CUM HURİYET
31 OCAK 1979
- r T - n i ^
B E 5
ATATÜRK'ÜN YÖNTEMİ VE YÖNETİMİ
V
Atatürk’e
nasıl
r
m
m
m
w
'
O’NUN ZAMANINDA HALK, ÜLKESİNDE KENDİNİ GÜVENLİKTE HİSSEDERDİ. GEMİSİNİN BATI-
'
n # f
I I n
m
S
i m
RILDIĞINI DEĞİL, YÜZDÜRÜLDÜ GÜNÜ GÖRMENİN
MUTLULU ĞU İÇİNDEYDİ. ŞİMDİKİ
GİBİ
M
W
f \ f I U
I » U
g I f i l
^__ ŞAŞKINLIK PARÇALANMALARI NIN KANLI DÖĞÜŞÜ
İÇİNDE DEĞİLDİ.
j
bilmiyoruz çünkü
ona bakacak yüzümüz yok
Prof. Niyazi BERKES
m
Toptum ve onun tarihinde bO yük İş yapmış kişi arasındaki İlişki sorunu ile karşılaşıyo ruz. Böyle bir sorunla karşılaş makta yalnız değiliz. Daha bü yük, daha güçlü, daha yerine oturmuş gözüken toplumlar bi le karşılaşıyorlar benzer sorun la. Amerika? İngiltere? Fran sa? Hele Almanya? Ya Sovyet ler Birliği? Ve şimdi Çin? Bun ların hangisi geçmişteki büyük adamlarını yerine koyabildi? En son örnek Mao. Adamın ölümünün üstünden bir yıl geç t! mİ, geçmedi mi şu anda bi lemiyorum, ünlü «Kırmızı Kita bı» ellerden toplanmaya baş lamış.
Atatürk sorunu İle karşılaş mamızda bir anormallik göre miyorum. Anormallik gördü ğüm yan, benzer sorunla kar şılaştığımız zaman ya karşı laşmaktan yan çizmek, ya ölçü süz sözlerle büyük saydığımız bir adamı büyültme yoluna sap mak, ya da sorunun bilimsel In- celenişlne kalkıştığımız zaman analiz birimlerimizi yanlış seç mek, asılsız yorumlamalara da yanarak, altında bir de
«hınçlı-lık» yattığı İzlenimi verecek yo lu seçmektir. Kültür geleneği mizde, daha önce değindiğim «pornografik» eleştiri öğesi yanında bir de kafadan atma öğesi var. Bu satırları yazdı ğım sırada aynı gazetenin iki ayrı yerinde okuduğum iki ör neği vereceğim. Birini yazan ik tisatçı olduğu anlaşılan bir Dr. Prof. Atatürk'ü dünyanın en bü yük «düşününMerinden biri yap tıktan sonra ona bir de «eko nomi dehası» sıfatını verir ve yanına da İngiliz İktisatçısı Keynes'i kor. Keynes’in adı İle bilinen görüş İngiltere ve A- merika gibi kapitalist ekono milerin Birinci Dünya Savaşın dan sonra karşılaştığı bir çık maza çare olarak geliştirilmiş ti. Bunun, Türklyenin o zaman ki ekonomik durumu ile ne iliş kisi var? Türkiyede geliştirilen devletçilik tutumumda Atatürk' ün Keynes gibi biri olmasının ne yeri ve gereği var? Öteki yazı Atatürk'ü Mazdek'ten Mar tin Luther kadar bir dizi din kişisinin yanına kor. Atatürk’e nasıl bakılacağını bilemiyoruz, çünkü ona bakacak yüzümüz yok. Bunun en son örneğini de bize o kısacık çok İddialı yazı sı ile Tuncay veriyor. Ne yön
tem, ne de yönetim özerine yaptığı eleştiriler bize bugün kü ölçüsüzlükleri, İkiyüzlülük leri ve «aman dinciler duyma sın» evhamlarını açıklayacak nitelikte değil.
Mustafa Kemal’i milletvekille ri seçmemişmiş. Bunu bilmiyor duk da şimdi Tuncay gibi uz man bir bilim adamından öğre niyoruz. Üstelik, bilmediğimiz bir şeyi daha öğreniyoruz: Mil letvekillerini o seçiyordu! Kuş kusuz bu gibi eylemler «geniş kapsamlı» demokrasiye aykırı. Bu gibi soyut siyasal bilim kav ramları ile tarih anlaşılamaz, sa yın Tuncay. Haklı olan üzüntüle rinizi eleştirmek İçin yanlış ka pılar çalıyorsunuz. Bu çeşit id diaları ciddiye alıp üzerinde dur maya değmez. Yalnız bir şeyi sormaktan kendimi alamıyorum. Bugün milletin seçtiği milletve killerinin, Atatürk'ün seçtiği mil letvekillerinin daha üstünde ol duklarını o milletvekillerinin kendileri savunabilirler mi?
O zamanın koşullarının, Mus tafa Kemal'i, böyle bir uz manın eleştirisini hakedecek duruma getirmiş olmasının ne denlerini düşündükçe gözümün önüne «Asya Mektupları» adlı yapıtımda anlattığım Pakistan
ve Hindistan demokrasileri ge liyor. «Halka rağmen» olmayan bu tür demokrasilerde halk da o kadar ahlaklı olacaktı kİ beş on kuruş çalan olursa cnıarın eli kesilecekti. Şeriatın emri ol duğu söylenen böyle bir ceza nın bilimsel olarak da yapılabi leceğini bir Pakistan operatörü sıkılmadan Batı gazetecilerinin önünde anlatmıştır. Operatör buna «el kesme» değli. «bileği yerinden çıkarma» denmesi ge rektiğini anlatıyor. Bu, «halka uyarak Batı düzeyinin üstüne bile çıkmak» oluyor!
ATATÜRK’ÜN İŞLEDİĞİ DİĞER SUÇLAR
Tuncay, Atatürk Yönetiminde ki kusurları, bugünün saçma lıklarına bağlama konusunu te bessümle karşıladığını da söy lüyor. Bir tanesi şu: Meğer o, siyaseti bazı amaçlar İçin araç yapmış Bunu söyleyenin siya sal bilim hocası olduğunu dü şününce gülmekten kendimi a- lamadım. Siyaset dediğimiz şey, bu değilse başka nedir acaba? Şarklı siyaset yazarlarından Nl- zam-ül-Mülk’u bilmemiş olaca ğına hiç inonamamakla beraber, hiç değilse Machlavelli'nin bu
siyaset denen tutumu nasıl an ladığını bilmemesine olanak var mı? Yoksa, dedim acaba Tuncay, Eflatun ya da Hegel gibilerden daha da ileri giden, bizim bilmediğimiz bir evliya mı keşfetti siyasa ta rihinde de bizim haberimiz yok7 Bu konudaki cahilliğimi kayıt sız şartsız açıklamaktan çeKln- mlyeceğim. Siyasayı araç ola rak görmiyen devlet adamı.'ya da düşünür? Bilmiyorum böy le bir yaratığın bulunduğunu.
Bu değerlendirmeye bir ör nek daha: Mustafa Kemal (ga liba Nutuk'ta) kimi arkadaş'arı- nın yarı yolda kaldıklarını söy lemiş. Nefesleri kesilmiş de o- na yetişememişler. Tuncay, bu Sözden işkilleniyor. «Acaba atı lımla«, arkadaşları geride bırak mak, onların nefeslerinin kesil diğini görmek İçin mİ yapılmış tı?» gibi bir vehme kapılıyor. Demek yıllardır «devrim» deyip durduğumuz işler arkadaşlara azizlik olsun diye yapılmış şa kalardı. Bu evhamlılığa karşı üzülerek söyliyeyim ki. Mustafa Kemal kendisinden çok geride kaldığını cok İyi bildiği kimi ki şileri korumak için onlarc «va zife verdiği» yollu küçük yalan lar söylemiştir siyaset kuralı ge
reğl (bir tanesine yukarda, ad vermeksizin, değinmiştim).
KİTLELERLE İLİŞKİ KURAMAMAK SUÇU
Tuncay’ın evhamlarından biri de Atatürk’ün muhalefeti yoket- me yüzünden kitlelerle ilişki ku ramadığı sanısıdır. Tuncay, e- ğer sağlığında, yaşayan Musta fa Kemal’i görmüş olsaydı, böy le bir söz söylediğine bin kez pişman olurdu (okuyucuya ha tırlatmak isterim ki ben Ata türk'ün çevresinde olacak vaş- ta ve yerde olacak bir kişi de ğilim. Üniversiteyi bitird!kten sonra aldığım ilk ödevde ikeıı yaptığım işle ilgilenmesi dola- yısiyle — Cumhuriyet’in 10. yıl dönümü sıralarında— kendisini çok yakından görmüş bir kişi yim) Elbet, o, kitle ile ilişki ku racağım diye kasabalarda se çim kürsüsüne elinde Kur'ania çıkarak onu öpüp başına koy mak gibi soytarılıklar yapan bir çıdam değildi. (Kur’anı öpüo ba şa koyma gibi bir tutumun müs lümanhğa aykırı, sihirbazlıktan kalma bir şey olduğunu bilecek kadar da din bilgisi vardü Bazı imam ve hocalarla, bugün Batı bilginlerinin bile çözümünü bu
lamamış oldukları «elif, lâm, mim» ya da «vet-tıni vezzeytuni» gibi sûre başlıkları üzerine şa kalaşmalar yaptığı da bilinen bir şeydir. Camilerde minbere çı kıp cemaate anadili ile insan ca konuşmalar yaptığını do bil meyen var mı?
Ölçüsüzlükleri eleştirme savı İle ortaya atılan Tuncay'ın öl çüsüz iddiaları karşısında kişi sel sayılacak sözlere başvur mak zorunda kalıyorum. Ata türk’ün kitlelerle olan ilişkisinin doruğuna vardığı yıllarda Tun cay belki kundaktaydı, o döne min «yaşantı» dediğimiz «içten yaşama» anlamındaki niteliğini biçimsel siyasalbiüm kavramla rı ile gözünün önüne getire mez. Beni aldatmayan «yaşan tı» anılarıma göre Atatürk, ge reğinden fazla genişliğine ve derinliğine ilişkiler kurmuştu kitleler dediğimiz Türk halkı i- le. Onun zamanında o halk, ül kesinde kendini güvenlikte his sederdi. Gemisinin batırıldığını değil, vüzdürüldüğünü görme nin mutluluğu içindeydi. Şimdiki gibi şaşkınlık parçalanmaları nın kanlı döğüşü İçinde değildi. Bu dediğim duruma nasıl ge lindiğini anlamak istiyorsanız
acele etmeyip biraz daha çalı şın, biçimsel kuru kavramları bı rakın, tarihin söylediklerine da ha dikkatle bakın. Tuncay, her gözleminde Milli Set dönemi ay dini olmanın damgasını taşı yor. Durup dururken, hic yeri değilken, Atatürk zamanında her şey İyi gidiyormuş do sanki İnönü zamanında ve daha son raki dönemlerde bozulduğu vol- lu inancı tartışmak İstemiyo rum demesine hiç şaşmıyorum. Atatürk kişi kültünü eleştirdi ği halde (bu konuda onunla ay nı görüşteyim), onun isteği zıd dına bir talih eseri olarak ardılı durumuna gelen kişinin kenrt ne bir «ulusal şef» kültü yarat mak için giriştiği eylemlerin hu Atatürk kültünü resmileştirme de oynadığı rolü düşünmemiş olmasına şaşıyorum. Kişi kültü İle tarih yürütmeyi harcıâlem bir iş haline getirme sevdosıno ka pılan bu kişinin zamanıdır iki yüzlülüklerin doğuş dönemi. k|t leler denen halk da on küitûn putunu asla sevememiştlr.
Atatürk Yönetimini eleştir mek için ölçüsüzler kuyruğuna kendisini de katan Tuncav A- iatürk’ün kusurlarından birini daha bildiriyor. Mustafa Kemal Fransız devriminl biliyor idiyse de onu hazırlayan düşünürlerin fikirlerini iyi bilmiyormuş llun- cay’a göre Fransız devrimmı dü şünürler hazırlamış olacak). 1921’de «tefrik-i kuva» (yetkile rin ayrılması) görüşünü savu nan birine karşı «tevhld-t ku va» (yetkilerin birleştirilmesi) görüşünü tutmuş. Bugün her A- nqyasa öğrencisinin bile bildiği bir şeyi, bu göklere çıkartılan adam bilmiyormuş o zaman.
Korkarım bu olayda eiınoekl söylevler koleksiyonu gibi oır «édition» kritiğinden geçirme den Atatürk söyledi diye onun her söylediğini arka arkaya ko yan kitaplardan birinin kurbanı olsa gerek. Yanlış mı biliyo rum bilmem ama, Mustafa Ke mal «tevhid-l kuva» yanlısı de ğil, «tefrlk-l kuva» yanlısı idi ve her üyesi kendini hem yasama yetkisi ile hem yürütme yetkisi ile donanmış Meclis üyeleıının uyumlu bir hükümet kuromıya- caklarını gösterecek bir durum yaratmış, yasama ve yürütme yetkilerinin artık birbirinden ay rılması gereken bir asamaya ge lindiğinl anlatmaya çalışmıştır. Mustafa Kemal bir sivasalbilim profesörü olmamakla beraber, büsbütün de kap-kara cahil bir adam değildi. Koşullara bakma dan «fikir» lerln yürürlük ya da olanaksızlık yanlarını seçenin den kitaplardan öğrenilmiş dokt rinlerle soyut ukalâlıklar eden slyasalbilimeller! aşağı görmek gibi bir kusuru vardı
Örneğin, Ziya Gökalp’ın da ha Mütarekeye yakın yıllarda yaygınlaştırmaya çalıştığı soli darizm ve mesleki temsil fikir lerini önerenleri dinlememişti (bu yöndeki fikirleri Italyan fa şizminin benimsediği bilinen, bir şey). Mustafa Kemal'in, bu
gün öğrencilerin bile bildiği bir konudaki cahilliği İle karşıla şan Mersin milletvekili: «kusu ra bakma paşam, ben sizin Ro
usseau gibi deli sandığını* bir adama dayanmıyorum, Mon tesquieu gibi çok akıllı bir a- ristokrata dayanıyorum» de mek cesaretini gösterseydi, Mustafa Kemal tabancasını çe kerek onu vurmazdı; yalnız o- na Fransız devrimini Rouss9 au’nun hazırlamadığını anlat tıktan sonra Rousseau’nun ger çekten ağır bir ruh bunalımı geçirmiş bir kişi olduğunu da söylerdi kİ bunu bugün bile pek az anayasa hocası bilir.
Mustafa Kemal’in bu tür fi kir ukalâlarını ne kadar kor kuttuğu. onun karşısında ağız iarını açamayışiarından belli. O, Batı’dan ya da kitaplar dan öğrenilen ner fikri fetişleş tiren aydın tipi değilcji. Böyle- lerinin dinci olan takımına da aynı gözle bakardı. Evet, bir süre «tevhid-l kuva» tutumu na ses çıkarmamış, onun sa yesinde işlerin yürütülebildığl ni gördüğü için o yolu tutmuş tur. Fakat koşullar değişince İnatla direneceğine, bir devrim ci esnekliği ile onun tersi olan yöntemi savunmuştur: Cok iyi biliyoruz ki uzun sûre «salta nat, hilâfet kalkmalıdır» gibi lâfları ağzına bile almamıştır. Çoğu kez klişe lâflarla duru mu idare etmiş, kimi kez de iki-anlamlı sözlerle konuya cok düşkün kişilerin sıkıştırma larından kaçınmıştır. Fikirleri olaylara göre ayarlayamayan kişiler karşısında, blok kafalı lara lâf anlatamıyacağını sez diği zamanlarda hileli yollara sapmak zorunda kalmıştır Bu nun sucunu kime yükienıeli? Düşün İle realite arasında u- yumluluğu saptamakta devrim cl başarılı olabilirse de. böyle durumlarla karşılaşan herke3
bunu yapamıyor, «fikimci ola rak kalıyor.
YARIN: Mustafa
Kemal'in en güçlü
olduğu yarı
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi