“ ÖMER KAYYAM,, I» HAYATİ
ve “ Efsane,,sı
Yükte hafif bahada ağır eserler — Şairin mal ilâsı — Ça- flfar sembolü *— Makinin zulmetine karışan tercümeUıali — Üç ttriütdas — Ahdii peymandan sonra — Hayyam vezire bitap Wöyor ı— Dile benden ne dilersâı? — Hiasan Sabbaiı'm ihtira mı — Hayyam’m dervişliği — İşü jıuş âleminde isyan — Hayya« tmn nedameti ve istiğfarı — Büyük şairin son arzusu —
Çiçeklerle örtülü bir mezar
Yazan• U L U N A Y
9 9
Son asrın tanınmış Fransız! şairlerinden ve akademi azasın- j dan müteveffa José Maria de ' Heredia’ya gazeteciler sormuş - iar:
— Ustad, bu mevsimde neşre deceğiniz eser hangisidir?
— Hiç birisi...
— Nasıl? Başka kitabınız ¿ıkmr’acak mı?
— Hayır. Ben bir tek eser neşrettim; hayatta, başka eser
neşretmek fikrinde değilim. De Heredia’nm “ maksut eser se mısra - ı - berceste kâfidir,, sözünü hatırlatan meşhur eseri “ Trophées,, Unvanlı şiir mecmu- : asıdır,
Bövle ufacık bir eserle dünva edebivat tarihine ismini ebediy- ren hakketmiş olanlardan biri de Hayyam’dır ki rübaileriyle ken disini kıyamete kadar andıra cak bir âbide dikmiştir.
Havvam’m bu dörder mısra - lık şiirlerinin her birisi yükte hafif, bahada ağır birer pırlan tadır ve büyük Türk dâhisi her rübaiye bir âlem, bir cihan sığ- dırmıştır.
Bu itibarla Hayvanım hik met, tasavvuf ve felsefe komp rimeleri gibi olan rübaüerinin her birisi cildlere muadildir.
Her büyük adam gibi Hay- yamın da hayatı efsanelerle süslenmiştir. Bahusus ki talebe liğinde arkadaşlık ettiği iki şah siyetin tarihe karışmış olmaları
da şairin ömrünü efsane tülle rine büründürmüştür.
İste hayatı:
Muasır (Tezkere) lerde Hay- yamdan bahis yoktur. Ovfi şa irin vefatından takriben yüz se ne sonra yani 1200 tarihine doğru vazdıeı tezkeresinde on dan bahis bile etmez. Daha sonraları (Devlet Şah) tarafın dan yazılan eser bir başka şairi anlatırken ondan da tesadüfen bahsediyor. Hayvam hakkında biraz tafsilât b u l m a k için dalıa y a k ı n asırlara ka dar inmek lâzım geliyor. Onlar da şairden rivayet ve nakil su retiyle bahsederler.
Ömer Hayvam, on birüıci as rın ortalarına doğru Horasan şehirlerinden Nişabur’un köy lüklerinden birinde doğmuştur. Bazıları Havvamm Bâbil şe hirlerinden biri olan Şemsadda doğduğunu zikrederler. Doğrun tarihi kat'î değildir. Fakat 1040 senesi olduğu tahmin edilivor. Babası lbrahimin san’âtı çadır - cüık olduğu için Hayyam da ilk zamanları babasının san’atına sülük etmişti. Çadırcı mânası na gelen “ Hayyam,, mahlası şaire oradan alem , olmuştur. Bu mahlasa temas eden nihaileri de vardır.
Mesela: [
Havyam! Tenet be Iıayıııe nü ıııand rast Sultan rulı est ve menzüeş
dar - 1 - fenast Perraş - 1 - eoeî zi belir - i - diğer
menzil Ez pâ fkend hayıne ki Sultan
ber hast (Hayyam! Senin vücudun ta mamen bir çadıra benzer. Ça dırda Sultan, ruhtur ve onun menzili ahrettir. Ecel hizmetkâ- n diğer bir menzil için sultan kalktı diye çadırı kökünden yıktı.)
Hayyam, Hicrî tarihle 430 penesinde doğduğu kasabayı terkederek Nişabura geldi. O zamanlar bu mamur şehir bü - yük mederesesile bir ilim şehri idi. Nişabur üniversitesinin şöhreti dört tarafa yayılmıştı. Genç çadırcı çırağı bu ilim ç e -: rağına doğru vidiyordu. Nişa
bur mederesesi memlekette bir çok ulema ve fuzelâ yetiştirmiş tir. Ömer Hayyam tahsil için ,
raedereseye girdi, büyük bir aşk ile çalışmağa başladı. Hücre - sinde kendisi gibi fakir iki tale
be daha vardı. Üçü bir arka daşlık sehpası kurdular, mai şetlerini birleştirdiler. H ayya-' min bu iki arkadaşı Ebül Ka sımda Haşan Sabbah’tır.
Üçü de birbu'leriyie kardeş- j ten ziyade sevişiyorlardı. Ders lerini bitirdikten sonra hücre lerinde istikbale ait tasavvurlar yapıyorlardı.
Her birisi ayrı ayrı birer ka rakteri temsil eden bu üç arka daşı tesadüf bir araya topla mıştı. felekiyyat ve riyaziyat tahsil eden Hayyam. rindmeş- reb, deryadil bir gençti.
Ebül Kasım, ahlâkı mazbut, yaşam ışı muntazam, sağlam se-, ciyeli bir delikanlı idi.
Haşan Sabbah’a gelince son derece haris, servet ve kudrete düşkün önüne çıkacak her mâ - nii alt üst edecek kadar azimli müthiş t>ir gençti.
Nişabur mederesesinin müder; risi olan şeyh Muvaffakın sim- j fında okuyan bütün talebenin pek az zaman zarfında büyük mevkilere eriştiklerine dair her keşte bir kanaat vardı. Bir gün gene böyle istikbale ait proje ler yaparken Hayyam:
— Dünya ümit dünyasıdır. Eğer Allah nasip eder ve talih de yaver olursa inşaailalı hepi miz âlî derecelere vasıl olaca ğız. Böyle olmayıp kaderin lüt fü hepimize şâmil oknaz da an cak içimizden biri yüksek bir mansaba erişecek olursa diğer
lerine vardım etmeğe ahdü pey- maa eylesun.
Buna evvelâ muvafakat eden Ebül Kasım oluıuş. ondan son ra Haşan Sabbah da riza Gös term iş; üç arkadaş elele vere rek birbirlerine zahir olacak - lanna venıin etmişler ve tahsil leri bittikten sonra hev üçü ae
memleketlerine dönmüşler.. | İlk evvel tahsilinin semeresi ni toplayan Ebül Kasım olmuş. Selçûk hükümdarlarından Alp Ar:?,lanın nezdine gitmiş, bir müddet sonra hükümdarın kâ tipleri meyanma dahil olmuş ve kendini sevdirmeğe muvaffak olarak Alp Arslanm hususî kâ tipliğine kadar yükseldikten sonra nihayet N ‘zam - iil - Mülk ünvaniyle vezir olarak iti bar ve izzeti günden güne art mış.
Ömer Hayyamia Haşan Sab bah bir türlü istedikleri mevkie erişememişler, fakrü zarurette kalmışlar. O zaman Hayyam, arkadaşına:
— Aramızda yemin ile mü hürlediğimiz ahdü peymam u- nuttun mu? Bugün koskoca bir devletin başında Nizam - ül - Mülk ünvaniyle bulunan Ebül Kasıma gidelim. Vâdini hatır - latalım.
İki arkadaş A lp Arslanm pa yitahtına gitmişler. Fakat vüzerat sarayından içeriye gir meğe muvaffak olamamışlar. Günlerce han köşelerinden sü ründükten sonra Hayyam:
— Böyle olmaz! demiş. Ebül; Kasınım geçeceği yerde bekle-' yelim. Ben onun dikkatini celb- etmenin yolunu bilirim.
Ertesi günü sadaret kona ğından saraya “-iden yolda bek lemişler. H a "” am, yaverler, si- lâhşörler, muhafızlar arasında ilerleyen vezirin önüne doğru atılmış ve şu rübaivi okumuş:, Ey dil zi zenrane resin -i- ihsan
metaleb <
Vez gerdiş - i - devran şer - ü -i saman metaleb j Derman talebi der - i- tü efzun
kerded Ba derd bisâz hiç derman
metaleb (E y gönül! Zameneden ih san resmî isteme. Feleğin dö nüşünden ser -ü- saman isteme. Derman istedikçe derdin ar tar. Derd ile uyuş, hiç derman isteme.)
Daha mederesede iken Hayya mm rübailerine kulağı alışık o- lan Nizam - ül - Mülk sefalet ten, açlıktan hilâle dönen eski arkadaşlarını tammış, maiyeti ne emir vermiş, derhal ikisini de vezirin saravma Götürmüş ler, izâz ve ikram etmişler. V e zir, hükümdarın nezdinden avdet ettiği zaman ikisini de huzuruna çağırmış:
Şimdi ahdimize vefa edecek zaman geldi diyerek evvelâ
H a'vam a sormuş:
— Ömer! Sen ne istiyorsun? Hayyam :
— Ben, demiş, derviş raeşreb bir adamım. İşim aşka İamnak, hünerim şeydalık, san’atım gündüz ihni felsefe ve tasav - vufla meşgul olmak, -mce de sa-. baha kadar iyşü nûş etmektir. İki günlük dünyaya meylü alâ-, kam yoktur. Beni fakirden kur-: tar, vatanıma gönder. Senden başka birşey istemem.
Haşan Sabbah öyle söyleme miş...
— Ben, iktidar isterim, mev ki isterim..
Nizam - ül - Mülk ikisinin de arzularım yerine getirmiş.
Haşan Sabbah, sonraları m üt1 hiş ihtirası uğrunda Haşşaşin namiyle bir mezhep tesis edip müritlerine esrar içirmek sure tiyle ölmeden evvel cenneti gös tererek birçok hükümdarları öldürten adamdır.
Hayyamm hayatının bu saf hasını bütün İranlı müverrihler bu surele anlatırlar. Fakat asil, bu efsaneyi ortaca atan “ Cami - ü - ttevarih,, sahibi “ Reşid, - ü - ddin’dir.
Hayvam, ömrünün son sene-★
1 erin e doğru Nişaburda bir zi-; | yafet tertip eder. Dostları ile ivsü nûş ederlerken birdenbire! bir rüzgâr eser. Bütün şem’ala-j rı söndürür, şsrab destilerini; devirir, kırar. Hayyam bundan j müteessir olarak şu rubaiyi söyler.
İbri -ı- mey - i - mera şikesti, Rabb.î Ber men der - i - iyşra labesti, Rabbî Ber hâk birilıti mey - i - nab
mera Hakem be dihen! Meğer tü
mesti? Rabbî. (Benim içki destimi kırdın Yarabbi! Iyşü nûş kapışım be nim üzerime kapadın Yarabbi! Benim (Mey - i - nab) unı top rağa döktün. Ağzıma toprak dolsun. Yoksa sen de sarhoş musun Yarabbi!)
Bu asî rübaiyyi söyledikten sonra rivayete nazaran Hay-! vamın çehresi simsiyah olmıış. i Mecliste bulunan dostları v e ' sevdiği -üzeller bu hal karşısın-! da korkarak kaçışmışlar. Hay yam biraz kendine gelmiş, bir ayna istemis, çehresini böyle siyahlanmış görünce gülmüş ve şu rubaiyi söylemiş:
I
“Ömer Hayyam,, in
hayatı
(Baş tarafı 3 iincU sayfada)
N a kerde günâh der cihan kist bigû! V ’an fees ki güneh nekerd çün zist bigû! Men bed künemü tüı bed
• mükâfat tühi Pes ¡fark - ı - meyan - ı - men üj
tü çfet bigûîj '(Cihanda günah işlememiş; kimdir söyle.. Günah işlemeyen bir adam nasıl yaşayabilir, söyle. Ben kötülük ettim; sen de bana fena bir ceza verdin. O halde benim ile senin ara mızdaki fark nedir? Söyle.)
Bu tövbe ve istiğfardan son ra Havvamın cehresi gene eski rengini almış, tövbesinin kabul olunduğunu görünce şükran seçdesine kabanmış ve ruhunu teslim etmiş. Bu Türk dâhisinin vefatı Hicrî tarihiyle 517 dir.
Nizam - ül - Mülk bir gün H aw a m ile bir bahçede oturur larken şair:
— Bilir misin? demiş ne isti yorum. Öldüvüm zaman öyle bir yere defnedileyim ki Sâba rüzsrârı estikçe benim kabrimin üstüne çiçekler saçsın!
Nizam - ül - Mülk evvela bu söze ehemmiyet vermemiş. Fa kat arkadaşının vefatından sonra kahrını ziyarete giden vezir tarihlerden naklen şöyle anlatıyor:
-ı— Mezarı güllük, gülistanlık bir bavm kenarında idi. Meyva ağaçlarının dalları, üstü, açık türbesinin duvarlarından içeri ye uzanmışlardı. Kabrinin üstü ne okadar çiçek dökülmüştü ki merkadi bu allı beyazlı örtü - nün altında kaybolmuştu!
ı U LU N A Y