• Sonuç bulunamadı

İyaz’ın fetih stratejisini tespit ederken, bu stratejinin arkasındaki itici gücü bilmemiz ve ona göre tespit etmemiz gerektiği kanaatindeyiz. Bize göre bu itici gücün ana unsuru, döneme damgasını vuran Hz. Ömer’dir. Bu sebeple İyaz’ın fetih stratejisini belirlerken Hz. Ömer’in de fetih stratejisinden söz etmeden geçmek konuya bir eksiklik olarak yansıyacağı muhakkaktır. Bu çerçeve içerisinde, İyaz’ın fetih stratejisini tespit etmenin daha mantıksal olabileceğini öngörmüş bulunmaktayız.

Esasında, el-Cezire’nin fethine bakmak suretiyle hem Hz. Ömer’in ve hem de İyaz’ın fetih Stratejisini tespit etmemiz mümkündür. Genel anlamda Hz. Ömer, hedefsiz, bilinçsiz, insana yönelik olmayan daha çok toprak gasp etmeye benzeyen bir fütuhat hareketine karşı çıkıyor, komutanlarının kendisinden izin almaksızın rasgele fütuhat yapmalarına karşı çıkıyordu205.

İyaz da aynı şekilde bir fetih stratejisini benimsemiş olduğu görülmektedir. Bunun en güzel örneğini el-Vakidi’nin naklettiği şu hadisede bulmak mümkündür: “İyaz, Amed206 ve

200 Şakir, a.g.e., s.171. 201 İbn-i Hacer, a.g.e., s.50. 202 En-Numeyri, a.g.e., s.128. 203Şakir, a.g.e., s.172. 204Çubukçu, a.g.m.,s.499.

205Mehmet Azimli, “Hulafa-i Raşidin Dönemindeki İlk Fetihlerin Sebepleri Üzerine Bazı Değerlendirmeler”

İSTEM, S.6, 2005, s.182.

206

Amed: Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan bölgenin en büyük şehridir. Dicle’nin yukarı havzasında, nehrin sağ kıyısına hâkim bir mevkide 650 m. Rakımlı bir yerdedir. Günümüzde Diyarbakır şehri olarak bilinir (Besim Darkot, “Diyarbekir” İA, MEB, Eskişehir 1997, C.3, s.601)

Meyyafarikin’in207 fethini müteakiben Hitac (veya Haytac) denilen yerde çok güçlü bir kaleye rastlamıştı. Kale halkını İslam’a davet eder, ancak kale halkı derhal savaş hazırlığına girişir. İyaz bu durumu görünce; “Kale çok güçlü, almak imkânsız gibi görünüyor. Ancak bu

insanları İslam’la tanıştırmadan da buradan geçip gitmek olmayacaktır. Bizim için kazanç olacak olan şey de bunların İslam’a girmeleridir. Bu nedenle Allah’ın yardımıyla biz bu kaleyi fethedeceğiz208”.

Öte yandan Karkisya’nın. fethinde de insanlığa örnek olabilecek bir durumu görmemiz söz konusudur. Karkisya’nın kalelerinden birisinin Müslümanların eline geçmesi üzerine, İyaz, kaleyi ele geçiren Abdullah b. Gassan ve Suheyl b.Adiyy’e şu tembihleri göndermişti.

“Yukanna ve kızı gelinceye kadar, kaledeki malları olduğu gibi muhafaza ediniz. Sakın ola ki kalede bulunan eşyalardan bir dirhem miktarı dahi olsa almayasınız209”.

Görüldüğü gibi İyaz’ın savaş stratejisi, ne mal mülk ne de toprak kazanmaktır. İyaz’ın tek bir hedefi vardır ki, batıl üzere gördüğü bir toplumu hak yola davet etmek suretiyle onların bir nevi kurtuluşuna(hidayete) sebep olmaktır. Bunu sağlayabilmek için de örnek davranışlar sergilenmesini istemekte, böylece İslam’ı yeni kabul etmiş veya kabul edecek insanları her yönüyle etkilemek suretiyle gönüllerini İslam’a ısındırmayı amaçlamıştır denebilir. Böylelikle İyaz’ın fetih stratejisinin esasında hedefi belli, bilinçli ve insana yönelik olduğu da ortaya çıkmaktadır.

İlk dönem İslâm tarihinin en yoğun fütuhatının yapıldığı dönemde Hz. Ömer ordularının fütuhat konusunda hızlı hareket etmemelerini istiyordu. İran bölgesi komutanlarından Ahnef b. Kays, hızlı devam etmesi gereken fethe engel olduğu için Hz. Ömer’le tartışıyordu. Halife İran bölgesindeki savaşların sürekliliğinden rahatsızlığını210;

“ keşke bizimle onlar arasında ateşten bir dağ olsaydı da ne onlar bize saldırabilse ne de biz onların topraklarına girebilseydik211” sözleriyle ortaya koyuyordu. Hz. Ömer, bu savaş

arzulamama politikasını her zaman ortaya koymuştu. Mısır’ın fethi için izin isteyen Amr b. Ass’a ; “Mısır’a girmeyin” şeklindeki tembih içerikli mektubu, muhtemelen Amr da bu içeriği tahmin ettiğinden, Mısır’ı fethettikten sonra açmıştı212.

207

Meyyafarikin: Diyarbakır’ın kuzeydoğusunda bir şehir olup, bugün Silvan adını taşımaktadır (V.Minonrsky “Meyyafarikin” İA, MEB, Eskişehir 1997, C.8, s.195).

208 El-Vakidi, Fütuhu’ş-Şam, s.153. 209 El-Vakidi, Fütuhu’ş-Şam, s.106. 210 Azimli, a.g.m., s.182.

211 Şibli Numani, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer, Çev. Talip Yaşar ALP, Çağ Yayınları, İstanbul 1975, s.269. 212 Azimli, a.g.m., s.182.

Hz. Ömer’in bu savaş arzulamama stratejisinin aynısını İyaz’da da bulmak mümkündür. Özellikle Ra’sü’l-Ayn’ın fethinde bunun açık bir örneğini görmemiz mümkündür. İyaz, buranın fethi için acele etmediği görülür. İyaz’ın hem acele etmeyip hem de şiddete başvurmamasının nedeni; daha önce sulhen fetholunmuş olan bölgelerdir. Burayı da kan dökmeden almak istiyor ki beraberindekilere de bir şey olmadan fetih gerçekleşebilsin213.

Aktarmış olduğumuz bu metne dikkat edilecek olursa, verilen örnek sadece Ra’sü’l- Ayn’ın fethi için geçerli olan bir husus olmadığı anlaşılacaktadır. Yukarıda aktardığımız fetihlerin hemen hemen tümünde benzer bir duruma rastlamak mümkündür. İyaz, bir yerin fethine gittiğinde, barış yolu, ilk tercih ettiği hatta ısrar ettiği yol olmuştur. Bu da İyaz’ın tıpkı Hz. Ömer’de olduğu gibi savaşı arzulamama stratejisini ortaya koymaktadır. Özellikle insan öldürmenin, son çare olarak kullanıldığı, başka çareler olduğu sürece, buna başvurulmadığını gösteren önemli örnekler de İyaz’ın hayatında mevcuttur. Kendisine karşı aşırı güç kullanmış olmasına rağmen, güç kullanmış olan şehirlerin fethinden sonra halka göstermiş olduğu hoşgörüyü herhalde Bizans hükümdarlarının asla gösteremeyecekleri bir hoşgörü olsa gerek. Konuyla ilgili bir örneği Amed’in fethinde görmemiz mümkündür. Bu örnekte: Amed Melikesi Meryem’in, kuşatmaya dayanamayarak kaçması üzerine büyük bir korkuya kapılan Amed halkını, şehrin meydanında toplayan İyaz, onlara şunları söylemişti:

“Allah bizleri sizlere karşı galip getirdi. Eğer peygamberimiz rahmet peygamberi olmamış olsaydı ve bize de merhameti emretmemiş olsaydı, sizlerin tümünü kılıçtan geçirirdik. Ancak kitabımız da bizlere affetmeyi emretmektedir”214 dedikten sonra onlara Kur’an’dan ayetler okumak suretiyle hem gönüllerini İslam’a ısındırmış hem de onların şiddetine karşılık şiddetle cevap vermeyeceğini ima ederek hoşgörüsünü ortaya koymuştur.

İyaz’ın bir diğer stratejisi; fethedilen bölgeyi başıboş bırakmamak, adaletli ve liyakatli kişileri, fethedilen bölgelerin başına geçirmek suretiyle yönetimde boşluklar oluşmasını engellemektir. Bunu yaparken bölgenin dokusunu bozmamak, İslam’a ve Müslümanlara kin tutturacak uygulamalardan şiddetle sakınmak. Örneğin; Dara yakınlarındaki Beyruha Yahudi şehrini fethettikten sonra, şehrin hâkimi Toryatos’un; “Ben buranın idaresini ölümüme dek

bırakmayı düşünmüyorum” şeklindeki sözlerine karşılık İyaz’ın; “ amacımız adaletli bir yönetim kurmak ve kimseyi mağdur etmemektir” şeklinde cevap vererek bazı şartlarda

yönetimi tekrar Toryatos’a bırakması söylediklerimize ışık tutacak uygulamalardandır.

213 El-Vakidi, Fütuhu’ş-Şam, s.120. 214 El-Vakidi, Fütuhu’ş-Şam, s.151.

Çarpıcı, güzel bir örneği de Ahlat’ın fethinden sonra görmemiz mümkündür. İyaz’ın, Melike Tariyon ve kocası Yorgo’dan, Allah’ın emirleri doğrultusunda, adaletten şaşmadan şehirlerini idare etme konusunda yemin aldıktan sonra buradan ayrılması215, İyaz’ın bu konudaki hassasiyetini ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak İyaz’ın fetih stratejisini özetlemek gerekirse; İyaz, fetih stratejisinde hep insan olmanın gereğini düşünmüş, bu doğrultuda insana zarar verebilecek unsurlardan sürekli kaçınmış olduğu görülmektedir. Bir insana verilebilecek en büyük ceza ölüm iken verilebilecek en büyük mükâfat da bağışlamadır. İşte, İyaz, yapmış olduğu fetihlerde hep ikincisini tercih ettiğini görmekteyiz. O’nun bu şekilde davranması elbette ki başta İlahi emirler, bu emirleri de böylesi güzel insanlara anlatan peygamber ve peygamberin yolundaki örnek halifelere itaatten kaynaklandığı söylenebilir. İnsanları İslam’a davet ederken ki hedefi insanlığı kurtarmaktı. Adalete davet ettiğinde yine hedef, onursallık adına insanlığı kurtarmaktı. Düşündüğü ve yapmak istediği tek bir şey vardı; o da gittiği yerdeki insanları, davet-ihtida yoluyla İslam’a çekmek, inanan insanlar ne kadar çok olacaklarsa, insanlığı kurtarmanın boyutu da kendisi için o oranda büyük olacaktı. Bu O’nu en mutlu edecek olan unsurdu. Bunu geçekleştirebilmek için çok çaba gösterdi, nefsine ağır gelebilecek işler yaptı. Sonuçta el-Cezire’nin fethi ve İslamlaşmasına baktığımızda İyaz’ın bu vazifeyi bihakkın başardığını söylersek herhalde abartı yapmış olmayacağız.

II. BÖLÜM

MARDİN’İN FETHİ VE MARDİN’DE İSLÂMLAŞMA

I. MARDİN’İN FETHİ

Mardin, İslâm fetihlerine yakın bir döneme kadar Cezire şehirleri arasında en güzel, en önemli ve en iyi korunan zengin şehirlerden biriydi. Mardin, bazı İslâm fetihleri için alınması gereken önemli yerlerden biriydi. Bazı eskiçağ tarihçilerine göre, İslâm öncesi Mardin, Cezire şehirleri arasında kutsal sayılan bir kentti. Buna rağmen ilk İslâm tarihçileri, Cezire’nin fethinden bahsederken, Mardin isminden direkt söz etmemektedirler. Ancak bu tarihçilerin hemen hemen hepsinin ittifak ettikleri bir nokta vardır ki; o da Mardin’in İyaz b. Ganem tarafından fethedildiğidir216.

Eş-Şümeysani kendi eserinde bu bilgileri takdim ettikten sonra el-Vakıdi’den aşağıya aktaracağımız fetih hikâyesini yazmaktadır. Zaten ilk İslâm kaynaklarında, Mardin’in fethine dair en ayrıntılı bilgiye, el-Vakıdi’nin dışında başka kaynaklarda şimdiye kadar rastlanmamıştır. El-Vakidi’ye göre Mardin’in fethi şu şekilde olmuştur:

“Rasu’l-Ayn’ın sahibi Şehriyâd b. Fern, Habur’un fethinden sonra sıranın kendi memleketine geldiğini anlayınca Arz-ı Tayr217 denilen yere gidip devlet ileri gelenlerini topladı. Araplarla savaş edip etmeme hususunda istişare etti.

Patrik Tûtâ, “Biz savaşırız, ancak, sen oğlun Amûdâ’ya Mardin Meliki Arsus b.

Carus’un kızı Mâriye’yi iste ki, aranızda meydana gelecek yakınlık sebebiyle bize yardım etsinler” dedi218.

216 Şümeysani, a.g.e.,s.45.

217Arz-ı Tayr: Harran ile Ceylanpınar arsıda bir çayırlıktır (el-Vakidi, Fûtuhu’l-Cezire…, s.77) 218 El-Vakidi, Fûtuhu’ş-Şam, s.108.

Şehriyâd, bu görüşü beğenerek, Tûtâ’yı kıymetli hediyelerle Mardin’e, Arsus’un yanına gönderdi. Tûta Arsus’a: “Araplar çevredeki bir çok ülkeyi istila etmeye başladılar ve

oradaki sultanların ve hükümdarların elindeki toprakları alarak rezil ettiler. Yemen, Habeşistan, Mısır, Hicaz ve Şam’ı istila ettiler. Rum imparatoru Herakliyus’un elindeki birçok yerlere de el koydular. Mallarını mülklerini ellerinden aldılar. Erkek, kadın ve çocuklarımızı esir aldılar. Şimdi de mülkümüze ve şehirlerimize göz dikmişler. İslam ordusuna karşı savaşmamız gerekiyor. Eğer onlara karşı zaferle çıkarsak, İsa Mesih’in dinini yüceltmiş oluruz, yok eğer yenilirsek o zaman şehirlerimiz malımız mülkümüz evlatlarımız onların eline geçecek ve ölüm bizim için yaşamaktan daha iyi olacaktır. Ben buraya kızın Mariya’yı Şehriyad’ın oğlu Amûdâ’ya istemek için geldim. Eğer kızın Mariya, Amûdâ ile evlenirse kuvvetlerimiz birleşir ve bizim için büyük bir destek olur. Böylece daha güçlü bir şekilde Araplara karşı savaşabileceğiz219.”

Arsus, bu teklifi kabul ederek mehir olarak yüzbin dinar ve iki deve yükü kıymetli mal verilmesini istedi. Ayrıca Arap ulularından yirmi kişinin de zifaf gecesi Hz. İsa’nın şerefine boğazlanmalarını şart koştu.

Bunun üzerine Arsus, kızı Mâriye’nin yanına giderek evlilik meselesini söyledi. Mâriye’nin kabul etmesiyle Arsus, papazları, keşişleri getirterek nikâhlarını kıydırdı.

Arsus, aslen Trabzon’lu olup, cesur korkmaz bir yaratılışa sahipti. Ermeniyye memleketini ilkin o kurmuştu. Diyar-ı Rabia ahalisinin yardım istemeleri üzerine Herakliyus, Antakya’dan Arsus’u oraya göndermiş; “kendine sağlam bir kale bul ve içinde otur demişti” Arsus da yer olarak Mardin kalesini seçti.

Diğer kalelere nispeten buranın sığınmaya daha uygun olduğunu görerek buraya yerleşti. Kalede İran asıllı “Din” adında ateşe tapan çok meşhur dindar biri varmış. Arsus, günün birinde kaleye çıkarak Din’i öldürmüş ve Din’in ibadet ettiği ateşin yerini sağlam bir kale haline getirmişti. Kızı Mâriye de bu kalenin hizasında kendisine bir kale inşa ettirerek bütün ihtiyaçlarını buraya taşımıştı.

Mariye kalesi yakınlarında dağ yamacında bir kilisede (Deyru’z Za’faran)220 eşsiz bir güzelliğe sahip, Farma adında genç bir keşiş vardı. Mâriye, bir gün bu keşişin ziyaretine

219 Abdusselam Efendi, Mardin Tarihi, (Çev. Dr. Hüseyin Haşimi Güneş, Yayınlanmamış Arapça Yazma Eser, Mısır baskısı, Tarihsiz).

220 Abdulgani Bulduk, Mardin Tarihi, Yayına Hazırlayan: Burhan Zengin, GAP İdaresi Başkanlığı Yay. Ankara 1998, s.16.

gitmişti. Ancak onu görür görmez âşık olmuştu. Bir süre sonra Mariye keşişten hamile kaldığını anladı.

Bu hamileliğin sonunda bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Yaptığı ortaya çıkar diye çocuğu yanında bırakamadığı gibi, şefkatinden öldürmeye de kıyamadı. Bunun için çocuğu, sırlarını bilen bir süt anneye vererek ve yolculardan her kim görürse yedirmesine ve terbiyesine dikkat etmesi için giydirdiği güzel elbise ve taktığı altın elmas gibi süslerle işlek bir yol üzerine bırakmasını istedi.

Çocuğun vücuduna bakınca, sağ yanağında tırnak kadar siyah bir ben ve sağ kulağında da fazladan et vardı. Süt anne, çocuğu alıp yırtıcı hayvanların saldırısına uğramasını engellemek için mermer bir sütun üzerine bıraktı.

O gün Musul Melikinin, Rasl’ü’l-Ayn Meliki Şehriyâd’a gönderdiği elçi oradan geçerken çocuğu fark ederek, onu evlat edinmek üzere aldı. Üzerindeki süslü elbiselerden ve üzerindeki değerli eşyalardan onun soylu bir aileye mensup olduğunu anlamıştı.

Rasu’l-Ayn’a ulaşıp gerekli olan merasimler yapıldıktan sonra çocuğu nasıl ve nerede bulduğunu Şehriyâd’a anlattı. Şehriyâd “Benim erkek evlâdım yok, bunu bana hediye et ve

buluntu olduğunu kimseye söyleme” dedi. Çocuğu elçiden alarak adını Amûdâ olarak koydu.

Şehriyâd, Amûdâ’ya özel bir köşk yaptırıp ona da Amûdâ adını vermişti. Amudâ, vaktinin çoğunu at üzerinde ve avda geçirirdi. İslâm ordusu, uğradığı her yeri fethedince, Şeyriyâd, Amûdâ’yı çağırıp Arap ordusunun gelişinden duyduğu korku ve endişeyi ona iletti. Ona 20.000 kişilik bir ordu hazırlayarak, Patrik Tûtâ ve Harran valisi Rodos’la birlikte İslâm ordularına karşı gönderdi.

İyaz, bütün olup bitenleri daha önce saldığı casus askerler sayesinde öğrenmişti. Beraberindeki bazı sahabe komutanlarla istişare eden İyâz, Halid b. Velid’in görüşü doğrultusunda hareket edilmesine karar verdi.

Halid, Matkab bölgesinde düşman kuvvetleriyle vuruşmaya başlamıştı bile. Karşısına çıkan ilk kişi Rodos oldu. Halid, Rodos’u bir anda vurarak yere düşürdü. Kollarını bağlayarak kölesi Hümâm’a teslim etti. Düşman askeri, Rodos’un esir alındığını görünce, az bir grup olduklarını zannettikleri İslâm ordularına şiddetle saldırarak aralarında büyük bir savaş başladı. O sırada Adiyy b. Sâlim 1000 atlıyla pusudan kurtuldu. Bunu gören Amûdâ ve Patrik Tûtâ, adamlarına hitaben: “Yazıklar olsun size ki, 20.000 kişi olduğunuz halde 1500 adamın

Bunun üzerine Rum askerleri galeyana gelerek İslâm ordularını dört bir taraftan kuşatmalarına rağmen başarılı olamadılar. Müslümanlar, Rodos’a arkadaş olmak üzere Amûdâ’yı, Patrik Tûtâ’yı, 5000 askeriyle birlikte esir alarak ve pek çok ganimet de elde ederek bu savaşı kazanmışlardı. Bu duruma çok üzülen Şehriyâd, devlet ileri gelenlerini toplayarak ne yapılması gerektiğini düşündüler. İşin erbabı olanlar; “Bizim bulunduğumuz

Ra’su’l-Ayn, yaramaz bir yerdir. Harran, Urfa, Suruç bizden uzaktır, imdadımıza gelen olmaz. İyisi, buradan kalkıp Mercu’r-Rağban’a gidelim ki, sağımızda solumuzda kaleler ve her taraftan yiyecek getirme imkânı vardır. Bu şekilde Arapların yolunu keseriz, elimize geçeni öldürürüz. Onlara galip gelirsek ne güzel! Şayet onlar bize galip gelirlerse Mardin, Tell-i Kar, Savur gibi yerlere bölünerek gidip sığınırız. Bu şekilde kendimizi, ailemizi düşman tecavüzünden kurtarmış oluruz’’ dediler.

Şehriyâd, bu görüşü uygun bularak Mercu’t-Tayr’dan ayrılmış ve Ra’su’l-Ayn’a gitmiştir. Halka, kalede kalmalarını söyleyerek ve kendilerine damadı Mertemyus b. Bulus komutasında 10.000 asker de bırakarak, Mercu’r-Rağban’a221 çekilmişti.

Halid, esirleri ve ganimetleri alıp, başkomutan İyaz’a gönderdi. Amûdâ, Patrik Tûtâ ve Rodos da kolları bağlanarak gözaltına alındı.

İyâz, Zeba, Zelubyâ, ve Habur şehirleriyle bunlara bağlı kalelerin fethedildiğini halifeye bildirdi. Ganimetlerin beşte birini de Habib b. Sehbân’ın yanına verdiği 100 Yemenli askerle birlikte gönderdi.

Kendisi de askerini alarak Mercu’r-Rağban’a doğru yürüdü. Şehriyâd’ın Mercu’r- Rağban’a iyice yerleşmesi için yol üzerindeki Ra’su’l-Ayn’a dokunmadı. Şehriyâd’ın bozguna uğrayıp Mercu’r-Rağban’a gittiğini, Amûdâ’nın, Patrik Tutâ’nın ve Rodos’un esir edildiklerini ve İslâm ordusunun Şehriyâd’ı takip ettiğini duyan Mardin Meliki Arsus ümitsizliğe kapıldı. Kızı Mâriye’yi çağırıp olayları anlattı. Mâriye: “Uygun bir fikrim var,

bilmem beğenir misin?’’ dedi. Arsus; “Söyle bakalım, aklıma uyarsa kabul ederim” dedi.

Mâriye de: ”Fikrim; kıyafetimi değiştirerek Arap ordusunun içine gireyim. Onlara; Hz. İsa’yı,

Havarileri rüyamda gördüm. Başımıza gelen sıkıntı ve felâketlerden şikâyet ettim. Bana, “Müslüman ol” diye emrettiler. Ben de huzurunuzda yüce İslâm dinini kabul etmek üzere geldim. Maksadım Müslüman olduktan sonra hem benim kalemi, hem de babamın kalesini sizlere teslim etmektir” diye söylerim. Tabii kaleleri ne şekilde teslim edeceğimi sorarlar. Ben

de, “Askerlerinizden istediğiniz kimseleri sandıklara koyunuz, alıp götüreyim. Babam

sandıkları görünce, sizin korkunuzdan, mallarımı kaçırdığımı zanneder. Sandıkların kaleye ulaşmasıyla askerleriniz çıkar, kaleyi ele geçirirler cevabını veririm. Onlar bu tedbiri uygun bularak adamlarını sandıkların içinde bana teslim ederler, alır getiririm. Hepsini burada alıkoyarız. Amûdâ ile arkadaşlarının salıverilmesini, şayet bırakmazlarsa yanımızda olanları öldüreceğimizi onlara bildiririz. Derhal adamlarımızı salıverirler” dedi.

Arsus, bu fikri yanlış görerek, “Sen kendini tehlikeye atmış olursun” diye rıza göstermediyse de Mâriye; “Baba, bize ar (utanç) gelmektense nar (ateş) gelsin. Zira ölüm,

başımıza gelen bu belâdan ve Amûdâ’nın esareti Mâriye’nin uğursuzluğundandır diye halkın kötülemesine hedef olmamızdan daha iyidir” dedi.

Bunun üzerine Arsus; “Nasıl istersen öyle yap. Ben de Şehriyâd’a yardım ederim” diyerek askerlerini topladı. Mardin halkına kaleyi sağlamlaştırmalarını söyleyerek Mercu’r- Rağban’a doğru hareket etti. Öte yandan Mâriye, hükümdarlara, vezirlere layık çok kıymetli, nadir, pahalı hediyeler alarak beş hizmetçi ile geceleyin İslâm ordusunun karargâhına doğru yürüdü. Dunaysır’a (Koçhisar-Kızıltepe) ulaştığında İslâm askerinden kırk kişiyi esir edip götüren babasının perdedarıyla karşılaştı. Bu esirlerin içinde Abdullah b. Gassan, Ubade b. Samit, Varaka b. Câbir, Hârise b. Munkib, Bişr b. Mürre, Zühr b. Mâlik gibi ashabın ileri gelenleri de vardı.

İyaz, Abdullah b. Gassan’ı, yiyecek getirmek üzere bir miktar askerle Harran, Urfa ve Suruç’a göndermişti. Yolda, beraberlerinde zırh giyinmiş 500 atlı olan, Urfa sahibi Nikola b. Eksas ve Sen kalesi sahibi Cercis b. Şem’un’a rastladı. Meğer Şehriyâd da bunları yiyecek getirmek için Urfa’ya göndermişti. Yakaladıkları Müslüman askerlerini Şehriyâd’ın yanına götürdüler. Şehriyâd bunları öldürmek istediyse de akıllı bir veziri; “sen bunların canına

kıyarsan Araplar da Amûdâ ile arkadaşlarını öldürürler. Bunları idam etmektense Mâriye’nin kalesine götürüp hapsetmek işimize daha çok yarar. Zira Arap Emiri bunları isterse Mâriye’ye, “bunlar yanımda değildirler, Mardin kalesindedirler” diye cevap vermesini

tembih ederiz. “Bu şekilde cevap verilince kadrin, şanın, heybetin Arapların yanında artar” dedi. Şehriyâd bu fikri beğenerek esirlerin Mâriye kalesine götürülmesini emretti.

Esirleri götürmeye memur olan kişi, yukarıda yazıldığı gibi Mâriye’yle karşılaşarak meseleyi anlattı. Mâriye de bunu uygun görerek yoluna devam etti ve perdedar da esirleri götürüp kale zindancısına teslim etti. Mâriye İslâm ordugâhına geceleyin yaklaştığı esnada ordugâh etrafında karakol vazifesi gören Süheyl b. Adiyy ve Neciye b. Mecid askerleri tarafından yakalanınca, kendisinin kim olduğunu söyledi. Alıp Emir İyaz’a götürdüler.

Mâriye, İyaz’ı görünce, saygısını ifade etmek amacıyla, karşısında secdeye kapanmak istedi. İyaz “secde ancak Allah’a layıktır” diyerek engel olduktan sonra; “biz Muhammed’in

yüce dini üzereyiz. Cenab-ı Hak kibri, gururu, kendini beğenmeyi kalbimizden gidermiştir”

dedi. Mâriye bu sözleri dinledikten sonra İyâd’a hitaben; “Ya Emir, ben Mardin Hükümdarı

Arsus’un kızı Mâriye’yim. Esir aldığınız Amûdâ eşimdir. Kendisini çok sevdiğimden dayanamadım. Rüyamda Hz. İsa’yı ve Havarileri gördüm. “Arap Emiri’ne git huzurunda Müslüman ol” dediler de o niyetle geldim. Hatemu’l-Enbiya olan Hz. Muhammed’in dinini kabul ve benim kalemle babamın kalesini size teslim edeceğim. Yalnız bir şartım var. Beni kaleme bırakacaksınız. Eşimle oturayım, idareme, tasarruflarıma karışmayınız” diye ricada

bulundu.

Emir İyaz bu sözlere gülerek, “Ya Mâriye sen buraya Müslüman olmak üzere gelmedin.

Benzer Belgeler