TT
Y a y ı n a h a z ı r l a y a n : Z e y n e p O R A L
Marsilya Havaalam’nda Fatoş, çocuklar, Yılmaz’ın uçaktan
inmesini heyecanla bekliyorduk. Sonunda karşılaştığımızda,
sanki bir filmde oynuyormuş gibiydi. “Gösterişli” fakat “zorlama
bir rahatlık” içinde, “Tamam abi, şimdi ne yapıyoruz?” diyordu...
Yılmaz buydu işte: En küçük aksamaların “sinir küpü”ne
çevirdiği; en büyük başarılarda “sıradanlığı” oynayan, başarıyı i
kendine, kusuru başkalarına yazan, herkesin sıkıldığı yerde
sevinci, herkesin sevindiği yerde sıkıntıyı oynayan...
Yılmaz’m Paris Emniyet Müdürü’nden ilk isteği:
‘Acaba bana bir silah?
D
L K saatlerde, sakin denizde yol alan yat, ilerleyen saat lerde, yükselen dalgalar a- rasrnda zorlanm aya başla dı. Kararıp kapanan göğün yankısı denize vurmuştu. Belli b ir süre dayanmışlar. Fakat, saatler artarak sürençalkantı nedeniyle içleri
dışlarına çıkm ıştı.
J o e l’ in, “Denizin durulm ayıp, da ha kopacağı”n ı söylem esi, y ol güzer gahı olarak saptanmış planda deği şiklik yapmalarını gerektirdi. M ar silya yönündeki rota - ki b irk a ç gün süreceği hesaplanıyordu - doğa ko şulları nedeniyle, zorunlu olarak, ya kınlarında oldukları Rodos A da sı’na çevrildi.
O tuz saate yakın yolculuktan son ra, Rodos açığında dem ir atıldı. Yat yolcularına ilişkin yasal kayıt liste sinde görünm eyen Edi ve Y ılm a z saklandı; diğer arkadaş (D on a t), kü çük kayıkla sahile çıkarıldı. Y ılm a z ve E d i’ nin, dikkat çekmeden uçakla Paris’e gidebilm eleri için, bilet ala cak; sahili, havaalanı ve yol güzerga hını araştıracaktı. B ir süre sonra, Y ılm a z ve E d i’ ye, İsviçreli kim likle rine uygun biçim de aldığı biletlerle döndü.
P
a r i s u ç a ğ i n d aY a tın dem ir attığı koydan, onları havaalanına götürm esi için de bir taksiyle anlaşmıştı. Paris biletlerini ertesi sabah için Atina aktarmalı bu labilmişti. O geceyi de yatta geçirip, sabah havaalanına gideceklerdi. İç hatlar olduğu için, R odos - A tina ara sında b ir kontrol yoktu; A tina’da transit salona geçip, Paris uçağına gideceklerdi.
O n d a n sonrasını da artık, Fransa İçişleri Bakanlığı yetkililerinden a- hp, Y ılm a z’a ilettiğim kart çözecek ti. Fransa’ya girerken, elindeki İsviç re kim liğiyle geçebilirse, o kartı kul lanmayacak; Fransa İçişleri Bakan lığ ın ın istediği b içim iyle, M arsil ya’ya gidilecek, verdikleri “ anahtar kart” la polise orada başvuracaktık.
B u süreçler de soru n çıkm aksızın aşıldı. Yanındaki İsviçreli arkadaşı ve cebindeki İsviçre kim liğiyle, Y ıl m az, Atina transit salonunda, güm rüğe takılmadan geçm iş, Paris uça ğına binmişti.
D on a t’la Rodos üstünden yaptı ğım telefon konuşm asında, son geliş meleri bu yön üyle anlattı, J o e l’ in, yatı geri teslim etm ek için, kirala dıkları firm an ın olduğu Pire’ye, ken disinin de ilk uçakla Z ü rih ’e dönm ek üzere olduğunu büdirdi. İşin bu aşa masında da, Yunanistan’da yardım için h iç kim seyi aram aya gerek kal mamıştı. Transit geçiş, kazasız bela sız aksamasız tam am lanm ıştı...
P a ris’ten kurulan kontak ve gelen haberle birlikte, ben de F a to ş’ u ha berdar ettim. Bütün gün boyunca
G ü n ey F ilm bürosunda bekleyip, yanındaki diğer bayan arkadaş ve oğluyla birlikte kaldıkları otele git mişti.
İşin başından beri, ilk kez o gün, gırtlağım a dek dayanmış coşkunun da etkisiyle, Türkiye’yi arayıp, E m il A b i (E. G a lip San dalcı) ve yakın dostum M u z a ffe r Y ıld ın m la r ’la k o nuşup, “ Arkadaşımız özgür!” diye haber verdim. İkisi de, aylardır yaşa dığım gerilimin, koşturmanın ve ya şadıklarım ın farkındaydılar.
T ü r k iy e ’d en ayrılma nedenim i bilen iki kişiydi. E m il A bi, özlem i mi, M u za ffer, özlem im yanı sıra, Türkiye’deki mektuplarım, dokü manlarım, belgelerimle eşyalarım ı koruduğum, iki yakın dostumdular. Haberi verdiğim de ikisi de aynı ses lerle, anlayamadığım sevinçli söz cükler savurdular.
Y ılm a z ’ ın kızı E lif le ilgili T ürki y e ’y i aram ayı sürdürüyordum . So nunda, E lif in pasaportuyla ilgili, döviz işlem lerindeki pürüzler de bit miş, Zürih’e gelmesi önünde engel kalmamıştı. Y ılm a z ’a ilişkin haber duyulup basm a yansımadan, E lif de, ucu ucuna sıyrılıp çıkm ıştı.
E d i ve Y ılm a z, Paris’te, C hristi- n e ’nin evinde kalıyordu. Y ılm az, yolculukta giyindiği gem ici giysileri ni çıkarm ış, kendisine alınm ış kaza ğı giyinmişti...
A y n ı saatlere denk düşecek şekil de, onlar Paris’ten, F atoş, çocuklar ve ben de Zürih’ten uçak biletlerim i zi almış, M arsilya’da, havaalanında buluşmak üzere son telefon konuş m am ızı yapmıştık.
B
u l u ş m aBizim varışımızdan bir süre sonra, İsviçreli prodüktör arkadaşı Edi ve Yıl- maz’ ın geldiği Paris uçağı da piste in mişti...
Fatoş ve çocuklar, heyecanla, yolcu ların çıkacağı bölümün en önünde Yıl- maz’ ı bekliyorlardı.
Fatoş, Yılm az’ı, bir çocuğun elinden çıkmış topaç gibi bekliyordu. Dönüp dö nüp, “Hani nerede kaldı; emin misin bu uçaktan ineceğine?” gibi, aynı soruyu tekrarlayıp duruyordu.
Sonra göründü Yılmaz. Bir filmde oynuyormuş gibi; cezaevinde görüşme yerine geliyormuş gibi; kendine özgü a- dımlarıyla, sallana sallana geliyordu... Sanki, özgürlüğün ilk günlerim solu manın adımlarıyla değil de, her şeyin sıradan doğallığında sürdüğü bir gü nündeymiş gibi geliyordu! Bir nefeslik kısa bir an, “Acaba o değil mi?” kuşku su, ısırganotu gibi, dokunup geçmişti yüreğime! Fakat, Yılmaz da buydu işte: “Oynadığını yaşa yan; yaşadığını oynayan!”; en küçük aksamaların “sinir kü- pü”ne çevirdiği; doğal saydığı en büyük başarılarda “ sıradanlığı oynayan!” ; “iş” biti imi, “ iş or- takları”nın da sıradanlaştığı;
ba-B
İR noktayı te krar vurgulam anın“sulandınlıp bulandırılarak çarpıtılm ış” bazı gerçeklere işaret etme açısından yararı var: Gazete sayfalarından kitap
sayfalarına dek, bir dizi kişi ve yazar, bu konuda “öyküler” türettiler. Ve türettikleri “ö ykü le rd e n hareket ederek “ciddi ciddi” yorum lar yaptılar. “İz saptırmak” için ortaya attığım ız kimi sözler, kim ilerinin düş gücünde efsanevi öyküler yaratm anın “ilham perisi” oldu.
Kimi yorum larda söylendiği gibi, ne
bütünüyle bir devletin him ayesi ve organizasyonuyla yapılm ış bir iştir, ne de birbirleriyle organik bağları olan insanlardan oluşmuş bir örgüt söz konusudur. Tersi yalan söylem ektir ve yaşamımızdaki bir dönemin gerçeğini çarpıtm aktır. Ki, hem taşıdığı anlamın "kokusu”, yaşam
gerçeğimizde yakışık götürmez, hem de, o dönem den tarihe, gerçeğin izlerini değil, rivayetleri bırakır... “Kaçırma olayı”, herkesin ancak kişisel düzelde ve iste diğim birimde verdiği destek kadar haberdarı olduğu bir eylemdi.
Bir bütünün parçası olan
işler ve ilişkileri, Yılm az da dahil, yer almış kişilerin tüm üyle bilebilm esi zaten doğal olarak mümkün değildi.Bir noktasında, pro fesyonel ilişkiyle sağlanm ış, “delikanlı” özellikleriyle Joel vardı. Bir noktasında,
G eorge’nin dostluk ilişkim iz
den hareketle insani duygu larla yaptığı parasal yardım ; Peter,
Thom as gibi arkadaşların
dayanışması; D a s s in g ib i insanlardan
sağlanm ış ilişki
1982 yılında Yunanistan’ın HYDRA Adası’nda düzenlenen “Akdeniz’de Uluslararası Kültürel İşbirliği” toplantısına Yılmaz Güney de katıldı. Nereden geldiği, nereye gideceği belli olmayan biri olarak, Hydra’da esrarengiz bir hava yarattı...
şarıyı kendine, kusuru başka larına yazan; herkesin sıkıldı ğı yerde sevinci, herkesin se vindiği yerde sıkıntıyı oyna yan!..
SA N K İ FİLM BİTTİ
Sanki saatlerdir, günledir yüz yüze konuşuyorduk da sohbetimizi tamamlamış kal kacakmışız gibiydi. Doğal de ğildi. Oyundaymış gibi “göste rişli” fakat zorlama bir rahat lığı vardı! “Tamam abi; şimdi ne yapıyoruz?” diyerek sırtı ma vurduğunda, içimde soğuk diliyle böyle bir duygu yalan mıştı! Elimde olmadan aynı serinlikte, “Zaman yitirmeden polis merkezine gidip, geldiği mizi haber vereceğiz! Sanırım ki kentin merkezindedir!” di ye yanıtladım.'
“ Yani nerde olduğunu öğ renmediniz! Arayacağız... İyi gidip arayalım hadi!” diye söy lenerek karşıladı. Sanki, konu sunu tarihten alan bir film bit mişti ve oyuncuları, “Haydi herkes güncel aşkına!” diye bir şarkıya başlamışlardı! (O günün notları araşma yazdı ğım bu cümle ona mı ait, bana mı, şimdi anımsayamıyorum! Fakat, fark etmiyor; öyle bir karşılaşmaya yakışık götür
meyen cümlelerden biri olarak yazdığı ma göre, edilmiş bir cümleydi...)
“ Düşman” filmi öncesinde, “Aman abi, bu filmin motoru sen olacaksın; şimdi Çanakkale’ye gidip, o enfes rö portajlarından yapabildiğin kadar ya pacaksın!” sözleriyle, tekrar tekrar ku caklayarak, Çanakkale’ye uğurladığı gündeki “mesafesiz yakınlığını” ; bir di zi röportaj kasetiyle döndüğümde, bu kez de, “Tamam... sen şimdi yazıhaneye git; bir durum olursa ben ararım!” söz leriyle karşıladığı gündeki “mesafeli halini” görür gibi oldum! Niye böyle o- luyor diye, kendi kendime de açıklaya madığım, irkiltici duygulardı bunlar. Fakat, o günün gecesindeki notlarımı da, ne çare, işte bu cümlelerle düşmü şüm takvimime...
/
#
EM NİYET
MÜDÜRLÜĞÜNDE
Çevirmen arkadaşla birlikte, emni yet müdürlüğüne gittik. Emniyet mü dürüyle randevumuz olduğunu söyle yip, elimizdeki kartı gösterdik. Kapıda ki nöbetçi polis, içeriyle telefon bağlantısı kurup, bize gitmemiz gere ken yeri tarif etti. Genç bir görevli, say gılı bir “ Hoşgeldiniz!”le bizi odasma al dı, sorundan haberdar olduklarını be lirtip tek tek ellerimizi sıktı, gerekli ka ğıtları ve kimlik kartını hazırlayıp ken disinin vereceğini söyledi.
Doğum tarihi, adı, soyadı vb. sorula rını not ettikten sonra, fotoğraf istedi. “ Fotoğraf dendiği an Yılm az, “Fotoğ ra f ahi!” diye bana döndü. Kimlik için
"Hayatta en mutlu anım Yılmaz’ın kazasız belasız Paris’e ulaştığını eşine haber verdiğim andı” diyen Nihat Behram Güney "lerle
desteği;belli aşam alarında haberdar ettiğim ve yardım larını istediğim D onat’tan E d l’ye, C h ris tin e ’den Eva’ya, M o n ica ’dan M e rco u ri’ye dek insanların gösterdiği dayanışm a ve yardımları vardı... Almanya’dan
Fransa'ya, İsviçre'den Yunanistan'a,
Türkiye’den
Kıbns’a dek her biri ayrı yerlerde yaşayan ve çoğunluğu birbirlerini görm em iş, tanım ayan bu insanların, değişik destek ve yardım larının senteziyle şekillenm iş bir eylem di. İlk adım ları ve girişim lerine 1979’da Türkiye’de başladığım çalışm alar, esas süreci itibariyle Ekim 1981’de Avrupa’da tam am lanm ıştı...
bu türden gerekli materyalleri, Paris’te ki görüşmemizde, Dassin’le iletmiş ol duğum için, tekrar gerekebileceğini he sap etmemiştim. “ Buraya iletilmesi i- çin istedikleri fotoğrafları Paris’te ver miştim!” dediğimde, soğuk soğuk güldü Yılm az. Ve cebinden, Rom an adlı İs viçreli arkadaştan alıp, kendisi için ha zırlattığım kimliği çıkardı.
“ Bunun işi bittiğine göre, belki bura daki fotoğrafı alabiliriz!” dedi. “Onu göstermemiz yanlış olur!” diye uyardı ğımda, bu kez, “Sana bir sürü vesikalık fotoğraf yollamıştım, Allah'ından kork, birini yanma almayı akıl etmedin mi?” diye söylenmeye başladı.
Garip bir şekilde, ben de aynı hava ya, sanki Marsilya Emniyet Müdıirlü- ğü’nde değil de, buralı Cezaevi’nde ko- nuşuyormuşuz havasına gir dim! “Telaşlanmaya gerek yok; şurda koridorda bile mutlaka bir makine vardır!” diye söy lenmeye başladım.
A yn ı zamanda, cep defteri min kabındaki anı fotoğrafları mızı çıkardım. Memur, “Bun lar uygun!” deyip, aldı fotoğraf ları. Birisi, A ytaç Arm an, Y ıl maz ve beni, “Düşm an” çe kimleri öncesinde, İmrati Ceza evi’nde gösteren bir fotoğraftı. Makası vurup, o fotoğraftan Yılm az’ ı kesip ayırdı. Sonra, akordeon gibi kat kat açılan kimliğe yapıştırıp doldurmaya başladı.
FRAN SA'N IN
GÜVENCESİ
M em urun, “Hangi ülkelere gitmek istiyorsunuz?” sorusu nu, İsviçre’den başlayarak bir dizi ülkenin adım sayarak ya nıtladık. Memur, “Tümünü tek tek yazmaya gerek yok. Çünkü bu sadece bir formalitedir. Ül kelere girip çıkmanızda bir so rununuz yok fakat bazıları için özel izin gerekebilir. Gerçi, on ların da yapabilecekleri en faz la şey, Fransa’ya geri çevirmektir. Bun dan böyle Fransa'nın güvencesi altın dasınız!" diye açıkladı.
Sonra Yılm az’a, “Sanatçı olduğunuz söylendi. Yaşamak için Fransa’yı seç miş olmanız bizim için onurdur. Size basarılar diliyorum. Aslmda, bu kimli ği, hemen böyle hazırlayıp vermiyoruz; bu sizin için özel bir muameledir!” di yerek, kimliğini verdi, bizi koridor ba şına dek uğurladı.
Emniyet müdürlüğünden çıktığımız da, Paris’e dönmek üzere tekrar havaa lanına gittik.
SİLA H İSTEĞİ
Paris’te yine, Christine’nin evinde kalacaktık. Çocukların pasaportlarına Zürih’ten alman vizeler, “tek giriş - çı kış” için, birkaç günlük turist vizesiy- di. Onların pasaportlarım ise Paris Em niyet Müdürlüğünde yaptıracaktık. Marsilya’dan sonra, buraya Yılm az’ m da başvurması gerekiyordu. İçişleri Ba kanlığı yetkilileriyle kurduğumuz ilk i- lişkide, bana verilen “referans kartla- n ”ndan birisi de, Paris Emniyet Müdü rü M aurice Lacoste’ye ilişkindi.
M arsilya dönüşümüzün ertesi saba hı, 16.10.1981’de gidip, Lacoste ile gö rüştük. Kapıdan kurduğumuz telefon bağlantısından sonra, görevliler bizi, emniyet müdürünün sekreterliğine gö türdü, sekreter de müdürün özel odası na aldı. Müdür, sekreteriyle, Fatoş ve çocuklar için, “sürekti giriş - çıkış ola nağı tanıyan üçer aylık vizelerin yapıl ması” için, bir kart yazarak, pasaport larla 5. büroya yolladı. Ayrıca, üstüne, direkt telefon ve oda numaralarını yaz dığı bir kartım da, “gerekebilir” diye rek verdi.
T
a b a n c a îs t a ğ îBu görüşmenin ilginç bir noktasını, “ Yılm az’ ın kendine uygun alet isteği” diye not etmiştim! Karşılıklı kibarlığın yanştınldığı bu görüşmede, Lacos- te’un, “Dilerim kısa sürede yaşamınız düzene girer; herhangi bir sorununuz ve isteğiniz olursa yardımcı olmaya ça lışacağım!” sözü, Yılm az’a çevrildiğin de, Yılmaz, bana dönüp, “Acaba şey is tesek... yani uygun bir dille açıklayıp sorsak; bizim için ne derece gerekti ol duğunu belirterek sorsak... mümkün mü; yani bir silah... bunun için ayrı bir işlem mi gerekiyor?” dedi.
Çevirmen arkadaşın telaşmı görün ce de, “Tamam, bunu söylemeyelim, bi ze gösterdiği ilgi için teşekkür edip kal kalım!” diye bağladı.
Fatoş ve çevirmen arkadaş, pasa- ırtlarm işlemleri için 5. büroya gitti- er. O bir - iki saat süresince, Yılm az ve ben Saint Michel’in, emniyet müdürlü ğüne bakan köşseindeki kahvede bekle dik. içtiğimiz “calvados”tan sonra, Yıl- m az’m “Yaşa abi!” diyerek garsonun e- lindeki tepsiye, garsonu da şaşırtan bir biçimde bir avuç para bırakması, o gü
nün “ Yılm az G üneyvari” diğer
notuydu!.. poı ler
YARIN.ÎSVIÇRE YILMAZ I İSTEMİYOR
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi