• Sonuç bulunamadı

Abdülhamid II (1842-1918)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abdülhamid II (1842-1918)"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

56

ABDÜLHAM İD I. - ABDÜLHAM İD II.

Vakıf Hanı bulunan imaretinin karşısındaki türbede gömülüdür.

Ondan sonra büyük kardeşi Mustafa III. ün oğlu Selim III. tahta çıktı.

ABDÜLHA.MİI) II (1842 - 1918), Osmanlı padişahlarının

34 üncüsü olup Sultan Abdülmecid’in ikinci oğludur. 21 eylül 1842 de İstanbul’da Tirimüjgân Kadından doğdu. Küçükken annesinin ölmesi üzerine Abdülmecid'in çocuksuz olan kadınların­ dan Piristu Hanım tarafından evlâtlığa alınmış olan Abdülhamid, çocukluğiyle ilk gençliğini saray kadınlan ve haremağaları muhi­ tinde geçirerek tahsile karşı pek heves göstermemiş, yabancı bir dil öğrenmediği gibi türkçe yanlışsız bir imlâ bile edinememişti. Bununla beraber kuvvetli ve sinsi şahsiyeti, nafiz ve kurnaz zekâsı şehzadeliğinden beri etrafmdakilerin dikkatini çekmiştir. Sarayda hapsedilmiş vaziyette

olmadığı, hattâ yirmi üç ya­ şındayken amcası Abdülâziz'le birlikte Avrupa seyahatinde dahi bulunduğu için kabiliyeti sayesinde zamanının cereyan­ larını az çok kavramak im­ kânını elde etmiştir. Abdülâ- ziz’in 1876 mayısında tahttan indirilmesi üzerine veliaht Murad, Meşrutiyete taraftar tanıtmasından dolayı emni­ yetle tahta geçirilmiş ve iki yaş küçük olan kardeşi Ab­ dülhamid veliahd olmuştu. Murad V. padişah olduktan sonra delilik buhranları gös­ terince ilk taht inkılâbını ba­

şarmış olan devlet adamları, Abdülhamid'e pek güvenmediklerinden birdenbire yeni padişahı dahi değiştirmeye karar verememişlerdi. Fakat kendisiyle görüşmeye memur edilen Midhat Paşa’ya Abdülhamid'in Meşrutiyete taraftar görünerek teminat vermesi üzerine Murad V. haFedilerek 31 ağustos 1876 da Abdülhamid II. 34 yaşında olduğu halde tahta çıkarıldı. Devletin iç ve dış vaziyeti pek karışık ve tehlikeliydi. Bosna - Hersek ve Bulgaristan isyanlariyle Murad V. zamanında başlamış olan Sırbistan ve Karadağ muharebeleri devam ediyordu. Türk ordusu Sırbistan'da mühim başarılar kazanmış olduğu halde Sırplılarla hemen mütareke yapılması hakkındaki Rus ültimatomunu dinlemek ve Şark meselesinin yeniden tetkiki için İstanbul’da bir konferans toplanması hususundaki İngiliz teklifini kabul etmek mecburiyetinde kalınmıştı. Abdülhamid keyfî idareye bağlı, çalışkan ve her işe karışmaya meraklı olduğu için bütün devlet işlerim kendi eline almayı düşündüğü halde evvelce bir kanunu esasi kabulü için verdiği vaidi, bu tehlikeli vaziyette, yerine getirmemekten çekinmiş ve İstanbul Konferansı esnasında kanunu esasi de ilân olunmuştur (23 birincikânun 1876). O, tahta çıktığı zaman sadrazamlıkta Mütercim Rüştü Paşa bulunuyordu. Üç buçuk ay sonra yerine meşrutiyetçilerin ba­ şında görülen Midhat Paşa'yı sadrazam yaptı. Abdülhamid II. , Balkan milletlerini korumak bahanesiyle nüfuzunu artırmak istiyen Rusya’ya karşı devletin tek başına harb edemiyeceğini bilmekle beraber dış siyasette sonraları gösterdiği fazla ihtiyatı ve uysallığı bu sıralarda meydana vuramamış ve Midhat Paşa’nın millî haysiyet ve istiklâl endişesiyle takibettiği azimli siyasete karşı duramamıştır. İstanbul Konferansına iştirak eden yabana devlet murahhaslarının hazırladıkları şartlar, yüksek hükümet adamlarından toplanan fevka­ lâde bir mecliste kabul edilmeyince konferans dağıldı. Abdülhamid, Midhat Paşa’yı, kendine hükümdarlık vazifesini ihtar için yazdığı pervasız bir mektuba kızarak sadrazamlıktan azletti ve kanunu esasiye evvelce koydurduğu bir maddeye dayanarak memleket dışına çıkardı. Meşrutiyetin mümessili sayılan bir zata karşı yaptığı bu şiddetli harekete rağmen, Abdülhamid, kanunu esasiyi birdenbire ortadan kaldırmaktan çekinmiş, seçimi yaptırarak Mebusan Meclisini açtırmıştır (20 mart 1877). Rusyanın harb ilânını önlemek

için İngiltereııin davetiyle Londra’da toplanan konferansın kararları ve Rus teklifleri Mebusan Meclisi tarafından reddedilince Ruslar harb ilân ettiler. RomanyalIlarla Bulgarların ve Sırplıların da karış­ tıkları bu harbde Türk ordusu gerek Balkanlarda, gerek Anadolu’nun batısında yer yer başarılar ve parlak kahramanlıklar (Gazi Osman Paşa, Pilevne, Gazi Muhtar Paşa maddeleıin'e bk.) göstermekle beraber para sıkıntısı, cephe gerisindeki yolların azlığı, iaşe ve levazım işlerinin bozukluğu, yetişmiş subay noksanı, komutan­ ların anlaşamaması ve hele askerî hareketlerin saraydan idaresine kalkışılması gibi sebeplerle bozgun gecikmedi ve Rus ordusu Tuna’yı geçip perişan muhacir kafilelerini önüne katarak muhtelif muharebe ve muhasaralardan sonra İstanbul önlerine vardı. Abdülhamid, bu durum karşısında bir taraftan Rus çarına müra­ caatla sulh isterken, öte taraftan da şimdiye kadar pek uysal dav- ranmıyarak memleket işlerindeki hassasiyetiyle saltanatın rahatını kaçırmış olan Mebusan Meclisini bir daha açılmamak üzere kapa­ tıyordu (13 şubat 1878). Abdülhamid II., bu hareketiyle kendi­ since hem felâketin mesuliyetini meclise ve Meşrutiyete yükletmiş, hem de keyfî idareye dönmek için vesile bulmuş oluyordu. Bu hâdiseden üç ay kadar sonra, ( 19 mayıs 1878 ) Ali Suavi Sultan Murad’ı kapatılmış olduğu Çırağan sarayından zorla çıkartıp yeniden tahta oturtmak için teşebbüste bulundu, iyileşmiş olduğu hakkında tam bir delil bulunmıyan bir zihin hastasını tekrar padişah yapmak uğrunda, hele düşman ordusunun payitaht kapısında bulunduğu sırada

j

pek akıllıca oimıyarak yapılan bu cüretli teşebbüs, Suavi ile birlikte seksen kişinin ölümüne sebebolmuş, Abdülhamid’in vehim ve istib­ dadını artıran hâdiselerden birini teşkil etmiştir. Rusların teklif ettikleri şartlarla yapılan mütarekeden sonra İngiliz donanmasının Marmara’ya girmesine rağmen Rus karargâhı Ayastafanos’a (Yeşil­ köy) gelmiş ve burada yapılan ( 3 mart 1878 ) muahedeyle Karadağ, Sırbistan ve Romanya’nın tam istiklâlleri tanınmış, Tuna- dan Ege Denizine kadar uzanan ve içine Makedonya'yı da alan bir Bulgaristan kurulmasına ve bu suretle Balkan Yarımadasının

j

batisiyle doğusunda kalan Osmanlı toprakları arasında bağlılık bulunmamasına razı olmuştu. Bunlardan başka Girit adasına ve halkı arasında fazlaca Ermeni bulunan vilâyetlere imtiyazlar veri­ liyor, Anadolu'da Ardahan, Kars, Batum ve Bayezid Rusya'ya bırakılıyor ve ayrıca harb tazminatı verilmesi de kabul ediliyordu. Fakat bu muahedeye İngiltere ile başka bazı devletlerin itirazı üzerine Berlin’de Alman Başvekili Bismarck’ın reisliğinde Osmanlı Rus murahhaslarından başka İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya murahhaslarının iştirakiyle bir kongre toplanarak Ayas- tafanos muahedesini tadil eden Berlin muahedesi imzalanmıştır (12 temmuz 1878). Bu muahedeyle Makedonya ve Garbî Trakya ıslahat yapmak şartiyle Osmanlı devletine geri verilmiş, Şarki Rumeli hıristiyan bir valiyle idare edilen muhtar bir vilâyet haline konularak Bulgaristan topraklan Ayastafanos muahedesindekine nispetle küçültülmüş, Romanya, Sırbistan ve Karadağ istiklâllerini almış, Rusya da Bayezid’den vazgeçerek Ardahan, Kars ve Batum’Ia Besarabya’yı ve Tuna ağızlarını ele geçirmişti. Doğu Anadolu’da halkr arasında Ermeni bulunan vilâyetlerde ıslahat yapılması ve Girit adası imtiyazlarının genişletilmesi gibi meseleler de mua­ hedenin maddelerindendi. Berlin muahedesiyle Rusya’nın ve Balkandı müttefiklerinin kazançları azaltılmış olmakla beraber tarafsız devletlere de bazı tavizler verilmiştir. Bu arada Avusturya, Bosna-Hersek’i muvakkat kaydiyle, işgal etmek hakkını, Yunanistan da Tesalya’nm büyük bir kısmını, hattâ İran bile hudutta birtakım araziyi elde ediyordu. İngiltere ise Berlin Kongresi başlamadan birkaç gün önce Osmanlı hükümetine Kıbrıs adasının işgali şartiyle tedafüi bir ittifak muahedesi imza ettirmeye muvaffak olmuş ve bu ittifak muahedesine sonradan katılan bir zeyille Rusya, Batum, Kars ve Ardahan’ı geri verirse kendi de Kıbrıs’ı bırakmayı taahhüdetmişti.

Berlin muahedesinden sonra Abdülhamid II., yabancı devletlere karşı fazla ihtiyatlı ve uysal bir siyaset gütmeye, memleket için­ deyse hâkimiyet ve istibdadını iyice yürütmeye başlamıştı. Bu arada Abdülâziz’iıı intihar etmeyip öldürülmüş olduğunu ileri sürerek Yıldız'da hususi bir mahkeme kurdurdu. Daha önce padişahın ABDÜLHAMİD II.

(2)

ABDÜLHAMÎD II.

57

daveti üzerine memlekete dönerek Suriye, sonra da Aydın valilik­ lerine tâyin edilmiş olan Midlıat Paşa ile Damat Mahmud ve Nuri Paşalar cinayeti tertibetmekle itham edilerek bu mahkemede ölüme mahkûm edildiler. Fakat cezaların tatbikinden çekinilerek Midlıat ve Mahmud Paşalar sürüldükleri Taif'te 1883 te boğdurulmuşturlar.

Rus harbinden parçalanmış bir halde çıkan Osmanlı Devleti, daha sonra topraklarından başka parçalan da, karşı koyamadığı emrivakilerle elden çıkarmıştır. Fransızlar (1881) de Tunus’u, İngilizler (1882) de Mısır'ı işgal ettiler. Bulgaristan da 1885 te Şarki Rumeli ile birleşti ve bu mesele için İstanbul’da başlıca Avrupa devletlerinin murahhaslariyle toplanan (Tophane Konfe­ ransı) emrivakii aşağı yukarı kabul etti. Memleketin böyle günden güne parçalanması, Millet Meclisini kapatıp Midlıat Paşa’yı mah­ veden padişah istibdadının artması o zamanın aydın gençleri ara­ sında vatan ve istikbal düşüncesinin bir heyecan haline gelmesine sebeboluyordu. Abdülhamid, henüz gazetelere ve mekteplere karşı fazla baskı kullanmaya başlamamıştı. Namık Kemal, Ziya Paşa gibi yurtsever ediplerin ve padişahın zulmüne uğramış muharrirle­ rin yazılan bilhassa yüksek okullarda Türk gençlerini harekete getiriyordu. Abdülâziz devrinde başlamış olan Yeni Osmanhlar (Jeunes Turcs) hareketinin devamı olarak Askerî Tıbbiye talebe­ sinden bazıları arasında ( İttihat ve Terakki ) adiyle bir cemiyet kurulmuştu (mayıs 1889). Bu türlü gizli cemiyetlerin meydana çıkması Abdülhamid’in dikkatini yüksek okullara, matbuat ve neşriyata çekmiş ve bunların üzerinde gittikçe artan bir baskı kurulmasına sebebolmuştur. Daha sonraları bir kısım uyanık genç­ lerin ya samimî olarak, yahut saraydan bir şey koparmak ümi­ diyle Avrupa’ya kaçmaları ve oralarda padişah aleyhine gazete ve dergiler çıkarmaları, murakabe, sansür ve hafiye teşkilâtının artı­ rılmasına vesile vermiştir. Ayrılık gayeleri güden bir kısım azın­ lıkların faaliyetleri de bu sıralarda artmaya başlamış, Makedonya’da Bulgar komitesi kurulmuş ve değişik adlarla birtakım Ermeni komiteleri de meydana gelmişti. Ermeni ihtilâlcilerinin bilhassa Doğu Anadolu’daki faaliyetlerini karşılamak üzere Abdülhamid de o bölgedeki aşiretler arasında Hamidiye alayları teşkilâtını meydana getirmiş ve sonraları bu alayların subaylarını yetiştirmek üzere İstanbul'da Aşiret Mektebi’ni kurmuştur. Ermeni komitacılarının 1894 - 95 te Doğu vilâyetlerinde ve 1896 da Osmanlı Bankasını basmak suretiyle İstanbul’da çıkardıkları patırdılar Abdülhamid II. devrinin heyecanlı vakalarından olduğu gibi Makedonya’daki Bulgar çeteleriyle çarpışmalar ve Yemen’deki isyanları bastırma gayretleri de her zaman devam etmiş ve Türk ordularının daima harb halin­ de bulunmalarına sebebolmuş sürekli gailelerdi. Girit Adasındaki ihtilâller 1896 da şiddetlenmiş ve büyük devletlerin baskısı altında Abdülhamid’in verdiği ıslahat iradesiyle Adanın idaresi Osmanlı hükümeti elinden hemen büsbütün çıkmıştı. İş böyle olmakla beraber Adayı bir an evvel ilhak etmek hırsında bulunan Yunanis­ tan Girit’e asker çıkartmakla kalmıyarak Tesalya’dan da Osmanlı hududunu geçince 1897 nisanında Osmanlı - Yunan harbi başladı ve Edhem Paşa komutası altında bulunan Türk ordusu, Yunanlı­ ları üç hafta içinde tamamiyle ezdi. Fakat Avrupa devletlerinin araya girmeleri yüzünden statüko değişmemiş, Yunanistan bazı küçük sınır düzeltmelerinden başka dört milyon lira harb tazmi- natiyle kurtulmuştur. Uğrunda yeniden kan dökülen Girit, büyük devletler tarafından işgal edilerek muhtar bir şekle kondu. Yuna­ nistan üzerinde kazanılan bu muzafferiyet, İmparatorluktaki çöküntü hızının biraz eksilmesini teminden daşka bir şeye yaramadı. Ma­ kedonya’da muhtelif unsurların çarpışmalarından meydana gelen zaruretle 1902 de Selanik, Manastır ve Kosva Vilâyetlerinde «Rumeli Vilâyatı Selâsesi Umumi Müfettişliği» adı altında hususi bir idare kurulmuş ve bu idarede büyük devletlerin kontrolleriyle ecnebi jandarmasının bulunması da kabul edilmişti. Abdülhamid, gerek memleket içindeki nüfuzunu kuvvetlendirmek, gerek dış siyasette bir tutamak olarak kullanmak için Halife unvanına hususi bir ehemmiyet verirdi. Hicaz demiryolunu toplattığı ianelerle yap­ tırmaya büyük gayretler harcaması ve bütün güçlüklere rağmen bu işte hayli muvaffak olması da bundandır. Japon sularında batarak

500 den fazla Türk asker ve gemicisinin ölümüne sebebolan Ertuğ- ıul harb gemisi faciası da (eylül 1890) bu hevesten ileri gelmiştir. Padişahın Japonya'ya gemi göndermesi, yalnız Mikado’nun akra­ basından bir prens tarafından yapılmış bir ziyarete karşılık olmaktan ibaret değildi, kendisi Hindistan, Singapur ve Cava gibi, müslü- manları bol memleketlerde halifelik şöhretini yaymaya büyük bir ehemmiyet veriyordu. Abdülhamid dış siyasetinde devletlerin biıibirine zıt durumlarından faydalanarak saltanatının bir zaman daha yaşıyabilmesi için bir muvazene bulmaya uğraştığı gibi iç siyasetinde de muhtelif unsurların ve müesseselerin birlik halinde bulunmamalarına daima dikkat etmiştir. Amcasının tahttan indiril­ mesinde, vükelâ ile bir kısım ulemanın ve İstanbul’daki kara ve deniz kuvvetlerinin birleşmiş olduklarını düşünen Abdülhamid, nazırla­ rını, çok defa biribiriyle pek uyuşamıyacak adamlardan seçer ve Yıldız tepesindeki sarayını muhafaza eden kuvvetleri hemen daima Türkün gayrı ve biribirleriyle geçinemez unsurlardan teşkil ederdi.

Abdülhamid II. devri, bütün dünyanın ilerlemesindeki hıza ve İmparatorluk etrafındaki devletlerin terakkisine nispetle ilim, teknik ve ümran bakımlarından büyük bir durgunluk devre­ sidir. Hakikat böyle olmakla beraber, otuz üç yıl içinde memle­ ketin bir dereceye kadar imarını ve maarifin yayılmasını temin edecek bazı tedbirlere ve tesislere müracaat edilmiş olduğunu da kaydetmek lâzımdır. Zayıf devlet bütçesinin müsaadesi ve bazı valilerin şahsî gayretleri nispetinde bir kısım yollar, köprüler, mektep binaları yapılmıştır. Ecnebi sermayesiyle Rumeli ve Anado­ lu’da bir kısmı kilometre teminatiyle, bir kısmı da teminatsız olarak demiryolları meydana getirilmiştir. Saltanat merkezinde padişahın nüfuzunu artıracak aydın memurlar yetiştirmek üzere Mülkiye Mektebi kurulmuş, Hukuk Mektebi, Hendesei Mülkiye Mektebi tesis edilmiş ve Darülfünun (Üniversite) yeniden açıl­ mıştır. Rüştiye ve idadi teşkilâtı da sıbyan mekteplerinin (ilk okul) üstünde orta öğretimin kuvvetlenmesine yardım etmiştir. Bunlardan başka Avrupa kanunlarından alınan birtakım kanunlar da neşir ve tatbik edilmiştir.

Abdülhamid II. dış siyasette passif olmakla beraber komşu­ ların saldırmaları ihtimaline karşı önce İngiltere ve Fransa’nın yardımlarını gözetirdi. Bu devletler de İmparatorluktan toprak ve imtiyaz kopartmaktan başka bir şey düşünmedikleri ve bazı defa koruyucu görünmekten de çekindikleri için, padişah Avrupa’da gittikçe ehemmiyet ve nüfuzu artan Almanya’ya meyil göstermiş ve iktisadi gelişmesi dolayısiyle kendine yeni iş bölgeleri aradığı için Alman­ ya da Abdülhamid’e karşı bir dostluk çehresi göstermeyi uygun bul­ muştur. İmparator II. Wilhelm’in 1898 de İstanbul’a, Suriye ve Filis­ tin’e seyahati bu hesaplara dayanır. Neticede Almanya bazı imtiyazlar ve bilhassa o zaman devletler arasında birçok menfaat çarpışmala­ rına yol açan Bağdad demiryolu imtiyazını elde etmişti. Fakat bu imtiyaz müzakereleri Rusya’nın da yeni isteklerini ileri sürmesine vesile olmuş, Karadeniz bölgesinde şimendifer yapmak hakkını da bu devlet almıştı. Abdülhamid kendinden önceki padişahların israfları yüzünden çekilen para sıkıntısının verdiği neticeleri bildiği için bu hususta bir dereceye kadar ihtiyatlı ve tasarrufa riayetli dav­ ranmakla beraber malî güçlüklerin önüne geçmeye muvaffak olamamış ve evvelkiler derecesinde değilse bile yine hariçten istikraz yoluna gitmiştir. Osmanlı borçlarının alacaklılarını zarardan korumak meselesi Berlin kongresinde de düşünülmüş ve bu hususta açılan müzakereler neticelendirilerek (1882 Muharrem Kararnamesi) denen anlaşmayla «Düyunu Umumiye İdaresi» kurulmuştur. Ecnebi ve Türk alacaklı vekillerinden toplanan bir meclisin yürüteceği bu idareye pul, içki, tuz, ipek, balık ve av resimleriyle bazı muhtar eyaletlerin vergilerini doğrudan doğruya tahsil ederek borca yatırmak salâhiyeti verilmiştir. Bu idare, yabancı alacaklılara verdiği emniyet dolayısiyle, yeni istikrazlar yapılmasına imkân ver­ mekle beraber devletin hâkimiyeti üzerinde bir çeşit vasilik kurmuş demekti. Düyunu Umumiye idaresine benziyen Tütün Rejisi ile Osmanlı Bankası, Anadolu Demiryolları Direktörlüğü gibi yabancı idareler de büyük devletlerin elçilikleri yanında âdeta «hariç ez memleket» haklarına sahip ve malî, siyasi bütün devlet

(3)

58

ABDÜLHAM İD II. - ABDÜLHAM ÎD EL-K Â TİB (Ebu Galip Yahya oğlu)

işlerinde birer vasi ve murakıp vaziyetindeydiler. Öte taraf­

tan padişahın murakabesiz ve bütçesiz idaresi, hükümetin mas­ raflarını ödemekteki intizamsızlığı, memleket içinde devlet kre­ disini büsbütün bozmuştu. Saray etrafında olmıyan ve imtiyazlılar sınıfına girmemiş bulunan memurlar, maaşlarım belli olmıyan za­ manlarda ve ancak yılda altı aylık alabilirlerdi. Abdülhamid’in saltanatı uzadıkça hükümdarla millet arasındaki emniyetsizlik son dereceyi buluyordu. Geçen her yıl padişahın vehimlerini ve baskı­ larını artırmıştır. Kendinden önce iki padişahın tahttan indirilmiş olması, Murad V. zamanındaki Çerkez Haşan cinayeti, ondan son­ raki Suavi vakası, Türk gençlerinin zaman zaman Avrupa'ya kaçmaları ve aleyhinde neşriyatta bulunmaları, Bulgar ve Ermeni komitelerinin faaliyetleri, Ermeni ihtilâlleri bu vehimleri beslemiş olan sebeplerdendir. Bunlardan başka muhtelif memleketlerdeki anarşist faaliyetlerinin akisleri, Rusya’da Çar Aleksandr II. nin 1881 de, İran'da Nâsıreddin Şah’ın 1896 da, Sırp kralının da 1903 te öldürülmüş olmaları gibi misallere jurnalcıların saraya hoş görün­ mek için her gün uydurdukları rivayetler de katılınca, Abdülha­ mid’in niçin gölgesinden korkan 'bir adam haline geldiği izah edilebilir. 1905 temmuzunun 21 inde Ermeniler tarafından Cuma selâmlığında birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebolan bombayla yapılmış suikasttan bir tesadüf neticesinde kurtulmuş olmakla beraber korktuğu az daha başına geliyordu. Son zamanlar­ da iç ve dış zorluklarının artması, halkın hürriyetten mahrum ve baskı altında tutulması memnuniyetsizlikleri artık son haddine getirmiş ve yabancı devletlerin yeni bir taksim teşebbüsüne hazır­ landıklarının sanıhşı bir inkılâp zaruretini ortaya koymuştu. Avrupa’­ daki yurtseverlerle Makedonya’daki aydın subaylar, durumun düzele­ bilmesi ve devletin kurtulabilmesi için kanunu esasi’nin tekrar ilânını tek bir çare olarak düşünmekteydiler. Büyük devletlerin yeni müdahaleleri hissettiren hareketleri, inkılâp gayretlerinin hızlan­ masına sebeboldu. Rumeli’de inkılâp taraftarlarının süratle çoğal­ ması, gizli İttihat ve Terakki Cemiyetine mensup subaylar tarafından Manastır’da I. Ferik Şemsi Paşa’ntn öldürülmesi, Müşir Tatar Osman Paşa'nın dağa kaldırılması ve bazı subayların da çetelerle dağlara çıkması gibi hâdiseler cemiyetin Manastır ve Selânik mer­ kezlerinden telgrafla saraya bildirilince Abdülhamid nihayet, ka­ nunu esasinin ilânına mecbur oldu (23 temmuz 1908). Fakat ikinci meşrutiyetin ilânı ümidedilen salâhı göstermedi. Halk hür­ riyet neşesi içinde coşarken Bulgaristan istiklâlini ilân, Avusturya- Macaristan Bosna - Hersek’i ilhak etmiş, Girit Adası da kendisini Yunanistan’a ilhak etmişti. Gerçi bu üç ülke dahi İmparatorlukça çoktan kaybedilmişti ama mevcut pamuk ipliklerinin bu sıralarda koparılması halkta yeniden bir şeyler kaybedildiği heyecanını uyan­ dırıyor, hürriyet nümayişleri bu defa üç devlet aleyhinde nüma­ yişlere ve Avusturya’ya karşı boykotaj ilânı gibi hareketlere çev­ riliyordu. Gerek bu siyasi hâdiseler, gerek memleket içinde hürri­ yetin ölçüsüz bir şekilde taşması, hükümet otoritesinin büsbütün kırılması ve muhtelif unsurların ayrılık meyillerini dışarıya vur­ maları devleti eskisinden daha buhranlı bir vaziyete düşürdü. Bu sırada Selânik’ten İstanbul’a getirilmiş olan avcı taburlarının önayak olduğu bir irtica hareketi patlak verdi (31 mart 1325 - 13 nisan 1909). Bunun üzerine Rumeli’de bulunan Meşrutiyet taraftarları subaylarla İstanbul’dan kaçıp onlara iltihak edenlerin «Hareket Ordusu» adiyle teşkil ettikleri kuvvet, İstanbul’a yürüyerek irticai bastırdı. Abdülhamid ihtiyatla hareket etmiş olmakla beraber, irtica hereketlerinden istifade temayüllerinde bulunduğuna hükme­ dilerek Birinci Meşrutiyettekine benzer bir âkıbete meydan verme­ mek üzere o zaman Ayastafanos’ta (Yeşilköy) Umumi Meclis halinde toplanmakta olan Mebusan ve Ayanın tekrar Ayasofya’daki binaya dönüşlerinde verilen kararla tahttan indirildi ve Veliaht Mehmed Reşad Efendi Mehmed V. unvaniyle yerine geçirildi. (27 Nisan 1909). Bundan sonra Abdülhamid Selânik’e'gönderilmiş ve orada Alatini köşkünde muhafaza edilmiştir. Balkan Harbi çıkınca da İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi sarayında oturmuş ve 10 şubat 1918 de 76 yaşında olduğu halde akciğer ihtikanı neti­ cesinde ölerek Sultan Mahmud Türbesine gömülmüştür.' Onun

I memleket için bir felâket zinciri halindeki uzun saltanat yıllarını ! muhakeme ederken şahsi kusurlariyle birlikte zamanının şartlarını ' ve imkânlarını da göz önünde bulundurmak haklı olur.

Abdülhamid II. zamanında sırasiyle Mütercim Rüştü, Midhat, Edhem, Ahmed Hamdi, Ahmed Vefik, Sadık, Saffet, Tunuslu Hayrettin, Arifi, Sait, Kadri, Abdurrahman, Kâmil, Cevat, Halil Rifat, Ferid, Hüseyin Hilmi ve Tevfik Paşalar, yani 18 zat sadrazam ve başvekil sıfatiyle hükümet başına getirilmiş ve bunlar arasında 28 defa değişiklik yapılmıştır. Aralarında Said Paşa yedi defa, Kâmil Paşa üç. Mütercim Rüştü ve Ahmed Vefik paşalar ikişer defa değiştirilmiştir. İktidar mevkiinde nispeten fazla kalanlar Said, Kâmil, Cevad, Halil Rifat ve Ferid Paşalardır.

ABDÜLHAMİD BEY ( 1812- 1867 ), asıl ismi Du Couret

i olan bir Fransız seyyahıdır. 1834 ten itibaren Şark memleketlerini

j

dolaşmaya başlamış, Mısır’da İslâm dinini kabul ederek Abdülhamid ismini aldıktan sonra Mekke’ye gitmiş, Arabistan yarımadasını gezmiş, İran’da bulunmuştur. Bu seyahatlerini anlatan eserlerden

Les mystères du désert (Çölün sırları) isimlisinin bir İngiliz | konsolosunun yazdığı seyahatnameden kopye olduğu da iddia

edilmiştir.

ABDÜLHAMİD FERİD PAŞA: FERİD PAŞA ya bk.

ABDÜLHAMİD LÂHURl. ( ölm. 1655 ). Hind Babur

| İmparatorluğunun beşinci hükümdarı Şahıcihan’ın tarihçisidir,

j

Lâhur’da doğmuş ve orada yetişmiştir. Tahsilini bitirdikten sonra Patna kasabasında bir zaviyeye çekilmiş, tarih ve edebiyat çahşma-

j

larına koyulmuştu. Hicrî 1037 yılında Şahıcihan tarafından Sahifei Devlet yazarlığı vazifesine tâyin edilmiştir. Hind’in en yüksek medeniyet devrini yaşatan bu hükümdar zamanının bütün olayla- ! nndan bahseden ve onar yıllık üç kısımdan .ibaret bulunan

Padişahname'nm hicri 1057 yılına kadar önemli 21 yıllık birinci ve ikinci kısımlarını bu zat yazmış ve hükümdarın ihsanlarına

j

nail olmuştur.

Şahıcihan’m hayatının son devirlerine ait olaylarını içine

j

alan Padijahname’nin üçüncü kısmı ise vakanüvis Muhammed Vâris tarafından yazılmıştır.

Bu eserde Timurdan Babura, Baburdan Şahıcihana kadar 82 sahifelik bir hulâsadan sonra Şahıcihan’ın cülûsundan başlıya-

j

rak günü gününe vakalar yazılmış ve kitabın her üç kısmına | ayrı ayrı zamanının ümera ve ricali, meşayih, ulema ve şuarası, \ hükema ve etıbbasının hal tercümeleri katılmıştır. Abdülhamid’in

\ Padifahname’si 1867 de iki büyük ciltte ayrıca bir cilt ad indeksi i ile Kalküta’da basılmıştır.

ABDÜLHAMİD ZEHRAVİ EFENDİ (1855 - 1916), Os

manii İmparatorluğunun son zamanlarında yaşamış Hama’lı bir Arap politikacısıdır. Abdülhamid II. devrinde bir müddet İstanbul’da gazetecilik etmiş, Şam’a sürülüp oradan Mısır’a kaçmış, Meşruti­ yetten sonra memleketinden mebus seçilmiş ve Arap milliyetçiliği faaliyetlerine gizli ve açık şekilde katılarak Balkan mağlûbiyeti sıralarında Paris’te toplanan ve iftirakçı gayeler güden bir kongreye başkanlık etmiştir. Anasır arasında uzlaşma siyaseti güden İttihat ve Terakki kendisini âyanlığa getirmişti. Fransa’nın yardımivle Suriye’nin imparatorluktan ayrılması faaliyetine gizlice devam ettiği Harbi Umumi esnasındaki tahkikattan anlaşılarak Aliye Divanı Harbinin karariyle asılmıştır. Abdülhamid Zehravi’nin fıkha ve İslâm felsefesine ait bazı risaleleri de vardır.

ABDÜLHAMİD EL-K ÂTİB , Ebu Galip Yahya oğlu (ölm.

749), son Emevi hükümdarı Mervan’ın kâtibi olup edebiyat sahasında zamanının en tanınmış simasiydi. Mervan, Ebu Müslim Horasanı tarafından mağlûp edilerek kaçmaya mecbur olduğu zaman Abdülhamid efendisine sadık kalmış ve bir rivayete göre Mervan’la öldürülmüş, başka bir rivayete göre de gizlenmiş, fakat yakalanarak işkenceyle öldürülmüştür.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Çift bacağın değişmesi sonucu meydana gelen bacak tipleri..  Kazıcı bacak: Gryllotalpa gryllotalpa (Orthoptera),Scarabaeidae

Sıbyan mektebinde ilimlere giriş derslerini aldığı, rüşdiyye mektebinde ise Arapça dilbilgisi, Gülistan, coğrafya okuduğu, Türkçe ve Fransızca okuyup

Selim'in Kemal Pa~~ az ade'ye kendi devrinin tarihini (yani Tevârth,-i Osman) yazmas~~ hususunda, verdi~i emirlerden de aç~kça anla~~lmaktad~r 86. Sonra,- yazar~n

Umumiyetle sokağı kaplayan kadın, çocuk kütlesi çekilmiş, parmaklıkların arkasında, elindeki numaralı etiketi uzatan bir iki ihtiyarla, kardeşi için süt

Sabah gazetesinde Ali Kemal, bu fikre karşı çı­ kıyor: “...Amerika bizi tanımaz, halbuki İngilte­ re bizi çok iyi bilir; Amerika bize İngiltere’nin

rın iyiliği için bütün hayatı boyunca mücadele eden Sai- vet Lütfi Tozan’a, bu çabalâ- :| nndan dolayı ayrıca Malta Şö­.. valyeleri Birliği de bir

yüzyılın ortalarından itibaren Birleşik Devletlerde oturmuş olan (o zamanlar adı henüz konulmamış olmasına rağmen (Von Beyme, 1967: 1) ve işleyişi itibarı ile de

• Marka mimarisi: Marka veya alt marka, teklifini anlatabilmek için birlikte nasıl çalışmalılar.. • Marka kimliği: Marka, görsel ve yazılı biçimde en iyi