7 NİSAN 1991
DİZİ YAZILA!
■’f o 'r t » , « a V
f T- "$0 2\ i
İ15
LONCA'DA "CANDAN, YÜREKTEN, SAMİMİ, LİRİK VE BASTAN
BASA HEYECAN DOLU" ÇİNGENE KAVGALARI YAPILIRDI
9
O
SMAN Cemal Kaygılı, Ba- lat’taki bir kilisenin dibin deki büyük meyhanenin bahçesinde oturduktan sonra Lonca'da şişman Rum sütçüden süt aldığını, sonra da tepedeki Hançer- li Bostan Kahvesi nde kah ve nargile içtiğini söyler. Kaygılı, Hançerli Bostan’ın yüksek duvarının dibinde yer alan “candan, yürekten, samimi, lirik vebaştan başa heyecan dolu” bir Çingene
kavgası seyrettiğini de anlatır Sürtüşme Kâğıthane'ye giden kadınlarla Çağlayan Köşkü nün arkasındaki m esireyi tercih sdenler arasında doğar. Kimin mutfağında daha güzel ve bol yemeğin kaynadığı tartış ma konusu edilir. Kavga dili şarkılar, şiirler ve tekerlemelerle örülüdür. Atışmalar şid detlendikçe ortaya tefler, ziller, darbukalar, kemanlar dökülür. Ağız dalaşı çalgı eşliğin de sürer. Göbekler çalkalanır, eller çırpılır, gerdanlar kırılır, gözler süzülür; argonun bini bir paradır. Bu curcunalı ahenk sırasın da kimsenin eli karşısındakine kalkmaz; sazlı sözlü bir panayırdır sanki bu kavga:
“O gün sabahleyin erkenden başla yan o pek şatafatlı ve dört başı mamur kavga, öğle vakti biraz yemek paydosu ve rilip öğleden sonra aynı tertiple tekrar başlayarak akşam erkekler evlerine dö- nünceye kadar sürdüğü ve akşam geç vakit, gerek kendi erkeklerinin, gerek ma halle imam, muhtar, bekçisi ile polislerin müdahalesi üzerine güç yatıştırıldığı halde her iki taraftan da hiçbir kimse, değil bir ha fif tokat, bir minicik fiske bile yemedi. Kavga, akşam ezanı ile birlikte yine çalgı, ahenk arasında, tıpkı bir düğün, dernek, eğ lence biter gibi tatlı tatlı mayna oldu.”
Gündüzlerini ve gecelerini Lonca kah vehanelerinde geçiren ve gözlem lerini romanına aktaran Kaygılı, mahallede yapı lan bir düğün şenliğini de ayrıntılı olarak anlatır: Yaşlı bir lavtacının oğlu olan genç bir kemancıyla eski bir zurnacının kızı evle necektir ama düğün hazırlıklarına tanık olanlar, Hindistan hükümdarının oğluyla peri padişahının kızının evleneceğini sana bilirler rahatlıkla. Lonca boyunca tüm ev lerde hallaçlar pamuk atar, yeni yataklar, yorganlar, yastıklar, çamaşırlar dikilir, tah talar silinir, duvarlar badanalanır, bakırlar kalaylanır, gelin alayı için fenerler, meşale ler, b uketler hazırlanır. Gelin alayının Eğrlkapı’daki Hançerli Hamamı’na gidişini şöyle anlatıyor Osman Cemal Kaygılı:
“İşte hamam alayının önünde çalacak çalgı takımı da kadınlı, erkekli, tam onblr ki şi olarak Sulukule’den geldiler. Loncalılar- dan hiçbir çalgıcı bu alayın önünde çalmayacak, onlar hamamda, kendi arala rında çalıp söyleyeceklermiş.
Alay toplandı, Sulukule’den para ile getirilmiş olan onbir kişilik çalgı, hanende ve çengi takımı bu yüz, yüzelll kişilik alayın önüne geçti. Çalgıcıların arkasında, önde iki tarafın kaynanaları, arkada çok süslü ge lin ve gelinin yanında görümceler, baldız lar, teyzeler, halalar, yengeler, daha arkada da bütün davetliler olduğu halde, alay çalgı ile hareket etti. Artık hayhaylar, hoyhoylar, maşallahlar, ala alaheylerden, Lonca sokakları gümbür gümbür ötüyor. Lonca’dan Yatağan Mahallesl’ne ve ora dan Eğrikapı’ya doğru bükülen daracık sokaklar binlerce seyirci ile dolu. Arabacı lar Hamamı’nın önünden geçen caddenin iki tarafındaki evlerin pencerelerinden ala yın üzerine çiçekler, lavantalar, kolonyalar serpiliyor, eller çırpılıyor.”
ALTI KOL ÇENGİ
Sokağı’dır) İki ya da üç katlı ahşap evler sı ralanm ıştı. Evlerin altı manav, tütüncü, aşçı, helvacı, kahveci dükkânıydı. Aşevie- riyle kahvehaneler pazar günleri denizciler ve gemi kalafat yerinde çalışanlarla dolup taşardı...
Reşad Ekrem Koçu, Ayvansaray kala fat yerinde 1940'ların sonlarında çalışan ustaları sıralarken, tümünün de aynı za manda bu yerin sahipleri olduklarını bildi rir: Şaban Usta, Koyunoğlu İbrahim Efendi, Kara Mustafa Usta, Yahya Efendi, Hafız Mehmet Usta, Şerif Kaptan. Aynı yıllarda. 150-200 tonluk bir gemiyi karaya çekmenin ve tekrar denize indirmenin ücreti yaklaşık 300 liraydı. Kalafat (geminin kaplama tahta ları arasını üstüpüyle doldurup ziftleyerek su geçirmez hale getirmek) ücreti günde 100 lira kadardı. Bu ücrete kalafat ustasının ve işçilerin yevmiyeleri dahildi. Geminin kalafat yerinde kaldığı her gün için ayrıca 30 lira “toprak kirası” alınırdı. Ayvansa- ray'ın kalafat yerle rin d e bulunan gemi tezgâhlarında tekne de inşa edilirdi. Koçu’- nun anımsadığı ve “ kıymetli şöhretler” olarak nitelendirdiği tekne yapımcıları ara sında Fazlı Usta, Hürrem Usta, Kemal Usta, Pamuk Ahmet Usta, Karakaş llyas Usta, Ha cı M ehm et Usta, Şevki Usta, Mehmet Bayrak Usta bulunuyor, Ayvansaray tez gâhlarında gemi, tenezzüh teknesi, balıkçı motoru ve sandal inşa edilirdi. Osmanlı devrinde bütün saltanat kayıkları, Ayvansa ray tezgâhlarından çıkardı. Sandalcı Halil Usta için, “Keserini kullanacak bir el daha
yetişemez!” diyor Reşad Ekrem Koçu...
Yine 1940 lara, Ayvansaray'ın hare ketli ve canlı bir İstanbul semti olduğu yılla ra dönüyoruz. Ayvansaray Külhanı Sokağı ahşap ve kagir binalarla bezelidir, tek ara balık bir toprak yoldur, boyunca dört adet feneri vardır. Bir meydana açılır Ayvansa ray Külhanı; meydandaki (biri iki, diğeri üç katlı) bahçeli İki evin arasından geçildiğin de Damataşı Sokağı'na ulaşılır. Hisarönü Sokağı ysa tam üç araba genişliğinde bir yoldur ve alımlı yapılara sahiptir. Derviş Alizade ve Mustafapaşa Bostanı sokakla rıyla bir üçyol ağzı oluşturur Kuyu Sokağı; geniş ve meyillidir, giderek dikleşir.
bi büyük düğünlerde güveyi tıraş eden Balat’ın, Fener'in en meşhur berberlerin den berber Tayyar ile kalfaları hep terte m iz, bem beyaz g iyinm işler, boyuna ellerindeki yepyeni usturaları kılağlıyorlar. Bir tarafta bahşiş, hediye tepsileri. Sapları
dört başı mamur içki sofraları ayrıydı ve gün ortalarında başlayıp geceyarılarına ka dar sürerdi. Bu eğlencelere Ayvansaray'ın, Sulukule'nin, Kasımpaşa'nın, Üsküdar'ın en ünlü kemancıları, udileri, kanunileri,
ha-yı burada bulunduğundan, semte Eyvansa- ray adı ko n u lm u ş, za m a n la bu deyiş Ayvansaray'a dönüşmüştür. Blakherna Sa rayı yok artık. Aghia Blakherna Kilisesi de yok; aynı adı taşıyan ayazmanın suyunun şifa taşıdığına, binbir derde deva olduğuna inanılır...
LATERNALI FAYTON
9
bile gümüşten olan bu tepsilerin etrafına çevrilen rengârenk kordeleden süsler, san ki onları küçük çapta birer gelin odasından daha süslü gösteriyor. Güvey tıraş sandal yesine oturunca, berber Tayyar, berberle rin piri Salman Pak’ın ruhuna bir Fatiha okuyup, başlıyor güveyin saçlarında maka sı şakırdatmaya. Kalfalar da güveyin arka daşlarını tıraşa koyuluyorlar, ötede saz, durmadan en hoş havaları çalıyor...”
Lonca'da damat tıraşı da onbeş altın li raya geliyor. Kaygılı, Lonca Çingenelerinin parayı “vükela ve vüzera konaklarından,
ekabir yalılarından ve saraylardan" aldığı
nı yazıyor. Sekiz kişilik saz takımı ya da altı kol çengi takımı, Boğaziçi'ndeki kibar yalı lara on ya da onbeş lira pazarlıkla gider, ayrıca otuz ya da kırk lira bahşiş toplarmış. Her takım yılda en az on düğüne, kına gece sine ve sünnete gider, böylece yüklü para toplarmış. Lonca Çingeneleri eğlenmesini her şeyden çok sevdiğinden de paraların büyük bölümü kendi aralarında düzenledik leri şenliklerde harcanırmış. Lonca düğün lerinde her kahvehanede ayrı saz çalar, düğün evinde ahenk hiç dinmez, mahalle nin geniş meydanında kurulan uzun sofra lardan çorba, kızartma, pilav, zerde eksik olmazmış. Geleneğe göre yalnız davetliler değil, çevre esnafı, yolcular ve fakir fukara da şölene çağrılır, yemek bittikten sonra kahve ve şerbet ikram edilirdi. Erkeklerin
Sekiz kişilik
saz takımı ya
da altı kol
çengi takımı
Boğaziçi'ndeki
kibar yalılara
on ya da on
beş lira
pazarlıkla
gider, ayrıca
otuz ya da
kırk lira
bahşiş
toplarmış
tür. m 7 9. yüzyılda Ayvansaray'da sandal sefası. Resimde görülmüyor ama o zamanlar Haliç mavi bir su...» 1
Lonca evleri ve çingene sepetleriyle 100 yıl - öncesinden poz veriyorlar *■İhtiyar zurnacı Şişko Ahmet Ağa ve Re ha Bey'le birlikte semtin en kibar kahveha nesinin peykesinden düğün alayını izleyen yazar, en az onbeş altın liraya mal olan ge lin hamamından sonra damat tıraşına da değiniyor:
“Akşam Balat'taki selatin meyhane lerden birinde kafaları bir hayli çektikten sonra yine Reha Bey'le birlikte aynı kahve ye geldik. Bu gece yatsıdan sonra buradaki berber masasının önünde güvey İle arka daşları tıraş olacaklar. Onun için kahvenin bir kenarındaki berber masası İle aynası ve takımları pırıl pırıl yanıyor. Yanan sade on lar mı? Kahvenin önünde yüzelll mumluk koskoca bir lüks lambası. İçinde ayrıca bü yük çapta dört-beş petrol lambası. Her masanın üstünde rengârenk fanuslu başka lambalar ve rengârenk mumlar...
Kahvenin bir köşesinde sekiz kişilik bir incesaz takımı durmadan çalıyor. Bu
gi-nendeleri de davet edilirdi. Sözlerini şöyle noktalar Osman Cemal Kaygılı: “Sonra yi
ne davetliler arasında İstanbul'un bazı maruf ve kibar zatları da göze çarpıyor du...”
★ ★ ★
Yaklaşık beş kilometre uzunluğundaki Haliç surları, Ayvansaray'da başlar ve Sa- rayburnu'nda sona erer. Bu surlardaki 15 kapının önemli merkezlere açılmadığını, Bizans devrinden beri halkın sahile inmesi İçin kullanıldığını biliyoruz. Haliç'in ilk kapı sıdır Ayvansaray. Bazı kayıtlarda bu kapı nın adı Ayvan Hisarı, Saray Kapısı, Tahta Kapı, Gümüş Kapı, Blacherna Kapısı olarak geçer. Bostancıbaşı Defteri nin kimi bölüm lerindeki adı Elvansaray'dır. Bunun aslında Eyvansaray olması gerekir. Bir teze göre Ayvansaray semtinin adı Farsça, Eyvan sözcüğüyle başlamaktadır. Eyvan, büyük kemerli yüksek bina anlamına gelir. Bizans imparatorlarının görkemli Blakherna
Sara-Bostancıbaşı Defteri nin yazılışından yaklaşık 130 yıl sonra, yani 1940'ların orta larında, Atlkmustafapaşa Camii'nln çevre sinde kümelenmiş kiremitli çatılar yığınıydı Ayvansaray. Kalafat yeri, iskelesi, kahve haneleri, meyhaneleri ve “bolkepçe” tabir edilen aşçı dükkânlarıyla ünlüydü. Meyha ne müdavimlerinin büyük bölümünü gelgeç gemici tayfası oluşturuyordu. 1950'lerde ve 1960'larda lastik, dokuma, konserve ve kur şunkalem fabrikaları yükseldi Ayvansa ray'da. Eyüp’e kadar uzanan Ayvansaray Caddesi (ki semtin ana caddesidir) bir za manlar iki otomobilin yan yana zor geçebi leceği, paket taşı döşeli bir yoldu. Ara sokaklarındaysa işlemeli cumbalı evlerin alınları birbirlerine değerdi, bu sokaklar dan (eski bir Ayvansaraylının deyişiyle) tek bir laternalı fayton geçebilirdi ancak; iki fay ton karşı karşıya gelecek olsa, hangisinin geri basacağı arabacıların bilek gücüne kalmıştı! Ayvansaray Caddesi nden vapur iskelesine inen yolda (adı da Vapur İskelesi
6ERİDE NE KALDI?
Peki, bugün?Gecekondular kaplamış Ayvansaray tepelerini. Ahşap evlerin pencerelerinden çamaşırlar sarkıyor, At arabalarıyla dola şan ve bağıran eskicilerin sesleri, çamur içinde koşuşan çocukların haykırışları, dö külmeye yedi koldan yüz tutmuş konak harabeleri bir zamanların Ayvansaray'ını hiç andırmıyor. Çatısı çökmüş bir semt Ay vansaray. "Geçmiş zaman olur ki...” diye başlarsak söze, tüm Haliç'in (ve o dillere destan eski İstanbul'un) çatısının tümden çökmüş olduğunu, bir Amadeo Preziosi tablosunu andıran renkli ve nezih demlerin kapandığını gözlerimizle görür, gönlümüz le duyumsarız...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi