• Sonuç bulunamadı

İslâmlaşma Sürecine Bizans’ın Dolaylı Katkısı

İslâmlaşma konusunda olup bitenleri doğru bir şekilde teşhis edebilmek için, İslâm’a geçecek olan toplulukların karşı karşıya kaldıkları dini, siyasi ve ekonomik durumlarını ortaya koymak gerekir. Bu sebeple öncelikle Bizans’ın bölge halkına yönelik izlediği siyasi-dini politikayı aydınlattıktan sonra, Müslümanların bu insanları kazanmak için neler yaptığı ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu ikilemden, anılan sürecin nasıl gerçekleştiğini daha doğru ve açık bir biçimde görebilme imkânımız olacaktır.

İslâm fetihleri el-Cezire bölgesinde etkili olmaya başladığında, bölgede hâkim olan güçlerin Bizans ve Sasaniler olduğu önceki konularda ifade edilmişti. Bizans ve Sasanilerin kendi aralarında yaptıkları bitmek bilmeyen savaşlar, iki devleti ekonomik olarak tükettiği gibi, konulan ağır vergiler,224 yağma ve talanlar nedeniyle, bölge halklarının nefretini kazanmalarına sebep olmuştu. Bu ağır vergilerin yanı sıra mezhep değiştirme konusunda baskılar uygulanıyor, Bizans Ortodokslarından farklı bir inanca sahip olan Hıristiyanların kiliselerine el konuluyor ve bunlara yönelik katliamlar yapılıyordu225.

Bizans, Yakubi Mezhebinden olanların özellikle Suriye ve Mısır’da, devletin mezhebi olan Melkani mezhebine geçmeleri için sürekli baskı altında tutmuştur. Bu mezhebi kabul etmeyenler ise kırbaçlanmış, ateşlerde yakılarak vücutlarından kızgın yağlar akıtılmıştır. “Zalim despotlar,” Kalkedonya226 konseyinin kabul ettiği ilkelere inanması için halka baskı yapıp durmuşlardır. Kabul etmeyenleri kum torbalarına doldurarak deniz dibine salmışlardır227.

222 El-Vakidi, a.g.e., s. 108-114.

223 Abdulgani Bulduk, Mardin Tarihi, s.21.

224 Bernard Lewıs, Tarihte Araplar, Çev. Hakkı Dursun Yıldız, Anka Yay. İstanbul 2003 s.71; Suphi Salih,

İslâm Kurumları, Çev. İbrahim Sarmış, Fecr Yay. Ankara 1999, s.23.

225 Azimli, a.g.m.,. s.183.

226

Kalkedonya: Bugünkü Kadıköy –İstanbul(http://tr.wikipedia.org/wiki/Kad%C4%B1k%C3%B6y) 227Salih, a.g.e., s.23.

Bu türden zulümlerin Bizans için birçok kayıplara sebep olabileceği görülen bir durumdu. Söz konusu kayıplardan birisi olan el-Cezire için Carl Brockelmann şunları söylemektedir: “Müslümanlar bir defa Suriye ve Babilonya’ya228 sahip olunca, bu iki memleketin ortasında bulunan Mezopotamya da kendiliğinden düşmeğe mahkûmdu. Bizans askerleri orada ancak birkaç müstahkem mevkide mevcuttu. Yerli Ârami halk, monofizit inanışlarından dolayı, hâkim bulunan Bizans ortodoksisi tarafından sürekli şekilde zorlanmıştır. Bu sebeple imparatorluğun korunmasına hiç hiçbir ilgi göstermiyorlardı. Zaten asırlardan beri Arap göçebeleri memleketi baştanbaşa kaplamış ve zamam zaman Edessa (Şanlıurfa) ve Hadra’da hüküm bile sürmüşlerdi. Böylece Mezopotamya, Arap istilası altına geçmek için iyice hazırlanmıştı229.” Nitekim yukarıda da ifade edildiği gibi; bu durum el- Cezire’nin savaş yapılmaksızın fethine sebep olacağı gibi, İslamlaşmasına büyük bir katkı sağlayacaktır.

Gerçekte, Bizans’ın uyguladığı baskılar, bölgenin Hıristiyan ahalisinin Müslümanlara sıcak yaklaşımının temel sebeplerinden biri olmuştur. İslâm askerleri eş-Şeria vadisine ulaşıp da Ebu Ubeyde karargâhını Fihl’de kurduğu zaman, oraların Hıristiyan ahalisi tarafından yazılan mektup, Bizans baskısının Müslümanlara sıcak yaklaşıma sebep olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Ey Müslümanlar, Bizanslılar bizim dinimizden olmakla birlikte

sizi onlara tercih ederiz. Çünkü siz bize karşı adaletsizlikten sakınırsınız. Sizin iradeniz onlarınkinden elbette daha iyidir. Onlar bizim mallarımızı aldılar ve evlerimize el koydular”230

Yine bu dönemde, sürekli İslâm ordularına karşı gerileyen Bizans imparatoru Herakliyus’un, bu durumun sebebini öğrenmek için yapmış olduğu istişari toplantıda yaşlı bir adamın Herakliyus’a söyledikleri, Bizans açısından tehlikenin boyutlarını ortaya koymaktadır. Yaşlı adamın; “Müslümanların orduları gecelerini ibadetle geçirirken, gündüzlerini de

savaşla geçirmekte, iyiliği emretmekte, kötülükten alıkoymakta, parasını vermeksizin hiçbir şey yememekte, her yere barışla girip, gâlip gelince zulmetmemekte, verdiği sözleri yerine getirmektedir. Biz ise sözümüzden döner, halka zulmeder, içki içer, haramları işler, fesat çıkarırız” şeklindeki açıklamasına karşılık Herakliyus; “Eğer bu söylediklerin doğru ise onlar

228Babilonya:Babil şehrinin Grekçedeki karşılığıdır (Sargon Erdem, “Babil”DİA, İstanbul 1991, C.7, s.392). 229Carl Brockelmann, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, Çev. Neşet Çağatay, TTK, Ankara 2002, s.45. 230 T.W. Arnold, İntişar-ı İslâm Tarihi, Çev. Hasan Gündüzler, Akçağ Yay. İstanbul 1971, s. 97.

şu ayak bastığım yerlere hâkim olacaklardır”231 dedikten sonra “elveda Suriye, uzun bir

elveda”232 diyerek İstanbul’a dönmüştür.

Benzer bir başka örneği ise, Emessa (Humus) halkının Bizans komutanı Irakliyus’e söylediklerinde bulmak mümkündür. Irakliyus, Emessa’ya varınca, halk kale kapılarını kapatmış ve Irakliyus’un askerlerini içeriye almamışlardı. Ardından Müslümanlara;

“yönetiminizin adaleti bizce elbette Bizans’ın haksızlıklarına karşı tercihe şayandır”233

demişlerdi.

Yine Hıristiyan Suriyeli bir tarihçi; “Allah bizi Romalıların elinden Araplar vasıtasıyla

kurtardı. Romalıların intikam ve zulmünden kurtulmakla oldukça rahata kavuştuk234” demek suretiyle Bizans’a duyulan rahatsızlığı dile getirmiş oluyordu.

Faruki’den naklen aktarılan ve Antakya Yakubi Patriği Büyük Mihael’in; “Allah

İsmailoğullarını göndererek, kilisemizi yıkan ve yağma eden Romalılardan intikam aldı”235

şeklindeki sözleri de Bizans’a bakış açısını ortaya koyması açısından önemlidir. Yine Kildani Kilisesi Papazı Aday Şer, konuya ilişkin görüşünü şu şekilde dile getirmektedir: “Aralıksız kötülüklerle ve sürekli yıkımlarla, ülkeler Arapların gelmesiyle 5 yıl boyunca sarsıntı geçirdiler ve bu imparatorlukları sağlamlaşıncaya kadar sürdü. Hıristiyan ve Yahudilerden adam başına vergi vermelerini istediler. Onlar da verdi. Araplar onlara iyi davrandılar. Böylece Allah’ın inayetiyle mutluluk hüküm sürdü ve Hıristiyanlar, yürekli Arapların egemenliğinden sevinç duydu. Tanrı onları güçlendirsin ve muzaffer eylesin”236. Sözleri de gerçekten dikkate şayandır.

Öte yandan birçok bölgede Müslüman fetihleri, yoldan çıkmış Hıristiyanlara, Allah’ın gazabı olarak algılanmaktaydı. Müslümanların, İran’daki zaferlerini haber alan Herakliyus artık cesaretini de yitirmişti. Mısır’a, Suriye’ye, Mezopotamya’ya ve Ermenistan’a mektuplar yazarak, bundan böyle Araplarla savaş yapılmamasını “Allah’ın iradesine karşı

gelinmemesini” tembihlemiştir. Herakliyus, yazdığı mektuplarda; Allah’ın “İbrahim oğlu İsmail’in soyundan nice hükümdarlar çıkaracağı yolundaki” vaadini hatırlatarak, İslam’ı,

O’nun iradesine karşı çıkanların üzerine bir gazap olarak göndermiş olduğunu237 dile

231 Azimli, a.g.m., s.183.

232 Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, TTK, Ankara 1998, C. I, s.13. 233 Arnold, a.g.e., s.97.

234 Lewıs, a.g.e., s.82. 235 Azimli, a.g.m.,. s.185.

236Aday Şer, Siirt Vakayinamesi, Çev. Celal Kabadayı, Yaba Yay. İstanbul 2002, s.360

237 Ebulfazl İzzetî, İslam’ın Yayılış Tarihine Giriş, Çev. Cahit Koytak, İnsan Yay. İstanbul 2003, s.97

getirmiştir. Bu da gösteriyor ki Büyük Mihael’in dile getirdiği görüş, bizzat imparator tarafından da desteklenmektedir. Bu teslimiyetçi anlayış elbette Müslümanların işine büyük oranda yarayacaktır.Büyük Mihael’den aktarılan başka bir rivayete göre ise; bölge fetihlerinin devam edip de karşı konulamayacağı anlaşılınca Herakliyus, Doğu sınırlarından İstanbul’a kadar olan Hıristiyanları soymuş ve “Arapların eline geçeceğine bizim olsun” diyerek anlayışını ortaya koymuştu238. Süryani George Ebu’l-Farac da Bizanslıların Suriye’yi yağmaladığını Müslümanların ise kendi dindaşları olan Bizans’tan daha iyi olduklarını ifade etmektedir239.

Bir kısmı halen Mardin’de yaşamakta olan Süryanilerin tarihte uğradıkları en acı katliamların yine bu dönemde gerçekleştiğini görmekteyiz. Bizans İmparatoru Mavrikos (599), Doğu Anadolu, Mezopotamya ve kuzey Suriye’de bulunan Süryanileri, adeta çembere alarak, Humus şehri civarında Beyt Şems civarında toplamıştı. Ardından, burada tarihin en kanlı ve korkunç soykırımlarından birisini gerçekleştirmişti. Ruhban-sivil, genç-ihtiyar, kadın, çoluk-çocuk gözetilmeden adeta koyun boğazlar gibi savunmasız insanların tamamı, Bizans askerlerince, kılıçtan geçirilmişti240.

İmparator Herakliyus zamanında ise (629) kendisinin yayınlamış olduğu bir genelgede; Kadıköy Konsili’nin kararlarına karşı gelenlerin burunlarının kesilmesini, kulaklarının yarılmasını ve evlerinin yıkılmasını emretmişti241. Gerçi bu genelgeden önce Herakliyus’un, Süryani ve Nasturilerin de aralarında bulunduğu Doğu Hıristiyanları ile aralarını düzeltmeye çalışmış olduğu ve bu amaçla da kiliselerini dahi onarmaya çalıştığı görülmektedir. Ancak bütün bunlar Bizans’ın son teşebbüsleri olmuştu. Çünkü bu teşebbüsler, tarihi kırgınlığı ortadan kaldırmaya yetmemişti. İslam fetihleri sırasında bölgedeki Hıristiyan halkların, “İslam idaresini tercih etmeleri için artık çok sebep vardı242.

Bizans’ın İslâmlaşma sürecine dolaylı katkısı bu kadarla sınırlı değildi. Özellikle Bizans’ın dini baskılarının yanı sıra dinde yapmış olduğu tahrifatların da, İslamlaşma sürecini olumlu yönde etkilediği anlaşılmaktadır. Bununla ilgili verilen şu örnek, durumun anlaşılması bakımından önemli bir yer tutacaktır: 638 yılında Şam, Müslümanlara teslim olunca Suriye’nin diğer şehirleri de ona uymakta gecikmemişti. Hatta Kudüs Patriği’nin, Şam muahedesiyle şehri teslim ettiği görülür. “Anlaşılan odur ki dinsiz bir imparator tarafından

238 Aydın-Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.72.

239 George Ebu’l-Farac, Ebu’l-Farac Tarihi, Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara, 1987,C.1, s. 177. 240 Mehmet Çelik, Süryani Tarihi, Ayraç Yay. Ankara, 1996, C.I, s.323–324.

241 Çelik, a.g.e., s.326.

242 Levent Öztürk, “İslamiyetin Yayıldığı Coğrafyada Yaşayan Hıristiyanlar” Süryaniler ve Süryanilik, Hazırlayan: Ahmet Taşğın, Eyüp Tanrıverdi, Canan Seyfeli, Orient Yay. Ank. 2005, C.1, s.30.

yapılan dini baskıların dehşeti, İslâm’ın müsaade vaatlerini Roma imparatorluğuna ve Hıristiyan hâkimiyetine bağlı kalmaktan daha cazibeli bir hale getirmişti”243.

Doğu Hıristiyanlarının, yeni gelen dine karşı tavrını ve bu tavrın sebeplerini müsteşrik T.W. Arnold ise şöyle açıklamaktadır:“Sade ve açık şeyleri anlamaya meyili daha çok olan Doğu için, Rum kültürü, dini bakış açısından bir felaketti. Çünkü bu kültür, İsa’nın sade ve ulvi talimatını belirsizlik ve şüphelerle, anlaşılması mümkün olmayan pürüzlerle dolu bir mezhebe çevirdi. Bu ise derin hayretin doğmasına sebep oldu ve dini itikadı kökünden sarstı. Durum böyle iken nihayet yeni bir ilhamın haberleri çöl taraflarından gelmeye başladı. O sıralarda bu yozlaşmış Hıristiyanlık çeşidi, iç karışıklıklarla altüst edilmiş bir halde yalpa vurup duruyor ve karasızlık içinde şaşırıp kalıyordu. Artık yeni dinin cazibelerine mukavemet edemiyordu. İşte Doğu böylece İsa’yı bırakıp Arabistan’dan gelen Resul’ün kucağına kendini attı244. Ayrıca şunu da ilave etmek gerekir ki, Hıristiyanların karmaşık dini öğretilerine karşılık; İslam, sadelik ve yalınlığı, üçleme yerine; birliği, insanın tanrısallığı yerine; beşerciliği ve insancılığı, boş inançlar yerine; yalın gerçekleri, bir yere vardırılamayan teolojik çekişmeler yerine de; somut “şahadet”i koymuştur. Bütün bunlar, insanların İslam’ı tercih etmelerinde önemli bir katkı sağlamıştır245.

Bizans’ın yalnızca Hıristiyan halka değil aynı zamanda Yahudilere246 de benzer baskılar uygulamış olduğu, yine bir Yahudi vesikasından anlaşılmaktadır. Söz konusu Yahudi vesikasında, Bizans’tan kurtulmayı; “Korkma, ben Yohay; yaratıcı, O’na şükürler olsun. Sırf

seni bu kötülüklerden (yani Bizans’tan) kurtarmak için İsmail krallığını gönderdi”247 şeklinde ifade edilmiştir. Yahudilerin maruz kaldıkları baskılar nedeniyle fetihler esnasında Müslüman askerlere yardım ettikleri de görülmektedir248.

Nihayetinde, Bizans ve Sasanilerin kendi yönetimleri altındaki insanlara yönelik (Özellikle Ön Asya’da yaşayanlara karşı) uyguladıkları baskı ve ezme politikaları, Müslüman akınlarının bölgeye ulaşmasıyla bitmişti. Müslümanlar “Münbit Hilal” boyunca mütecavizlere karşı bölge halklarının kurtarıcısı olmuşlardı. Dolayısıyla Müslüman fetihlerinin başarısında Sasaniler ve Bizans’ın kendilerini bölge halklarının gözünde tükenmelerinin etkisi büyük

243 Arnold, a.g.e., s.97. 244 Arnold, a.g.e., s.118. 245İzzetî, a.g.e., s.65. 246Lewıs, a.g.e., s.72. 247Lewıs, a.g.e., s.82.

248 Corci Zeydan, İslâm Uygarlıkları Tarihi (Tarihu’l- Temeddünü’l-İslâm) Çev. Necdet Gök, İletişim Yay. İstanbul 2004, s.115; Lewıs, a.g.e., s.72.

olmuştur249. Batılı araştırmacıların pek çoğu Bizanslıların ve Sasanilerin Hıristiyanlara karşı güttükleri bu zulüm politikasının imparatorluğun sonunu hazırladığını ve Arap fetihleri sırasında Hıristiyanların, Müslümanların tarafına geçtiklerini ya da fazlaca direnmediklerini ifade etmektedirler. Özellikle fethedilen bölgelerde, gayr-ı Müslim unsurların, fâtihleri, kendilerine zulmeden daha önceki idarecilerden daha yakın gördüklerini ve eski zalim yöneticilerden kurtulmak için kendilerini bu insanlara teslim ettikleri görülmektedir250.

Dönemin siyasetini de göz önünde bulundurularak, Hıristiyanlık ile İslamiyeti karşılaştıran batılı bir yazarın tespitleri toparlayıcı bir özellik arzetmektedir. Batılı Yazar Bayle’ye göre: “Müslümanlar temel inançlarına bağlı olarak, diğer dinleri gidermek için şiddet zorunluluğu altındadır. Bununla birlikte onlar, geçmiş yüzyıllarda, diğer dinlere karşı hoşgörülü davranmışlardır. Hıristiyanlarsa, öğüt vermek ve öğrenmekten başka hiçbir şeyle emredilmedikleri halde, hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan beri kendi dinlerinden olmayanları, ateşle, kılıçla ortadan kaldırmışlardır. Eğer Arapların ve Türklerin yerine Asya’da egemenliği Hıristiyanlar ele geçirmiş olsalardı, Yunan Kilisesinden tek bir iz bile bırakmaz, bir zamanlar bu kıtada yaşayan Hıristiyanlara göz açtırmazlardı. Biz insan türünü katletme, canına okuma, kökünü kazıma sanatında diğerlerinden çok daha deneyimli olmanın tartışılmaz üstünlüğüne sahibiz”251. Böylesi bir itiraf ebetteki İslam’ın yayılışında önemli bir katkı sağlayacağı muhakkaktır.

Benzer Belgeler