• Sonuç bulunamadı

Fakir Baykurt:Aydınlanma'nın ışığında, uğraşı ve eylemi ile

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fakir Baykurt:Aydınlanma'nın ışığında, uğraşı ve eylemi ile"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2 7

M A R T

1 9 9

ı

□ Tansu Bete Dr. Gülseren Ünsün Engin’in “ Kadını Tanımak” ını değerlendirdi ...3. sayfada

□ M. Yelkenli, Ursula K. LeGuin’in Bilim -kur-| gulannı değerlendirdi....8. sayfada □ M ustafa Günay, Nusret Hızır’ ın felsefem i-i ze katkılarını değerlendirdi... . 10. sayfada

□ Ö ner Yağcı, M axim e R odinson’un “ Hz. Muhammed”ini değerlendirdi...12. sayfada

Cumhuriyet

KİTAP

Aydınlanma'nın

ışığında, uğraşı

ve eylemi ile...

Fakir

Bavkurt

Adam Yayınları, bir çok yazarımızın

eserlerini olduğu gibi, Fakir Baykurt’un

eserlerini de yayımlamaya başladı.

Şimdilik bu dizide dört kitap

yayımlandı:“ Köygöçüren”, “Yılanların

Ö cü”, “Yarım Ekmek” ve

“Kaplumbağalar”. Feridun Andaç, Fakir

Baykurt’un yazarlığını değerlendirdi ve

' kendisiyle bir söyleşi yaptı.

FERİDUN ANDAÇ

F

akir Baykurt, 1950’li yıllarda yazın dünyamıza girer. Şiirle başlayan serüveni, köy notlan, öy­ küler derken; asıl okur karşısına çıkışı Yılanla­ rın Ö cü romanıyladır. Onun, bu çıkışı, yazın orta­ mında başka bir seyirde yol almasının da önünü aça­ caktır.

Romanın övgü ve coşkuyla karşılandığı günlerde, ‘Türk Edebiyatına K en d i Giren K öylü ” adlı yazısında, Haşan Âli Yücel şunları yazmaktadır: “Eski köycülük tecrübelerinin, fe r d î v e nazari k öye gid elim tavsiyeleri­ nin tutm asından sonra, ışığa susam ış köylü çocu ğu n u d e v let e li v e k udreti ile insan kaynağına kavuşturan K öy Enstitüleri, artık aydın yetişk inlerin i toplum ha­ yalım ızın ön saflarına itmektedir. M ahmut Makal ora­ dan. Yedi k ere basılan kitabı y e d i d ile çevrildi. Yaşar K em al orada okumadı ama o da k öylülüğünü değiştir­ m eyen hayatı ile oralı sayılabilir. Fakir Baykurt da ilk feyz in i bu ata ocağından aldı. ”

Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluşunda aydınlan­ ma düşüncesinin yaygınlık kazanması için oluşturu­ lan kuramlarda (Köy Enstitüsü, Gazi Eğitim) yetişen Baykurt, bilinçlilik yolunu buralarda bulmuştur. Ya­ zıya yönelişinde “fey z alınan” eğitim, düşün, yazın or- .amımn etkisi yadsınamaz. Burada uç veren yazınsal eylemi onu ilk kaynağa; yaşama/yetiştirme yurduna döndürür, tik sözleri oradan gelir.. Aydınlanma dü­ şüncesinin ışığında aldığı eğitim, edindiği donanım >nu kaçınılmaz bir çizgiye getirmiştir. O sorumluluk >ilinciyıe yazıya kuşanır.

O, bunu, “d ü şü n sel bir gereklilik" olarak alır. Daha k adımdaki yönelişinin ibresi bellidir: İçinden çıktı- ı ortamı, yaşadığı, tanık olduğu durumları yazmak dindiği bilincin sorumluluğunu yükler ona:

'Köylüler, Türkiye toplum unun çoğunluk kitlesidir, ım ulusal bağımsızlık, tam kalkınma, tam çağdaşlaş- a bu kitlenin uyanıp kıpırdamasına bağlıdır. O,

eski-1 H U R İ V E T K İ T A P S A Y I 3 7 eski-1

den olduğu g ib i yerin d e durdukça ya da gerek li tem p o­ da kıpırdamadıkça toplu değişm em iz d e o oranda g e ­ cikmektedir. Bu yüzden yazarak okumuşları, okum uş­ lar yolu yla da okutulm am ış bu k itleyi etkilem ek ama­ cımız olmuştur. Yalnız başına edebiyattan büyük çapta bir yön len d irm e bek lem em ek le birlikte, bu yön len d ir­ m en in ola bilm esi için edebiyatın da görevi, sorum lulu­ ğu vardır. B irer kalem sahibi olarak bu soru m lu luğu y er in e getirm ek istiyoruz. ”

Bu, aynı zamanda, Köy Enstitü çıkışlı yazarların ereğidir de denilebilir.

Baykurt’un yazınsal eyleminin çıkış noktasında iki önemli yan vardır: İlki köy kökenli oluşunun getirdi­ ği tanıklık, diğeri de bu sınırları aşma sonrasında edi­ nilen bilinçlilik durumudur.

Bilinçlilik durumu Baykurt’un yazınsal/düşünsel gelişimini başlı başına etkilediği gibi; aydın olma so­ rumluluğunu da ateşlemiştir sürekli. Onu, eğitim ala­ nında eylem inşam kılan bir yandır bu da. Toplumsal

eylemi her iki kulvarda süredurur. Yazarlığı eğitimci­ liğini etkilemiş, eğitimciliği de yazarlığını geliştirmiş­ tir.

Bilinçlilik durumunu yaratan ortama baktığımızda; Köy Enstitüsü’nün getirdiği aydınlığın kuşatıcılığını görürüz. Baykurt, bu süreçte, aydmlanmacı düşünce ile karşılaşır. Okuma, öğrenmeye yönelik ilgisi yazın uğraşının önünü açar. Yaşadığı çevrenin, tanık oldu­ ğu olay ve durumların gerçeğini dile getirmesinde bu ortamın etkisi yadsınamaz. Tanıklık süreci onun ro­ man ve öyküsünün debisini oluşturur. İlk romanıyla çıkışı yazınımız için de önemli bir kazanım olmuş, il­ giyle karşılanmıştır:

"Fakir Baykurt’un 'Yılanların Ö cü’ adlı rom anı bize köy hayatının ilk tam levhasını çizmiş olmak bakımın­ dan d eğerli görülm üştür. Bunda, aynı zamanda, yaza­ rın m em lek et m eselelerin i h eyeca n lı ifade edişi, yaşa­ yan kişi yaratmakta k udreti d e esere ed eb i bir kıym et

(2)

I

-O K U R L A R A

19 2 9 ’da başlayan yaşamı bir bayii çetin geçmiş Fakir

Bay kurt’un. 19 4 8 ’de bitirdiği Gönen Köy Enstitüsünün

ardından öğretmenliğe başlamış. Ama döne­ min siyasal iktidarı rahat bırakmamış onu. Öğrencilerine ders ver­ mesini engellemişler. Bu arada yazın dene­ melerine başlamış. 1958 yılında yayımladığı romanı

“Yılanların Öcü” ile Yunus Nadi Roman Ödülünü kazanmış. 2 1 Mayıs 19 6 0 ’tan sonra İlköğretim Müfettişi olarak sürdürmüş eğitim hizmetini. Bu arada sürekli yazınla uğraşmış. Neredeyse yayımladığı her kitabı ile bir ödül almış; Türk D il Kurumu Roman Ödülü, Sait Faik Hikaye Armağanı, A vni Dilligil Tiyatro

Ödülü, Orhan Kemal Roman Ödülü

Türkiye’de aldığı ödüllerden bir kısmı. 19 7 9 ’da kendi isteğiyle emekli olduktan bir süre sonra Almanya’ya yerleşti. Ödül almaya burada da devam etmiş; Berlin Senatosu Ödülü, Almanya BODI Ödülü bu ödüllerden bazıları. Bu günde geriye doğru baktığımızda 15 Öykü, 12 roman, 11 toplum, eğitim, şiir, çocuk ve halk kitabı olmak üzere otuz sekiz

kitabıyla karşılaşıyoruz Fakir Baykurt’un. Evet bu kitaplar şimdilerde, Adam Yayınları tarafından yeniden yayımlanmaya başladı, ilk dört kitap geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Geriside gelecek. Baykurt’la :lgilı bir yazı bir de

öyleşi yer alıyor say­ alarımızda,

lolkitaplı günler!... TJRHAN GÜN A Y

■ J . ---

---K im p

ntiyaz Sahibi: Berin Nadi > Basan ve Yayan: Yeni Gün laber Ajansı Basın ve

ayıncılık A.$. o Cenei Yayın önetmeni: Orhan

in ç o Genel Yayın jordinatörü: Hikmet ıtinkaya oYazıisleri jdürleri: İbrahim Yıldız ırumfu) , Dinç Tayanç rayın Yönetmeni: Turhan

nay o Grafik Yönetmen: 9k İlkorur

'eklam: Medya c

Dr. Gülseren Ünsün Engin den aKadını Tanımak”

Kadın ve Bedeni

“Kadını Tanımak” tıp biliminin

ışığında, ama akıcı ve tertemiz

bir Türkçeyle yazılmış. Yapıtın

en önemli iki özelliği; Bir doktor,

ama aynı zamanda da bir

edebiyatçı/yazar olan ve değerli

edebiyat yapıtları bulunan

Gülseren Ünsün Engin

tarafından kaleme almışı, bunun

yanı sıra ise kadın sağlığı

üstüne yazılmış oluşu. Gülseren

Ünsün Engin açık seçik,

anlaşılabilir ve güzel Türkçesiyle

kadını beden sağlığı açısından

ilgilendiren çok yaşamsal konu­

lara değiniyor ve kimi açılardan

cahilliğin kurbanı olan

kadınlarımıza bir aydmlanma

olanağı sunuyor, yol gösteriyor.

TANSU BELE

B

ilimsel ya da eğitsel öğreti kitapları­nın en güç ve karmaşık yanlarını bel­ ki de kullandıkları dil oluşturur. Baş­ ka deyişle bir bilgi yapıtının anlatım dili en sıradan okurun bile az çok anlayabileceği ölçüde yalın, sade ve açık seçik olmalıdır. Çünkü dünya, çevre, yaşam ve daha yığın­ la konunun bilgisi gibi bilim de biz insan­ lar için vardır. Dahası bütün yaşamsal ko­ nular için doğru bilgilerin kaynağı bilim olduğuna göre onun dilinin herkes tarafın­ dan anlaşılabilmesi çok önemlidir, ama ya­ nı zamanda güçtür de: Çünkü bütün so­ mut bilgilerin üst ve soyut dili olan bilim­ lerin öğretilerini anlaşılabilir kılmak gere­ kir,.

Öte yandan gündelik yaşamın bilgisizlik­ ten doğan kör ve batıl inançları, çarpık alışkanlıkları çoğu kez yanlış uygulamalara neden olur. Doğrusunu bilmeden, görme­ den, öğrenmeden uygulayageldiğimiz kimi yanlışlıklar bizleri umulmadık zararlara uğratır ya da acı verebilir. Bazen.ölümcül durumlara bile yol açabilirler. Özellikle sağlığımızı yalandan ilgilendiren konuların nedenlerini ve doğuracakları sonuçlarını bilmemiz yaşamsallıkları açısından büyük önem taşırlar. Bu nedenle bedensel ve ruh­ sal sağlığımızı konu edinen yapıtları, tıp bilimiyle uzaktan yakından ilişkimiz olma­ sa bile, bize bilimsel ve doğru bilgiyi anla­ yabileceğimiz bir dille aktardıkları zaman okumak, edinmek isteriz. En azından böy- lesi yapıtlar merakımızı uyandırır, ilgimizi çeker.

Kadın sağlığı

İşte Kadını Tanımak bu türden bir ya­ pıt: Tıp biliminin ışığında, ama akıcı ve tertemiz bir Türkçeyle yazılmış yapıtın en önemli iki özelliği; Bir doktor ama aynı za­ manda da bir eaebiyatçı/yazar olan ve de­ ğerli edebiyat yapıtları bulunan Gülseren Ünsün Engin tarafından kaleme alınışı, bunun yanı sıra ise kadın sağlığı üstüne ya­ zılmış oluşu. Gülseren Ünsün Engin açık seçik, anlaşılabilir ve güzel Türkçesiyle ka­ dını beden sağlığı açısından ilgilendiren çok yaşamsal konulara değiniyor ve kimi açılardan cahilliğin kurbam olan kadınları­ mıza bir aydmlanma olanağı sunuyor, yol gösteriyor.

Dünyadaki pek çok gelişmekte olan ül­ kede olduğu gibi ülkemizde de kadın İçimi yönleriyle bu arada beden sağlığı açısın­ dan da yalnızdır. Çünkü onun, toplum önünde kadın kimliğini sorgulayamayışı kadar bedenini de saniplenemeyişi yaşam­ la, karşı cinsle ve en önemlisi de kendisiyle iletişim kuramayışının temelini oluşturur. Kadın çoğunlukla bedenini tanımaz: Kimi törelerden, yanlış inançlardan, tabulardan kaynaklanan, nedenini toplumun eksikli değer yargılarında bulan yabancılaşma, ka­ dının bedeniyle ilişki kurmasmı önler, do­

layısıyla erkeğin de kadına ve bedenine yaklaşımlarında yanlış sapmalara neden olur. Örneğin kızlık zarınm toplumsal de­ ğer yargıları önünde aşılması güç bir tabu oluşu, kadın erkek beraberliği açısından ahlak ölçüsünde öneme sahip oluşu, hatta bu beraberliğin mutluluğunu sağlayıcı bir rol üstlenmiş oluşu, bütün bunlara karşın da gerçek ve somut yapısı, biçimi hakkın­ da gerek kadınların gerekse erkeklerin ek­ sik, yanlış bilgilerle donanarak pek çok mutsuz durumlarla karşılaşmalarının ne­ deni oluşu özellikle kadınlar için bitimsiz dertlerin kaynağı olabilmektedir. Aynı bi­ çimde kadın organlarının tümünün yapısı­ nı ve işleyişini bilmek kadın açısından da erkek açısından da birçok uyumsuzlukla­ rın, mutsuzlukların sona erdirilmesi anla­ mına gelecektir.

Bütün bu ve benzeri nedenlerle yaşam­ sal önem taşıyan kadın bedeninin tanın­ ması, yapısının doğru bir biçimde bilinme­ si toplumsal açıdan da verimli sonuçlar sağlar. Toplumumuzda hâlâ üreme organ­ larının nasıl çalıştığını bilmeden çocuk do­ ğuran, âdet kanamasının ne olduğunu bil­ meyen, bebeğin cinsiyetini erkeğin sapta­

dığından haberi bile olmayan kadınlar ve erkekler varsa bunun yıkıcı sonuçlarına da yine onların, yani toplumun katlanacağını bilmemiz bu türden sağlık konularmda da aydmlanma ya da aydınlatma, bilinçlendir­ me yoluna gidilmesini şart koşar. Bu konu­ da atılacak her türlü adımın yanı sıra, bil­ gisiz, bilinçsiz bireylerin bilgilendirilmesi­ nin ve bunu da onlarm anlayabilecekleri bir dille yapabilmenin yararı ve önemi açıktır.

Bu nedenle Dr. Gülseren Ünsün En­ gin’in bir yazar duyarlılığıyla kaleme aldığı ve özellikle kadınlarımızı bedenleri konu­ sunda aydınlatma, bilgilendirme amacı gü­ den, okuyanda sanki bir elkitabı ya da ko­ lay anlaşılabilir bir ders kitabı izlenimi bı­ rakan, gerçekte ise kadın açısından en du­ yarlı konularda sağlıklı bilgi aktarımım yi­ ne en sağlıklı biçimde yerine getiren Kadı­

nı Tanımak adlı bu yararlı yapıtm kadın ve

erkek, herkes açısından okunması yararlı olur derim. Her yaşta kadının karşılaştığı sağlık problemlerini, bir edebiyat yapıtı ta­ dında, akıcı bir dille ortaya koyan yazarın yapıtının önemi inanıyorum ki kadınlar yönünden tartışılmaz olacaktır. ■

(3)

Aydınlanma mn ışığında, uğraşı ve eylemi ile

Fakir Bavkurt

Yılanların Öcü / Fakir Baykurt / Adam Yayınları Kaplumbağalar/ Fakir Baykurt / Adam Yayınları Yarım Ekmek/ Fakir Baykurt / Adam Yayınları Köygöçüren/ Fakir Baykurt / Adam Yayınlan

Kapak konusunun devamı...

m~ verm ek tedir.” (Yakup Kadri Kara- osmanoğlu)

“Yılanların Öcü, sa d ece Yunus Nadi yarışm asında değil, köy g e r ç e ğ i k onu­ sunda yazılmış rom anlar arasında hatırı sayılır bir y e r alacak değerde. Türk insa­ nını v e köy g er çe ğ in i yalın, sağlam bir d ille v e iyi bir teknikle belirten umdu- rucu bir eser.” (Haldun Taner)

Baykurt, Türkiye aydınlanmasında, toplumsal etkinliğiyle halkın gücünü gösterebilen bir simgedir. Olanaklar sağlandığında aydınlanmanın ışığının nerelere ulaşıp, neleri ortaya çıkarabil­ diğinin bir göstergesidir üstelik onun yaşamı ve eylemi.

“Köyün, köylülerin yaşamına ışık tut­ mak” ilk çıkış ereğidir. Köylünün ya­ şamsal gerçekliği, yaşadığı doğal or­ tam, ilk kez, kendi içinden çıkanlarca anlatılıyordu. Baykurt, “b ilin cin i belki daha tam olarak bulamamış, ama onu sürekli olarak arayan insanlardı benim insanlarım ” dediği insanların serüveni­ ni işte bu süreçte yazar, “Yüzyıllarca ih­ m a l edilmiş, uyutulmuş, şim di d e ihm al ed ilm ek te v e uyutulm akta olan bu in ­ sanların yaşam ın ı yazmak b en im için görevdir" sözleriyle de yazma bilincinin gerekliliğini, sorumluluğunu dile geti­ rir.

Aydınlanmacı, halk yazarı tavrının başat koşulu “açık v e anlaşılır” olmak­ tır. Baykurt’a göre, “sanatın am acı insa­ nı etk ilem ek tir, an laşılm ayan etk ile­ m ez.”

Kuşkusuz Baykurt salt etkileyici ol­ mak adına yola çıkmaz. Ele aldığı ko­ nuyu, işlediği sorunu eleştirel gerçekçi bir bakışla yansıtır. Getirdiği yorumlar, önermelerle okurda değişim odağı ya­ ratmayı amaçlar. Onun bu yanı tek söyleme (köycü söylem) indirgenip de­ ğerlendirildiğinde eksik, yetersiz kalır. Baykurt’un kuşatıcı, etkileyici, değişi­ mi/ değiştirimi gösterici yanı algılana­ maz bence!

Onu, salt “köy gerçekleri"ni yansıtan

bir yazar konumuna indirgemek eksik bir bakışın ürünüdür. Baykurt, hangi koşulda olursa olsun, insanın serüveni­ ni anlatır: Irazca, (Yılanların Öcü) Ka­ ra Ahmet, (Kara A hm et Destanı), Te- meloş, (Amerikan Sargısı), Kır Abbasi (Kaplumbağalar), Uluguş, (Tırpan), İb­ rahim (Yüksek Fırınlar), Adem (Koca Ren) değişik koşul ve durumlarda ger­ çekliği dile getirilenlerdir.

Toplumsal yapıdaki bozukluklar; in­ sanın bu çarktaki dönenişi, değişimle yaşadığı trajedi ile iç içe verilir; mekân Koşullar, ortam yazarın en iyi bildiği ta­ nıdığı renklerin kokularını izlerini ta-§ır- ,

‘Neden yazıyor’ sorusu yerine, ‘neyi, nasıl yazıyor’ sorusuna bakılmasını ge­ tirmiştir Baykurt. Belki de onu kuşağı yazarları içinde ayırıcı kılan en belirgin yanlardan biridir bu.

Her ne kadar onun yazınsal eylemi ekseninde bir tartışma gündemi yara­ tılmışsa da; Köy Enstitüsü çıkışlı yazar­ ların varlığını salt “köy ed ebiyatı yapı­ yorlar”^ indirgemenin yanlışlığını sim­

geleyen bir addır, Baykurt.

Köyün yoksunluklarını, yoksullukla­ rını, çelişkilerini ve çatışmalarını anla­ tırken; kentin (dolayısıyla siyasal erkin ve yönetimin eksiklerini, aksaklıkları­ nı) gerçeğini de dile getirir. Dönüşüm sürecine tanıklıkta ise bu insanların kentte, dışgöçte yabancı ortamlardaki gerçekliğine uzanır.

Uyanışı, başkaldırıyı, direnmeyi, çö­ zülme ve göçüşü değişim odaklarında­ ki durumların gerçekliğiyle anlatır. Bu sürükleniş çizgisini yansıtması önemli­ dir. Bunun ardında Türkiye’nin yapısal değişimini görürüz. Geçişler süreci Baykurt’un yazarlık çizgisinin de belir­ leyicisidir.

Koşulların gücü var etmiştir Bay­ kurt’un yazın evrenini. Sürekli devi­ nim, değişim halindedir. Roman ve öy­ külerinin izleksel yapısı bu görünümü yansıtmaktadır.

Değişimin yazarıdır o. Yenileşme, gelişme, devrimci bir tavır olarak yer eder onun anlatısında. Eylemsel yanı bu kaynaklarla beslenir. Halkın içinde

bir yazar tavrı, onun ait olduğu yeri değil, etkinliğinin alanını göstermekte­ dir.

Köyden çıkarak kente ulaşan; dona­ nımıyla yazınsal, düşünsel etkinliğini burada sürdüren Baykurt; kent insanı­ nın yapabileceği (belki de ancak üto­ pik romanlarda rastlanabilen) uğraşıla- n üstlenir, birçok zorluğu göğüsler.

O, her koşulda aydın/sanatçı tavrını ortaya koymuş; bu uğurda Türkiye ay­ dınlanmasına önemli katkılarda bulun­ muş bir yazm, düşün, eylem insanıdır. Yazar ve eğitimci kimliği ile bu alanda yapılacak, ulaşılacak her yeri kucakla­ mış, her alana ulaşma çabası göstermiş­ tir.

ilk göz ağrısı şiirdir. Bunu öyküler, romanlar, düşünce yazıları izler. Öykü­ leri, onun yazın coğrafyasının debisini gösterir bize. Düşün yazıları aydınlan- macı yanını, eğitimci kimliğini, aydın olarak tavrım getirir. Bakan, gören bir gözdür. Ülke sorunlarına insanın ger­ çekliğinden; yaşanılan tanık olunan olay ve durumlardan; yaşamın en ince ayrıntılarından bakar.

Romanl a daha geniş bir alana çıkar. Bir anlamda onun romancılığında, im­ lediğim gibi, ülkemizin tarihsel/top- lumsal/kültürel/siyasal yapılanmasının topografyasını buluruz. Toplumun iç dinamizmi Baykurt’un romancılığının ivmesidir adeta.

Yazarın yaşadıklarını, bildiklerini yazmasından yana olan Baykurt’un, ya­ zın evreninde yaşamın/yaşanılanların tanıklığım bulmamız doğal. O, yaşadı­ ğı bilcuği ortamı; bu ortamın gerçekli­ ğini yazar. Bu sorumluluk duygusu onu; burada yazdığı, gerçekliklerini yansıttığı insanların dışgöç serüvenleri­ ne tanıklığa iter, 1979’aan beri Alman­ ya’yı yazı ve yaşam yurdu edinmesinin ana nedeni budur.

Yazmak eyleminde “halk çı v e d e v ­ rim ci” tavrını sürekli kılan Baykurt, bu anlayışın bir görev olduğu bilincinde­ dir. imlediğimiz anlamda onun için, "edebiyat, tıpkı eğitim gibi, insanlarım ı­ zı hayata karşı d evrim ci tavır v e davra- *

(4)

I---— *•“ rtlşlı yapm ada ö n e m li b ilin çlen d ir m e

aracıdır".

Dilsel çabası, yazınsal uğraşısının en temel yanlarındandır. Eninde sonunda yazının bir dil uğraşı olduğunu bilir. Türkçe’nin en zengin, en gelişmiş kul­ lanım biçimleri; sözcük, deyim, söz di­ zimi ve yazı öbeklerini onun anlatıla­ rında buluruz. Her bir sözcük onda yeni bir biçim, anlam kazanır. Bizi ku­ şatıcı aydınlık evreniyle Türkçe’yi zen- ginleştirmiştir.

Böylesine kuşatıcı bir evrenin oluşu­ munda okuma serüveninin payı kaçı­ nılmaz;

“Okumanın yararı, yalnız bize uygun g elen durumları, doğruları ya da gerek li örn ek leri g ö ster m esi değildir, aynı za­ manda uygun gelm eyen durumları, ters örnekleri, yanlışlık v e çelişk ileri gö ste­ rerek d e yararlı olu r ötek i yazarlar bize. Bu yüzden okumak, mutlaka başyapıtla­ rı okumak değil, başyapıt olm ayanları da okumak, okuduğum u anlamak, d oğ­ ruyu yanlışı seçmektir. İyi yazar, bir ki­ tabı sa d ece okumaz, emer, ya da sevişir, boğu şu r onunla. Satırları değil, satırla­ rın ardında saklı olanı bulur. Yaşantıla­ rımızın verd iği kadar tatlı, b esleyici bir süttür okumanın verdiği...”

Baykurt’un anlatısının devinim odağı hayatın bütün alanlarına açıktır. Ba­ kan, gören, gördüğünü irdeleyerek eleştirel boyutla yansıtan bir bakışımı vardır. Burada onun eğitimci oluşunun izleri öne çıkar!

Baykurt, Cumhuriyet Türkiyesi ay­ dınlanmasının öncü kişiliklerindendir. Yazarlığı ve eğitimciliği bu uğurdaki savaşımın simgesi olmuştur.

O, tamdığı/bildiği bir yaşam/insan coğrafyasını anlatır. Yazınsal eylemi bu bilinçlilik tavrı üzerine kuruludur. Kö­ yü, köyden kente göçüşü, dışgöçe katı­ lışı bu sorumluluk duygusu ve bilinciy­ le yazmaktadır. Onun “d ev rim ci tavır v e tu tu m ” roman ve öykülerinde öne çıkar. Her bir anlatısında, tanıklık etti­ ği yaşamların değişim, dönüşüm ve ye­ nileşme özlemlerini de dile getirmekte­ dir.

Baykurt, bu yazınsal eyleminin özü­ nü yönelimini şöyle açımlamaktadır. “...h a rek et n ok ta m ço ğ u n lu k la 'ya ­ şam ’dır. 'Yaşam’dan aldığım ı ‘d en ey ’ v e

‘etk ılen ım ’leri, dü şü n celerim v e inanç­ larımla em iştirerek yazmaya yön elirim .”

Bu bakışı aydınlanmanın ışığında edinmiştir. Köyden çıkışı, Köy Enstitü- sü’ndeki eğitimi; eğitimsel uğraşı ile yazınsal eylemini bir arada yürütme sü­ reci bir bütünlük içinde süregelin Bay­ kurt’un uğraşı ve eylemindeki bilinçli- lik/sorumluluk duygusu buradan gelir. Değişimin önünde, çözülmenin yanı- başında, sürüklenişin izindedir:

“Ben top lu m u v e için d ek i insanları g ö z lem ey i v e iz lem eyi sürdürüyorum . Aynı zamanda için d e bu lunduğum ta­ rih sel aşamanın tanığı olm aya çalışıyo­ rum. Farkeden ediyor, şim di insanları­ mızla birlikte, kentte, kondularda, Al­ m a n ya ’nın, H ollan da’rim yolla rın d a - yım . G öz lem ci, çöz ü m cü , to p lu m sa l eleştirici bir tutum u, d evrim ci tavır v e davranışla her zaman eld e v e göz ön ü n ­ d e bulundurmak istiyorum . ”

Değişme ve yenileşmeden yana oluş düşüncesi aydınlanm anın tözlerini oluşturur.

Baykurt, yazına ve eğitime adanmış ömrüyle bunu günümüze taşıyan; uğ­ raşı ve eylemiyle yazın/kültür yaşamı­ mızı her dem aydınlatan, zenginleş­ tiren biridir.

Çileli bir yolun, saygın bir uğraşın, gözüpek bir eylemin insanı olan Bay­ kurt’un bizi kuşatan aydınlığını an­ lamak, anlamlandırmak yarının Tür­ kiyesi’nin aydınlık günlerine sahip çık­ maktır.

Onun çabasına, emeğine saygı sev­ giyle. ■

m : FERİDUN ANDAÇ

om anın toplum üzerindeki et­ kilerinden söz ederken; “zaman zaman uyarıcı, itici, e ğ itici v e hatta yüceltici" olm ası gerek tiğini vurgu­ luyorsunuz. R om ancılığım ızın bu boyu­ tuna bakınca, bir dönem , oldukça etkin old u ğu n u görüyoruz. Okurunuzla, bu ­ gü n le dün arasındaki bağı nasıl değerlen ­ diriyorsunuz. Bu sü reçte farklı okur kit­ lesin i yakaladığınızı söyleyebilir miyiz?

- Özetlediğiniz anlayışım temel olarak değişmedi. Belki biraz daha netleşti. Uyarıcı, eğitici, ileri itici ve yüceltici, ya­ ni insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarıcı bir kaygı ile yazmayı sürdürüyorum. Bir zamanlar Türkiye 30 milyonken roman­ larım onar bin basılırdı. Öykü kitapla­ rım da böyleydi. Remzi Kitabevi’yle sözleşmeleri kendim yazardım. Bugün • 65 milyonuz, basım sayısı bine düştü.

S

ok çok iki bin. Burda okur yitiren ben eğilim, Türkiye yitirdi. Türkiye okuma özürlü topluma dönüştürüldü. Bu özür doğuştan değil, kalıtsal değil, uygulanan ekonomi politikaya koşut kültür politi­ kasının sonucu. Ökurun adresi yitti di­ yorlar. Yitmedi. Toplumu özgür okuma­ ya alıştıracak yeni çabalar gerekiyor. Bir toplumda kitap okunmazsa bilgi yayıl­ maz. Bilgi olmayınca düşünce olmaz,

Fakir Baykurt’la

yaşamı ve yazarlığı

üzerine_____________

"Dilimi

şiirle

eğittim"

toplum inancaya kayar. O da tek tip inancadır. Yaşanan düzenin adı demok­ rasi olsa bile, ortama demagoglar ege­ men olur.

- 1960'lı yıllarda demokratik öğretm en harek etinde etkin y e r aldınız, bu hangi gereklilikten doğdu?

- 1961 Anayasası, kamu personelinin sendika kurabileceği ilkesini getirmişti. Toplumun bir kazanımıydı bu. Öğret­ menler sendika yasasım bekledi. 1964’te yasa çıktı. Öğretmen temsilcileri evime doldu. Beni kurucular arasına alıp genel başkan seçtiler. Meslekdaşlarımın seçi­ mine ses çıkarmadım; yazı masamı bıra­ kıp göreve koştum. Halkın ve çocukla­ rın daha iyi eğitimi için elbirliğiyle çalış­ tık. Bu arada yazınsal görevlerimi de, zamanı iyi kullanarak yerine getirdim.

- Yaşamınızın uzunca bir dönem in i öğ­ retm enlik kapsadı. D enilebilir ki; yazar­ lığınız da bununla doğdu, g elişti v e o l­ gunlaştı. Öncelikle sizin (dolayısıyla K öy Enstitüsü çıkışlı kuşağınızın) toplum un uyanış dönem in de b öylesi bir ikili gö revi üstlenm en izin etk i v e iv m esi üzerinde duralım diyorum.

- Yurdumuzun koşullarını başka ül­ kelerin koşullarıyla kıyaslamak yerinde olabilir, ama karıştırmak yanlıştır. Tür­ kiye’de yazarların sadece öğretmenliğe, eğitime değil, pek çok etkinliğe girmesi gerekiyor. Köy Enstitülerinde bize veri­

len eğitim bu yöndeydi. Dünya klasikle­ rini, yerli yabancı büyük yazarları, bili­ msel yapıdan okuyorduk. Buna koşul­ landırıldık demiyorum, ama okudukla­ rımızı özümleyerek giriştiğimiz her işte toplumsal yarara yöneldik. Öte yandan, bugünkü gibi o gün de yazarların kale­ miyle geçinmesi olurlu değil. Bir ara gelirim yükseldi. Ama yarınım güvenli değildi. Geçinebilmek için bir öğret­ menlikten gelen azla, hiç değilse zorun­ lu giderleri kapatabilirdim. Bu

anlayı-Î

ım hep sürdü. Ailemin geçimini yazar- tğa yüklersem kendi seçimim olmayan yazılan da yazarım diye çekindim.

- Dilerseniz, buradan K öy E nstitüle­ ri’n e geçelim , llk öğren im in iz i köyünüz Akçaköy’d e yaptınız. 1943’te İsparta’da­ ki Gören K öy E nstitüsü n e girişiniz nasıl oldu? O ilk an, duygularınız...

- Köy Enstitüsü benim için olağanüs­ tü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum. Enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu. İlkokulu bitirir bitirmez koşup Isparta-Gönen Köy Enstitüsü’ne kaydımı yaptırdım.

Fakir Baykurt, TÖS Genel Başkanı olduğu yıllarda.

FAKİR BAYKURT’UN ÖZGEÇMİŞİ:

1

929’da Burdur, Yeşilo­ va'nın Akçaköy’ünde doğdu. Ortaöğrenimi­ ni Gönen Köy Enstitü- sü’nde tamamladı. (1948). Yeşilova ilçesine bağlı Ka- vacık ve Dere köylerinde il­ kokul öğretmenliği yaptı (1948-53). Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra (1955) ortaokul öğ­ retmeni olarak Sivas, Hafik ve Şavşat’ta çalıştı. Askerli­ ğini Konya Astsubay Oku- lu’nda yaptı (1957). Şavşat Ortaokulu’nda öğretmen­ ken bakanlık emriyle bir göreve getirilerek ders ver­ me yetkisi alındı. 27 Mayıs 1960’tan sonra ilköğretim Müfettişliğine atandı; kuru­ cuları arasında bulunduğu (1965) Türkiye Öğretmen­ ler Sendikası (TÖS) Genel Başkanlığını yaptı (1971). Daha sonra Milli Folklor Enstitüsü uzmanlığı, ÖD- TÜ Halkla ilişkiler ve Ya­ yın Müdürlüğü, Kültür Ba­ kanlığı danışmanlığı görev­ lerinde bulundu (1979). is­ teğiyle emekliye ayrıldı, Al­ manya’ya gitti. Halen Duis- burg’da yaşamakta.

12 Mart döneminde TÖS davasından yargılanıp tu­ tuklandı, sonra beraat etti, ilk romanı Yılanların Öcü ile Yunus Nadi Roman Ödülü’nü (1958); Tırpan ile 1970 TRT ve 1971 Türk Dil Kurumu Roman ödül­ lerini, ayrıca .1980 Avni Dil- ligil Tiyatro Ödülü’nü; Can Parası ile 1974 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Kara Ahmet Destanı ile de 1978 Orhan Kemal Roman Ar- mağanı’nı kazandı. Tiyatro­ ya uyarlanan Sakarca adlı çocuk romanı ise Tiyatro 79 dergisince yılın oyunu seçildi. Barış Çöreği ile Berlin Senatosu Ödülü’nü (1984), Gece Vardiyası ile de Almanya’da BDÎ Ödü­ lü’nü (1985) kazandı.

Yazm yaşamına şiirle baş­ layan Baykurt’un ilk ürün­ leri Tahir Baykurt imzasıyla Köy Enstitüleri Dergisi’nde yayımlandı (Temmuz

1946). Bunu Türk’e Doğru, Edebiyat Dünyası, Kaynak, Fikirler gibi dergilerde ya­ yımladığı şiirler izledi (1948). Öyküye yöneldi, ilk öykü örnekleri Seçilmiş Hi

kâyeler ve Beraber dergile­ rinde (1950-52) çıktı. Gi­ derek romana yöneldi. Kır­ sal kesim insanının gerçek­ liğini toplumsal gerçekçi bir bakışla yansıttığı ro­ manlarında köylünün, yaşa­ ma biçimini, sorunlarını, yaşadığı çelişkileri, ilişkile­ rini dile getirdi. Toplumsal değişim sürecinde köylü­ nün konumu, sürüklendiği ortam, katıldığı göç serüve­ ninin onun yaşamını biçim­ leme durumları son dönem romanlarının odağım oluş­ turdu. Öykülerinde ise yine kırsal kesim insanının so­ runlarım konu edinen Bay­ kurt, yurtdışında yaşadığı dönemde öykü ve romanla­ rında “dışgöç”e katılan in­ sanımızın buradaki trajik durumlarım sergiledi.

Başlıca yapıdan şunlar­ dır;

Öykü:

Çilli, 1955; Efendilik Sa­ vaşı, 1959; Kann Ağrısı,

1961; Cüce Muhammet, 1964; Anadolu Garajı, 1970; Onbinlerce Kağnı, 1971; Can Parası, 1973; içerdeki Oğul, 1974; Sımr

daki Ölü, 1975; Gece Var­ diyası, 1982; Banş Çiçeği, 1982; Duisburg Treni, 1986; Bizim ince Kızlar 1993; Ruhr Havzası’nda Türk Bahçeleri, 1997; Anamla Yıllar, 1997. Roman: Yılanların Öcü, 1959; Irazca’nın Dirliği, 1961; Onuncu Köy, 1961; Amerikan Sargısı, 1967; Kaplumbağalar, 1967; Tır­ pan, 1970; Köygöçüren, 1973; Keklik, 1975; Kara Ahmet Destanı, 1977; Yayla, 1977; Yüksek Fırınlar, 1983; Koca Ren, 1986.

Toplum-Eğitim Yazıları:

Efkar Tepesi, 1960; Şamaroğlanlan, 1976; Tür­ kiye’de Köy Enstitüleri, 1994; Ifade-TÖS Savun­ ması, 1994; Yeni Kölelik mi?, 1996.

Halk Kitabı:

Kerem ile Aslı, 1964. Şiir:

Bir Uzun Yol, 1989.

Çocuk kitabı:

Topal Arkadaş, 1964; Sarı Köpek, 1964; Sakarca, 1975; Yandım Ali, 1979. ■

(5)

‘ Ertesi gün derse, işe başladık. Haftada 44 saat çalışıyoruz. 22’si kültür dersi, 11 ’i tarım, 11 ’i el sanatı. Her gün üç kez etüd saatimiz var. İkisi derslerle İlgili, biri özgür okuma için. Şür yazdığım bi­ lindi, beni kitaplıkta görevlendirdiler. Ayrıca yapılarda çalışıyor, gül derimine katılıyorum. Her harta toplu eğlenti, eleştiri saati var. Köylerin okul yapımı­ na, ya da yeni kurulan enstitülere yardı­ ma gidiyor, verilen işi bitirdikten sonra yurt gezisine çıkıyoruz. Gül derimi şa­ fak sökerken başlar. Bir tatlı çalışmadır bu. Kimi günler boş kalınca gul arıkları­ na uzanır kitabımı okur, şürimi yazar­ dım. Ağabeyler kucaklar koklardı, gül kokardım. Bu hoş duygular içimde hâlâ sürer.

- 1948’d e E nstitüyü bitirip öğretm en oluyorsunuz. 5 y ıl sürecek çileli bir d ö ­ nem. El eler yazıyordum bu dönem ?

- Şürler, köy nodarı, öyküler yazıyor­ dum. Yaz tatillerimiz uzundu. îlk yıl, hem Ankara, hem İstanbul gezisi yap­ tım. Dergi yönetimevlerini dolaştım, şa­ ir ve yazarlarla tanıştım. Avni ve Turhan Dökmeci’den, İlhan Tarus’tan, Salim Şengil’den ilgi gördüm. Hakkı Ton- guç’u ziyaret ettim. İstanbul’da Vedat Günyol’un, birkaç gün de E debiyat D ünyası dergisini çıkaran Sabahattin Hüsnü’nün konuğu oldum. Bu geziler çok yararlı oldu. Her tatilde bir büyük şehre gitmeye karar verdim. Köy öğret­ menliğinden ayrılmayı aklımdan geçirmiyordum. Ama devlet ensti­ tüleri özellikle de ilköğretim sefer­ berliğini boşlamıştı. Dün iyi olan­ lar kötüleniyordu. Ilçedekiler kız öğrencilerin devamı konusundaki çırpınışımızı desteklemiyordu. Ye­ tiştiğimiz gibi çalışmamıza izin ve­ rilmiyordu.

- Tek parti dönem inin baskı orta­ mında öğretm enliğin yanı sıra, ya­ zarlığa adım atıyorsunuz. K oğuş- turmalar ardı ardına geliyor... He­ deflenen yazı eylem iniz miydi; yok­ sa K öy E nstitüsü çık ışlı olm anız mı?

- Tek parti döneminde Nâzım Hikmet yarı ömrünü cezaevinde geçirdi. Sabahattin Ali öldürtüldü. Aynı çorabın bizim başımıza da örüleceğini az çok seziyordum. Nitekim arkadaşımız Makal ilk ki­ tabından ötürü tutuklandı. Başa- ran’ın, Apavdm’m çekmediği kal­ madı. Bu deneyimlerden yararla­ narak çok dikkatliydim. Gene de bela insanı gelir bulur. Karakol onbaşısıyla, öğrencimiz olması ge­ reken kızkardeşi yüzünden takıştım. Köyde komünistlik propagandası yaptı­ ğımı ihbarladı. Zaten Gönen’de mimliy­ dim. Savcılık dosyamı g etirtti. Biz 1948’de bitirinceye kadar enstitülerin yönetimi değişmişti. Yanma yüzbaşıyı alarak savcı gelip evi aradı. O yıllarda komünist olma da, ne olursan ol. Kore savaşına katılmamızı eleştiren henüz ya­ yımlanmamış bir öyküyü, birçok yazımı alıp gittiler. Nâzım Hikmetim kitapları­ nı göze çarpmayacak bir yere koymuş­ tum. Sordular yok mu diye; yasak de­ dim. Gene de yargılandım o yazılardan. Sanattır diye savundum. Bilirkişiye yol­ ladılar. Beş yıl sonra Gazi Eğitim’e gi­ dince de peşimden geldi bu dosyalar. Orda bir Enstitüler gününde yaptığım konuşmadan ötürü de soruşturma açıl­ dı.

. - “1953’e kadar h er şey e katlandım, bi­ raz kurtulabilirim diyerek" Gezi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Eölümü’n e giriyorsu­ nuz... 1955’te yen id en öğretm enlik başlı­ yor; Hafik’te Türkçe öğretm enisiniz. İlk kitap Çilli yayım lanıyor. Aralık 1955... Şiirden düzyazıya geçiş. Burada, dilerse­ niz, biraz öykü üzerinde duralım. Sizi ö y­ kü yazmaya yön elten n eydi? Neyi amaç­ lıyordunuz? K im lerden e l almıştınız bu sü reçte?

- Yazarlığa adım attığımı söylüyorsu­ nuz, adım atmakta iş yok, yapıt vermek gerekir, ilk İstanbul gezimde Vedat B eyle Abidin Dino’lara gittik, Güzin Hanım taşını attı: “Böyle küçük yazılar­ la ne zamana kadar oyalanacaksınız? Romanlarınızı ne zaman okuyacağız?” Aynı gezide Antigone’u seyrettikten sonra Vedat Bey’in arkadaşlarından ti­ yatro yazmamız konusunda telkin al­ dım. Kendimi fazla dağıtma yanlısı de­ ğildim. Okumayı sürdürüyor, köylülerle konuşuyor, halkın dilini ve sorunlarını küçük kâğıtlara not ederek öğreniyor­ dum. Roman yazacağımı biliyordum. Öyküyü romanın bir basamağı gibi dü­ şünmedim. Büyük bir yazar olan Saba­ hattin Ali’yi, Sait Faik’i, Çehov’u, He- mingway’i okuduktan sonra öyküyü ciddiye aldım. Belirtmem gerek, o yıl­ larda Varlık, Yeditepe, Dost Yayınları da bizi beslemiştir. Özellikle antolojiler­ de dönüp dönüp okunacak öyküler bu­ luyordum. Prosper Merimee’den Mateo Falcone’u her yıl birkaç kez okuyor­ dum. Klasikleri dönüp dönüp okuyor­ dum. Klasikler derken sadece öyküleri, okuyanları düşünmüyorum. Örneğin Samsatlı Lukianos’un konuşmaları, Caldwell’i de severek okudum. Yaban­ cılar değil sadece, Evliya Çelebi’nin gezi kitaplarını, Silahtar Mehmet Ağa Tari- Jhi’ni de sık sık okuyordum.

Roman uzun soluklu çalışma olduğu

Sanayi devrim inden sonra “short story”nin gelişmesine bu özellik yol ver­ di. Kolay görünür, değildir. Bir oturuşta yazarsın da, bir ele alışta okutamazsın. İşçiler bu kısa öyküleri evden işe gider­ ken trende okuyup bitiriyordu. Çehov’a da gazetede daracık bir yer verdiler. Di­ yeceklerini oraya sığdıracaktı. Ben son­ radan cezaevi koşullarında da kısa öykü yazdım. Disiplin almışsan yazabilirsin.» O disiplin nedeniyle romana hazırlamı­ şım da uzun sürdü. İlk yazdıklarımdan ikisini yayımlamadan bıraktım. Sonra da oldu, böyle birini bırakmam. Zaman zaman yazara korkunun da yararı var­ dır. Sanatsal nitelik korkusunun.

- Yılanların Öcü ile romana adım atı­ yorsunuz köy gerçeğin e yaklaşımınız, so­ runları yansıtm a biçem iniz yazınımızda kabul gördü. Yunus Nadi Roman Yarış­ ması nda birincilikle ödüllendirildi. Ar­ dına koğuşturma geçirdiniz. Önce, diler­ seniz, romanın oluşma, yazılma koşullan üzerinde duralım. Sonra koğuşturma...

- Yılanların Öcü’nü Sivas’a gitmeden kurmaya başladım Sivas’ın H afik’in köylerini dolaşırken durmadan geliştiri­ yordum. Not alıyordum, ik i yu sonra asker oldum. Altı aylık okul dönemi vardı. Ceplerim notları almaz oldu. Oturup yazmaktan başka çözüm kalma­ dı. Bir bayram iznine gitmedim. Başla­ dım yazmaya. Ama sekiz günde bitmedi elbet. Sıkı sınavlardan geçiriliyoruz.

için hazırlanmayı sürdürüyordum. Bu arada ilk kitabımı çıkardım. Onun bası­ lışı, bir dayanışma sonucudur. Samim Kocagöz Yeditepe’nin programına al­ dırdı. Adı Pıtrak olacaktı. Hüsamettin Bey Çilli yaptı. Çok üzüldüm, sinirlen­ dim. Yaşar Kemal, “Hüsam iyi kitapçı­ dır, onu kırma!” diyerek yatıştırdı.

- Bu dönem öykülerinizde tanıklık ya­ nınız ağır basıyor. Öyküdeki ana kayna­ ğınız n eydi? Neleri anlatmak, yansıtmak için bu türe de ağırlık verdiniz?

- Çalıştığım ve dolaştığım köylerde eli kalem tutan tek insandım. Gazi’yi bitir­ dikten sonra Sivas’a verildim, Hafik’te çalıştım. Hafta tatillerinde öğrencile­ rimle köylere gidiyordum. Ana babala­ rıyla, halkla konuşuyordum, insanları tanıdıkça sorunlarını, sıkıntılarını öğ­ rendikçe, “Bunları özellikle ağzı var, dili yok kadınları ben yazmazsam kim ya­ zar?” diye düşünürdüm. Yüzyıllar ön­ cesinde olduğu gibi yaşamları toza karı­ şıp gidecek. Buna vicdanım razı olmu­ yordu. Öturup öykü biçiminde yazar, iyileştirmek için durmadan düzeltir, iş­ lerdim. Öğrendiğim sözleri, sorunları sayfalara serperdim. Düzyazı türleri içinde öykü, benim yazarlığıma disiplin getirdi. Önün bir oturuşta yazılmak, bir oturuşta okunmak gibi özelliği vardır.

Konya assubay okuluna öğretmen ola­ rak gittim. Orda bitirdim. Temize çeki­ yordum. Yunus Nadi yarışmasının açıl­ dığını okudum. Bir ön elemeden sonra dört romancı Büyük kurul önüne çık­ tık. Dokuz kişilik bu kurulda Hande Edip Hanım’dan Orhan Kemal’e kadar kimler yok. Yedisinin oyu ile birinci se­ çildim. Bana oy vermeyenlerden Hal­ dun Taner romanım için en övücü söz­ leri söyledi. Behçet Necatigil de Alman- ca’ya çevrilmesini salık verdi, ikinci olan Yusuf Atılgan da bir köy çocuğuy­ du, ama anlayışlarımız benzeşmiyordu. Cumhuriyet’te buluştuğumuz zaman birbirimizi çok iyi karşıladık. Ben Aylak Adam çalışmasını üstün emek ürünü bir roman olarak sevdim.

Evet koğuşturma açıldı. Daha gazete­ de romanın günbölük yayımı başlama­ dan Cevat Fehmi Bey romanı tutmuş, Burhan Felek’in yanına oturmuş, şura­ larını buralarını çıkar diyor. Tanımıyor beni. Alıp götürdüm otele, daha güç­ lendirdim çıkar dediği yerleri. Gazete­ nin sahibi Viyana’daymış; dönüp gelene kadar İstanbul’dan ayrılmadım. Asker­ lik yaptığım okul kumandanlığından iz­ nimi uzattılar. Nadir Bey’e konuyu aç­ tım. Halide Hanım’ın önerisiyle 1000 li­ radan 5000’e çıkarılan ödülü de alma­

mıştım; “Efendim, eğer şurası burası derseniz, romanı alır giderim!” dedim. “Öyle şey olmaz, nasıl yazdıysanız öyle çıkacak! ” dedi Nadir Bey. Çıktı da; ama gazete için, benim için koğuşturma açıl­ dı. Savundum romanımı: “Böyle şu par­ ça bu parça denirse, o zaman kutsal ki­ taplar da suçlanabilir. Sanat yapıtları parça değil bütündür, o bütün ile ro­ mancının ne söylediğine bakılır!” de­ dim. Bu düşünceyi Pitigrilli’nin Afrodit savunmasından kapmıştım. Koğuştur- maya yer olmadığı kararı verdi savcı.

- “Y ediğim cezalar hep yazarlığım v e sendik acılığım la ilgilidir.” diyorsunuz.. Yazarın, sanatçının yapıtlarıyla çağının tanığı olm anın ötesindek i işlevi hep tar­ tışılır... Sanırım sendikal harekete girm e- seydiniz de, yazar olarak m uhalif kimli­ ğin iz den dolayı, y in e bu n lar olacaktı. Yazarın bu sorumluluğu, birçok şey i üst­ lenm e, n ereden geliyor sizce?

- Sadece sendikacı olup yazar olma­ sam da baskı görürdüm, çünkü sendi­ kalar eğer sarı, ya da sarışın değilse, her zaman salanca sayılır. Yalnızca yazar ol­ manın da insana getirdiği sıkıntı vardır. Hem sendikacı, hem yazar olunca sıkın­ tı ikiye katlanır. Ben ikisini birlikte yaşa­ dım. Doğrudan doğruya yazdığım yazı­ lardan, kitaplardan ötürü de tedirgin edildim, ama ceza giymedim, giydirme­ diler. Sendikacılıktan gösterip yazarlık­ tan vurdular. Kaç kez gece yansı uyku­ dan sökülüp götürüldüm. Dün­ yadan habersiz, eksik eğitimli kimselerce sorguya çekildim.

Doğrusu nedir bunun? Eğer bir toplumun yazarları olmazsa, eğer bir toplumun kusurları sa­ natçıları tarafından eleştirilmez- se, o toplum sağlığını yitirir. Eleştiri sağlık mıdır? Evet. Bunu da en iyi sanatçılar yapar. Eleşti­ riyi yasakladığınız, sanatı, düşün­ ceyi baskı altına aldığınız zaman devlette erdem kalmaz. Eleştiri- sizlik, devlete belanın kapısını açar. Çetelerin, mafyaların devlet içinde devlet olması bunun so­ nucudur. Bu görevi basın yapmı­ yor mu? Basın başka. Gazete ya­ zılarının satır aralarında bir şey­ ler vardır, ama yazınsal metinle­ rin satır araları tıka basa dolu­ dur. Halkın kendisinin bile de- yimleyemediği, derindeki muha­ lefetini sanat dile getirir. Böyle demekle sanatçıyı çok mu abartı­ yorum, kendimizi dev aynasında mı görüyorum? Hiç öyle değil. Bizim dışlınızdaki ülkelere gitti­ ğimde yazarlara nasıl davranıldığım dik- kade inceledim. Kolayından yazar olun­ maz ki? Yazar olmayanı toplum iple­ mez. Ama toplum birine yapıtlarından ötürü güvenmeye, saygı duymaya başla­ dı mı, yöneticiler de aynı saygıyı duya- bilmelidir, sağlık hurdadır. Almanya’da bundan önceki Cumhurbaşkanı We- izâcker, seçildiği gün Köln’e gelip Hein- rich Böll’ü ziyaret etti. Ölümünde ailesi cenazeye katılım istemediği halde, bir­ kaç aile yalanıyla birlikte sanatçının ta­ butu ardından gene aynı cumhurbaşka­ nı yürüdü. Gerçi her toplum gibi Al­ man toplumu da çelişiktir. Ben kendi­ miz için konuşuyorum. Bu söylediğim benim sadece kendimiz için ivi dileğim- dir. Kimse saygı duymasa da biz görevi­ mizi yaparız.

- “...bizim kuşak ö y le bir kuşak ki sa­ d e c e b u gü n d en d eğil, h em g e çm iş te n h em g e le ce k te n so ru m lu ” diyorsunuz. Kuşağınız ülkemizdeki aydınlanma hare­ ketinin bir parçasını oluşturuyor. Bu ku­ şağın çıkış serü ven i sizin yaşamınızın da ön em li bir sürecini kapsıyor, kuşağınızın oluşum unda etkin olan neydi?

- Başka türlü olamazdı. Ben ailemde okuyan ilk ve tek çocuğum. Köyümü­ zün yüksek öğrenim gören ilk insanı­ yım. Köy Enstitüsünde öyle bir eğitim ’

(6)

aldık ki, Türkiye bizi bekliyor. Yazı ya­ zan insanı en az bin kişi okur. Eğer seni yüz bin kişi okuduysa, başka türlü ol­ mak istesen de olamazsın. O nedenle sa­ dece günden değil, gelecekten sorumlu­ sun. Bu yetmez, geçmişten sorumlusun. Dışarda yaşayanlar iyi bilir; Osmanlı yö­ netiminin yaptığı yanlışların yanıtı bile bizden istenmiştir. “Arkadaş, onlar Os­ manlIydı, biz değiliz!” diyemezsin. Ve­ receksin yanıtını. Bugün de içerde eği­ timden, sağlıktan keserek baraj yapanla­ rın yönetimi eleştiriliyor. Neden böyle olduğunun yanıtını veriyoruz. “Onlar böyle yanlış kalkınma politikası uygular­ ken siz ne yaptınız?” diye sorar Batılı. Sormasa da böyledir. Bizi egemen ide­ olojiyle ezmeye çalıştılar. Bir ölçüde ba­ şardılar da. Ama her yumrukta ayağa kalktık, toparlanmaya çalıştık. Yurtiçin- de yazma, hatta yaşama olanağı kalma­ yınca yurtdışında yaşayıp yazmayı bu nedenle seçtik ve katlandık. Sizin baştan beri yönelttiğiniz sorulara bakıyorum, siz bir eleştirmen olarak benim yazdık­ larımı izlediniz, kitabım için yazı yaza­ rak dayanışma gösterdiniz. Bilmeyen, yurtdışında yaşamayı kolay, hatta ayrıca­ lık sanır. Zordur, yıldan uzun geceler bitmez. Kimi zaman uyku da insanı bı­ rakır gider. Ama bu yurdun tarihten ge­ len koşullarını kırıp aydınlığa, esenliğe çıkmasına yarım santim katlan olacaksa bunların hepsine kadanırsın. Ben kendi­ mi tarih karşısında şimdi Marmaris’te resim yapan darbeciden daha sorumlu örmüşümdür. D em irel’den, Erba- an’dan daha sorumluyum. Bu aynı za­ manda benim kuşağımın niteliğidir.

- Doğru, ya n lış tartışıladursun “köy edebiyatı" / “k ent ed eb iya tı” ayrım ına karşı çıkarsınız. Burada ö n em li olanın “sanatçının tavrı v e tutum u ” olduğunu vurgularsınız. Bu çizgiden baktığımızda; romanlarıyla değişim in v e sürüklenişin tanıklığım getiren Baykurt, sığdırılan ka­ lıbın ötesin de bir dünya var ediyor. Bu­

gün, dışarıdan, buna nasıl bakıyorsunuz? - Bir halkın yazınında yazarlarla bir­ likte eleştirmenler, yazın tarihçileri, ya- zınbilimcileri de vardır. Kimi zaman gö­ revler kanşır. Onlara sorulacak sorular bana sorulursa yanıdamaktan sakınırım. Robinson Cruose’yi okuduğumda onu ada romanı bölümüne yazmadım. Ya­ zınsal yapıtı coğrafyasına göre etiketle­ me yazınbilimcılere uygun gelebilir, ba­ na gelmiyor. Söylenenlere kulak vermez olur muyum? Kim ne derse desin, be­ nim de kendimi inceleyen, eleştiren bir yanım var, görevim eleştirinin eleştirisini yapmak değil, yapıt vermektir. Yapıt verdikten sonra sosyal, siyasal sorumlu­ luğun altına elimi koymaktır. Yapıtları­ mı savurmaya da kalkmam. Bunu niçin yapayım? Eğer onları yanlış bölmelere yerleştiriyorlarsa doğrultmaya niçin çalı­ şayım? Birgün doğrusunu yapacaklar mudaka çıkacaktır.

- Ö nceleri şiirler, köy notları yazdınız. “Yazarak gözlem eğitim i ediniyordum diyorsunuz. Yazmak için sizce başat koşul nedir?

- Böyle bir sözü, yazmaya hazırlandı­ ğım dönemde söyledim. Amacım sadece özlem eğitimi değildi, aynı zamanda alemimi yazmaya alıştırıyordum. Yazı sanatının inceliklerini kavramaya çalışı­ yordum. Şiire çok güvendim. Şiirle baş­ ladım, onu boşlamadım. Yayımlamayı kestim uzun süre. Yazdıklarımı dosyala­ dım, yitirdiklerimi arayıp bulmaya çalış­ tım. 1989’da Duisburg’da benim için bir kudama gecesi yapılmak istendiğin­ de ilk şiir kitabımı çıkardım. Yakında İkincisini çıkaracağım. Dilin en çetin alanıdır şiir. Ordan kazandığımı roman­ larımda kullandım. Dilimi şiirle eğittim. Çıktığım her yolculukta yanıma hâlâ şiir kitabı alırım. Bende yazmak için koşul, yeterince hazırlanıştır önce. Evik çabuk yazmayı sevmem. O nedenle bir gazete­ de görev almayı istemedim. Bir yazdığı­ nı on kez, yirmi kez yazmazsam o yazdı­

ğım yazı olmaz sanırım. Yazmak cehen­ nemdir diyenlere arada bir katılırım. Yazmanın ikinci koşulu zamandır. Yazar zamanın değerini herkesten iyi bilecek. Günün bütün saatinde yazardır. Dünya­ ya yazma açısından bakmaya alışmak, bunu otodidakt eğitimini kazanmak ge­ rekir. Ben bu konularda kendimi ezer derecede eğittim.

- Bugün n eler yazıyorsunuz?

- Yaşım ilerledi, merdiveni yetmişe dayadım, döküntülerimi topluyorum. Bu soru için aynca teşekkür ederim. Uç yıldır yazlan yurdu geziyorum, çıkarma­ yı düşündüğüm gezi kitabının başında bir Türkiye bölümü bulunsun istiyo­ rum. Evimi taşıyacağım. Yazarlığın dö­ küntüsü çok oluyor. Yirmi yılda bir ev de burda doldu. Bunlan ayıklayıp, ku­ tulayıp yurda taşıyacağım. Boş oturma­ dığımı bilmenizi dilerim.

- Biraz da yazı/çalışma ortamınızdan söz etm enizi istiyorum ?

- Her koşulda yazmanın yolunu bulu­ rum. Yolculuklarda bile. Sekiz saatlik bir tren yolculuğuna çıkmış isem, bu­ nun beş saatini yazmaya veririm. İnsan kendini buna göre eğitirse yapabilir. Bir tek zorlandığım yer aile ortamıdır. Tele­ fonun yanı. Gelenin gidenin sürüp gitti­ ği zamanlarda işim zorlaşır. Sıkıntılı iştir yazmak. Aile ortammda inşam kaytar­ maya itecek bahane çoktur. O nedenle özellikle roman yazacağım zaman başı­ mı ahr bir yerlere giderim, müsvetteyi bitirir dönerim. Ondan sonra işçiliktir, bunu yaparken koşul aramam.

- Bunca y ıl yazarak, üreterek yaşamak sizde g e le ce ğ e dönük n eler bıraktı?

- Kırk bir yıl öğretmenlik yaparak o işten ayrıldım. Gerçekten 47 yıl olacak­ tı; arada kesintiler var, ders verme yetki­ min alındığı yıllar. Yazarlığın emekliliği yok. İçimde asıl önemli yapıtlarımı bun­ dan sonra vereceğim gibi bir duygu var. Hem de köylülerime kıyasla biraz daha uzun yaşayacağımı umuyorum. Yeni ro­

manlar yazarak okurlarımı, kendimi se- vindirebileceğime güveniyorum. Bir is­ teğim de, Türkiye’nin çok uzak köyleri­ ne yollanmak. Hiç ummadığım yerlerde okurlarım çıkıyor, onlarla kucaklaşıyo­ ruz. Konuk etmek istiyorlar. Yaylalara çağrılıyorum. Söz verdim. Bu sözlerimi yerine getireceğim. Hepsini gelecekte yapacağım işler arasında görüyorum. Bekleyen romanlarımı da yazarım; az mı? Halkımız “kanaat iyidir” der; mis­ kinlik anlamında değil, tokgözlülük an­ lamında ben de kanaati iyi bulurum.

- Geldiğiniz yazarlık çizginizin size ay­ kırı gelen ya aa olmasaydı keşke, dediği­ niz yanı oldu m u?

- Sanki tuzaklı bir soru soruyorsunuz, çaktırmadan, yineleyerek... Gıdası ke­ mik yutmak olan bir kuş öyküsünü pek severim. Yutmadan sınatmış. Arkadaş­ ları “Ne yapıyorsun?” diye sorduğunda, “Yutacağım ama acaba çıkacak mı, ona bakıyorum” dermiş. Ben bir iş yapma­ dan, bir yazıyı yazmadan düşünürüm; yapıp bitirdikten sonra ah vah etmem. “Keşke şunu yapmasaydım, bunu yap- masaydım!” Çoktur böyle diyeceğin iş; ama ne yaran olur? Yapmışım bir kez?

- Buradaki okurunuzla yen iden buluş­ ma, tanışma nasıl bir duygu?

- Ben onlarla her zaman beraberim. Birbirimizden kopmadık. Çoğunun mektubunu, kartını aldım. Yanıma ka­ dar gelip gönlümü alan da oldu. Yurt­ tan kaya parçası, yufka ekmeği, kitap, dergi gönderen oldu. Trakya’dan bal gönderdiler. Ahududu likörü sevdiğimi duymuşlar, Karadeniz’den şurubunu gönderdiler. Genç şairlerin, öykücülerin kitaplarını aldım durdum. Çoğu yakı­ nım olan okurlarla, dostlarımla yeniden buluşma olanağına kavuşmak benim başlıca mutluluğum olur. Öğretmen sendikacılığı yıllarımda yurdu, köylerine kadar birkaç kez dolaştığım için çevrem geniştir, aranır sorulurum. Benim son yıllarım tadı olacaktır. ■

jan goodvvin

onurun bedeli

jan goodvvin

onurun bedeli

Müslüman kadınlar, İslam dünyası üzerindeki sessizlik peçesini kaldırıyor

Amerikalı kadın gazeteci Jan Goodwin’in uzun bir araştırma gezisi sırasında Müslüman toplumlarda yaşayan kadınlarla yaptığı bir dizi röportajın sonucu ortaya çıkan bu yapıt; İran, Pakistan, Afganistan, Kuveyt, Suudi Arabistan, Irak, Ürdün, Filistin, Mısır ve Arap Emirlikleri vatandaşı kadınların yanı sıra, Müslüman erkeklerle evlenip din değiştiren Amerikalı kadınların da ağzından, koyu cinsiyet ayrımcılığının egemen olduğu bir toplumda kadın olarak yaşamanın ne demek olduğunu anlatıyor.

Kadınlar, yaşantılarını yönlendiren baskıcı politikalardan söz ediyorlar. Onların çalışması ya da eğitim görmesi yasak; erkeklerin "onur yasası"na karşı çıkarlarsa ölümle burun buruna gelmeleri ise oldukça olağan.

Goodvvin’in çeşitli ülkelerde söyleşi yaptığı kişilerden bazıları şunlar: - Bir şeyhin on altıncı karısı olarak konuşan bir prenses;

- Peçesinin altından bir tutam saçı sarktığı için tutuklanıp seksen kırbaç yiyen bir büyükanne; - "Zina" yaptıkları için ırzına geçilip hapse atılan kadınlar;

- Bekâretlerini önceden yitirmiş kadınların düğün öncesi kızlık zarlannı diken doktorlar;

- İslam’ı kabul edip kocalarının çokeşliliğine göz yuman, ancak aşırı dinciliğin yükselmesinden kaygı duyan Amerikalı kadınlar.

% VARLIK YAYINLARI A.Ş. C a ğ a lo ğ lu Y o k u ş u 4 0 /2 3 4 4 4 0 İs ta n b u l. T e le fa k s : (2 1 2 )5 2 2 6 9 2 4 -5 1 2 9 5 28

BAŞKALDIRAN

KADINLAR

Dizisi’nden diğer kitaplar

BETTY MAHMUDI Kızım Olmadan Asla! Çocuk Sevgisi Uğruna JEAN SASSON Sultana Sultana’nın Kızları TEHMİNA DURRANİ Derebeyi Efendim İNCİ PONAT Çiçeğimi Soldurmam ZANA MUHSEN

Annemi Bir Daha Görebilsem MELİKE MUKADDEM

Yasaklı Kadın Düşler ve Katiller MAHNAZ AFKHAMİ Sürgün Kadınlar

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

In contrast to other tumor suppressor genes, the two most common mechanisms for loss of p16/CDKN2 function are homozygous deletion and loss of transcription associated

FUAT SEZGIN, Geschichte des Arabischen Schriftlums, cilt 8: Lexikographie Bis ca. Fuat Sezgin'in Geschichte des Arabischen Schrifttums adl~~ yay~n~n~n leksikografiyi yani

0| Neden resim — Fikret bey, gazetecilik ten sonra söz edeceğiz,.. önce resim

Manço için yapılan törende eşi Lale Manço, oğulları Doğukan ve Batıkan, Kurtalan Ekspres grubundaki.. müzisyen arkadaşları Bahadır Akkuzu, Ahmet Güvenç ve İzzet Ö z,

Hukuk İzmir şi­ mal mıntakası heyeti merkezi yesi «İstanbul’da miting heye ti başkanlığına ve gazetelere» aşağıdaki telgrafı çekmiştir: I «Sevgili

trosophic k¨ umelerle esnek k¨ umeleri birle¸stirerek, aralık de˘gerli neutrosophic esnek k¨ ume kavramını verdi ve bu kavram u ¨zerinde bazı cebirsel i¸slemler

Kendi kendine resim çalışmaları yapan, çalışmalarını Osman Hamdi Bey’e gösterip ilgisini çeken ve yirmi-bir yaşında Paris’e gönderilen bu genç, Paris

Bugün bakanlık 5 milyar liralık kitap aldığında yayıncılar bayram ediyor, Kültür Bakanlığı çok kitap aldı diye. Peki, 30 milyar liralık kitap alsa