• Sonuç bulunamadı

Ağa Han Mimarlık Ödülleri/1983:Dokuz ülkeden on bir yapı ödüllendirildi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ağa Han Mimarlık Ödülleri/1983:Dokuz ülkeden on bir yapı ödüllendirildi"

Copied!
17
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yeni Dizi 80/15 Eylül 1983/ 100 Lira

i 6

, i 1

«m

(2)

abdi

ipekçi

kitap

kapağı

yarışması

Milliyet Sanat Dergisi geleneksel Abdi İpekçi Yarışması’nı

bu yıl “ kitap kapağı çizimi” konusuna ayırdı.

Koşullar:

1) Yarışma, Milliyet çalışanları dışında, amatör, profesyo­

nel ve yaşlı, genç bütün grafik sanatçılarına açıktır.

2) Yarışmacı yerli ya da yabancı, klasik ya da çağdaş, ta­

nınmış bir edebiyat yapıtına kapak düzeni hazırlayacaktır.

3) Yarışmacı herhangi bir çalışma tekniğini seçmekte öz­

gürdür. Ama önereceği yapıtın geçerli baskı tekniklerine

kesinlikle uygun olması gerekir.

4) Yarışmacı, önereceği yapıtı 1 /1 oranında hazırlayacaktır.

5) Yarışmacı düzenleyeceği kapakta kitabın ön yüzünü,

arka yüzünü ve sırtını birlikte düşünecektir.

6) Kitabın ön yüzü 13.5x19.5 cm, sırtı 2 cm, arka yüzü yine

13.5x19.5 cm. olacaktır.

7) Kapağın ön yüzünde yazar adı, kitap adı, yayınevi adı,

sırtta yine yazar, yapıt, yayınevi adı ya da simgesi; arka

yüzde ise ya ön yüzdeki çizimin uzantısı bulunacak, ya

kitabı tanıtıcı kısa bir açıklama için yazı yeri ayrılacak, ya

da bunların her ikisi birden kullanılacaktır.

8) Yarışmacı, Abdi İpekçi Kitap Kapağı Yarışması’na en çok

iki yapıtla katılabilecektir.

9) Yarışmacı, yapıtının arkasına altı rakamdan oluşan bir

rumuz koyacak, ayrıca kapalı bir zarf içinde vereceği kısa

yaşamöyküsü ve bir fotoğrafının yanına

rumuzu da ekle­

yecektir. Sanatçının açık kimliği, adresi ve telefon numa­

rası

ekte yer alacaktır.

10) Yarışma 30 Aralık 1983 günü sona erecektir.

11) Yarışmaya katılacak yapıtlar “ Milliyet Sanat Dergisi-

Abdi İpekçi Kitap Kapağı Yarışması” Nuruosmaniye Cad.

Cağaloğlu-istanbul adresine postayla gönderilecek ya da

elden verilecektir.

Ödüller:

B irinciye... 75.000.-TL.

İkinciye... 30.000.-TL.

Üçüncüye... 20.000.-TL.

Ayrıca beş yapıta 10’ar bin liralık mansiyon verilecektir.

Seçici Kurul:

furdaer Altıntaş (Grafik sanatçısı)

Ferit Edgü (Yazar)

Mengü Ertel (Grafik sanatçısı)

Onat Kutlar (Yazar)

(3)

M illiy e t

SAKAT

DERGİSİ

Onbeş günde bir yayımlanır 15 Eylül 1983

Yenr Dizi 80/Sıra 440/100 lira

Sahibi:

Milliyet Gazetecilik AŞ. adına AYDIN DOĞAN

Genel Yayın Danışmanı: AKAL ATİLLA

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: ZEYNEP ORAL || ' ■ Grafik Düzen: MUSTAFA EREN

:;X

II

AĞA HAN MİMARİ ÖDÜLLERİ/1983

• 1980’den sonra ne oldu?

Doğan Kuban

• Dokuz ülkeden on bir yapı ödüllendirildi

Zeynep Oral

• Soruşturma: Cengiz Bektaş, Mübeccel

Kıray, Bülent Özer, Abdullah Tunçel

ve Engin Yenal’ın soruşturmamıza

yanıtları

%

Nail Çakırhan:

“ Mimar değilim” diyor, ama...

15

EDEBİYAT MI, FEN Mİ?

Cevdet Kudret

16

EDİNBURG FESTİVALİ’NİN

TİYATRO ETKİNLİKLERİ

Filiz Ali Laslo

, •

11 • :v£;

:

İ Abone koşulları Yıllık 2.400 TL. (Taahhütlü 3.120 TL.) Altı aylık 1.200 TL. (Taahhütlü 1.560) (Yabancı ülkeler İçin ayrıca

posta ücreti alınır)

Not: Abone ile ilgili her türlü sorularınız ve eski sayıları edinmek için adresimiz: Milliyet Sanat Dergisi, Abone Servisi, Cağaloğlu — İstanbul. Kıbrıs'ta satış fiyatı 130 TL.

İlân fiyatları: Tam sayfa

Renkli: 60.000 TL. Siyah-beyaz: 45.000 TL. Yarım sayfa Renkli: 30.000 TL. Siyah-beyaz: 22.000 TL 1/4 sayfa: 15.000 TL.

Kapak içleri (Siyah-beyaz): 80.000 TL. Arka kapak (Renkli): 100.000 TL. Adres:

Milliyet Sanat Dergisi Nuruosmaniye Cad. 65-67 Cağaloğlu - İstanbul Tel: 522 44

10

&

im

II

18

10. ÖLÜM YILINDA

PABLO NERUDA

Onat Kutlar

20

YEREL KÜLTÜRLERDEN EVRENSELE

Nedim Gürsel

21

DÜNYADA HER KADIN BİR “ CARMEN” DİR

23

EDEBİYAT SÖYLEŞİLERİ

Adalet Ağaoğlu

24

TARİH ÖN CESİ’N DEN BİZANS’A

ANADOLU UYGARLIKLARI

Ahmet Koksal

28

GÜNÜMÜZ SİNEMASI

Ülkelerin değil, yaratıcıların sineması

Vecdi Sayar

(4)

Ağa Han Mimarlık Ödülleri / 1983

Ağa Han Mimarlık Ödülleri:

1980'den sonra ne oldu?

Doğan Kuban

1977 yılından bu yana İslam mimarlık dünyasında etkinlik gös­ tererek,kurumlaşma aşamasına gelen Ağa Han Mimarî ödiil- leri’nin ana ilkesi, aşağı-yukan herkesin katılabileceği bir gözle­ min değerlendirilmesine dayan­ maktadır. İslam ve genellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde mi­ marlık uygulamaları ve kentlerin fiziksel değişmesi, ürkütücü bir kargaşanın, çok fakir bir estetik düzeyin ve yapı alanında yetersiz örgütleşmenin görüntüsüdür. Bir­ kaç mimarın doyurucu olabilmek çabası ya da uluslararası pazardan ithal edilmiş yapdar bu kargaşa­ lım ve çirkinliğin örtbas edil­ mesine olanak vermemektedir. Eskiye kesin bir sırt çevirmenin, fakat yerine değil, özgün bir yeni­ yi hatta iyi bir taklidi bile gerçek- leştirememenin saptanması ve ol­ dukça yaygın bir kam haline gel­ mesi İslam ülkelerinde hem ay­ dınlar, hem de bilinçli mimarlar arasında bir tepkinin oluşmasına elverişli bir ortam yaratmıştır. Batı’ya özenmeyi bir kader haline getiren davranışları frenley v-cek ve mimarların bilincini rahatsız ede­ cek sürekli bir çabanın gösteril­ mesi, bu ortamda bir eylem prog­ ramı olarak önerilebilirdi. Ağa Han Mimarî ödülleri böyle bir düşüncenin sonucudur.

A ğa Han Mimarî ödülleri 3 yılda bir kez 42 İslam ülkesindeki bitmiş yapılar arasında bir seçici mimarlar grubu tarafından öneri­ len ve uluslararası bir jüri tara­

fından seçilen, sayılan da jüri tarafından saptanan mimarî ya­ pıtlar sözünü ettiğimiz eylemin sadece bir parçasıdır. Bir olay olarak en önemli parçası gibi görülse de gerçekte daha sürekli ve düşünce alanında etkili olduğu kuşkusuz olan İslam dünyasının dört bir tarafındaki didaktik etkinliklerdir. Bugüne kadar İs­ tanbul, Jakarta, Fas, Amman, Lahor, Pekin, Dakar, Sana’da uluslararası sem inerler, daha önemlisi yerel seminerler düzen­ lenmiş, ödülün jüri tarafından de­ ğerlendirilmeleri için, çeşitli ülke­ lerden seçilmiş teknik elemanlar tarafından İslam ülkelerindeki yüzlerce yapı üzerinde ayrıntılı bilgi toplanmış, bunun sonucu olarak İslam ülkelerindeki çağdaş mimarî etkinliklere ilişkin yoğun bir belgeleme yapılmış ve bir arşiv kurulmuştur. Bu arşivin örgütlen­ mesi ve bütün ilgili araştırıcılara yararlı olmasına çalışılmaktadır.

Bu ödülün kurucusu Kerim Ağa Han’ın daha yaygın kültür faali­ yetleriyle uğraşan Ağa Han Vak- fı’nın beslediği paralel etkinlikler içinde Singapur’da uluslararası “ Mimar” dergisinin çıkarılması ve Amerika’da Harvard Üniversitesi ve M .I.T .’de bir İslam Mimarî Tarihi ve Çağdaş İslam Ülkeleri Mimarisi ile ilgilenen bir program örgütlenmiştir.

ödüllerin karar organı Ağa Han’m da başkan olarak katıldığı uluslararası bir yürütme komitesi­ dir. Bu komitede çoğunluğu Müs­

lüman ve Doğulu üyeler oluşturur. Gerçi üyelerin entelektüel ilişkile­ rinin daha çok Batı ile olduğu da yadsınamaz.

5 İLKE

Altı aylık bir dönemden sonra ikinci uluslararası ödülün verildiği şu sıralarda mimarlık alanındaki bu bir bakıma eşi olmayan prog­ ramın amaç ve yöntemleri üzerin­ de tartışmak ve bu etkinliğin do­ ğasını eleştirisel bir tavırla y o ­ rumlamak yararlı olacaktır. Bu­ nun için önce Ağa HanÖdülleri’ne ilişkin somut verileri vurgulamak gerekir.

Bunlardan birincisi bu ödülün kamusal nitelikte değil, fakat kişi­ sel nitelikte bir kurumlaşma ol­ masıdır. Başka bir deyişle evren­ sel bir amaçla da olsa, son çö­ zümlemede, Ağa Han’m İslam dünyasındaki çevre kargaşasına karşı etkili olacağım düşündüğü bir mücadelenin örgütlenmiş ifa­ desidir. Bir kişi vakfının uzan­ tısıdır. Ne var ki, belirli bir süre sonunda yarattığı düşünce akım­ lan içinde İslam dünyasında ve Batı dünyasında mimarlık kamu­ oyuna da malolma yolundadır. Bu nedenle de her eylem ve düşünce gibi, sayısız nedenlerle ondan yana olan ve olmayan bir diyalek­ tik ortam yaratacaktır.

İkincisi, bir milyarlık bir İslam dünyasmda, bugünkü ekonomik, politik ve kültürel konjonktür içinde mimarlık üretimini

(5)

etkile-yen sayısız faktörler arasında, göz alıcı bir ödülle de beslense, bir tür didaktik çabanın etki alanının çok sınırlı olmasıdır. 1980’de Varşo­ va’daki Mimarlar Kongresi’nde A ğa Han ödülü ’nün ne olduğun­ dan habersiz sayısız İslam m im arı

vardı. Kaldı ki, böyle bir ödülün varlığından haberi olmakla bu ödülün felsefesi doğrultusunda çaba göstermek arasında büyük uzaklıklar vardır.

Üçüncüsü, Ağa Han ödülü, ilke olarak, herhangi bir biçimsel tavn ne de içeriği, her ne kadar bir çok mimar öyle yorumluyorsa da, desteklememektedir, Kuveyt’te çağdaş su kulelerinden Jakarta’da gecekondu sıhhileştirme program­ larına, doğrudan bir eski yapı restorasyon u n dan b ir tu ristik otele kadar her konu bir özgün çevre kaygısının ifadeleri olarak jüriler tarafından ödüllendirilmek­ tedir.

Döndürcüsü, uluslararası Ağa H an ö d ü lü ’ nün yön etim inden tamamen bağımsız olan jürinin seçimleri İslam ülkeleri arasın­ da herhangi bir temsile dayalı olmayışıdır. Yapılan seçilen her­ hangi bir ülkenin şu ya da bu şekilde temsil edildiği bir olimpi­ yat niteliğinde değildir. Nitekim bir çok ülkeler hiç söz konusu olmazken, birinci aşamada 3 Türk yapısı ödüllendirilmiştir.

Beşinci ölçüt seçimin müşteri, mimar ya da yapıcı açısından değil, sadece bitmiş ve etkili ola­ cağı düşünülen yapılar üzerinde olmasıdır. Bu nedenle, çağdaş Islamdaki en sağlıklı gelişmenin gecekondu olduğu önerisi de ya­ pılmıştır ve yapılabilir. Bu açıdan sorun fiziksel çevrenin tümel değişmesi içinde, herhangi bir tür yapının bir yorum olarak oynaya­ cağı rolle ilgilidir. Bu rolün de olumlu ya da olumsuz olması konusundaki yargı, uluslararası bir jüri tarafından verilmektedir.

Bu 5 ilke doğru değerlendirilse, ödülün çok geniş sınırlar içinde belirli bir yön göstermeden, bir tür (agent provocateur) ödevi gör­ mek istediği kolayca anlaşılabilir.

A ğa Han Mimarî ödülleri bu açıdan mimarların gururlarım tat­ min etmek, onların ne kadar büyük yaratıcılar olduklarını söy­ lemek için değil, aksine çevre kargaşasındaki olumsuz davranış­ larını anımsatmak için çalışıyor, onları silkelemek istiyor diye dü­ şünebiliriz. Yani bu olaya adı “ ödül” olduğu için bir yarışma olarak bakılması çok anlamsız olur. Biz, İslam dünyasmda mi­ marlık yıldızları aramıyoruz. Ger­ çekten de iki ödülü kazanan yapı­

lar gözönüne alınırsa ülkelerin ta­ nınmış m im arlarının ya da yapıt­ ların değil, bazı — jürim doğru kabul edilen— yönelimlerin seçil­ diği, görülecektir.

işte bu noktada amaçla yön­ tem ilişkisi ve yöntemin doğru olup olmadığı sorunu ortaya çık­ maktadır ve mimar kamuoyunun bir yönde ödül yöneticilerini sor­ guya çekmesi hakkı kuşkusuz tar­ tış ılamayacak kadar açıktır.

Burada bu yöneticilerden biri olarak hemen söyleyeyim ki, İslam dünyasmda çağdaş mimar­ lık ortamının oluşmasına olumlu bir katkı olacak bir düşünce akımını besleyecek uluslararası boyutta etkinliğin yöntemini en iyi biçimde tanımlamış olmaktan çok uzağız. Fakat, hangi uluslar­ arası kültürel bir etkinliğin doyu­ rucu bir yöntem geliştirdiği de, hemen bu gözlemden sonra sorul­ malıdır.

ÇALIŞMA YÖNTEMİ

Yöntemi burada kısaca irdele­ mekte yarar var:

Birinci soru bir bilgilenme sorunudur. Uygulamaya dönük bir değerlendirmede, değerlendir­ me alanı aşağı yukan Müslüman toplumlann yaşadığı bütün dünya ülkeleri —ki bunlar sadece İslam ülkeleri değil, Çin’den Kanada’ya kadar Müslüman topluluk bulu­ nan bütün dünya ülkeleri— ise en önemli sorun yapılanlar hakkında bilgi toplamaktır. Uygulanan ya­ pılarla yaym yoluyla, kamuoyun­ da bunlar hakkında bilgi sahibi olmak arasında büyük bir oran­ sızlık olduğu için yayınlanmayan­ lar üzerinde bilgi derlemek ancak yerel bir örgütlenme ile olasıdır. Oysa, en azından 42 İslam ül­ kesinde —her ülkenin politik durumu da gözönüne alınırsa— bilgi toplamak üzere örgütlen­ menin olanaksız olduğu açıktır. Bu nedenle de ilk aşamada her ülkede seçilmiş birkaç, mimarın bütün ülkeyi tarayarak değü, fakat kendi deneyimlerine ve bilgi kaynaklarına dayanarak bir ön seçim yapmaları öngörülmüştür. Bu ön seçimin yerel seçicilerinin kişisel eğilimlerine bağlı olduğu düşünülebilir. Fakat her seçim sü­ recinde aynı durum olduğu için, çok gelişmiş ve sayısal olarak çok geniş bir bilgi derleme üzerine kurulmadıkça, seçimde yerel seçi­ cilerin objektif kalmalarına bağlı olmadığı da bir gerçektir. Bu seçim 1. ödül döneminde yürütme kurulları tarafından gözden geçi­

rilmiş, 2. ödül döneminde ise, uluslararası jürinin değerlendir­ mesine bırakılmıştır.

Bundan sonraki aşamalarda daha nesnel bir seçim için taba­ nının genişletilmesi, seçimin ülke çapında bir Survey’e dayandırıl­ ması ve seçimde yerel katkı pa­ yının daha genel bir “ consensus” a oturması gibi değişiklikler yürüt­ me komitesince düşünülmektedir. Kuşkusuz ülke düzeyinde seçim ne olursa olsun, son çözümlemede seçim jürisinin kararına bağlı ola­ caktır. Burada şunu da yinele­ mekte yarar var. Bu seçim ülke çapında bir temsil niteliği asla taşımamaktadır. Başka bir deyiş­ le, Mısır ya da Mali’de seçilen bir yapı, Mısır ya da Mali'nin çağdaş mimari ortamının temsilcisi de­ ğildir. Hatta, belki de karşıt bir eğilimin ifadesi olabilir.

Bu noktada jürinin değerlendir­ me ölçütlerine ilişkin ikinci sorun ortaya çıkıyor:

ödülün amaçlan ve örgütlen­ mesi ile hiçbir doğrudan ilişkileri olmayan, belki de ödülün amaçla­ rım bile doğru bulmayan jüri üye­ leri, çoğunluğu mimar olmak koşulu ile kent plancısı, sosyolog gibi uzmanlardan ve İslam ülkele­ rinin tanınmış mimar ve uzman- lanndan kurulmaktadır.

Jüriye çalışm alarından önce Ağa Han Mimarî ödülleri’nin, ya­ zınım başmda açıklanan, amaçlan anlatılmakta ve daha sonra da bu amaçların yorumu ve yapıların bunlara göre değerlendirilmesi jü ­ riye bırakılmaktadır.

BİR KÜLTÜR ETKİNLİĞİ

Bu açıklamalar, Ağa Han Mi­ marî ödülleri kurumunun çalışma yöntemi ve tutumu üzerinde sanı­ rım belli bir açıklık getirmektedir. Fakat sanıyorum bütün bunlar­ dan sonra da mimarlar yine ödülü ana teması saydığım ve özgür ve çağdaş m geçmişle saygılı bir ilişki içinde olması gerekliliği diye özet­ leyebileceğim tutumunu ve bunun olumlu sonuçlarına ilişkin beklen­ tinin yersiz olduğunu söyleyebilir­ ler. “ Bırakalım artık şu geçmişi, bugünü yaratalım” diyebilirler. Yine de anımsamakta yarar var. Bu eğilim bir Batı klişesidir, öm rü de neredeyse yüzyılı doldu­ racaktır.

Çağdaş gökten inmiyor. Bir bi­ rikim ve yorum üzerine oturuyor. Eğer bu yorum ithal edilmişse, bugünkü manzara ortaya çıkıyor, ödülün kurucusu ve yürütücüleri

(Devamı 31. sayfada)

(6)

Ağa Han Mimarlık ödülleri / 1983

İu ııu S

Dokuz ülkeden on bir yapı

ödüllendirildi

Zeynep Oral

A ğa Han Mimarlık ödülleri 4

Eylül’de Topkapı Sarayı’nda ya­ pılan bir törenle sahiplerine veril­ di. özellikle parasal boyutları (500 bin dolar), uluslararası örgütlen­ mesi (yıl boyu süren seminerler, yayınlar, dünyanın her yerinden bilim adamlarının katılımı vb.) ve sonsuz olanaklarıyla önemli bir kurum niteliği taşıyan A ğa Han Mimarlık ödülleri’nin Türkiye’de uyandırdığı ilgi ve tepki beklene­ nin üstündeydi. İlgi, ödül töreni­ nin İstanbul’da yapılmasından, tepki ise ödülün Türkiye ile ilgili sonucundan çeşitli çevrelerin duy­ duğu tedirginlikten doğuyordu.

Türkiye’de tek ödül. Nail Ça- kırhan’m Akyaka köyünde (Gök- ova) kendine yaptığı eve verildi. Nail Çakırhan ödüllendirildi, eve emeği geçen iki ustanm.Ali Duru ve Cafer Karaca’mn çalışması değerlendirildi.

Ağa Han Mimarlık ödülleri’­ nin amacı, örgütlenmesi ve seçim yöntemi Doğan Kuban’m yazısın­

da ele alındığı için yeniden bu konuya dönmüyoruz. Ülke mi­ marları, öğretim üyeleri, öğrenci­ ler, meslek kuruluşları arasında sürdürülen geniş çaptaki tartış­ malar, ne basma, ne de ödüle ilişkin tek günlük sempozyuma yeterince yansımadı. Meslek der­ gilerine, uzmanlaşmış yayınlara yansıması içinse vakit henüz erken.

Genellikle her jüri kararından sonra yer alan tepkilerden fark­ lıydı bu kez tepkiler. (Bir önceki, 1980 A ğa Han Mimarlık ödül- leri’nden sonra da tepkiler olmuş­ tu. Nitekim, ödül alan Türk Tarih Kurumu binasının mimarlarından Ertur Yener’in, Turgut Canse- ver’e açtığı dava, hâlâ sürmekte.) Bu kez tepkiler ve tartışmalar şu sorular çerçevesinde odaklanıyor:

Türkiye’de bu Ödülü alabilecek, mimar elinden çıkmış bir yapı yok muydu? Yıllardır mimarsız yapıla­ ra, kalfa inşaatlarına karşı verilen

savaş böyle bir seçimle yara almayacak mıydı? Gençleri eğiti­ me özendirmek mi, eğitime sırt çevirmelerini sağlamak mı? Bu tür

Nail Çakırhan E vi <Türkiye)

(7)

Hafsia Mahallesi (Tunus) Endülüs E vi (Tunus)

soruların yanı sıra, Nail Çakırhan Evi’nin geriye dönüş mü, yoksa gelenekselin çağdaş yansıması mı olduğu tartışıldı. Gelenekselin çağdaş yansıması her söz konusu edildiğinde ise hep aym isim geldi gündeme: Sedad Hakkı Eldem... 1980 yılındaki ödüllere karşın, bu yılki ödüllerde sosyal konut proje­ lerinin daha az değerlendirilmiş olmaları, seçim yapmada göz- önünde tutulan ölçütlerin kesinlik ve açıklık kazanmamış olması, sık sık vurgulanan noktalardı.. Ağa Han Mimarlık ödülleri’nin sonuç­ larına ilişkin Mimar Sinan Üni- versitesi’nde yapılması düşünülen bir basın toplantısı ise son anda çeşitli nedenlerle kaldırıldı.

Bütün bu tepkilere, ortaya atılan sorulara bakıp, paniğe kapılmamak gerekir kanımca. A k ­ sine, içinde yaşadığımız çevrenin düzenlenmesine,bu çevreyle uyum sağlamamıza yönelik olan, insan­ oğlunun mutluluğuyla en yalın, en dolaysız ilişkisi olan mimarlık gibi bir konunun gündeme gelmesi, tartışma konusu olması, daha geniş bir çevreye yayılması bile yararlıdır. (Gönül isterdi ki, bu konudaki karşıt görüşler yalnız sofra ya da dost sohbetlerinde kalmasın,geniş bir biçimde kamu­ oyuna yansısın. Sahi! Şimdi aklı­ ma geldi: Bizde TRT diye bir şey

vardı değil mi?” )

Ağa Han ödülleri’nin, amaçla­ rı, uygulaması, benimsediği yön­ temler, jüri kararlan tartışılır, (ödül Yürütme Kurulu bile altı yıldır, kuruluşundan bu yana bu konuları tartışıyor.) Ancak, hükü­ metlerden bağımsız, çeşitli bilgi birikimlerini bir araya getiren bir örgütün, Endonezya’dan Fas’a uzanan çok geniş bir coğrafya boyutunda, ekonomik durumlan.

politik ortamlan sarsıntılar içinde olan sayısız ülkede, mimarlık alanında ne olup bittiğini tara­ ması bile önemli bir iştir.

4 Eylül akşamı, Topkapı Sa- rayı’nda, Saadet Kapısı önünde yapılan ödül töreninin dışında (ödül töreni nedeniyle Topkapı Sarayı’nm bahçesinin düzenlen­ mesi, onarılması vb. için Ağa

W assef Sanat Merkezi (Mısır)

(8)

Han’ın 10 milyon lira verdiğini de belirtelim.) bir ödül daha dağıtıl­ dı bu haftada: Türkiye Mimar­ lar Odası’yla Ağa Han Mimarlık ödülleri tarafından düzenlenen “ 2007 Yıhnda Bursa’mn Cumalı- kızık Köyü” konulu yarışma sonuçlandı. Mehmet Ocakçı ve Alper Ünlü Büyük ödülü alırlar­ ken,Yılmaz Değer Mimarlar Oda­ sı özel ödülünü, 43 kişi de mansiyon aldılar.

Şimdi kısaca İkinci Ağa Han Mimarlık ödülleri’ni alan yapıları tanımaya çalışalım:

Bu yılki Büyük Jüri şu isimler­ den oluşuyordu: Habib Fida Ali (mimar ve tasarımcı-Karaçi), Rı­ fat Çadırjı (mimar-Bağdat), Dr. Turgut Cansever (mimar-îstan- bul). Prof. Mübeccel Kıray (kent sosyologu-İstanbul), Prof. Char­ les Moore (mimar- Los Angeles), Prof. Parid Wardi bin Sudin (mi­ mar ve öğretim üyesi- Kuala Lumpur), Dr. İsmail Serageldin (mimar ve planlamacı-Washing- ton), Roland Simounet (rnimar- Paris), James Stirling (mimar- Londra).

Jürinin seçtiği on bir eseri tanı­ maya çalışalım:

N ail Çakırhan Evi-Akyaka Köyü - Ula, Muğla:

Gökova köyünde 16.5X 6 met­

relik bir alana oturmuş 100 metre­ Niono Camii [Mali)

açıldığında geniş bir mekân, bü­ tün pencereler açıldığında “ do­ ğayla içli dışlılık” elde ediliyor. İki çok amaçlı odada da ocak ya da mutfak, yıkanma yeri ya da banyo bağlantısı var. Jüri evi, “ Tasarım ve bezemede gelenek­ sel yaşam biçiminin yansıtılması ve sürdürülmesinden kaynakla­ nan yalınlık ve incelik nedeniyle” ödüle lâyık gördü. Evin sahibi ve yapımcısı Nail Çakırhan’la birlik-karelik bir mekândan oluşuyor.

Kullanılan tüm malzeme, yerel malzeme: A ğaç, taş, kireç, kire­ mitten dokumaya dek. Evin yedi kapısı, yirmi penceresi, döşeme­ si ve tavanı ahşap, el işiyle işlenmiş. İki yanda, iki çok amaçlı oda, ortada “ mabeyn” denilen yaşama alanına açılıyor. Bu üç alan da evin ön cephesinde şimdi teras diyebileceğimiz “ divanha- ne”ye bağlanıyor. Bütün kapılar

(9)

Azim Sarayı (Suriye) Hac Terminali (Suudi Arabistan)

te Ali Duru ve Cafer Karaca’nın çalışmaları da değerlendirildi.

Mali’de, Nionu Ulu Camii: Mali Cumhuriyeti’nin Niono kentinde bulunan Niono Ulu Camii 1945-48 yılları arasında ya­ pılmıştı. Zamanla caminin ihtiyacı karşılayamaması üzerine, 1969 yı­ lında kentteki Müslüman cemaati, caminin onarılması ve büyütülme­ sini istedi. İş, duvarcı ustası Las­ sine Minta'ya verildi. Daha önce

de caminin yapılmasında çalış­ mış olan Lassine Minta, Ulu Ca- mi'nin genişletilmesi ve onarımını 1973'de tamamladı. Jüri, yerel mimarlığın güçlü geleneğini koru­ mada gösterdiği titizlik ve bilinçli çaba nedeniyle Niono Müslüman cem aatiyle birlikte Lassine Minta’yı ödüllendirdi. Lassine Minta, toplumun desteğiyle, kü­ çük yerel bir camiyi, geleneklere uygun 726 metrekarelik alanı

kapsayan bir anıta çevirmişti. Y u g o s la v y a ’ da B osna Her- sek’in Visoko kasabasında Beyaz Cami:

Daha önce aynı yerde bulunup, yıkılan Beyaz Cami’nin yerine mi­ mar Prof. Zlatko Ugljen’in proje­ sini yaptığı Beyaz Cami, geniş külliyesiyle birlikte 1980’den beri din ve bilim merkezini oluşturu­ yor. 435 metrekarelik bu inşaat modern tasarımı, modern teknik­ leri, modern malzemelerine karşın geleneksel atmosferi yansıtma­ daki başarısı nedeniyle ödül ka­ zandı. Beyaz Cami’nin mimarının yanı sıra, yapının mühendisi S. Malkin’in ve el sanatçısı İsmet İmamo İç ’in çalışmaları da övgü­ ye değer bulundu.

M ısır’da, G ize’ deki R am ses Wissa VVassef Sanat Merkezi:

Daha 1950’lerde, Mısırlı mimar Ramses Wissa VVassef, yenileş­ menin ve modern tekniklerin yaşama çok şey kattığı gibi, yaşamdan çok şey alıp götürdü­ ğünün da bilincindeydi. Yitirilen değerlerin başında da yerel el sa­ natları geliyordu. O yıllarda baş­ lattığı çeşitli girişimler 1974’de tamamlanan bu merkezle sonuç­ landı. Birbirine bağlı çeşitli açık,

1* ü

im

i

(10)

üahKukn-i Alem Camii (Pakistan)

yan-açık ve kapalı mekânlardan oluşan, başta dokuma atölyeleri olmak üzere çeşitli atölyeleri (bu arada çocuk atölyeleri de), sergi alanlarını, dershaneleri, kitaplık­ ları içeren bu merkez, yalnız mi­ marî yetkinliği için değil, toplum­ sal yaşama katkısı ve bir örnek oluşturduğu için de ödüllendirildi.

Tunus’da Hafsiye Mahallesi. Hafsiya Mahallesi, Tunus Me- d in esi’ nde bu lu n u yor. B u rası, yüzyılın başlarında terkedilmeye başlanmış, 1928’de sağlık nede­ niyle boşaltılmış, İkinci Dünya Savaşı’nda bombalanmış, ayakta kalan yerleşim bölgeleri 1960’da yeniden y ık ılm ıştı. 1970’ de UNESCO, Tunus’da Kartaca ve çevresini koruma kampanyasını başlatınca Tunus Medinesi’ni de ele aldı. Tunus Medinesi 13.5 hektarlık bir alana yayılmış. Bu­ nun içinde Hafsiye Mahallesi 3 hektarlık bir alan. 1977’de bu ma­ hallenin yarıdan çoğunun yeniden inşası tamamlandı. Bu toplu ko­ nut projesinin mimarları Wassim bin Mahmud ve Arno Heinz. Kentsel toplu konut sorununa du­ yarlı ve insancıl bir yaklaşım ola­ rak değerlendirilen bu bölge, bir çarşıyla birbirinden ayrılan iki mahalleden oluşuyor. Müslüman bir ülkede yapılan ilk büyük çap­ taki bu yenileme projesi, öteki Müslüman ülkelerde eski kent alanlarının korunmasına önderlik etmekte.

Malezya’da Tanjong Jara Plaj Oteli ve Rantau Abang Konuk Merkezi:

_ Malezya’mn doğu kıyı şeridinde birbirinden on kilometre

uzaklık-8

tâki Otel ve Konuk Merkezi, ülke­ nin geleneksel ahşap yapı teknik­ lerini koruduğu gibi, günün ge­ reksinimlerine de karşılık veriyor. Yerel ekonomiye katkıda bulunan bu tesislerden otel, suni bir göl üzerine kurulmuş, iki katlı kulü­ belerden oluşuyor ve okyanusa bakıyor. Konuk merkezi ise, deniz müzesi, botanik müzesi, el sa­ natları müzesi gibi çeşitli alanları içeren geleneksel Malezya köyleri­ ni andıran on bir kulübeden oluşu­ yor. Az gelişmiş bir bölgede eko­ nomik yarar sağlayan topluma gelenek ve doğa bilinci aşılayan, dünün yöntemlerini bugüne başa­ rıyla uygulayan tesisler için jüri şu elemanları değerlendirdi: Mi­ marlar: Wimberly, Whinesand, Allison, Akitek Beisekutu. Bahçe mimarları: Belt, Colins ve Ortak­ ları. İç mimar Juru Hiasan. A h­ şap oymacı: Abdul Latif. Çinici: Nik Roman.

Endülüs Evi - Sus, Tunus: Tunus’un Sus kentinin yedi ki­ lometre kuzeyinde, birkaç zeytin ağacından başka hiçbir şeyin bu­ lunmadığı kurak bir bölgede, lüks bir otel, kiralık odalar, eğlence merkezi ve spor alanlarıyla 3.3 hektarlık bir alan kaplıyor. Jüri, Mimar Sege Santelli’nin 1980’de tamamlanan eserini “ Kuzey A f­ rika Arap-İslam mimarlığının ya­ pısal ilkelerine çağdaş bir yakla­ şım ve anlatım getirdiği için” değerlendirdi. Tasarımdaki yalın­ lık ve işlevsel düzendeki incelik, avlu, iç bahçeler, havuzlar, akar­ sular gibi öğelerin başarılı kullanı­ mı, jüriye göre, “ Bu kompleksi, geleneksel ve çağdaş mimarlık

sentezinin çarpıcı bir örneği” yap­ mıştır.

Hac Terminali-Cidde, Suudi Arabistan:

20. yüzyılın ileri teknolojisinin yaratıcı kullammı açısından dik­ kate değer olan yapı, hacılara ge­ niş gölgelik bir “ köy” alanı yarat­ manın yanı sıra geleneksel çöl ça­

dırının da bir yankısı olarak

değerlendiriliyor. Suudi Arabis­ tan hükümetinin Amerikalı mi­ marlara (Skidmore, Owings, M e­ rili ve Ortakları - New York, Şi- kago) ısmarladığı Hac Terminali 1981-82’de tamamlandı. 40.5 hek­ tar üzerine kurulu bu terminal, 80 bin hacıyı barındırabilecek nite­ likte. Birbirinin tekrarından olu­ şan modüler bir sisteme dayanan terminalde, tekdüzelik, ışık-gölge, yumuşak doku-çelik, katı-yumu- şak malzemelerin çelişkisiyle yok edildiği gibi, bu alana dramatik bir güç veriyor.

Şah Rükn-i Alem Türbesi - Multan Pakistan:

Pakistan’ın mimarlık mirasının en seçkin örneklerinden bu amtsal mezar, orijinal yapıya sadık kalı­ narak, 600 yıl öncesinin zanaatları canlandırılarak onarıldı. Mimar Muhammed Wali Ullah Khan ve yedi yapı sanatı ustası, tarihî yapıyı korumakla, olumlu bir örnek oluşturdukları ve çalışma sonucunda on dört çeşit eski yapı sanatım canlandırdıkları için öv­ güye değer bulundular.

Darb Kırmız Mahallesi - Ka- hire-Mısır:

Kahire’de onuncu yüzyılda ku­ rulmuş Fatimi kentinin yerleşim merkezi olan Darb Kırmız, en es­ kisi 14. yüzyıla ait yedi anıt ve çoğu 18. yüzyıldan sonra onarıl­ mış 22 konutu kapsıyor. Resto­ rasyon programı ilk elde sağlık koşullarının düzeltilmesini, top­ lum yaşamının canlandırılmasını, konutların oturulacak duruma ge­ tirilmesini ve anıtların korunma­ sını ele aldı. Çevrede topluma ge­ tirdiği olumlu değerler ve resto­ rasyonda üstün ve kusursuz nite­ lik övgüye değer bulundu.

Azim Sarayı - Şam, Suriye: Osmanîı dönemi İslam mimar­ lığının örneklerinden olan 18. yüz­ yıla ait bu saray, onarılamayacak denli zarar görmüştü. Sarayın onarılmasına tam 34 yıl emek ve­ rildi ve 1955’te restorasyon ta­ mamlandı. Jüri bu uzun süreli çaba için, üç tasarımcının Michel Ecochard, Şefik al-îmam ve Zaki al-Amir’in çalışmalarını değerlen­ dirdi ve bugün müze olarak kulla­ nılan bu yapıyı ödüllendirdi. ■

(11)

Ağa Han Mimarlık Ödülleri / 1983

SuıuS

Soruşturma

Ağa Han Mimari Ödülleri

ve bu yılki yarışma sonuçları

üstüne görüşleriniz?

Cengiz Bektaş

Başarılı uygulamaların ödül­ lendirilmelerine (Kim? Neyi? so­ rularım ilk ağızda unutarak...) el­ bette karşı olunmamak. Ancak ödülün temelinde, daha iyiye, daha ileriye özendirme isteği unutulmamalıdır.

Daha yeni bir kurum olan Ağa Han V ak fı ödüllendirm elerini, “ zararlı” olmadıktan sürece des- teklememeyi yanlış bulurum. Bu nedenle, bundan üç yıl önceki ilk ödüllendirmeleri, kimi oturmamış- lıkları, “ ilk” oluşa bağh hoşgörü ile karşıladım. A ynca, yurdumuz­ dan da kişilerin —ne denli tar­ tışmaya açık olursa olsun— ödül almalan hoşuma gitti.

İslâm kültürüne, özellikle mi­ marlık alanmda, geçmişte en büyük katkıyı yapmış bir ülkenin mimarlarından çağımızda da söz ediliyordu işte...

ö d ü l alan, İslâm kültürü açı­ sından “ yabancı” kimi mimarları (el parasıyla, sonradan görmüşün hoşuna gidecek biçimde yaratan, bir bakıma moda cambazlarım) bile hoşgörüm içinde tuttum. Daha da ileriye giderek, kimi “ ek­ lektik” , geriye bakan, özle, ilke­ lerle değil biçimlerle konuşan yapıların ödüllendirilmelerini de gene, “ Eh ‘ilk’tir” diyerek hoş­ görüyle karşıladım.

Haşan Fathy’nin büyük ödül alan yapılarını (Mısır’da) yerinde gördüm. Kullanıcının yaşamıyla uyuşmadığı için bomboş duran; hem biçimi, hem yapım yöntemi (teknoloji) açısından eskiye da­ yalı; mutluluğu belirli bir takvim

gününde dondurmuş; hiç ama hiç esnek olmayan; gelecek kuşakları, bu geçmişe dayalı kendi mutluluk tanımıyla (buna kimi yazarlar mimarlık faşizmi de diyebilirler) sımsıkı bağlayan, ilerlemeyi önle­ yen yapılardı bunlar... Beni ortak bir planlama işi için çağıran Mısırlı mimar dostum, “ Ne yapı­ lırsa yapılsın, böyle yapılma­ sın!..” diyebilmek için Haşan Fathy’nin yapılarını göstermişti.

İşte böylesi bir ödüllendirme­ den “ rahatsız” olmamak olanak­ sızdı. En azından, Türkiye gibi, kalkınma, çağdaşlaşma çabaların­ daki bir ülke için olumlu bir örnek değildi.

Ama dedim ya bir “ ödüllen­ dirme” iyi niyetinin “ ilk” davra­ nışı için hemen katı eleştirilere girmeye yüreğim elvermedi o zaman...

Bu yıl ikinci kez ödüllendirme yapılıyor. Ben bu satırları ya­ zarken sonuçlar daha açıklan­ madı. (Yalnızca, öğrenciler ara­ sındaki bir yarışmanın sonucunu kesin biliyorum. Çünkü, Türkiye Mimarlar Odası adına seçiciler ku- rulundaydım. Bu kurula katıl­ mayı da, yukarıda açıkladığım za- rarlı-nostaljik tutumlara karşı çık­ mak için kabul ettim.)

Ne var ki, fısıltılardan, iç­ tenlikle, inanarak karşı çıktığım tutumun sürdürüldüğü anlaşılı­ yor.

Ancak, şu unutulmamalıdır: ödüllendirmeler ödül alanı bağla­ maz. Ben, doğru bulduğumu ya­ parım. Sonuca (yapıtıma) bir ödül verilmesi, seçiciler kurulunun işi­ dir. Ve bu işiyle seçiciler kurulu, asıl kendi niteliğini ortaya koy­ muş olur. Yüzyıllar öncesinden kopya bir Şişli Camii’ni, bir

Koca-tepe Camii’ni (Ankara) beğenip beğenmemek bir kişinin niteliğini apaçık ortaya koymaz mı?

Mübeccel Kıray

Ağa Han Mimarlık ödülü, bi­ lindiği gibi, İslam ülkelerindeki mimarlık ve düzenleme yapıtları­ na, ya da İslam ülkeleri dışında İslamiyet’le ilgili yapıtlara ve­ rilmektedir. Hem prestij hem de maddî ödüllendirme bakımından dünyanın bu konuda en önde ge­ len ödülüdür.

Açıklanması gereken şey, bu ö- dülün ilk bakışta göründüğünden çok daha kapsamlı olduğudur. Mimarlık ödülü olarak anılmasına rağmen sadece binaları içerme­ mektedir. Şehir düzenlemelerin­ den, hava alanlarından, geniş programlı su depolama tesis­ lerinden, sosyal konutlardan, yeni fonksiyonlar kazandırılmış tarih­ sel yapılardan balıkçı barınak­ larına kadar gerçek leştirilm iş herhangi bir düzenleme, form ve tasarım bu ödülü alabilir.

Bu yapıtları yaratanlar bakı­ mından da, gerçekleşen yapıtın yaratıcılığına katılan herkes, mi­ mar, mühendis, zanaatkâr, bilgin, kimyacı ve örgüt bu ödüle lâyık görülebilir.

Üç yılda bir verilen ve bu yıl i- kinci defa verilen bu ödül bütün dünyanın mimarlık ve şehircilik çevrelerinde büyük ilgi görmekte­ dir. Hepsi gelişmekte olan İslam ülkelerinde her yerleşme, değişen konumuna göre merkezi iş alanla­ rındaki yepyeni fonksiyonlar ve onları barındıran yapıları, çevresi­ ne düzensiz yığılan konutları ile durmadan genişleyip yayılmakta­ dır. Bunların belirli bir olgunluğa varmasını, durup oturmasını hız­ landıracak birçok faktörlerden biri de bunların içinden iyilerinin seçi­ lip ödüllendirilm esi, bu ö- düllendirme süreci içerisinde bü­ tün ülkeler ve ilgili çevreler ara­ sında gerçek bir iletişim ve haber­ leşme sağlanmasıdır. Ağa Han ö - dülü bu işlevleri tam olarak ba­ şarmaktadır.

Böyle bir ödülün her aşamasın­ da karar vericilerin büyük so­ rumluluğu vardır. İslam dünya­ sındaki çok değişik,her ülkenin kendine has tarihinin ve çevre ko­ şullarının oluşturduğu her türden yapıt arasından en değerlilerini seçmek zor bir iştir. Bu yıl son a- şamada iki yüzden fazla yapıt ö- dül için aday gösterilmiştir. Bun­ lar üzerinde toparlanmış veriler, görsel ve yazılı belgeler dikkatle

(12)

incelenmiştir. Sonunda jüri üyele­ rinin üzerinde anlaştıkları on bir yapıt ortaya çıkmıştır.

Jüri uluslararası bir jüri idi. A B D ’den Charles Moore, Ingilte­ re’den James Stirling, Fransa’dan Ronald Simmonet dünyaca ta­ nınmış, haklarında kitaplar, ma­ kaleler yazılmış otoritelerdir. I- rak, Mısır, Pakistan ve Türkiye’­ den katılan mimar jüri üyeleri de tanınmış, başarılı kişilerdi. Jüride bir de, şehirleşme üzerinde birçok çalışmaları olan bir sosyolog var­ dı. Hepsi jüri çalışmalarında bü­ yük deneyimlere sahipti. Ve bu jürinin sözü ödül için son ve kesin karardı.

Jüri çalışmaları bitip ödüle lâ­ yık görülen onbir yapıt belir­ lendiğinde, bu yapıtların her birinin kendi başına taşıdıkları değerlere ek olarak İslam ülkele­ rinin, Mali’den Malezya’ya kadar birçoğunun temsil ettiği, Hac Terminali,Yugoslavya ve Mali ca­ mileri ile İslam sembolizmini yan­ sıttığı ve sosyal konutlardan o- tellere, sanat m erkezlerinden restorasyon örneklerine kadar çok değişik fonksiyonu olan yapılarla İslam âlemindeki çok çeşitli konu ve problemi sergilediği ortaya çıkmıştır. Hepsi bugün İslam dünyasında form ve tasarımda sü­ regelen deneme, arayış ve buluş­ larda varılan aşamaları yansıt­ maktadır.

Bülent özer

Herhangi bir kişi veya kuru­ luşun, arzuladığı konuda arzula­ dığı ödülü—yasalarla çatışmadığı sürece — gönlünce düzenleyip da­ ğıtmak özgürlüğüne sahip bu­ lunduğu inancımızı burada hemen vurgulamak isteriz. Ancak, söz konusu ödülün ciddiye alınma id­ diası mevcutsa, verilen kararlarla alınan sonuçların belirli bir tutar­ lılık çizgisini izlemeleri gerekecek­ tir.

Şimdi gelelim Ağa Han öd ü lü ’ - ne. Tüzükte açıklanan noktalar, saptanan amaçlar,—değerlendirme kriterleri üzerinde yapılabilecek ki­ şisel eleştiriler bir yan a-.gen elde şüphesiz olumlu ve ümit verici. Gelgelelim, bu ümitlerin yazıdan gerçeğe dönüştürülebilmelerini sağlayacak “ Sevk ve idare Komi­ tesi’ ’ (Steering Committee) ile her üç yılda bir ödülleri dağıtan jüri­ nin kompozisyonu, belirli bir b ö ­ lümüyle, bizce öze aykırı. Zira, çok kısa bir ifadeyle, amaç İslam

10

Ülkeleri Mimarisi’dir; bu mimari­ nin desteklenmesi, tanıtılması, geliştirilmesi, yüceltilmesidir. Bu yöndeki karar,kâğıt üzerinde çeki­ nilmeden verilmiş komplekssiz, kesin,alnı-açık bir karardır. O hal­ de, gerek adı geçen komitenin,' gerekse de jürininkompozisyonun- da, bizce, büyük ölçüde bu ülkeler­ den gelen, üstelik o ülkelerin so­ runlarıyla mahallinde uğraşan, boğuşan “ yerli” lerden yararlanıl­ ması uygun düşerdi. Aynı şeyi,( daha da vurgulayarak, “ sadece yerlilerden” diyerek, ödüllendiri­ len yapıtlar için söylemek isteriz. Nitekim, amaç İslam ülkelerinde gerçekleştirilmiş değil de, İslam ülkeleri tarafından gerçekleştiri­ len mimarî olmak zorundadır. Aksi halde, karşımızda, egzersiz, uygulama alam olarak İslam top­ rakları seçilmiş aldatıcı bir mi­ mariden başka bir şey bulamayız. Yurdumuz, özellikle de İstanbul, Osmanlı İmparatorluğumun son dönemlerinde böylesine bir acı de­ neyimin kalburundan geçmiştir. Basit bir benzetme yapılmak is­ tenirse, bu gibi ödüllendirmelerin, ne olursa olsun, kazanmak hırsıy­ la, servetler harcayıp, yerli futbol takım larını ya ba n cı yıldızlarla doldurmak eğilimini anımsattığı söylenebilir. Sonuçta maçlar ka- zanılsa dahi, kalkman, ilerleyen, yücelen maalesef o ülkenin futbolu, sporu değildir.

Ağa Han Mimarlık ödülü hak­ kında kendi açımızdan genelde or­ taya koyabileceğimiz bu birkaç düşünceden sonra, bu yılki so­ nuçlara, daha doğrusu ülkemizle ilgili sonuca geçmek istiyoruz.

Bundan üç yıl önceki ödüllendir­ mede, ülkemizden seçilen örnekler bizce kendi içlerinde olumlu, fakat hiçbir şekilde yurt çapında temsil edici, röp reza n ta tif karaktere sahip değildiler. Böylece, amaç i- le sonuç arasında bir tutarlılık g ö ­ remedik; işin ciddî olmadığı kanı­

sına vardık.

Ne var ki, bu yılki olay, aşağıda sıralayacağımız objektif nitelikte­ ki nedenlerden ötürü, her türlü insaf sınırını aşmıştır.

Batı’nın çok ileri ülkelerinde dahi, resmî eğitim görmeden mi­ marlık yapılabildiği doğrudur. Gelgelelim, bu mimarlık yetenek ve yetkisini saptayan belgeye sahip olmadan demek değildir. Gerçekten de, yine o ülkelerde, eğitimini bitirip, diplomasim al­ mış olan kimseler bile, oda, birlik, kurum, enstitü gibi isimlerden bi­ rini taşıyan ana meslek kuruluşu­

nun sınavında başarılı olmadan mesleklerini icra edemezler. Oku­ mamış mimar demek ise, tıpkı dışardan lise sınavı verirmişçesi­

ne, resmî eğitimden geçmeksizin genellikle bir büroda yetişmiş, i- cazet almış, ondan sonra da ana meslek kuruluşunun sınavında başarı göstererek belgesin e kavuşmuş bir inşaatçıdır.

Diplomasız bir kentlinin inşa etmiş olduğu mahallî, geleneksel karakterli yapın ın , anonim , vemaküler, geleneksel mimarlık örneği olduğunu iddia etmek de o- lanaksızdır. Çünkü, bir yapının a- nonim mimariye ait olabilmesi, o- nun, özgün, otantik anlamda ano­ nim bir yapı ustası tarafından gerçekleştirilmiş bulunması koşu­ luna bağlıdır. Bu nedenle, Türki­ ye’den ödülü alan ev anonim mi­ marî örneği sayılamaz.

Böylece, son yirmi yıllık mimarî yapıtların tümünün değerlendiril­ me kapsamına alındığı bir yarış­ mada, üç yıldır süregelen arama- tarama çalışmalarından sonra, çok acayip bir tutumla, Türkiye’de gerçek bir mimar tarafından yapılmış ödüle lâyık herhangi bir ya pıt bulu n am ayıp, jü ri bir kalfayla ustaları ödüllendirmeyi uygun görmüştür.

Bu karar, kanımızca, yanlış ve yanıltıcı olduğu kadar, memleke­ timizin dışarıdaki saygınlığı, onu­ ru açısından da fevkalâde küçül­ tücü, hakaretamiz bir nitelik taşı­ maktadır.

Bunun anlamı:

a) öteki İslam ülkelerinde, Müslüman mimarların yanmda AvrupalI ve Amerikalı mimarlarca gerçekleştirilen yapıtlar dahi ödü­ le lâyık görülürken, Türk mimar­ larının henüz o seviyeye ulaşama­ dıklarını dünyaya duyurmaktır,

b) Çağdaş Türk mimarlığım, mimarlarını, mimarlık eğitimini, hem de diğer İslam ülkelerinin de katıldıkları bir forumda, uluslara­ rası bir mesajla kötülemek, aşağı­ lamaktır,

c) Türkiye’deki, mevcut mimar­ lara ve yüz yıldır sürdürülegelen başarılı mimarlık eğitimine karşı içerde ve dışarda itimadı kökün­ den sarsmaya kalkışmaktır.

Bunun yanı sıra, alman karar, tüm m im arlık kurum larıyla bakanlıklar ve çeşitli resmî kuru­ luşlar tarafından uzun yıllardır verilegelen bir mücadeleye, yani mimarinin diplomalı mimarlarca yapılmasını amaçlayan mücadele­ ye en büyük darbeyi indirmiştir.

(13)

Bu karardan sonra, meslekî eği­ tim görmemiş kişilerce gerçekleş­ tirilen mimarlık, A ğa Han öd ü - lü’nün desteğiyle, adeta özenilme- si gereken bir faaliyet dalı halinde değerlendirilecektir. Türkiye’ye uygulanan acayip muamele ve bundan doğabilecek sonuç, mi­ marî korsanlığı yurdumuzda daha da cesaretlendirip güçlendirebile- cek bir karaktere sahiptir.

Ve nihayet, mimarlık eğitimi kuramlarının yetersiz, hatta fu­ zulî oldukları, mimarlık okuma­ mış inşaatçıların çok daha başarılı çalışmalar yapıp uluslararası üne kavuşabilecekleri iddiaları, gide­ rek de inancı maalesef geçerlilik kazanabilecektir.

Abdullah Tunçel

Üç yıl önce Lahor’da verilmeye başlanan Ağa Han Mimarlık ödülleri uluslararası düzeyde bir mimarî iletişim ve tartışma plat­ formu yaratmaya yönelik önemli bir çaba olarak göze çarpıyordu. İkinci ödül dağılımının bu yıl İs­ tanbul’da gerçekleştirilmesi bir yandan platformu genişletmiş, ül­ kemizdeki “ mimarlık” tartışmala­ rının canlanmasına yol açmış, öte yandan TM M O B M im arlar Odası’nın katkısıyla düzenlenen öğrenci yarışması ile mimarlık ö ğ ­ rencilerine bir kısım temel mesleki kavramlar üzerinde düşünebilme şemsi yaratılmıştır.

Ağa Han Mimarlık ödülleri programımn iki önemli özelliği vardır. Birincisi, programın İslam ülkelerindeki “ mimarlığın” sos­ yal, kültürel, ekonomik, teknolo­ jik vb. boyutlar içinde ele alınarak bir tartışmanın başlamasını sağ­ lamak olmuştur. İkincisi de yu­ karıda söz konusu edilen boyutlar baz alınarak ve katılma/değerlen- dirme/yararlanma/çevreye uyum vb. açılardan ve kullanıcı gözö- nünde bulundurularak, mimar­ lığın gelişimine katkıda bulunul­ duğuna inanılan yapılara ödül ve­ rilmekte oluşudur ki, programın bu yanı tartışma platformunun değişik düzeylere kaymasına yol açmaktadır.

Mimarlık öğrencileri için ve ulusal düzeyde açılan “ Cumalıkı- zık Köyü/2077 Yılı İçin öneriler” konulu yarışma, mimarlık kuram­ larının en ortak kavramları olan zaman, mekân, yaşam kavramla­ rına sorgulayıcı bir gözle yeniden bakılmasını amaçlamıştır. Mevcut eğitim sistemi içerisinde öğrenci­ lere yaygın değerler sisteminin sı­ nırlarını aşamayan bir mekânsal duyarlılık verilm ektedir. Bu

mekânsal duyarlüık var olanı ko­ ruyan ve kabullenen, nostaljik ça­ baların ötesine geçemeyen, tek­ düze bir duyarlılık olduğu için, dönüştürücü süreçleri de başlata- mamıştır. Dönüştürücü süreçlerin başlatılabilmesi, içinde bulunulan toplumsal koşullara, yaşam bi­ çimlerine, fiziksel çevreye eleştirel bir gözle bakabilmekle olasıdır.

Bu noktada öğrencilere gü­ venilmiş ve onlara bir olanak ta­ nınm ıştır, tüm ön yargıların , tabuların, kabullerin yarattığı sı­ nırları aşabilme gücüne sahip olan mimarlık öğrencilerine, gelecekte nasıl bir dünya düşlediklerinin bugün yalnızca resimlerini de olsa sunabilme olanağı.

Engin Yenal

II. Ağa Han Mimarlık ödülle- ri’nde, günümüzde geçerli mimar - . lık kavramları açısından iki ana kategorinin var olduğu sezilmek­ tedir:

1. Halk mimarlığı,

2. Kuramsallaşmış mimarlık. a. Sürdüregelinen kullanım (Ta­ rihi çevre koruma ve restorasyon). b. Güncel kullanım (Çağdaş mimarlık).

Genelde, herhangi bir mimarlık ödülünde halk mimarlığının ödüllendirilmesi “ Gerçek halk mimarlığı” örneği olması ön-ko- şulu ile belli bir hoşgörü ile karşı­ lanabilir. Ama yapmacık, özenti, derleme örneklerin garip bir tu­ tumla halk mimarlığı (veya mi- marsız mimarlık) sayılıp ödüllen- dirilişine de, özelde, duyarlıkla karşı çıkmak gerekir.

Bu yapıların gerçekte kuram­ sallaşmış mimarlığın temsilcisi olan mimarlık eğitimi görmüş ki­ şilerce gerçekleştirilmesi ve bun­ ların yapıtlarının ödüllendirilmesi, bir kültürel yanılma sonucu bir kürtürel yanıltma olayı olarak nitelendirilmelidir.

Bu olay, bu ödül döneminde, Malezya ve Mısır’daki bazı uygulamaların ödüllendirilmesi ile dram atik bir kurgu biçim ine dönüşmüştür.

Kurumsallaşmış mimarlıkta ise: Sürdüregelinen kullanımda M ısır, P akistan, Suriye ve Tunus’daki uygulamalar, kültürel sürekliliğin sağlanması, kültür varlıklarının korunması amaç ve ilkelerine uygun, saygınlık uyan­ dırabilecek örneklerdir.

Ama böylesine evrensel ve o denli önemli bir ödülün gerçekte varoluş nedeni olan örnek çağ­ daş mimarlık yapıtlarından yal­ nızca üçünün ödüllendirilebilmiş

olması ise, kuşkusuz, önemli ve o ölçüde kaygılandıran bir olaydır.

Yüksek teknolojinin üçüncü dünya ülkelerine aktarılması ger­ çeğine çok yönlü karşı koyuş ulus­ lararası düzeyde güncel bir yay­ gınlık kazanmakta iken, Hac Ter­ minali örneğinde böyle bir ödül çerçevesinde de inanılmaz bir ö v ­ gü eşliğinde arkalanışını anlaya­ bilmek olanaksızdır.

Ancak böyle bir yapının, çağ­ daş mimarlığın dev kuruluşlarının uluslararası pazarlama yöntemleri gereği kültürel-ideolojik ikilem içinde ileri sürdükleri “ Göçebe uy­ garlığının bir uzantısı” olduğu uydurmasının Seçici Kurul’ca da aynen benimsenmesi dar görüşlü bir safdillik örneği sayılmalıdır.

Sözüm ona ça ğd aş m im arlık ürünü olduğu ileri sürülen, Yugoslavya’daki Beyaz Camiin seçilme nedenlerinin açıklanma­ sında (ince bir mizah anlayışının dışında) bir tutarlık bulabilmek en hoşgörülü bir tutumla bile olası değildir.

Tunus’daki “ Residence Anda- lous” un ise geçmişin Arap-İslam mimarlık kavram ve öğelerinin olağanüstü bir yoğunlukta kulla­ nıldığı, çağdaş ve gerçekçi olduğu sanılan, seçmeci bir akımın tem­ silcisi olduğu söylenebilir.

Eğer, gerçekte, İslam ülkelerin­ deki mimari uygulamaların nitelik ve niceliği bu ödüllerde yansıtıl­ mak istenen düzeyde olsa idi, bu olaya mimarlık adına içtenlikle kaygılanmak gerekirdi. Oysaki en karamsar görüşler bile gerçeğin hiç de öyle olmadığım

vurgula-Daha 1976’da H.H. Ağa Han, ödülün kuruluş nedenlerini ve amaçlarını “ Yabancı kültürlerin etkisinden arınmış, kendi özüne, kendi gücüne yönelik bir mimar­ lığın aranışı ve değerlendirilişi” olarak nitelemiş idi.

Evrensel bir saygınlık uyandı­ ran, uygulayıcı çevrelerde ilgi ve destek bulan ve oldukça geniş bir katılım düzeyine erişen ödülün her iki dönemde de ölçütlerdeki tutarsızlık, uyumsuzluk sonucu, ana ilkelerinden sapmış (veya saptırılmış) oluşu düş kırıklığının ötesinde kaygı vericidir.

Böylesine anlamlı ve önemli bir ödülün yeniden işlerlik kazanma­ sı, tutarlı ve geçerli eleştirilerin ışığında olumlu ve yapıcı katkılar­ la bütünleşen gerçekçi bir anlayı­ şın ve düzenin ortaya çıkmasına bağlıdır.

H .H . Ağa Han’ın içtenlikle inandığı ilkelerin yozlaşmasını hiçbir ödün vermeden önleyerek kendi adını verdiği ödülün say­ gınlığını koruyacağını umuyoruz.

(14)

Ağa Han Mimarlık Ödülleri /1983

r p n g j

«Mimar değilim» diyen Nail Çakırhan

bugüne dek 32 yapıyı gerçekleştirdi

1983 A ğa Han Mimarlık ö d ü ­ lü’ nü Türkiye’de tek bir yapı aldı. Gökova Koyunda, Akyaka Kö­ yündeki (Ula, Muğla) Nail Çakır- han Evi. Evin sahibi ve yapımcısı Nail Çakırhan’ın yanı sıra eve emeği geçen iki ahşap ustasının Ali Duru ve Cafer Karaca’nm çalışma­ ları değerlendirildi.

“ M im ar değilim, ne bir mimarî eğitimim var, ne de bir mimarî okula gitmişliğim var” diyen Nail Çakırhan’m adı şu sıralarda mi­ marlıkla ilgili her çevrede sık sık geçtiğinden “ Nedir mimarlık? Na­ sıl değerlendiriyorsunuz mimarlı­ ğı?” diye soruyorum.

Nail Çakırhan’ m yanıtı şöyle: “ Bir toplumun ekonomik, top­ lumsal ve kültürel oluşumunun, gelişiminin bir parçası. Kültürel olgunun maddeleşmiş şeklidir mi­ marlık. .. En büyük devrimin kökü on bin yıl öncesine dayanıyor. Yani üretime geçiş dönemine. Bu­ günün endüstri gelişiminin

kö-Nail Çakırhan

yıllık ahşap bir evde doğmuştur. Çocukluğu iki yüz yıllık ahşap dede evinde geçmiştir. Ortaokul yıllan 1921-25, Muğla'nın geniş avlulu taş hanlannda, lise yıllan

“ muhteşem mimar çevresi, henüz canlı Mevlâna ruhuyla dolu” Kon­ ya’da geçmiştir.

Muğla’da ilk dergisini elya- zısıyla çıkardığında, 13 yaşın­ daydı. Konya’ da basılı dergisini çıkardığında ise 18. 19’unda İs­ tanbul’ a geldi, üniversiteye. Tıb- biye’yi, Hukuk’u denedi. Gazete­ cilik üstün geldi. Zekeriya Ser- tel’le “ Resimli A y” , Nazım Hik- met’le birlikte “ 1 + 1 = Bir” kitabı, Yunus Nadi’yle “ Cumhu­ riyet” (kesintisiz 1929-35 arası), Sedat Simavi’yle “ V oyvo” mizah dergisi (kasvetli bir hanın küf kokan o tek odasını hâlâ unuta­ maz), “ 7 Gün” gazetesi, Ahmet Emin Yalman ve Zekeriya Ser- tel’le “ Tan” , taa kapamncaya dek, arada Abidin Dino, Bedri Rahmi, Necip Fazıl Kısakürek’- lerle “ Ses” edebiyat dergisi... Araya boşluklar girdi, şiirler gir­ di, kitaplar girdi, karanlıklar, ay­ dınlıklar girdi, o sıralarda üniver­ sitede arkeoloji asistanı olan keninde el baltasının, el aletlerinin

gelişmesi yatıyor. Kültürel geliş­ meye, teknik gelişmeye bağındı olarak insanoğlunun y a ra ttığ ı çevredir mimarî... Ben mimarlık yapmıyorum, ben inşaat yap­ mıyorum... Şiir yazıyorum. Kâğıt üzerine değil, toprak üzerine. Yapıların her köşesiyle, şiirin her mısrasıyla uğraşır gibi uğraşıyo­ rum. Sözcüklerin yerini ahşap, taş, kireç alıyor. Bütün yaptığım b u ...”

Gerçekten de 1950-51 yılma dek Nail Çakırhan, kâğıt üzerine yazdığı şiirlerle edebiyat çevre­ lerinde ve gazetecilik dünyasında tanınıyor yalnızca. Bu tarihten önce yapıyla, toprak üzerine şiir yazmakla hiç ilgisi yok. Tek ilgisi, eski Türk evlerinin bilincinde ol-,

(15)

Perili Köşk, Datça

Halet Çambel’le evlilik girdi... Ve geldik 1950’ye:

Nail Çakırhan’m deyimiyle, bu tarihten sonra İstanbul katledil­ meye başlanmıştır. Tarih katledi- liyordur. “ Yaşasın asfalt, yaşasm beton” gidişatına ‘ aman’ demeye kalkana çağdışı damgası vurulu- yordur... “ Şehirlerimizden, ka­ sabalarımıza, köylerimize kadar yap-satçı, yık-yak-yap-satçı mü­ teahhit, taşaron iş başmda, so­ rumsuzluk, vurgun kol geziyor- dur.”

İşte bu sıralarda Halet Çambel Adana-Kara tepe’de kazılarda çalı- şıyordur. Çıkarılan eserleri ko­ rumak için, Turgut Cansever’ in tasarladığı beton saçakların yapı­ mını Nail Çakırhan üstlenir. Sözü ona verelim:

“ Hiçbir mimar, müteahhit, mühendis bu dağ başındaki, yolu olmayan kervan geçmeyen, eş- kiyadan başka ziyaretçisi olma­ yan yerde çalışmaya yanaşmadı. İş üzerimize kaldı. Bizde beton ananesi yok. Benim betonla hiç mi hiç ilgim yok. Bütün yabancı neşriyatı getirttik. Betonu kitap­ lardan öğrendim. Üç yıllık bir ça­ lışma sonucunda Türkiye’nin ilk ve en temiz betonları çıktı ortaya. Böylece eserler sergilenmeye baş­ landı... Müze kurulunca, müze memuruna, bekçisine ev gerekti. Onlan yaptık. Baktık ki, 25 kilometre çaplı bir yörede ne okul var, ne okuyan... Kazı yerinde

büyük küçük herkese, kim ne bi­ liyorsa öğretmeye başladık. Sa­ bahattin Eyüboğlu tabiat dersleri veriyordu, ben matematik, aşçı- başımız da yazı yazmayı öğreti­ yordu köylülere... Milli Birlik K o­ mitesi zamanıydı. Olacak gibi değil, bari okul yapalım dedik. Kadirli kazasına bağlı Söğütlü keçe, Yukan Çiyanlı, Bahadır, Kız Yusuflu ve Karatepe köy­ lerine okul yaptık... Okullar olun­ ca, öğretmenler geldi, öğretmen

lojmanları yaptık... Dağ taş eşki- ya kaynıyor: Jandarma karakol binası yaptık... Karatepe Milli

Restorasyon:

Çamlıbel Yalısı (İstanbul)

Çakırhan Evi (Ula, Muğla)

Mina Urgan Evi (Bodrum)

Kayra Evi (Bodrum)

Tınmaz Yalızı (İstanbul)

T. Ülkü Evi (Bodrum)

Mustafa Paşa Kulesi (Bodrum)

Parkı kurulunca, Orman Bölge Şefliği binası, şefine ayn, kâtibine ayrı, şoförüne ayrı lojmanlar yaptık... Yollar açıldı, telefon bağlandı: PTT binası yaptık... Sonuç olarak beş yıl yazlı-kışlı çalışıp bir müze sitesi kurduk.”

1962’de bütün bu deneylerden çıktığında Nail Çakırhan “ in­ şaatçı” olmuştu.

“ Bir yıl sonra, Ankara’daki Türk Tarih Kurumu binasını üstlenen kişi oldum. Temelden dö­ şemesine, öyle bir titizlikle

ça-Proje ve uygulama (1970-82)

Gökova/ Akyaka Köyü’nde 18 ev

Bodrum’da bir ev

Muğla’da bir ev

Datça’da “ Perili Köşk Moteli”

Datça’da “ Liman Lokantası”

Nail Çakırhan'ın yapı çalışmaları

(1957-1982)

Uygulama:

Karatepe Açık Hava Müzesi (Kadirli, Adana)

Türk Tarih Kurumu (Ankara)

*

Alman Lisesi ve Çocuk Yuvası (Ankara)

(16)

Gurgan Evi, Marmaris

lışıyordum ki, işçiler ‘üff orda minumcu Nail Bey var’ der olmuş­ lardı. Minumcu yani milimetre sektirmeyen...”

Türk Tarih Kurumu yapısı 1967’de bitti. “ İlkve son müteah­ hitliğim” dediği Ankara’deıki A l­ man Okulu ve Alman çocuk yu­ vasından sonra Nail Çakırhan hastalandı. Enfarktüs. Dinlenmek, sessiz, sakin bir köşede ev sahibi olmak istemektedir artık. Kesin bildiği bir şey daha vardır, bu ev, Ula’ daki eski Türk evleri gibi ola­ caktır.

“ İşe eski evleri tek tek gezip görerek başladım. Odalar, pence­ reler, kapı, dolap, boyutlar, şekil­ ler hep istediğimceydi. Tavanlar işlemeli, oymalı, ortada göbek... İlk işim yapı ustalarını aramak oldu, özellikle eski ahşap usta­ larını. Yalnız iki usta kalmış kala kala: Ali Usta ve Cafer Usta, Şimdi ikisi de yetmişlerinde. 1 Ali Duru ve Cafer Karaca.) Ali Usta zaten çocuk felçliydi, ben buldu­ ğumda. Bu haliyle gene de sekiz yıl aralıksız beraber çalıştık. Şim­ dilerde artık kötürüm, fakat is­ tendikçe, bazı özel işleri oturarak yapmaya çalışıyor... Cefer Usta-, mn da artık gözleri pek iyi se­ çemiyor, fakat ikisi de göre göre, duya duya, eski geleneği sürdüre­ bilecek yenileri heveslendirdiler, gençleri yetiştirdiler, yetiştiriyor­ lar...”

Nail Çakırhan, Ali ve Cafer us­ talar Gökova Körfezinde Akyaka Köyü’nde yapmak istediği evden söz açtığmda, önce şaşırdılar, sonra inanmadılar, sonunda sevin­ diler. Sonra, “ hele şu alet edevatı

bir toplayalım” dediler.

Nail Çakırhan anlatıyor: “ Bir keser, bir testere yetip artıyor bile. Çoktandır kullanılmayan a- letlerini. topladılar, derlediler, to­ zunu toprağını, pasmı temizledi­ ler. Çoğu kendi el ürünleri olan aletler pırıl pırıl çıktı ortaya... Eski Ula evleri genellikle üç tiptedir: 1) En eskiler, tek katlı, tek odeılı, sırtlarım hep bir duvara dayamışlar, ö n cephelerde b oy­ dan boya uzanan bir hayat ve çardaklı. 2) Daha yeniceleri (100- 150 yıllık) hep çift odalı. İki oda yanlarda, ortada bir aralık, ma- beyn deniyor. Bu evlerin de sırt­ ları duvara dayalı, ön cepheleri hayata değil, boydan boya uza­ yan bir terasa açılıyor, divanhane deniyor. Hayat bu divanhanenin önünde ya da yanında, taa avlu dış kapısına kadar üzemiyor. 3) İki katlılar: Alt katlar, mutfak, depo olarak k u llan ılıyor. Penceresiz, mazgallı. Üst katlarda şekil, ön­ cekiler gibi... Hepsinde odedarda ocak, üstleri döşekli, altlan çı- reıklık, derin yerli dolaplar. Biri­ nin içi solukluk yıkanmak için, sonra çiçeklik, serpenç...”

“ Yüz, iki yüz yıl öncesinin evini bugün aynen kopya etmek kime ne kazandırır?” diyecek ol­ dum, Ağa Han ödülü’nü kazan­ mış Nail Çakırhan, “ Hayır kopya etmedim, demin anlattığım eski evlerin iki tipini bir araya geti­ rerek, bugünün ihtiyaçlanna uya­ cak şekilde yeniden yaptım” dedi ve ekledi:

“ Bu ev öyle beğenildi ki, önce dostlar, sonra başkaları, müşteri­ ler kendilerine de istediler, ön ce

düşük gelirliler, sonra daha var- hkldar, önce tek katlılardan yap­ tım, sonra iki katlıları... Bugün Akyaka Köyünde bu tip 18 ev var. Muğla’da, Bodrum’da da birer tane yaptım? Sonra Datça’da Perili Köşk Moteli ve Liman Lo­ kantası...”

1971 yılında Nail Çakırhan’ın kendi evi bittiğinde 130 bin liraya mal olmuştu... Yine onu dinli­ yorum:

“ Bu eve başlarken bilinen an­ lamda bir plan, bir proje yoktu. Plan, program, proje duya duya, göre göre gelişti. Unutulmamalı­ dır ki, bu tip yapılarda asıl önemli olan çizili proje değil, her şeyden çok uygulamadır. Nitelikleri ge­ reği bu yapılar, özellikle ahşap iş­ çiliği için her safhasında titiz bir gözlem gerektirir. Proje ne derece noksansız çizilmiş olursa olsun, iyi bir uygulama ve takip olma­ dıkça, her şey boşunadır. Bu tür yapılar projeden çok, asıl uygu­ lama döneminde, yapıldıkça ge­ lişip olgunlaşırlar...”

Yap-sat’çılardan, müteahhit­ lerden, kalfa inşaatlarından, mi- marsız, “ proje” siz inşaatlardan çok çekmiş, dili çok yanmış, kentleri mahvolmuş bir ülke için, bu ve buna benzer düşünceler tehlikeli değil miydi?

Nail Çakırhan’m yamtı: “ Osmanlı ve İslam mimarisi diplomalı mimarlar tarafından yaratılmadı. Bizdeki diplomalı mimarlar ise, geleneksel mimariyi hiç öğrenmedi. Geleneksel mi­ marimiz, çoğu Rum, diplomasız yerli yapı kalfalarıyla gelişti. Ege böyle oluştu. Karadeniz de öyle. Bizim kadersizliğimiz, bugün bu ustaları yitirmiş olmamız... Yapı­ lacak iş bu ustaları bulmaktır... Ben de mimarlar kadar, yap-sat- çılığa karşı savaş verdim. Söylü­ yorum, yapılacak iş, bütün mi­ marlar, mühendisler şehirlerden çıkıp köy köy dolaşalım, hâlâ ayakta kalmış olan yapılan, eski yapı ustalarını bulmaya çalışa­ lım... özgün bir mimarî zengin­ liğin tahtına kurulmuşuz. Başka ne isteriz? Şair, ressam, yazar, herkesten çok da mimar, ya da ne olursak olalım bu zenginliğe sırt çevirmeyelim.”

Nail Çakırhan, bugün 73 yaşın­ da. Türkiye’de Ağa Han Mimarlık ödülü’nü kazanan tek yapıtın Nail Çakırhan Evi olmasından duyduğu sevinci gizlemiyor. Mi­ mar olmayan birinin bu ödülü ka­ zanmasının doğurduğu tepkilere ise, şöyle diyor. “ Sinan mimar mıydı? Ya Corbusier? Ya Frank Loyd Write?

(17)

Salazar dönemini ellegorik bir biçem içerisinde eleştiriyor. Film­ de babanın kişiliğinde somutlaşan otoriter toplum imajına başkaldırı temasını işliyor Portekizli yönet­ men. Venezuelalı Joaquin Cortes de “ Vahşi A t’ ’da toplumun temel bir özelliğini, “ macho” geleneğini ele alarak bu geleneğin gerici siya­ sal güçler için nasıl bir zemin oluş­ turduğunu anlatmaya çalışıyor. Guzman ise “ Rüzgâr Gülü” nde geleneklerin ilerici özünü ve doğa- insan-gelenekler bütünlüğünü tartışıyor. Toplumsal yapıya değ­ gin özeleştiri içeren yapıtlar ara­ sında Brcsson’un “ Para” , Lu- met'nin “ Hüküm” , Anderson’un “ İngiltere Hastanesi” gibi çok farklı konularda ve farklı biçem- lerdeki filmleri sayılabilir. Sosya­ list sistemden gelen filmler ara­ sında iki Sovyet filminden söz et­ mek olası: Raizman’ın “ özel Yaşam” ı ve Riazanov’un “ İki Kişiye Bir Gar” ı. İlki önemli bir bürokratın, İkincisi sıradan insan­ ların yaşamlarından kesitler ve­ rirken, toplumsal yapıdaki aksak­ lıkları dile getiren filmler. Macar sinemasının önemli isimlerinden Pal Sandor, “ Daniel Trene Bini­ yor” (ya da öteki adıyla “ Talihli Danieİ” )de 56 olayları sırasında çocukluktan yetişkinliğe geçen bir kuşağın dramını anlatıyor.

Ortak temalar arasında Önemli bir tanesi de kültür çatışması. Os- hima “ Furyo” , Tarkovski “ N os­ talji” , Yugoslav yönetmen Ka- ranoviç, "İki Arada Bir Derede” , İskoç Michael Redford, “ Başka Bir Yerde, Başka Bir Zamanda” , Bill Forsyth “ Yerel Kahraman” , James Ivory, “ Sıcak ve T oz” adlı filmlerinde hep iki kültürün farklı

değerlerinin çatışmasını işlediler. Geride bıraktığımız sinema yılı­ nın ilginç bir özelliği de cinselliğin ve özellikle eşcinselliğin neredeyse ana tema olarak beyazperdeyi kaplaması oldu. Yalnızca son Cannes Şenliği’nde izlenen yapıt­ lardan örnek verirsek “ Furyo” , “ Angelos” (Yunan yönetmen Ka- takuzinos’un ilk filmi), “ Yaralı Adam ” (Patrice Chereau), “ Lian- na” (Amerikalı yönetmen John Sayles'in filmi) eşcinselliği irdele­ yen ve çoğunlukla ateşli bir biçim­ de savunan yapıtlar.

İş bununla da kalmıyor Macar yön etm en K e z d i-K o v a cs “ Suç Tekrarı” nda, Alman yönetmen Tankred Dorst “ Eisenhans” da, Kanadalı Briğitte Sauriol “ Yal­ nızca Oyun” da “ insest” (aile içi ilişki)yi gündeme getiriyorlar. Bu listeye Ferreri’nin “ Piera’nın ö y ­ küsü” adlı yapıtını da katarsak sanırım bu yönelişin hiç de hafife alınır tarafı olmadığını anlatmaya yeter.

Neyse ki bütün bu filmleri-gör­ me tehlikemiz yok. Sansürümüz her zaman bizi bizden iyi düşünür. Görüp, tartışmaya ne gerek var. En iyisi baştan önlem almak. G e­ çen yıl içinde Bertolucci’nin “ La Luna” sından, Szabo’nun “ Mefis- to” suna kadar her türlü “ zararlı” neşriyata karşı bizleri koruyan sansürümüzü düşünüyorum, bir de şu sıraladığım filmlere bakıyo­ rum da. Evet, bu filmlerin bir te­ kini bile görme olasılığımız yok. Ne gam, sorunsuz bir toplumuz işte. Yurt dışındaki şenliklerde de kendimizi en iyi biçimde temsil et­ miyor muyuz “ Pamuk Pren- ses” lerle. Yaşasın “ Pamuk Pren­

ses” . ■

Ağa Han

Mimarlık Ödülleri

(Devam)

geçmişe ders almak, taklit etmek için değil, bugüne uzanmış sürek­ liliklerin varlığını saptamak, bu­ günü yorumlayabilen, yorum ya­ pan, belki farkında bile olmadan yorumun oturduğu nesntl verileri değerlendirmeye çalışıyorlar. Da­ ha doğrusu buna inanarak o verilerin bulunmasına İslam dün­ yası mimarlarının ve aydınlarının katkısını sağlayacak bir meka­ nizma geliştirmeye çalışıyorlar. Bu bir mimarlık ödülü değil, başka alanlarda da varlığı gereken bir kültür etkinliğidir. Henüz arama aşamasında olan ve içeriği­ ni İslam dünyasının, katkısı ile bulacak bir etkinlik.

Yer, dil, tutum, katılım açı­ sından yapılan eleştiriler, soyut olarak haklı olabilir. Fakat ulus­ lararası iletişim, politika ve eko­ nomi gibi etkenleri doğru değer­ lendirdiğimizde, böyle bir örgüt­ lenmeyi ve katılımı kısa sürede gerçekleştirilmesinin olanaksızlı­ ğı, özellikle alternatifler oluştu­ rurken, daha kolay anlaşılacaktır. Mimarlar için belki de en önemli sorunlardan biri biçim sözlü­ ğüne ilişkindir. Geçmişle sürek­ lilik bir amaç ise, bu biçime nasıl yansır? Bütün tarih boyunca geç­ mişle ilişki biçimsel alıntılar yapa­ rak olduğu için, mimar için en kolay davranış geçmiş sözlüğü ka­ rıştırmak oluyor. Bu A ğa Han öd ü lü ’nü kazananlar arasında ol­ duğu kadar, dünyanın en ileri tek­ noloji ülkelerinde (post moder­ nism) adı altmda örneği bol bir yaklaşımdır.

Gerçekte bizim bu konuda karşı ya da taraf olan bir tutumumuz kesinlikle olmadı ve yürütme ko­ mitelerinde de değişik yorumlar dile getiriliyor. O açıdan değer­ lendirilme, ele alındığı “ context’i” içinde, geçmişle sürekliliği belir­ leme çabasını gösterene veriliyor. Yapımn boyutu, yapının sahibi kesinlikle önemli değil seçimde.

Böyle bir çabanın varlığını bitmiş yapılarda saptamak jürinin görevi oluyor. Hayli zor ve olasıya yoruma açık bir seçim. Fakat yorum ve eleştirilerin acılığından çekinmeye de gerek yok. Çünkü, başlangıçtan bu yana uluslararası seminerler boyunca, bu dönü­ şümün olasılığı ve nasıl yapıla­ bileceğini tartışı> nız. Ve herhal­ de daha uzun zaman tartışmaya

devam edilecek. ■

Referanslar

Benzer Belgeler

M üzaye­ deyi düzenleyen Ahmet Utku, &#34;Osman Hamdi’nin böyle bir eseri bir daha satışa çıkamayacak&#34; d i­.. ye

mümkündür.Toplumsal Hareketler Asamblesi, insanların özgürleşme ve kendi kaderini tayin hakkını desteklemek ve kapitalizme karşı mücadeleyi güçlendirmek için, tüm

Kim bilebilirdi kİ Cavlt Orhan Tütengil gibi gerçekten İn­ san, gerçekten aydın, gerçekten duyarlı; nerdeyse bir sanatçı, güçlü bir yazın adamı kadar

The mechanism GCG is the object of this research which profitability institutional share ownership, managerial share ownership, board of directors, independent board

İLGİLİ ÇALŞMALARLA İLGİLİ BİLGİ VERİLMİŞ 5 JOHN DALTON İLE İLGİLİ BİLGİ VERİLMİŞ 5 JOHN JOSEF THOMSON İLE İLGİLİ BİLGİ VERİLMİŞ 5 ERNEST RUTHERFORD

Koçu’- nun anımsadığı ve “ kıymetli şöhretler” olarak nitelendirdiği tekne yapımcıları ara­ sında Fazlı Usta, Hürrem Usta, Kemal Usta, Pamuk Ahmet Usta,

Ortak Yerleşim, Türk Telekomun sunacağı Yerel Ağa Ayrıştırılmış Erişim kapsamında İşletmeci tarafından talep edilecek Fiziksel, Sanal veya Uzaktan Ortak