• Sonuç bulunamadı

Mircea Eliade, Asya Simyası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mircea Eliade, Asya Simyası"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

M

ircea Eliade (1907-1986), şüphesiz geçen yüzyılın önde gelen dinler tarihçilerinden biriydi. Ancak onu, meslektaşla-rından farklı kılan en önemli özel-liği, aynı zamanda simya üzerine kapsamlı çalışmalar yapmış olma-sıdır. Bugüne kadar, dinler tarih-çilerinin eserlerinde sözünü dahi etmedikleri simya üzerine, o bir-kaç eser kaleme almıştır. Eliade’ın bu konuda ilk defa 1935’te Asya

Simyası adı altında Rumence

ola-rak yayınlanan çalışmasını, değişik dönemlerde yayınlanan Babil

Simyası ve Kozmolojisi ile Demir-ciler ve Simyacılar adlı eserleri

iz-ledi. Bunlar dışında Eliade, he-men her eserinde çeşitli yönleriy-le bu konu hakkındaki inceyönleriy-leme- inceleme-lerini sürdürmüştür.

Ancak bu noktada bir dinler ta-rihçisi olarak Eliade’ın neden simya ile ilgilendiği sorusu önem-lidir. Diğer eserlerini de dikkate alarak, onun bu çabası, bilimin ilk kaynaklarına dair dinî bir açıkla-ma getirme gayreti olarak değer-lendirilebilir. Çünkü, onun da

farkına vardığı gibi, simya çalış-maları yoluyla gizem ve bilim ara-sındaki çekişmenin izini sürmek, aynı zamanda modern dünyanın doğumuna yol açan tüm dönü-şümleri de izlemek anlamına gel-mektedir. Bu dönüşümleri izle-mek ise, herkesten önce dinler ta-rihçisinin görevidir. Bu sebeple onun simya incelemelerini, dinler tarihi alanında yaptığı çalışmalar-dan bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Çalışmalarının merkezinde bulunan temel kav-ramları ve kullandığı metodoloji-yi tanımak, onun simya çalışmala-rının daha kolay anlaşılmasını sağ-layacaktır.

Kavramsal Çerçeve ve Metodo-lojik Yaklaşım

Eliade’ın araştırmalarının mer-kezinde kutsal ve kutsalın ifadele-ri olan semboller ile mitoslar bu-lunmaktadır. Ona göre kutsal; mitoslar, ilâhî şekiller, nesneler, semboller, insanlar, hayvanlar gibi hayal edilebilecek tüm biçimlerde tecellî eder ve tecellî ederken

DÎVÂN İlmî Araştırmalar sy. 16 (2004/1), s. 275-282

275

Mircea Eliade

Asya Simyası

çev.: Lale Arslan

(2)

dünyaya yeni bir boyut katar. Kendi içinde belirgin olmayan bu boyutu ancak homo religiosus (dindar insan) keşfedebilir. Böy-lece homo religiosus, dünyada öz-gül bir varoluşun sorumluluğunu yüklenmiş olur.

Eliade’a göre sembol, kutsalın tecellîsini meydana getirerek veya devam ettirerek, insanın tarih ötesi dünyaya açılımını ve aşkın olanla temasını sağlar. Mitos ise, içerdiği kutsala ait sembolik dil sayesinde, insanın hayatında ör-nek niteliğindeki ilâhî davranışla-rı devamlı güncelleştirmesini ve dünyayı kutsalın dairesi içinde muhafaza etmesini sağlar.

Bir dinler tarihçisi olarak Eli-ade, yapıtlarında bütüncül ve karşılaştırmalı bir bakış açısını benimsemektedir. Bu bakış açısı ise tarihî, fenomenolojik ve

her-menötikten oluşan üçlü bir

yakla-şım üzerine kurulmuştur. Ona göre her dinî fenomen (olgu) ay-nı zamanda tarihsel bir fenomen olduğu ve her dinî tecrübe belir-li bir tarihsel çerçevede ifade edi-lip iletildiği için; diğer birçok alanda olduğu gibi, dinler tari-hinde de ilk adımı tarihçi atmak-tadır. Dolayısıyla Eliade’a göre, dinler tarihçisi öncelikle bir

ta-rihçi olmalıdır.

Eliade, dinî fenomeni tam anla-mıyla belirleyebilmek amacıyla, onu en doğru biçimde karşıladı-ğını düşündüğü hierofani kelime-sini kullanır. Her dinî fenomen bir hierofani, yani kutsalın tecellî

etme eylemidir. Burada

fenome-nolojinin görevi ise, dinî feno-menlerin özlerini ve yapılarını an-lamak, her hierofaninin (kutsalın tecellîsinin) anlamını yorumla-mak; oradan da, ilham edilmiş içeriği ve dinî anlamını çıkarmak-tır. Böylece fenomenoloji, her di-nî biçimin zaman içindeki gelişi-mini yeniden kurgulayarak an-lamlarını belirtmektedir.

Tarihî yaklaşım ve fenomenolo-jik araştırmayı ise hermenötik ta-kip etmektedir. Eliade’a göre fe-nomenolog, hermenötiğe özgü olan karşılaştırma işiyle uğraş-maz. Hermenötikle uğraşan kim-se, tarihî araştırma ile düzenlen-miş ve fenomenolojik inceleme ile doğru bir biçimde yorumlan-mış olan belgelerden yola çıka-rak, dinî olguların içerdiği mesajı açıklayabilmek ve sentezini yapa-bilmek amacıyla bir karşılaştırma çabasına girişmelidir. Böylece o, dinî olgular içinden tarihi aşan özellikte olanları ayırabilir. Asya Simyası

Asya Simyası, iki ana bölüme

(“Asya Simyası” ve “Simya Söy-lencesi”) ayrılmakta, ilk bölüm de kendi içinde üç kısımdan oluş-maktadır. Ancak, eserin Rumence olarak kaleme alınan orijinali sa-dece ilk bölümden oluşmaktaydı. “Simya Söylencesi” adlı ikinci bölüm ise, bölümün sonundaki dipnottan anlaşıldığına göre, 1976’da kaleme alınmıştır. Ko-nusu bakımından da ilk bölüm-DÎVÂN

2004/1

(3)

DÎVÂN 2004/1 den tamamen farklı olan “Simya

Söylencesi”, daha sonra birinci bölüme eklenerek ikisi bir bütün hâlinde yayınlanmıştır.

Eliade, tamamını Çin simyasına ayırdığı birinci kısmın girişine, daha sonra Babil Simyası ve

Koz-molojisi ile Demirciler ve Simyacı-lar’da da geniş bir şekilde ele

al-dığı, simya çalışmalarıyla ilgili yaklaşımına ve yöntemine dair birkaç hatırlatmayla başlar. Ona göre, simya ancak ön-kimya ola-rak kabul edildiği oranda bilim tarihçileri tarafından incelenmeye değer bulunmuştur. Onların sim-yaya olan ilgileri de her zaman simyanın “bilimsel” yüzüne dö-nük olmuş ve “bilimsel hakikat”, “tam gözlem”, “kesin deneyim” gibi değerlere ağırlık verildiği için, dikkatlerini ancak bu nitelik-lere sahip simya metinlerine yö-neltmişlerdir. Ancak “doğa bilim-leri”ni bu şekilde anlama tarzı ye-nidir ve ne mutlak ne de evren-seldir. Simya her zaman bir ön-kimya olarak karşımıza çıkmaz; çünkü, tarihte miktar ile boyut ölçülerini almayan başka “doğa bilimleri” de bulunmaktadır.

Eliade’a göre, başka yerlerde olduğu gibi Çin’de de simya, metallerin altına dönüştürülme-sine ve bu sonucu elde etmek için yapılan işlemlerin

kurtarıcı-lığına (soteriyolojik) duyulan

inanç şeklinde tanımlanabilir. Bu inanç doğrultusunda Çin simyası geleneksel kozmolojik ilkeleri, ölümsüz ermişlerle ilgili mitleri,

ölümsüzlük iksirini, ömrün uza-tılmasını, üstün mutluluğu ve tinsel içtenliği amaçlayan teknik-leri kullanmıştır.

Çin’de simya teknikleri, ağırlık-lı olarak Taocu ve Yeni Taocu çevrelerde benimsenmiştir. Çün-kü Taoculuk, Çin toplumunun çok eski zamanlarına ait tahrip edilmiş hikmeti yeniden bulmaya çabalıyordu. Bu amaçla Taocu simyacılar eski dönemlere ait usulleri, sırları ve reçeteleri topla-dılar. Çinli simyacıların sık sık sö-zünü ettikleri “ölümsüzlük otu”, yaşam yüklü ve ebedî gençlik ik-siri içeren hayvansal ya da bitkisel cevherler gibi kavramlar ile ölüm-süzlerin oturduğu, girilemeyen bölgelere ilişkin mitler, Çin’in bu eski dönemlerine ait inançlardır.

Eliade birinci kısmın devamın-da, Çin simyasının belirlenebilen ilk metinlerinden (ki bu konuda hâlâ bir fikir birliğine varılmış de-ğildir) başlayarak, Çinli simyacı-ların gerçekleştirdiği simya işlem-leri ve bu işlemlerle elde etmeye çalıştıkları altının doğasına dair görüşlerini aktarır. Buradan ha-reketle, Çin simyasının “Çinlile-rin -özellikle Taocuların- ölüm-süzlüğü ararken kullandıkları sa-yısız teknikten biri” olduğunu söyler ve ekler: “Çin simyasını, Çin kültürünün ruh ve dünyayla ilgili temel kavramlarıyla ilişki-lendirmeden anlamak olanaklı değildir.”

Çin inançlarına göre, nihaî ha-kikatin iki temel öğesi olan yin

(4)

(dişil) ve yang (eril), yeryüzü ve kozmos üzerindeki tüm madde-lerde belli oranlarda bulunmakta-dır. Zamanla Taocu çevreler tara-fından Tao’yla da özdeşleştirilen

yang, bir maddede ne kadar

bas-kınsa, o maddenin o kadar soylu ve bozulmaz olduğu düşünülür. Sıradan madenlerin soylu altına dönüştürülmesi, maddelerdeki

yin azaltılıp yang arttırılarak

yapı-lır. Yin içeren maddeler toprak

il-kesinin sembolleriyken; altın,

ye-şim taşı gibi yang açısından zen-gin olan maddeler, bunları taşı-yanlara mükemmel bir sağlık, güç ve uzun ömür getirmekle kal-maz, simgeleri oldukları ilkeyle uyum içinde bulunulmasını ve tüm evrenle organik olarak barı-şık olunmasını da sağlarlar.

Eliade daha sonra yang içeren maddelerden özellikle yeşim taşı-nı ele alır. Çünkü, yang ilkesinin özünü temsil ettiğine inanılan ye-şim taşı, eski Çin toplumunun önemli simgelerinden biriydi. Ye-şim taşı, içerdiği eril ilkenin bira-rada tutma işlevi sayesinde, yin il-kesinin bir işlevi olan dağılmaya karşı mücadele etmek için kulla-nılırdı. Hatta Çinliler tarafından yeşim taşı ve altın, cesetlerin ko-runmasında da kullanılmaktaydı. Böylece, ölüye simgesel güçleri aktarılarak, ölünün bozulmadan kalması sağlanırdı. Yeşim taşı yal-nızca ölümsüzlüğe erişmek için kullanılmamıştır. Kimi Çinlilerin belli durumlarda taktıkları yeşim taşı bilezikler ve başka süsler, bu

kişilerin toplumsal konumunu da belirtirdi.

Eliade, yeşim taşının Çin’in toplumsal ve tinsel yaşamında oy-nadığı rol üzerinde bu kadar dur-masının nedenini açıklarken, as-lında kullandığı yönteme dair ipuçlarını da verir. Eliade, Çin toplumsal yaşamında ve Çin sim-yasında önemli bir yeri olan ye-şim taşı ile simyanın, tüm Çin ge-leneğine organik olarak bağlı ol-duğunu; en azından bu biçimiyle önemli bir “bilim” olmadığını ve ön-kimya belgeleriyle değil, bu tür belgeler üzerinden değerlen-dirilmesi gerektiğini göstermek istemektedir.

Eliade, kitabın yine Çin simya-sına ayırdığı ikinci kısmına, birin-ci kısmında değindiği, Çin simya-sının bilimsel teknikler üzerinde değil, daha çok tinsel teknikler üzerinde yükseldiği şeklindeki uyarısını yineleyerek başlar ve ik-sir (uzun ömür veya ölümsüzlük iksiri), altın (veya felsefe taşı), zincifrenin yapay yollardan hazır-lanışı ve simyanın metalurji ile ilişkisi gibi daha çok ‘bilimsel’ bir çerçevede ele alınabilecek olan konulara, ancak bu uyarıyı yaptık-tan sonra değinir. Bu sayede iksir, altın ve zincifre ile uzun ömür ve-ya ölümsüzlük arasındaki ilişkiyi daha kolay bir şekilde tinsel tek-nikler açısından ele alan Eliade’a göre Çin simyası, simyacının uy-mak zorunda olduğu birtakım çi-leci ve âyinsel hazırlıklara dayalı tekniklerden oluşmaktaydı. Sim-DÎVÂN

2004/1

(5)

yacı, her işlem öncesi oruç tutma-lı, adaklar adamalı ve arınmalıydı. Simya işlemi ise, kutsal olduğu ve ölümsüzlük arayışında bir müca-deleyi simgelediği için, din-dışı olan her şeyden uzakta tam bir arınmışlık içinde gerçekleştirilme-liydi. Eliade bu bağlamda, ölüm-süzler adası arayışını, yoga tekni-ğiyle nefesin düzenlenmesini ve ölümsüzlük ilacının bulunmasını konu alan birçok efsane ve söy-lence aktarmaktadır.

Buraya kadar Çin simyasını gi-zemci bir karakterde ele almaya çalışan Eliade; bölümün sonun-da, ruhtan çok madenlerin dö-nüştürülmesiyle ilgilenen bir Çin simya geleneğinin de olduğunu belirtmektedir. Bu noktada sim-yayı, iç simya ve dış simya olarak ikiye ayıran Eliade, Çin simya ge-leneği içinde dış simyanın varlığı-nı açıklayabilmek için iki varsayım üretir. İlk varsayımına göre, “gi-zemci” kaygılardan uzak, “do-ğal” eğilimli olan dış simyanın, yabancı etkiler sonucu (İran’dan ya da Araplarla yürütülen deniz ticareti ilişkilerinden kaynaklana-rak) ortaya çıktığını söyler. An-cak, daha çok somut maddelerle çalışmaya dayalı bu tür bir simya-nın, Çinlilerin tinselliklerine ve dünya görüşlerine uymadığını düşünen Eliade; kendisinin be-nimsediği genel yaklaşım tarzına da uyan ikinci varsayım üzerinde durur. Buna göre, her bir simya tekniğinin farklı zihinsel yapılara karşılık geldiği doğru olabilir:

Bi-ri gizemci ve aşkın, öteki din-dışı ve doğacı. Bu durumda dış etki-ler de, din-dışı yapıların pragma-tizme ve ampirizme olan eğilim-lerini beslemiş olmalıdır.

Eserinin üçüncü kısmını Hint simyasına ayıran Eliade; Marco Polo, François Bernier, Emir Khusru ve el-Bîrûnî gibi seyyah-ların Hintli çileciler ve simyacılar üzerine kaleme aldıkları notlar-dan birkaç alıntı yaparak, bunları yorumlamaya çalışmaktadır. Bü-tün bu seyyahların notlarında gö-ze çarpan ilk şey, Hintli çileci simyacıların -Çinli simyacılar gi-bi- büyüsel güçlerin, uzun öm-rün ve ölümsüzlüğün peşinde ol-duklarıdır. Hindistan’da simya-nın, özellikle Tantracılar olarak adlandırılan bazı çileci tarikatlar ile Yogiler tarafından biliniyor ve uygulanıyor olması ise dikkati çe-ken bir başka noktadır.

Hint simyasının, felsefesinin ve gizemciliğinin en üstün amacı

öz-gürlüğe ulaşmaktır. Özgürleşme

ise, insanın beden sağlığının ko-runması, yani ömrün uzatılması sayesinde mümkün olabilmektey-di. Eliade’a göre, Çin simyasının hedefleriyle de örtüşen bu üstün amaç, Hint simyasının tinsel tek-nikler içinde yer aldığını göster-mektedir. Dolayısıyla, gerçekleş-tirilen simya işlemlerinin labora-tuvar deneyleriyle bir ilgisi yoktu; aksine bu çalışmalar bir yandan ruhun arınmasını, öte yandan be-denin özsel dönüşümünü amaç-lamaktaydı.

279

DÎVÂN 2004/1

(6)

Hint simyası üzerinde yapılan en önemli tartışmalar, Hint sim-yasının oluşumunda İslâm simya-sının ne gibi etkileri olduğu ko-nusundadır. Özellikle, Hint sim-yasında önemli bir yeri olan cıva-nın, simya metinlerinde geç orta-ya çıktığını vurgulaorta-yan J. Ruska, Stapleton, R. Müler, E. von Lippmann gibi bilim tarihçileri-nin çoğuna göre Hint simyasının menşei İslâm simyasıdır. Ancak Eliade bilim tarihçilerinin bu fik-rini paylaşmadığını ifade ederek, İslâm simyasıyla Hint simyası ara-sındaki ilişkinin fazla abartılma-ması gerektiğini söyler. Ona gö-re, Hint simyası üzerinde İslâm simyasının olası etkisi, Müslü-manların Hindistan’a girmesinin ardından, cıvanın Hint simyasın-da kullanılmaya başlamasıyla bel-ki kanıtlanabilir. Fakat bu o kadar da kolay değildir. Çünkü cıvanın,

Tantracı simyacılar tarafından

birtakım “kutsal” amaçlarla kul-lanıldığı ve Tantracılığın etkili ol-duğu bölgelerin de İslâmiyet’in en az etkisinde kalan bölgeler (Nepal gibi) olduğu bilinmekte-dir. Eliade, simyanın ve cıvanın İslâmiyet’ten önce Hindistan’da-ki varlığını göstermek için başta Tantra olmak üzere, yogilerin ve simya ile ilişkisi olan diğer çileci akımların eserlerinde anlatılan simya efsanelerini inceleme yolu-na gitmektedir.

Eliade’a göre Hindistan’da, her ikisi de simya adını taşıyan iki farklı simya tekniği vardı. İlki,

özellikle el-Bîrûnî’nin de sözünü etmiş olduğu “özgün simya”, Tantracılıkla ve öteki çileci akım-larla sıkı ilişkiler içinde bulunan gizemci bir teknikti. İkincisi ise, nesnelerin somut yönleriyle ilgi-lenen ve ön-kimya olarak adlan-dırılabilecek bir teknikti. Birincisi sonsuz yaşam ve tinin özgürleş-mesinin peşindeyken, ikincisi tıp-la ya da sanayiyle ilgili eczatıp-ların hazırlanmasıyla uğraşıyordu. Bu sebeple her ikisi de simya olarak adlandırılsalar bile, bunlar arasın-da hiçbir neden-sonuç ilişkisi yoktu ve her birinin farklı zihinsel yapısı, farklı kaygıları vardı.

Eliade’ın Çin simyasında oldu-ğu gibi Hint simyasında da açık-lamakta karşılaştığı en büyük güçlük, simya uygulamalarının gizemci olmayan ve daha çok kimya olarak adlandırılan “de-neysel” yönüdür. Eliade’ın bu konuda getirdiği açıklama, Babil

Simyası ve Kozmolojisi ile Demir-ciler ve Simyacılar adlı eserlerinin

konuyla ilgili kısımlarında yaptığı açıklamalarla kısmen çelişmekte-dir. Buna göre;

a. Kimya simyadan doğmamış-tır. Kimya en başından beri sim-yayla birlikte, ama ondan ayrı bir biçimde varlığını sürdürmüştür. Çok açık olmayan bilimsel unsur-lar, ön-kimya metinleri, Hindis-tan’da en eski zamanlardan beri simya teknikleriyle eş-zamanlı olarak var olmuşlardır.

b. Cıva ile yapılan deneyler, ge-leneksel Hint simyasının yanında DÎVÂN

2004/1

(7)

yavaş yavaş gelişen iğreti bir ön-kimyaya yol açmıştır. İzleri orta-çağdan itibaren görülmeye başla-nan bu yeni simya tekniğiyle öz-gün simya arasında zamanla hiç-bir ilişki kalmamıştır. Çünkü sim-ya işlemleri özgün anlamlarını kaybettiklerinde, yeni bir mantık ve yeni bir varlık nedeni kazan-mışlardır. Bir zamanlar mistik ya da kozmolojik bir düzeyde olup bitenler artık laboratuvarda ger-çekleşir ve işlemi gerçekleştiren simyacının zihni, deneyin ilk an-lamını bir yana bırakıp kimyasal işlemin dışsal, aracısız yönünü

görmeye başlar. Daha önce

yo-ğunlaşma, çile çekme, tefekkür ve metafizik çaba gerektiren bir şey; artık yerini gözleme, meraka, im-geleme ve duyarlılığa bırakmıştır.

c) Çileci ve mistik Hint simya geleneği, eskiden beri deneye da-yanıyordu. Uygulanan simya iş-lemlerinin gerçekliğine ilişkin hiçbir kuşku yoktu; bunlar labo-ratuvarlarda çeşitli madensel ve bitkisel maddeler üzerinde ger-çekleştirilen somut işlemlerdi. Ancak, bunların hepsinin mistik, metafizik bir anlamı vardı.

Her ne kadar Eliade bu eserin-de ilk açıklamayı benimsemiş olsa da, diğer iki eserinde yaptığı açık-lamalarla birlikte ele alındığında, hangisinin doğru olduğuna karar vermek zorlaşmaktadır.

Başta da belirttiğimiz gibi, hem yazılış tarihi hem de konusu bakı-mından kitabın ilk bölümünden farklı olan ikinci bölümün ana

te-ması, genel olarak simya(cı)nın

amacı veya simya söylencesi

etra-fında şekillenmektedir. Eliade, bu konularda bütüncül ve doğru bir bilgiye sahip olmamızı, çağdaş ta-rih yazımına bağlamaktadır. Çün-kü, bundan önce simya, sadece sıradan bir ön-bilim veya saçma bâtıl inançlar bütünü olarak gö-rülüyordu.

Eliade’a göre simya, bulundu-ğu bütün kültürlerde “gizemci” bir geleneğe bağlı olmuştur. Bu geleneklerle içiçe olan simyacılar da eserlerini kaleme alırken her zaman gizli bir dil kullanmışlar-dır. Bu yüzden giz ve gizlerin

ak-tarılması, simya söylencesinde

merkezî bir role sahiptir. Özellik-le Asya ya da Batı simyasında giz-lerin aktarılması, oldukça yaygın bir söylencenin önemli bir bölü-münü oluşturur.

Eliade, hemen bütün teknikle-rin ve bilimleteknikle-rin başlangıç dö-nemlerinde genel bir kural niteli-ği taşıyan gizin; simya sözkonusu olduğunda mükemmelliğe, bilge-liğe, selâmete veya ölümsüzlüğe kavuşturacak yöntemleri açıkladı-ğını ifade eder. Ancak, böylesi yöntemlerin peşinde olmalarının ardında, çok eskilere dayanan bir Batı ve Doğu tarihi olduğunu da göstermek istemektedir. Çünkü, arka plandaki bu ön-tarih, önem-li bir söylencesel-dinsel yapı orta-ya koymaktadır. Bu orta-yapı ile simorta-ya uygulamaları arasındaki bağı en iyi, simgesel kökene dönüş tören-leri (regressus ad uterum-ana

rah-281

DÎVÂN 2004/1

(8)

mine geri dönüş gibi) gösterir. Gençleşmeyi veya yaşama yeni-den başlamayı ifade eyeni-den bu tö-renler; örtük olarak, zamanın akı-şı üzerinde belirli bir kontrol sağ-lamayı varsaymaktadır.

Simyacıların, doğanın yerine geçerek zamana hükmetme iste-ğini, Demirciler ve Simyacılar ad-lı eseri ile Babil Simyası ve

Koz-molojisi adlı eserinin özellikle

ikinci ve dördüncü bölümlerinde daha ayrıntılı bir şekilde ele alan Eliade; bu tür bir kavrayışı, ilk metalurjistler ile madencilerde görmenin mümkün olduğunu söyler. Ona göre, metalurjistler ile madenciler, “gerçek” maden filizlerinin bir veya iki bin yıl ra-hatsız edilmeden “yetişmeleri” için zamana bırakıldıklarında; toprağın bağrında “saf” maden-lere (örneğin altına) dönüştükle-rine ve bu dönüşümü isterlerse ateşle hızlandırabileceklerine ina-nıyorlardı. Benzer şekilde, simya-cılar da buldukları iksirlerle âdî

madenleri altın gibi daha soylu madenlere dönüştürecek aşama-ları hızlandırmayı düşünüyorlar-dı. Bu iksirler aynı zamanda in-sanları gençleştirebilir veya ölüm-süz kılabilirdi.

Eliade, eserinin son birkaç say-fasını Rönesans dönemi simya ça-lışmalarına ayırmış ve J. Dee, R. Fludd, Paracelsus, R. Boyle ile Newton gibi aynı zamanda mo-dern bilimin kurucuları arasında da yer alan, dönemin önemli bi-lim adamlarının simya ile ilişkile-rini göstermeye çalışmıştır. Bura-sı oldukça önemli bir noktadır; çünkü, Eliade’a göre modern bi-lim, simya düşüncesini devralarak farklı bir ideolojik bağlam içeri-sinde (kutsallıktan arındırarak) sürdürmeye devam etmiştir. Özellikle simyacının doğayı dö-nüştürerek mükemmelleştirme ideali, sonsuz ilerleme söylencesi çevresinde kristalize olarak, farklı bir biçimde, Rönesans’tan sonra da varlığını sürdürmüştür.

DÎVÂN 2004/1

Referanslar

Benzer Belgeler

 Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından okul ve kurumlarda sürdürülen rehberlik hizmetleri çalışmalarının daha sistematik bir

Hemen akla gelen “çini”, “çini mürekkebi” gibi söz- cükler yan›nda, Farsçadan gelme “tarç›n” (dar-i çin: çin a¤ac›); Arap- çaya Sîn olarak geçmifl olan

Hızla büyüyen Çin endüstrisi, yerel doğal gaz üretimi ve talebi arasındaki boşluğun genişlemesine sebep olurken bu boşluğu doldurmak için boru hattı ile

Simya ile ilk olarak Mezopotamya, Eski Mısır, İran, Hindistan ve Çin'de uğraşılmıştır?. Klasi Yunan döneminde Yunanistan'da, Roma İmparatorluğu'nun

İkinci sıradaki alana; marul çiçeği motifinin eksen çizgisi üzerindeki dış kenar kanaviçesini dikey oval şeklinde çizdiniz

Bir oyuncu tarafından durarak, koşarak, yürüyerek ve sıçramak suretiyle yerde yuvarlanan, kaleden dönen ve pas olarak.. gelen topun tek veya çift elle

Bir oyuncu tarafından durarak, koşarak, yürüyerek ve sıçramak suretiyle yerde yuvarlanan, kaleden dönen ve pas olarak.. gelen topun tek veya çift elle

Işığın nesneye çarpmasıyla, yansıyan ışınların niteliğine göre gözde oluşturduğu duyumların her birine renk denir (Görsel 1.60). Nesneler kendilerine çarpan