• Sonuç bulunamadı

Sara Okçu ve Mocan Yalısı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sara Okçu ve Mocan Yalısı"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

F O T O Ğ R A F LA R : A R A M İS KAL AY

İÇ DÜNYALAR

SARA OKÇU YALISI

VE

MOCAN YALISI

Yıllardır peşinde koştuğumuz bir proje nihayet gerçekleşiyor: İstanbul'un benzeri pek az kalmış yalılarından Fethi Paşa ya da Mocan yalısını Türkiye'de ilk kez kapsamlı olarak yayınlarken, buna bağlı olarak OsmanlI ve Türkiye tarihinin en ilginç ailelerinden birinin en ilginç bireylerinden Sara Okçu'nun hayat hikâyesini de, onun kendi mekânı içinde veriyoruz. Söyleşiler ve

metin: Ömer Madra.

"TEYZEMİN ADI SARE..."

Kuzguncuk'ta dünyanın en mütevazı yalıla­ rından birinde oturan 88 yaşındaki Sara Ok­ çu, dünyanın en ilginç ailelerinden birinin "kavşak" noktasını oluşturan bir ferdi olarak nitelendirilebilir.

Gerek son dönem OsmanlI İmparatorlu- ğu'nun, gerekse genç Türkiye Cumhuriye­ timin sosyo-politik tarihini enine boyuna ka- teden, hatta bu tarihi kendi ölçüsünde etkile­ yen bir aileden söz ediyoruz burada. Bir ya­ nıyla Polonya soylularından, Alman “Hugue- not'larına, Rus'lara ve oradan da Osmanlı Sarayı nın Çerkesler'ine; bir yanıyla Abdül- hamit'in başhafiyelerinden İttihatçılara, Ata­

türk'ün en yakın silah arkadaşlarından Hare­ ket Ordusu'na, Balkan Savaşlarımdan Ça­ nakkale Muharebelerine, Galiçya cephesin­ den Anadolu Hareketi'ne ve Kurtuluş Sava­ şıma; bir yanıyla en "sağ” siyasi akımlardan en radikal Komünist harekete ve oradan da çağdaş Türk sosyalizmine; yine bir başka ya­ nıyla da modern Türk şiirinin en parlak örnek ve temsilcilerinden geçerek “İkinci Yeni” akı­ mına uzanan; plastik sanatlar ve özellikle re­ sim alanında önemli bireysel katkılarda bu­ lunmuş ve bulunmakta olan fertler yetiştiren; yine bir diğer yanıyla da Türkiye'de sporun örgütlenip biçimlenmesine bireysel katkılar

getiren insanlar çıkarmış bir büyük aile bu. Sara Hanım'ın annesinin babası Mehmet Ali Paşa, OsmanlIların ünlü Sadrazamlarından Ali Paşa'nın "hakiki evlad-ı mânevi'si. Al­ manya'da, Magdeburg'da çuha ticareti ya­ pan "Huguenot" yani Protestan bir ailenin ço­ cuğu uzun ve inanılmaz bir serüven sonucu (İstanbul Boğazı nda demirlemiş gemisin­ den denize atlamış ve Kız Kulesi bekçisi Ömer Ağa tarafından kurtarıldıktan sonra) Ali Paşa'nın himayesine girip Müslüman ol­ muş. Harbiye mektebinden parlak bir subay olarak çıktıktan sonra Osmanlı Paşalığına kadar yükselmiş ve Ali Paşa nın hanımının

(2)

yeğeni ile evlenmiş. '93 Harbi nde 33 yaşın­ da müşirliğe (mareşalliğe) yükselmiş. 1878 Berlin Kongresi nde murahhaslık yaptıktan sonra (ki bu kongrede Bismarck'ın kendisine "Almanlığa geri dönmesi" yolundaki önerile­ rini geri çevirmiş olduğu biliniyor), Sultan Abdülhamid tarafından gönderildiği Kara­ dağ'da, ayaklanan Arnavutlar tarafından vahşice katledilmiş. Şehit edilmesinden son­ ra Abdülhamid, Mehmet Ali Paşa'nın üç kızı­ nı "kendi bulduğu adamlarla" evlendirmiş. Birisi İsmail Fazıl Paşa, ki sonradan Ali Fuat Paşa'nın (Cebesoy) babası olacaktır. İkinci­

si, sonradan Hareket Ordusu Kumandanı olan Hüseyin Hüsnü Paşadır. (Hareket Ordu- su’na Kurmay Başkanı olarak yanına kolağa­ sı Mustafa Kemal'i almıştır. Hüseyin Hüsnü Paşa, Türkiye İşçi Partisi Başkanı Mehmet Ali Aybar'ın dedesidir.) Üçüncüsü ise, Sara Hanım'ın babası olan Enver Bey'dir. Enver Bey'in babası, yani Sara Hanım'ın büyükba­ bası, PolonyalI soylu bir aileden gelmektedir: Borjenski kontu iken Müslüman olup Musta­ fa Celaleddin adını almış ve ünlü OsmanlI Pa­ şalarından biri olmuştur. Enver Bey, Paris yakınlarında Fontainebleau Saint-Cyr Askeri

1 Sara Okçu, arkasında fotoğraflardan oluşturulmuş olağanüstü "soyağacı" He. 2 Sara Hanım 'm yalısının bahçesi ve girişi. 3 Yalı salonundan: Soyağacı, odak noktası. 4 Salondan genel görünüş: Tavanda

"demiryolu traversleri". "Bu ev eskiden böyle değildi; bayağı klasik döşenmiş, normal bir evdi. Zamanla bu hale geldi. Onu oraya astım, bunu buraya astım ..."

(3)

Akademisi'nde okurken, babasının Kara­ dağ'da katledilmesi üzerine Fransa'ya dön­ memiş, Abdülham id'in yaveri olmuş ve Mehmet Ali Paşa nın kızı Leyla ile evlenmiş. Daha sonra ordu komutanı olarak Türk-Yu- nan Savaşı'na katılmış, Volos'u İşgal etmiş, "birinci ferik" (korgeneral) rütbesine erişmiş, “Volos Kumandam" adını almış, sonradan ta­ nınmış bir eğitimci olmuştur. Unutkanlığı yüzünden “dalgın" Enver Paşa diye de adlan­ dırılır. Sara Hanım, kendisinin de ona benze­ diğini söylüyor: "Kızına benziyor, dalgın." Yi­ ne Sara Hanım'a göre, 1.90 m. boylarında ¡ri­ yan bir adam olduğu için "Büyük Enver" diye adlandırılan Enver Paşa, oldukça kısa boylu olan ünlü İttihatçı Enver Paşa'nın kıskançlık ve gadrine maruz kalmış.

Sara Hanım'ın annesi ise, Müşir Mehmet Ali Paşa'nın kızı Leyla. Ferik Enver Paşa sonra­ dan Hortance adlı Levanten kadınını almış ve

Orta Asya'ya (Çin'e) götürmüş olduğu için Leyla Hanım kocasından ayrılmış. Sara Ha- nım'ın Suzan, Ömer ve Enver adlı üç kardeşi de Enver Paşa'nın Hortance Hanım dan olma çocukları. Nâzım Hikmetin annesi Celile Ha­ nım, Samiye (Yaltırım) ve Sara Hanım ise Enver Bey'in Leyla Hanım dan olma kızları. Fransa'da konsolosluk yapan ve hayatı Na­ poli rıhtımında şüpheli bir ölümle son bulan ağabeyi Mustafa Bey ise, Gabrielle adlı bir Fransız hanımla evli. Onların iki kızı Leyla ile Münevver Hanımlar. Münevver (Andaç) Ha­ nım ise sonradan Nâzım Hikmet in eşi ola­ caktır. Türkiye İşçi Partisi nin ilk Başkanı olan Mehmet AH Aybar ise Sara Hanım ın öz teyzesinin ve Hüseyin Hüsnü Paşa'nın toru­ nu.

Sara Hanimin, kendi ifadesine göre, "tipi ay­ rı": "Bir kere ben hiç solcu olmadım. Şu kadar olsun solculuğa kaymadım. Kayamam, çün­

En güzel haliyle "Sariko"nun portresi. Sara Hanım'ın ablası (ve şair Nâzım Hikmet'in annesi) Celile Hanım, onu böyle resmetmiş. "Klasik bir koltuğa oturayım da portremi orada yap diye İsrar ettimse de, olmadı." PolonyalIlar, Almanlar, Çerkesler ve Türkler. İzinin sürülmesi neredeyse olanaksız bir ailenin "odak noktasını" oluşturan bir insanın Kuzguncuk’taki mekânında bir bütün siyasal, sosyal ve kültürel tarihin binbir izi var.

kü prensiplerime aykırı." Kendisi, ayrıca "bi­ raz dindar." Mevlevi tarikatına girmiş. Otuz- beş senedir Pakistan'da bir şeyhin yanına gi­ dip geliyor. "Yirmisekiz milyon Kaaderi men­ subunun yaşadığı bir şehirde." (İngilizceyi de burada, sonradan öğrenmiş; İngilizcesi "Pa­ kistani English"): "Yani sarıklı çarşaflı filan değilim ama, Müslümanlığı çok seven insa­ nım. Çok okudum, ihtiyarladıkça daha çok inanca bağlanıyorum. Allah denen o büyük kuvvet, çok esaslı birşey. Tasavvufun içine girmek lazım. Benim Arapçam, Farsçam ol­ madığı için Mesnevi yi, o büyük feylesofun eserini doya doya okuyamadım. Hazreti Mevlana çok büyük bir adam. Çok derin. İn­ san Farsça bilirse, işin içinden çıkamaz...“

1960 ihtilalinden sonra idam edilen Dışişleri

Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da, Sara Hanimin halazadesidir. (Büyük halasının torunu. Bu arada, Fatin Rüştü Bey'in (Zorlu) büyükba­ bası Zorlu Paşa'nın da bir Rus prensi oldu­ ğunu burada belirtmek gerekir.) Fatin Rüştü Bey'in babası Rüştü Paşa, Abdülhamid'in başhafiyelerinden biri. Sara Hanım a göre "kırmızı fesli hafiyesi, hem de." Mustafa Ke­ mal ile Ali Fuat Paşa yı da yolda çevirip nasi­

hat etmiş. 'Teyzemizin oğlu" Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Taşkışla Komutanı "Raprap" Mehmet Ali Bey", "Celile Ablamın oğlu" Nâzım (Hikmet)...

Sara H anim in salonunda fotoğraflardan oluşan "soyağacfnın içinden kolay kolay çı­ kılacak gibi değil. Ağacın en başında, Sara Hanım'ın nenesi, Çerkeş Hafız Paşa'nın kızı Ayşe Sıdıka Hanım'ın 150-200 yıllık "tablo"su yer alıyor. (Ayşe Sıdıka Hanimin ağabeyi Sa­ dettin Paşa da, yaverler yaveri Sadettin Pa- şa’dır. Bkz.: Salah Birsel, "Sergüzeşt-i Nono Bey", Nisan Yayınları, İstanbul, 1992, 2.ba­ sı.) "Deli" Çerkeş Hafız Paşa'nın 18 erkek kar­ deşi "bütün Türkiye'yi kaplamış, kök salmış. Herkes onun sülalesine bağlanır..." "Soyağa- cf'nı oluşturan fotoğrafları incelemeyi sür­ dürüyoruz: Olanca güzelliği ile Hayriye Ha­ nım... onun kocası Hareket Ordusu Komuta­ nı Hüseyin Hüsnü Paşa... oğlu Tahsin Bey... onun oğlu Mehmet AH Aybar (subay ünifor­ ması ile)... sonra, Salah Birselin kitabına adını veren meşhur İstanbul çapkını "Nono Bey" (Muhsin). Hüseyin Hüsnü Paşa ile Hay­ riye Hanım'ın oğlu. (Ressam ve grafik sanat­ çısı Ihap Hulusi'nin Kulüp rakısı etiketine yü­

zünü resmettiği adam.), onun damadı İzmir Valisi Rahmi Bey... eşi Nimet Hanım... "Çer­ keş Ethem'in kaçırdığı" Alpaslan... onun karı­ sı, Sultan Hamid'in "büyücüsünün kızı Zey­ nep Hanım... onun sülalesi, çocukları, da­ matları...

Soyağacının öbür tarafında Sara Hanım'ın annesi, babası, Celile Hanım, Nâzım, Nâzım Hikmet'in babası Hikmet Bey, oğlu Memet, Sara Hanım'ın ağabeyi, diplomat Mustafa Celaleddin (Mustafa Kemal'in çok iyi arkada­ şı, 35 yaşında vefat etmiş, "ekber evlet" ola­ rak Borjenski Kontu ünvanını alacak ki­ şi)...Hanımı Gabrielle...

Yeniden başa dönüyoruz sonra: İsmail Fazıl Paşa... Zekiye Hanım... oğulları "Raprap" Mehmet Ali Bey - Kaiser W ilhelm'in ordu­ sunda kumandanlık ederken... onun oğlu, şimdinin “en büyük kanser mütehassısı" İs­ mail Cebesoy (AH Fuat Paşa'nın yeğeni)... Ayşe Cebesoy... Münevver Hanım (şair Ok­ tay Rifat'ın annesi)... Sara Hanım'ın kızı Ay­ şe (Baştımar)... Bu inanılmaz aile, böyle, izle­ mesi neredeyse olanaksız biçimde, sürüp gi­ diyor. OsmanlI ve Türk siyasetine, sporuna, sanatına, resmine ve şiirine şu ya da bu bi­

çimde mührünü vurmuş kadınlı erkekli pek çok renkli simanın çok renkli bir resmigeçidi bu.

"Soyağacfnın tam ortasında, yani tablonun odak noktasını oluşturan yerde ise: "Modern" kesimli kâküllerinin altında ışıldayan açık renk gözleri ve değirmi çehresi ile bir anda göz alan muhteşem güzellikte bir genç kız portresi. "Bu harikulade güzel kız?" diye so­ ruyoruz. "Bendeniz efendim," diyor Sara Ha­ nım, 88 yaşında hâlâ ışıltılar saçan güzel gözlerinin içiyle gülerek. "Güzelmişiz... Öyle derlerdi." Küçücük bir kızçocuğu iken de, 18 yaşında kucağında kızı Ayşe ile poz verirken de öyle...

Gerçekten güzelliği ile maruf Kuzguncukiu "Sariko", dediğine göre, hiçbir partiye, hiçbir kadın kulübüne kaydolmadan, "kendi başına bir kadın" olarak sürdürmüş yaşamını. Ama, bu "kendi başına" sözünü fazla "bire bir" ola­ rak almamak gerek.

Kuzguncuk'un bu güzelliği dillere destan kı­ zı, çocuk yaşında ("ondörtbuçuk") Kuzgun­ cuk'un namlı Don Juanlarından Kör Şevket'e (Mocan) kaçmıştır. İngiliz Sait Paşa'nın to ­ runu Şevket Beyle Sariko'nun şiirlerle,

(4)

lerle, aşk mektuplarıyla, balkona atılan yap­ raklarla, Rum sandalcılarla bezeli o dillere destan aşk serüveni, Salâh Birselin "Sergü- zeşt-i Nono Bey” kitabında tatlı bir dille enine boyuna hikâye edilmiştir. Biz burada okurla­ ra bu kitabı salık verip, Sara Hanım'a azıcık kulak vermekle yetinelim:

"Ben şartlı kaçtım. Oturduk konuştuk. Şartım şu: Oniki çift ipek konçlu çorabım olacak; sonra hemen, götürdüğün yerde nikâh ede­ ceksin... Bir de yirm idört çift uzun ökçeli ayakkabı istiyorum'. 'Hepsini alırım! Nikâh da yaparım!1 dedi. O da genç tabii; olsun ol­ sun yirmialtı filan... Zavallı, o da salağın bi­ ri!..”

Yirmidört çift ayakkabı ve oniki çift ipek ço­ rapla başlayan bu fırtınalı evlilik, onaltı yıl sonra Sara Hanimin "bir tek üstündeki enta­ risi" ile evden ayrılması ile dramatik bir sonla noktalanmıştır...

"Sonra?"

"Sonra fukara bir mühendisle evlendim, çok bahtiyar oldum... Avni Bey bir pırlanta idi, eşi yoktu."

Aslında, Sara Hanimin erken yaşta başlayan bu maceralı, delidolu hayatını bir bakıma "babasızlığına", yani babasının başka bir ka­ dın alıp çocuklarından uzaklaşmasına bağla­ mak mümkün:

"Dünyada boşananlara çocuk gibi oturur ağ­ larım ben. Hiç istemem kimse ayrılsın. Çün­ kü çocuklara yazık oluyor. Ben öyle eziyet çektim ki babasızlıktan. Anlatamam! Yani

72 Dekorasyon

babam ortada olaydı evlenmezdim ben. Mektebe filan giderdim..."

Bakın, Salâh Birsel nasıl anlatıyor bu baba "sorunsalını:

"Hayda be, küçük Sare cin mi cindir. Mavi göz, Sarı saç. Fistolu entari. Keçecizade İzzet Paşa [...] kendisine "Küçük Matmazel" der. Bir gün enişteyle gidilen Çırpıcı Çayırı ndaki bir yarışta Keçecizade yere mendil sermiş, küçük yavruyu oturtarak eline bir dürbün vermiştir. O gün Paşa, Küçük Matmazele uzaktan babasını da gösterir. Duruşu, yürü­ yüşü Sare Hanim in bütün çevresindekiler gibi aslan oğlu aslandır. Tanrı övmüş de ya­ ratmıştır. Küçük Matmazel fırlar babasının yanına koşar.

- Ben senin kızınım.

Volos Kumandanında ne tas, ne tıs. Minik kız, yüreği yüz bin parça, gelir eniştesi­ ne sığınır..."

Ama Sara Hanım, sonra babasını "affeder.": "Senelerce ismini ağzıma almadım. İkinci ka­ rısı Hortancel çok sevdim. Yatalak oldu. Se­ nelerce gidip baktım, altını değiştirdim. O ay­ rı mesele... Ama beni ihmal etti babam. Celile Ablam la aramızda yirmisekiz yaş fark var. Ben hiç yoktan olmuşum ortaya. Sare çıka­ cakmış. Benim adımı Atatürk koydu adımı: Beni öyle göstermişler. 'A, bu Sariko! de­ miş. Adım öyle kaldı.“

Herneyse, böyle "babasız”, eniştesi İsmail Fazıl Paşa nın kanadı altında büyüyen bu gü­ zel ve delişmen kız, "kendi başına" teriminin

aksine son derece hareketli bir yaşam sür­ dürmüştür. 14 buçuk yaşında kaçtığı Şevket Beyle ortak hikâyeleri "saymakla biter gibi değil“:

"En güzeli, maşayla dayak yemesi! "Çarpıla­ na kadar dayak yedi benden! Eve Behire'yi yolluyor, mezelik alıyor. Diyor ki 'bu akşam evdeyim; gidin benim mezelerimi yapın. Cenyo’dayım...' Bekleriz bekleriz, gelmez. Ertesi günü gelmedi. Daha ertesi gün de.. Üç gün yok!.. Türkiya'da polis karakolu kalmadı aranmadık. Şevket Bey yok! Yanında da, Or­ man Müdürü nün damadı...

Son olarak bir Cenyo'nun (gazino) kapısında gözüküyor... o kadar. Sonunda haber geldi, Tophane'de bir esrar yuvasında bulunmuş. Külhanda anadan doğma soymuşlar, parası­ nı parasını hepsini almışlar. Şöyle olmuş: Cenyo'nun kapısında dururken, karşısına bir âşifte çıkmış. 'A beyciğim, şurada bir kadeh­ çik içelim1 filan demiş. Bunlar gitmişler, bir kadeh içmişler. Ordan da başka bir yere gidi­ lip bir kadeh daha içilmiş. Derken, hamama götürmüşler bunları, bir güzel soymuşlar iki­ sini de... Anadan doğma, evet! Şevket Beyin o kadar güzel kol düğmeleri vardı ki göğsün­ de, onlar da gitmiş tabii. Gazetelere ilan ver­ dik: "Çift parasını vereceğiz getirene" diye. Herneyse... Biz de evde öldük öldük dirildik. Ayşe yerlerde ağlıyor: Babasız kaldım!' diye. Neyse eve geldi sonunda. İçeri girmesiyle maşayı yakaladığımı biliyorum. 'Sen misin! Al maşayı!'... Sonradan duydum ki, iftiharla

(5)

7 Küçük salondan bir köşe. 8 OsmanlI ve Cumhuriyet dönemlerine mührünü vurmuş devlet adamlarından, eğitimcilerden, büyük şairlerden, ressam ve sporculardan oluşan olağanüstü bir ailenin fotoğraflarından Sara Hanım'ın oluşturduğu bir "soyağacı". S Kuzguncuk güzeli Sara, Cumhuriyet tarihinin ilk bikini ve ilk pantaion giyen kadınlarından. Benzersiz güzellikte bir fotoğrafını görüyorsunuz. 9 göstermiş Şevket Bey yüzündeki maşa izleri­

ni: 'Bakın, bizim hanım yaptı bunları!' diye. (Tokatliyan'ın salonuna atla giren 'Deli Şev­ ket' yapmıştır bunu da.)

Sara Hanım, Türkiye'nin belki de ilk bikini gi­ yen kadını. “Boynumda böyle güzel boncuk bir kolye vardı. Tanıdığım bir tayyareci Ame­ rikalı bunu çok beğendi. 'Amerika'ya gidece­ ğim, sana boncuk getireyim' dedi. Dönüşün­ de bir baktım; paketin içinden bir bikini çıktı. Hakiki bikini. Ben de onu Florya'da plajda giydim..."

"Büyük sansasyon olmuştur herhalde.” "Yoo,1' diyor Sara Hanım. “0 zamanlar şimdi­ ki gibi gazeteler dedikoduyla dolu çıkmazdı. Çok başka türlüydü. Sonra gazetecilerin hep­ siyle arkadaştık; birşey yazacaklarsa bize so­ rarlardı..."

Sonra ilk pantaion giyenlerden: "Pantalonlar giydik böyle, başlarımızda eşarplar. Bahriyeli bir akrabamız vardı. Onun motoruna bindik, Kağıthane'ye gittik bir Hıdrellez günü. Moto­ rumuz da orda karaya oturdu. Oradan Eyüp Sultan'a geçtik. Dua ettik. Çok iyi oldu. Orada başımıza üşüştüler: Pantalonlu, kırmızı ba­ şörtülü kadınları kimse ömründe görmemiş çünkü... Derken, vapurla dönerken Kuzgun­ cuk vapurunun yanında oturduk. İskeleye nasıl çıkacağız. Bütün Kuzguncuk bizi öyle pantalonlu görecek filan... Sonra neyse, çık­ tık. Olay Şevket Bey tarafından duyuldu. Hik­ met Feridun'a (Es) o kadar yalvardım: 'Ne olur böyle çekme resmimizi' diye. Dinleme­ di, çekti. Ondan sonra Şevket Bey hepimize ferman verdi. Ben evden atılıyorum, öteki bilmemne oluyor... Sonra el etek öptük, yal­ vardık da affedildik. Yani, Eyüp Sultan yar­ dım etti de bizi kurtardı!"

Bir dönem, Arnavutköy Kız Koleji'nde oku­ yan bir arkadaşının teşvikiyle Hollyvvood'a yıldız adaylığına soyunması hikâyesi de var Sara Hanım'ın. Rivayet o ki, ünlü yönetmen Frank Capra'ya mektup yazılır, içine de en güzel fotoğraflardan bir seçme konarak. İşin ilginç yanı, Capra'dan da cevap gelir: “İlginç, ama siz benim istediğim tip değilsiniz. Bir de Cecil B. de Mille'e başvurun, o ilgilenebilir” diye.

Kuzguncuk'ta Hüseyin Hüsnü Paşa köşkün­ de doğan Sara Hanım, 1914 yılında yine Kuz­ guncuk'ta annesi tarafından -"Nono Bey"de Salah Birsel'in naklettiğine göre Mösyö Ba- ruh adlı mimara- yaptırılan küçük yalıda oturmaktadır bugün. Bu yalının üst katında da yeğeni Leyla Hanım yaşamaktadır. Sara Hanım, Şevket Mocan'dan sadece "üstünde­ ki entarisini alarak ayrıldıktan sonra bu evi almış. Karabük Demir Çelik Fabrikalarında Başmühendis olan Avni Okçu Bey'le evlen­ dikten sonra bir süre Karabük'te oturmuş ve bu yalının yarısını yeğeni Leyla Hanım'a bı­ rakmış. Şimdi, kendi elişleri, resimleri, ba­ kırları, çiçekleri, kendisinin (Türkiye'de, İs­ viçre'de, Pakistan'da, vb. çekilmiş) binbir fo­ toğrafı, ve aile efradının birbirinden güzel portreleri ile alabildiğine çevrili kalabalık ve sıcak bir ortamda yaşıyor, sohbet ediyor ve resim yapıyor, içinde oturduğu bölümün "evrimi''ni şöyle anlatıyor:

"Burası böyle değildi. Gayet klasik döşeli bir evdi. Zamanla onu oraya astım, onu oraya astım... Şimdi şu son iki resmimi asacak yer bulamıyorum. Bunlara da bir yer bulurum el­ bet.." (Elişi yaparken, bir gün Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun teşviki ile resme başlamış ve "ben kim, ressam olmak kim" diye nitelendir­

diği bu uğraşı halen de hummalı bir şekilde sürdürüyor. Zaten, bu olağanüstü ailenin ne­ redeyse yarısı resim yapıyor: Celile Hanım, Nâzım Hikmet, Memet Nâzım, Oktay Rifat, Sara Hanım'ın yeğeni Ayşe, kuzinlerden Elif Ayiter, ilk ağızda akla gelenlerden birkaçı.) İşte böyle...İkinci eşi Avni Bey in, kendi elle­ riyle "şimendifer rayları" döşeyerek imal etti­ ği tavan putrellerinin altında uzanan bu "ga­ rip" ve "karmakarışık" yalı katının her bir kö­ şesine kendi güçlü kişiliğinin mührünü vur­ muş olarak hayatını sürdürüp gidiyor Sara Hanım.

Bu olağanüstü kişiliğin buraya sığdırmaya çalıştığımız küçük portresini, yeğeni Nâzım Hikmetin 12 yaşındayken kendisi için yazdı­ ğı şiirle noktalayalım isterseniz:

Teyzemin adı Sare Kendisi minik bir fare Girdiği kalpleri Etmektedir pare pare. Altın saçlı

inci dişli Güler yüzlü Şen kız.

Teyzemin kanı sıcak Aba gibi Gözleri mavi Sema gibi. Altın saçlı İnci dişli Güler yüzlü Şen kız. Dekorasyon 73

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

rı nsağ ve solunda vazodan çıkan yıldız çiçekleri yanlarda birer servi ağacı, orta kısımda dört ayaklı bir kaide üzerinde kâse içinde armutlar ve kaidenin sağ ve

İzole edilen virüslerin çoğunun 2016’dan beri domuzlarda baskın olarak görülen yeni bir tür (G4) olduğu tespit edildi.. Araştırmanın sonraki aşamasında, grip

Görüntüsü alınan cidar bölgesi ile film arasındaki mesafeden dolayı, boru cidar kesitinin film üzerindeki görüntüsü borunun gerçek cidar kalınlığından daha

Elde edilen sonuçlar göz önüne alındığında keman öğretim elemanlarının keman öğrencilerine göre çalgılı ve çalgısız hazırlayıcı çalışmalar ile

Ünlü oyuncular tek tek incelen- diğinde, Kıvanç Tatlıtuğ ile ilgili satın alma niyetine istatistiksel olarak anlamlı etki eden marka denkliği unsurları, etki sırasına

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Bedri Rahm i atölyesin­ den mezun olduktan sonra A m eri­ ka Wisconsin Üniversitesi’nde mas­ ter yapan ve Amerika, Tahran,

44 sene evvel çıkmış ve o zaman çok beğenilmiş, tutulmuş olan j şarkının güftesi şudur;.. | Entarisi ala {benziyor Şeftalisi bala benziyor Benim yârim

Bi- limsel programda sualtı omurgasızları- nın örneklenmesi ve denizlerimizdeki yabancı türler, sualtı fotoğrafçılığının bilimsel amaçlı kullanımı, gözleme da-