2 7
M A R T
1 9 9
ı□ Tansu Bete Dr. Gülseren Ünsün Engin’in “ Kadını Tanımak” ını değerlendirdi ...3. sayfada
□ M. Yelkenli, Ursula K. LeGuin’in Bilim -kur-| gulannı değerlendirdi....8. sayfada □ M ustafa Günay, Nusret Hızır’ ın felsefem i-i ze katkılarını değerlendirdi... . 10. sayfada
□ Ö ner Yağcı, M axim e R odinson’un “ Hz. Muhammed”ini değerlendirdi...12. sayfada
Cumhuriyet
KİTAP
Aydınlanma'nın
ışığında, uğraşı
ve eylemi ile...
Fakir
Bavkurt
Adam Yayınları, bir çok yazarımızın
eserlerini olduğu gibi, Fakir Baykurt’un
eserlerini de yayımlamaya başladı.
Şimdilik bu dizide dört kitap
yayımlandı:“ Köygöçüren”, “Yılanların
Ö cü”, “Yarım Ekmek” ve
“Kaplumbağalar”. Feridun Andaç, Fakir
Baykurt’un yazarlığını değerlendirdi ve
' kendisiyle bir söyleşi yaptı.
FERİDUN ANDAÇ
F
akir Baykurt, 1950’li yıllarda yazın dünyamıza girer. Şiirle başlayan serüveni, köy notlan, öy küler derken; asıl okur karşısına çıkışı Yılanla rın Ö cü romanıyladır. Onun, bu çıkışı, yazın orta mında başka bir seyirde yol almasının da önünü aça caktır.Romanın övgü ve coşkuyla karşılandığı günlerde, ‘Türk Edebiyatına K en d i Giren K öylü ” adlı yazısında, Haşan Âli Yücel şunları yazmaktadır: “Eski köycülük tecrübelerinin, fe r d î v e nazari k öye gid elim tavsiyeleri nin tutm asından sonra, ışığa susam ış köylü çocu ğu n u d e v let e li v e k udreti ile insan kaynağına kavuşturan K öy Enstitüleri, artık aydın yetişk inlerin i toplum ha yalım ızın ön saflarına itmektedir. M ahmut Makal ora dan. Yedi k ere basılan kitabı y e d i d ile çevrildi. Yaşar K em al orada okumadı ama o da k öylülüğünü değiştir m eyen hayatı ile oralı sayılabilir. Fakir Baykurt da ilk feyz in i bu ata ocağından aldı. ”
Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluşunda aydınlan ma düşüncesinin yaygınlık kazanması için oluşturu lan kuramlarda (Köy Enstitüsü, Gazi Eğitim) yetişen Baykurt, bilinçlilik yolunu buralarda bulmuştur. Ya zıya yönelişinde “fey z alınan” eğitim, düşün, yazın or- .amımn etkisi yadsınamaz. Burada uç veren yazınsal eylemi onu ilk kaynağa; yaşama/yetiştirme yurduna döndürür, tik sözleri oradan gelir.. Aydınlanma dü şüncesinin ışığında aldığı eğitim, edindiği donanım >nu kaçınılmaz bir çizgiye getirmiştir. O sorumluluk >ilinciyıe yazıya kuşanır.
O, bunu, “d ü şü n sel bir gereklilik" olarak alır. Daha k adımdaki yönelişinin ibresi bellidir: İçinden çıktı- ı ortamı, yaşadığı, tanık olduğu durumları yazmak dindiği bilincin sorumluluğunu yükler ona:
'Köylüler, Türkiye toplum unun çoğunluk kitlesidir, ım ulusal bağımsızlık, tam kalkınma, tam çağdaşlaş- a bu kitlenin uyanıp kıpırdamasına bağlıdır. O,
eski-1 H U R İ V E T K İ T A P S A Y I 3 7 eski-1
den olduğu g ib i yerin d e durdukça ya da gerek li tem p o da kıpırdamadıkça toplu değişm em iz d e o oranda g e cikmektedir. Bu yüzden yazarak okumuşları, okum uş lar yolu yla da okutulm am ış bu k itleyi etkilem ek ama cımız olmuştur. Yalnız başına edebiyattan büyük çapta bir yön len d irm e bek lem em ek le birlikte, bu yön len d ir m en in ola bilm esi için edebiyatın da görevi, sorum lulu ğu vardır. B irer kalem sahibi olarak bu soru m lu luğu y er in e getirm ek istiyoruz. ”
Bu, aynı zamanda, Köy Enstitü çıkışlı yazarların ereğidir de denilebilir.
Baykurt’un yazınsal eyleminin çıkış noktasında iki önemli yan vardır: İlki köy kökenli oluşunun getirdi ği tanıklık, diğeri de bu sınırları aşma sonrasında edi nilen bilinçlilik durumudur.
Bilinçlilik durumu Baykurt’un yazınsal/düşünsel gelişimini başlı başına etkilediği gibi; aydın olma so rumluluğunu da ateşlemiştir sürekli. Onu, eğitim ala nında eylem inşam kılan bir yandır bu da. Toplumsal
eylemi her iki kulvarda süredurur. Yazarlığı eğitimci liğini etkilemiş, eğitimciliği de yazarlığını geliştirmiş tir.
Bilinçlilik durumunu yaratan ortama baktığımızda; Köy Enstitüsü’nün getirdiği aydınlığın kuşatıcılığını görürüz. Baykurt, bu süreçte, aydmlanmacı düşünce ile karşılaşır. Okuma, öğrenmeye yönelik ilgisi yazın uğraşının önünü açar. Yaşadığı çevrenin, tanık oldu ğu olay ve durumların gerçeğini dile getirmesinde bu ortamın etkisi yadsınamaz. Tanıklık süreci onun ro man ve öyküsünün debisini oluşturur. İlk romanıyla çıkışı yazınımız için de önemli bir kazanım olmuş, il giyle karşılanmıştır:
"Fakir Baykurt’un 'Yılanların Ö cü’ adlı rom anı bize köy hayatının ilk tam levhasını çizmiş olmak bakımın dan d eğerli görülm üştür. Bunda, aynı zamanda, yaza rın m em lek et m eselelerin i h eyeca n lı ifade edişi, yaşa yan kişi yaratmakta k udreti d e esere ed eb i bir kıym et
I
-O K U R L A R A
19 2 9 ’da başlayan yaşamı bir bayii çetin geçmiş Fakir
Bay kurt’un. 19 4 8 ’de bitirdiği Gönen Köy Enstitüsünün
ardından öğretmenliğe başlamış. Ama döne min siyasal iktidarı rahat bırakmamış onu. Öğrencilerine ders ver mesini engellemişler. Bu arada yazın dene melerine başlamış. 1958 yılında yayımladığı romanı
“Yılanların Öcü” ile Yunus Nadi Roman Ödülünü kazanmış. 2 1 Mayıs 19 6 0 ’tan sonra İlköğretim Müfettişi olarak sürdürmüş eğitim hizmetini. Bu arada sürekli yazınla uğraşmış. Neredeyse yayımladığı her kitabı ile bir ödül almış; Türk D il Kurumu Roman Ödülü, Sait Faik Hikaye Armağanı, A vni Dilligil Tiyatro
Ödülü, Orhan Kemal Roman Ödülü
Türkiye’de aldığı ödüllerden bir kısmı. 19 7 9 ’da kendi isteğiyle emekli olduktan bir süre sonra Almanya’ya yerleşti. Ödül almaya burada da devam etmiş; Berlin Senatosu Ödülü, Almanya BODI Ödülü bu ödüllerden bazıları. Bu günde geriye doğru baktığımızda 15 Öykü, 12 roman, 11 toplum, eğitim, şiir, çocuk ve halk kitabı olmak üzere otuz sekiz
kitabıyla karşılaşıyoruz Fakir Baykurt’un. Evet bu kitaplar şimdilerde, Adam Yayınları tarafından yeniden yayımlanmaya başladı, ilk dört kitap geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Geriside gelecek. Baykurt’la :lgilı bir yazı bir de
öyleşi yer alıyor say alarımızda,
lolkitaplı günler!... TJRHAN GÜN A Y
■ J . ---
---K im p
ntiyaz Sahibi: Berin Nadi > Basan ve Yayan: Yeni Gün laber Ajansı Basın veayıncılık A.$. o Cenei Yayın önetmeni: Orhan
in ç o Genel Yayın jordinatörü: Hikmet ıtinkaya oYazıisleri jdürleri: İbrahim Yıldız ırumfu) , Dinç Tayanç rayın Yönetmeni: Turhan
nay o Grafik Yönetmen: 9k İlkorur
'eklam: Medya c
Dr. Gülseren Ünsün Engin den aKadını Tanımak”
Kadın ve Bedeni
“Kadını Tanımak” tıp biliminin
ışığında, ama akıcı ve tertemiz
bir Türkçeyle yazılmış. Yapıtın
en önemli iki özelliği; Bir doktor,
ama aynı zamanda da bir
edebiyatçı/yazar olan ve değerli
edebiyat yapıtları bulunan
Gülseren Ünsün Engin
tarafından kaleme almışı, bunun
yanı sıra ise kadın sağlığı
üstüne yazılmış oluşu. Gülseren
Ünsün Engin açık seçik,
anlaşılabilir ve güzel Türkçesiyle
kadını beden sağlığı açısından
ilgilendiren çok yaşamsal konu
lara değiniyor ve kimi açılardan
cahilliğin kurbanı olan
kadınlarımıza bir aydmlanma
olanağı sunuyor, yol gösteriyor.
TANSU BELE
B
ilimsel ya da eğitsel öğreti kitaplarının en güç ve karmaşık yanlarını bel ki de kullandıkları dil oluşturur. Baş ka deyişle bir bilgi yapıtının anlatım dili en sıradan okurun bile az çok anlayabileceği ölçüde yalın, sade ve açık seçik olmalıdır. Çünkü dünya, çevre, yaşam ve daha yığın la konunun bilgisi gibi bilim de biz insan lar için vardır. Dahası bütün yaşamsal ko nular için doğru bilgilerin kaynağı bilim olduğuna göre onun dilinin herkes tarafın dan anlaşılabilmesi çok önemlidir, ama ya nı zamanda güçtür de: Çünkü bütün so mut bilgilerin üst ve soyut dili olan bilim lerin öğretilerini anlaşılabilir kılmak gere kir,.Öte yandan gündelik yaşamın bilgisizlik ten doğan kör ve batıl inançları, çarpık alışkanlıkları çoğu kez yanlış uygulamalara neden olur. Doğrusunu bilmeden, görme den, öğrenmeden uygulayageldiğimiz kimi yanlışlıklar bizleri umulmadık zararlara uğratır ya da acı verebilir. Bazen.ölümcül durumlara bile yol açabilirler. Özellikle sağlığımızı yalandan ilgilendiren konuların nedenlerini ve doğuracakları sonuçlarını bilmemiz yaşamsallıkları açısından büyük önem taşırlar. Bu nedenle bedensel ve ruh sal sağlığımızı konu edinen yapıtları, tıp bilimiyle uzaktan yakından ilişkimiz olma sa bile, bize bilimsel ve doğru bilgiyi anla yabileceğimiz bir dille aktardıkları zaman okumak, edinmek isteriz. En azından böy- lesi yapıtlar merakımızı uyandırır, ilgimizi çeker.
Kadın sağlığı
İşte Kadını Tanımak bu türden bir ya pıt: Tıp biliminin ışığında, ama akıcı ve tertemiz bir Türkçeyle yazılmış yapıtın en önemli iki özelliği; Bir doktor ama aynı za manda da bir eaebiyatçı/yazar olan ve de ğerli edebiyat yapıtları bulunan Gülseren Ünsün Engin tarafından kaleme alınışı, bunun yanı sıra ise kadın sağlığı üstüne ya zılmış oluşu. Gülseren Ünsün Engin açık seçik, anlaşılabilir ve güzel Türkçesiyle ka dını beden sağlığı açısından ilgilendiren çok yaşamsal konulara değiniyor ve kimi açılardan cahilliğin kurbam olan kadınları mıza bir aydmlanma olanağı sunuyor, yol gösteriyor.
Dünyadaki pek çok gelişmekte olan ül kede olduğu gibi ülkemizde de kadın İçimi yönleriyle bu arada beden sağlığı açısın dan da yalnızdır. Çünkü onun, toplum önünde kadın kimliğini sorgulayamayışı kadar bedenini de saniplenemeyişi yaşam la, karşı cinsle ve en önemlisi de kendisiyle iletişim kuramayışının temelini oluşturur. Kadın çoğunlukla bedenini tanımaz: Kimi törelerden, yanlış inançlardan, tabulardan kaynaklanan, nedenini toplumun eksikli değer yargılarında bulan yabancılaşma, ka dının bedeniyle ilişki kurmasmı önler, do
layısıyla erkeğin de kadına ve bedenine yaklaşımlarında yanlış sapmalara neden olur. Örneğin kızlık zarınm toplumsal de ğer yargıları önünde aşılması güç bir tabu oluşu, kadın erkek beraberliği açısından ahlak ölçüsünde öneme sahip oluşu, hatta bu beraberliğin mutluluğunu sağlayıcı bir rol üstlenmiş oluşu, bütün bunlara karşın da gerçek ve somut yapısı, biçimi hakkın da gerek kadınların gerekse erkeklerin ek sik, yanlış bilgilerle donanarak pek çok mutsuz durumlarla karşılaşmalarının ne deni oluşu özellikle kadınlar için bitimsiz dertlerin kaynağı olabilmektedir. Aynı bi çimde kadın organlarının tümünün yapısı nı ve işleyişini bilmek kadın açısından da erkek açısından da birçok uyumsuzlukla rın, mutsuzlukların sona erdirilmesi anla mına gelecektir.
Bütün bu ve benzeri nedenlerle yaşam sal önem taşıyan kadın bedeninin tanın ması, yapısının doğru bir biçimde bilinme si toplumsal açıdan da verimli sonuçlar sağlar. Toplumumuzda hâlâ üreme organ larının nasıl çalıştığını bilmeden çocuk do ğuran, âdet kanamasının ne olduğunu bil meyen, bebeğin cinsiyetini erkeğin sapta
dığından haberi bile olmayan kadınlar ve erkekler varsa bunun yıkıcı sonuçlarına da yine onların, yani toplumun katlanacağını bilmemiz bu türden sağlık konularmda da aydmlanma ya da aydınlatma, bilinçlendir me yoluna gidilmesini şart koşar. Bu konu da atılacak her türlü adımın yanı sıra, bil gisiz, bilinçsiz bireylerin bilgilendirilmesi nin ve bunu da onlarm anlayabilecekleri bir dille yapabilmenin yararı ve önemi açıktır.
Bu nedenle Dr. Gülseren Ünsün En gin’in bir yazar duyarlılığıyla kaleme aldığı ve özellikle kadınlarımızı bedenleri konu sunda aydınlatma, bilgilendirme amacı gü den, okuyanda sanki bir elkitabı ya da ko lay anlaşılabilir bir ders kitabı izlenimi bı rakan, gerçekte ise kadın açısından en du yarlı konularda sağlıklı bilgi aktarımım yi ne en sağlıklı biçimde yerine getiren Kadı
nı Tanımak adlı bu yararlı yapıtm kadın ve
erkek, herkes açısından okunması yararlı olur derim. Her yaşta kadının karşılaştığı sağlık problemlerini, bir edebiyat yapıtı ta dında, akıcı bir dille ortaya koyan yazarın yapıtının önemi inanıyorum ki kadınlar yönünden tartışılmaz olacaktır. ■
Aydınlanma mn ışığında, uğraşı ve eylemi ile
Fakir Bavkurt
Yılanların Öcü / Fakir Baykurt / Adam Yayınları Kaplumbağalar/ Fakir Baykurt / Adam Yayınları Yarım Ekmek/ Fakir Baykurt / Adam Yayınları Köygöçüren/ Fakir Baykurt / Adam YayınlanKapak konusunun devamı...
m~ verm ek tedir.” (Yakup Kadri Kara- osmanoğlu)
“Yılanların Öcü, sa d ece Yunus Nadi yarışm asında değil, köy g e r ç e ğ i k onu sunda yazılmış rom anlar arasında hatırı sayılır bir y e r alacak değerde. Türk insa nını v e köy g er çe ğ in i yalın, sağlam bir d ille v e iyi bir teknikle belirten umdu- rucu bir eser.” (Haldun Taner)
Baykurt, Türkiye aydınlanmasında, toplumsal etkinliğiyle halkın gücünü gösterebilen bir simgedir. Olanaklar sağlandığında aydınlanmanın ışığının nerelere ulaşıp, neleri ortaya çıkarabil diğinin bir göstergesidir üstelik onun yaşamı ve eylemi.
“Köyün, köylülerin yaşamına ışık tut mak” ilk çıkış ereğidir. Köylünün ya şamsal gerçekliği, yaşadığı doğal or tam, ilk kez, kendi içinden çıkanlarca anlatılıyordu. Baykurt, “b ilin cin i belki daha tam olarak bulamamış, ama onu sürekli olarak arayan insanlardı benim insanlarım ” dediği insanların serüveni ni işte bu süreçte yazar, “Yüzyıllarca ih m a l edilmiş, uyutulmuş, şim di d e ihm al ed ilm ek te v e uyutulm akta olan bu in sanların yaşam ın ı yazmak b en im için görevdir" sözleriyle de yazma bilincinin gerekliliğini, sorumluluğunu dile geti rir.
Aydınlanmacı, halk yazarı tavrının başat koşulu “açık v e anlaşılır” olmak tır. Baykurt’a göre, “sanatın am acı insa nı etk ilem ek tir, an laşılm ayan etk ile m ez.”
Kuşkusuz Baykurt salt etkileyici ol mak adına yola çıkmaz. Ele aldığı ko nuyu, işlediği sorunu eleştirel gerçekçi bir bakışla yansıtır. Getirdiği yorumlar, önermelerle okurda değişim odağı ya ratmayı amaçlar. Onun bu yanı tek söyleme (köycü söylem) indirgenip de ğerlendirildiğinde eksik, yetersiz kalır. Baykurt’un kuşatıcı, etkileyici, değişi mi/ değiştirimi gösterici yanı algılana maz bence!
Onu, salt “köy gerçekleri"ni yansıtan
bir yazar konumuna indirgemek eksik bir bakışın ürünüdür. Baykurt, hangi koşulda olursa olsun, insanın serüveni ni anlatır: Irazca, (Yılanların Öcü) Ka ra Ahmet, (Kara A hm et Destanı), Te- meloş, (Amerikan Sargısı), Kır Abbasi (Kaplumbağalar), Uluguş, (Tırpan), İb rahim (Yüksek Fırınlar), Adem (Koca Ren) değişik koşul ve durumlarda ger çekliği dile getirilenlerdir.
Toplumsal yapıdaki bozukluklar; in sanın bu çarktaki dönenişi, değişimle yaşadığı trajedi ile iç içe verilir; mekân Koşullar, ortam yazarın en iyi bildiği ta nıdığı renklerin kokularını izlerini ta-§ır- ,
‘Neden yazıyor’ sorusu yerine, ‘neyi, nasıl yazıyor’ sorusuna bakılmasını ge tirmiştir Baykurt. Belki de onu kuşağı yazarları içinde ayırıcı kılan en belirgin yanlardan biridir bu.
Her ne kadar onun yazınsal eylemi ekseninde bir tartışma gündemi yara tılmışsa da; Köy Enstitüsü çıkışlı yazar ların varlığını salt “köy ed ebiyatı yapı yorlar”^ indirgemenin yanlışlığını sim
geleyen bir addır, Baykurt.
Köyün yoksunluklarını, yoksullukla rını, çelişkilerini ve çatışmalarını anla tırken; kentin (dolayısıyla siyasal erkin ve yönetimin eksiklerini, aksaklıkları nı) gerçeğini de dile getirir. Dönüşüm sürecine tanıklıkta ise bu insanların kentte, dışgöçte yabancı ortamlardaki gerçekliğine uzanır.
Uyanışı, başkaldırıyı, direnmeyi, çö zülme ve göçüşü değişim odaklarında ki durumların gerçekliğiyle anlatır. Bu sürükleniş çizgisini yansıtması önemli dir. Bunun ardında Türkiye’nin yapısal değişimini görürüz. Geçişler süreci Baykurt’un yazarlık çizgisinin de belir leyicisidir.
Koşulların gücü var etmiştir Bay kurt’un yazın evrenini. Sürekli devi nim, değişim halindedir. Roman ve öy külerinin izleksel yapısı bu görünümü yansıtmaktadır.
Değişimin yazarıdır o. Yenileşme, gelişme, devrimci bir tavır olarak yer eder onun anlatısında. Eylemsel yanı bu kaynaklarla beslenir. Halkın içinde
bir yazar tavrı, onun ait olduğu yeri değil, etkinliğinin alanını göstermekte dir.
Köyden çıkarak kente ulaşan; dona nımıyla yazınsal, düşünsel etkinliğini burada sürdüren Baykurt; kent insanı nın yapabileceği (belki de ancak üto pik romanlarda rastlanabilen) uğraşıla- n üstlenir, birçok zorluğu göğüsler.
O, her koşulda aydın/sanatçı tavrını ortaya koymuş; bu uğurda Türkiye ay dınlanmasına önemli katkılarda bulun muş bir yazm, düşün, eylem insanıdır. Yazar ve eğitimci kimliği ile bu alanda yapılacak, ulaşılacak her yeri kucakla mış, her alana ulaşma çabası göstermiş tir.
ilk göz ağrısı şiirdir. Bunu öyküler, romanlar, düşünce yazıları izler. Öykü leri, onun yazın coğrafyasının debisini gösterir bize. Düşün yazıları aydınlan- macı yanını, eğitimci kimliğini, aydın olarak tavrım getirir. Bakan, gören bir gözdür. Ülke sorunlarına insanın ger çekliğinden; yaşanılan tanık olunan olay ve durumlardan; yaşamın en ince ayrıntılarından bakar.
Romanl a daha geniş bir alana çıkar. Bir anlamda onun romancılığında, im lediğim gibi, ülkemizin tarihsel/top- lumsal/kültürel/siyasal yapılanmasının topografyasını buluruz. Toplumun iç dinamizmi Baykurt’un romancılığının ivmesidir adeta.
Yazarın yaşadıklarını, bildiklerini yazmasından yana olan Baykurt’un, ya zın evreninde yaşamın/yaşanılanların tanıklığım bulmamız doğal. O, yaşadı ğı bilcuği ortamı; bu ortamın gerçekli ğini yazar. Bu sorumluluk duygusu onu; burada yazdığı, gerçekliklerini yansıttığı insanların dışgöç serüvenleri ne tanıklığa iter, 1979’aan beri Alman ya’yı yazı ve yaşam yurdu edinmesinin ana nedeni budur.
Yazmak eyleminde “halk çı v e d e v rim ci” tavrını sürekli kılan Baykurt, bu anlayışın bir görev olduğu bilincinde dir. imlediğimiz anlamda onun için, "edebiyat, tıpkı eğitim gibi, insanlarım ı zı hayata karşı d evrim ci tavır v e davra- *
I---— *•“ rtlşlı yapm ada ö n e m li b ilin çlen d ir m e
aracıdır".
Dilsel çabası, yazınsal uğraşısının en temel yanlarındandır. Eninde sonunda yazının bir dil uğraşı olduğunu bilir. Türkçe’nin en zengin, en gelişmiş kul lanım biçimleri; sözcük, deyim, söz di zimi ve yazı öbeklerini onun anlatıla rında buluruz. Her bir sözcük onda yeni bir biçim, anlam kazanır. Bizi ku şatıcı aydınlık evreniyle Türkçe’yi zen- ginleştirmiştir.
Böylesine kuşatıcı bir evrenin oluşu munda okuma serüveninin payı kaçı nılmaz;
“Okumanın yararı, yalnız bize uygun g elen durumları, doğruları ya da gerek li örn ek leri g ö ster m esi değildir, aynı za manda uygun gelm eyen durumları, ters örnekleri, yanlışlık v e çelişk ileri gö ste rerek d e yararlı olu r ötek i yazarlar bize. Bu yüzden okumak, mutlaka başyapıtla rı okumak değil, başyapıt olm ayanları da okumak, okuduğum u anlamak, d oğ ruyu yanlışı seçmektir. İyi yazar, bir ki tabı sa d ece okumaz, emer, ya da sevişir, boğu şu r onunla. Satırları değil, satırla rın ardında saklı olanı bulur. Yaşantıla rımızın verd iği kadar tatlı, b esleyici bir süttür okumanın verdiği...”
Baykurt’un anlatısının devinim odağı hayatın bütün alanlarına açıktır. Ba kan, gören, gördüğünü irdeleyerek eleştirel boyutla yansıtan bir bakışımı vardır. Burada onun eğitimci oluşunun izleri öne çıkar!
Baykurt, Cumhuriyet Türkiyesi ay dınlanmasının öncü kişiliklerindendir. Yazarlığı ve eğitimciliği bu uğurdaki savaşımın simgesi olmuştur.
O, tamdığı/bildiği bir yaşam/insan coğrafyasını anlatır. Yazınsal eylemi bu bilinçlilik tavrı üzerine kuruludur. Kö yü, köyden kente göçüşü, dışgöçe katı lışı bu sorumluluk duygusu ve bilinciy le yazmaktadır. Onun “d ev rim ci tavır v e tu tu m ” roman ve öykülerinde öne çıkar. Her bir anlatısında, tanıklık etti ği yaşamların değişim, dönüşüm ve ye nileşme özlemlerini de dile getirmekte dir.
Baykurt, bu yazınsal eyleminin özü nü yönelimini şöyle açımlamaktadır. “...h a rek et n ok ta m ço ğ u n lu k la 'ya şam ’dır. 'Yaşam’dan aldığım ı ‘d en ey ’ v e
‘etk ılen ım ’leri, dü şü n celerim v e inanç larımla em iştirerek yazmaya yön elirim .”
Bu bakışı aydınlanmanın ışığında edinmiştir. Köyden çıkışı, Köy Enstitü- sü’ndeki eğitimi; eğitimsel uğraşı ile yazınsal eylemini bir arada yürütme sü reci bir bütünlük içinde süregelin Bay kurt’un uğraşı ve eylemindeki bilinçli- lik/sorumluluk duygusu buradan gelir. Değişimin önünde, çözülmenin yanı- başında, sürüklenişin izindedir:
“Ben top lu m u v e için d ek i insanları g ö z lem ey i v e iz lem eyi sürdürüyorum . Aynı zamanda için d e bu lunduğum ta rih sel aşamanın tanığı olm aya çalışıyo rum. Farkeden ediyor, şim di insanları mızla birlikte, kentte, kondularda, Al m a n ya ’nın, H ollan da’rim yolla rın d a - yım . G öz lem ci, çöz ü m cü , to p lu m sa l eleştirici bir tutum u, d evrim ci tavır v e davranışla her zaman eld e v e göz ön ü n d e bulundurmak istiyorum . ”
Değişme ve yenileşmeden yana oluş düşüncesi aydınlanm anın tözlerini oluşturur.
Baykurt, yazına ve eğitime adanmış ömrüyle bunu günümüze taşıyan; uğ raşı ve eylemiyle yazın/kültür yaşamı mızı her dem aydınlatan, zenginleş tiren biridir.
Çileli bir yolun, saygın bir uğraşın, gözüpek bir eylemin insanı olan Bay kurt’un bizi kuşatan aydınlığını an lamak, anlamlandırmak yarının Tür kiyesi’nin aydınlık günlerine sahip çık maktır.
Onun çabasına, emeğine saygı sev giyle. ■
m : FERİDUN ANDAÇ
om anın toplum üzerindeki et kilerinden söz ederken; “zaman zaman uyarıcı, itici, e ğ itici v e hatta yüceltici" olm ası gerek tiğini vurgu luyorsunuz. R om ancılığım ızın bu boyu tuna bakınca, bir dönem , oldukça etkin old u ğu n u görüyoruz. Okurunuzla, bu gü n le dün arasındaki bağı nasıl değerlen diriyorsunuz. Bu sü reçte farklı okur kit lesin i yakaladığınızı söyleyebilir miyiz?
- Özetlediğiniz anlayışım temel olarak değişmedi. Belki biraz daha netleşti. Uyarıcı, eğitici, ileri itici ve yüceltici, ya ni insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarıcı bir kaygı ile yazmayı sürdürüyorum. Bir zamanlar Türkiye 30 milyonken roman larım onar bin basılırdı. Öykü kitapla rım da böyleydi. Remzi Kitabevi’yle sözleşmeleri kendim yazardım. Bugün • 65 milyonuz, basım sayısı bine düştü.
S
ok çok iki bin. Burda okur yitiren ben eğilim, Türkiye yitirdi. Türkiye okuma özürlü topluma dönüştürüldü. Bu özür doğuştan değil, kalıtsal değil, uygulanan ekonomi politikaya koşut kültür politi kasının sonucu. Ökurun adresi yitti di yorlar. Yitmedi. Toplumu özgür okuma ya alıştıracak yeni çabalar gerekiyor. Bir toplumda kitap okunmazsa bilgi yayıl maz. Bilgi olmayınca düşünce olmaz,Fakir Baykurt’la
yaşamı ve yazarlığı
üzerine_____________
"Dilimi
şiirle
eğittim"
toplum inancaya kayar. O da tek tip inancadır. Yaşanan düzenin adı demok rasi olsa bile, ortama demagoglar ege men olur.
- 1960'lı yıllarda demokratik öğretm en harek etinde etkin y e r aldınız, bu hangi gereklilikten doğdu?
- 1961 Anayasası, kamu personelinin sendika kurabileceği ilkesini getirmişti. Toplumun bir kazanımıydı bu. Öğret menler sendika yasasım bekledi. 1964’te yasa çıktı. Öğretmen temsilcileri evime doldu. Beni kurucular arasına alıp genel başkan seçtiler. Meslekdaşlarımın seçi mine ses çıkarmadım; yazı masamı bıra kıp göreve koştum. Halkın ve çocukla rın daha iyi eğitimi için elbirliğiyle çalış tık. Bu arada yazınsal görevlerimi de, zamanı iyi kullanarak yerine getirdim.
- Yaşamınızın uzunca bir dönem in i öğ retm enlik kapsadı. D enilebilir ki; yazar lığınız da bununla doğdu, g elişti v e o l gunlaştı. Öncelikle sizin (dolayısıyla K öy Enstitüsü çıkışlı kuşağınızın) toplum un uyanış dönem in de b öylesi bir ikili gö revi üstlenm en izin etk i v e iv m esi üzerinde duralım diyorum.
- Yurdumuzun koşullarını başka ül kelerin koşullarıyla kıyaslamak yerinde olabilir, ama karıştırmak yanlıştır. Tür kiye’de yazarların sadece öğretmenliğe, eğitime değil, pek çok etkinliğe girmesi gerekiyor. Köy Enstitülerinde bize veri
len eğitim bu yöndeydi. Dünya klasikle rini, yerli yabancı büyük yazarları, bili msel yapıdan okuyorduk. Buna koşul landırıldık demiyorum, ama okudukla rımızı özümleyerek giriştiğimiz her işte toplumsal yarara yöneldik. Öte yandan, bugünkü gibi o gün de yazarların kale miyle geçinmesi olurlu değil. Bir ara gelirim yükseldi. Ama yarınım güvenli değildi. Geçinebilmek için bir öğret menlikten gelen azla, hiç değilse zorun lu giderleri kapatabilirdim. Bu
anlayı-Î
ım hep sürdü. Ailemin geçimini yazar- tğa yüklersem kendi seçimim olmayan yazılan da yazarım diye çekindim.- Dilerseniz, buradan K öy E nstitüle ri’n e geçelim , llk öğren im in iz i köyünüz Akçaköy’d e yaptınız. 1943’te İsparta’da ki Gören K öy E nstitüsü n e girişiniz nasıl oldu? O ilk an, duygularınız...
- Köy Enstitüsü benim için olağanüs tü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum. Enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu. İlkokulu bitirir bitirmez koşup Isparta-Gönen Köy Enstitüsü’ne kaydımı yaptırdım.
Fakir Baykurt, TÖS Genel Başkanı olduğu yıllarda.
FAKİR BAYKURT’UN ÖZGEÇMİŞİ:
1
929’da Burdur, Yeşilo va'nın Akçaköy’ünde doğdu. Ortaöğrenimi ni Gönen Köy Enstitü- sü’nde tamamladı. (1948). Yeşilova ilçesine bağlı Ka- vacık ve Dere köylerinde il kokul öğretmenliği yaptı (1948-53). Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra (1955) ortaokul öğ retmeni olarak Sivas, Hafik ve Şavşat’ta çalıştı. Askerli ğini Konya Astsubay Oku- lu’nda yaptı (1957). Şavşat Ortaokulu’nda öğretmen ken bakanlık emriyle bir göreve getirilerek ders ver me yetkisi alındı. 27 Mayıs 1960’tan sonra ilköğretim Müfettişliğine atandı; kuru cuları arasında bulunduğu (1965) Türkiye Öğretmen ler Sendikası (TÖS) Genel Başkanlığını yaptı (1971). Daha sonra Milli Folklor Enstitüsü uzmanlığı, ÖD- TÜ Halkla ilişkiler ve Ya yın Müdürlüğü, Kültür Ba kanlığı danışmanlığı görev lerinde bulundu (1979). is teğiyle emekliye ayrıldı, Al manya’ya gitti. Halen Duis- burg’da yaşamakta.12 Mart döneminde TÖS davasından yargılanıp tu tuklandı, sonra beraat etti, ilk romanı Yılanların Öcü ile Yunus Nadi Roman Ödülü’nü (1958); Tırpan ile 1970 TRT ve 1971 Türk Dil Kurumu Roman ödül lerini, ayrıca .1980 Avni Dil- ligil Tiyatro Ödülü’nü; Can Parası ile 1974 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Kara Ahmet Destanı ile de 1978 Orhan Kemal Roman Ar- mağanı’nı kazandı. Tiyatro ya uyarlanan Sakarca adlı çocuk romanı ise Tiyatro 79 dergisince yılın oyunu seçildi. Barış Çöreği ile Berlin Senatosu Ödülü’nü (1984), Gece Vardiyası ile de Almanya’da BDÎ Ödü lü’nü (1985) kazandı.
Yazm yaşamına şiirle baş layan Baykurt’un ilk ürün leri Tahir Baykurt imzasıyla Köy Enstitüleri Dergisi’nde yayımlandı (Temmuz
1946). Bunu Türk’e Doğru, Edebiyat Dünyası, Kaynak, Fikirler gibi dergilerde ya yımladığı şiirler izledi (1948). Öyküye yöneldi, ilk öykü örnekleri Seçilmiş Hi
kâyeler ve Beraber dergile rinde (1950-52) çıktı. Gi derek romana yöneldi. Kır sal kesim insanının gerçek liğini toplumsal gerçekçi bir bakışla yansıttığı ro manlarında köylünün, yaşa ma biçimini, sorunlarını, yaşadığı çelişkileri, ilişkile rini dile getirdi. Toplumsal değişim sürecinde köylü nün konumu, sürüklendiği ortam, katıldığı göç serüve ninin onun yaşamını biçim leme durumları son dönem romanlarının odağım oluş turdu. Öykülerinde ise yine kırsal kesim insanının so runlarım konu edinen Bay kurt, yurtdışında yaşadığı dönemde öykü ve romanla rında “dışgöç”e katılan in sanımızın buradaki trajik durumlarım sergiledi.
Başlıca yapıdan şunlar dır;
Öykü:
Çilli, 1955; Efendilik Sa vaşı, 1959; Kann Ağrısı,
1961; Cüce Muhammet, 1964; Anadolu Garajı, 1970; Onbinlerce Kağnı, 1971; Can Parası, 1973; içerdeki Oğul, 1974; Sımr
daki Ölü, 1975; Gece Var diyası, 1982; Banş Çiçeği, 1982; Duisburg Treni, 1986; Bizim ince Kızlar 1993; Ruhr Havzası’nda Türk Bahçeleri, 1997; Anamla Yıllar, 1997. Roman: Yılanların Öcü, 1959; Irazca’nın Dirliği, 1961; Onuncu Köy, 1961; Amerikan Sargısı, 1967; Kaplumbağalar, 1967; Tır pan, 1970; Köygöçüren, 1973; Keklik, 1975; Kara Ahmet Destanı, 1977; Yayla, 1977; Yüksek Fırınlar, 1983; Koca Ren, 1986.
Toplum-Eğitim Yazıları:
Efkar Tepesi, 1960; Şamaroğlanlan, 1976; Tür kiye’de Köy Enstitüleri, 1994; Ifade-TÖS Savun ması, 1994; Yeni Kölelik mi?, 1996.
Halk Kitabı:
Kerem ile Aslı, 1964. Şiir:
Bir Uzun Yol, 1989.
Çocuk kitabı:
Topal Arkadaş, 1964; Sarı Köpek, 1964; Sakarca, 1975; Yandım Ali, 1979. ■
‘ Ertesi gün derse, işe başladık. Haftada 44 saat çalışıyoruz. 22’si kültür dersi, 11 ’i tarım, 11 ’i el sanatı. Her gün üç kez etüd saatimiz var. İkisi derslerle İlgili, biri özgür okuma için. Şür yazdığım bi lindi, beni kitaplıkta görevlendirdiler. Ayrıca yapılarda çalışıyor, gül derimine katılıyorum. Her harta toplu eğlenti, eleştiri saati var. Köylerin okul yapımı na, ya da yeni kurulan enstitülere yardı ma gidiyor, verilen işi bitirdikten sonra yurt gezisine çıkıyoruz. Gül derimi şa fak sökerken başlar. Bir tatlı çalışmadır bu. Kimi günler boş kalınca gul arıkları na uzanır kitabımı okur, şürimi yazar dım. Ağabeyler kucaklar koklardı, gül kokardım. Bu hoş duygular içimde hâlâ sürer.
- 1948’d e E nstitüyü bitirip öğretm en oluyorsunuz. 5 y ıl sürecek çileli bir d ö nem. El eler yazıyordum bu dönem ?
- Şürler, köy nodarı, öyküler yazıyor dum. Yaz tatillerimiz uzundu. îlk yıl, hem Ankara, hem İstanbul gezisi yap tım. Dergi yönetimevlerini dolaştım, şa ir ve yazarlarla tanıştım. Avni ve Turhan Dökmeci’den, İlhan Tarus’tan, Salim Şengil’den ilgi gördüm. Hakkı Ton- guç’u ziyaret ettim. İstanbul’da Vedat Günyol’un, birkaç gün de E debiyat D ünyası dergisini çıkaran Sabahattin Hüsnü’nün konuğu oldum. Bu geziler çok yararlı oldu. Her tatilde bir büyük şehre gitmeye karar verdim. Köy öğret menliğinden ayrılmayı aklımdan geçirmiyordum. Ama devlet ensti tüleri özellikle de ilköğretim sefer berliğini boşlamıştı. Dün iyi olan lar kötüleniyordu. Ilçedekiler kız öğrencilerin devamı konusundaki çırpınışımızı desteklemiyordu. Ye tiştiğimiz gibi çalışmamıza izin ve rilmiyordu.
- Tek parti dönem inin baskı orta mında öğretm enliğin yanı sıra, ya zarlığa adım atıyorsunuz. K oğuş- turmalar ardı ardına geliyor... He deflenen yazı eylem iniz miydi; yok sa K öy E nstitüsü çık ışlı olm anız mı?
- Tek parti döneminde Nâzım Hikmet yarı ömrünü cezaevinde geçirdi. Sabahattin Ali öldürtüldü. Aynı çorabın bizim başımıza da örüleceğini az çok seziyordum. Nitekim arkadaşımız Makal ilk ki tabından ötürü tutuklandı. Başa- ran’ın, Apavdm’m çekmediği kal madı. Bu deneyimlerden yararla narak çok dikkatliydim. Gene de bela insanı gelir bulur. Karakol onbaşısıyla, öğrencimiz olması ge reken kızkardeşi yüzünden takıştım. Köyde komünistlik propagandası yaptı ğımı ihbarladı. Zaten Gönen’de mimliy dim. Savcılık dosyamı g etirtti. Biz 1948’de bitirinceye kadar enstitülerin yönetimi değişmişti. Yanma yüzbaşıyı alarak savcı gelip evi aradı. O yıllarda komünist olma da, ne olursan ol. Kore savaşına katılmamızı eleştiren henüz ya yımlanmamış bir öyküyü, birçok yazımı alıp gittiler. Nâzım Hikmetim kitapları nı göze çarpmayacak bir yere koymuş tum. Sordular yok mu diye; yasak de dim. Gene de yargılandım o yazılardan. Sanattır diye savundum. Bilirkişiye yol ladılar. Beş yıl sonra Gazi Eğitim’e gi dince de peşimden geldi bu dosyalar. Orda bir Enstitüler gününde yaptığım konuşmadan ötürü de soruşturma açıl dı.
. - “1953’e kadar h er şey e katlandım, bi raz kurtulabilirim diyerek" Gezi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Eölümü’n e giriyorsu nuz... 1955’te yen id en öğretm enlik başlı yor; Hafik’te Türkçe öğretm enisiniz. İlk kitap Çilli yayım lanıyor. Aralık 1955... Şiirden düzyazıya geçiş. Burada, dilerse niz, biraz öykü üzerinde duralım. Sizi ö y kü yazmaya yön elten n eydi? Neyi amaç lıyordunuz? K im lerden e l almıştınız bu sü reçte?
- Yazarlığa adım attığımı söylüyorsu nuz, adım atmakta iş yok, yapıt vermek gerekir, ilk İstanbul gezimde Vedat B eyle Abidin Dino’lara gittik, Güzin Hanım taşını attı: “Böyle küçük yazılar la ne zamana kadar oyalanacaksınız? Romanlarınızı ne zaman okuyacağız?” Aynı gezide Antigone’u seyrettikten sonra Vedat Bey’in arkadaşlarından ti yatro yazmamız konusunda telkin al dım. Kendimi fazla dağıtma yanlısı de ğildim. Okumayı sürdürüyor, köylülerle konuşuyor, halkın dilini ve sorunlarını küçük kâğıtlara not ederek öğreniyor dum. Roman yazacağımı biliyordum. Öyküyü romanın bir basamağı gibi dü şünmedim. Büyük bir yazar olan Saba hattin Ali’yi, Sait Faik’i, Çehov’u, He- mingway’i okuduktan sonra öyküyü ciddiye aldım. Belirtmem gerek, o yıl larda Varlık, Yeditepe, Dost Yayınları da bizi beslemiştir. Özellikle antolojiler de dönüp dönüp okunacak öyküler bu luyordum. Prosper Merimee’den Mateo Falcone’u her yıl birkaç kez okuyor dum. Klasikleri dönüp dönüp okuyor dum. Klasikler derken sadece öyküleri, okuyanları düşünmüyorum. Örneğin Samsatlı Lukianos’un konuşmaları, Caldwell’i de severek okudum. Yaban cılar değil sadece, Evliya Çelebi’nin gezi kitaplarını, Silahtar Mehmet Ağa Tari- Jhi’ni de sık sık okuyordum.
Roman uzun soluklu çalışma olduğu
Sanayi devrim inden sonra “short story”nin gelişmesine bu özellik yol ver di. Kolay görünür, değildir. Bir oturuşta yazarsın da, bir ele alışta okutamazsın. İşçiler bu kısa öyküleri evden işe gider ken trende okuyup bitiriyordu. Çehov’a da gazetede daracık bir yer verdiler. Di yeceklerini oraya sığdıracaktı. Ben son radan cezaevi koşullarında da kısa öykü yazdım. Disiplin almışsan yazabilirsin.» O disiplin nedeniyle romana hazırlamı şım da uzun sürdü. İlk yazdıklarımdan ikisini yayımlamadan bıraktım. Sonra da oldu, böyle birini bırakmam. Zaman zaman yazara korkunun da yararı var dır. Sanatsal nitelik korkusunun.
- Yılanların Öcü ile romana adım atı yorsunuz köy gerçeğin e yaklaşımınız, so runları yansıtm a biçem iniz yazınımızda kabul gördü. Yunus Nadi Roman Yarış ması nda birincilikle ödüllendirildi. Ar dına koğuşturma geçirdiniz. Önce, diler seniz, romanın oluşma, yazılma koşullan üzerinde duralım. Sonra koğuşturma...
- Yılanların Öcü’nü Sivas’a gitmeden kurmaya başladım Sivas’ın H afik’in köylerini dolaşırken durmadan geliştiri yordum. Not alıyordum, ik i yu sonra asker oldum. Altı aylık okul dönemi vardı. Ceplerim notları almaz oldu. Oturup yazmaktan başka çözüm kalma dı. Bir bayram iznine gitmedim. Başla dım yazmaya. Ama sekiz günde bitmedi elbet. Sıkı sınavlardan geçiriliyoruz.
için hazırlanmayı sürdürüyordum. Bu arada ilk kitabımı çıkardım. Onun bası lışı, bir dayanışma sonucudur. Samim Kocagöz Yeditepe’nin programına al dırdı. Adı Pıtrak olacaktı. Hüsamettin Bey Çilli yaptı. Çok üzüldüm, sinirlen dim. Yaşar Kemal, “Hüsam iyi kitapçı dır, onu kırma!” diyerek yatıştırdı.
- Bu dönem öykülerinizde tanıklık ya nınız ağır basıyor. Öyküdeki ana kayna ğınız n eydi? Neleri anlatmak, yansıtmak için bu türe de ağırlık verdiniz?
- Çalıştığım ve dolaştığım köylerde eli kalem tutan tek insandım. Gazi’yi bitir dikten sonra Sivas’a verildim, Hafik’te çalıştım. Hafta tatillerinde öğrencile rimle köylere gidiyordum. Ana babala rıyla, halkla konuşuyordum, insanları tanıdıkça sorunlarını, sıkıntılarını öğ rendikçe, “Bunları özellikle ağzı var, dili yok kadınları ben yazmazsam kim ya zar?” diye düşünürdüm. Yüzyıllar ön cesinde olduğu gibi yaşamları toza karı şıp gidecek. Buna vicdanım razı olmu yordu. Öturup öykü biçiminde yazar, iyileştirmek için durmadan düzeltir, iş lerdim. Öğrendiğim sözleri, sorunları sayfalara serperdim. Düzyazı türleri içinde öykü, benim yazarlığıma disiplin getirdi. Önün bir oturuşta yazılmak, bir oturuşta okunmak gibi özelliği vardır.
Konya assubay okuluna öğretmen ola rak gittim. Orda bitirdim. Temize çeki yordum. Yunus Nadi yarışmasının açıl dığını okudum. Bir ön elemeden sonra dört romancı Büyük kurul önüne çık tık. Dokuz kişilik bu kurulda Hande Edip Hanım’dan Orhan Kemal’e kadar kimler yok. Yedisinin oyu ile birinci se çildim. Bana oy vermeyenlerden Hal dun Taner romanım için en övücü söz leri söyledi. Behçet Necatigil de Alman- ca’ya çevrilmesini salık verdi, ikinci olan Yusuf Atılgan da bir köy çocuğuy du, ama anlayışlarımız benzeşmiyordu. Cumhuriyet’te buluştuğumuz zaman birbirimizi çok iyi karşıladık. Ben Aylak Adam çalışmasını üstün emek ürünü bir roman olarak sevdim.
Evet koğuşturma açıldı. Daha gazete de romanın günbölük yayımı başlama dan Cevat Fehmi Bey romanı tutmuş, Burhan Felek’in yanına oturmuş, şura larını buralarını çıkar diyor. Tanımıyor beni. Alıp götürdüm otele, daha güç lendirdim çıkar dediği yerleri. Gazete nin sahibi Viyana’daymış; dönüp gelene kadar İstanbul’dan ayrılmadım. Asker lik yaptığım okul kumandanlığından iz nimi uzattılar. Nadir Bey’e konuyu aç tım. Halide Hanım’ın önerisiyle 1000 li radan 5000’e çıkarılan ödülü de alma
mıştım; “Efendim, eğer şurası burası derseniz, romanı alır giderim!” dedim. “Öyle şey olmaz, nasıl yazdıysanız öyle çıkacak! ” dedi Nadir Bey. Çıktı da; ama gazete için, benim için koğuşturma açıl dı. Savundum romanımı: “Böyle şu par ça bu parça denirse, o zaman kutsal ki taplar da suçlanabilir. Sanat yapıtları parça değil bütündür, o bütün ile ro mancının ne söylediğine bakılır!” de dim. Bu düşünceyi Pitigrilli’nin Afrodit savunmasından kapmıştım. Koğuştur- maya yer olmadığı kararı verdi savcı.
- “Y ediğim cezalar hep yazarlığım v e sendik acılığım la ilgilidir.” diyorsunuz.. Yazarın, sanatçının yapıtlarıyla çağının tanığı olm anın ötesindek i işlevi hep tar tışılır... Sanırım sendikal harekete girm e- seydiniz de, yazar olarak m uhalif kimli ğin iz den dolayı, y in e bu n lar olacaktı. Yazarın bu sorumluluğu, birçok şey i üst lenm e, n ereden geliyor sizce?
- Sadece sendikacı olup yazar olma sam da baskı görürdüm, çünkü sendi kalar eğer sarı, ya da sarışın değilse, her zaman salanca sayılır. Yalnızca yazar ol manın da insana getirdiği sıkıntı vardır. Hem sendikacı, hem yazar olunca sıkın tı ikiye katlanır. Ben ikisini birlikte yaşa dım. Doğrudan doğruya yazdığım yazı lardan, kitaplardan ötürü de tedirgin edildim, ama ceza giymedim, giydirme diler. Sendikacılıktan gösterip yazarlık tan vurdular. Kaç kez gece yansı uyku dan sökülüp götürüldüm. Dün yadan habersiz, eksik eğitimli kimselerce sorguya çekildim.
Doğrusu nedir bunun? Eğer bir toplumun yazarları olmazsa, eğer bir toplumun kusurları sa natçıları tarafından eleştirilmez- se, o toplum sağlığını yitirir. Eleştiri sağlık mıdır? Evet. Bunu da en iyi sanatçılar yapar. Eleşti riyi yasakladığınız, sanatı, düşün ceyi baskı altına aldığınız zaman devlette erdem kalmaz. Eleştiri- sizlik, devlete belanın kapısını açar. Çetelerin, mafyaların devlet içinde devlet olması bunun so nucudur. Bu görevi basın yapmı yor mu? Basın başka. Gazete ya zılarının satır aralarında bir şey ler vardır, ama yazınsal metinle rin satır araları tıka basa dolu dur. Halkın kendisinin bile de- yimleyemediği, derindeki muha lefetini sanat dile getirir. Böyle demekle sanatçıyı çok mu abartı yorum, kendimizi dev aynasında mı görüyorum? Hiç öyle değil. Bizim dışlınızdaki ülkelere gitti ğimde yazarlara nasıl davranıldığım dik- kade inceledim. Kolayından yazar olun maz ki? Yazar olmayanı toplum iple mez. Ama toplum birine yapıtlarından ötürü güvenmeye, saygı duymaya başla dı mı, yöneticiler de aynı saygıyı duya- bilmelidir, sağlık hurdadır. Almanya’da bundan önceki Cumhurbaşkanı We- izâcker, seçildiği gün Köln’e gelip Hein- rich Böll’ü ziyaret etti. Ölümünde ailesi cenazeye katılım istemediği halde, bir kaç aile yalanıyla birlikte sanatçının ta butu ardından gene aynı cumhurbaşka nı yürüdü. Gerçi her toplum gibi Al man toplumu da çelişiktir. Ben kendi miz için konuşuyorum. Bu söylediğim benim sadece kendimiz için ivi dileğim- dir. Kimse saygı duymasa da biz görevi mizi yaparız.
- “...bizim kuşak ö y le bir kuşak ki sa d e c e b u gü n d en d eğil, h em g e çm iş te n h em g e le ce k te n so ru m lu ” diyorsunuz. Kuşağınız ülkemizdeki aydınlanma hare ketinin bir parçasını oluşturuyor. Bu ku şağın çıkış serü ven i sizin yaşamınızın da ön em li bir sürecini kapsıyor, kuşağınızın oluşum unda etkin olan neydi?
- Başka türlü olamazdı. Ben ailemde okuyan ilk ve tek çocuğum. Köyümü zün yüksek öğrenim gören ilk insanı yım. Köy Enstitüsünde öyle bir eğitim ’
aldık ki, Türkiye bizi bekliyor. Yazı ya zan insanı en az bin kişi okur. Eğer seni yüz bin kişi okuduysa, başka türlü ol mak istesen de olamazsın. O nedenle sa dece günden değil, gelecekten sorumlu sun. Bu yetmez, geçmişten sorumlusun. Dışarda yaşayanlar iyi bilir; Osmanlı yö netiminin yaptığı yanlışların yanıtı bile bizden istenmiştir. “Arkadaş, onlar Os manlIydı, biz değiliz!” diyemezsin. Ve receksin yanıtını. Bugün de içerde eği timden, sağlıktan keserek baraj yapanla rın yönetimi eleştiriliyor. Neden böyle olduğunun yanıtını veriyoruz. “Onlar böyle yanlış kalkınma politikası uygular ken siz ne yaptınız?” diye sorar Batılı. Sormasa da böyledir. Bizi egemen ide olojiyle ezmeye çalıştılar. Bir ölçüde ba şardılar da. Ama her yumrukta ayağa kalktık, toparlanmaya çalıştık. Yurtiçin- de yazma, hatta yaşama olanağı kalma yınca yurtdışında yaşayıp yazmayı bu nedenle seçtik ve katlandık. Sizin baştan beri yönelttiğiniz sorulara bakıyorum, siz bir eleştirmen olarak benim yazdık larımı izlediniz, kitabım için yazı yaza rak dayanışma gösterdiniz. Bilmeyen, yurtdışında yaşamayı kolay, hatta ayrıca lık sanır. Zordur, yıldan uzun geceler bitmez. Kimi zaman uyku da insanı bı rakır gider. Ama bu yurdun tarihten ge len koşullarını kırıp aydınlığa, esenliğe çıkmasına yarım santim katlan olacaksa bunların hepsine kadanırsın. Ben kendi mi tarih karşısında şimdi Marmaris’te resim yapan darbeciden daha sorumlu örmüşümdür. D em irel’den, Erba- an’dan daha sorumluyum. Bu aynı za manda benim kuşağımın niteliğidir.
- Doğru, ya n lış tartışıladursun “köy edebiyatı" / “k ent ed eb iya tı” ayrım ına karşı çıkarsınız. Burada ö n em li olanın “sanatçının tavrı v e tutum u ” olduğunu vurgularsınız. Bu çizgiden baktığımızda; romanlarıyla değişim in v e sürüklenişin tanıklığım getiren Baykurt, sığdırılan ka lıbın ötesin de bir dünya var ediyor. Bu
gün, dışarıdan, buna nasıl bakıyorsunuz? - Bir halkın yazınında yazarlarla bir likte eleştirmenler, yazın tarihçileri, ya- zınbilimcileri de vardır. Kimi zaman gö revler kanşır. Onlara sorulacak sorular bana sorulursa yanıdamaktan sakınırım. Robinson Cruose’yi okuduğumda onu ada romanı bölümüne yazmadım. Ya zınsal yapıtı coğrafyasına göre etiketle me yazınbilimcılere uygun gelebilir, ba na gelmiyor. Söylenenlere kulak vermez olur muyum? Kim ne derse desin, be nim de kendimi inceleyen, eleştiren bir yanım var, görevim eleştirinin eleştirisini yapmak değil, yapıt vermektir. Yapıt verdikten sonra sosyal, siyasal sorumlu luğun altına elimi koymaktır. Yapıtları mı savurmaya da kalkmam. Bunu niçin yapayım? Eğer onları yanlış bölmelere yerleştiriyorlarsa doğrultmaya niçin çalı şayım? Birgün doğrusunu yapacaklar mudaka çıkacaktır.
- Ö nceleri şiirler, köy notları yazdınız. “Yazarak gözlem eğitim i ediniyordum diyorsunuz. Yazmak için sizce başat koşul nedir?
- Böyle bir sözü, yazmaya hazırlandı ğım dönemde söyledim. Amacım sadece özlem eğitimi değildi, aynı zamanda alemimi yazmaya alıştırıyordum. Yazı sanatının inceliklerini kavramaya çalışı yordum. Şiire çok güvendim. Şiirle baş ladım, onu boşlamadım. Yayımlamayı kestim uzun süre. Yazdıklarımı dosyala dım, yitirdiklerimi arayıp bulmaya çalış tım. 1989’da Duisburg’da benim için bir kudama gecesi yapılmak istendiğin de ilk şiir kitabımı çıkardım. Yakında İkincisini çıkaracağım. Dilin en çetin alanıdır şiir. Ordan kazandığımı roman larımda kullandım. Dilimi şiirle eğittim. Çıktığım her yolculukta yanıma hâlâ şiir kitabı alırım. Bende yazmak için koşul, yeterince hazırlanıştır önce. Evik çabuk yazmayı sevmem. O nedenle bir gazete de görev almayı istemedim. Bir yazdığı nı on kez, yirmi kez yazmazsam o yazdı
ğım yazı olmaz sanırım. Yazmak cehen nemdir diyenlere arada bir katılırım. Yazmanın ikinci koşulu zamandır. Yazar zamanın değerini herkesten iyi bilecek. Günün bütün saatinde yazardır. Dünya ya yazma açısından bakmaya alışmak, bunu otodidakt eğitimini kazanmak ge rekir. Ben bu konularda kendimi ezer derecede eğittim.
- Bugün n eler yazıyorsunuz?
- Yaşım ilerledi, merdiveni yetmişe dayadım, döküntülerimi topluyorum. Bu soru için aynca teşekkür ederim. Uç yıldır yazlan yurdu geziyorum, çıkarma yı düşündüğüm gezi kitabının başında bir Türkiye bölümü bulunsun istiyo rum. Evimi taşıyacağım. Yazarlığın dö küntüsü çok oluyor. Yirmi yılda bir ev de burda doldu. Bunlan ayıklayıp, ku tulayıp yurda taşıyacağım. Boş oturma dığımı bilmenizi dilerim.
- Biraz da yazı/çalışma ortamınızdan söz etm enizi istiyorum ?
- Her koşulda yazmanın yolunu bulu rum. Yolculuklarda bile. Sekiz saatlik bir tren yolculuğuna çıkmış isem, bu nun beş saatini yazmaya veririm. İnsan kendini buna göre eğitirse yapabilir. Bir tek zorlandığım yer aile ortamıdır. Tele fonun yanı. Gelenin gidenin sürüp gitti ği zamanlarda işim zorlaşır. Sıkıntılı iştir yazmak. Aile ortammda inşam kaytar maya itecek bahane çoktur. O nedenle özellikle roman yazacağım zaman başı mı ahr bir yerlere giderim, müsvetteyi bitirir dönerim. Ondan sonra işçiliktir, bunu yaparken koşul aramam.
- Bunca y ıl yazarak, üreterek yaşamak sizde g e le ce ğ e dönük n eler bıraktı?
- Kırk bir yıl öğretmenlik yaparak o işten ayrıldım. Gerçekten 47 yıl olacak tı; arada kesintiler var, ders verme yetki min alındığı yıllar. Yazarlığın emekliliği yok. İçimde asıl önemli yapıtlarımı bun dan sonra vereceğim gibi bir duygu var. Hem de köylülerime kıyasla biraz daha uzun yaşayacağımı umuyorum. Yeni ro
manlar yazarak okurlarımı, kendimi se- vindirebileceğime güveniyorum. Bir is teğim de, Türkiye’nin çok uzak köyleri ne yollanmak. Hiç ummadığım yerlerde okurlarım çıkıyor, onlarla kucaklaşıyo ruz. Konuk etmek istiyorlar. Yaylalara çağrılıyorum. Söz verdim. Bu sözlerimi yerine getireceğim. Hepsini gelecekte yapacağım işler arasında görüyorum. Bekleyen romanlarımı da yazarım; az mı? Halkımız “kanaat iyidir” der; mis kinlik anlamında değil, tokgözlülük an lamında ben de kanaati iyi bulurum.
- Geldiğiniz yazarlık çizginizin size ay kırı gelen ya aa olmasaydı keşke, dediği niz yanı oldu m u?
- Sanki tuzaklı bir soru soruyorsunuz, çaktırmadan, yineleyerek... Gıdası ke mik yutmak olan bir kuş öyküsünü pek severim. Yutmadan sınatmış. Arkadaş ları “Ne yapıyorsun?” diye sorduğunda, “Yutacağım ama acaba çıkacak mı, ona bakıyorum” dermiş. Ben bir iş yapma dan, bir yazıyı yazmadan düşünürüm; yapıp bitirdikten sonra ah vah etmem. “Keşke şunu yapmasaydım, bunu yap- masaydım!” Çoktur böyle diyeceğin iş; ama ne yaran olur? Yapmışım bir kez?
- Buradaki okurunuzla yen iden buluş ma, tanışma nasıl bir duygu?
- Ben onlarla her zaman beraberim. Birbirimizden kopmadık. Çoğunun mektubunu, kartını aldım. Yanıma ka dar gelip gönlümü alan da oldu. Yurt tan kaya parçası, yufka ekmeği, kitap, dergi gönderen oldu. Trakya’dan bal gönderdiler. Ahududu likörü sevdiğimi duymuşlar, Karadeniz’den şurubunu gönderdiler. Genç şairlerin, öykücülerin kitaplarını aldım durdum. Çoğu yakı nım olan okurlarla, dostlarımla yeniden buluşma olanağına kavuşmak benim başlıca mutluluğum olur. Öğretmen sendikacılığı yıllarımda yurdu, köylerine kadar birkaç kez dolaştığım için çevrem geniştir, aranır sorulurum. Benim son yıllarım tadı olacaktır. ■
jan goodvvin
onurun bedeli
jan goodvvin
onurun bedeli
Müslüman kadınlar, İslam dünyası üzerindeki sessizlik peçesini kaldırıyor
Amerikalı kadın gazeteci Jan Goodwin’in uzun bir araştırma gezisi sırasında Müslüman toplumlarda yaşayan kadınlarla yaptığı bir dizi röportajın sonucu ortaya çıkan bu yapıt; İran, Pakistan, Afganistan, Kuveyt, Suudi Arabistan, Irak, Ürdün, Filistin, Mısır ve Arap Emirlikleri vatandaşı kadınların yanı sıra, Müslüman erkeklerle evlenip din değiştiren Amerikalı kadınların da ağzından, koyu cinsiyet ayrımcılığının egemen olduğu bir toplumda kadın olarak yaşamanın ne demek olduğunu anlatıyor.
Kadınlar, yaşantılarını yönlendiren baskıcı politikalardan söz ediyorlar. Onların çalışması ya da eğitim görmesi yasak; erkeklerin "onur yasası"na karşı çıkarlarsa ölümle burun buruna gelmeleri ise oldukça olağan.
Goodvvin’in çeşitli ülkelerde söyleşi yaptığı kişilerden bazıları şunlar: - Bir şeyhin on altıncı karısı olarak konuşan bir prenses;
- Peçesinin altından bir tutam saçı sarktığı için tutuklanıp seksen kırbaç yiyen bir büyükanne; - "Zina" yaptıkları için ırzına geçilip hapse atılan kadınlar;
- Bekâretlerini önceden yitirmiş kadınların düğün öncesi kızlık zarlannı diken doktorlar;
- İslam’ı kabul edip kocalarının çokeşliliğine göz yuman, ancak aşırı dinciliğin yükselmesinden kaygı duyan Amerikalı kadınlar.
% VARLIK YAYINLARI A.Ş. C a ğ a lo ğ lu Y o k u ş u 4 0 /2 3 4 4 4 0 İs ta n b u l. T e le fa k s : (2 1 2 )5 2 2 6 9 2 4 -5 1 2 9 5 28
BAŞKALDIRAN
KADINLAR
Dizisi’nden diğer kitaplar
BETTY MAHMUDI Kızım Olmadan Asla! Çocuk Sevgisi Uğruna JEAN SASSON Sultana Sultana’nın Kızları TEHMİNA DURRANİ Derebeyi Efendim İNCİ PONAT Çiçeğimi Soldurmam ZANA MUHSEN
Annemi Bir Daha Görebilsem MELİKE MUKADDEM
Yasaklı Kadın Düşler ve Katiller MAHNAZ AFKHAMİ Sürgün Kadınlar
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi