2 * . t * f * t
İ t - S R t ,
İleri yeni romanı için “Ölümcül yanı ağır basan bir kitap” diyor...
Şu bizim aşk romanlan
AYFER COŞKUN
S
elim İleri için 2001, bir hayli yoğun ve o kadar da verimli bir yıl oldu. Ya zarla yeni romanı, “Türk Rom anından A ltm Sayfalar” adlı antolojive Doğan Kitap tarafından yayımlanan, editörlüğünü yaptığı “aşk rom anlan dizisi” üzerine ko nuştuk.A ntolojinize 54 rom ancıyı al m ışsınız. Yaşayanlar yok... Nasıl hjr yöntem uyguladınız?
Almadığım bazı yazarlar oldu ta bii. M eselaN am ık Kemal. Aslında alınabilirdi. Evet, almadıklanm var am a olabildiğince geniş bir yelpa zeye ulaşmaya çalıştım. Roman sa natına şu ya da bu şekilde uzun so luklu em ek verm iş kişilerle, az sa- j>fda da olsa, çok seçkin rom anlar yazm ış kişileri tercih ettim. B irde edebiyat tarihim izde pek fazla yer verilmemiş ve daha çok kendilerine
piyasarom ancısı denmiş ama iz bı rakmış olan yazarlan alma ihtiyacı duydum. Bizim roman tarihimizde onların da bir yeri olduğuna inandı ğımdan, belli bir am açla onları da koydum. Ethem İzzet Benice’yi bu gün hiç kim se hatırlamıyor, Esat M ahm ut’u da. Bunları da aldım.
“Bizde roman sanatı şaşırtıcı bir hızla gelişti” diye, yazıyorsu nuz. Bu gelişmede hazır malze meler etkili oldu mu ya da var mıydı?
Bence gerçekten çok hızlı geliş miş. Düz yazısı pek fazla rom ana yatkın olmayan bir Osmanlı edebi yatından, birdenbire Tanzimat’tan sonraki yenileşmeyle birlikte, Batı lılaşma dem ek istemiyorum, bek lenmedik bir açılma oluyor. Mesela edebiyat tarihçilerinin sadece ilk romancı olarak kabul ettikleri A h met Mithat Efendi’yi, bugün baştan sona kadar taradığım ız zaman, onun hayli m odem eserler de ver
m iş olduğunu görüyorum. Bugü nün çok moda deyişiyle neredeyse postm odern eserleri de olduğu gö rülüyor ki, bunların üzerinde yete rince durmamışız. Romana yatkın hazır malzeme her top lumda vardır ama ellerinde hazır malzeme yok ken, bu yazarların başarılarını, on ların müthiş çalışkan insanlar ve Osmanlılık için bir şey yapma gay retlerine bağlıyorum. Bizim hep alay ettiğimiz bir “Tanzimat kafa sı” vardır. O kafada bir yanlışlık ol- sabile, o insanların kendi toplumla- rına büyük iyilik getirm e gayreti gösterdiklerine inanıyorum. Ya bancı bir dil öğrenme çabalan, dün yaya açılm a çabalan, bana son de rece anlamlı ve derinlikli şeyler gi bi geliyor. Sonra tabii, H.Z. Uşaklı- g il’le birlikte birdenbire bir açılım oluyor romanda. Şöyle ki o, gerçek ten rom an dediğimiz sanatın ka bukları içerisinde kendini görebili yor. Aşk-ı Memnu, Mai ve Siyah ve
Kırık Hayatlar, benim için üç tane başyapıttır. Hele Aşk-ı M emnu’nun 1900 yılında yazılmış olması, ina nılmaz gibi geliyor bana. Çünkü 2001 yılında da o romanı yepyeni bir roman gibi okumakmümkün.
Antolojinin devam ı...
Eğer bu kitap belli bir ilgiyi dev şirirse, getirm ek istiyorum. En azından beni yetiştirmiş olan yazar lara kadar getirmek istiyorum.
Sizden kadın ve erkek roman cılarımızı kısaca değerlendirme nizi isterim. Özellikle aralarında konu ve anlatım açısından, belir gin farklılıklar var mıydı?
Özellikle o yıllarda farklılıklar vardı ama zamanımızda bu farklı lıklar iyice azaldı. O yıllarda m ese la, kadın yazarların hemen hepsinde çekingenlik var. Erkek egemenliği ne karşı mesafeli bir duruş. Doğru dan o konuların üzerine gitm em iş ler ama dolaylı bir şekilde, kadın olarak, o mantaliteye karşı bir tavır
koymuşlar. Mesela Safiye Erol diye bir yazar var, pek bilinmez, bugün kitaba başka romanını almak ister dim, onun “ÜlkerFırtması” adlı ki tabı çok ilginç. Bu kitapta, ekono mik özgürlüğü olmayan bir kadının, hayatta hiçbir şekilde iki ayağı üze rinde duramayacağını, dönemi için şaşırtıcı bir cesaretle, evli bir erkeğe âşık olma m otifi üzerine kurarak anlatabilmiş. Yani cesaretiyle yol açıcı olmuş. Tabii Halide Hanım var. H. Edip’ingençlikrom anlanna baktığımızda, H andan’da olsun, Kalp A ğnsı’nda olsun, cinsellikko- nulan cesaretle işlenmiştir. Ama otuzlu yıllardan sonra, bırakın cin sellik meselelerini, aşka dahi gir memiş hiç. Sanki insanın bu yanı yokmuş gibi davranmış.
Halide Edip’i ayırırsak, kadın ya zarlarda aşka ve insan duygularına dair daha incelikli bir yaklaşım var dı. Piyasarom ancısı diyerek geçip gittiğimiz yazarlara baktığımızda, bugünün değme yazarlarından da ha doğruTürkçeyle yazm ış olduk larım görüyoruz. Ayncapsikolojik tahlilleri de yabana atılır tahliller olmamış. İnsanın, özellikle kadın kimliğini araştırma konusunda, çok daha cesur davranmışlar. Ama tabii erkekrom ancılar arasında da buna girmiş olanlar var. Yakup Kadri’nin “ Hep O Şarkı” adlı romanında, fe ministçe denilebilecek biryaklaşım görüyoruz. Reşat Nuri Bey’in de romanlarında varbu. Çalıkuşu’nun yazarı pekâlâ bir kadm olabilir.
M uazzez Tahsin Berkand ve Kerime Nadir rom anlarının ye niden basımına gelelim. Nere deyse her anlamda nefes alamaz durumda insanlarım ız. Onlara mutluluk, hiç olmazsa tatlı hayal ler enjekte etmek gibi bir amaç da var mı dersiniz?
Bana Doğan Kitap öneriyi getir diği zaman, biraz düşündüm, bun lar gündeme gelirse ne olur diye. Sonra bir ikisini okudum ve çok şa şırdım. O nlann beni arama sebebi, edebiyat tarihçilerimizin bu yazar lara haksızlık ettikleri yönündeki düşüncelerimdi. Gerçekten de bü yük haksızlık yapılmıştı. Çünkü bu yazarlar m üthiş biçim de eskilerin tahkiye dedikleri sanata ait kişiler. Korkunç bir anlatm a sanatı yete nekleri var. Ayrıca başka bir şey gördüm, özellikle Kerime Na dirde. Muazzez Tahsin Batılılaşma meselesi açısından, sosyolojik açı dan ilginç bir yazar. ‘Bonjour’lu, ‘bonsoire’lı bir dönemin konuşma larını, bir dönemin İstanbul’unu ya kalamamız açısından, eldeki tek belge denebilir onun için. Ama Ke rime N adir onun haricinde, inanıl maz derecede cesur bir yazardır. Bugün bile pek az yazarın yazabile ceği bazı meselelere temas etmiş. O devirde bunlar neden bu kadar haş lanmışlar, bir türlü anlayamadım. Ayrıca çok okur yetiştirmişler. Dü şünebiliyor musunuz, bugünkü gi bi reklam olanakları yok ama Ana- dolu’nun dört bir yanm a ulaşabil mişler. Yüz binlerce okur bulm uş lar. Ne olursa olsun, yabana atılır
20 O C A K 2002. SAYI 826
11
bir şey değil bu. Tekrar okuduğu nuzda görüyorsunuz ki, su gibi okunuyor. Sıkılmadan onların üze rinde çalıştım. O kadar ki, dizi bitti ğinde, bu roman anlayışı üzerine ki tap yazmayı düşünüyorum.
Biliyorsunuz, bu yazarlar hep ünlü Barbara Cartland ’a benze tilirler. Sizden böyle bir karşılaş tırma istesem, nasıl bir değerlen dirme yaparsınız?
Katiyen bir ilgisi yok. Ben onu da okudum. Barbara Cartland gerçek ten hiçbir değeri olmayan, sabun köpüğü denebilecek, vakit geçir mek için bile, iyi bir okurun buhran geçirebileceği kitaplardır. Am a özellikle Kerime N adir için bunu söylememe imkân yok. K. Nadir bir aile ortamını, ev içi sorunları, evliliğin ikiyüzlülüğünü, istenme den yapılmış evliliklerin sonucun da çok mutsuz kalmış kadınlan an latmış. Ve bunu da büyük bir usta lıkla yapmıştır. Sizde tanıklık ede ceksiniz, bizim anne-baba kuşağı m ızda boşanma yoktur. Kerime N adir rom anlannda, 30’lu, 4 0 ’lı yıllarda bu tarz boşanma meselele rini işlemiş nişan bozmadan, nikâh bozmaya kadar. Israrla da bunun yapılması gerektiği üzerinde dur muştur. Bu bile başlı başına çok önemli. Çünkü o yıllarda bir tek Kerime N adir’de var.
Kerime Nadir ve M uazzez Tahsin romanlarının yeni baskı larında dille ilgili olarak sadeleş
tirm e yap tığınızı söylüyorsunuz.
Aslında dillerinde bir an laştır maya gerek olm adığını düşünü yordum. Var mıydı gerçekten?
Şöyle var: Müddeiumumi gibi te rimler üzerinde durdum. Kerime N adir’in kendisi de, yanlış hatırla mıyorsam, 1980’lere kadar sade leştirme yapmış. Yine mesela, “mutluluk”u kullandım ama o dev rin duygusunu taşısın diye, “ sa adet ” i de bıraktım. Yani gerçekten dilimizden çıkıp gittiğine inandı ğım kelimeleri değiştirdim.
Son romanınıza gelelim. “Bu Yaz Ayrılıkların İlk Yazı Ola- cak”a. Hemen ilk sayfada André Malraux’nun: “Her roman aslın da bir otobiyografidir” sözünü görüyoruz. Okuyunca gerçek bir otobiyografiyle karşılaşıyoruz. Öyle ki, adınızı da açıkça kullanı yorsunuz. Bu pek sık kullanılan bir yöntem değildir.
Evet, gerçekten öyle. İsmimi kul lanıp kullanmama konusunda çok düşündüm. Bir yalan çemberini kırm ak amacıyla yaptım bunu. Ürkmedim değil. Ne kadar tuhaf mış, insan kendinden yola çıksa da, bir roman yazıyor bilincinde olsa da, kendi adını kullanırken irkili yor. Öte yandan insan tamamen başkasını yazdığını iddia etse de, kendi bakış açısından yazıyor. André M alraux’y a burada yüzde yüz katılıyorum. İnsan ne yazarsa yazsın, sonuçta kendi dünya görü şünü, kendi duygularını, kendi ya şadıklarını ya da yaşam ak istedik lerini yazar. Ama Selim adını ilk yazdığımda, o kadar zorlandım ki,
sonuna kadar soyadımı yazam a dım. Hâlâ bir kaçamak olsundiye.
Romanı okurken, yer yer anto lojiyle paralel yürümüş duygusu na kapıldım.
Aslında antoloji yedi yıl kadar önce yayımlanmıştı. O şundan kay naklanıyor: Ben m aalesef yavaşça güncel hayatı iyice yitirdim. Sade ce romanlar içinde yaşıyorum. Ger çek insanlarla roman kişilerini sü rekli karıştırıyorum. Bundan dola yı böyle oluyor. Bazen gerçek kişi lerden daha yakın, daha m üşfik davranırlar. Benim dünyamda ro man kişilerinin geniş yeri vardır. Belki bundan da kaynaklanıyor.
Romanda kendinizi anlattığı nız halde, okuyucuya aralıksız kahraman aratıyorsunuz. Gül- deren Hanım mı, Ester mi, Sırrı Beyle karısı Vecibe Hanım mı? Yoksa Halit Ziya Uşaklıgil’in oğ lu Vedad mı? En çok da o. Sonuç ta kahraman sîzken, bize roma nın kahramanını aratıyorsunuz adeta. Hemen hepsi de kahra man olamadan ölüyor.
Ölüm cül yanı ağır basan bir ro man. Yazarken de çok ıstırap verdi bana. Hayatımın üzüntülerle yüklü olduğu bir dönemdi. Bazen yazma yı bırakm ak istedim ama her sefe rinde bir görüntüyle yeniden dön düm ve bitirdim. Çok uzun zaman dır hiç bu kadar ıstırap çekerek yaz mamıştım. O andığınız insanlar, nasıl olup da belleğim de, Madam Ester hadi günceldi de, kalmışlar, anlaşılmaz. Birer ikişer çıkıp ken dilerini yazdırdılar. Kendi duygula rım la onların ortaya çıkışları adeta çakıştı. Duygularım o insanları ba na geri getirdi. Başta kısa öykü ola rak düşünmüştüm. Sadece Gülde- ren H anım ’ın evine gidip, o m ek tupları görmekti ki, gerçek yaşam da da oldu bu. Ama o kısa hikâye ile başladığım şey, birdenbire romana dönüştü. Hep birbirine benzeyen insanlar, ezilmiş, kırılmış, itilip ka kalanmış ve göze batmamış, olm a mış, olamamış insanlar. İyi ki de olamamışlar. Onların hepsi geri geldiler ve onları yazm ak bir borç gibi geldi bana.
Romanda en çok geçen sözcük ler: Yağmur, yalnızlık, ayrılık ve yazmak. Aslında bu sözcükler hem anlam hem de ses olarak bir birini çağrıştırıyor. Hele yağmu ru o kadar çok kullanıyorsunuz ki, “... yağmur yağmıyordu...” di ye yazabiliyorsunuz.
Evet çok iyi görmüşsünüz. Özel likle yağm ur beni çok etkiler. Bu romandan sonraya kadar yağmura tutkunluğum devam ediyordu. Yağ m ur daim a bana, insanın içini te mizleyen, aydınlatan bir şey gibi gelir. Yağmurlu, kasvetli havalan severim. İçimdeki bütün acıların, kötülüklerin arındığına inanırım. Ama çok tuhaf bir şey oldu geçen lerde. Yağmurlu bir gün, Serence- bey Yokuşu’nda, bir dostuma gidi yordum. Arabanın içinde o yağmur bana kendim kadar kasvetli geldi. Birdenbire artık yağmuru sevmedi ğimi anladım. Bunu da kaybettim.
Bir dönemin
İstanbul’unu
yakalamak açısından
müthiş bir belge diyor,
Selim İleri, yayma
hazırladığı aşk
romanları dizisi için.
Yazar, kısa süre önce
çıkan romanı “Bu Yaz
Ayrılıkların ilk Yazı
Olacak” üzerine
sorularımızı da
yanıtlıyor.
Bir şey daha kaybettiniz. Ayrı lık... Bu kitabınızı, roman yazma ya çalışan bir yazarın romanı di ye tanımlayabilir miyiz? K endi siyle didişm eleri öylesine yoğun ki, zam an zaman kalemi kâğıdı ahp, yazar için bir başlangıç tüm cesi yazmak isteği doğuyor insan da. Ya da o komşulardan birini kahram an yapmak... O arayışı çokiyi işlemişsiniz.
Biliyor ki o insanları yazdığı va kit, kimse okumayacak onu. Bir de öyle bir endişe var. O insanların an layışı, mantalitesi ne yazıkki, bizim ülkemizden 12Eylül 80’le birlikte veya daha önce yok edildi. Yazması gereken başka bir roman olduğunu da biliyor yazar. Orada kendisiyle m üthiş bir hesaplaşm a içerisinde.
Hakikaten bu hesaplaşm ayı yapı yordum ve böyle bir roman yazma yı da hiçbir zaman düşünmedim. Fakat bunu yazarken, o pasajlara böyle bir şey koyarsam ilginç olur dedim ve şunu fark ettim: B ir m a dam Ester’i, Ayhan’ı, Sevim Ha- nım ’ı yazarken ne kadar zorlanı yorsam, öteki, daha piyasa işi, tarih sosu bulanmış, biraz cinsellik ek lenmiş olanı daha kolay. Kendimde müthiş bir istidat keşfettim. Hızla yazabilirmişim. Bu türün ne kadar kolay olduğunu buldum birden. Ama sanırım bu tuzağa düşmem.
Kitapta yer yer mütareke yılla rı vs. dönemine yönelik, tipik tümceleri çekerek kullanıyorsu nuz. Özellikle cinsellikle ilgili. Sanki bunu da kullanabileceğini zi göstermek istiyorsunuz. Alaycı bir tonla. Özellikle b inlerini de kastediyor musunuz?
Şahıs değil ama bir anlayışın bu günkü roman anlayışımızın gelmiş olduğu noktaya karşı uzaklığını vurgulamak istedim. Tabii ki cin sellik de, politika da yazılm alıdır am a belli bir edebi düzey koruna rak. Oysabugün öyle bir okuryetiş- tirildi ki, onun beklentileri üzerine yazılıyor artık. Oradaki romancı da mütareke senelerinin en sonunda zaten büyük bir pi şmanl ık duyuyor burom anlanna baktığında. Yakup Kadri B ey’lerin, İlhan T araşların, o emeklerin nasıl har vurup harman savrulduğunu hissediyor ve herhal de yazamayacak o rom am . Bugün kü anlayışa çok uzak görüyorum kendimi. Edebiyat dediğim iz bir sanat yok bizde gibi geliyor.
O zaman postmodernizm üze rine ne düşündüğünüzü sorayım.
Postmodernizm de bir olanaktır tabii. Niçin kullanılmasın? Elbette kullanılm alıdır ama bozuk çeviri lerden veya Batı edebiy atının bizim dünyam ızla uyum sağlamayan eserlerinden yola çıkılarak yazıldı ğı takdirde, içinden çıkılmaz bir bil mece haline getirildiği düşüncesin deyim. A slında, bizde de var. A h m et M ithat Efendi bunu denemiş. Eskiden, “ Yerli renkleri var bu ya zarın” denirdi. Kalmadı artık. Çok ilginç bir şey, kimse yerli olm ak is temiyor. A m a biz acılar ülkesiyiz^ en bireysel yazıda bile bu ülkenin bir acısm a tem as etmezsek, bana yazarın hiç işlevi kalmadı gibi geli yor. M esela çok severim, Sait Fa- ik ’inbirsözü vardır: “Edebi eserler daha iyi, daha güzel, dahamüreffeh bir dünyaya yardım etmeyecekse, neye yarar? ” der. Bugün Türk ede biyatında toplum sallık kalmadı. Türk romanında, Türk hikâyecili ğinde demeyeceğim, çünkü özel likle genç yazarlarda o çabayı görü yorum, toplumsallıktan uzaklaşma görüyorum. Bugün bir Orhan Ke mal yok. Onun ardılı bir yazar yok. Bana sorarsanız, her zamankinden daha fazla Orhan K em al’e ihtiyaç var. Onun anlattığı insanların söz cüsü bir Orhan Kemal yok bugün. Ben onu okuduğum vakit tüylerim diken diken oluyor. Türkiye’nin en büyük yazarlarından birisidir; çüg,- kü hem soranları, hem de çıkış yol larını dile getirmişti. Ondan farklı bir çizgide olan Haldun Taner var. -j- O da taşlamasıyla bu topluma, top lumsalcı bir yaklaşım göstermiş. Bugünlere, yeni zaman piyeslerine bakıyorsunuz, uzayda geçiyor... Bana çok uzaklar.
Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkand romanlarıyla bir dönemin rüyalarına renk katmışlardı.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi