F İ K R E T
M U A L L Â
Türk Van Gogh’u
Fikret Muallâ’nın
Renkli Hayatı
Büyük resim dâhisi Picasso, en güzel
tablosunu ona hediye etm işti. Fikret Mu-
allâ da bir tablosunu Picasso'ya satabile
cek kadar kendisini kabul ettirm iş bir res
samdı. Türk ressamı Fikret Muallâ, şimdi
çağdaş dünya sanatının en Düyük isimle
rinden biri sayılmaktadır.
O, bir deli olarak ya
şamıştı. Fakat bir sa
natkâr olarak öldü...
Müzeler, tımarhaneler, karakollar, ha
pishaneler, sergiler ve meyhanelerde ge
çen fırtınalı bir hayattan sonra şimdi bu
büyük Türk ressamı Fransa’da, Alp dağ
larında bir köy mezarlığında yatıyor!...
İstanbul’da doğan ve Alp-
lerde sönen bir yıldız!...
Gelecek haftadan itibaren en yakın
arkadaşı TAHA TOROS'un kaleminden
onun renkli hayatını okuyacak ve bu
yazı
dizisi
süresince
mecmuamızda
Fikret Muallâ’nın
her hafta renkli bir
tablosunu bulacaksınız...
PARİS'TEKİ İLK GÜNLER — Fikret Muallâ, Paris’e yerleştikten sonra, sıh hatli günlerinde. Sonra sağlığı bozuldukça, Paris’in dağdağalı hayatı den gesini büsbütün sarsacak ve sanatçı huzuru bir dağ kasabasında arayacaktır.
Hayat
yeni yazı serisini su n a r: O
Türk Van Gogh’ u
Fikret Muallâ’ nın
Renk Dolu Hayatı
Y A Z A N : T A H A T O R O S
Tımarhaneler
,
meyhaneler
,
kara
kollar ve hapishaneler!... Bütün
hayatı fırtına gibi geçti... Sonra
huzuru
,
A lp dağlarında
,
her m ev
sim rüzgârların ıslık çaldığı küçük
,
ıssız bir köy mezarlığında buldu.
U
STA fırçasının yarattığı tipler ve tatlı renklerle, Paris'i büyüleyen Fikret Muallâ, öldükten sonra, sanat âleminin duvarla rına adı çivilenen ünlü bir ressam oldu. Efsaneleşmeye başlayan (İleride da ha da efsaneleşecek olan) bu sanat kârın ağzından da uzun uzun dinleye rek küçük bir broşür hazırlamayı tasar lamıştım. Bu satırları yazarken masa mın üzerinde uzun yılların mektupları, dokümanları, fotoğrafları ve kulaklarım da onun hıçkırıklı sesi var. Gözlerimin önünde bazen hiddetli, bazen manasız ve bitkin mlmikll çehresi canlanıyor.
Gençliğinde, İstanbul'un ünlü dokto ru Mazhar Osman'dan Fransa'daki hem ressam, hem ruh profesörü olan dok torlara kadar, meşhurların üzerinde dur duğu Fikret Muallâ; çok yönlü İsyanla rı, korkunç feveranları, bol küfürleri İle teskini güç, himayesi zor bir insandı. Ne var kİ, sanattan anlayanların ağır basan müşterek görüşleri, onun ileride değişik bir ressam olacağında birleşi- yordu. Bu itibarla, Muallâ’nın ruh çatı sındaki anormallikler, sanatkârlığına ba
ğışlanıyordu. Yerine göre edip, şair, hat ta bazı esprileri ile değme mizah muhar rirlerine taş çıkartan özellikleri vardı. Hele ertist tarafı çok üstündü. Az önce gülerken maziye ait aklına gelen bir olay üzerine, hıçkıra hıçkıra ağladığına şahit olmuşumdur. Dalgalı bir hayat içinde, yarınından korkan, vehimlerle dolu bir kişiydi. Polis ve casus korku su onu ürkek yapmış, bazen müteca viz ve isyankâr halleri ile, tehlikeli bir insan olmuştu. Şüpheci ve kavgacı bir tutumu vardı. Çoğu zaman küfürbazlı- ğıyle dostlarının bile kalbini kırardı.
DAİM A PARASIZ
p VET o, dalma parasızdı. Kıymetli '*""J tablolarını âdeta yok pahasına sa tardı. Karşılığında aldığını hemen o gün harcamayı âdet edinmişti. Sabah leyin eline 1 000 lira geçse, akşama bu nun tek lirasını üstünde bulamazdınız. Onu orijinal bir ressam yapan, belki, iç âlemindeki garip dalgalanışlardı. Bu İç âlem, bazen dış âlemde normal bir in san olarak yaşamasını engellemektey di. işte Fikret Muallâ, hayatı boyunca
bir dengesizlik içerisinde ezilmiş, kırıl mış, şaşırmış, savaşmış ve sonunda selâmeti ve huzuru Alp dağlarının ten ha bir köy mezarlığında bulmuştu. Fır çası ile renklere renk katan bu usta ressam, dünyada meşhur olacağını bil meden, bu şöhretin zerresini tatmadan ve yıllarca yurt hasreti çeke çeke, öm rünü yabancı bir ülkede tamamladı.
Picasso’nun tablo hediye ettiği res sam, Picasso'ya tablosunu satan res sam olarak Fikret Muallâ’nın, küremi zin her semtinde yayılan essiz eser leri hakkında verilecek hükmü, dünya nın ünlü müzelerinin ve özel koleksi yoncularının katologlarına bırakıyorum. Sağlığında onun İçin verdiğim «Türk Van Gogh’u» adını, ölümünden sonra
da yazdığım bir makalede İlk defa ben kullanmıştım. Bu yazılarla Türk okuyu cularına dünyanın İkinci Van Gogh’u olan Muallâ'yı ve onun hayatını sessiz bir filim seyreder gibi karşınıza çıkart maya çalışacağım. Onun bir sözü ile satırlarımı bitiriyorum; Hakikî sanatkâr lar, ölümlerinden sonra değer bulurlar.
SOYLU BİR AİLENİN OĞLU p İKRET Muallâ'nın ana ve babası. Is-
tanbul’un soylu ailelerindendlr. Ba bası İle iki dedesi, Cumhuriyet devrin den sonra tarihe karışan ve adı «Dü yunu Umumiye» olan dairede uzun yıl lar çalışmış, münevver kişilerdi. Os manlI İmparatorluğunun dış borçlarına • LÜTFEN 26’NCI SAYFAYI ÇEVİRİNİZ
BÜTÜN
YÜNLERİYLE
FİKRET MUALLÂ
Fikret Muallâ, Fransa’da kaldığı sürece bu satır ların yazarı arkadaşımız TAH A TO R O S’la sık mek tuplaşmış, ona üzüntüleri ni içtenlikle anlatmış, en beğendiği fotoğraflarından birini imzalayıp gönder miştir. Türk basını, uzun yıllar yabancı kaldığı Fik ret Muallâ'yı önce bu fo toğrafla tanımış, onun ta lihsizliğinden ve yaşadığı derbeder hayattan tek tük fasıllar sunmuştur. Şimdi Fikret Muallâ, bu yazı serisinde ilk defa bütün yönleriyle tanıtılmaktadıı. i *
-Î M / C i l
Türk Van Gogh’ u
F ik n t Muallâ’ nın
RenK Dolu Hayatı
alt hesaplan tutan bu teşekkül. Türk resmî dâ..elerinden farklı bir bünyeye sahipti. Büronun yönetimi, çoğunlukla yabancılar tarafından yapılırdı. Türk memurları, münevver ve Batı görüşlü olanlardan seçilirdi. Fikret Muallâ'nın iki dedesi ile babası, bu kültürlü, gör gülü toplulukta yetiştiler.
Anasının babası Agâh Bey, nezake ti, iyi kalpliliği ile tanınır ve sevilirdi. Kendisi ile çalışan terbiyeli, dürüst gençlerden Ekrem Beyi pek severdi. Bu sevgi sonunda, Ekrem Beyi kendisine damat yaptı. Ekrem Beyin babası da Düyunu Umumiyeden yetişmişti. Fikret Muallâ, aile şeceresini anlatırken, •...hu
lâsa biz. Düyunu Umumiyeli bir aile yiz!..» derdi. (*)
Ana tarafı Üsküdar'da, baba tarafı kısmen Kadıköy'de, kısmen Rumelihisa rı'nda oturmuş, çevrelerinde terbiyele ri ile, asaletleri ile tanınmış ve sevil miş kimselerdi. Ekrem Beyin soyunda erkek çocuk fazla, kız çocuk azdı. Aile de gelenek gibi devam eden bu halin değişmesini Ekrem Bey, doğacak çocu ğunun kız olması ile pek istemişti, İlk çocuğunun erkek oluşu, «Fikret» e daha çok bir kadın adı olan «Muallâ» nın ve rilmesine sebep oldu. Hatta, ailenin şek len olsun arzusunu tatmin için, uzun yıl lar Fikret’in saçını kesmemişlerdi. Mu allâ, uzun süre kız gibi uzatılan pırıl pı rıl saçlarla gezdi. Bunlar kesildiği za man hüngür hüngür ağladığını ve uzun süre, utancından sokağa çıkamadığını maziden bir tablo çizer gibi, anlatır du rurdu. Kendisinden 12 yıl sonra doğan kardeşi «M elih» in de, 4 yaşına kadar, saçlarına makas dokundurulmamıştı.
Ekrem Bey, Nuber Hanımla 1901 yılın da evlendi, ilk çocukları Fikret Muallâ, 1903 yılında doğdu. Ressamımızın ölü münden sonra yapılan yayınların çoğun da doğum tarihi yanlış olarak 1904, hat ta 1905 şeklinde gösterilmiştir. Bu, ta mamen hatalıdır.
Muallâ'nın çocukluğu, Kadıköy'de, Bahariye'deki Bakla Tarlası na bitişik evde geçti. Mahalle arkadaşları ile iyi münasebetler kurdu. İlkokulda zeki ve atılgan bir öğrenci idi. En çok futbola meraklıydı. Mahalle takımında oynar, bazen dayısı Hikmet Beyle birlikte, Kuşdili çayırına maç seyretmeye gider di. İstanbul'daki küçük, büyük futbol maçlarının hepsini heyecanla izlerdi. Kendisi de kâh Kuşdlli'nde, kâh Bahari- ye'de, Bakla Tarlasında topun
mıknatıs-( * ) Düyunu U m um iye Şu b e M ü d ü rlerin den Agâh B ey (1860 - 1933), yine Düyunu Um um iyeli b ir d aire m üd ürü nün kızı olan R efik a H anım la evliydi. E sa se n Düyunu U m u m iy d iler, âd eta b irb irle rin d e n kız a b p v erirlerd i. Agâh B ey de büyük kızı F ehim e H anım ı, y ine Düyunu U m um iye cam iasın d an olan K âm il B ey le ev len d ir m iş « . Çok m esu t yaşayan bu ç ift, ço cu k suz ö ld ü ler. Agâh B e y in ik in c i k ızı N uber H anım (1 8 8 3 - 1918) Düyunu U m um iye Zat İş le r i M üdürlüğüne k ad ar y ü k selm iş olan E k re m B ey le (1873 - 1938) ev lend i. B u n dan, ressam ım ız F ik r e t M uallâ (1903 - 1967) ile , E k iş e h lr ’de p ilot ik en şeh it o lan H ü seyin M elih (1 9 1 5 -1 9 4 1 ) doğdu. Agâh B e yin te k oğlu H ik m et Bey (1895 - 1958) ise y ılla rca D enizcilik B a n k a s ı’nda ça lışm ış, F e n e rb a h çe 'n in solaçığ ı o larak ün yapm ış b ir sp orcu yd u . F ik r e t M uallâ, a k ra b a la rı arasın d a en ço k dayısı H ik m et T o p u z er'i sev er, P a r is 'te k i ak ıl h astan esin d e ik en yalnız o nu nla m ek tu p laşır, d e rtle şird i. F ik r e t M u allâ, H ik m et Bey için , «H er iki m anada b an a dayı olm u ştur» derdi.
Iı cazibesine tutulur, saatlerce, delice sine koşarak oynar, akşamları eve kan ter içinde dönerdi. Derslerini ihmal ede cek kadar bu ölçüsüz temayülü, baba sını üzmekte ve düşündürmekteydi, O- nun tembihlerine kulak vermeyen Fikret Muallâ, bir gün kendisini Galatasaray Lisesinin yatakhanesinde buldu.
AYAĞINI KIRIYOR
U KREM BEY; hem ölçülü, disiplin ■L j içerisinde oyun oynaması, hem iyi bir kültür alması için, oğlunu Galata saray Sultanîsi'ne yatılı vermekten başka çıkar yol bulamamıştı. Halbuki Muallâ, hayatında ünlü bir futbolcu ol mak hevesine kapılmıştı. Felek yâr ol madı. Bir gün kurduğu hayaller, rüzgâ rın alıp götürdüğü bulutlar gibi kaybol du. Fırtınadan çatırdayarak yıkılan es ki ağaçlar gibi, Muallâ da bütün haya tiyetini, gençliğini futbol yüzünden ha rap etti. Top oynarken topuğundan ağır şekilde sakatlandı. Aylarca hastanede ve sonunda evinde hareketsiz, ıstırap içerisinde yattı. Ayağındaki alçı, ruhun daki sıkıntıyı katılaştırdı. Bu yüzden ar kadaşlarından bir sonraki sınıfa kalışı, ruhundaki çiçekli emelleri soldurdu.
Hastalığı sırasında penceresinden ma halle çocuklarının şen ve şakrak top oyunlarını seyrettikçe morali bozuldu. Bütün bu olaylar terbiyeli ve uslu Fik ret Muallâ'nın mizacı üzerinde derin te sirler yaptı. Hırçın ve asabî oldu. He le okul arkadaşlarından bir yıl geri ka lışı, gönlünce koşup top oynayamama sı, İçindeki öfkeyi büsbütün artırdı. To pallayarak sokağa çıktığında bu sakat lık onu, aşağılık duyguları içerisine iti yordu. Sanki sokaktan geçen herkes onun topallayan ayağına bakıyor, mahal le kızları haline üzülmekten çok, ona gülüyor gibiydi. Muallâ, kendisini, top lumun yadırgadığı, hatta ayıpladığı le keli bir adammış gibi görüyordu. Bu ruh çalkantısı İçinde sinirleri bozuldu. Mektep dönüşlerinde, mahalledeki kız lara gözükmemek için, yolunu değiştir meye, tenha sokakların karanlık ve ıs sız köşelerinden gelip geçmeye, isten meyen bir adammış gibi, herkesten kaç maya başladı. Muallâ’da baş gösteren bu sinirlilik hali, genç annesinin ölü mü üzerine çoğaldı. Babasının evlen mesi ile de cinnet derecesine ulaştı.
ANNEMİ BEN ÖLDÜRDÜM!.. Muallâ'nın iç düzensizliğini artıran en büyük sebeplerden biri de annesinin genç yaşta ölümü olmuştur. Acı müta reke seneleriydi. Düşmanların İstan bul'u işgali yetmiyormuş gibi, yurdu Is panyol nezlesi adı ile anılan, kolera gi bi. salgın bir hastalık sarmıştı. Avru pa'yı kasıp kavuran bu hastalık, Türki ye'nin limanlarından — işgal kuvvetleri gibi — rahat rahat girerek evlere yer leşti. Fikret Muallâ, Galatasaray'da ya tılı okuyordu. Ispanyol nezlesinin mik ropları evvelâ Beyoğlu semtini tehdit etmişti. Muallâ. oradan aldığı mikrobu hafta sonu tatilinde eve götürmüştü. Ev halkının hepsi yatağa düştü, ölümün keskin tırpanı, Ekrem Beyin evinden, zayıf bünyeli Nuber Hanımı seçti. 1918 yılında, 35 yaşındaki genç anne, mahal lenin göz yaşları arasında toprağa ve rildi. Muallâ 15, kardeşi Melih 3 yaşın da öksüz kalmışlardı.
Fikret Muallâ, bu olaya kendisinin se bebiyet verdiği töhmeti içinde, büsbü tün sinirleri bozularak, üzüntü ile şuur suzluk arasında bocalayıp durdu. Bu sı rada Fikret Muallâ'yı çileden çıkaran başka bir olay, hırçınlığını kamçıladı. Bu, Nuber Hanımın ölümünün 41'inci gü nünde Ekrem Beyin yaptığı iddia edilen bir hareketten doğmaktaydı. Ekrem Bey, bir gün hizmetçi kadına, gece yatısına bir misafir geleceğini söylemiş. Ekrem
Beye gelen bu misafir meğerse bir ka dınmış!
Hizmetçi, hafta sonu tatilinde, Gala tasaray Lisesi’nden gelen Fikret Mual- lâ’ya durumu gizlice anlatınca, Muallâ bir plan kurmuş. Hafta içinde gece mek tepten kaçarak gizlice eve gelmiş. Mi safir kadınla karşılaşmış ve bu meç hul misafiri bir yumrukla yere devire rek kulak zarını patlatmış!
Bu skandali komşuları da hoş karşıla mamışlar ve Ekrem Beye, münasip bir kadınla evlenmesini telkin etmeye baş lamışlar. Ekrem Bey, etrafın teşviki İle evlenmeye karar vermiş, uzaktan akra ba sayılan Behice Hanım münasip gö rülmüş. Behice Hanım o sıralarda taş rada bir subayla nişanlıymış. Onu zor la ayırıp Ekrem Beyle evlendirmişler.
Gel gelelim, Fikret Muallâ'nın bu üvey anneye kanı kaynamamış. Zamanlı zamansız, mutfaktaki yemekleri yiyip, kapları ortaya atarak, bazen yemekleri ortalığa dökerek kadıncağıza eziyet et meye ve hakarete başlamış. Bu feveran- lı arılarında küçük kardeşi Melih'i de insafsızca dövmeye başlamış. Hatta bir gün, babasına bile el kaldırmaya yel tenmiş.
Çevresinden ve dayısı Hikmet Beyden dinlediğimiz bu vakaları, bir kere de Fikret Muallâ’dan işitmek istedim. Son yıllarını geçirdiği Alp dağları eteğinde ki inziva evinde beni misafir ettiği gün lerde hep İstanbul'dan, hep hayal ol muş maziden ve hatıralardan konuştur maya çalıştım. Aldığım notlara ait def terimi açıyorum. Ağzından çıktığı gibi not etmiştim. Fikret, bana aynen şun ları söylemişti o zaman:
— Ben, Galatasaray'da leyliydim. Ba bam, anamın eti toprakta çürümeden ge celeri eve uygunsuz bir kadın almaya başlamış. Bunu hizmetçiden duyunca, bir gece mektepten kaçtım, ölümünün acı sı henüz kalbimde küllenmemiş olan anamın yatağında bir yabancı kadını görmek değil, hayal bile etmekten ür- periyordum. Babamın bu davranışı kal bimi hançerledi. Evde bu yabancı kadı nı bulunca, bir yumrukta kulağını pat lattım. İşte babamla aramdaki ilk uçu rum böyle başladı... Babam, o zamana göre ayıp sayılan ve evimize gayri meş ru bir kadın getirtmenin kendi terbiye sine ve yetişme tarzına uygun düşme diğini anlamış olacak ki, evlendirilmek üzere, münasip bir kadın bulmalarını ya kınlarına söylemiş. Uzaktan akraba olan Behice Hanımı salık vermişler. Bu Be hice Hanım, güzel gözlü bir Çerkez kı zıydı. Bize üvey anne oldu. Fakat ben,
KIZ GİBİ BÜYÜTÜLEN ÇOCUK — Düyu nu Umumiye Muamelat Müdür Muavini Ekrem Bey, İlk oğlu Fikret Muallâ'yı bir kız gibi büyütmüştü (solda). Üstte, F. Muallâ'nın bebeklik günlerindeki resmi.
kritik yaşın icabı olarak mı. yoksa faz la hassas bulunduğumdan mı bilmiyo rum, bir türlü annemin yerini alan bu kadınla geçinemedim. Kardeşim Melih küçük olduğundan o, çabucak adapte oldu. Üvey annemizden 1926 yılında Re- yan adında bir hemşiremiz doğdu.» BABASINA EL KALDIRAN ASİ ÇOCUK!
T_T
AYAL ettiklerini bulamayan, istek- lerlne kavuşamayan delikanlıların bir huzursuzluk devresi vardır. İşte Mu allâ, zaman zaman içine sığmayan öl çüsüz taşkınlıkların çemberi İçinde kal mıştır. Sağanak gibi gürültülü, bir dağ seli gibi köpüklü anlar yaşamaktadır. Bu çağlarda onun çıktığı merdivenlerin emniyet parmaklıkları yoktur. Hırçınlık lar ve muvazenesizlikler içerisinde ba şını bir tehlikeye çarptıracak anlar ya şamaktadır. Ne büyüklerin nasihatlerini dinler, ne koluna girerek yol gösteren dostları sayar... Galeyanlar ve hezeyan lar onu tamamen mütecaviz bir tip ha line koymuştur. Zamanla doktorluk, ec- zanelik, ufak tefek olayları İle polislik vakalar takip eder. Anasının yerini hak sız yere aldığı kanaati İle, hıncını üvey annesi Behice Hanımdan almak İster. Sık sık onun eşyalarını bavula doldurup sokağa atar! Bu feveranları, anormal ha reketleri babasına da ağır gelmektedir. Bir gün böyle bir vaziyette baba - oğul karşı karşıya gelirler. Oğlunun hırçınlı ğını önlemek İsteyen Ekrem Beye öz evlâdı el kadırır! Ekrem Bey, bir yum rukta yere serilir. Hayatının sebebi olan babaya el kaldırması, Muallâ'nın aley hinde çevreyi harekete geçirmiştir. Ni hayet Muallâ, aklından zoru bulunduğu damgası ile Bakırköy Akıl Hastanesi'ne yatırılarak ünlü doktor Mazhar Osman' ın ihtlmamlı tedavisine terk edilmiştir.Oğlundan yumruk yiyen zavallı baba, Düyunu Umumiye'nln centilmen bir İs tanbul efendisi Ekrem Bey, İnancını yi tirmiş. bitkin ve bahtsızlık içerisine gö mülmüştür. Oğlunun aklî muvazenesi üzerinde doktorlarla yaptığı endişeli te maslardan sonra, kararını verir. Esasen ona oğlunun muhitten, hatta İstanbul dan uzaklaştırılması tavsiye edilmiştir. Fikret Muallâ da zaten bunu arzulamak tadır.
Galatasaray'da bir yıl kaybederek 8'ln- ci sınıfı okumuş olan Fikret Muallâ, mü tarekenin karanlık ve en acı günlerinde baba evinden ayrılır, yurt dışına tahsi le gönderilir.
Gelecek Hafta: MUALLÂ, AVRUPA'DA
a y a
P a r k t a İki K iş i
TA H A TOROS KOLEKSİYONUNDAN EBADI: 23 sm. X 29 sm.Türk Van Gogh’u Fikret Muallâ’ nın Renk Dolu Hayatı:
2
Meyhane
M asasında
Striptiz
“ İçki parasım vereme
yeceğimi anlayınca sar
hoş kafamla masanın
üstüne fırladım. Önce
saatimi,
sonra göm
leğimi, fanilamı çıkar
tıp patrona attım. Bü
tün halk beni seyredi
yordu. Nihayet panto
lonumu çıkardım. O-
nu da fırlattım attım...,,
YAZAN: TAHA TOROS
M
UALLÂ 17 yaşındayken İsviçre'dedir. İstanbul'dan İsviçre' ye gidişini bana şöyle anlattı: «Babamla kavgalı olduk. Ev den uzaklaşmak, bir macera seyahatine çıkmak, Avrupa’ya kaçmak İstiyordum. Orada mühendislik tahsili yapacaktım. Slrkeci'den trene atladığımız gibi İki ar kadaş yurttan ayrıldık. Zürlh'e geldik. Mevcut paramızı İsviçre'de güzelce yi yip bitirdik. Orada birçok talebe vardı.Onların da mütareke sebebiyle ailesin den paraları gelmiyordu. Talebeler bir lenerek Türk Konsoloshanesine baş vur duk. Allah rahmet eylesin, Konsolos Rı za Bey namında çok İyi kalpli, babacan bir adam vardı. Avrupa'da tahsilde bu lunup da memleketinden parası gelme yen talebeler için. Hıdiv ailesinden Prens Aziz ile Prenses İffet maddi yrrdmıda bulunuyorlardı. Bu yardım Rıza Beyin delaletiyle yapılıyor ve tale
belerin tahsile devamları sağlanıyordu. Rıza Bey, beni de bu yardım gören talebelerin arasına koydu. Bir müddet Zürih'te tahsilime devam ettim. Daha sonra Heidelberg'e gittim. Rıza Beyden topluca bir para almıştım. Onlar bitmek üzere iken Berlin’e geçtim. Güzel Sa natlar Yüksek Okulu’na devama başla dım. Param bitmek üzere iken Mısırlı Abbas Hilmi Paşa'ya bir mektup yaz dım. Bana burs verdi. Bu bursla evve
lâ Güzel Sanatlar Okulu’nun desinatör- lük kısmma devam ettim. Bir de bak tım ki, bizim Hale ( t ) resim kısmında okumuyor mu? Hemen ben de o kısma naklettim. Hocamız meşhur tarihî tab loların ressamı Von Arthur Kamph idi. Gençlik yıllarımı Berlin'de geçirdim. Hem resim sanatını öğrendim, hem me denî kızlarla nasıl arkadaşlık yapılır, bu nu öğrendim.»
• LÜTFEN SAYFAYI ÇEVİRİNİZ
KIZ ÇOÇUK ÖZLEMİ
Ailesi, Fikret MualIS'nın kız olmasını arzulamıştı. Ona Muallâ adının verilişi bu yüzdendir. Netektm, çocukluk yıllarında ona hep kız kıyafetleri glydirmişlerdir.
MUZİP SANATÇI
Fikret Muallâ’nın klasikleşen ve en beğenilen resimlerinden biri. Muzip ba kışları, akıl hastanesinde kaldığı günlerde de parlaklığını kaybetmemiştir
Meyhane
Masasında Striptiz
Fikret Muallâ, uzun süren Berlin'deki tahsil hayatından sonra, 1926 yılında pekiyi derece ile diploma aldı. 1927 yı lında da Paris’e geçti. Aynı yılın sonun da vatana dönen Fikret Muallâ, babası ile barıştı, Galatasaray Lisesi’ne resirr hocası olarak tayin edildi.
FİKRET M UALLÂ'NIN HOCALARI 1\/T UALLÂ, resme olan sevgisini ve
hocalarını bana şöyle anlatmıştır: ■Galatasaray Lisesi'nde okurken ilk resim hocamız Arslanyan'dı (2 ). Çok süratli çalışır, herkesin az çok resim le alkkası olmasını talebelerine telkin ederdi. Sevimli adamdı. Bir yıl sonra resim hocalarının sınıfları değiştirildi. Bize meşhur Şevket Hoca (Şevket Dağ) geldi. Şevket Beyin ilk dersini hiç unut mam. Cebinden çakısını çıkartıp bir kurşun kalemin nasıl açıldığım gösterdi. Talebelere her derste bunu tekrar etti rirdi. ilk resim hevesini Arslanyan ile Şevket Dağ'dan aldığım sırada ressam Sami Beyin Kurbağaltdere’deki kazlarla, ördeklerin bir filo şeklindeki tasvirin den çok duygulanmıştım. O zaman İçim de bir şeylerin kımıldadığını hissettim. İşte o çocukluk yıllarının pırıl pınl ha yalleri beni demek ki İleride bu yola sevk edecekmiş.
«A sıl ressamlığımı Berlin'de Güzel Sanatlar Yüksek Mektebi Direktörü Prof. Von Arthur Kamph'a (3) borçluyum.»
BERLİN’DE KALAN SEVGİLİ
F
İKRET Muallâ, Berlin'den İstanbul'a, biri çantasında, biri kalbinde taşı dığı İki varlıkla döndü. Çantasındaki, fırçasını renklendiren akademi diploma sı, kalbindeki, ileride eş olarak seçtiği meslek arkadaşı güzel bir Alman kızı nın sevgisi idi.Bu dönüşe ait hatıralarını kendi ağ zından iki defa dinledim. Sirkeci Garı' na soluya soluya ulaşan trenin düdüğü nü hâlâ unutamamıştı. Doğruca Kadı köy'de bakla tarlasında, köşe başındaki baba evine inmişti. Yarı sesvinçli, yarı ürkek, fakat kendi tabir ve tarifi İle — kalbi körük gibi göğsünü şişirip, in direrek _ kapının ziline dokunmuştu. Küçük kardeşi Melih, nerdeyse delikan lı olmuş; üvey anne, güzel bir kız do ğurmuş ve onu güler yüzle karşılamıştı. Geçen zamanın ağırlığı üzerine sin miş olarak akşam yemeğinden sonra Muallâ'yı garip bir hüzün kolları arasın da sıkmıştı. Senelerce önce, anasının son nefesini verdiği odada serilen yata ğı yadırgadı. Sabaha kadar uyku denen tatlı misafir gözlerine değil, odaya, hat ta ona göre mahallenin bile semtine uğ ramadı!
Sabahın erken saatinde de teyze si Fehime Hanımla dayısı Hikmet Beye uğradı. Nedense Muallâ. ana tarafına fazla tutkundu. 8u tutkunluk belki de. üvey anneye antipatislnden İleri geli yordu. Bir, iki gün dayısında kal dı. Eve dönünce Melih'ln okulu ile meşgul oldu. Eski mahalle ve mektep arkadaşlarını buldu. Onlarla Kuşdili Ça yırına gitti. Bir ressam gözü İle Kur- bağalıdere'nln pitoresk halini tablo ha line getirdi. Bu tablosunda denizle bir leşen derenin sonunda yüzen kazları, ördekleri, ne güzel tasvir etmişti...
Aradan birkaç gün geçince babasına Berlin’deki hayatından, sevdiği bir kız dan bahsetti. Onunla evlenmek istedi ğini söyledi. Ekrem Bey geleneğe bağlı, muhitinin görüşüne boyun eğen bir ya radılışta idi. O sırada oğlunun bir A l man kızla evlenmesine razı olmadı.
Ara-liFÎETI 261
ya dayısı girdiyse de, Ekrem Bey, Nuh dedi, peygamber demedi!
MEYHANEDE REZALET
M
UALLÂ, İstanbul’a, Berlin'den, Pa ris'e uğrayarak gelmişti. İstanbul' da kendine uygun bir iş bulamadı. Mu hiti değişince, içkisini de değiştirdi. Meyhanelere devam eder oldu, işsizlik ve ressamlığın Türkiye'de geçer akçe olmaması onu, kalbinden yaralamıştı. Eve gece yarıları geliyor, yine üvey an nesi ile babasını huzursuz bırakan tat sız hareketler yapıyordu.Babası onun bir iş tutmasını istiyor du. Bazı tavassutlarla, vaktiyle talebe liğini yaptığı Galatasaray Lisesi'ne re sim hocası olarak tayin edildi. 1927 - 1928 yılına rastlayan Fikret Muallâ’nın bu hocalığı, maaşı bakımından pek hoş değildi. Bazen Batılı, bazen, eski Ka- sımpaşalı edası ile resim dersleri ve riyor ve Beyoğlu'nun ara sokaklarında, eski bir evin tavan arasında, bohem hayatı yaşıyordu. Ne var kİ, resme, he le o zaman, değer verenler pek azdı. Eş dost, biraz da bedava cinsinden, on dan resimler alıyordu.
Galatasaray Lisesi'ndeki resim hoca lığı pek kısa sürdü. Ara sıra hususî ders de veriyordu. Bir akşam Galata saray’da resim hocası iken, başından geçen şu vakayı katıla katıla anlattı:
«Bir gece içkili bir gazinoya gittim. Yedim, içtim. Garson hesap pusulasım getirdi. Etimi cüzdanıma attım kİ, he sabı ödeyecek param yok! Garson he
men patrona koştu. Patron geldi, aynı şeyi ona da söyledim. Adam, ters ters bakıp garsonlara döndü: 'öyleyse soyun keratayı!' dedi. Yani ceketimi ve saati mi, her şeyimi rehin almak istedi.
•Ben sarhoş kafamla masanın üstüne fıHadım. Kolumdan saatimi çıkartıp yük
sek sesle bağırarak patrona attım. Ar kasından gömleğimi çıkartıp attım. Fa nilamı da çıkartıp garsonlara doğru sa vurdum. Bütün halk beni seyrediyordu! Pantolonumu da çıkardım. Onu da pat rona doğru fırlattım! Neredeyse İş kü lota kadar gelecekti. Tam o sırada pat ronun oğlu, yaklaşıp: Ne yapıyorsun baba? Bu, bizim resim hocası' demez mi?
«Patron, utancından beni masadan in dirtti. Fırlattığım pantolon ve fanilamı geri verdi ve işi tatlıya bağladı! Fakat iş bununla kalmadı. Hadise, mektep İda resine aksetti. Bir taraftan da Maarif Vaklâeti, olayı duymuştu. Esasen bana çok az maaş veriyorlardı. Asil hoca de ğil. vekil ve namzet hoca imişiml Ay lığım da kâfi gelmiyordu. Buna kızıp Maarif Vekâleti'ne bir İstifa mektubu gönderdim, çok kısaydı ve sonu şöyle bitiyordu: 'Yerime, bu maaşla çalışa cak başka bir enayi tayin buyrulması- nı rica ederim.'»
Gelecek Hafta:
Boşta kalan Fikret Muallâ, çaresizlik ten üzgün olarak Anadolu'da bir hoca lık istemişti. İstanbul'daki bazı polis vakalarının tekrarlanmasından da kur tulacaktı. Ayvalık Ortamektebine resim hocası olarak tayin edildi. Burada tabi atla baş başa, sükûnet içerisinde, kısa bir müddet yaşadı. Bir aralık mangal kömüründen zehirlendi, güç kurtarıldı. Yine polislik vakalar ve sinirli haller nüksetti. Bir gün ortamektep müdürü nü dövdü. Kendisine disiplin cezası ver diler. O sıralarda Ayvalık'ta elektrik yoktu. Berlin'de pırıl pırıl elektrik ışığı altında 6 yıl kalan Muallâ. Ayvalık'ta gaz lambasının, fersiz ziyası altında fır ça kullanıyordu. Sonunda Maarif Vekâ letine gönderdiği bir dilekçede Ayvalık' ta resim dersinin lağvedilmesini, elektri ği olmayan bir kazada resim hocasına İhtiyaç bulunmadığını bildirdi!
GÖZÜ OYULAN PORTRELER
Y
ENİ nesil, Salâh Clmcoz'u bilmez. ■ Bu. ne acayip İsimdir- der. Garip görünen bir isim de olsa. Salâh Cim- coz, Türk nükte edebiyatının veya po litika nüktesinin yaratıcı simalarından, sanatsever, renkli bir kişidir. Eski Jön- türklere karışan, daha sonra ittihatçı lar arasında iyi bir mevkii bulunan Sa lah Cimcoz, Birinci Dünya Savaşı so nunda Malta’ya sürülmüş, Cumhuriyet devrinde İstanbul Belediye Meclisi aza sı ve mebus olmuştur.Fikret Muallâ. Ayvalık hadisesinden sonra böyle bir sanatseverin
hlmayesl-HOCASI VE HAMİSİ — Şevket Dağ (1875 -1945), Muallâ’nın Galatasaray Lisesi’nde lik resim hocasıdır (solda). Sanatçıyı İstanbul’da himaye edenler den biri de Salah Cimcoz olmuştur.
ne girmiştir. Salah Cimcoz'un Kadıköy' de, bahçe içerisinde büyük bir ko nağı vardı. Fikret Muallâ'ya bahçesin deki müştemilâtta bir yer ayırdı.
Salah Cimcoz, Muallâ'yı sanatı ve maddi kudreti bakımından tatmin et mek için o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker ile görüştü. Bu temas sonunda. Fikret Mu- allâ’ya devlet büyüklerinin, toplu halde büyük bir panosu sipariş edildi. Fikret Muallâ, kolları sıvayıp bu siparişin coş kunluğu ve heyecanı içerisinde günler ce çalıştı. Bir taraftan da içkisine de vam etti. Nihayet günün birinde, Kala mış'taki bir meyhanede yapılan müna kaşadan sonra Salah Cimcoz'un evine koştu, hemen hemen tamamlanmış olan portreleri illetle birer birer kesip attı. Bıçakla portrelerin gözlerini oydu ve devlet büyüklerine düzensiz, uygunsuz sözler sarf etti. Bunu haber alan Salah Cimcoz pek üzüldü ve Fikret Muallâ'nın bir akıl nastanesi misafiri olmaması için giriştiği çabalardan umudunu kesti.
(1 ) H ale Asai (1 9 0 5 - 1937): P a r is'te ölen ünlü kadın ressam ım ız.
(2 ) V içen A rslanyan (1 8 6 8 - 1937): Ünlü b ir İstan b u llu E rm en i ressam .
( 3 ) A rthur K am ph (18 6 4 - 1950): T arih i tab lo larıy le ünlü b ir Alman ressam ı
FİKRET M U M U . AKIL HASTANESİNDE
En sanunda ıstırap dolu hayatı bir inziva köyünde sona erecek ve yurdunu görmeden gözlerini kapayacaktır.
MUALLA'NIN PARİS HAYATI
Muallâ, 1938 yılını 1939 yılına bağla yan günlerde Paris'e ayak basar. Mev cut parasını 6 ay içerisinde yer, bitirir. Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı 'na girişi ile hayatında bir sıkıntı başlar. Artık cüzdanı boşalmış, lüks lokanta ve kaba relerden mahalle kahvelerine düşmüş tür. Ucuz şaraplarla midesini oyalaya rak yaptığı tabloları boğaz tokluğuna satmaktadır. Hastalığını, yaşlılığını, ileride çalışamayacak günlerini, ödeyece ği ev kirasını, giyeceği üst başı düşün meden hesapsız geçirdiği, kısa, parlak hayatından pişmanlık duymaktadır.
İkinci Dünya Savaşı'nda. Almanların Paris’i İşgali sırasında gözleri parıldar. Güzel blidiği Almancası ve Berlin’de okumuş olmanın imtiyazı ile işgalciler le temaslar arar.
Almanlara İlk yaranması, Muallâ’nın hayatında daima tenkit edilen bir ko nu olmuştur. Komşusu Musevî bir ka dını jurnal etmesi ve Almanların bu ka dını kampa kaldırıp belki de öldürmüş olması, Fikret Muallâ'ya yöneltilen ten kitlerin en acısıdır. Kendisine göre, bu Musevî kadın, Muallâ’yı borcundan dolayı sıkıştırmaktadır. Hatta oturduğu evden attırma çabasındadır. Muallâ, bu yüzden bu Musevî kadının baskısından kurtulmak İster. Muallâ'ya göre, esasen milletler, insanlar değer ve kalite ba kımından eşit değildir! O . milletleri bir sıraya tabi tutar. Ona göre dünyada en sevimsiz kavim, Yahudilerdlr.
Garip adamdı Muallâ.. Türkiye’de oturan vatandaşları gruplara ayırır, tef rikler yapardı. Komünistleri de sevmez di. Onlardan çok korkardı ve her an kendisine bir tehlike geleceğini sanırdı. Sağcı mıydı? O da belli değildi. Belli olan bir şey vardı: En sevdiği millet, İranlIlardı. Nedendi bu, bilinmez! İran’ ın ve İranlIların âdeta meddahı idi. Se bebin! sorduğum zaman, fazla izahat vermemiş. «Eski bir millettir de ondan» gibi laflarla konuyu kapatmıştır.
Paris’teki arkadaşlar, Muallâ'nın İran lIları sevmesini bana şöyle yorumla mışlardı:
Muallâ parasız kaldıkça, Paris’teki Iran Elçiliğine uğrar, oradaki müsteşara tablolarını götürürmüş. Her götürdüğün de müsteşar, onun resimlerine değer verir ve satın alırmış. Hatta bayram ları ve Nevruz günleri Muallâ’ya ceket. Jİdiven ve ayakkabı gibi şahsî eşyala rını da hediye edermiş. Muallâ'nın Pa- •is'teki iralıları sevmesi, belki de se faret müsteşarının bu gibi yardımların dan ileri gelmekteydi...
Muallâ, Paris’te yıllarca <7. Impasse du Rouet = Paris XIV* de oturdu. Son radan burasını Paris'te yaşayan ünlü ressamlarımızdan Selim Turan satın al mıştır. Halen ona aittir.
Muallâ, Paris'te çoğunlukla Montpar- nasse'daki meşhur Dôme kahvesinde va kit geçirmişti. Evinde yaptığı tabloları bu kahveye getirir, sağa, sola göstere rek satmaya çalışırdı. Tablolarına hiç bir zaman yüksek fiyat istememişti. O günkü rızkını çıkarabilecek bir fiyat bul duğunda, hemen karşılığını almış ve masasına şaraplı bir sofra kurdurmuş- tur. ikinci Dünya Savaşı sırasında Pa ris'teki hayatı da bazen perişanlık için de, bazen orta halli himayelerle geçmiş tir. Kâğıt bulamadığı zamanlar çok ol muştur. Meyhanelerde içtiği şarabın pa rasını veremediği günlerde garsonlardan dayak yediğini çok kimse bilmektedir. • LÜTFEN 26N Cİ SAYFAYI ÇEVİRİNİZ
B U ı z )
YAZAN: TAHA TOROS
B
ABASI ile aralarında geçen olaylardan sonra akıl hastanesinde kı sa bir müddet kalan Fikret Mu- allâ’yı o devrin ünlü asabiye mü tehassısı Prof. Dr. Mazhar Osman hi maye etmişti. Mazhar Osman ona, azı lı deliler koğuşunu göstermeden husu sî muamele yaptı. Filozof, şair ve mu sikişinas Neyzen Tevflk de o sıralarda akıl hataneslnde yatıyordu. Neyzen, ay nı zamanda edebi kültürü üstün bir İn sandı. Fikret Muallâ’yı onun odasına ya tırdılar. Muallâ. 6 ay kadar onun yanın da kaldı. Ona göre edebiyat namına ne bilirse üstadı Neyzen Tevfık’ten öğren mişti. O kadar ki, Muallâ taburcu edl- Urken, Neyzen'den ayrılmak İstemedi.Fikret Muallâ’nın son defa akıl hasta nesine gönderilişi, Beyoğlu’ndakl bir meyhanede cereyan eden münakaşa üze rine oldu. Atatürk'ün her yerde asılı olan resimlerinin fotoğraftan büyütülme sini değil, ressamların fırçasından çık masını savunan bir hava vardı. Muallâ, bu hava içerisinde meyhaneye tütsülü kafası ile girdi. Atatürk’ün fotoğrafının karşısına geçti:
— Onun gözü böyle değil. Bu fotoğ raf bozuktur. Mustafa Kemal'in portre sini usta fırçalar yapmalıdır, diye ba ğırdı.
Kötü resmi tahkir için olacak, elinde ki kadehi resme doğru fırlattı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Emniyete, oradan da savcılığa intikal eden olayın halline yine Mazhar Osman koştu. Fik ret'in cezaî ehliyeti olmadığını bildire rek onu, polisin elinden ve zindandan kurtarıp Neyzen Tevfik'ln sanat havası dolu koğuşuna ve himayesine verdi.
Fikret Muallâ. hayatında daima Maz har Osman’ı ve Neyzen Tevflk’i minnet le anmıştır. Paris’te, akıl hastanesinde yattığı sırada yaptığı resimlerde dai ma şuurunda gizil kalan Mazhar Os man’ı canlandırmış ve ona olan sevgi sini büyük bir hasret ifadesi İle belirt miştir. Mazhar Osman'la Neyzen Tevfik hakkındaki sözlerini not defterimden ay nen aktarıyorum:
«Mazhar Osman, insanları saadete ulaştıran büyük bir Türk’tür. Biraz ede biyat bilgim ve zevkim varsa onu. Ney zen Tevfik’e borçluyum.»
Muallâ, babası İle artık tamamen dar gındı.
Ekrem Bey, oğlunun hırçınlıkların dan, isyankârlığından, tecavüzlerinden şikâyetçidir. Ancak çevresinde çok se vilen Ekrem Bey. Muallâ’dan şikâyetle rini içine indirmektedir. Sonunda hasta lanır ve oğlunun kendisine el kaldır dığı günleri hatırlayarak, hatta bu acı olayı sayıklayarak ölür.
Muallâ. dargın bulunduğu üvey anne si ile miras hesabını yaparak eline ge çen parayı cüzdanına yerleştirir. Artık Beyoğlu'nun lüks mağazalarından giyin mektedir... Taksim - Tünel arasında, onu yeşil, acayip kadife şapkası ite gören ler şaşırmaktadır. Herkesi bir lord eda sı ile selâmiamaya başlamıştır. Bu ara da Paris seyahatinin planını hazırlar ve günün birinde İstanbul'u terk eder. Bu, onun yurttan son ayrılışıdır.
Daha sonra Muallâ, Paris’te uzun bir sefalet hayatı sürecek, Alman işgalini görecek, işgalden sonra Paris polislerin den günlerce dayak yiyerek karakollar da hırpalanacak ve akıl hastanelerine yatırılacaktır
l$gal yıllarında Musevi bir
kadını Nazilere jurnal etme
si ve kadının bir kampa kal
dırılması Fikret M u allâ’ya yö
neltilen tenkitlerin en.acısıdır.
Bir Kadeh Şaraba,
Bir Tablo
Bazı açıkgöz garsonlar bunun çaresi ni bulmuşlardır. Muallâ'nm içtiği şarabı ödeyecek parası olmadığı gün, yemek listesini verip, ona resim yaptırmakla ödeşmişierdir. Daha sonra, bir kadeh şaraba kahvelerde resim yaptığı da ol muştur.
Para sıkıntısı çektiği ve kâğıt bula madığı zamanlar Muallâ, gecenin karan lığından faydalanarak, sokaktaki duvar afişlerini yırtıp arkasına suluboya re sim yaptığını ve bu suretle karanlık günlerinde bir lokma ekmek yiyebildi ğini acı acı anlatmıştır.
Kahvelerde yapıp, içki karşılığında verdiği küçük suluboyalardan, karaka lemlerden mükemmel bir koleksiyon yapan bir İtalyan'ın 1964 yılında Paris' te açtığı sergi herkesi hayrete düşür müştür.
Muallâ'nm sıkıntılı günlerini hafiflet mek isteyen işgal yıllarındaki bir Alman ailesi, ona Pigalle yakınlarında bir ev bulmuşsa da, Muallâ bu semti hiç sev- memiştir.
Fikret Muallâ, Pigalle taraflarında kal dığı zamanlar 15 gün sokağa çıkamamış, evinde hasta yattığı sırada pencerenin kalın camına hayalindeki çıplakları yağ lıboya İle resmetmiştir. Bu camın da ha sonraki değerini bilen ev sahibi, söy lendiğine göre, yüksek bir para karşı lığında penceresini bir tablo meraklısı na satmıştır.
--- Gelecek Hafta:---ÜÇ KORUYUCU MELEK
FİKRET’İN ÇİZGİLERİYLE NEYZEN — Fik ret Muallâ. Bakırköy Akıl Hastanesinde iken de fırçasını ve kalemini bırakma dı. Hastanede tanıdığı, oda arkadaşı ve dostu, müzisyen ve şair Neyzen Tevffk Kolaylı’yı (1879-1953) böyle canlandırdı.
I “*“ İKRET Muallâ. küçük yaşta tahsil _ için Avrupa'ya gittiği için, son de- Paris'ten ayrılışına kadar. Türk-
■,erdir, ve yabancılardan hayli hi-
jye gördü. Tahsilini ve sanatını biraz ua bu yardımlardan aldığı güçle sürdür dü. Tahsili sırasında Hidiv ailesinden, daha sonra, Berlin'de ve Paris'te baba sının büyük amcasının kızı olan, bir za manlar Berlin ve Paris’te kraliçelerle, prenseslere terzilik yapan muharrir Re- bia Tevfik Başokçu (1) dan alâka gör dü. Bazı tablolarını onun delâletiyle, ta nınmış kişilere sattı.
Paris'teki sanat hayatında dengesiz hali ve ucuza verdiği eserlerle yaşaya maz ve çalışamaz günlerini düşünmeme si Fikret Muailâ'ya ufak da olsa eş dost elinin ve yardımının uzanmasına vesile oklu. Bir ara, Paris’te yerleşmiş olan son halifenin genel sekreteri, aynı za manda iyi bir ressam ve hattat Hüseyin Nakip Beyin yardımlarını sağladı.
Numan Menemencioğlu'nun Paris'te büyükelçiliği sırasında Muallâ'nın polis lik vakalarının birkaçını, o zamanki müs teşar — daha sonra Paris Büyükelçisi — Namık Yolga himayeli eliyle halletmişti.
Sanat sahasında Muallâ'yı Parislilere tanıtanlar arasında oraya vaktiyle yer leşmiş olan eski OsmanlIlardan Hacı Btzdıkyan başta gelir. Bu arada çerçe- veci ve tablocu Jean Es t e ve, Muallâ'yı sanat çevrelerine büyük bir ustalıkla empoze etmiştir. Muallâ'yı güzel eserlerinden seçilenlerle büyük bir ser gi açan — Marcel Bernheim Galerisi' nin sahipleri de, onu sanat âlemine ta nıtmışlar. fakat kazançlarından Muallâ' ya beş para ödememişlerdir. Muallâ'dan dinlediğime göre, kendisi akıl hastane sinden çıkar çıkmaz, bu galeri sahibi iki Musevi’nin çemberine düşmüştür. Bu ortaklar Muallâ'yı istismar etmek için bazı planlar hazırlamışlar ve bun da muvaffak olmuşlardır. O sıralarda Muallâ boğaz tokluğuna, günlüğü 10 franga bu galeri sahiplerinin emrinde çalışmıştır. Muallâ. «asri esaret sis temi» dediği bu yaşantıya dayanamaya rak himaye perdesi altında, kendisini sömüren ortaklardan gözüne kestirdiği birini döverek atelyeyi terk etmiştir. Bu iki ortak, Muallâ'yı takip etmişler, el lerindeki tabloları değerlendirebilmek için Muallâ'yı zehirlemek, yahut bir an önce ölmesini sağlamak gibi sinsi ça lışmalara girişmişlerdir. Ressama göre, bu işi yapamamışlar, fakat onun güzelim eserlerinden hatırı sayılır bir servete konmuşlardır. Vaka, 1957 yılının mayıs ayında cereyan etmiştir.
PARİSLİ KORUYUCU MELEK Muallâ'yı keşfedenlerden biri de Pa ris'in ünlü kadın dekoratörü France Ber n ' d i r (2 ). 15 aralık 1959'dan 15 ocak
1960 tarihine kadar devam eden France Bertin in sergisinde Muallâ, sanat çev resine çok güzel tanıtılmıştır.
Muallâ'yı en son himaye eden kadın, zengin ve ünlü koleksiyoncu Raoul An- gles 'tir. Sanatkârı, Mazarine sokağında tanımış, hastalık durumunu tetkik etti rerek apartmanına almış, daha sonra ko casının çiftliğine göndererek çalıştırmış
tı)
S r b ia T ev fik Bay o kçu (1 B S 7-1M D h “ ‘ M u h asebat Ş u b e M ü dü rlerim T ev fik B e y in k m R e b la T ev fik B aşo k B e r lin ’de ve P a r is 'te a çtığ ı lerrih a n e h uzun sü re Avrupa m oda m erk ezlerin d e sa h ib i old u. T a n ta n a lı y a şa n tısı sıra sın y ^ p ü n c a k duygu lu ydu. Ne ya kİ »on y ılla rı yok su llu k İçin d e g e çil.< î> FR A N C E B E R T İ N : T iy a tro d ek o rla n resim h o ca sı ve MIDI T iy a tro D e k o r» lö rü m eşh u r s a n a tk â r E m ile B e r lin 'in k ı zı. I» lg ’de doğdu. K end i de d ek o ratö rd ü r. S a n a t d erg ilerin e k r itik le r , r ö p o rta jla r ve İÇ m im ari konusu nda y azılar yazar.
Fikret Muallâ’ nın renk dolu h a ya tı: 4
M uallâ’yı öven,
göklere çıkaranların
yanı sıra, onu
zehirlemek, yahut
bir an önce
ölmesini sağlamak
için sinsi
çalışmalara
girişenler de oldu.
Fikret Muallâ,
Picasso'ya Sordu: «Sen
Resimden Anlar mısın?...»
tır. Madam Anglès, Muallâ'dan önce iki küçük ressamı kaldırımlarda resim ya parken görmüş, onları himayesine ala rak kendi hesabına tablolar yaptırmış ve günün birinde Fransa'ya iki büyük ressam kazandırmıştır: François Philippe
ile Bernard Buffet.
Fikret Muallâ 1960 - 1967 tarihleri ara sında Bayan Anglès'e 300'den fazla tab lo yapmış ve moda âlemini şaşırtan de senler çizmiştir.
PICASSO VE FİKRET M UALLÂ Onun sanatı artık su götürmez... Hay ranları günden güne artan Muallâ'nın sanat değerini belirtecek iki olayın hi kâyesini anlatalım şimdi: Bunlardan bi ri, ünlü ressam Picasso'nun, Fikret Mu- allâ'yı takdir ederek bir tablosunu sa tın alması; İkincisi de, aynı ünlü res samın, Fikret Muailâ'ya bir tablosunu hediye etmesidir.
Picasso ile Muallâ'nın karşılaşması veya tanışması, bana, Paris'teki arka daşlar tarafından değişik şekillerde an latıldı. Paris'in işgalinden sonra Mual lâ bir gün sanatkârların, yazarların kah vesi olan «Des deux Magots* ya gitmiş. Bu kahvenin girişi, döner kapılıdır. Muallâ girerken ünlü ressam Picasso da çıkmakta imiş. Öyle bir durum ol muş ki, Muall'ânın erkence girmesi ile, Picasso döner kapıda sıkışıp kalmış!
Oradakiler, Muailâ'ya bakarak büyük resim üstadı Picasso’ya karşı bunun bir hürmetsizlik olduğunu söylemişler. Biri:
— Dikkat etsene Fikret, demiş. Ka pıda sıkışan kim, biliyor musun?
Muallâ manasız bir bakışla: — Yo... demiş. Kim o? Kahvedeki ter:
— Picasso'dur deyince, Muallâ me rakla dönüp sormuş:
— Yahu Picasso da kim?
Devrinin en meşhur ressamlarından biri olduğunu söylemişler. O , yüksek sesle şu cevabı vermiş:
— Ben de ressamım ama, Picasso is mini hiç işitmedim!...
Bu diyalog üzerine Picasso, Fikret Muallâ’yı otomobiline davet etmiş. Onu, muazzam ve modern atelyesine götüre rek bir tablosunu hediye etmiş, işte bu tablo, Muallâ'nın zaruret yılları içeri sinde, İsviçre’ye cüzî bir para karşılı ğında satılan meşhur hatıra resmidir.
Picasso ile tanışmasının hikâyesini Muailâ'ya iki defa sordum. Bana, birbi rinden biraz değişik olarak, ortak nok talarını birleştirerek, naklettiğim aşağı daki olayı anlattı:
— İlkbaharda havalar hep kapalı gi diyordu. Bir gün tatlı bir güneş çıktı. Paletini alan ressam, Lüksemburg par kına, Seine nehri kenarına akın etti. Ben de yanıma şarap şişeciğimi alıp bir bankta seyyar tezgâh kurdum. Tab loma başladım. Tabloyu bitirmek üzere idim ki, etrafta bir garip adam türedi. Her ressamın yaptığına bakıp bakıp ge ziniyordu. Benimkine de baktı. 5 daki ka sonra yine dönüp geldi, iyice süz
dükten sonra, aramızda şöyle konuştuk: « — Mösyö, tablonuz sanırım ki bit miştir! İmzalar mısınız ve kaça satar sınız?
«— Sen resimden anlar mısın ki. bi tip bitmediğine karışıyorsun?
. — Biraz anlarım. Çünkü ben de res samım.
«— Adın ne senin? «— Picasso...
*— Haydi oradan! Şu sırada her res sam kendisini Picasso sanıyor.
«— Ama ben, gerçekten Picasso'yum İsterseniz sizi atelyeme götüreyim...
« — Ben şaşırmıştım. Tabloma imza mı attım. Ne olur ne olmaz diye iste diğim parayı da peşin aldım... Bu işte bir yanlışlık vardır ama, mademki ada mın otomobili ve şoförü var, ateiyesini göreyim bir kere diye, davetine katıl dım. Aman Allah, bir atelye ki, ne aka demilerde. ne başka ressamlarda böyle harikasına rastlanabilir... Ben, kendisi ile parkta yaptığım konuşmayı hatırlaya rak mahcup oldum. Adamcağızı, acaba incitmiş miydim?...
«Picasso, ateiyesinde dizili duran tab lolarından birini aldı:
« — Bu, size hediyem olsun, diye eli me sıkıştırdı.
Arkasından da ilâve etti:
« — Siz iyi bir ressam olacaksınız. Sanırım ki noksanınız, bir etelyeniz ol masındandır. İsterseniz, atelyem her za man size açıktır. Çalışmalarınızı bura da yapabilirsiniz...»
PIACASSO VE F. M UALLÂ — Fikret Muallâ’nın, bugünlerde 90 yaşına giren ünKi İspanyol ressamı Pabto Picasso Be (şokla J Paris'te karşılaşıp tanışması, bir tesadüf sonucudur. Picasso, ressamımızdan pek hoşlanmış, atelyesine götürüp ona bir tab losunu hediye etmiştir. Paris'te şöhretini yaptığı o günlerde (1942) Fikret Muallâ hem yakışıklı, nem ne sıktı (sağda). • LÜTFEN 26'NCI SAYFAYI ÇEVİRİNİZ
Fikret Muallâ, Picasso'ya
Sordu: «Sen Resimden
Anlar mısın?...»
Muailâ’nın bana söyledikleri ile, Pa ris'teki ressam arkadaşların anlattıkla rının tek tutar tarafı, Picasso’nun Fik ret Muallâ'ya bir tablo hediye etmesi dir. Bunun doğru olup olmadığını çok merak ediyordum. Paris'te iken, Fikret Muallâ da sağken, onun hakkında bir broşür hazırlayacağımdan bahisle, du rumu. kısa bir mektupla Picasso’dan sormaya karar verdim. Mektubuma 6 ay cevap gelmedi. O sırada Picasso gali ba seyahatte idi. Tekrar hatırlatmakta fayda umdum. Son mektuba, sekreteri kısa bir karşılık verdi:
«Mektubunuzda sorduğunuz konu, üs tadımıza bildirilmiştir. Türk ressamı Mu allâ'ya vaktiyle bir tablo hediye ettiği ni hatırlamaktadır.»
Resim sanatında, milletlerarası üne sahip Paris’teki eleştirmecilerden aşa ğıya alacağımız satırlardan da anlaşıla cağı gibi, onun taklitçiliği yoktur. Dai ma aşağı tabaka insanlarını tuvallerine aksettirmiştir. Hayali geniştir ve ken disiyle daima gaipten konuşanlar var dır. Fikret Muallâ durduğu yerde onla ra cevaplar verir. Onların sert hare ketine tepkide bulunur, iyi hareketleri ne kahkahalarla gülerdi. Bu, ona «deli* dedirten hastalığın tezahüründen başka bir şey değildi.
Şimdi Fikret Muallâ hakkında Paris' te ünlü eleştirmecilerle, yazarların ya yınlarına kısaca göz atalım. Bunların başında, Fikret Muallâ için 1957 yılın da sergilenen resimleri dolayısıyle çı kartılan broşûrdekiler gelir. Muallâ hak- kındaki makaleleri özetleyerek aktarma ya çalıştım:
«O N U N ESERLERİ» başlığını taşıyan yazıda şöyle deniliyor:
«Onu daha iyi tanıtmakta fayda umu yoruz: İstanbul'da doğmuş, tek başına yaşayan, çok okuyan bir adamdır. Tek
İKİ KORUYUCU MELEĞİ — Fikret Mualiâ'ıun baba tarafından akrabası otan Re- bia Tevfik Başokçu (1887 -1963) ressamımıza uzun yıllar yardımda bulunmuştur (üstte solda). Muallâ'yı son senelerinde himaye eden, çiftliğine yerleştirerek, ona bakan ve beş yüze yakın tablo yaptıran Raoul Angles isimli kadın (üstte sağda).
düşüncesi ve sabit fikri, resim sanatı dır. Kısa boylu, kalın silueti ile ve ba kışındaki hayret veren zekâsı ile göz den kaçmayan bir sanatkârdır. Meslek taşları arasında müstesna yeri vardır.» MELUNLARIN RESSAMI — M UALLÂ EFSANESİ başlıklı yazısında Marc Le- nard şöyle diyor:
■ Muailâ'nın bütün işi gücü, içki iç mekle resim yapmaktan ibaretti. Az ye mek yer, az uyur, fakat hayret edilecek derecede resim yapardı. Bir şişe şarap karşılığında, vitrinden kopardığı bir ilâ nın arkasına bir şaheser yaratabilirdi. Eserini kurumadan dostlarına gösterir ve hemen satardı. Harikuladeliği yanın da ölçüsüz tutumları vardı. Maharetsiz bir genç değildi. Resimlerinde yapma cık olmadı. Daima hayalindeki biri ile konuşurdu. O, mesleğine, sefahat kub besinin karanlıkları içerisinden bir nur gibi inmişti.»
Ünlü İspanyol sanat tenkitçisi F. LAN- DAZURİ (Eser ve Artist) başlıklı yazı sında Muallâ’yı şöyle anlatıyor:
«Fikret Muailâ’nın tasvirlerinde, ba zen Chagall'a benzeyen, latifecilik gö
ze çarpar. Fakat daima bir Nolde ve Munch'un heyecanını taşır. Muailâ'nın tercih ettiği resim usulü ve boyası ko lay sanılır. Bu, onda ikinci derecede rol oynamaktadır. Asıl çizgileri büyük kıy met taşımaktadır. Çok renkli resimlerin deki renklerin göz alıcı zenginliği de hoş bir ölçü içerisindedir..
Japon sanatçısı YOUKİ DESNOS - FO U JİTA (Muallâ vesilesiyle) yazdığı makalede sanatkârımızı şöyle anlatıyor:
«Bazen anlaşılmayacak derecede ko nuşmalarla bir futbol topu gibi büyük başlı Muallâ, evime gelirdi! Kısacık ayakları, kalın vücudunu bir top gibi döndürür dururdu! Mazarine sokağında ki evimin kapısını çalardı. Ne maksat la, neyi konuşmak için veya neler dü şünerek bunu yapardı? Tam isteği ka fasında da belirmemişti ama. ben onun geliş sebeplerini hissederdim. Gaipten birtakım sesler işitiyor, komünistler, kendisini taciz ediyorlardı! Bunun kor kusu ile gelirdi.
«Gerçekten Muallâ böyle sesler işiti yordu ve bu hal, onun muhteşem eser ler yaratmasını sağlıyordu.»
BİR FİKRET M UALLÂ HAYRANI D A H A — Fikret Muailâ'nın eserlerini sergileyip, onu Paris sosyetesine tanıtan ünlü kadın de koratör Frence Bertin'dır. Bertin hakkında 7 haziran 1967 tarihli «Jours de France» dergisinde yayınlanan bir röportajın re simleri arasında yer alan bu fotoğrafta Bertin'in salonunun bir köşesini Fikret Muailâ'nın eserleriyle süslediği görülmektedir.