• Sonuç bulunamadı

Dört Halife Döneminde İslâmlaşma

Mardin, Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra, fetih öncesi Ermeni olan fakat daha sonra fetih esnasında, İslâmiyeti kabul eden Şehriyazoğlu Amuda ile Marye’ye bırakılmıştı. Mardin’de bu ailenin egemenliği yüzyıl kadar sürmüştür296. Kalenin İslam ordusunun eline geçmesiyle, Mardin halkının çoğunun Müslüman olduğu görülse de297 bunun devamı fetihlerden sonra gelecektir. Nitekim, Ermenistan sınırlarına kadar yayılan, koloniler halinde önceki iskânlara oranla çok daha yoğun bir biçimde bölgeye yerleşen Arap kabileleri, belirli bir nüfus baskısı oluşturmaya başlamışlardı298. Öyle ki bu göçler yüzyıllar süren bir nüfus hareketinin zirvesi oldu. Bundan önceki dönemlerde yapılan göçlerin yavaş olduğu zamanlarda, bedeviler çoğu zaman parçalanarak asimile olurken VII. yüzyılda olan göçlerin hız ve ölçeği muhacir yığınlarının parçalanarak asimile olmasını imkânsız hale getirmiştir299. Halife, Hz. Osman’ın Suriye ve el-Cezire valisi Muaviye’ye gönderdiği emirlerde, iktisadi yaşamın gerilemesine neden olacak biçimde, tarımcı Hıristiyan köylerinin yok oluşuna yol açan göçebe kabilelerin kent, kasaba ve tarım alanlarının uzağına yerleştirilmesini istemiştir. Bu nedenle, bu özelliklere sahip el-Cezire bölgesi İslâmiyet’in ilk yıllarında Suriye’nin diğer bölgelerine nazaran çok daha yoğun bir biçimde Araplaşmış ve dolayısıyla İslâmlaşmaya

293 Göyünç, a.g.e., s.6. 294 Hammer, a.g.e., s.450. 295 Abdüsselam Efendi, a.g.e.

296 Abdülgani Bulduk, Mardin Tarihi, s.21. 297 Abdüsselam Efendi, a.g.e.

298 Aydın, v.d. a.g.e., s.71; Arnold, a.g.e., s.88. 299 M. Lapidus, a.g.e., s.83.

başlamıştır300. Bölgenin İslamlaştığına dair belki de en önemli ifadelerinden biri de hiç şüphesiz ki yapılan ibadethanelerdir. Bu döneme ait, ayakta herhangi bir eser kalmamış olmakla birlikte, şehrin ilk kurulduğu yer olan kale ve kaledeki ibadethaneler için Abdüsselam Efendi şunları söylemektedir: “Mardin Kalesi, kılıç ve mızrakla alınamayan dünyanın en meşhur kalelerinden biridir. Buradaki cami ve mescitte Hz. Hızır’ın makamı bulunmaktadır301” demek suretiyle günümüze ulaşmayan bu önemli İslamlaşma kanıtlarından, bizleri haberdar etmektedir.

Görüldüğü gibi, İslamlaşma hareketi, fetihlerin ilk yıllarından itibaren gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır. İyaz b. Ganem’in bölgeyi fethinden sonra aynı zamanda İslamlaştırmak adına önemli bir takım adımlar atmış olduğu görülmektedir. Bunların örneklerini başta Meyyafarikin ve Amed şehirleri olmak üzere, Kefertüta, Nasibin, Ba’ma, Ahlat, Erzen, Sincar, Siirt ve Cizre gibi yerlerde görmemiz mümkündür. El-Vakidi, Cezire fetihlerini aktarırken bu türden bilgilere yer vermiş olduğunu görmekteyiz. Nitekim Meyyafarikin’nin fethinde geçen bir olay söylenenlere ışık tutacak mahiyettedir: İyaz b. Ganem’in Amed’i fethetmek üzere bu şehre geldiğinde Hakem b. Hişam’ın kendisinden izin isteyerek Meyyafarikin’e doğru gittiğini daha önce aktarmıştık. Hakem, Meyyafarikin’i ani bir gece baskınıyla ele geçirince, şehrin hâkimi Islağiros ile karşı karşıya gelmişti. Şehrin en büyük kilisesinin önünde gerçekleşen dini bir diyalogdan sonra kilise patriklerinden biri İslamiyeti kabul etmişti. Patrik, İslam’ı kabul ederken şu ilginç cümleleri sarf ediyordu: “Ben,

Ömer’in Kudüs’ü fethi sırasında İslam’ı kabul etmiştim. Ancak daha sonra tekrar eski dinime geri döndüm. Şimdi ise bir daha dönmemek üzere İslam’ı kabul ediyorum” demişti. Baştan

beri olup bitenleri takip eden şehrin hâkimi Islağiros, söyleneler karşısında daha fazla dayanamayarak o da İslam’ı kabul etmiştir. Islağiros, İslam’ı kabul ettikten sonra halkını da İslam’a davet etmişti. Ancak halkın bir kısmı İslam’ı kabul ederken bir kısmı ise tereddüt içinde kalmıştı. Bu arada şehrin ileri gelenlerini toplayarak Müslümanlığını ilan eden Islağiros, kendilerinin de bu dine girmelerini teklif edecektir. Şehrin ileri gelenleri ise, kendilerine üç günlük bir mühletin tanınmasını isteyeceklerdir. Bir araya gelen bu kişiler İslam’ı kabul etmeyeceklerini ve gerekirse Müslümanlarla savaşacaklarını ilan etmişlerdi. Müslüman ordularına destek kuvvetler geldiğini gören şehir halkı savaşı göze alamadılar, bir süre beklemeyi tercih eden bu kişiler, Müslümanların adil bir yönetim kurduklarını, kimseye

300 Aydın-Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s. 72. 301 Abdüsselam Efendi, a.g.e.

zulmetmediklerini görünce “çok azı dışında” geri kalanların tümü İslam’ı kabul edeceklerdir302. Böylelikle bu bölgede ihtida yoluyla İslamiyet hızla yayılmış oldu.

Benzer bir başka örnek de Amed’te yaşanmıştır: İyaz, Amed’in fethi sırasında halkı şehir meydanında toplayarak onları İslam’a davet etmiştir. İçlerinde, Yahudi asıllı biri olan Mülya b. Hanita adındaki kişi söz isteyerek şunları söyledi: “Sizler ki rahmet peygamberinin

ashabısınız. Allah rahmeti yarattı ve onu içinize yerleştirdi. Allah sizleri diğer milletlere karşı galip kıldı. İbrahim ve Musa’nın suhufunda deniliyor ki: “Ahir zamanda ûmmi bir peygamber gelecektir. O’nun ümmeti en faziletli ümmet olacaktır. Rahmet onların kalplerini mesken tutacak, aldıkları abdest, görülen (açıktaki) uzuvlarına yansıyacaktır. Hz. Davut, malum hatayı işlediğinde: “Ahir zamanda göndereceğin Arap peygamberi aşkına af dilerim” demişti de Allah O’nu affetti”. İyaz da dedi ki; “muhakkak ki Allah affedenleri sever, biz de affettik”.

Şehir halkı da; “eğer bizi affettiysen biz de senin dinini kabul ettik” diyerekten büyük bir topluluk halinde İslam’ı kabul etmişlerdi. İyaz, şehrin en önemli kilisesini camiye çevirerek buradan ayrılmıştır303.

Ayrıca Amed’in fethinin ardından Kefertuta’ya geçen İyaz, şehir halkını İslam’a davet etmiş bir kısmı İslam’ı kabul ettiğinden dolayı burada bulunan kiliseyi camiye çevirerek bölgeden ayrılmıştır304. Görüldüğü gibi Mardin’e en yakın olan bölgelerde de İslamiyetin toplu ihtida yoluyla büyük taraftar kazandığı görülmektedir. Mardin’in de Diyar-ı Bekir’in bir şehri olduğu düşünüldüğünde, bu türden ihtida hareketlerinin Mardin için de geçerli olabileceğini göz ardı etmemek gerekir.

Yine Mardin’e en yakın olan bölgelerden biri olan Nusaybin ve çevresinde benzer ihtida hareketlerine rastlamak mümkündür. İyaz, Nusaybin’in fethinden sonra burada iki ay kalmıştı. Nusaybin’den ayrılmak istediğinde Ba’ma hükümdarı Toryatos, kendisine gelerek; “sizden

görmüş olduğumuz gerek ibadetleriniz gerekse adetlerinizle bizleri etkilediniz. Bu sebeple ben de İslamiyeti kabul ediyorum” diyerek Müslüman olmuştu. Toryatos, Hz. Osman’ın

halifeliğine kadar buranın hükümdarı olarak kalacaktır305. Görünen odur ki İyaz’ın Nusaybin’de iki ay kalması çevre şehirlerde dahi duyulabilecek kadar olumlu etki bırakmıştır. Bu olumlu etki gerek şehir merkezinde gerekse de çevrede, İslamlaşmanın hızlanmasına büyük bir katkı sağlamış olduğu görülmektedir.

302 El-Vakidi- a.g.e., s.149. 303 El-Vakidi- a.g.e., s.150. 304 El-Vakidi, a.g.e.,s.142. 305 El-Vakidi, a.g.e.,s.142.

Mardin’in yakın çevrelerinden biri olan Erzen’de de yine bölgenin fethinin ardından İslamlaşmanın başlamış olduğu görülmektedir. Bu durum ile ilgili Erzen hükümdarının İyaz’a gelerek şunları söylediği görülür: “Dün akşam, (gündüz olduğunda) sizlerle savaşmak üzere

yatmıştım. Ancak rüyamda Meryem oğlu Mesih’in bana, Muhammed’e tâbi olmam gerektiğini emretti. Ayrıca bana dedi ki “kim O’na karşı gelirse benimle bir bağı yoktur”. Bu sözlerin

ardından yanındakilerle birlikte İslam’ı kabul ettikleri görülür. Buradan Şehre giden hükümdar, halkını meydanda topladıktan sonra rüyasını anlatmış ve herkesi İslam’a davet etmiştir. Halkın büyük bir çoğunluğu İslam’ı kabul ettikten sonra, yeni dini öğretmek üzere on kişilik bir grup buraya görevlendirilecektir306.

Ahlât’tan sonra Sincar’ı da fethedecek olan Müslümanlar, buraya da bir miktar Müslüman Arap bırakarak307 bölgenin Müslümanlaşmasına önemli bir katkı sağlamış olacaklardır.

Mardin’in kuzey batısında bulunan Siirt’te de fetih esnasında İslam’a yapılan davet sonucunda önemli bir halk kitlesinin İslam’ı kabul ettiği görülmektedir. Siirt’in güneybatısında, Mardin’in de batısına düşen Cizre ve çevresindeki birçok yerleşim biriminde yine fetihler sonrasında yapılan davetler sonucunda İslam’ın toplu olarak kabul gördüğü308

anlaşılmaktadır.

Başka bir yakın çevre olarak Ra’sü’l-Ayn’ı görmemiz mümkündür. Buranın fethinden sonra İslam’a Yapılan davet, olumlu yankılar bulmuş ve kısa bir süre içerisinde Müslümanların sayısının artmış olduğu; Nasturi Kilisesinin Camiye çevrilmesinden anlaşılmaktadır. Daha sonraları da halkın büyük bir kısmı İslam’ı kabul edeceğinden, kiliselerini, mescit ve camilere çevirmiş oldukları görülecektir309. Böylece İslam’ın halk arasında artık en yaygın din olduğu kanaatini açık bir şekilde ortaya çıkarmaktadır.

Fetihlerden sonra ortaya çıkan bu ihtida ve kiliseleri camiye çevirme hareketleriyle ilgili batılı ve doğulu bazı araştırmacıların görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür: “Ülkelerin Müslümanlar tarafından fethedilmesi doğrudan doğruya İslam’ın yayılmasına yol açmıyordu. Bir ülkenin fethi, Müslümanlara sadece dinlerini yerli halka açıklama olanağını sağlıyor, tebliğ etkinliklerini kolaylaştırıyordu; halka İslam’ı benimsetmek için şiddet kullanılmıyordu. Kiliseler, bütün bir nüfus İslam’a girinceye kadar, uzunca bir süre varlığını sürdürüyor, ancak kitlesel bir ihtida söz konusu olduğunda, halkın genel isteğine uyularak camiye

306El-Vakidi, a.g.e.,s.168. 307El-Belazuri, a.g.e., s.254 308 El-Vakidi, a.g.e.,s.169. 309 El-Vakidi, a.g.e., s.141.

dönüştürülüyordu. Fethedilen ülkelerde diğer dinler içinde aynı durum geçerli olmuştur310. Bu yorumdan hareketle; İslamiyet, özellikle yukarıda söz edilen ve kiliseleri camiye çevrilen yerlerde büyük bir yayılma eğilimi bulduğunu, rahatlıkla söylememizi mümkün kılmaktadır.

Öte yandan Hz. Ömer’in İyaz’la birlikte atadığı komutanlardan Velid b. Ukbe Cezire Arapları üzerine memur edilmişti. Velid, Cezire’ye geldiğinde, “Cezire’nin Araplarından,

Müslüman olan ve olmayan herkes ona tâbi olmuştu311”. Burada da görüldüğü gibi esasında İslam Dini, Cezire halkına yabancı olmayan bir din olduğu hatta Müslümanların fetihler yoluyla buraya ulaşmadan, kendi dinlerinin ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu da kiliselerin camiye çevrilmesi hadiselerinin aslında bir anda ortaya çıkan bir durum olmadığı, gerçekte olgu biçiminde ortaya çıktığı gerçeğini doğrulamaktadır.

Süryani piskopos İshak Armale de bölgenin İslâmlaşmasına dair bir takım bilgilere yer vermektedir. Ona göre, bölge valilerinden Velid b. Ukbe, Tağlib kabilesinin Hrıstiyanlarını toplayıp İslâm dinine girmelerini istemiştir. Bu isteği Hıristiyan Tağlibliler yerine getirerek Müslüman olmuşlardır. Ayrıca Mardin sahibi Arsus b. Carus Harran’a çekilince Müslümanlar orayı da kalesi ile birlikte ele geçirmişlerdir. Ardından Dara, Nusaybin, Kal’ate’l- Mera (Mardin’e yakın bir köy), Diyarbekir ve Silvan da ele geçirilmiş “ Böylece Cezire illeri tümü ile Müslümanların eline geçmiş ve dinlerine; Diyar-ı Rebi’a, Diyar-ı Bekir ve Diyar-ı Mudar Hıristiyanları da girmiştir”312.

Arap Kabilelerinin İslam’a geçişi kesin olarak bilinmemekle birlikte, konu hakkında farklı görüşler bulunmaktadır.Bu görüşlerden bir kısmı şu şekilde özetlenebilir: Cizre ve Diyarbekir bölgelerinin Arap egemenliğine geçişi sırasında el- Cezire bölgesindeki Arap kabilelerin çoğunluğu bu egemenliğe boyun eğmişlerdi. Hamdaniler olarak gelecekte Mardin’e de hâkim olacak (885) olan Tağlib Kabilesi, Hazreti Ömer döneminde cizyeye bağlanmış313 olmasına rağmen, acemleri sevmediklerinden, fetihler sırasında intikam almak düşüncesiyle Müslümanlara yardım etmişlerdi314. Bir süre sonra da İslâmiyet’i kabul edecekleri315 görülecektir. Kabilenin tamamının İslâmiyet’i ne zaman kabul ettiği kesin olarak

310 İzzetî, a.g.e.,s.46

311 İbnü’l-Esir, a.g.e., s.486–487.

312 İshak Armale, Al Qousara fi Nakabete’n-Nasara, (Türkiye Mezopotamyasında Mardin) Çev. Turan Karataş, Nsibin Yay. İsveç, 1993, s.10.

313Nasuhi Ünal Karaaslan, “Hamdaniler” Diyanet İslam Ansiklopedisi,İstanbul 1997, C.15, s.446. (Hamdaniler, Tağlip aşiretinden gelmektedir. D.B.Macdonald, “Hamdaniler” İA, MEB,Eskişehir 1997 C.5/1 s.179).

314Zeydan, a.g.e., s.110. 315 Karaaslan, a.g.m.,. s.179.

bilinmemekle birlikte bir kısmının hicretin 9. yılında Müslüman olduğu, ancak bunların da Cezire Araplarından olmadığı anlaşılmaktadır316.

El-Cezire’nin fethi sırasında Beni-Tağlib317, Sa’leboğulları318, İyaz b. Nizar319 gibi Arap kabilelerine rastlanmıştı. Adı geçen bu kabilelerin fetihlerden belli bir süre sonra Tağlip kabilesi gibi İslâm’ı kabullenmeleri320 ihtimali yüksektir. Zira fetihler sonrasında gelişen Arap eşittir İslâm321 anlayışı savımızı güçlendirecek bir husus olmuştur. Ayrıca 693 yılında Müslümanların, Mezopotamya valiliğine Muhammed b. Mervan et-Tağlibi’yi atamış olması322, özellikle Tağlib Kabilesinin arasında İslam’ın artık çok yaygın bir din olduğunu göstermektedir. Başka bir rivayete göre; İslâm’a en erken girişler “Verimli Hilal “ bölgesinin kenarında yaşayan ve büyük göçlerle geçip giden Hıristiyan bedevi kabilelerinkiydi. Daha sonra Arap hâkimiyetinin ilk yüzyılında diğer Mezopotamyalı Arap kabilelerin de İslâm’ı kabul ettikleri görülmektedir323.

El-Cezire bölgesi, fethinden sonra yukarıda zikredilen göçlere maruz kalınca Mardin’i de etkileyecek önemli gelişmelerin yaşandığı görülmektedir. Fetihten sonraki süreçte Arap egemenliğinin adım adım yayıldığı bölgelerdeki en can alıcı noktalardan birisi de gidilen bölgelerdeki Ermenilerin kitlesel olarak İslâmiyet’i seçmesidir324. Doğal olarak Mardin’de

yaşayan nüfusun önemli bir kısmı Ermeni olduğu göz önünde bulundurulacak olursa bu durum, Mardin’deki İslâmlaşmanın boyutunu da ortaya çıkaracaktır.

Bir başka boyut ise Süryani ve Nasturiler ile ilgilidir. Bu iki toplumun da Mardin’deki nüfusun önemli bir kısmını oluşturduğu bilinmektedir. Süryani ve Nasturi toplumunun, Bizans’la ve onun kilisesi ile olan temel çelişkisi ve bu kiliselerin esas olarak Bizans İmparatorluğu’na bir tepki biçiminde doğması, Yakubi kilise hiyerarşisi içinde patriklerle piskoposlar arasında zaman zaman çıkan ihtilaflar, cemaatlerin kuzey güney yönünde değişen temel çatışmalarda, Arap tarafında saf tutmasına neden olmuştur325. Böyle bir durumun ortaya çıkması bu iki cemaatten kısmen dahi olsa Arapların etkisi altında kalmış oldukları ve Müslümanlaştıkları anlaşılmaktadır. Özellikle Nasturilerle ilgili şu örnek dikkate şayan olduğu kanaatindeyiz: “İslami fetihleri müteakiben, ilk yüzyılların en dikkate değer

316 H.Kındeman, “Tağlib” İA, MEB,Eskişehir 1997 C.12/2, s.623. 317 İbnü’l-Esir, a.g.e., s.487. 318 Taberi, a.g.e. s.448. 319 İbnü’l-Esir, a.g.e., s.486. 320 Karaaslan, a.g.e., s.446, 321 Zeydan, a.g.e., s.109. 322 Armale, a.g.e., s.11. 323 M. Lapidus, a.g.e., s.95.

324 Aydın-Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.73. 325 Aydın-Emiroğlu, Özel, Ünsal, a.g.e., s.75.

olaylarından biri, İslam’ın, Nasturi Hıristiyanlarınca benimsenmesidir. Bir zamanlar Pers krallarının uyguladığı sert baskı ve kıyımlara rağmen dinlerinden dönmemişlerdi. Bu şaşırtıcı sonucun doğmasında öyle görünüyor ki, Hıristiyanların, İslam gibi ruhbansız bir dini benimseyerek kendilerini ruhanilerin dayanılmaz vesayet ve baskılarından kurtarmak arzusunun büyük rolü olmuştur”326. Araştırmacımız her ne kadar bu ihtida hareketini salt ruhbanlığa bağlamışsa, da gerçekte yukarıda saydığımız sebepleri de göz ardı etmemek gerektiği kanaatindeyiz.

İslam fetihlerinin değerlendirildiği bir makalede geçen tespitler, bir taraftan bu fetihlerin önemini ortaya koyarken diğer taraftan da İslamlaşmanın bir boyutunu da gözler önüne sermektedir. Makaleye göre: “Fetihler sayesinde bölge halkı hem zulümlerden kurtulmuş hem de İslamiyeti tanıma imkânını elde etmişti. Fetihler sırasında İslamiyet, bölge halkını asla İslam olmaya zorlamamıştı. Halk kendi istek ve arzusuyla İslamiyeti değerlendiriyordu. Savaşlar öncesinde İslamiyet hakkında duydukları güzel şeyler, bazen onların İslam’a geçmelerine yetiyordu. Müslüman fâtihlerle aynı şehri paylaşarak yaşanan bir hayat da tesirini göstermeye başlamış, İslam’a geçen insanların sayısı artmıştı”327.

Hazreti Osman zamanında, Suriye valiliğine ilaveten, el-Cezire toprakları da Muaviye bin Ebu Sufyan’ın idaresine verilmişti. Muaviye bölgeye gitmeyip yerine önce Habib bin Mesleme’yi ardından da Dehhak bin Kays el-Fihri’yi göndermişti. Hazreti Ali halife olunca bölge valiliğine Malik el-Eşter getirildiyse de Dehhak karşısında tutunamayıp Musul’a çekilmek zorunda kalmıştı328. Bütün bu olup bitenlerden sonra Sıffin savaşı gerçekleşecek ve ardından Hazreti Ali şehit edilecektir329. Hazreti Ali döneminde ortaya çıkan haricilerin bir kısmı Mardin’de de kendilerini göstermişlerdir. Rebia kabilesince çıkarıldığı anlaşılan Mardin’deki harici ayaklanması,330 Emevilerin son dönemlerine kadar devam edecek ve Emevileri de çok zor durumda bırakacaktır331. Hariciler ayaklanma çıkarabilecek kadar güçlenmişse o halde Mardin’de bu dönemde de önemli bir İslâmlaşmanın yaşandığını ortaya koymaktadır.

Bilindiği gibi son iki raşit halife dönemi iç karışıklarla geçtiğinden332 olacak ki bu dönemde bölgede yeni fetih hareketlerinden ve İslâmlaşmadan fazla söz edilmemektedir.

326İzzetî, a.g.e.,s.111. 327 Öztürk, a.g.m., s.34.

328 Mehmet Taştemir, “Mardin” Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ankara 2003, C.28, s.44. 329 Şeşen, a.g.m.,., s.509.

330 Eş-Şümeysani, a.g.e., s.62. 331 Şeşen, a.g.m., s.510.

Hatta Abdulgani Efendi (Bulduk)’in Mardin ile ilgili işaret ettiği “Takriben 105 sene virâne kaldı333” ifadesi belki de bu karışık dönemi ifade etmektedir.

Benzer Belgeler