgiden yararlandık. Eserde İyaz’ın dışında, kendilerinden hadis nakledilmiş olan sahabelerden ve hadislerinden söz edilmektedir. İbn-i Hazm’ın ölüm tarihi bilinmemektedir.

İbn-i Cevzi: Esas künyesi; Abdurrahman b. Ali b. Muhammed Ebu’l-Farac

Cemaleddin’dir. 1116 yılında Bağdad’ta doğmuştur. Hanbelî fakihlerinden, vaiz ve mütefennin bir Arap müellifidir. Zengin ancak ilimle ilgisi olmayan bir ailenin çocuğudur. Kendi çabasıyla elde ettiği ilimle, önemli bir konuma ulaşmıştır. Kendisiyle ilgili rivayet edildiğine göre; yaşadığı süre içerisinde sadece hadis yazmak için kullandığı kalemleri yontmasından elde ettiği parçaları toplamış, ölünce yıkanacağı suyun bununla ısıtılmasını vasiyet etmişti. Öyle yapılmış ve bu kalem parçaları suyu ısıtmağa yettiği gibi artmıştı bile. İyaz b. Ganem’in kişiliğini aktarırken faydalandığımız kaynaklardan biri olmuştur. Arapça nüshasından faydalandığımız Sıfat-ı Saffe adlı eseri dört ciltten ibaret olup, değişik ülke ve devirlerde yaşamış sufilerin tercüme-i hallerinden ve söylemiş oldukları sözlerden bahsetmektedir.

Ez-Zirikli: Arap dünyasının ünlü ansiklopedi yazarlarındandır. Tek başına oluşturmuş

olduğu El-A’lam adlı ansiklopediden, İyaz b. Ganem’in hayatını yazmak amacıyla, Arapça metninden yararlanılmıştır.

Corci Zeydan: 1861’de Beyrut’ta Ortodoks mezhebine mensup fakir bir ailenin çocuğu

olarak dünyaya gelmiştir. İlk ve orta öğrenimini doğduğu yerde yaptıktan sonra Beyrut’ta Amerikan Tıp Kolejine başladı. Daha sonra da bu öğrenimini Mısır’da tamamlamak zorunda kaldı. Bir süre sonra edebiyat, tarih ve dil konuları üzerinde yoğunlaştı.1886’da İngiltere, Fransa ve İsviçre’yi içine alan Avrupa seyahatine çıkmış ve bu ülkelerdeki belli başlı arşiv, müze ve kütüphane, müze ve üniversitelerde araştırmalar yapmıştır. Yaptığı araştırmalar sonucunda ortaya koymuş olduğu yedi eserinden birisi olan beş ciltlik Tarihu’t-Temeddüni’l-İslami (İslam Uygarlıkları Tarihi) adlı eserin I.Cildinden, İslamlaşma ile ilgili alanlarda

(11)

Necdet Gök’ün yaptığı tercümeden yaralandık. Eser, İslam öncesi Arap yaşantısından başlayıp Memlükler dönemine kadarki dönemi kapsamaktadır. Türkçeye çevrilmiş bazı tarihi romanları da olan Zeydan, 1914 yılında Kahire’de ölmüştür.

Ira M.Lapidus: Kalifonya Üniversitesi, Berkeley’de Center for Middle Eastern Studies

bölümünde tarih profesörüdür. Ortadoğu ve İslam Tarihi konusunda uzmandır. Çalışmamızda faydalandığımız “A History of Islamic Societies” (İslam Toplumları Tarihi) adlı eserinde İslamlaşma konusunda önemli bilgiler vermektedir. İslam’ın doğuşundan evvel Arap toplum hayatından başlayan eseri 19. yüzyıla kadar, İslam’ın bir taraftan yayılışı anlatılırken diğer taraftan da farklı bölgelerde yaşayan İslam toplumlarının kültür ve yaşayışlarını anlatmaktadır. Türkçe çevirisi, Yasin Aktay tarafından yapılmış olan eserin İslamlaşmayı hızlandıran faktörlerle ilgili bölümünden yararlandık.

Ebulfazl İzzetî: İran asıllı olan İzzetî, 1932 yılında doğmuştur. Tahran Üniversitesinden

1952 yılında mezun olmuştur. Birkaç yıl Tahran Üniversitesi İslam Araştırmaları Fakültesinde bulunmuş daha sonra A.B.D. Harvard Üniversitesi ile İngiltere Reading Üniversitesinde araştırmacı olarak çalışmıştır. Büyük bir araştırma sonucu ortaya çıkarmış olduğu anlaşılan

“İslam’ın Yayılış Tarihine Giriş” adlı eserin büyük bir çoğunluğu müsteşrik araştırma ve

görüşlerinden derlenmiş olduğu görülmektedir. İçerik olarak; İslam’ın yayılışını kolaylaştıran faktörleri ayrı ayrı gruplandırmış ve bunları ayrıntılandırarak ele almıştır. Detayları verirken özellikle Müslüman olmayan bilim adamlarının görüşlerine yer vermek suretiyle İslamiyet ile Hıristiyanlığı karşılaştırmıştır. Okunmaya değer bir kitap olan bu eserin Cahit Koytak, tarafından yapılmış olan Türkçe tercümesinden İslamlaşma konusunda faydalanma yoluna gidilmiştir.

Bernard Lewis: Londra Üniversitesi'nde eğitim gördü; yüksek lisansını Ortadoğu

Tarihi yoğunluklu olmak üzere Tarih konusunda, doktorasını ise İslam Tarihi konusunda yaptı. Paris Üniversitesi'ndeki araştırmaları sırasında Türkçe öğrendi. 1998 yılında Atatürk Barış Ödülü'nü aldı. Araştırma alanları Ortaçağ İslam Dünyası, günümüz Ortadoğusu ve Osmanlı İmparatorluğu'dur. Araştırmamızda, The Middle East (Ortadoğu) ve The Arabs in History (Tarihte Araplar) adlı iki eserinden yaralanılmıştır. “Ortadoğu” adlı eserinde; Hıristiyanlık ve İslamiyetin zuhurundan önceki Ortadoğunun yanı sıra, bu dinlerin gelişinden sonra ortaya çıkan değişim ve bu değişimde aktif rol oynamış topluluklar anlatılmaktadır. Eserden, İslam’ın yayılışını kolaylaştıran faktörler ile ilgili bilgilerden Selen Y. Kölay’ın yapmış olduğu Türkçe tercümesinden yaralanılmıştır. “Tarihte Araplar” adlı eserde ise İslamiyet öncesi Arabistan, İslam’ın yayılışı, İslam Medeniyeti ve bu medeniyete batının tesiri işlenmektedir. Bu eserden de İslam’ın yayılışı ve bu yayılmayı kolaylaştıran etkenler ile ilgili

(12)

bilgilerden, Hakkı Dursun Yıldız’ın yapmış olduğu Türkçe tercümesinden yaralanma yoluna gidilmiştir.

T.W. Arnold: İntişar-ı İslam Tarihi adlı eseri, İslam peygamberi Hz.Muhammed’in

hayatından itibaren başlayıp İslam’ın bütün dünyaya nasıl yayılmış olduğunu kıta ve devletler bazında teker teker ele alınmış ve detaylarıyla birlikte ortaya konulmuştur. Çalışmamızda, Hasan Gündüzler’in yapmış olduğu Türkçe çevirisinden, İslam’ın yayılışı ile ilgili konulardan faydalandık.

Ebul’l-Farac Gregory (Bar Hebraeus): İbnü’l-İbri olarak da bilinen önemli bir

Süryani tarihçidir. Malatya’da 1225 yılında doğmuştur. Babası tabib olan Gregory, küçük yaşta Arapça ve Süryanice hatta bir görüşe göre Grekçe öğrenmiş, daha sonra da felsefe, ilahiyat, matematik ve tıp tahsili yapmıştır. Yazmış olduğu Tarih-i Ebu’l-Farac adlı eseri iki cilt halinde yayınlanmış olup, çalışmamızda I. Cildinden faydalanılmıştır. Genel anlamda I. Cilt Hz. Âdem’den başlayıp Selçuklulara kadar olan bölgesel olayları kendine özgü uslübüyle yazmıştır. Eserden, bölgede İslamlaşma konusunda faydalanma yoluna gidilmiştir. Eserin Süryanice’den İngilizce’ye tercümesi Ernest A. Wallis Budge tarafından yapılmış, Türkçeye çevirisi ise Ömer Rıza Doğrul tarafından yapılmıştır.

C. Mardin İle İlgili Yapılmış Başka Araştırmalar

Abdulgani Efendi (Bulduk): “Mardin Tarihi” şeklindeki araştırması konumuzun ilk

kısımları ile ilgilidir. Fetihten söz edilmiştir ancak İslâmlaşmadan fazla söz etmemektedir.

Hanna Dolapönü: “Mardin Tarihi” olarak genel anlamda bir inceleme yapmış İslâmi

fetihlerden söz etmiş ancak bu da İslâmlaşmadan söz etmemektedir. Yapmış olduğu yorumlarda taraflı olduğu görülmektedir.

Ahmet Demir: “İslâm’ın Anadolu’ya Gelişi” adlı eserde özellikle Doğu ve Güneydoğu

Anadolu illerini kapsayan daha çok el-Vakidi’nin rivayetlerine dayanarak hazırlanmış bir eserdir. Fetihlerden söz etmekle birlikte İslâmlaşmadan söz edilmemektedir.

II. EL-CEZİRE

Cezire; kelime olarak ada1 biçiminde tanımlanmaktadır. Tarihsel anlamda el-Cezire, Asya’da Fırat ile Dicle nehirleri arasında bir bölgenin adıdır2. Ancak bu bölgenin sınırları,

1Muallim Naci, Lugat-ı Naci, Çağrı Yay. İstanbul 1995, s.319.

2 İbn-i Havkel en’Nasibi, Siretü’l-arz, Dar Sader, Beyrut 1938 s.207; Ebu İshak İbrahim b. Muhammed el Farisi,

(13)

tarihi süreç içerisinde sürekli değişiklik gösterir. Buraya, eski Yunanlılar Mezopotamya3, Araplar ise el-Cezire demektedir4.

El-Cezire, coğrafi konum itibarıyla kuzey yarımkürenin 330 20’ ile 380 kuzey enlemleri ve 42º- 35º 30´ doğu boylamları arasında yer alıp takriben 140.000 km² lik bir alanı kapsamaktadır. Batısında Suriye, kuzeybatısında; Gaziantep, Maraş ve Malatya, doğusunda; Doğu Anadolu, güneyinde ise; Irak yer almaktadır5.

El-Cezire, İslâmiyet’ten önce ve İslâm tarihinin başlarında bu bölgeye yerleşen Arap kabilelerine göre “Diyar-ı Mudar”, “Diyar-ı Rebia” ve “Diyar-ı Bekir” olmak üzere üç tarihi bölgeye ayrılmıştır6. (bkz. harita:1)

“Verimli Hilalin7” orta kısmını teşkil eden el-Cezire’nin Diyar-ı Mudar kısmında; Urfa, Harran, Rakka, Sümeysat, Ra’sü’l-Ayn Diyar-ı Rebia kısmında; Musul, Nusaybin, Sincar Dara, Cizre, Diyar-ı Bekir kısmında ise; Amed, Mardin, Meyyafarikin ve Hasankeyf gibi önemli merkezler yer alır8.

Genel anlamda el-Cezire’yi Fırat ile Dicle Nehirleri arasında bir bölge olarak tanımlayan İbn-i Havkal’e göre el-Cezire’nin sınırları; Fırat Nehri’nin doğusunda, güneyden kuzeye doğru; el-Anbar şehri ile başlar ki Heyt, ed-Daliye, Rahba, Karkisya, el-Hanuka, er-Rafika, ec-Cisr, Cerablus, Hanuka ile Refika arasında Habur Nehri, nehrin kenarında; Tenanir, el-Cahişa, Taliban, Sekire’l-Abbas, Araban, Muharik, Makisiyn ve Araban yakınlarındaki Hayal Vadisi ile son bulur. Bundan sonrası Sincar Dağı başlar. Burası, Rebia kabilesinin yaşadığı yerlerdir. Dicle Nehri üzerinde ise, güneyden kuzeye doğru; Bağdad, Tikrit, Musul, Ceziret-i İbn-i Ömer, Beld, Tanza, Amed, Berkaid, Erzeme, Nusaybin, Dara, Kefertuta, Ra’sü’l-Ayn, Tel benî Seyyar, Harran, Suruç, Mardin, Ruha gibi şehirler yer almaktadır. Dicle’nin diğer tarafında ise; Bağdad (II. Kısım), el-Bürdan, Akbara, el-Cüveys, el-Als, el-Kerh, Ser min Ray, ed-Devr, el-Sin, el-Hadise, Fişabur, Semsin, et-Tel, Erzen ve Meyyafarikin9 (bkz. Harita-2) gibi önemli şehirleri içine almaktadır.

3Şemseddin Sami, Kamusu’l-A’lam, Kaşgar Neşriyat, Ankara 1996, s.1803.

4Abdulgani Bulduk, El-Cezire’nin Muhtasar Tarihi, Yay.Haz.Mustafa Öztürk,, İbrahim Yılmazçelik, Fırat Ünv.Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yay. Elazığ 2004, s.XIX.

5Sami, a.g.e., s.1803. 6Ebu İshak, a.g.e. s.72.

7Verimli Hilal: Batı’da Büyük Sahra ve Akdeniz, doğuda Tar Çölü ve Himaleyalar, kuzeyde, Avrasya Sıradağları Omurgası, Balkanlar, Kafkaslar, El Burs, Hindikuş dağları ve güneyde Yengeç dönencesinin oluşturduğu alan.(Gordon Childe, Tarihte Neler oldu çev. Mete Tuncay, Alaaddin Şenel. Alan Yay. İstanbul 1993 s.53).

8 Ramazan Şeşen, ,”Cezire” Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993, C.7, s.510. 9İbn-i Havkal, a.g.e., s.207–208; Ebu İshak, a.g.e., s.72.

(14)

Ceziret-i Asur veya İklim-i Asur da denilen bu bölge, Anadolu, Irak ve Suriye Bölgelerini birbirine bağlaması itibariyle büyük bir tarihi ve stratejik öneme sahiptir. Günümüzde, bölgenin kuzey yarısı Türkiye, güney yarısı ise, Suriye ve Irak topraklarında bulunmaktadır10. Kıtalar arası geçiş noktalarının da merkezi durumunda olan el-Cezire, askeri ve siyasi bakımdan da çok hareketli bir bölge olmuştur. Tarihin en eski çağlarından beri büyük güç merkezlerinin kesişme noktasındadır. Doğuda Pers, batıda Roma ve güneybatıda Mısır gibi, tarihin en büyük imparatorlukları arasında devamlı olarak bir mücadele alanı olmuştur. Bölgenin bu özelliğini devam ettirmesi ilginç olup, bu ise, Cezire’nin coğrafi ve tarihi özelliğinden kaynaklanmaktadır11.

Zengin verimli ovaları, dağlarındaki altın, gümüş, bakır, demir ve kurşun gibi madenlerin işletilmesine ve ticaretine ait bilgilerin Babil ve Asur çağlarına kadar gitmiş olması12 bu zenginliğin tarihin en eski çağlarına kadar dayandığını ortaya koymaktadır.

Görüldüğü gibi bu zenginliğin paylaşılamaması, dönemin güçlü devletlerini karşı karşıya getirmiş ve birçok kanın dökülmesine neden olmuştur. Öyle ki; bu zenginlik günümüzün ülkelerini de cezp etmekte bu sebeple bölgede istikrar tam manasıyla sağlanamamaktadır.

III. MARDİN

A. Şehrin Coğrafi Konumu ve Yapısı

Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan ve son nüfus sayımına göre 65.789 (merkez)13 nüfuslu bir şehrimizdir.

Mardin şehri, doğusunda Şırnak (Cizre), güneyinde Suriye, batısında Şanlıurfa, kuzeybatısında Diyarbakır, kuzeydoğusunda da Batman şehirleri ile çevrili olup 36º 54´ ve 37º 47´ kuzey enlemleri ile 39º 55´ ve 42º 41´ doğu boylamları arasında yer alır14.

Bölgedeki Midyat-Mardin eşiği olarak bilinen ve üzerinde birçok tepeler bulunan plato, Diyarbekir’in güneybatısındaki Karacadağ’dan, güneydoğuda Dicle kenarından, Cizre’ye kadar devam eder. Bu plato, aynı zamanda yukarı Mezopotamya’nın su bölümü hattını teşkil

10 Şeşen, a.g.m., s.509. 11 Bulduk, a.g.e., s.XIX. 12 Bulduk, a.g.e., s.XX.

13 M.Emin Kurşat, Mardin Kent Dokusu ve Gelişim Potansiyeli, Yayınlanmamış Yüsek Lisans Tezi, Ege Ünv. İzmir 2005, s.134.

(15)

eder. Platonun, Mardin’in doğusunda kalan, kalkerden ve yer yer bazalt yığınlarından olan kısmı, Cebel-i Tur veya Tur-Abdin15 olarak bilinmektedir.

Mardin, Tur-Abdin Bölgesinin en batı ucunda, Diyarbakır-Nusaybin yoluna hâkim ve bu yolu tamamen kontrolü altında tutan Mardin Dağı’nın, zirveden hemen 100 metre aşağısında, onun güneye bakan sırtlarında bulunur16. İbn-i Havkal’a göre Harran’dan Suruç’a uzanan bir yol ile Dicle nehri arasındaki dağa bitişik iki şehir; bunlardan biri Mardin, diğeri de Urfa’dır17.

B. Mardin İsminin Menşei

Mardin isminin menşei ile ilgili değişik rivayetler mevcuttur. Mardin’in tarihte; Micdonine, Maridin, Marde18 ve Mardes19adları ile anıldığı bilinmektedir. Osmanlı arşivlerinde “Mardin” şeklinde geçmekte ise de bu kelimenin aynı metin içerisinde bile farklı yazılış biçimleri ile de karşılaşmak mümkün olabilmektedir20.

Mardin’den doğrudan doğruya bahseden müellif M.S. IV. Yüzyıl Roma Tarihçilerinden Antakyalı Ammianus Marcellinus’tur. Adı geçen müellif “İzala Dağı” üzerinden, Maride ve Lorne arasından geçtiğini ifade etmektedir. Burada geçen Maride’nin Mardin olduğu, Lorne ise Mardin’in doğusundaki Kal’ata’l-İmra olduğu tahmin edilmektedir21.

Mardin isminin menşei ile ilgili belki de en ilginç rivayeti tarihçi el-Vakidi’nin naklettiği söylenebilir. Eserinde nakletmiş olduğu rivayetinde : “Din” adında İranlı bir din adamının, Mardin’in bulunduğu dağın tepesine yerleştiği orada ibadetle vakit geçirdiği, zamanla şöhretinin Horasan ve doğunun diğer ülkelerine yayıldığı, bir gün Bizans İmparatoru Herakliyus tarafından gönderilen Arsus ibn-i Carus tarafından öldürülerek kale ele geçirildiği için “Din öldü” manasında “Matedin” denilmiştir ki, “Matedin” kelimesi zamanla halk arasında değişerek “Merdin” veya Mardin şekline dönüşmüş22 olduğunu söylemektedir.

Süryanilere göre, Mardin’in halk arasındaki telaffuzunun “Merdin” şeklinde olduğunu bunun da Süryani dilinde kale anlamına gelen “Merdo”nun çoğulu olduğunu belirterek, bu çevrede bulunan dört meşhur kaleyi sayarlar. Bunlardan ilk ikisi Mardin Kalesi ve

15 Tur-Abdin: Mezopotamya’nın kuzeyinde dağlık bir yaylanın adı olup, Midyat ve Cizre’ye kadar uzanan alandır.(M.Streck, “Tur-Abdin” İA, MEB, Eskişehir 1997, C.12/2, s.97) .

16 Nejat Göyünç, XVI. Y.Y.’da Mardin Sancağı,, TTK, Ankara. 1991, s.1. 17 İbn-i Havkal, a.g.e., s.208.

18V.Minorsky, “Mardin’’ İA, MEB, Eskişehir 1997, C.7, s. 317.

19 Ernest Honıgmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, Çev.F.Işıltan, TTK Ankara 1970, s.6. 20 Göyünç, a.g.e., s.4.

21 Göyünç, a.g.e., s.2.

22 Ebu Abdullah Muhammed b.Ömer b. Vakid el-Vakıdi, Fütuhuş-Şam, Dare’l-Kutube’l-İlmiye, Beyrut 1997, C.2, s.108.

(16)

İmra’ kaleleri diğer ikisi de Mardin’in bir saat güneydoğusundaki Deyru’z-Zafaran Manastırının arkasındaki iki kaledir23.

J.Hammer, Mardin isminin menşeini İranlı bir kavim olan “Marde”lere dayandığını ve bu kavmin İran hükümdarı V. Ardeşir tarafından Masius Dağının batı ucuna yerleştirildiğini ileri sürer. Bu savını aynı kavmin dini uzantıları olan Yezidi ve şemsilerin Mardin’deki kalıntılarıyla da desteklemektedir24.

C. İslâmiyet Öncesi Mardin

Tarih öncesi medeniyetlerin tamamı ya büyük ırmakların kenarlarında ya da yakın çevrelerinde kurulmuşlardır. Mezopotamya’yı medeniyet tarihi açısından dünyanın beşiği konumuna getiren unsur hiç şüphesiz bu kültüre hayat veren Dicle ve Fırat nehirleridir. Bundan dolayı Mardin şehir merkezinin anılan nehirlerden uzak olması nedeniyle, tarihini çok eskilere kadar götürmek pek mümkün görünmemektedir.

Mardin yöresinde mevcut olan höyüklerde yapılan arkeolojik araştırmalarda klasik Hassuna kültürü (M.Ö 5800–5000), Samarra (M.Ö 5300–5000) ve Halaf (M.Ö 5000–4400) kültür üçlüsünün varlığı tespit edilmiştir25. Ancak her ne kadar klasik Hassuna ve Samarra

kültürlerinin izlerine rastlanılmış ise de yöreyi büyük ölçüde etkisi altına alan kültürün Tel-Halaf kültürü olduğu ileri sürülmektedir26. Mardin’i, M.Ö. 4000 yıllarında Mezopotamya’da kurulmuş olan Kent Devletlerinden Tel-Brak kent merkezinin kırsal uzantısı olarak değerlendirmek mümkündür27.

M.Ö. 3000 yıllarında Kuzey Mezopotamya’da Subartu adlı savaşçı oymakların var olduğu, Sümer-Akadlar’dan kalma belgelerden anlaşılmaktadır28. Aynı dönemde Hurrilerin de Mardin yöresine yerleştiklerini29 hatta burayı başkent olarak kullandıkları30, çıkarılmış olan bir yazıttan anlaşılmaktadır.

M.Ö. 2000 de Mitanniler’in Zagros Dağlarının üzerinden Yukarı Mezopotamya’ya geldikleri dönemdir31. Hurriler’in soylu sınıfı olarak adlandırılan Mitanniler,32 oluşturmuş

23 Göyünç, a.g.e., s.6.

24 Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Çev. Vecdi Bürün, Yayına Hazırlayan: Mümin Çevik, Osman Demirtepe, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1993, C.2, s.452.

25 Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Oktay Özel, Süha Ünsal, Mardin -Aşiret- Cemaat- Devlet, Tarih Vakfı Yay. İstanbul 2001, s.23.

26 Aydın, Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e.,s.23. 27 Aydın- Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 29.

28 Şevket Beysanoğlu, Kültürümüzde Diyarbakır, San Matbaası, Ankara 1992, s.3. 29 Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Tubitak yay. Ankara 2005, s. 173. 30 Joan Oates, Babil, Çev. Fatma Çizmeli, Arkadaş yay., Ankara 2004, s. 39. 31 Türk Ansiklopedisi, “Hurriler” MEB, Ankara 1971, C.19, s.388.

(17)

oldukları Hurri-Mitanni konfederasyonuyla bu dönemde yakın doğunun, Mısır’dan sonra en büyük siyasal gücü haline gelmişlerdi33. Sınırlarını Waşşugani merkez olmak üzere Kerkük’ten Hatay’a kadar genişlettiler34. Waşşugani’nin yeri tam olarak bilinmemekle birlikte bu merkezin Mardin il sınırları içerisinde olduğu tahmin edilmektedir35.

M.Ö XIV. Yüzyılda Mitanniler üzerine bir sefer düzenleyen Hitit kralı I.Şippilulima Mitanniler’in merkezine ulaşarak bu devleti ele geçirdi. Daha sonra yaklaşık olarak M.Ö. 1300 sularında Asur kralı I. Salmanasar, Mitanni krallığını ele geçirerek Hanigaltbalt olarak bir Asur eyaleti haline getirdi36.

M.Ö. 612’de Med kralı Uvahşatraz ile Babil Kralı Nabopolasar’ın önderliğindeki ittifak Ninive’yi alarak37 bu bölgeye Babillilerin egemen olmasını sağladılar. Ancak bu egemenlik Perslerin yayılmasıyla fazla sürmeyecektir. . M.Ö.539’da Kiros, Babil,’i ele geçirerek38 Mardin yöresini de Pers hâkimiyeti içine almıştır. I.Darius (Dara) zamanında (521–486) satraplık örgüt biçimiyle Pers imparatorluğu 20 idari birime ayrılıp39 Mardin bölgesi Suriye-Fenike-Filistin satraplığına bağlanmıştı40.

Bölgede Pers egemenliği M.Ö. 331 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender’in Erbil yakınlarında Pers ordusunu yenmesiyle sona ermiştir41. Büyük İskender’in ölümünün

ardından Mardin bölgesi Selevkosların eline geçmiştir42. Selevkos egemenliği M.Ö. 256’da İran’da Arsakes tarafından kurulan Part devletinin M.Ö. 161–122 yılları arasında tüm Mezopotamya’yı ele geçirmesiyle son bulmuştur43. Ancak Partlarla Selevkoslar arasındaki bu amansız mücadele sonucu Mardin bölgesi bu dönem boyunca tahrip edilmiştir44.

Mardin bölgesinin Romalıların eline geçmesiyle beraber makûs talihiyle yeniden karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Bölge bu sefer de Roma (Bizans) ve Sasanilerin çatışma alanı içerisine girdiğini görüyoruz. Bizans ve Sasanilerin hâkimiyet mücadelesi nedeniyle Mardin

32 Seton Lloyd, Türkiye’nin Tarihi Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, Çev. Ender Varinlioğlu, Tubitak Yay. Ankara 2003, s.37.

33 Akurgal, a.g.e., s. 69.

34Türk Ansiklopedisi, a.g.m.,s.388.

35 Aydın-Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 37. 36 Akurgal, a.g.e., s.178.

37 Frederic, a.g.e., s. 127. 38 Oates, a.g.e., s. 142– 143. 39 Oates, a.g.e., s.143–144. 40 Chılde,a.g.e., s.129.

41 Aydın-Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 46. 42 Aydın-Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 46. 43 Oates, a.g.e., s. 149.

(18)

yöresinin halkı her iki gücün elinde gidip gelmiş ve savaşın tüm acılarını yaşamıştır45. Ancak M.S. 283’te görünen o ki, bölge tekrar Bizanslıların eline geçmiştir. Daha sonra imparator olan Ermeni asıllı II. Tridat döneminde kısa bir süreliğine bile olsa savaşlar dinmiş, bu durum, Hıristiyanlığın bölgede rahat bir şekilde yayılmasına olanak sağlamıştır. II. Hürmüz’ün İran tahtına geçişi ile birlikte bu bölge üzerinde taarruzlar yeniden başlamış ve bu taarruzlar karşısında Bizans imparatoru Diyoklatiyanus barış istemek zorunda kalmıştı. Yapılan anlaşma uyarınca Mardin Romalılara bırakılmıştır46. Bu durum kanaatimizce daha önce merkezi bir yerleşim birimi olarak kaynaklarda geçmeyen Mardin’in bu dönemdeki Sasani-Bizans çatışmalarının neticesinde askeri bir üs olarak kurulmuş olduğudur. Zira bu dönemde, Ammianus Marcellius, Ameda (Diyarbakır) Nusaybin yolu üzerindeki “Maride ve Lorne kaleleri”47 şeklinde Mardin’den ilk defa söz etmesi, ileri sürdüğümüz görüşü destekler mahiyettedir. İslâmiyetin bölgeye yayılışına kadar olan dönemde Mardin ikinci derecede bir kale konumunda kalmıştır. Nitekim Justinianos döneminin (527–565) ünlü tarihçisi Prokopios, şehri Margdis adıyla Amed ile Dara arasında ikinci derecedeki kaleler arasında zikretmektedir48.

45 Hasan eş-Şümeysani, Medine’t-i Mardin Minel Fethu’l- Arabî İla Sene 1515, Aleme’l-Kütüb, Beyrut 1987,s.38.

46 Şümeysani, a.g.e., s.39–41. 47V.Minorsky, a.g.m., s. 317.

(19)

I. BÖLÜM

İYAZ BİN GANEM’İN HAYATI VE KİŞİLİĞİ

I. İYAZ’IN KİMLİĞİ VE İSLÂM’A GİRİŞİ

İyaz’ın esas künyesi; İyaz b.Ganem b. Zahir b. Ebi Şeddad b. Rebia b. Hilal b. Vehib b. Dabbettü’l-Kureyşi el Fihri’dir. Künye benzerliği nedeniyle amcası olan İyaz b. Zahir b. Ebi Şeddad b. Rebia b. Hilal b. Vehib b. Dabbe b. Hars b. Fihr el-Kureyşi el-Fihri ile karıştırılmaktadır. Amcası olan bu kişiye aynı zamanda Ebu Said de denilmektedir49. Hicretten 40 yıl önce (Takriben 581) doğmuştur50. Künyesinden de anlaşılacağı gibi Kureyş Kabilesi’nin ulularından51 olup Mekke’de doğmuş olma ihtimali yüksektir. Babasının adı; Abdu Ganem idi. İyaz Müslüman olunca “İbn-i Abdu Ganem” şeklinde kendisine hitab edilmek istemediğinden, “ben İyaz b. Ganem’im”52 demiştir. İbn-i Sa’ad’ın ilk Tabakatına dayanılarak yapılan alıntıya göre Habeşistan’a yapılan ikinci hicrete katılanlardan biridir. Ancak ikinci Tabakatında, İyaz’ın Hudeybiye (M.628) Barışından önce Müslüman olduğu ve bizzat bu barışa katıldığı (Bey’at-ı Rıdvan ehlinden olduğu) aktarılmaktadır53. İyaz’ın Hudeybiye’den önce Müslüman olduğuna dair farklı kaynaklarda da rivayetler mevcuttur54. Bu rivayetlere göre, İyaz b. Ganem’in, esasında Habeşistan’a yapılan ikinci göçe katılmadığı ve Peygamberin ilk savaşlarına da dâhil olmadığı anlaşılmaktadır. Buna rağmen birçok ravi, İyaz’ı Bedir, Uhud ve Hendek ashabından saydıktan sonra Hudeybiye’den sonraki bütün savaşlara katıldığını da ayrıca bildirmişlerdir55.

49 İbn-i Abdilberr en-Numeyri el-Kurtubi, El-İsti’ab fi Ma’rifetü’l-Ashab, Mektebetü’l Müsenna, Bağdat 1990, C.3, s.128.

50 Mahmut Şakir, Sahabe Hayatından Tablolar, Çev. Kazım Ağcakaya, Ravza Yay. İstanbul 1998, C.3, s.166 51 En-Numeyri, a.g.e., s.128.

52 Belazuri, Fütuhu’l-Büldan, Çev. Mustafa Fayda, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2002, s.209. 53 İbn-i Hacer el-Eskalani, El-İsabe fi Temyiz es-Sahabe, Mektebeti’l-Müsenna, Bağdad 1990, C.3, s.50 54 Bkz. Hayreddin ez-Zirikli, El-A’lam, Dare’l-ilm li’l-Melayin, Beyrut 2002, C.5, s.99

(20)

A. İyaz’ın Kişiliği ve Devlet Adamlığı

İyaz, birçok kaynağın ittifakıyla çok cömert bir kişiliğe sahip olduğu56 anlaşılmaktadır. Onun bu cömertliği,“yolcunun azığı”57 gibi bir lakapla anılmasına neden olmuştu. O kadar cömert birisiydi ki, elinde bulunan, kendisinin sahip olduğu her şeyi çevresine dağıtır,58 birileri evinde misafir olduğu zamanlarda yanında ne varsa ikram eder, ikram edecek bir şey bulamadığı zamanlarda ise devesini keser misafirlerine sunardı59. Onun bu özelliğini bilmeyen bazı kimseler de Hz. Ömer’e, İyaz’ı, “mal israfında bulunmak” gerekçesiyle şikâyet etmişlerdi. Hz. Ömer de; “mal kendisinin malıdır, dilediği gibi dağıtabilir. Ancak, Allah’ın

malından hiçbir şey vermediğini biliyorum” diyerekten hem İyaz’ın cömertliğini onaylamış

hem de O’nun, devletin malına karşı hassasiyetini ve güvenirliğini ortaya koymuştur60. İyaz’ın devlet adamlığını, milletin malına karşı olan hassasiyetini, herhalde bundan daha güzel bir örnek anlatamaz: İyaz, vali olarak tayin edildiğinde, yakınlarından beş kişilik bir grup, yanına gelerek bir takım isteklerde bulunurlar. Onları çok iyi karşılayan İyaz, izzet ve ikramda bulunarak gönüllerini hoş etmeğe çalışmıştır. Bir kaç gün geçtikten sonra, geliş sebeplerini ve isteklerini sıralamaya başlamışlardı. İlk başta, çok uzun bir yoldan geldiklerini ve gelişlerinin meşakkatli olduğunu dile getirdiler. Böylelikle büyük bir beklenti içerisinde olduklarını İyaz’a aktarmak istediler. İyaz, bu konuşmaları dinledikten sonra her birine on dinar vermek suretiyle onları teselli etmek istedi. Fakat bunlar, bu parayı kabul etmeyerek İyaz’a kızdıkları gibi küsmeğe de başladılar. İyaz bu durum karşısında : “Ey amcamın

çocukları, vallahi yakınlığınızı inkâr etmiyorum. Ayrıca geldiğiniz yolun uzaklığını, çektiğiniz meşakkati de inkâr etmiyorum. Sizlere bu verdiklerim de hizmetçimi ve bana lazım olan bazı şahsi eşyaları satarak elde ettim. Bu yüzden bundan daha fazlasını istememe konusunda beni mazur görün”. Onlar da dediler ki:”Vallahi, Allah senin bu mazeretini kabul etmez. Sen şu anda Şam’ın yarısının valisisin. Bize verdiğin ise, bizi ailemize ulaştırmayacak kadar azdır”.

İyaz bu söylenenlere karşılık: “Allah’ın malını çalmamı mı istiyorsunuz? Vallahi testere ile

doğranacağımı bilsem dahi yine de bir tek fülsü61 zimmetime geçirmem, ihanet etmem”. Onlar

56El-İmam İbn-i Cevzi, Sıfat-ı Saffe, Müessesetü’l-Kutubi’s-Sakafiye, Beyrut 1991, C.1, s.298. 57Ez-Zirikli, a.g.e., s.99; İbn-i Hacer, a.g.e., s.50.

58 İbn-i Cevzi, a.g.e., s.298. 59 İbn-i Hacer, a.g.e., s.50. 60 İbn-i Cevzi, a.g.e., s.298.

61 Füls: Araplar tarfından mutlak bir sikke gibi değil, ancak kesirleri tamamlamak için bir ufaklık gibi telakki edilmiştir. Füls darbı, hükümdarlık hukukundan sayılmadığı için valiler ile mahalli makamlar bu hususta

(21)

da: “Tamam, senin elindekinden dolayı seni mazur gördük. Senin elinin ulaştığı bir yerde bizi

görevlendir, biz de başkalarının yaptığı gibi çalışıp, onların sana karşı sorumluluklarını biz de aynı şekilde taşıyıp yerine getirelim. Onlar ne yapıyorsa biz de aynısını yapalım. Sen de biliyorsun ki bize vereceğin işte kusur etmeyiz”. İyaz: “ Ben sizleri çok iyi insanlar olarak biliyorum ancak böyle yaptığım takdirde Hz. Ömer beni hesaba çeker ve kınar diye endişe ediyorum”. Bunun üzerine dediler ki : “Ama sen de Ebu Ubeyde’nin akrabasısın ve seni bu makama o getirdi, Ömer de onayladı. Sen de bizi atarsan, Ömer, bizi de onaylar”. İyaz: “Vallahi ben Ömer’in katında Ebu Ubeyde değilim” deyince, akrabaları küserek yanından

ayrılmışlardır. Görüldüğü gibi İyaz, bir devlet adamının davranması gerektiği gibi davranmış, günümüzün devlet adamlarına dâhi örnek olabilecek bir tavır sergilemiş ki, bu da İyaz’ın dürüst ve cömert bir kişiliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır62. Bir rivayete göre, İyaz vefat ettiğinde hiçbir malı yoktu63.

İyaz’ın, İslam’ı kabul etmesinden sonra Peygambere yakın durmuş olduğu, özellikle kendisinden rivayet edilen hadisten de anlaşılmaktadır. Söz konusu hadis ve rivayet zinciri şu şekilde dizilmiş olduğu görülmektedir: İbn-i Kâni, Kavariri’den, o da Amr b. Velid’ten, Amr, Muaviye b. Yahya’dan, Muaviye, Zeyd b. Cabir’den, Zeyd, Cubeyr b. Nufeyr’den, Cubeyr de İyaz b. Ganem’den rivayet etmiştir ki, Peygamber Efendimiz şunu söylemiştir: “Ey İyaz, yaşlı ve doğurgan olmayan kadınlarla evlenme, çünkü kıyamet gününde sizin çokluğunuzla övüneceğim”. Hadisi yorumlayan İbn-i Hacer’e göre; rivayet zincirinde Amr b. Velid’in bulunması nedeniyle “zayıf bir hadistir”64 demiştir. İşin ilginç tarafı odur ki, bu hadisi nakleden İyaz b. Ganem’in çocuğunun olmadığı65 rivayet edilmektedir.

İyaz b. Ganem, İslam’ı kabul ettikten sonra Peygamberin tavsiye ettiği biçimde yaşamını tanzim etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Gerek bu takva yönü gerekse fetih stratejisinde de izah edildiği gibi adaleti ve Hakk’ı her zaman üstün tutma gayreti, İyaz’ı örnek şahsiyetler arasında koymak gerektiğini göstermektedir. Bunların yanı sıra, İyaz’ın çok ileri görüşlü biri olup, en iyi yatırımın, insana yapılması gerektiğini bilenlerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle; Meyyafarikin’in fethinden sonra Hakem’i, buradaki insanları eğitmek üzere on kişilik Müslüman grupla birlikte görevlendirmesi66 İyaz’ın söz konusu özelliğini ortaya

tamamıyla serbest bırakılmıştır. Bundan dolayı fülsün kıymeti ile vezin tipi, basıldığı şehre göre değişir ve bunun içindir ki dinar ve dirhem gibi hilafet ülkesine dahil bütün memleketlerin her tarafında serbestçe tedavül etmezdi ( M.Zeki Pakalın, “Füls” a.g.e., C.1, s.636).

62İbn-i Kesir, a.g.e., C.7, s.171. 63 İbn-i Cevzi, a.g.e., s.298.

64 İbn-i Hazm, Esmaü’s-Sahabe er-Ruvât, Darü’l-Kütübe’l-İlmiye, Beyrut 1992, s.493. 65 İbn-i Hacer, a.g.e., s.50.

(22)

koymaktadır. Benzer bir uygulamanın Ahlat ve Erzen şehirlerinde de uygulanmış olduğu anlaşılmaktadır. İyaz, buraya da Kur’an-ı Kerim ve Allah’ın Dinini öğretmek üzere on kişilik bir grubu görevlendirerek ayrılacaktır. Ayrıca Sivas ve Hoy şehirlerine davetçiler göndererek buradaki insanların büyük bir çoğunluğunun İslam’ı kabul etmesine sebebiyet verecek, ardından aynı şekilde, eğitimciler göndermek67 suretiyle halkı eğitmeğe çalıştığı görülmektedir.

İyaz’ın ayrıca şair bir kişiliğe sahip olduğu el-Cezire’nin fethinden sonra, söylemiş olduğu şu şiirden anlaşılmaktadır:

Bütün kavimlere ulaşsın ordularımızın kahramanlığı, Çok çetin bir günde fethettik Cezire’yi

Çoktur izzet ve kerem sahibi insanlar, Cezire’yi Baykuş yavrularından temizlediler.

Cezire krallarına karşı galip geldiler,

Şam Beldelerine sığınanlarla savaşmaktan vazgeçtiler68…

B. İyaz’ın Katıldığı Savaşlar ve Fetihler

İyaz b. Ganem Peygamber döneminde fazla göze batan bir sahabe değildi. İyaz’ın daha çok, Hz. Ebubekir döneminde öne çıktığı görülmektedir. Bu dönemde özellikle çıkan fitne olaylarının başını çeken dinden dönmeler meselesinde Hicaz’da irtidad eden kabilelerin üzerine bir komutan olarak yürümüş ve bu olayların bastırılmasında önemli bir pay sahibi olmuştur. Bu olayların ardından Irak bölgesine gönderilen İyaz, Hire yakınlarında ünlü yalancı peygamber Müseylemetü’l-Kezzap’ı Yemame’de yok ederek Hire’ye doğru yoluna devam etmiştir69.

67 El-Vakidi, a.g.e.,s.168.

68 El-Vakidi, , Fütuhu’l-Cezire ve’l-Habur ve Diyarbekir ve’l-Irak (Tahkik: Abdulaziz Feyyad Harfuş), Darü’l-Beşair, Şam 1996, s.7.

(23)

H.12’de Aynu’t-Temr70 Vakasında Halid b. Velid İslam ordusunun komutanlığını yapmaktaydı. Bu sırada Dümetü’l-Cendel’e71 giden İyaz, Iraklılar tarafından kuşatılmıştı72. Irak ordusu içerisinde, Behra, Kelb, Gassan, Tenuh ve Decaimler bulunmaktaydı. Bunların başında da iki komutan bulunmakta idi ki bunlardan biri Cudi b. Rebia, diğeri ise Ükeydir b. Abdülmelik idi73. Durum, Hz. Ebubekir’e intikal ettirilince, Hz. Ebubekir Velid b. Ukbe’yi İyaz’ın yardımına göndermişti. Velid, Dümetü’l-Cendel’eulaşınca İyaz’ın kendisine; “bazı

görüşler vardır ki büyük bir ordudan daha iyi iş görür. İçinde bulunduğumuz durum hakkında görüşün nedir?” Diye sormuştu. Velid bu durum karşısında, Halid b. Velid’ten yardım

istemesi gerektiğini söylemişti. Bunun üzerine İyaz, Halid’ten yardım istedi. Aynü’t-Temr Vakasını zaferle sonuçlandıran Halid, İyaz’ın yardım talep eden mektubuna şöyle cevap verdiği görülmektedir: “Sana geliyorum biraz bekle. Binekler sana gelecek ki o binekler

aslanları taşıyolar. Üzerlerinde öldürücü zehirler vardır. Peş peşe birlikler sana gelecektir.74” Bir süre sonra Halid’in Dümetü’l-Cendel’e ulaştığını haber alan Ükeydir b.

Abdülmelik, Halid ile savaşmaktan korkup, savaşmama kararı almış ve cepheyi terk etmiştir. Ancak bu kaçış onu kötü kaderinden kurtaramamış, Halid tarafından yolu kesilen Ükeydir beraberindekilerle birlikte öldürülmüşlerdir75. Bundan sonra iki ateş arasında kalan

Dümetü’l-Cendelliler, ordularının bir kısmını Halid’e bir kısmını ise İyaz’a ayırmak zorunda kalmışlardır. Her iki komutanın ustalıklı yönetimleri ile karşılarındaki Iraklıları yenerek Dümetü’l-Cendel’i teslim almışlardır76. Bundan sonra Irak üzerine ikisi birlikte yollarına devam ettiler77.

Irak üzerindeki fetih hareketlerinin devam ettiği bir sırada Hz. Ebubekir’in, Halid b. Velid’e, ordularının bir kısmını Suriye’de bulunan Ebu Ubeyde b. Cerrah’a yardım etmek amacıyla göndermesini istedi. Bu çağrıya olumlu cevap veren Halid, Şam’a göndermiş olduğu ordunun beş komutanından birisi de İyaz b. Ganem idi78. Ancak Müslümanlar Yermük’te zor durumda kalmış olmaları sebebiyle Hz. Ebubekir, Halid’e bir mektup göndererek Yermük’e

70

Aynü’t-Temr: Fırat’ın batısında Anbar’a yakın bir yerdir. Bulunduğu Yerin Suriye Çölü ile Arabistan Çölünüm birleştiği yerde olması dolayısıyla, özellikle kervanların menzilidir (M.Streck, “Aynü’t-Temr” İA, MEB, Eskişehir 1997, C.2, s.74).

71

Dümetü’l-Cendel:Kuzey Arabistan’da Hicaz-Suriye kervan yolu üzerinde bulunan eski bir ticaret merkezidir.Günümüzde Cevf adlı idari bölgenin yerleşim merkezlerinden biridir (Ahmet Güner,“Dümetü’l-Cendel” DİA, İstanbul 1994, C.10, s.1).

72 İbn-i Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, Çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yay. İstanbul 1994, s.509

73 İbnü’l-Esir, El-Kamil fi’t-Tarih, Çev., M.Beşir Eryarsoy, Bahar Yayınları İstanbul (Tarihsiz) C.2, s.364. 74 İbn-i Kesir, a.g.e., s.509-510.

75 İbnü’l-Esir, a.g.e., s. 364.

76İbn-i Kesir, a.g.e., s.509-510; İbnü’l-Esir, a.g.e., s. 364. 77 Şakir, a.g.e.,s.167.

(24)

gitmesini ve orada komutayı almasını istemişti. Hz.Ebubekir, bu mektubun ardından Suriye’de bulunan Ebu Ubeyde’ye de şu içerikte bir mektup yazdığı görülmektedir: “Halid’i

Şam’ın fethini gerçekleştirmek üzere komutan olarak atadım. Ona itaat edeceksin, sakın ola ki emirlerine karşı gelmeyesin79.” Böylelikle Halid’in de Suriye ordusuna katılacağı anlaşılmaktadır. Aslında Halid’in Suriye ordularına katılışı ile ilgili şunlar nakledilmektedir: Halid Irak’ta, Kiraz bölgesinde savaştığı bir sırada düşmanı takip ediyormuş gibi yaparak ansızın bu bölgeyi terk etmiş ve Mekke’ye giderek haccetmişti. Ancak bu kuraldışı hareketi nedeniyle halife Hz. Ebubekir tarafından bir nevi ceza olarak Irak ordusunun başından alınmış ve Suriye ordularının başına getirilmişti80.

Hicretin 13. yılında yapılan Yermük81 muharebesine katılan İyaz, savaşın önemli komutanlarından biriydi82. Yermük muharebesi Müslümanlar açısından çok çetin bir savaştı. Düşman kuvvetlerinin hem sayı hem silah üstünlükleri, Müslümanları çok zor durumda bırakacak bir hali yansıtmaktaydı (Müslümanların asker sayısı 40.000, Rum ordularının sayısı ise 200.000 civarındaydı). Ancak bütün bunlara rağmen üstün komutanlık yeteneği ve kullanılan savaş taktikleri sayesinde Müslümanların büyük bir zaferiyle neticelenmiştir83.

Yermük savaşının başlarında önemli bir takım gelişmeler yaşanmış olduğu görülmektedir. Bu gelişmelerden en önemlileri hiç şüphesiz ki Hz. Ebubekir’in vefat etmesi ve başkomutanlığın, yeni halife Hz. Ömer tarafından Halid b.Velid’ten alınarak, Ebu Ubeyde b. Cerrah’a verilmesi idi. Hz. Ömer halife seçildiğinde Müslümanlar, Suriye ve Iraktaki fetih hareketlerini devam ettirerek büyük bir kısmını da almışlardı84. Halid b. Velid de Yermük Muharebesi için orduyu psikolojik olarak hazırlamaya çalışmış ve bu konuda özellikle komutanlara; başkomutanlığın sırayla yapılmasını teklif etmişti. Bu teklife dayanarak en başta kendisinin başkomutan olmasını, diğer komutan adayları kabul etmişlerdi. Ancak daha henüz savaşın başları idi ki Hz. Ömer,85 Şeddad b. Evs ve Muhammed b.Cureyc vasıtasıyla Halid’in komutanlıktan azledildiği ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın getirildiği haberi, Ebu Ubeyde’ye iletildi. Bu haber, Hz. Ebubekir’in ölüm haberi ile birlikte verilmişti86. Halid’in Başkomutanlıktan alınma gerekçeleri ile ilgili olarak, üç rivayet üzerinde durulmaktadır.

79 Ahmet Zeyni Ed-Dahlan, El Fütuhat el-İslamiyye, Dare’s-Sadr, Beyrut 1997, C.15, s.37.

80Ahmet Cevdet Paşa, Peygamberler ve Halifeler Tarihi (Sadeleştiren: Metin Muhsin Bozkurt) akit yay. İstanbul 1997, C.1, s. 396–397.

81 Yermük: Şam yakınlarında bir kasabadır (Ahmet Zeyni Ed-Dahlan, a.g.e., s.37). 82 İbn-i Kesir, a.g.e., s.28

83 İbnü’l-Esir, a.g.e., s. 376-377. 84Şeşen, a.g.m.,. s.509.

85 Cevdet, a.g.e., s. 396–397. 86 İbn-i Kesir, a.g.e., s.34.

(25)

Bunlardan ilki; Malik b. Nüveyre ile aralarında geçen bir sorundan87 kaynaklandığıdır. İkincisi ise; Halid ile İyaz b. Ganem yapmış oldukları büyük fetihler sonucunda çok miktarda ganimet elde ettikleri bunu duyan Müslümanlardan Eş’as b. Kays, Halid’ten bir miktar ganimet malı istediği, Halid de O’na on bin dirhem verdiği, Hz. Ömer ise, bu kadar malın dağıtılması her halükarda doğru olmadığını ileri sürerek Halid’e kızmış olduğu ve bu yüzden görevden aldığı, şeklindedir. Üçüncüsü ise; Halid’in hamama giderek, içinde şarap bulunan bir madde ile vücudunu ovduğunu, bundan dolayı da Halid’e; “Ben, senin şarap ile vücudunu

ovaladığın haberini aldım. Şunu bil ki Allah şarabın içini de dışını da ona el sürmeyi de haram kılmıştır. Sakın onu vücudunuza dokundurmayınız” şeklinde yazmış, Halim buna itiraz

etmişse de bu itirazı kabul edilmemişti88. Son iki rivayeti, birlikte nakleden müellif, bu iki hadiseden dolayı Hz. Ömer’in, Halid’i görevden almış olabileceğini aktarmaktadır.

Yermük savaşının ortalarında Müslümanlar Rumlara ağır bir darbe indirmişlerdi. Bunun üzerine Rumlar galeyana gelerek karşı bir hamlede bulundular. Bu sırada Müslümanların sancaktarlığını yapan İyaz b. Ganem idi. İyaz, elinde sancak olduğu halde geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bütün ağır şartlara rağmen sancağı elinden bırakmayan İyaz için, etrafta bulunanlar şunları söylemişlerdi: “Ordunun büyüklüğü, savaş adamı olmanın yegâne unsuru

sancaktır. Sakın ola ki sancağı yere düşürmeyesiniz.” Bu manzara karşısında İyaz’ın çok zor

durumda kalmış olması sebebiyle sancağın yere düşmesinden endişelenen Amr İbnü’l-Ass ve Halid b. Velid, Sancağı İyaz’ın elinden kurtararak Rum ordularını da geri püskürtmüşlerdi89. El-Vakidi’nin, İyaz ile ilgili başka bir rivayeti ise şudur: Yermük Savaşının sonlarına doğru Rum askerleri, düğün yapılmakta olan bir köye giderek kendilerine ziyafet çekilmesini istemişlerdi. Düğün sahibi istediklerini yapmış ancak yemeklerini yedikten sonra adamın eşini de istemişlerdi. Düğün sahibi buna çok hiddetlenince, çocuğunun kafasını kesmek suretiyle öldürmüşlerdi. Oğlunun intikamını almaya kararlı olan bu kişi Ebu Caid adında bir Yermüklü idi. Ebu Caid, bir gece Müslümanların karargâhına girerek, Rum askerleri hakkında bilgi vermek istediğini, ayrıca Rum askerleriyle ilgili bir planının olduğunu söyler. Bu planın işleyebilmesi için Müslümanlardan 500 kadar cesur, seçilmiş asker istemişti. İşte bu 500 askerin içerisinde İyaz b. Ganem de bulunmaktaydı. Yapılan plan, mükemmel bir şekilde uygulanmış ve bir gece içerisinde Nakus denilen yerde, sayısı bilinmeyecek çoklukta Rum askeri boğularak telef edilmiştir90. Ebu Caid böylece hem oğlunun intikamını almış hem de

87İbn-i Kesir, a.g.e., s.34. 88İbnü’l-Esir a.g.e., s.489. 89 El-Vakidi, Fütuhu’ş-Şam, s.203 90 El-Vakidi, Fütuhu’ş-Şam, s.212

(26)

Rum ordularının daha çok zayıflamasına neden olmuştu. Kısa bir süre sonra da Yermük Müslümanların zaferiyle neticelenecektir91.

Yermük muharebesinin kazanılmasında özellikle Halid b. Velid’in büyük bir payı vardı. Savaşın sonunda Bizans ordusu dağılmaya başlayınca Ebu Ubeyde, İyaz b. Ganem’e Bizans ordusunu kovalama görevini vermişti. İyaz, Bizans ordusunu takip ederek Malatya’ya kadar gitmiştir. Malatya’yı da kuşatan İyaz, Malatyalıların barış teklifini kabul etmiş ve onlarla anlaşma yaprak geri dönmüştür92. Malatya halkı ilerde anlaşmayı yeniden bozacaklarından dolayı, Sümeysat’ın fethini müteakiben İyaz, buraya Habib b. Mesleme’yi gönderecek, Habib, yeniden anlaşma yaptığı gibi Maraş yakınlarındaki el-Hades Kalesini de alacaktır. Fakat daha sonra tekrar anlaşma şartlarını bozacak olan Malatyalıların üzerine Şam ve Cezire’nin yeni valisi Muaviye tekrar Habib b. Mesleme’yi göndererek Malatya’yı Müslümanlara bağlayacaktır93.

Yermük savaşının ardından İslam orduları Şam’ı fethetmek üzere harekete geçmişlerdir. Başkomutan Ebu Ubeyde b. Crerrah, İyaz b. Ganem’i bu fethi gerçekleştirmek üzere süvari birliklerinin başına geçirmiş olduğu görülmektedir94. İyaz bu görevi de büyük bir başarı ile

tamamladıktan sonra buradan Fihl savaşına katılmak üzere harekete geçecektir95. Şam şehri

de Yermük’ten hemen sonra H.13’te fethedilmiştir96.

Fihl97 savaşında Ebu Ubeyde, İyaz b. Ganem’i ordunun Piyadelerinin başında görevlendirmiş olduğunu görmekteyiz. Bu savaşta Rum askerleri, Müslümanların toparlanmalarını engellemek ve yapacakları ani bir baskınla Arap ordusunu dağıtmak amacıyla, Arap toplumunun yabancı olduğu bir savunma biçimi hazırlamışlardı. Bu savunma şeklinde; Rum ordusunun bulunmuş olduğu alanın tüm çevresini çamurlaştırmak, böylece gelecek olan Müslüman Arapları bu çamurlara sapladıktan sonra onları imha etmek şeklinde bir plandı98. Ancak Müslümanların daha erken davranmaları ve yaptıkları ani bir gece baskınıyla Rum ordusunun dağılmasına neden olacaklardır. Yedikleri baskından dolayı şaşkın bir şekilde kaçışan Rum kuvvetleri yaptıkları çamura kendileri saplanmışlardı. Çamura saplanan Rum askerleri, Müslümanlar tarafından telef edildi. Bu savaşta 80.000 Rum

91 El-Vakidi, Fütuhu’ş-Şam, s.212-213 92 İbn-i Kesir, a.g.e., s.28.

93 İbnü’l-Esir, a.g.e., s.489; El-Belazuri, a.g.e., s.266. 94 İbn-i Kesir, a.g.e., s.37.

95 İbn-i Kesir, a.g.e., s.45. 96 Ed-Dahlan, a.g.e.,s.35

97

Fihl: Filistin’de, Doğu Şeria bölgesinin batı tarafına düşen ve Beysan’ın güneydoğusunda yer alan harabelerin adıdır (Fr. Buhl, “Fihl” İA, MEB, Eskişehir 1997, C.4, s.445).

(27)

askerinin öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Burada Müslümanların istemedikleri bir şeyin kendilerine nasıl faydalı olduğunu görmüşlerdir99. Ayrıca, savaşta İyaz’ın komutanlığı bir defa daha ortaya çıkmış oluyordu.

Kınnesrin’in100 fethine de katılan İyaz, Bizans İmparatorunu epey zor durumda bırakmıştı. Konu ile ilgili ed-Dahlan’ın rivayeti şu şekildedir: “İyaz, Halid b. Velid ile Şam’dan, Ömer b. Malik Küfe’den ve Karkisya’dan,101 Abdullah b. Mu’tamar da Musul’dan baskı uygulayınca, Herakliyus, İstanbul’a kaçmak zorunda kalmıştır102.

Ebu Ubeyde’nin Suriye üzerindeki yürüyüşü esnasında, Haleb’e doğru giderken, öncü birliklerinin başında yine İyaz b.Ganem bulunmaktaydı. İyaz, Haleb’e vardığında, halkı kalelere sığınmış vaziyette buldu. Fazla uzun bir zaman geçmeden Haleb halkı İyaz’a barış teklifinde bulunmak suretiyle anlaşma istedi. Yapılan anlaşmaya göre; canları, malları, şehirlerinin surları, kiliseleri, evleri ve sığındıkları kalelerine dokunulmaması kabul edildi. Buna karşılık cizye vermeleri ve ayrıca bir cami yeri de tespit etmelerini kabul etmişlerdir. Bazı ravilere göre ise; Haleb halkının canlarının bağışlanmasına karşılık, evleri ve kiliselerini Müslümanlarla yarı yarıya paylaşacaklarını söylemişlerdir. Anlaşmayı yapan İyaz b. Ganem, yürürlüğe koyan ise Ebu Ubeyde idi103. Bir başka rivayete göre ise; İyaz’ın öncü birlikleri

Haleb’e ulaştıktan sonra Ebu Ubeyde de gelmiş fakat şehirde kimsenin olmadığını görmüştür. Çünkü Haleb halkı Antakya’ya kaçmış bu sebeple de elçilerin aracılığıyla barış yapılmış, yapılan bu barış üzerine de Haleb halkı şehirlerine geri dönmüştür104. Bir diğer rivayete göre de; Haleb halkıyla anlaşma yapıldıktan bir süre sonra, Haleb halkı anlaşmaya sâdık kalmayarak şartları bozmuşlardı. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, İyaz b. Ganem ve Habib b. Mesleme’yi yeniden Haleb üzerine göndererek buranın eski anlaşma şartlarına uygun olarak yeniden fethini sağlamışlardır105.

Ebu Ubeyde, Kınnesrin ve Haleb’in fethinden sonra Antakya üzerine yürüdü. Gerek Kınnesrin gerekse başka yerlerden birçok kişinin buraya sığınmış olduğunu gördü. Şehri dört bir taraftan kuşatan Ebu Ubeyde’ye barış teklifinde bulunuldu. Ebu Ubeyde, Antakya halkının

99 Ed-Dahlan, a.g.e.,s.46; İbnü’l-Esir a.g.e., s.394; İbn-i Kesir, a.g.e., s.45.

100

Kınnesrin: Suriye’nin kuzeyinde bir şehir olup el-Math bataklığına dökülen Kuveyk Irmağının deltasında kurulmuştur. Bugün Haleb şehri olarak bilinmektedir.(E.Honigmann, “Kınnesrin” İA, MEB, Eskişehir 1997, C.6, s.711)

101

Karkisya: El-Cezire’de Fırat’ın doğu sahilinde, Habur Nehrinin kıyısında 35° doğu paralelinin hemen yukarısında olan bir şehirdir (M.Streck, “Karkisya” İA, MEB, Eskişehir 1997, C.6, s.344)

102 Ed-Dahlan, a.g.e.,s.46.

103 Belazuri, a.g.e., s.209; İbnü’l-Esir a.g.e.,s. 454 104 İbnü’l-Esir a.g.e., s.454

(28)

cizye vermesi karşılığında onlarla anlaşma yaptı. Bir süre sonra anlaşma şartlarını bozan Antakya halkı üzerine Ebu Ubeyde, İyaz b. Ganem ve Habib b.Mesleme’yi gönderdi. Şehir, daha önce yapılan barış şartlarıyla İyaz’a teslim oldu106. Antakya, Müslümanlar için çok önemli bir yerdi. Öyle ki Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazıp, burada bir Müslüman topluluğu (veya cemaati) oluşturmasını, bunlara maaş vermesini ve maaşları konusunda cömert davranmasını istemişti107. Antakya’nın fethinin önemi, aslında İyaz b. Ganem’in de fetihlerdeki önemli rolünü ortaya koymaktadır. İyaz’ın komutanlık dehasını bir defa daha ortaya koyan Antakya’nın fethinin önemi ile ilgili İslam Tarihçisi Belazuri, şunları rivayet etmektedir: “Antakya’nın Ömer ve Osman nezdinde büyük bir ehemmiyeti vardı. Orası fethedilince, halife Ömer, Ebu Ubeyde’ye mektup yazıp, Antakya’ya iyi niyetli ve tedbirli Müslümanlardan bazı kimseleri yerleştirmesini, onları savaşa hazır halde tutmasını, aylıklarını kısmamasını emretti. Muaviye vali olunca da aynı emirleri ona da yazdı. Daha sonra Osman da Muaviye’ye mektup yazıp, orada asker bulundurmasını ve onlara ikta yoluyla topraklar verilmesini emretti. Muaviye de bu emirleri yerine getirdi”108.

Antakya’nın fethinden sonra, Ebu Ubeyde, Kûrus’a gitmek üzere harekete geçti. Ancak öncü birliği komutanı olarak yine İyaz’ı göndermiş olduğunu görmekteyiz. Buranın rahiplerinden biri onu karşılayarak halkı adına anlaşma talebinde bulundu. İyaz, onu, Cibrin ile Tell-A’zaz arasında bulunan Ebu Ubeyde’ye gönderdi. Ebu Ubeyde, rahiple, Antakya’da yaptığı anlaşmanın aynısını imzalamak suretiyle bölgeye hâkim olundu109. İbnü’l-Esir Kınnesrin’in. fethinden itibaren yaşanmış bu olayların H.15 (637)’te olduğunu kaydetmektedir110.

Hicretin onyedinci yılında, Bizanslılar Ebu Ubeyde’yi Humus’ta kuşatma altına almışlardı. Bu kuşatmaya Cezire halkı da katılmıştı. Ebu Ubeyde bu durumdan kurtulmak amacıyla Halid b. Velid’ten yardım istemiş ayrıca olanları Hz. Ömer’e de bildirmişti111. Hz. Ömer, olanları öğrenince ve ayrıca Rumları kışkırtan, onlara yardım vaadinde bulunanların Cezireliler olduğunu da anlayınca, Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazarak şunları söylemiştir:

“Abdullah b. Utban’ı Nusaybin’e, oradan da Ruha ve Harran’a, Velid b. Ukbe’yi Cezire Arapları üzerine (Rebia ve Tenuh), İyaz b. Ganem’i de bütün Cezire komutanları üzerine

106 İbnü’l-Esir, a.g.e., s.454; Ed-Dahlan, a.g.e.,s.50 107 Ed-Dahlan, a.g.e.,s.50.

108Belazuri, a.g.e., s.211.

109Belazuri, a.g.e., s.213; İbnü’l-Esir, a.g.e., s.455 110 İbnü’l-Esir, a.g.e., s.397

(29)

genel komutan olarak gönder”112. Benzer bir başka rivayette ise İbn-i Kesir şunları aktarmaktadır: “Hicretin onyedinci yılında Bizanslılar Ebu Ubeyde’yi Humus’ta kuşatma altına almışlardı. Bu kuşatmaya Cezire halkı da katılmıştı. Ebu Ubeyde bu durumdan kurtulmak amacıyla Halid b. Velid’ten yardım istemiş ayrıca olanları Hz.Ömer’e de bildirmişti. Hz. Ömer bizzat kendisi Şam’a doğru yola çıkarken aynı zamanda Sa’ad b.Ebi Vakkas’a da mektup yazarak Ka’ka b. Amr komutasında bir birlik oluşturarak, Humus’a, Ebu Ubeyd’nin yardımına gönderilmesini ayrıca İyaz b. Ganem’i de Cezirelileri cezalandırmak amacıyla bu bölgeye göndermesini emretmişti. İki ordu eş zamanlı olarak Küfe’den yola çıkarak biri Humus’a diğeri ise Cezire üzerine yürüdü. Bizans kuvvetlerine yardım eden Cezire halkı, kendi beldeleri üzerine İyaz’ın gittiğini haber alınca bulundukları bu bölgeden ayrılarak kendi beldelerine geri dönmüşlerdi. Bu arada Bizans kuvvetleri de Hz. Ömer’in kendilerine doğru gelmekte olduğu haberini alınca moralleri bozulmuştu. Bu durumdan faydalanan Ebu Ubeyde, Halid’in de görüşünü aldıktan sonra çıkıp Bizanslılarla savaşmış ve onları yenilgiye uğratmıştır113.

Esasında her ne kadar bu savaşta Cezireliler tetikçi bir rol üstlenmişlerse de, şimdiye kadar yapılan fetihler, başka bölgelerin de fethini artık zorunlu hale getirmişti. Nitekim Irak’ın ve Suriye’nin Müslümanlar tarafından fethedilmesi üzerine bölgedeki Bizans ve Sasani kuvvetlerinin devlet merkezleriyle irtibatı azalmıştı. Bu arada H.17 (638) yılında Hz. Ömer ile Suriye’deki komutanlar arasında, Cabiye’de yapılan toplantının ardından Suriye ve Mısır bölgelerinin emniyetini sağlamak amacıyla, el-Cezire bölgesinin fethine karar verilmiştir114. Bu kararın ardından, Ebu Ubeyde, Hz. Ömer’e mektup yazarak Halid’i Medine’ye alması durumunda İyaz b. Ganem’i kendisine katmasını istemişti. Halife de İyaz’ı, Ebu Ubeyde’ye kattığını bildiren bir mektup yazmıştır115. Söz konusu mektupta İyaz b. Ganem için şunlar yazılıydı:

“Bismillahirrahmanirrahim

Allah’ın kulu, mü’minlerin emiri Hattaboğlu Ömer’den, Cerrahoğlu Ebu Ubeyde’ye; Allah’ın selamı senin üzerinde olsun. Allah’a hamd peygamberine salât ve selam olsun…

112 Ed-Dahlan, a.g.e.,s.56. 113 İbn-i Kesir, a.g.e., s.171-172. 114 Şeşen, a.g.m., s.509.

Referanslar

Benzer Belgeler

hematokrit, eritrosit, ortalama eritrosit hacmı, ortalama eritrosit hemoglobini, ortalama eritrosit hemoglobin konsant- rasyonu değerleri ve serum demiri, ansature

Zira, 1999 yılı petrol gazı ithalatımız incelendiğinde, 1998 yılına göre Cezayir, Norveç ve Nijerya’dan ithalatımızda toplam 95 milyon Dolarlık (270 bin ton)

• Dequervain sendromu ;ekstansör pollicis brevis ve abd pollicis longus tenosinoviti.. • N.medianus lezyonu; maymun eli

A) Hastalığın ortaya çıktığı ülkenin hangisi olduğuna. B) Hastalığın belirtilerinin neler olduğuna. C) Hastalıktan korunmak için neler yapılması gerektiğine. D)

getirilmiştir. 25.4.1985 tarih ve 3182 nolu Bankalar Kanunu ile holding bankacılığına bir sınırlama getirilmiştir. Bu dönemde kurulan bankaların 5 adeti kalkınma bankası,

Hz. Muhammed’in vefatından sonra devletin başına geçen Hz. Velid’e haber göndererek ordusuyla birlikte Irak üzerine gitmesini emretti. Ganem’i de kuzeyden Sasaniler

Onun edebî dehasını ilk keşfeden Kâ’b tarafından Ensar’ı hicvetmesi için hânedan üyelerine: “Bizden, Ensar’ı hicvetmekten sakınmayacak sivri dilli Hristiyan

İlaç kullanımı: Düzenli olarak hangi ilaçların alındığını veya enjekte edildiğini (özellikle Aspirin ® (ASS), Marcumar ® , Heparin, Plavix ® , Ticlopidin,